Kurban

mihrimah

Well-known member
لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ وَيَذْكُرُوا اسْمَ اللّهِ فى اَيَّامٍ مَعْلُومَاتٍ عَلى مَا رَزَقَهُمْ مِنْ بَهيمَةِ الْاَنْعَامِ فَكُلُوا مِنْهَا وَاَطْعِمُوا الْبَائِسَ الْفَقيرَ


Hacc / 28. Ta ki kendilerine ait bir takım yararları yakînen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günler de Allah'ın ismini ansınlar . Artık ondan hem kendiniz yeyin,hem de yoksula, fakire yedirin.​

فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ


Kevser / 2. Şimdi sen Rabbine kulluk et ve kurban kes.​

وَلِكُلِّ اُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنْسَكًا لِيَذْكُرُوا اسْمَ اللّهِ عَلى مَا رَزَقَهُمْ مِنْ بَهيمَةِ الْاَنْعَامِ فَاِلهُكُمْ اِلهٌ وَاحِدٌ فَلَهُ اَسْلِمُوا وَبَشِّرِ الْمُخْبِتينَ


Hacc / 34. Biz, her ümmete -(Kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah'ın adını ansınlar diye- kurban kesmeyi gerekli kıldık...​

لَنْ يَنَالَ اللّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلكِنْ يَنَالُهُ التَّقْوى مِنْكُمْ كَذلِكَ سَخَّرَهَا لَكُمْ لِتُكَبِّرُوا اللّهَ عَلى مَا هَديكُمْ وَبَشِّرِ الْمُحْسِنينَ


Hacc / 37. Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin
takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele!​
HADİS...

* Zeyd İbnu Erkam radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ashabı: "Ey Allah'ın Resulü dediler, bayram günü kesilen şu kurban nedir?" "Bu babanız İbrahim aleyhisselâm'ın sünnetidir" buyurdular. Ashab: "Pekiyi, kurban kesmede bize ne gibi sevap var ey Allah 'ın Resûlü!" dediler. "Kurbanın her bir kılı için bir sevap" buyurdular. Ashab tekrar: "(Kesilen kurban, koyun kuzu gibi) yünlü ise ey Allah'ın Resûlü (sevap nasıl olacak)?" diye sordular. Aleyhissalâtu vesselam: "Yünün her bir kılı için de bir sevap var!" buyurdular."
* Abdullah İbnu Amr İbnu'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Kurban gününü bayram olarak kutlamakla emrolundum. Onu bu ümmet için Allah bayram kılmıştır" buyurmuştu. Bir adam kendisine: "Ey Allah'ın Resûlü! Ben iâreten verilmiş bir hayvandan başka bir şeye sahip değilsem, onu kesebilir miyim?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayır, dedi, ancak saçını, tırnaklarını kısaltır, bıyıklarından alır, etek traşını olursun. Bu da sana Allah indinde bir kurban yerine geçer."
* Uveymir İbnu Eşkar radıyallahu anh'ın anlattığına göre, "Kurbanını bayram namazından önce kesmiş, sonra da durumu Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a açmıştır. Aleyhissalâtu vesselâm da kendisine: "Kurbanını iade et (yeniden kes, o kurban yerine geçmez)" cevabında bulunmuştur."
PIRLANTA SERİSİ...
KURBAN VE HİZMET
Kurban bayramında talebeye himmet elini uzatmak için maddî-manevî gayretten geri kalmayan arkadaşlar, o anda Arafat'ta ve Müzdelife'de olan kimselerin sevabına denk, belki de daha çok sevab kazanmış olabilirler. Zira hacdakilerin himmeti şahsî, burada bulunanlarınki ise içtimaî; orada şahsî füyuzatın artırılması, burada ise bir milletin yeniden ihyâsı söz konusudur.
RİSALE...
Hâlık-ı Rahîm ve Rezzak-ı Kerim ve Sâni'-i Hakîm; şu dünyayı, Âlem-i Ervah ve ruhâniyyat için bir bayram, bir şehrâyin Sûretinde yapıp bütün esmâsının garâib-i nukuşuyla süslendirip küçük-büyük, ulvî-süflî herbir ruha, ona münasib ve o bayramdaki ayrı ayrı hesabsız mehâsin ve in'amattan istifade etmeğe muvafık ve havas ile mücehhez bir cesed giydirir, bir vücud-u cismanî verir, bir defa o temâşâgâha gönderir. Hem zaman ve mekân cihetiyle pek geniş olan o bayramı; asırlara, senelere, mevsimlere hattâ günlere, kıt'alara taksim ederek herbir asrı, herbir seneyi, herbir mevsimi, hattâ bir cihette herbir günü, herbir kıt'ayı, birer taife ruhlu mahlukatına ve nebatî masnuatına birer resm-i geçit tarzında bir ulvî bayram yapmıştır ve bilhassa rûy-i zemin, hususan bahar ve yaz zamanında masnuat-ı sagîrenin taifelerine öyle şaşaalı ve birbiri arkasında bayramlardır ki, tabakat-ı âliyede olan ruhâniyyatı ve melâikeleri ve sekene-i semâvatı seyre celbedecek bir cazibedârlık görünüyor ve ehl-i tefekkür için öyle şirin bir mütalaagâh oluyor ki, akıl târifinden âcizdir. Fakat bu ziyafet-i İlâhiye ve bayram-ı Rabbaniyyedeki İsm-i Rahmân ve Muhyî'nin tecellilerine mukabil İsm-i Kahhar ve Mümît, firak ve mevt ile karşılarına çıkıyorlar. Şu ise: rahmetinin vüs'at-i şümûlüne zâhiren muvafık düşmüyor. Fakat hakikatte birkaç cihet-i muvafakatı vardır. Bir ciheti şudur ki:
Sâni'-i Kerîm, Fâtır-ı Rahîm, herbir taifenin resm-i geçit nöbeti bittikten ve o resm-i geçitten maksud olan neticeler alındıktan sonra, ekseriyyet itibariyle dünyadan, merhametkârane bir tarz ile tenfir edip usandırıyor, istirahatâ bir meyil ve başka bir âleme göçmeğe bir şevk ihsan ediyor ve vazife-i hayattan terhis edildikleri zaman, vatan-ı aslîlerine bir meyelân-ı şevk-engiz, ruhlarında uyandırıyor. Hem o Rahman'ın nihayetsiz rahmetinden uzak değil ki, nasıl vazife uğrunda, mücahede işinde telef olan bir nefere şehadet rütbesini veriyor ve kurban olarak kesilen bir koyuna, Âhirette cismanî bir vücud-u bâki vererek Sırat üstünde, sahibine burak gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükâfatlandırıyor. Öyle de, sâir zîruh ve hayvanatın dahi, kendilerine mahsus vazife-i fıtriyye-i Rabbâniyyelerinde ve evâmir-i Sübhâniyyenin itaatlerinde telef olan ve şiddetli meşakkat çeken zîruhların, onlara göre bir çeşit mükâfat-ı ruhaniyye ve onların istidadlarına göre bir nevi ücret-i mâneviyye, o tükenmez hazine-i rahmetinde baîd değil ki bulunmasın. Dünyadan gitmelerinden pek çok incinmesinler, belki memnun olsunlar. Lâkin zîruhların en eşrefi ve şu bayramlarda kemmiyet ve keyfiyet cihetiyle en ziyade istifade eden insan, dünyaya pek çok meftun ve mübtelâ olduğu halde, dünyadan nefret ve âlem-i bekaya geçmek için eser-i rahmet olarak iştiyak-engiz bir hâlet verir. Kendi insâniyyeti dalâlette boğulmayan insan, o hâletten istifade eder. Rahat-ı kalb ile gider...
 

mihrimah

Well-known member
NÜKTELER...
KERAMETLİ KOYUN
Fidda hanım, fakir bir insanın hanımıydı. Kocası gece gündüz çalışıp çabalar, ama günlük nafakadan fazlasını elde edemezdi. Bu yüzden yavrularına süt sağacakları bir tek koyunu ancak alabilmişlerdi. Koyun onlar için biricik geçim kaynağı idi.
Ama ne Fidda hanım hâlinden şikayetçiydi, ne kocası.
İkisi de Allah'ın verdiği sağlık ve afiyete şükürler ediyordu. Haklarında takdir edilen helâl rızka rıza gösteriyorlardı. Ne var ki, bir kurban bayramında bu müşterek huzurları bozulur gibi oldu. Evin beyi, ellerindeki tek koyunu kurban etmek istiyordu. Hanım ise:
- Bize kurban vacip değildir. Hem sütüyle çocuklarımızı beslediğimiz koyunu kesmemiz doğru da olmaz. Sonra çocuklarımızı ne ile besleriz? Diye itirazda bulunuyordu.
Bey, sonunda o güne kadar çektiği maddi sıkıntılardan asla müşteki olmayıp haline rıza gösteren hanımının bu itirazını anlayışla karşıladı. Koyunu kurban etmekten vazgeçti.
Allah'ın hikmetine bakın ki, bayramdan bir kaç gün sonra bir misafir geldi. O akşam kendilerinde kalacaktı. Halbuki sofraya koyacak hiçbir şeyleri de yoktu. Evin beyi bu defa mahcubiyet hissi duymuş, hanımına teklifini tekrar etmişti:
- Bu koyunu keseceğim. Misafir sofrasına koyacak başka bir şeyimiz yok çünkü.
Fidda hanım düşünmeye başladı. Akşam sofranın boş olacağını hatırlayınca, o da boynunu eğdi.
- Başka çaremiz yoktur. Bari duvarın dışına çıkar, benim görmediğim yerde kes.
Hanım evin avlusu içindeyken evin beyi dışarı çıktı. Sütüyle çocuklarım beslediği koyunu, misafir için kesmeye başladı.
Bu sırada, avlu içinde kesim işinin bitmesini bekleyen hanım, birden şaşkına döndü. Çünkü duvarın üzerine sıçrayan bir koyun, avluya atlamış, az sonra da yanına kadar gelerek kendisini koklamaya başlamıştı.
Fidda hanım, beyinin koyunu elinden kaçırdığını düşündü. Ama dışarı çıkıp bakınca, koyunun kesilip yüzülmeye başlandığını gördü. Hayreti artmıştı... Komşulardan birinin koyunu duvardan atlayıp içeri girmiştir, diye düşündüler kan koca. Köyde tellâllar çağırttılar, koyunu sahibinin almasını istediler. Ne var ki, hiç kimse çıkıp da:
- Benim koyunum kayboldu, sizin avluya atlayan koyun bizim olabilir, demedi.
Fidda hanım, durumu İmam Efendiye anlattı. Hoca Efendi şu tavsiyede bulundu:
- Bu koyunu besleyiniz. Besleme ücreti olarak da sütünü çocuklarınıza içiriniz. Şayet sahibi çıkarsa besleme ücreti olarak sütünü içmiş olursunuz, koyunu da sahibine iade edersiniz. Çıkmazsa Allah'ın size lütuf ve ikramı olur, muhtaç olduğunuz için sizde kalabilir...
Bu arada Fidda hanım, koyunda garip şeyler görmeye başladı.
Ne zaman bakracı memeleri altına koyup da sağmak istese koyunda hemen bol süt hâsıl olur, bir defasında sade süt tadında, bir defasında da bal tadında bol süt sağar di. Nihayet meçhul koyunun bu gizemli durumu çevrede meşhur oldu.
Misafirlerinin hatırı için kestikleri koyuna mukabil Allah'ın bir defasında sade süt, bir defasında da bal tadında süt sağdıran bir koyun ihsan etmiş olması, ayrıca bu sütün dertlere şifa olma özelliği de taşıdığının ortaya çıkması etrafa şayi oldu. Artık herkes eline hediyeler alıp fakir Fidda hanımı ziyarete geliyor, kâsesini de bu şifalı sütle doldurarak ayrılıp gidiyordu.
KURBAN'IN TARİFİ VE MAHİYETİ
Kurban lügat itibarıyla yaklaşma ve yakınlaşma gibi mânâlara gelir. Fakat, Türkçemizde kazandığı ve kullanıldığı yönüyle kurban, Allah'a yakınlaşma niyetiyle kesilen hayvana verilen addır. "Kurbanlık develeri de size Allah'ın şeâirinden kıldık" (Hac, 22/36) ayetiyle "şeâir"den sayılan kurban, "Rabbin için namaz kıl ve kurban kes" (Kevser, 108/2) ayeti ile meşruiyeti isbat olunan bir ibadettir.
Şeâir, hemen herkesin bildiği Safa-Merve misalinde olduğu gibi, Allah'ın dininin alameti, özelliği, nişanesi olma mânâlarına gelir. Allah, Bakara sûresi 158. ayet-i kerimede "Şüphe yok ki, Safa ve Merve Allah'ın koyduğu nişanlardandır" buyurarak, Safa-Merve'nin "şeâir"den olduğunu ifade etmektedir. Öte yandan Cenâb-ı Hak, dininin hak olduğunu vurgulayan "şeâir" kabilinden olan şeylere riayet edilmesi gerektiğini de şu ayet-i kerimeleri ile açıkça beyan etmektedir:
"Her kim Allah'ın şeâirine (hükümlerine) saygı gösterir, onu tazim ederse, şüphesiz bu kalplerin takvasındandır," (Hac, 22/32), "Ey iman edenler, Allah'ın şeâirine (haram ay, kurban vs.) sakın hürmetsizlik etmeyin" (Maide, 5/2).
Buna göre, şeâiri koruma, kollama, muhafaza etme, her mü'minin üzerine düşen bir vazife ve vecibedir. Kurban da, sözünü ettiğimiz "şeâir" arasında zikredilen ibadetler arasındadır. Öyleyse inanan insanların bu konu üzerinde farzlar ölçüsünde hassasiyetle durmaları gerekmektedir. Aksi takdirde, murâd-ı İlâhî'ye ters hareket edilmiş olur ki, bunu Allah'a iman ile te'lif etmek imkânsızdır.
Kaldı ki, Hz. Peygamber (s.a.s), kurban ile alakalı beyan buyurduğu hadisler ve hayat-ı seniyyeleri boyunca yapageldiği tatbikatları ile, bizim davranış çizgimizi belirlemiş durumdadır. Bakın, Nebiler Serveri kurban hakkında neler buyuruyor: "Kurban kesmeye gücü yettiği halde, kurban kesmeyen, bizim namazgahımıza yaklaşmasın." Bu hadis, kurbana vacip hükmünü veren Hanefi fukahasının delilleri arasındadır. "Ademoğlu Kurban Bayramı gününde kan akıtmaktan daha sevimli bir iş ile Yüce Allah'a yaklaşabilmiş değildir. Kanını akıttığı hayvan kıyamet günü boynuzları, ayakları ve kılları ile gelecektir. Akan kan yere düşmeden önce Yüce Allah katında yüksek bir makama erişir. O bakımdan gönül hoşnutluğu İle kurbanınızı kesiniz."
Zeyd b. Erkam, anlatıyor. Ashab-ı Kiram Allah Rasulü'ne şöyle der: "Bu kurbanın kaynağı-mahiyeti) nedir?
-Babanız Hz. İbrahim'in sünnetidir.
-Pekâlâ bizim sevabımız ne kadar?
-Her bir kıl için bir hasene..
-Ya yün (yani kesilen kurban koyun-kuzu olunca)
-Yünden her bir kıl için de bir hasene."
Ve Allah Rasulü'nün iki adet koç alıp birini kendisi, diğerini de ümmet-i Muhammed için kestiği hemen her hadis kitabında anlatılan bir husustur.
Aslında bizim bu yazımızda ele alacağımız husus, kurbanın mahiyeti, ya da hükmü değil. Fakat kurban ibadeti konusunda, düşüncelerimizin sağlam bir zemine oturması, aksine ihtimal vermeyecek ölçüde bir inanç halinde gönlümüzde yer etmesi adına ilgili birkaç ayet ve hadis mealinin hatırlatılmasının faydalı olacağı mülâhazası ile sözü uzattık.
Kurbanın Hükmü
Hanefi mezhebinde İmam-ı A'zam ve talebeleri bu konu üzerinde farklı beyanlarda bulunmuşlardır. İmam-ı A'zam'a göre kurban hür, mukim, zengin her Müslüman üzerine vacip, İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre sünnettir. Burada vacip veya sünnet diye muhtelif görüş bildiren imamların delillerinin uzun uzadıya tahlilini yapacak değiliz. Fakat im'ân-ı nazar ile meseleye baktığımızda İmam-ı A'zam'ın delillerinin daha kuvvetli olduğu müşahede olunur. Nitekim bu yüzden daha sonra gelen nice fukaha, İmam-ı A'zam'ın görüşü ile fetva vermiş, ıstılâhî ifadesiyle "vacip"tir hükmüne "müftâ bih" damgasını vurmuşlardır.
İmam-ı A'zam yukarıda ifade ettiğimiz "kurban kesmeye gücü yettiği halde, kurban kesmeyen bizim namazgahımıza yaklaşmasın" hadisindeki tehdidi, ancak vücub ifade eden şeylerde kullanılabileceği kanaatindedir. Bir başka ifade ile arz edecek olursak, Hz. Peygamberden gelen böyle bir tehdid, ancak vücub ifade eden ameller için geçerlidir.
Ayrıca, onun "yevmü'l-edha" yani "kurban günü" denilerek bir vakte izafe edilmesi de, onun vücubiyetinin ayrı bir delilidir. Zira bir vakte tahsis olunan ameller, mutlaka vaciptir.
Kurbanın Vücubunun Şartlan
Kurban, hür, mukim, zengin olan her Müslüman'a vaciptir. Burada yer alan hür, mukim, zengin kavramlarını günümuz gerçekleri içinde açıklamaya geçmeden önce, akıl ve bulûğ meseleleri üzerinde kısaca durmak icap eder. Zira hepimizin bildiği gibi kurban, bir İbadettir. O, Allah'a yakınlaşma amacıyla kesilir, ibadetlerde esas olan ise, akıl ve bulûğdur.
İmam-ı A'zam ve İmam Ebu Yusuf, kurbanın vacip olmasında "Akıl ve bulûğ şart değildir" demişlerdir. Buna göre; hükmen zengin olan bir çocuğun veya bir delinin kurban kesmesi gerekir. Yalnız İmam Muhammed bu görüşe katılmamış, o "Ahi ve bulûğ şarttır" kaydım koymuştur. Dolayısıyla İmam Muhammed'e göre, çocukların ve delilerin mallarından kurban kesilmesi gerekmez.
Görüldüğü gibi, burada "gerekir" veya "gerekmez" hükmü verilirken, imamlarımızın dayandıkları nokta birbirinden farklıdır ve bu açıdan her iki grup da kendi dayandıkları delil açısından haklıdırlar. Şöyle ki: İmam-ı A'zam ve İmam Ebu Yusuf, ihtimal kurbanın içtimaî yönünü esas almış, fakir ve fukaranın hakkını gözetelim istemiş, içtimaî adaletin sağlanmasında bunu önemli bir unsur görerek, "akıl ve bulûğ şart değildir" hükmünü vermişlerdir. İmam Muhammed ise, kurbanın "ibadet" olmasına ağırlık vermiş, farz ibadetlerde akıl ve bulûğun şart olmasından hareketle de "Kurban bunlara vacip değildir" demiştir. Bu konuda fetvanın İmam Muhammed'in görüşüne göre verildiğini belirterek bu faslı kapatalım. Şimdi, hür, mukim ve zengin kavramlarının teker teker açıklamasına geçelim:
Hürriyet
Hürriyet şartı tamamıyla toplum yapısını ilgilendiren bir husustur ve bizim bugün içinde bulunduğumuz toplumsal statü açısından geçerliliği olmayan bir kavramdır. Hur; içtimaî, iktisadî, siyasî teşebbüslerinde veya ferdî, ailevî faaliyetlerinde bir kısıtlamaya tâbi olmayan insan demektir. Veya daha doğru bir tabirle hürriyet, böyle bir insanın sıfatıdır. Fıkıh kitaplarımızın tedvin edildiği ya da bu kavramların ibadet ve muamelelerin yerine getirilmesi için ön şart olarak koşulduğu dönemlerde, toplum yapısı, hür ve köleler olmak üzere tasnif olmuş durumdaydı. İlerleyen İslâmı fütuhat, yabancı ülkelerle yapılmak zorunda kalınan savaşlar sonucu elde edilen köle ve cariyeler, toplum yapısının inkâr edilemez gerçekleri arasındaydı. Bunlar içinde Müslüman olan ve efendilerinin hizmeti ile meşgul bulunan yüzlerce-binlerce köle ve cariye de vardı. Çeşitli fonksiyonel alanlarda iradeleri bütünüyle efendilerinin iradesine bağlı olan, iktisadî, içtimaî, siyasî vb. sahada hür olmayan bu insanlar, Müslüman olmaları sebebiyle kurban kesecekler miydi? Onlar da böylesine önemli bir İbadeti ifa ve eda edecekler miydi? İşte bu sorulara cevap verebilmek ve onların mükellef bulundukları amelleri belirlemede nasslardan hareketle, fukaha "hürriyet" kavramını bir ön şart olarak ortaya koymuştur.
Fakat günümüzde toplum yapımız adına böyle bir statüden bahsetmek imkânsızdır. İslâm'ın tedricî olarak yok etmek istediği, insanlığın hayatından uzaklaştırmak için düzenlemelerde bulunduğu kölelik sistemi, en azından Türkiye için şu anda geçerliliğini yitirmiş durumdadır. Herkes ferdî, ailevî, içtimaî, ticarî teşebbüslerinde hürdür. Öyleyse, hürriyet kavramı üzerinde sözü uzatmanın bir mânâsı yoktur. O halde, "hürriyet" şartı bu kenara konularak mukim ve zengin olma vasıflan, ön görülen standartlarda olan herkes için kurban vaciptir denilebilir.
Mukim Olma
Kurbanın vacip olmasında aranan ikinci şart ikamettir. Yani şahsın yolcu olmamasıdır. Sadece Hanefiler'in kabul etmiş olduğu bu şartın altında yatan hikmet, kurbanın belli zorluklara katlanmak suretiyle kesilebileceği, zaten sefer meşakkati içinde bulunan bir insana, yeni bir zorluk yüklemenin mânâsı olmadığıdır. Yani hayvanı almak, kesmek, dağıtmak vs. hakikaten şu ya da bu sebeple yolculuk içinde bulunan bir insan için zordur. Yalnız, hemen şunu ifade edelim ki, bütün bu muhtemel zorluklara rağmen, Hanefi mezhebi haricindeki mezhepler, bunu kabul etmemiş, "mukime de, yolcuya da kurban kesmek sünnettir" hükmünü vermişlerdir. Ayrıca onlar, Hanefi mezhebinin dayandığı, Hz. Ali'ye isnad edilen "yolcu olan kimseye cuma namazı da, kurban kesmek de vacip değildir" sözünü zayıf bulmuşlardır.
Günümüz şartlan içinde bu mesele irdelenecek olduğunda öncelikle şunu kabullenmek gerekir; Hanefiler'in bu hükmü verdikleri dönemdeki şartlar ile bugünkü hayat şartlan birbirinden alabildiğine farklıdır. Hayatı kolaylaştıran sayısı binlerle ancak ifade edilebilecek olan unsurlar artık bizim hayatımızın vazgeçilmez parçalarıdır. Bilgi ve teknoloji çağında yaşadığımız bir gerçektir. Onların ürün olarak hizmetimize sunduğu şeyler gerçekten hayatı kolaylaştırmış durumdadır. Ulaşım ve iletişim vasıtaları buna örnek olarak gösterilebilecek ilk elden akla gelen şeylerdendir ve bunlar üzerinde durduğumuz kurban ibadetinin yerine getirilmesinde rahatlıkla kullanılabilir.
Bugün ister ulusal (Türkiye sınırları içinde), isterse uluslararası düzeyde vekalet yoluyla kurban kesen nice vakıflar, dernekler, teşkilatlar vardır. Bunlar vekaleten kestikleri hayvanların etlerini fakir, muhtaç talebe veya halka dağıtmaktadırlar. Uluslararası teşkilatlar ise, Bosna-Hersek, Somali vb. İslâm ülkelerine kurban etlerini göndermektedirler ki, bu hemen herkes tarafından bilinen bir gerçektir. İlgili bankalarda
açılan hesap numarasına parayı yatırma, vekaleten kurban kesme adına yeten basit bir ameliyedir. Bu 3-5 dakika ancak sürecek ya da bir telefonla gerçekleştirilebilecek kadar kolay bir iştir.
Şimdi kurbanda yolculuğa çıkacak bir insan, yukarıda arz ettiğimiz bu 3-5 dakikalık işi yaparak, bankaya parayı yatırır ve vekaleten kurban kestirebilir. Böylece kurban mükellefiyetini tam anlamıyla yerine getirmiş olur.
Bütün bunlar bir tarafa, insan keseceği hayvanın bedelini vererek bir yakınına veya arkadaşına da kesim adına vekalet verebilir.
Böylece, su-i istimallere açılan kapılar kapanır, Allah'ın emirleri dinin ruhu ve ümmetin maslahatı noktasında uygulanmış, kurbanla gerçekleştirilmesi gereken psikolojik, sosyolojik ve iktisadî maslahatlar gerçekleşmiş olur.




Zenginlik
Kurban kesecek mükellef üzerinde aranan bir diğer şart, zengin olmasıdır. Allah Rasulü'nün "Kurban kesmeye gücü yettiği halde, kesmeyen bizim namazgahımıza yaklaşmasın" ifadelerindeki "gücü yeten" kaydından hareketle, hemen her mezhep bunu şart olarak koşmuştur. Fakat zenginliğin ölçüsü bir diğer ifadeyle nisabı hakkında mezhepler arasında ihtilaf vardır. Şöyle ki, Hanefi mezhebine göre güç yetirmeden maksat, mesken, elbise, binek ve bakmakla yükümlü olduğu aile efradının -bir ay veya bir sene- nafakası ve borçlarından hariç 200 dirhem gümüş, 20 nüskal altın veya bunun kıymetine sahip olmaktır.
Şafiîler ise, zengin "gücü yeten; bayram ve onu takip eden üç günlük ihtiyacından artan para ile kurban alabilen insan demektir" derler. Yalnız burada, kurbanın vacip veya sünnet olmasında çok önemli olan bir noktayı vurgulamak isterim ki, o da bu vasıflar kurban kesecek kişide sadece kurban günlerinde aranan şartlardır. Dolayısıyla Kurban Bayramı'nın dördüncü günü ve sonrası veya bayramın birinci gününden Önce bu şartlara haiz olan ama bayram günlerinde onu kaybeden insana kurban vacip değildir. Bir diğer ifadeyle bu Önemli hususu tekrar edecek olursak, Kurban Bayramı'nın ilk üç gününde, hür, mukim ve kurban kesmeye gücü yeten yani zengin kişiye kurban vaciptir.
Aslında bu konu üzerinde fukaha, çeşitli tartışmalar içine girmiştir. Mesela, bunlardan bazıları Kur'ân'da kurbanın vücubuna delalet edecek kafi beyan bulunmamasına dayanarak, kurban kesmeye gücü yetmeyi, onun vücubunun sebebi olarak göstermiş; bazıları da buna karşı çıkarak vaktin yani kurban kesim günlerinin, vücubun sebebi olduğunu, zenginliğin ise vücubun şartı olduğunu söylemiştir. Bu durumda hangi görüş esas alınırsa alınsın, mutlak mânâda zenginliğin sebebin hükme nisbeti ve taalluku açısından "kurban günlerinde zengin olma" neticesi değişmemektedir. Usulcülerin lafzî anlamda tartışma alanına giren bu hususu yerinde ve tadında bırakarak, günümüz gerçekleri açısından zengin olma şartını ele almaya çalışalım:
İslâm'da Zenginliğin Ölçüleri Zengin Kime Denir?
Hanefi mezhebine göre zengin olma mesken, elbiseler, binek ve aile efradının nafakası haricinde nisab miktarı mala sahip olmakla gerçekleşiyordu. Hemen herkesin kabulleneceği gibi bu dört mesele de sübjektif mütalâalara konu olan şeyler arasındadır. Yani bu hususta herkesi içine alacak ve bağlayacak objektif ölçüler koymak imkânsız denecek ölçüde zordur. İsterseniz teker teker ineçleyim.
a) Mesken yani ev: Köyler bir tarafa, ilçe ve il seviyesinde meseleyi ele alacak olursak, toplumun marjinal bir kesimini oluşturan zengin tabaka haricinde, bir eve sahip olabilme günümüzde oldukça zordur. Fakir ve orta sınıfın ister esnaf olsun, ister memur ve işçi olsun kazandığı para bugün meydandadır. Bu insanların en azından tasarruf ettikleri para ile -tabii edebildilerse- 2-3 milyar değerinde eve sahip olmaları imkânsız gözükmektedir. Bu konuda devletin yapmış olduğu istatistiklere veya tapu sicil kayıtlarına bakarak daha gerçekçi bir sonuç öğrenebiliriz. Fakat buna rağmen, Türkiye'de yine marjinal bir kesim müstesna, açıkta olan insan da yoktur.
Eve sahip olma-olmama noktasında durum böyle olmakla birlikte, ev döşemeleri konusu üzerinde hassasiyetle durmak icap eder. Zira maddî imkânsızlıklar sebebiyle ev alamayıp, kirada oturan büyük bir çoğunluk, temelinde örf ve âdet veya Batı özentisi yatan sebeplerle, evlerini lüks diye nitelendirilebilecek bir şekilde döşemiş durumdadırlar. Yatak odası, yemek odası, oturma odası, misafir odası, vitrin, halı, perde, yolluk, beyaz eşya vs. derken en iyimser tahminle 500-600 milyon lira ev döşemeleri için harcama yapıldığı kimsenin inkâr edemeyeceği gerçeklerdendir.
Şimdi insafla düşünmek lâzım, bir insan kiracı bulunduğu eve 500-600 milyon masrafla döşemede bulunacak, sonra "Ben ev sahibi değilim, kirada oturuyorum" diye "Kurban bana vacip değil" hükmünü verecek! Gerçi toplumumuzda bu türlü bir düşünceye sahip olan ve bu sebeple kurban ibadetinden kaçan kesim yok denebilir veya yok denecek kadar azdır ama meselenin objektif değerlerle topluma mal edilmesinin -şimdilik- mümkün olmadığını bu vesileyle ifade etmiş olalım.
Ayrıca bu konuyla ilgili başka bir sübjektif değerlendirme de şudur: Şahısların kendi anlayışlarına, devrin kültür, örf, âdet ve geleneğine veya ihtiyaç unsuruna göre ev sahibi olma değişkenlik arzeder. Hz. Peygamber (s.a.s)'in, aralan perdelerle bölünmüş, hücre tipinde ve bizim bugün çoklarımızın oturma odası büyüklüğünde bile olmayan mekânın adının ev olduğunu hatırlatmak isterim. Halbuki günümüzde ortalama 100 metrekare büyüklüğünde iki oda, bir salon, banyo, mutfak., bütün bölümleri içinde bulunduran mekâna, ev denilmekte. Havaic-i asliye (aslî ihtiyaçlar) adına evin bahis mevzuu edildiği dönemlerde fukaha-yı izamın, Hz. Peygamber'in evini ölçü almadığını nereden biliyoruz? İhtimal onlar, bugün aramızda bulunup, yaşadığımız vasatı görselerdi, bu konuda belki de daha değişik şeyler söyleyeceklerdi.
Hasılı, ev, mesken faslını kapatırken, günümüz gerçekleri açısından bunun sübjektif bir değere sahip olduğunun ve kişinin Rabbi ile kendisi arasında yapacağı vicdanî muhasebe sonucu karar verebileceğini vurgulayalım.
b)Elbiseler Aslî ihtiyaçlar arasında zikredilen ikinci unsur elbiselerdir. Ev konusunda sözünü ettiğimiz sübjektif-objektif durum, aslında elbiselerde de söz konusudur. Klasik fıkıh kitaplarına baktığımızda biri yazlık, diğeri kışlık olmak üzere iki elbisenin yeteceği hakkında kanaatler görürüz ki, fukahanın bu kanaati hükmün neticesine de tesir eden önemli bir faktördür. Halbuki bugün bize gelince, belki en fakirimizin evinde dahi yazlık-kışlık, yünü, orlonu, gömlek, pantolon, iç çamaşırı vs. olmak üzere birçok elbisemiz vardır. Bu sebeple, bu konuda da sözü daha fazla uzatmadan, onun da tıpkı meskende olduğu gibi vicdanî murakebelere konu olabileceğini hatırlatıp geçelim.
c)Nafaka: Nafaka denince, yeme-içme, başta olmak üzere şahsın kendisinin ve bakmakla mükellef bulunduğu kimselerin zarurî ihtiyaçlarını karşılayabilecek miktardaki bir aylık mal veya para kastedilir. Bu zarurî ihtiyaçlar, yine kişinin toplum katmanları arasında bulunduğu seviye, gelir düzeyi, örf, âdet vs. alışkanlıkları i!e birlikte ele alınması gerekir. Zira bazılarına günde bir öğün yemek yeterken, bazılarına yetmemekte, kimileri bir çeşit yemekle sofradan kalkarken, kimileri de çorba, yemek, pilav, tatlı, meyveden müteşekkil yiyeceklerin bulunduğu sofraya, sofra demektedir. Onun için bu hususta da objektif kriterler ileri sürmek mümkün değildir.
Üzerinde durduğumuz kurban açısından meseleyi değerlendirecek olursak, aylık mutfak masrafı 20 milyonu bulan 4 kişilik bir ailenin, 10 milyonluk bir koyunu kurban etmemesi ve buna gerekçe olarak "nafaka"yı göstermesi, herhalde gerçekçi olmaz.


d)Binek:
Eskiden at ve deveden ibaret olan binekler, devrimizin ilerleyen teknolojisi ve hayat şartlan itibarıyla değişmiştir. Artık şimdilerde at, deve, at arabasına bedel, taksiler, motosikletler, hatta çok az da olsa helikopter ve uçaklar şahsî binek vasıtaları olmuştur. Bu konuda taksileri baz alarak konuşacak olduğumuzda, onda da objektif şeyler söylemenin mümkün olmadığı ortadadır. Murat veya Renault grubunun mamulü olan arabalar da arabadır, fiyatları bunların kat be kat üstünde olan Amerikan, Japon, Alman arabaları da arabadır ve genelde aynı işi görmektedir. Dolayısıyla mesken, elbise ve nafakada söylediğimiz şeyler binek için de geçerlidir. Zira Türkiye'de belki pek çok kişinin tapulu evi yoktur ama, değeri 300-500 milyonu bulan arabası vardır.
Objektif Kriter Zor!
Gerek hür ve mukim ve gerekse aslî ihtiyaçlar içinde sayılan ev, binek, elbise ve nafakalar hususunda, içinde bulunduğumuz şartlar itibarıyla yeni kriterlerin ortaya konması şarttır. Fakat bu objektif kriterlerin ortaya konmasının şart oluşu kadar, bunu bütün herkesin hükmünü kabulleneceği, merci sayılan bir heyetin koyması da şarttır. Böylece eskilerin ifadesiyle teşeddüd-ü ârâ'ya yani fikir dağınıklığına sebebiyet verilmemiş olur. Aksi takdirde, azıcık İslamî ilimlere vukufiyeti olanların, bu hususta farklı farklı ölçüler vaz' etmesi, niyet ne kadar iyi olursa olsun, yanlış neticelerin husulüne sebebiyet verecektir. Keşke böylesi bir heyet, sadece Türkiye insanının değil, bütün âlem-i İslâm'ın kabulleneceği ve sözü gerçekten herkesçe kabul edilen ve ona göre amel edilen bir heyet olsa. Bunu teklifi yapılan ölçüde gerçekleştirmek imkânsız olmasa da şimdilik zor gözüküyor. Zira bu mesele şahıslardan daha ziyade İslâm ülkelerinin devlet politikalarını ilgilendirmektedir ki İslâm ülkelerinin aralarındaki ilişkiler açısından bunu bugün ümit etmek hayalperestlikten öte birşey değildir.
200 Dirhem-20 Miskal
Son olarak 200 dirhem gümüş-20 mıskal altın, veya onun değerinde mala sahip olma demliyor. Bunu kısaca açıklamamız icap eder.
200 dirhem gümüş 595 gr, 20 miskal altın ise ortalama 85 gr eder. Ticaret malları için konulmuş olan bu alt sınır, ıstılahî ifadesiyle nisab miktarları, koyun, inek, deve, ziraî mahsullerle beraber bizzat Allah Rasulü (s.a.s) tarafından konulmuştur. "Mevrid-i nasda içtihada mesağ yoktur" kaidesince Efendimiz (s.a.s) tarafından tesbit olunan bu nisab miktarlarını değiştirmek de mümkün değildir.
16 Nisan 1996 tarihi itibarıyla, altın ve gümüşü değerlendirecek olduğumuzda karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır.
Satış fiyatı Gram Sonuç
Gümüş : 15.000 595 8.925.000
Altın : 920.000 85 78.000.000
Koyun : 15.000.000 40 (adet) 600.000.000
Tabloda da görüldüğü gibi, karşımıza aralarında çok ciddi uçurum bulunan üç tane rakam çıkmaktadır. Buna göre hür, mukim, aslî ihtiyaçları haricinde yaklaşık gümüş baz alınacak olduğunda 9.000.000, altın baz alınacak olduğunda 78.000.000, koyun baz alınacak olursa 600.000.000 TL'si olan bir insan kurban kesecek demektir.
Bu durumda aklımıza şu soru gelmektedir: "Acaba Allah Rasulü döneminde gümüş, altın, koyun gibi nisab miktarları tesbit olunan şeyler değer bakımından birbirine eşit miydi, yoksa farklı mıydı?" Günümüzde her ne kadar eşitti diyenler varsa da, bu nisab miktarlarının eşit olmadığını fakat bu kadar da birbiri arasında uçurum olmayıp yakın olduğunu söyleyip delilleri ile bunu isbatlayan fukaha da vardır. Zaten bu husus, ekonomik politikalar ve içtimaî şartlara göre değişkenlik gösterir. Mesela günümüzde altın, gümüşe nisbetle hayatın daha çok içindedir. Çeşitli alanlarda onun kullanılması değerinin artmasının bir sebebidir. Aslında nisab miktarları meselesi başlı basma ele alınıp incelenebilecek bir konudur. Fakat burada şu kadarcık da olsa bir kanaat belirtelim; ihtimal Allah Rasulü <s.a.s> birbirinden ilgi alanı itibarıyla farklı olan yani tüccar, esnaf, çiftçi, hayvancılıkla uğraşan., toplum katmanlarının her birine o sahada zenginliğin sının sayılabilecek değişik Ölçüler vaz' etmişti ki, bu dinin ruhuna ve ümmet-i Muhammed'in maslahatına çok daha uygun gözükmektedir.
Bugün, yukarıdaki tablodan hareketle aslî ihtiyaçlardan sonra, para veya mal hesap edilirken altının ölçü alınması akla en uygun olan çözüm gibi gelmektedir. Fakat buna rağmen, bizim kendi ilgi alanımıza uygun olan nisabı seçmemiz hatta kurban ibadetini yerine getirerek onun sevabına nail olabilmek düşüncesiyle nisab miktarının en az olanını tercih etmemiz evladır. Böylece murad-ı İlahî noktasında hareket edilmiş, hikmetleri saymakla bitmeyecek kadar çok olan kurban ibadetini yerine getirmiş oluruz.
Kadınlara Kurban Vacip mi?
Son olarak kadınlarla ilgili daha doğrusu Anadolu'da cari olan yanlış anlamadan kaynaklanan uygulama ile alâkalı bir hususa temas etmek istiyorum; Anadolu'da genellikle kurban meselesi kan-koca müşterekliği içinde ele alınır. Ve bir evde bir kurban kesiliyorsa, bir sene erkek, diğer sene kadın adına kesilir. Halbuki burda esas olan kurbanın vacib olma keyfiyetidir. Kadın İslâm'a göre kocasından bağımsız olarak ekonomik hürriyetine sahip bir varlıktır. Dolayısıyla tasarruf hakkı kendisine ait olan menkul ve gayr-i menkul mallan varsa -ki buna ziynet eşyaları da dahildir- ve bu malların toplamı nisab miktarını aşıyorsa, elbette kadına kurban vaciptir. Yani onun da kendi adına kurban kesmesi gerekmektedir.
Fakat, mesela zinet eşyaları sırf tasarruf gayesi ile alınmış ve erkek istediği zaman istediği biçimde onları değerlendirmek hakkına sahipse, o ziynet eşyaları her ne kadar kadının kolunda, gerdanında, kulağında veya parmağında bulunsa dahi onların gerçek sahibi erkektir. Erkek, nisab miktarını tesbit ederken bu ziynet eşyalarını da sair mal varlıkları arasına katmak zorundadır.
Neticeye Doğru
Sözlerimize burada son verirken, baştan sona kurbanın sadece vücubiyetinin şartlan üzerinde değerlendirmede bulunduğumuzu hatırlatmak isterim. Bir anlamda çoklarının kafasına takılan istifhamlara günümüz gerçekleri açısından belirtmek niyetiyle kaleme alınmış olan bu ifadeler, bir ihtiyaca da inşaallah cevap vermiştir. Kurbanın sıhhatinin şartları, kurbanlık hayvanlarda aranan vasıflar, kurban etleri ve derisi hakkında yapılacak uygulamalar, kurban çeşitleri ve kurbanın ferdî ve içtimaî açıdan bizlere kazandırdıktan şeyler ayrı ayrı çalışmaların konuları olabilir. Kaldı ki bu konular üzerinde müstakil çalışmalar olduğu gibi, ilmihal ve fıkıh kitaplarında bunlara cevap veren bölümler de vardır. İsteyenlerin oralara müracaat etmeleri şâyân-ı tavsiyedir. 24.4.1996
KURBANIN HİKMETİ
Toplumda zenginler ve orta halliler yanında aylarca et yüzü göremeyen, yarı aç yan tok gezip de durumlarını belli etmeyen onurlu, şahsiyetli yoksullar vardır. Çoğu defa bunlar yüzsuyu dökmezler, kimseden bir şey istemezler. İşte bu tip yoksullar için Kurban Bayramı Allah Teala'nın bir ziyafetidir. Bu İlahi ziyafetle yoksulların da gönülleri alınmış olacak, onlar da toplumdaki refahtan paylarını almış olacaklardır. Bu da sosyal adaletin yaygınlaşmasında ve insanlarımız arasındaki sevgi bağlarının kuvvetlenmesinde etkili olacaktır. Ayrıca kurban kanının akıtılması ile Müslümanda kalbî ve ruhî bir huzur doğacaktır.
Bugün bütün Müslümanların kalbi; dostluk, kardeşlik, sevgi saygı, acıma, yardımseverlik ve dayanışma duyguları ile dopdoludur.. bugün nefretler eriyecek, kinler yok olacak; düşmanlıklar, dargınlıklar sona erecektir. Ana babaların, akraba ve dostların, komşu ve iş arkadaşlarının bayramları tebrik edilecektir.
Dua edelim ki. Yüce Allah'ın rızasını kazanmak için akıtılan kurban kanları, insanlarımızın kalplerinden küskünlükleri, dargınlıkları alıp götürsün! Yerinde sevgi çiçekleri açsın. Ne mutlu, kurbanlarla beraber kalplerindeki husumet duygularını da kurban ederek ruhlarını temizleyebilenlere!.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Büyük zatlardan birinin âdeti, bir koyunun değerini fakirlere sadaka vermekti.

-Madem ki, kurban bana vâcib değil, niçin bir hayvanın canına kıyayım, derdi. Rüyada, kıyameti gördü. İnsanlar bineklerine binmiş, melekler onları Cennete götürüyor, kendisi ise yaya olarak gidiyordu. Sebebini sordu.''Bu binekler, dünyada kesilen kurbanlardır'' dediler.

-Ben de kurban değerini sadaka verirdim, dedi.''Sen bilmez misin ki, kıymetini vermekle, kurban kesmek bir değildir, kurban kesmek lâzımdır''dediler. O büyük zat, yaşadıkça hep kurban kesti.
 
Üst