Huseyni
Müdavim
﴿ اِنَّ اللهَ لاَ يَسْتَحْيِۤى اَنْ يَضْرِبَ مَثَلاً مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَاَمَّا الَّذِينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ وَاَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَاۤ اَرَادَ اللهُ بِهٰذَا مَثَلاً يُضِلُّ بِهِ كَثِيرًا وَيَهْدِى بِهِ كَثِيرًا وَمَا يُضِلُّ بِهِۤ اِلاَّ الْفَاسِقِينَ اَلَّذِينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللهِ مِنْ بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَاۤ اَمَرَ اللهُ بِهِۤ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِى اْلاَرْضِ اُولٰۤئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Gayet kısacık bir meâli: Yani, “Cenâb-ı Hak, kullarını irşad ve ikaz etmek üzere, sivrisinek gibi hakîr, kıymetsiz bir hayvanla veya bir mahlûkla misal getirmeyi, kâfirlerin keyfi için terk etmez. İmanı olanlar, onun, Rablerinden hak olduğunu bilirler. Amma kâfirler, ‘Allah bu gibi hakîr misallerden neyi irade etmiştir?’ diyorlar. Allah, onunla çoklarını dalâlete atar ve çoklarını da hidayete götürür. Fakat fâsıklardan maada dalâlete attığı yoktur. Fâsıklar da ol adamlardır ki, Allah’ın tâatinden huruçla, mîsak-ı ezelîden sonra ahidlerini bozarlar ve Allah’ın akrabalar arasında veya mü’minler beyninde emrettiği hatt-ı muvasalayı keserler; yeryüzünde işleri ifsattır. Dünya ve âhirette zarar ve hüsrana maruz kalan ancak onlardır.”
Bu âyetin de sair arkadaşları gibi mevzu-u bahis olacak vücuh-u irtibatı ve cihât-ı nazmiyesi üçtür.
Maahaza, bu âyetin meâli, hem mâkabline, hem mâbadine, hem Kur’ân’ın tamamına bakıyor.
Mâbadine olan vech-i irtibatı:
Evet, vakta ki Kur’ân-ı Azîmüşşan sinekten, ankebuttan misâl getirdi, karınca ile bal arısından bahsetti. Müşrikler, münafıklar, Yahudiler itiraz için fırsat bu-larak
[NOT]Dipnot-1 Bakara Sûresi, 2:26-27.
[/NOT]
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah | Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ân |
Rab: herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah | Yahudi: (bk. bilgiler – Yahudilik) |
ahid: sözleşme, andlaşma | ankebut: örümcek |
beyn: ara | cihât-ı nazmiye: tertip ve diziliş yönleri |
dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık | dalâlete atmak: hak yoldan saptırmak, sapkınlığa atmak |
fâsık: doğru yoldan çıkmış, günahkâr | hakîr: küçük, kıymetsiz, önemsiz |
hatt-ı muvasala: bağlantı hattı | hidayet: doğru ve hak yol |
huruç: çıkma | hüsran: zarar, kayıp |
ifsat etmek: bozgunculuk yapmak | ikaz etmek: uyarmak |
irade etme: isteme | irşad: doğru yol gösterme |
kâfir: Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin olan, şeylerden birini inkâr eden kimse | maadâ: -den başka |
maahaza: bununla beraber | mahlûk: yaratık, yaratılmış |
maruz kalma: tesiri altında kalma | mevzu-u bahis: söz konusu |
meâl: mânâ, açıklama | misal: örnek, benzer |
mâbadi: sonrası | mâkabli: öncesi |
mîsak-ı ezelî: Bezm-i elest veya Kalû-Belâ ile de tabir edilir; ezelî sözleşme; Allah ruhları yarattıktan sonra, onlara | münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen |
müşrik: Allah’a ortak koşan | mü’min: iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan |
sair: diğer, başka | tâat: itaat, boyun eğme, emre uyma |
vaktâ ki: ne zaman ki | vech-i irtibat: irtibat, ilişki yönü |
vücuh-u irtibat: irtibat, ilişki yönleri | âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat |