Konferans

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans

Teşrin-i Sâni 1950’de Ankara Üniversitesinde profesör ve meb’uslarımız ve Pakistanlı misafirlerimiz ve muhtelif fakülte talebelerinin huzurunda, Fakülte Mescidinde gece yarısına kadar devam eden bir mecliste verilen ve büyük bir alâka ve ehemmiyetle dinlenmiş olan bir konferanstır.


besmele.jpg



اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلٰوةُ وَالسَّلاَمُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِۤ اَجْمَعِينَ
blank.gif
1​


İmân ve İslâmiyet âb-ı hayatına susamış kıymetli kardeşlerim,

Evvela: İtiraf edeyim ki, bu konferansın verildiği kürsüde bulunmuş olmakitibariyle sizlerden farkım yoktur. Sizin bir kardeşinizim. Hem bu konferans, benim çok muhtaç olduğum gayet nâfî bir dersimdir. Muhatap kendimdir.

Dersimimüzakere nev’inden, siz mübarek kardeşlerime okuyacağım. Kusurlar bendendir.Kemâl ve güzellikler, istifade ettiğim Risale-i Nur eserlerine aittir. Bir mânibaşımıza gelmezse, haftada bir defa olarak devam edeceğimiz dinî konferanslardan, bugün birincisi imâna dairdir. Çünkü, Bediüzzaman Said Nursî’nin Birinci Millet Meclisinde beyan ettiği gibi, “Kâinatta en yüksek hakikat imândır, imândan sonra namazdır.” Bunun için biz de konferansımızın Kur’ân, imân, Peygamberimiz Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz hakkında olmasınımünasip gördük. İkincisi de inşaallah namaz ve ibadete ait olacaktır.

Bu mevzuları bize ders verecek bir eser aradık. Nihayet bu hayatî ve ebedîihtiyacımızı, asrımızın fehmine uygun ve ikna edici bir tarzda ders veren ve yarım


[NOT]Dipnot-1 Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Efendimiz Muhammed’e (a.s.m.), bütün âl ve ashâbına salât ve selâm olsun.[/NOT]




Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
Teşrin-i Sâni: Kasım ayıbeyan: açıklama (bk. b-y-n)
ebedî: sonu olmayan sonsuz (bk. e-b-d)evvela: öncelikle, ilk olarak
fehm: anlayış, kavrayışhakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
inşaallah: Allah’ın izniyleistifade: yararlanma, faydalanma
itibariyle: özelliğiylekemâl: mükemmellik (bk. k-m-l)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)meb’us: milletvekili
mevzu: bahis, konumuhtelif: çeşitli
mâni: engelmünasip: uygun (bk. n-s-b)
müzakere: karşılıklı fikir söyleme, görüşmenev’: çeşit, tür
nâfî: faydalı, yararlıâb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1012

asra yakındır, büyük bir itimat ve emniyete mazhar olmakla en mûteber dinî bir eser olan “Risale-i Nur”u intihap ettik. Şimdi, ilk konferansımızın niçin imânmevzuunda olduğunu izah ile bu eser ve müellifi hakkında gayet kısa olarakmalûmat vereceğiz. Şöyle ki:


Bu asırda din ve İslâmiyet düşmanları, evvelâ imânın esaslarını zayıflatmak ve yıkmak plânını, programlarının birinci maddesine koymuşlardır. Hususan bu yirmi beş sene içinde, tarihte görülmemiş bir halde münâfıkane ve çeşit çeşit maskeler altında imânın erkânına yapılan suikastlar pek dehşetli olmuştur, çok yıkıcı şekiller tatbik edilmiştir.


Halbuki, imânın rükünlerinden birisinde hâsıl olacak bir şüphe veya inkâr, dininteferruatında yapılan lakaytlıktan pek çok defa daha felâketli ve zararlıdır. Bunun içindir ki; şimdi en mühim iş, taklidî imânı tahkikî imâna çevirerek imânı kuvvetlendirmektir, imânı takviye etmektir; imânı kurtarmaktır. Herşeyden ziyadeimânın esasatıyla meşgul olmak kat’î bir zaruret ve mübrem bir ihtiyaç, hattâ mecburiyet haline gelmiştir. Bu, Türkiye’de böyle olduğu gibi, umum İslâm dünyasında da böyledir.


Evet, temelleri yıptarılmış bir binanın odalarını tamir ve tezyine çalışmak, o binanın yıkılmaması için ne derece bir faide temin edebilir? Köklerinin çürütülmesine çabalanan bir ağacın kurumaması için, dal ve yapraklarını ilâçlayarak tedbir almaya çalışmak, o ağacın hayatına bir faide verebilir mi?


İnsan, saray gibi bir binadır, temelleri erkân-ı imâniyedir. İnsan, bir şeceredir, kökü esâsât-ı imâniyedir. İmânın rükünlerinden en mühimmi, imân-ı billâhdır, Allah’a imândır. Sonra nübüvvet ve haşirdir. Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim, imân ilmidir. İlimlerin esası, ilimlerin şâhı ve padişahı, imân ilmidir.


İmân, yalnız icmalî bir tasdikten ibaret değildir. İmânın çok mertebeleri vardır.Taklidî bir imân, hususan bu zamandaki dalâlet, sapkınlık fırtınaları karşısında çabuk söner. Tahkikî imân ise sarsılmaz, sönmez bir kuvvettir. Tahkikî imânı elde eden bir kimsenin, imân ve İslâmiyeti dehşetli dinsizlik kasırgalarına da mâruzkalsa, o kasırgalar bu imân kuvveti karşısında tesirsiz kalmaya mahkûmdur.


dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)dehşetli: korkunç, ürkütücü
erkân: esaslar, şartlar (bk. r-k-n)erkân-ı imâniye: imanın şartları, esasları (bk. r-k-n; e-m-n)
esasat: esaslar, temel prensipleresâsât-ı imâniye: imanın esasları (bk. e-m-n)
evvela: öncelikle, ilk olarakhaşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hususan: özelliklehâsıl: meydana gelme
icmalî: kısa, özet halinde (bk. c-m-l)imân-ı billah: Allah’a iman (bk. e-m-n)
inkâr: kabul etmeme, yok sayma (bk. n-k-r)intihap: seçme
itimat: güvenizah: açıklama
kat’î: kesinlâkaytlık: ilgisizlik, duyarsızlık
malûmat: bilgiler (bk. a-l-m)maruz: uğrama, tesirinde kalma
mazhar: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r)mevzu: bahis, konu
mûteber: geçerlimübrem: kaçınılmaz, vazgeçilmez
müellif: yazarmühim: önemli
mühimmi: önemlisimünâfıkane: münâfıkça, iki yüzlü bir tavırla
nübüvvet: peygamberlik (bk. n-b-e)rükün: esas, şart (bk. r-k-n)
tahkikî: doğruluğunu araştırarak, araştırmaya dayanan (bk. ḥ-ḳ-ḳ)taklidî: taklit ederek, araştırmaksızın
takviye: kuvvetlendirme, güçlendirmetasdik: onaylama, doğrulama (bk. ṣ-d-ḳ)
tatbik: uygulamatedbir: önlem (bk. d-b-r)
teferruat: ayrıntılartezyin: süsleme (bk. z-y-n)
umum: bütünzaruret: zorunluluk, gereklilik
ziyade: çok, fazlaşecere: ağaç

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1013

Tahkikî imânı kazanan bir kimseyi, en dinsiz feylesoflar dahi bir vesvese veya şüpheye düşürtemez.

İşte, bu hakikatlara binaen biz de tahkikî imânı ders vererek, imânı kuvvetlendirip insanı ebedî saadet ve selâmete götürecek Kur’ân ve imânhakikatlarını câmi’ bir eseri, sebat ve devam ve dikkatle okumayı kat’iyetle lâzım ve elzem gördük. Aksi takdirde, bu zamanda dünyevî ve uhrevî dehşetli musibetler içine düşmek, şüphe götürmez bir hakikat halindedir. Bunun için yegâne kurtuluş çaremiz, Kur’ân-ı Hakîmin imânî âyetlerini ve bu asra bakan âyet-i kerimelerinitefsir eden yüksek bir Kur’ân tefsirine sarılmaktır.

Şimdi, “Böyle bir eser, bu asırda var mıdır?” diye bir sualin içinizde hâsıl olduğu,nuranî bir heyecanı ifade eden simalarınızdan anlaşılmaktadır.

Evet, bu çeşit ihtiyacımızı tam karşılayacak olan bir eseri bulmak için çok dikkat ve itina ile aradık. Nihayet, hem Türk gençliğine, hem umum Müslümanlara vebeşeriyete Kur’ânî bir rehber ve bir mürşid-i ekmel olacak bir eserin Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur eserleri olduğu kanaatına vardık. Bizimle beraber, buhakikata Risale-i Nur’la imânını kurtaran yüzbinlerle kimseler de şahittir.

Evet, yirminci asırda küllî ve umumî bir rehberlik vazifesini görecek Kur’ânî bir eserin müellifinin, şu hususiyetleri haiz olmasını esas ittihaz ettik. Bu hâsiyetlerin de tamamıyla Risale-i Nur’da ve müellifi Bediüzzaman Said Nursî’de mevcutolduğunu gördük. Şöyle ki:

Birincisi: Müellifin, yalnız Kur’ân-ı Hakîmi kendine üstad edinmiş olması...

İkincisi: Kur’ân-ı Hakîm, hakiki ilimleri hâvi bir kitab-ı mukaddestir. Ve bütün asırlarda, insanların umum tabakalarına hitap eden ezelî bir hutbedir. Bunun için, Kur’ân’ı tefsir ederken, hakikatın sâfi olarak ifade edilmesi ve böylece hakiki birtefsir olması için, müfessirin kendi hususî meslek ve meşrebinin tesiri altında kalmamış ve hevesi karışmamış olması lâzımdır. Ve hem de Kur’ân’ın mânâlarınıkeşif ile tezahür eden Kur’ân hakikatlarının tesbiti için elzemdir ki, o



Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)beşeriyet: insanlık
binaen: –dayanarakcâmi’: içine alan, kapsayan (bk. c-m-a)
dehşetli: korkunç, ürkütücüdünyevî: dünyaya ait
ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d)elzem: çok lüzumlu
ezelî: başlangıcı olmayan, sonsuz (bk. e-z-l)feylesof: filozof, felsefeci
haiz: sahip olmahakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakiki: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hevesât: gelip geçici arzu ve istekler
hususiyet: özellikhususî: özel
hâsiyet: özellik, hususiyethâsıl: meydana gelme
hâvi: ihtiva eden, içine alanimânî: imanla, inanmayla ilgili (bk. e-m-n)
ittihaz: edinme, kabullenmekanaat: görüş, fikir
kat’iyet: kesinlikkeşif: açığa çıkarma (bk. k-ş-f)
kitab-ı mukaddes: kutsal kitap (bk. k-t-b; ḳ-d-s)küllî: kapsamlı, büyük (bk. k-l-l)
meslek: yol, usülmevcut: var (bk. v-c-d)
meşrep: hareket tarzı, metodmusibet: belâ, felâket, sıkıntı
müellif: yazarmüfessir: Kur’ân-ı Kerimi tefsir eden, yorumlayan kimse (bk. f-s-r)
mürşid-i ekmel: en mükemmel doğru yol gösterici (bk. r-ş-d; k-m-l)nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)
saadet: mutluluksebat: kararlılık
selâmet: esenlik (bk. s-l-m)sima: yüz, çehre, görünüş
sâfi: saf, samimi, temiz (bk. ṣ-f-y)tahkikî: doğruluğunu araştırarak, araştırmaya dayanan (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
tefsir: yorumlama; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap (bk. f-s-r)tezahür: görünme, ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)
uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)umum: bütün
vesvese: şüphe, kuruntuâyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’an’ın herbir cümlesi (bk. k-r-m)
üstad: hoca, öğretmen

<tbody>
</tbody>
 
Son düzenleme:

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1014

müfessir zât, herbir fende mütehassıs geniş bir fikre, ince bir nazara ve tam birihlâsa mâlik bir allâme ve hem gayet âli bir deha ve nüfuzlu derin bir içtihad ve birkuvve-i kudsiyeye sahip olsun...


Üçüncüsü: Kur’ân tefsirinin tam bir ihlâsla telif edilmiş olması ki, müellifin,Cenâb-ı Hakkın rızasından başka hiçbir maddî, mânevi menfaatı gaye edinmemesi ve bu ulvî hâletin müellifin hayatındaki vukuatlarda müşahede edilmiş olması...


Dördüncüsü: Kur’ân’ın en büyük mu’cizelerinden birisi de, gençlik ve tazeliğinimuhafaza etmesidir. Ve o asırda inzal edilmiş gibi, her asrın ihtiyacını karşılayan bir vechesi olmasıdır. İşte, bu asırda meydana getirilen bir tefsirde, Kur’ân-ı Hakîmin asrımıza bakan vechesinin keşf edilip, avamdan en havassa kadar her tabakanın istifade edebileceği bir üslûpla izah ve ispat edilmiş olması...


Beşincisi: Müfessirin Kur’ân ve imân hakikatlarını, cerh edilmez delil vehüccetlerle ispat ederek tedris etmesi. Yani, pozitivizmi (ispatiyecilik) bir esasittihaz etmiş olması...


Altıncısı: Ders verdiği Kur’ânî hakikatların, hem aklı, hem kalbi, hem ruhu ve vicdanı tenvir ve tatmin ve nefsi musahhar etmesi ve şeytanı dahi ilzam edecek derecede kuvvetli ve gayet beliğ, nâfiz ve müessir olması..


Yedincisi: Hakikatların derkine de mâni olan benlik, gurur, ucub ve enaniyet gibi kötü hasletlerden kurtarıp, tevazu ve mahviyet gibi yüksek ve güzel ahlâklara sahip kılması...


Sekizincisi: Kur’ân-ı Kerimi tefsir eden bir allâmenin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetine ittiba etmiş olması ve ehl-i sünnet ve cemaat mezhebi


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)Kur’ânî: Kur’ân’a ait
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)allâme: büyük âlim (bk. a-l-m)
avâm: halk, sıradan insanlarbeliğ: belâğatli; sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söylenmesi (bk. b-l-ğ)
cerh edilme: çürütülmedeha: olağanüstü zekâ sahibi
derk: anlama, algılamaehl-i sünnet ve cemaat: Hz. Muhammed’in sünnetine uyan, onun yolundan giden büyük Müslüman topluluk (bk. s-n-n; c-m-a)
enaniyet: benlikfen: bilim dalı
gayet: son derecehakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haslet: huy, karakterhavass: seçkinler, okumuşlar, bilginler
hâlet: durum, halhüccet: delil
ihlâs: samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme (bk. ḫ-l-ṣ)ilzam: susturma
inzal edilme: indirilme (bk. n-z-l)istifade: faydalanma, yararlanma
ittiba: tabi olma, uymaittihaz: edinme, kabullenme
izah: açıklamaiçtihad: dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur’ân ve hadisten hüküm çıkarma (bk. c-h-d)
keşfedilme: açığa çıkarılma (bk. k-ş-f)kuvve-i kudsiye: kutsal güç (bk. ḳ-d-s)
mahviyet: tevazu, alçakgönüllülükmenfaat: çıkar, yarar
mezheb: yol, usül (bk. ẕ-h-b)muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
musahhar: boyun eğdirmemu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)mâni: engel
müellif: yazarmüessir: tesirli, etkili
müfessir: Kur’ân-ı Kerimi tefsir eden, yorumlayan kimse (bk. f-s-r)mütehassıs: uzmanlaşmış
müşahede edilme: görülme (bk. ş-h-d)nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)
nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)nâfiz: etkili, hükmü geçen
nüfuzlu: derinlere işleyenpozitivizm: gerçeğin deney ve gözlemle elde edilebileceği görüşünü savunan felsefî doktrin
sünnet: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler (bk. s-n-n)tedris etmek: ders vermek
tefsir: yorumlama; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap (bk. f-s-r)telif: yazma
tenvir: aydınlatma, nurlandırma (bk. n-v-r)tevazu: alçakgönüllülük
ucub: kendini beğenmeulvî: yüce, yüksek
vech: yön, yüzvukuat: meydana gelen olaylar
âli: yüce, yükseküslûp: ifade tarzı

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1015

üzere ilmiyle âmil olması ve âzami bir zühd ve takvâ ve âzami ihlâs ve dine hizmetinde âzami sebat, âzami sıdk ve sadâkat ve fedakârlığa, âzami iktisat vekanaata mâlik olması şarttır.

Hülâsa olarak müfessirin, Kur’ânî risaleleriyle, Risalet-i Ahmediyenin (a.s.m.)âzami takvâ ve âzami ubûdiyeti ve kuvve-i kudsiyesiyle de velâyet-i Ahmediyeninlemeâtına mazhar olmuş hâdim-i Kur’ân bir zât olması...

Dokuzuncusu: Müfessirin, Kur’ânî ve şer’î meseleleri beyan ederken, şu veya butazyik ve işkenceyi nazara almayan, herhangi bir tesir altında kalarak fetvavermeyen ve ölümü istihkar edip, dünyaya meydan okuyacak bir imân kuvvetiylehakikatı pervasızca söyleyen İslâmî şecaat ve cesarete mâlik olan bir müfessirolması gerektir.

Hem idam plânlarının tatbik edildiği ve birtek dinî risale neşrettirilmediğidehşetli bir devirde, bilhassa imhâ edilmesi ve söndürülmesi hedef tutulanKur’ânî, şer’î esasatı telif ve neşretmiş olduğu meydanda olmakla bir mürşid-i kâmil ve İslâmın, bu asırda hakiki bir rehber-i ekmeli ve Kur’ân’ın muteber birmüfessir-i âzamı olmuş olması lâzımdır.

İşte bu zamanda, yukarıda mezkûr dokuz şart ve hususiyetlerin, müellif Said Nursî’de ve eserleri olan Nur Risalelerinde ayniyle mevcut olduğu, hakiki vemütebahhir ulema-i İslâmın icma ve tevatür ve ittifakıyla sabit olmuştur. Ve hemintibaha gelmekte olan bu millet-i İslâmiyece, Avrupa ve Amerikaca mâlûm vemusaddaktır.

İşte arkadaşlar, biz, böyle bir tefsir-i Kur’ân arıyor ve böyle bir müfessiristiyorduk.


Amerika: (bk. bilgiler)Avrupa: (bk. bilgiler)
Kur’ânî: Kur’ân’la ilgilibeyan: açıklama (bk. b-y-n)
bilhassa: özellikledehşetli: korkunç
devir: dönemesasat: esaslar
fetvâ: dinî hüküm, kararhakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakiki: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hususiyet: özellik
hâdim-i Kur’ân: Kur’ân hizmetçisihülâsa: kısaca, özet
icma: fikir birliği (bk. c-m-a)ihlâs: samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme (bk. ḫ-l-ṣ)
iktisat: tutumlulukimha: yok etme
intibah: uyanışistihkar: küçümseme
ittifak: birleşme, birlikkanaat: kısmetine razı olma, yetinme
kuvve-i kudsiye: kutsal duygu (bk. ḳ-d-s)lemeât: parıltılar
mazhar: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r)mevcut: var olma (bk. v-c-d)
mezkûr: anılan, sözü geçenmillet-i İslâmiye: İslâm milleti (bk. s-l-m)
musaddak: doğrulanan (bk. ṣ-d-ḳ)muteber: geçerli, itibar edilen
mâlik: sahip (bk. m-l-k)mâlûm: bilinen (bk. a-l-m)
müellif: yazarmüfessir: Kur’ân-ı Kerimi tefsir eden, yorumlayan kimse (bk. f-s-r)
müfessir-i âzam: büyük müfessir; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından tefsir eden, yorumlayan kimse (bk. f-s-r; a-ẓ-m)mürşid-i kâmil: çok olgun yol gösterici (bk. r-ş-d; k-m-l)
mütebahhir: ilmi derin olan, çok bilgilinazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)
neşr: yazma, yayımlamapervasız: korkusuz
rehber-i ekmel: en mükemmel rehber (bk. k-m-l)risale: kitap (bk. r-s-l)
risalet-i Ahmediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in peygamberliği (bk. r-s-l; ḥ-m-d)sadâkat: bağlılık, doğruluk (bk. ṣ-d-ḳ)
sebat: kararlılıksıdk: doğruluk (bk. ṣ-d-ḳ)
takvâ: Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma (bk. v-ḳ-y)tatbik: uygulama
tazyik: baskıtefsir-i Kur’ân: Kur’ân tefsiri; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap (bk. f-s-r)
telif: yazmatesir: etki
tevatür: çeşitli kanallardan gelen ve doğruluğu kesin olarak kanıtlanan haberubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
ulema-i İslâm: İslâm âlimleri (bk. a-l-m; s-l-m)velâyet-i Ahmediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in velâyeti (bk. v-l-y; ḥ-m-d)
zühd: Allah korkusuyla günahlardan kaçınıp kendini ibadete vermeâmil: amel eden, iş gören, davranan
âzami: çok büyük (bk. a-ẓ-m)şecaat: yiğitlik, cesurluk
şer’î: şeriatla ilgili, Allah tarafından bildirilen kanun ve hükümlerle ilgili (bk. ş-r-a)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1016

Kıymetli kardeşlerim! Böyle dehşetli bir asırda, insanın en büyük meselesi imânı kurtarmak veya kaybetmek dâvâsıdır. Umumî harpler, beşere intibah vermiş, dünya hayatının fâniliğini ihtar etmiştir ve bâkî bir âlemde, ebedî bir saadet içinde yaşamak hissini uyandırmıştır. Elbette böyle muazzam bir dâvâyı, şaşırtıcı ve aldatıcı bir zamanda kazanabilmek için, bir dâvâ vekili bulmaktaHAŞİYE-1AŞİYE çok dikkatli olmamız lâzımdır. Bunun için tetkikatımızı biraz daha genişleteceğiz. Şöyle ki:

Asrımızdan evvelki İslâmiyetin ilm-i kelâm dâhileri ve dinimizin hârika imamları ve Kur’ân-ı Hakîmin dâhi müfessirlerinin vücuda getirdikleri eserler kıymet takdiri mümkün olmayacak derecede kıymettardır. O zâtlar, İslâmiyetin birer güneşidirler. Fakat bu zaman, o büyük zâtların yaşadığı zaman gibi değildir.

Eski zamanda, dalâlet, cehaletten geliyordu. Bunun yok edilmesi kolaydır. Bu zamanda dalâlet—Kur’ân ve İslâmiyete ve imâna taarruz—fen ve felsefe ve ilimden geliyor. Bunun izalesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım, binden bir bulunuyordu; bulunanlardan, ancak binden biri, irşad ile yola gelebilirdi. Çünkü, öyleler hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar.

Hem, bundan evvelki asırlarda, müsbet ilimlerin, yirminci asırdaki kadar terakkietmemiş olduğu mâlûmunuzdur. Şu halde, bu asırda dünyaya yayılmış olan dinsizlik ve maddiyunluğu kökünden yıkabilmek, hak ve hakikat yolunu gösterip, beşerisırat-ı müstakîme kavuşturmak, imânı kurtarabilmek için, ancak ve ancak Kur’ân-ı Hakîmin bu asra bakan vechesini keşfedip, umumun müstefid olabileceği bir şekilde tefsir edilmesi elbette bu asırda kabil olacaktır.

İşte, Bediüzzaman Said Nursî, Kur’ân-ı Kerimdeki bu asrın muhtaç olduğuhakikatları keşfedip, Nur Risalelerinde, herkesin kabiliyeti nisbetinde istifade edebileceği bir tarzda tefsir ve izah etmek muvaffakiyetine mazhar olmuştur. Bunun içindir ki, Risale-i Nur, emsali görülmemiş bir şâheserdir kanaatına varılmıştır.

[NOT]Haşiye-1
AŞİYE Bu zamanda, böyle bir dâvâ vekilinin, Risale-i Nur olduğuna Risale-i Nur’la imânlarını kurtaran milyonlarca kimseler şahittir.[/NOT]


Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)beşer: insanlık
bâki: devamlı, kalıcı (bk. b-ḳ-y)cehalet: cahillik
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)dehşetli: korkunç, ürkütücü
dâhi: son derece zeki, dehâ ve hikmet sahibi kimseebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d)
emsal: benzer (bk. m-s̱-l)evvelki: önceki
fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y)hak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)harp: savaş
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothis: duygu
ihtar: hatırlatmailm-i kelâm: kelâm ilmi; iman hakikatlerini ispat eden ve açıklayan bilim dalı (bk. a-l-m; k-l-m)
intibah: uyanışirşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d)
izah: açıklamaizale: giderme
kabil: mümkün, olabilirkanaat: görüş, fikir
keşfetmek: gizli bir şeyi açığa çıkarmak (bk. k-ş-f)kıymettar: kıymetli, değerli
maddiyyunluk: maddecilik, materyalizmmazhar: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r)
muazzam: çok büyük (bk. a-ẓ-m)muvaffakiyet: başarı
mâlûm: bilinen (bk. a-l-m)müfessir: Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından tefsir eden, yorumlayan kimse (bk. f-s-r)
müsbet: olumlu, pozitifmüstefid: faydalanan, yararlanan
müşkül: zornisbet: ölçü, oran (bk. n-s-b)
saadet: mutluluksırat-ı müstakîm: dosdoğru yol
taarruz: saldırıtefsir: açıklama, yorumlama (bk. f-s-r)
terakki: ilerleme, yükselmetetkikat: araştırmalar, incelemeler
umumî: genelvech: yön, yüz
vücut: varlık (bk. v-c-d)âlem: dünya (bk. a-l-m)
şâheser: büyük eser, baş yapıt

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1017

Ve yine Risale-i Nur’daki bu imtiyazdan dolayıdır ki, bu mübarek İslâm milletinden milyonlarca bahtiyar kimseler, tercihan ve ziyade bir ihtiyaç duyarak, büyük bir iştiyak ve sevgiyle senelerce devam eden tazyikatlar içerisinde Risale-i Nur’u okumuşlardır.

Hem Risale-i Nur ihtiyaç zamanında telif edildiğinden Türkiye ve İslâm dünyası genişliğinde gelişmiş ve dünyayı alâkadar eden bir imtiyaza mazhar olduğunu gözlere göstermiştir...

Kıymetli kardeşlerim,

Said Nursî kırk sene evvel İstanbul’da iken, “Kim ne isterse sorsun” diye,hârikulâde bir ilânat yapmıştır. Bunun üzerine o zamanın meşhur âlim veallâmeleri, Bediüzzaman’ın hücresine kafile kafile gidip, her nev’i ilimlere vemuhtelif mevzulara dair sordukları en müşkil, en muğlâk sualleri Bediüzzaman duraklamadan doğru olarak cevaplandırmıştır.

Böyle had ve hududu tayin edilmeyen, yani “şu veya bu ilimde veya mevzuda, kim ne isterse sorsun” diye bir kayıt konulmadan ilânat yapmak ve neticede daimamuvaffak olmak, beşer tarihinde görülmemiş ve böyle ihâtalı ve yüksek bir ilme sahip böyle bir İslâm dâhisi, şimdiye kadar zuhur etmemiştir; Asr-ı Saadetmüstesna...

Hattâ o zamanlarda, Mısır Câmiü’l-Ezher Üniversitesi reislerinden meşhur Şeyh Bahît Efendi, İstanbul’a bir seyahat için geldiğinde, Kürdistan’ın sarp, yalçın kayaları arasından gelerek, İstanbul’da bulunan Bediüzzaman Said Nursî’yi ilzamedemeyen İslâm uleması, Şeyh Bahît’den bu genç hocanın (Bediüzzaman’ın) ilzamedilmesini isterler. Şeyh Bahît de, bu teklifi kabul ederek bir münazara zemini arar. Ve bir namaz vakti Ayasofya Camiinden çıkılıp “çayhâne”ye oturulduğunda, bunu fırsat telâkki eden Şeyh Bahît Efendi, Bediüzzaman Said Nursî’ye hitaben: مَاتَقُولُ فِى حَقِّ اْلاَوْرُبَائِيَّةِ وَالْعُثْمَانِيَّةِ yani: “Avrupa ve Osmanlı Devleti hakkında ne diyorsunuz? Fikriniz nedir?”

Şeyh Bahît Efendi Hazretlerinin bu sualden maksadı, Bediüzzaman Said Nursî’nin, şek olmayan bir bahr-i umman gibi ilmini ve ateş pâre-i zekâsını tecrübe


Asr-ı Saadet: Peygamberimiz (a.s.m.) yaşadığı dönem, mutluluk asrıAvrupa: (bk. bilgiler)
Câmiü’l-Ezher Üniversitesi: Mısır’da bulunan, İslâm dünyasının en önemli ve en eski sayılan üniversitesiallâme: büyük âlim (bk. a-l-m)
alâkadar: alakalı, ilgiliateşpâre-i zekâ: ateş saçan zekâ; çok süratli ve keskin anlayış sahibi
bahr-i umman: Hint Okyanusu; çok büyük denizler gibi engin ve derinbahtiyar: talihli
beşer: insanlıkdâhi: son derece zeki; dehâ ve hikmet sahibi
had: sınırhârikulâde: olağanüstü, şaşırtıcı derecede
hücre: odaihâtalı: kuşatıcı, kapsamlı
ilzam: susturmailânat: ilânlar, duyurular
imtiyaz: fark, ayrıcalıkiştiyak: çok kuvvetli arzu ve istek
kafile: grupkayıt: sınır
maksad: gaye, amaç (bk. ḳ-ṣ-d)mazhar: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r)
mevzu: konu, bahismuhtelif: çeşitli
muvaffak: başarılımuğlâk: zor anlaşılır
mübarek: bereketli, uğurlu (bk. b-r-k)münazara: tartışma (bk. n-ẓ-r)
müstesna: dışındamüşkil: zor, güç
nev’: tür, çeşittayin: belirleme, belirli kılma
tazyikat: baskılar, sıkışmalartecrübe: deneme
telif: yazma, kaleme almatelâkki: anlama, kabul etme
tercihan: tercih olarakulema: âlimler (bk. a-l-m)
zemin: yer, ortamziyade: çok, fazla
zuhur: ortaya çıkma, görünme (bk. ẓ-h-r)İstanbul: (bk. bilgiler)
Şeyh Bahît Efendi: (bk. bilgiler)şek: şüphe

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1018

etmek değildi. Zaman-ı istikbâle ait şiddet-i ihâtasını ve idare-i âlemdeki siyasetini anlamak fikrinde idi.Buna karşı, Bediüzzaman’ın verdiği cevap şu oldu:

اِنََّ اْلاَوْرُوبَا حَامِلَةٌ بِاْلاِسْلاَمِيَّةِ فَسَتَلِدُ يَوْمًا مَا وَاِنَّ الْعُثْمَانِيَّةَ حَامِلَةٌ بِاْلاَوْرُوبَائِيَّةِ فَسَتَلِدُ اَيْضًا يَوْمًا مَا

yani, “Avrupa bir İslâm devletine, Osmanlı Devleti de bir Avrupa devletine hâmiledir. Birgün gelip doğuracaklardır.”

Bu cevaba karşı, Şeyh Bahît Hazretleri, “Bu gençle münazara edilmez, ben de aynı kanaatta idim. Fakat bu kadar veciz ve beligâne bir tarzda ifade etmek, ancak Bediüzzaman’a hastır” demiştir. Nitekim, Bediüzzaman’ın dediği gibi,ihbaratın iki kutbu da tahakkuk etmiş. Bir iki sene sonra Meşrutiyet devrinde,şeâir-i İslâmiyeye muhalif çok âdât-ı ecnebiyeyi ahzetmek ve gittikçe Türkiye’de yerleştirmekle, ve şimdi Avrupa’da Kur’ân’a ve İslâmiyete karşı gösterilen hüsn-ü alâka ve bilhassa bahtiyar Alman milletinde, fevc fevc İslâmiyeti kabul etmek gibi hadiseler, o ihbarı tamamıyla tasdik etmişlerdir.

İşte, büyük ulemâ-i İslâm ve meşâyih-ı kiram çok tecrübe ve imtihanlarla şöyle bir kanaata varmışlardır ki, Bediüzzaman ne söylerse hakikattır. Bediüzzaman’ın eserleri sünuhat-ı kalbiye olup, cumhur-u ulemânın tasdik ve takdirine mazhardır.

Ehl-i ilim, ehl-i tasavvuf ve ehl-i mektep ve fen, Bediüzzaman’ın eserlerinden sadece istifaza ve istifade ederler. Evet, üç aylık bir tahsili bulunan ve kırk seneden beri Kur’ân-ı Kerimden başka bir kitapla iştigal etmeyen, yüz otuzu Türkçe, on beşi Arapça olan eserlerini telif ederken hiçbir kitaba müracaatetmediği, henüz hayatta olan kâtipleri tarafından şehâdet edilen, esasen kütüphanesi de bulunmayan, yarım ümmî bir zât, öyle misilsiz bir ilânatla, ulûm-u cedide de dahil


Avrupa: (bk. bilgiler)ahzetmek: almak
bahtiyar: talihlibeligâne: beliğ bir şekilde, noksansız ve güzel bir şekilde (bk. b-l-ğ)
bilhassa: özelliklecumhur-u ulemâ: âlimlerin çoğunluğu (bk. a-l-m)
ehl-i ilim: ilim ehli, âlimler (bk. a-l-m)ehl-i mektep ve fen: okumuş ve ilim ehli kimseler (bk. k-t-b)
ehl-i tasavvuf: tasavvuf ehli; kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimselerfevç fevç: akın akın
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hazret: saygıdeğer (saygı maksadıyla kullanılan bir ifadedir)
hüsn-ü alâka: güzel ilgi (bk. ḥ-s-n)idare-i âlem: dünyanın idaresi (bk. a-l-m)
ihbar: haber vermeihbarat: haber vermeler
ilânat: ilânlar, duyurularistifade: yararlanma, faydalanma
istifaza: feyizlenme, mânevî olarak gıdalanma (bk. f-y-ḍ)iştigal: meşgul olma
kanaat: görüş, fikirkutb: esas
kâtip: yazıcı (bk. k-t-b)mazhar: erişen, nâil olan (bk. ẓ-h-r)
meşrutiyet: başında hükümdar bulunmakla birlikte seçimle kurulan bir yasama meclisine dayanan, yürütmesi denetime açık anayasal idare şekli; Osmanlılarda 1876 anayasasıyla başlayan, 1908 değişikliğiyle devam eden hukukî ve siyasi döneme verilen admeşâyih-ı kiram: izzet ve ikram sahibi şeyhler (bk. k-r-m)
misilsiz: benzersiz (bk. m-s̱-l)muhalif: zıt, aykırı
münazara: tartışma (bk. n-ẓ-r)müracaat: başvurma
sünuhat-ı kalbiye: Allah’ın yardımıyla kalbe gelen mânâlartahakkuk: gerçekleşme (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
tahsil: ilim öğrenme, öğrenimtakdir: beğeniyi dile getiren ifade (bk. ḳ-d-r)
tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)tecrübe: deneme
telif etme: yazmaulemâ-i İslâm: İslâm âlimleri (bk. a-l-m; s-l-m)
ulûm-u cedide: yeni ve modern ilimler (bk. a-l-m)veciz: kısa, özlü ve çarpıcı söz (bk. v-c-z)
zaman-ı istikbâl: gelecek zamanâdât-ı ecnebiye: yabancı âdetler, alışkanlıklar
ümmî: okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemişŞeyh Bahît: (bk. bilgiler)
şehâdet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)şeâir-i İslâmiye: İslâma sembol olmuş iş ve ibadetler (bk. ş-r-a; s-l-m)
şiddet-i ihâta: anlama, kavrama gücünün şiddeti

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1019

mütenevvi ilimlerde, yüksek âlimler ve büyük mürşidlerle, genç yaşında yaptığımünazaraların hepsinde muvaffak olduğu meydanda bulunan, ittifaklı olan meseleleri tasdik ve ihtilaflı olanları tashih eden, kendisi için “Bediüzzaman’ın cevap veremeyeceği bir sual yoktur” diye allâmeler tarafından tasdik edilen veAvrupa’nın bir kısım idrâksiz ve garazkâr feylesoflarının, müteşâbih âyet-i kerimeve hadis-i şeriflere yaptığı taarruzlarını, o âyet ve hadislerin birer mu’cizeolduğunu eserleriyle ispat ederek itirazlarını kökünden yıkan ve böylece evhama düşürülen bazı ehl-i ilmi de kurtarıp, İslâmiyete olan hücumları akîm bırakan Said Nursî gibi bir müellifin, elbette dâhi bir müfessir-i Kur’ân ve onun ilminin vehbî vevâsî olduğuna, eserleri olan Nur Risalelerinin bir hayat boyunca okumaya lâyık harika bir şaheser olduğuna şüphe edilemez.

Müteyakkız kardeşlerim! Hem bizim, hem İslâm dünyasının ebedî hayatınınnecatını, kurtulmasını temin edecek ve bizi tenvir ve irşad ederek dalâlettenmuhafaza edecek bir eser intihab etmekte, bu kadar dikkatli olmamız çok lüzumludur. Çünkü bu zamanda, türlü türlü aldatmalarla, perde arkasından İslâm gençliğini yoldan çıkarmaya çalışıyorlar.

Bir eser okunacağı veya bir söz dinleneceği zaman, evvela

مَنْ قَالَ وَلِمَنْ قَالَ وَلِمَ قَالَ وَفِيمَا قَالَ

yani: “Kim söylemiş? Kime söylemiş? Niçin söylemiş? Ne makamda söylemiş?” olan bir kaide-i esasiyeyi nazar-ı itibara almalı. Evet, kelâmın tabakatının ulviyeti, güzelliği ve kuvvetinin menbaı, şu dört şeydir: Mütekellim, muhatap, maksat vemakam. Yoksa, her ele geçen kitap okunmamalı, her söylenen söze kulak vermemelidir. Meselâ, bir kumandanın, bir orduya verdiği arş emriyle, bir neferinarş sözü arasında ne kadar fark vardır. Birincisi, koca bir orduyu harekete getirir; aynı kelâm olan ikincisi, belki bir neferi bile yürütemez.

İşte, bu dört esastan dolayı ve hem Said Nursî’ye karşı kalblerinde büyük bir sevgi taşıyan yüz binlerle kimseler, sevgiyle üstadlarının en küçük haline dahi,


Avrupa: (bk. bilgiler)akîm: neticesiz
allâme: büyük âlim (bk. a-l-m)arş: haydi ileri! (bk. a-r-ş)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)dâhi: son derece zeki; dehâ ve hikmet sahibi
ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d)ehl-i ilm: ilim ehli, âlimler (bk. a-l-m)
evham: kuruntular, şüphelerfeylesof: filozof, felsefeci
garazkâr: kötü niyet sahibi, art niyetlihadis-i şerif: Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)
idrâk: anlayış, kavrayışihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık
intihab etmek: seçmekirşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d)
ittifak: birlik, birleşmekaide-i esasiye: temel kural
kelâm: ifade, söz (bk. k-l-m)makam: konum
maksat: kastedilen şey, gaye (bk. ḳ-ṣ-d)menba: kaynak
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)muhatap: kendisine karşı konuşulan (bk. ḫ-ṭ-b)
muvaffak: başarılımu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
müellif: yazarmüfessir-i Kur’ân: Kur’ân’ı mânâ yönüyle tefsir eden, açıklayıp yorumlayan kimse (bk. f-s-r)
münazara: tartışma (bk. n-ẓ-r)mürşid: irşad edici, doğru yolu gösterici (bk. r-ş-d)
mütekellim: konuşan (bk. k-l-m)mütenevvi: çeşitli
müteyakkız: uyanık, dikkatlimüteşâbih: mânâsı açık olmayan âyet
nazar-ı itibar: dikkate değer gören bakış, dikkate alma (bk. n-ẓ-r)necat: kurtuluş (bk. n-c-v)
nefer: asker, errisale: kitap (bk. r-s-l)
taarruz: saldırıtabakat: tabakalar, dereceler
tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)tashih: düzeltme
tenvir: aydınlatma, nurlandırma (bk. n-v-r)ulviyet: yücelik
vehbî: Allah vergisivâsî: geniş
âyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’an’ın herbir cümlesi (bk. k-r-m)üstad: hoca, öğretmen
şâheser: üstün ve büyük eser

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1020

büyük bir ehemmiyet vererek onları öğrenip ittiba etmek, uymak arzusunu taşıdıklarından, buradaki bir kısım kardeşlerimiz, üstadımızın hayatı, eserleri,meslek ve meşrebi hakkında malûmat verilmesini ısrarla istediler.

Fakat, Bediüzzaman gibi bir zâtın hayatı ve eserleri ve seciyelerini tam ifade edemeyeceğiz. Bu hakikat, basiretli ehl-i ilim olan ediplerce de itiraf edilmiş olduğundan bu hizmet, bizim haddimizden çok uzaktır. Hem Bediüzzaman hakkındamalûmat almak isteyen kardeşlerimize, bunun ancak ve ancak Risale-i Nur Külliyatını dikkat ve devamla okumak suretiyle mümkün olduğunu arz ederiz.

Aziz kardeşlerim,

Bu mübarek vatan ve milletin ve âlem-i İslâmın ebedî saadetini ve kurtuluşunu ve dolayısıyla yeryüzünde umumî sulh ve selâmeti temin edecek bir inâyet vekudrete mâlik olan Risale-i Nur’un şahs-ı mânevisinde şöyle gayet sağlam kuvvetler toplanmış ve imtizac etmiştir.

1. Yüksek bir kuvvet ve bütün kemâlâtın üstadı olan hakikat-ı İslâmiye.
2. Şehâmet-i imâniye. Yani tezellül etmemek, biçarelere tahakküm ve tekebbüretmemek.
3. Müslümanlığın insana verdiği izzet ve şeref, terakki ve teâlinin en mühimâmili olan izzet-i İslâmiye.

Arkadaşlar! Şu mealde bir hadis-i şerif var ki: “Hakiki âlimler, zâlim hükümdarlara karşı hak ve hakikatı pervasızca söyleyen âlimlerdir.” İşte biz, ancak böyle ve muttaki bir allâmenin söz ve eserlerine itimat edebiliriz.

Asrımızda ise, hayatındaki vâkıalar ve eserleriyle bu hadis-i şerife mâsadak olan Risale-i Nur meydandadır. Müellif Bediüzzaman dinî mücahedesi ve Kur’ân’a hizmetinde ve ubûdiyetinde, Resul-i Ekremin Aleyhissalâtü Vesselâm sünnet-i

Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
allâme: büyük âlim (bk. a-l-m)arz: söyleme, ifade etme
aziz: çok değerli, izzetli (bk. a-z-z)basiretli: ileri görüşlü, ferasetli (bk. b-ṣ-r)
biçare: çaresizebedî: sonu olmayan sonsuz (bk. e-b-d)
ehl-i ilim: ilim ehli, âlimler (bk. a-l-m)gayet: son derece
had: yetki, sınırhadis-i şerif: Peygamberimize ait söz, emir ve davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)
hak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-ı İslâmiye: İslâm hakikatleri, gerçekleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ; s-l-m)hakiki: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
imtizac: birleşme, kaynaşmainâyet: yardım, ihsan, iyilik (bk. a-n-y)
itimat etme: güvenmeittiba etmek: tabi olmak, uymak
izzet: değer, itibar, yücelik (bk. a-z-z)izzet-i İslâmiye: İslâmın izzeti, şeref ve yüceliği (bk. a-z-z; s-l-m)
kemâlât: mükemmellik, üstün özellikler (bk. k-m-l)kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
malumât: bilgiler (bk. a-l-m)meslek: yol, usül
meşreb: hareket tarzı, metodmuttaki: Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan kimseler (bk. v-ḳ-y)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)mâsadak: bir söz veya hükmü doğrulayan husus, doğrulayıcı (bk. ṣ-d-ḳ)
mübarek: bereketli, hayırlı (bk. b-r-k)mücahede: cihad etme, din uğrunda çaba harcama (bk. c-h-d)
müellif: yazarmühim: önemli
pervasızca: korkmadan, çekinmedensaadet: mutluluk
seciye: üstün özellikler, karakterselâmet: esenlik, güven (bk. s-l-m)
sulh: barış (bk. ṣ-l-ḥ)tahakküm: zorla hükmetme, baskı ve zorbalık (bk. ḥ-k-m)
tekebbür: büyüklenme (bk. k-b-r)terakki: ilerleme, yükselme
tezellül: alçalma, kendisini küçük düşürmeteâli: yücelme
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)umumî: genel, herkese ait
vâkıa: olayâlem-i İslâm: İslâm dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)
âmil: sebepüstad: hoca, öğretmen
şahs-ı mânevî: mânevî şahıs; belli bir ideal veya bir gaye etrafında bir araya gelen topluluğun oluşturduğu mânevî şahsiyet ve ortak kimlik (bk. a-n-y)şehâmet-i imâniye: imandan gelen cesaret, yiğitlik (bk. e-m-n)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1021

seniyesine tam ittiba etmiş bir mücahittir. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü VesselâmEfendimiz, dünyanın en muazzam siyasî hadisesi olan Bedir muharebesinde,sahabe-i kirâma, nöbet nöbet cemaatla namaz kıldırmıştır. Yani, vâcip olmayan,hususan, muharebe zamanında terk edilebilen, “cemaatla namaz kılmak” gibi birhayrı, dünyanın en büyük siyasî vak’asına tercih etmiştir, üstün tutmuştur. Ufak bir sevabı, harp cephesinin o dehşetleri içinde dahi terk etmemiştir.

Bediüzzaman, gönüllü alay kumandanı olarak katıldığı Rus harbinde, harp cephesinde, avcı hattında, Kur’ân’ın bir kısmının tefsiri olan meşhur Arabîİşârâtü’l-İ’câz tefsirini telif etmiş ve bu eser-i azîm, âlem-i İslâmda en büyük âlimlerin takdir ve tahsinine mazhar olmuş ve tam anlamaktan âciz kaldıklarını ve öyle bir tefsir görmediklerini itiraf etmişlerdir ki, Kur’ân-ı Kerim’in en ince nükteve en derin meselelerini ve misilsiz i’câz ve hârikulâde yüksek belâğat vefesâhatını izhar ve ispat etmiştir. Hattâ bir harfin nüktesini izhâr ederken, avcı ateş hattında, düşman topları zihnini ondan çevirememiş, harbin dağdağa vedehşetleri mâni olamamıştır.

Ezân-ı Muhammedî’nin (a.s.m.) yasak edildiği ve bid’aların cebren umuma yaptırıldığı zulümatlı ve dehşetli bir devirde, Nur talebeleri, o uydurma ezanı okumamışlar ve böyle bid’alara karşı, kendilerini kahramanca muhafaza ederekbid’alara girmemişlerdir.

İmân ve İslâmiyetin ortadan kaldırılmaya çalışıldığı ve bir âlimin gizliden gizliye dahi bir tek dinî eser neşredemediği fecaat devrinde, Bediüzzaman nefyedildiği yerlerde, zâlim müstebitlerin tarassudat ve tazyikatı içinde, gizliden gizliye yüz otuz adet imânî eser telif ve neşretmiştir. Bununla beraber, geceleri pek az bir uykudan sonra, esaret altında inleyen İslâm milletlerinin necat ve salâhı için dualar etmiş, dergâh-ı İlâhiyeye iltica ederek yalvarmıştır.

Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)Arabî: Arapça
Bedir Muharebesi: Bedir Savaşı; Peygamberimizin (a.s.m.) Medine’ye hicretinden sonra, 624 tarihinde Mekkeli müşriklerle yapılan ve Müslümanların galibiyetiyle sonuçlanan savaşEzân-ı Muhammedî (a.s.m.): Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği dinin ezanı; tevhidi ilan etmek amacıyla yüksek sesle yapılan kutsal davet (bk. ḥ-m-d)
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)belâğat: maksada ve hale uygun düzgün ve güzel söz söyleme (bk. b-l-ğ)
bid’a: aslen dinde olmayıp sonradan dine aykırı şekilde ortaya çıkan şeyler (bk. b-d-a)cebren: zorla
dağdağa: kargaşa, karışıklıkdehşet: korku, ürküntü
dehşetli: korkunç, ürkütücüdergâh-ı İlâhî: Cenab-ı Allah’ın rahmet kapısı (bk. e-l-h)
eser-i azîm: büyük eser (bk. a-ẓ-m)fecaat: felâket, yürekler acısı kötü durum
fesâhat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması (bk. f-ṣ-ḥ)hayr: iyilik (bk. ḫ-y-r)
hususan: özelliklehârikulâde: olağanüstü
iltica: sığınmaittiba: tabi olma, uyma
izhar: açığa çıkarma, gösterme (bk. ẓ-h-r)i’câz: mu’cizelik, başkalarını acze düşürecek derecede olağanüstü olma (bk. a-c-z)
mazhar: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r)misilsiz: benzersiz (bk. m-s̱-l)
muazzam: büyük (bk. a-ẓ-m)muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
muharebe: harp, savaşmücahit: cihad eden, din uğrunda çaba harcayan kimse (bk. c-h-d)
müstebit: diktatörnecat: kurtuluş (bk. n-c-v)
nefy: sürgünneşr: yayma
nükte: ince ve derin mânâsahabe-i kirâm: cömertlik ve şeref sahibi sahabeler; Peygamberimizi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan gidenler (bk. k-r-m)
salâh: düzelme, iyileşme (bk. ṣ-l-ḥ)sünnet-i seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler (bk. s-n-n)
tahsin: beğenme, güzelliğini ilân etme (bk. ḥ-s-n)takdir: beğeniyi dile getiren ifade (bk. ḳ-d-r)
tarassudat: gözlemelertazyikat: baskılar, sıkıştırmalar
tefsir: açıklama, yorum; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap (bk. f-s-r)telif: yazma
umum: genel, herkesvak’a: hadise, olay
vâcip: dinî bakımdan yapılması şart ve kesin olan emir (bk. v-c-b)zulümatlı: karanlıklı (bk. ẓ-l-m)
âciz: güçsüz (bk. a-c-z)âlem-i İslâm: İslâm dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)


<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1022

Evet, Hazret-i Üstad, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin sünnet-i seniyesine tam iktidâ etmiştir.

Bediüzzaman’ın bu hâli de, bütün İslâm mücahitlerine ve umum Müslümanlara bir örnektir. Yani, cihad ile ubûdiyet ve takvâyı beraber yapıyor, birini yapıp, diğerini ihmâl etmiyor. Cebbar ve zâlim din düşmanlarının plânıyla hapishanelere sevk edilip, tecrid-i mutlakta ve gayet soğuk bir odada bırakılması ve şiddetli soğukların ve hastalıkların ızdırapları ve titremeleri ve ihtiyarlığın takatsızlıkları içinde bulunması dahi telifata noksanlık vermemiştir.

Sıddık-ı Ekber (radiyallahü anh) demiştir ki: “Cehennemde vücudum o kadar büyüsün ki, ehl-i imâna yer kalmasın.” Bediüzzaman, bu gayet ulvî seciyenin birlem’acığına mazhar olmak için, “Birkaç adamın imânını kurtarmak için Cehenneme girmeye hazırım” diye fedakârlığın şâhikasına yükselmiş ve böyle olduğu, Kur’ân ve İslâmiyetin fedâî ve muhlis bir hâdimi olduğu, seksen senelik hayatınınşehadetiyle sabit olmuştur.

Kur’ân ve imân hizmeti için Bediüzzaman’ın haysiyetini, şerefini, ruhunu, nefsini, hayatını fedâ ettiği, mâruz kaldığı o kadar şedid zulüm ve işkencelere ve giriftâredildiği çok musibet ve belalara karşı gösterdiği son derece sabır, tahammül veitidâl, birer şâhid-i sâdık hükmündedirler.

Bediüzzaman, Kur’ân, imân, İslâmiyet hizmeti için, dünyevî rahatlıklarını fedâ etmiş; dünyevî, şahsî servetler edinmemiş, zühd ve takvâ ve riyâzet, iktisad vekanaatla ömür geçirerek dünya ile alâkasını kesmiştir.

Bu cümleden olarak, Müslümanların refah ve saadeti için, bütün ömür dakikalarını sırf imân hizmetine vakf ve hasretmek ve ihlâsa tam muvaffak olmak için, kendini dünyadan tecrit ederek mücerret kalmıştır. Evet, Bediüzzaman imân ve İslâmiyet hizmeti için herşeyden bu derece fedakârlık yapan, fakat bütün bunlarla beraber ubûdiyet, zühd ve takvâda da bir istisna teşkil eden tarihî bir İslâm fedâisi ve Kur’ân-ı Hakîmin muhlis bir hâdimi payesine yükselmiştir.

Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)Sıddık-ı Ekber: Hz. Peygambere bağlılıkta en ileride olan, Hz. Ebûbekir (bk. ṣ-d-ḳ; k-b-r)
cebbar: zorba, zalim (bk. c-b-r)cihad: din uğrunda çaba harcama (bk. c-h-d)
dünyevî: dünya ile ilgiliehl-i iman: iman sahibi, inanan (bk. e-m-n)
fedâî: fedakâr, kendini bir hizmete adayangiriftar: tutulmuş, yakalanmış
hasretmek: özgü kılmakhaysiyet: itibar, şeref, değer
hâdim: hizmetçiihlâs: samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme (bk. ḫ-l-ṣ)
iktidâ: uymaiktisad: tutumluluk
itidâl: her konuda orta yolu tutma, aşırıya kaçmamakanaat: Allah’ın nasip ettiği rızka razı olma, yetinme
lem’a: parıltımaruz: tesirinde kalmış olan, etki karşısında bulunan
mazhar: erişen, nâil olan (bk. ẓ-h-r)muhlis: samimi, ihlâslı; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözeten (bk. ḫ-l-ṣ)
muvaffak: başarılımücahit: cihad eden, din uğrunda çaba harcayan kimse (bk. c-h-d)
mücerret: yalnız, tek başına, bekârnefis: kişinin kendisi; insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
paye: mertebe, rütberadiyallahü anh: Allah ondan razı olsun
riyâzet: gelip geçici şeylerden nefsi çekerek, kanaat içinde yaşama; ilim, ibadet ve fikirle meşgul olmasaadet: mutluluk
seciye: karakter, üstün özelliksünnet-i seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler (bk. s-n-n)
tahammül: katlanma, dayanmatakvâ: Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma (bk. v-ḳ-y)
tecrid-i mutlak: tam bir yalnızlık, yalnız başına bırakma (bk. ṭ-l-ḳ)tecrit: soyutlama, ayırma
telifat: yazmalarteşkil: oluşturma
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)ulvî: yüce, yüksek
umum: bütünvakf: adama, bağışlama
zühd: Allah korkusuyla günahlardan kaçınıp kendini ibadete vermeızdırap: aşırı sıkıntı, elem
şedid: şiddetlişehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şâhid-i sâdık: doğru şahit (bk. ş-h-d; ṣ-d-ḳ)şâhika: zirve


<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1023

Bediüzzaman’ın, Risale-i Nur dâvâsında öyle bir itmi’nânı, öyle bir sıdk vesadakatı, öyle bir sebat ve metaneti, öyle bir ihlâsı vardır ki, din düşmanlarının o kadar şiddetli zulüm ve istibdatları, o kadar hücum ve tazyikatları ve bunlarla beraber maddî yokluklar içinde bulunması, dâvâsından vazgeçirememiş ve küçük bir tereddüt dahi îka’ edememiştir.

Said Nursî, Eski Said tâbir ettiği gençliğinde felsefede çok ileri gitmiştir. Garbın Sokrat’ı, Eflâtun’u, Aristo’su gibi hakikatlı feylesofları ve şarkın İbn-i Sina, İbn-i Rüşd, Fârâbî gibi dâhi hükemâlarından felsefe ve hikmette Kur’ân-ı Hakîminfeyziyle çok ileri geçmiş ve Kur’ân’dan başka halâskâr ve hakikî rehber olmadığınıdâvâ etmiş ve Risale-i Nur eserlerinde ispat etmiştir. Bu hakikatlarda şüphesi olan olursa, Üstad âhirete teşrif etmeden bizzat şüphesini izâle edebilir.

Said Nursî, Kur’ân ve imâna hizmet mesleğini ihtiyar edip, hiçbir maddî ve mânevi menfaat, salâhat ve velîlik gibi mânevi makamları maksat ve gaye etmeden, sırf Cenâb-ı Hakkın rızası için hizmet yapmıştır. Basiretli ehl-i ilimtarafından bütün Müslümanlarca “Zuhuru beklenen siyasî ve dinî bir halâskârdır” gibi şahsına verilen yüksek mertebeyi Bediüzzaman hiddetle reddetmiş, kendisinin ancak Kur’ân’ın bir hizmetkârı ve Risale-i Nur talebelerinin bir ders arkadaşı olduğuna inanmış ve beyan etmiştir.

Millî Müdafaa Vekâletinde yirmi beş sene hizmet görmüş muhterem, âlim bir zâtın, şimdi aramızda bulunan bir kısım arkadaşlarımızla, evvelki gün ziyaretine gittiğimiz vakit, Bediüzzaman Hazretleri hakkında demişti ki: “Bediüzzaman’ın nasıl bir zât olduğunu anlayabilmek için, Risale-i Nur külliyatını dikkatle, sebatla okumak kâfidir. Size bir misal olarak, yalnız dünyevî iktidarı bakımından derim ki: Bediüzzaman, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsiyle yalnız bir devleti değil, dünya yüzündeki milletlerin idaresi ona verilse, onları selâmet ve saadet içinde idare edecek bir iktidar ve inâyete mâliktir.”


Aristo: (bk. bilgiler)Eflâtun: (bk. bilgiler)
Eski Said: (bk. bilgiler)Fârâbi: (bk. bilgiler)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)Milli Müdafaa Vekâleti: Milli Savunma Bakanlığı
Sokrat: (bk. bilgiler)basiretli: ileri görüşlü, ferasetli (bk. b-ṣ-r)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)dâhi: son derece zeki
dâvâ: iddiadünyevî: dünyaya ait
ehl-i ilim: ilim ehli, âlimler (bk. a-l-m)evvelki: önceki
feylesof: filozof, felsefecifeyz: ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)
garb: batıhakikat: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)halâskâr: kurtarıcı (bk. ḫ-l-ṣ)
hazret: saygıdeğer (saygı maksadıyla kullanılan bir ifadedir)hikmet: felsefe (bk. ḥ-k-m)
hizmetkâr: hizmetçihükemâ: filozoflar, felsefeciler (bk. ḥ-k-m)
ihlâs: samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme (bk. ḫ-l-ṣ)ihtiyar: irade, tercih, seçme (bk. ḫ-y-r)
iktidar: güç, kuvvet, idare (bk. ḳ-d-r)inâyet: yardım, ihsan, iyilik (bk. a-n-y)
istibdat: baskı, zulümitmi’nân: emin olma, tereddütsüz inanma (bk. e-m-n)
izâle: gidermekâfi: yeterli
maksat: gaye, amaç (bk. ḳ-ṣ-d)menfaat: çıkar, yarar
mertebe: derecemeslek: yol, usül
metanet: sağlamlıkmisal: örnek (bk. m-s̱-l)
muhterem: hürmete layık, saygıdeğer (bk. ḥ-r-m)mâlik: sahip (bk. m-l-k)
saadet: mutluluksadakat: bağlılık (bk. ṣ-d-ḳ)
salâhat: dindarlıkta çok ileri olma hali (bk. ṣ-l-ḥ)sebat: kararlılık
selâmet: esenlik, güven (bk. s-l-m)sıdk: doğruluk (bk. ṣ-d-ḳ)
tazyikat: baskılar, sıkıştırmalarteşrif: şereflendirme
tâbir: ifade etme, adlandırma (bk. a-b-r)zuhur: ortaya çıkma, görünme (bk. ẓ-h-r)
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)îka’: meydana getirme, gerçekleştirme
üstad: hoca, öğretmenİbn-i Rüşd: (bk. bilgiler)
İbn-i Sina: (bk. bilgiler)şahs-ı mânevî: mânevî şahıs; belli bir ideal veya bir gaye etrafında bir araya gelen topluluğun oluşturduğu mânevî şahsiyet ve ortak kimlik (bk. a-n-y)
şark: doğu

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1024

Evet, Bediüzzaman nâdire-i hilkattır. Fakat, yirmi beş senedir hem kendini, hem talebelerini siyasetten men etmiştir, dünyevî işlerle meşgul değildir.

Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’u telif ettiği zamanlarda ve hizmet-i Kur’âniyedeistihdam edildiği anlarda; zekâsı, fetâneti, aklı, mantığı, zihni, hayâli, hâfızası,teemmülü, ferâseti, seziş ve kavrayışı, sür’at-i intikali ve ruhî, kalbî, vicdanîhâsseleri, duyguları ve mânevi letâifinin emsalsiz bir tarzda olması, istihdamedildiğine âşikâr bir delildir ki; kendi ihtiyariyle, keyfiyle değil, inâyet-i İlâhiye ile Kur’ân’a hizmetkârlık etmiş bir derecede olduğu, basiretli ehl-i ilim ve ehl-i kalbçemusaddak ve müstahsendir.

Mısır’da fâzıl ulemâdan, merhum Abdülâziz Çâviş, Bediüzzaman’ın fatinü’l-asrolduğu ve müthiş bir fart-ı zekâya mâlik bulunduğu mevzuunda, Mısır matbuatında makale neşretmiştir.

Büyük ve salâbetli bir âlim olan Şeyhü’l-İslâm merhum Mustafa Sabri Efendi, Mısır’da Risale-i Nur’a sahip çıkmış ve Câmiü’l-Ezher Üniversitesinde en yüksek bir mevkiye koymuştur.

Risale-i Nur, İslâmiyetin gayet keskin ve elmas bir kılıcıdır. Bu hakikatlara bir delil ise, Bediüzzaman’ın zâlim hükümdarlara ve kumandanlara, ölümü istihkarederek, hakikatı pervasızca tebliğ etmesi ve dünyayı saran dinsizlik kuvvetinemukabil hakaik-ı Kur’âniye ve imâniyeyi, kendini fedâ ederek, istibdadın en koyu devrinde neşretmesi ve bu kudsî hakikata cansiperâne hizmet etmesidir.

Bir müdde-i umumî, iddianâmesinde: “Bediüzzaman, ihtiyarladıkça artan enerjisiyle dinî faaliyete devam etmektedir.” Denizli mahkemesi, ehl-i vukuf raporunda: “Evet, Said Nursî’de bir enerji vardır, fakat bu enerjisini tarikat veya bir cemiyet kurmakta sarf etmemiş, Kur’ân hakikatlarını beyan ve dine hizmete sarf ettiği kanaatına varılmıştır” denilmektedir.


Abdülâziz Çâviş: (bk. bilgiler)Câmiü’l-Ezher Üniversitesi: Mısır’da bulunan, İslâm dünyasının en önemli ve en eski sayılan üniversitesi
Fatinü’l-asr: asrın en dâhisi, en akıllısıMustafa Sabri Efendi: (bk. bilgiler)
basiret: ileri görüşlülük, seziş (bk. b-ṣ-r)beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cansiperâne: canını fedâ edercesine, canını siper ederekcemiyet: toplum (bk. c-m-a)
dünyevî: dünyaya aitehl-i ilim: ilim ehli, âlimler (bk. a-l-m)
ehl-i kalb: kalb ehli olanlar, kalbiyle mânevî olarak terakkide bulunanlarehl-i vukuf: bilirkişi
emsalsiz: benzersiz (bk. m-s̱-l)fart-ı zekâ: üstün zekâ
ferâset: çabuk sezme ve anlama kabiliyetifetânet: zihin açıklığı, çabuk kavrayış ve anlayış
fâzıl: faziletli, değerli (bk. f-ḍ-l)hakaik-ı Kur’âniye ve imâniye: Kur’ân ve imân hakikatleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-m-n)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hizmet-i Kur’âniye: Kur’ân hizmeti
hizmetkârlık: hizmetçilikhâsse: duygu
iddianâme: iddia yazısı, metniihtiyar: irade, dileme, tercih (bk. ḫ-y-r)
inâyet-i İlâhiye: Allah’ın yardımı, lütfu (bk. a-n-y; e-l-h)istibdad: baskı ve zulüm
istihdam: çalıştırma, kullanmaistihkar: küçümseme
kalbî: kalbe aitkanaat: görüş, fikir
kudsî: kutsal (bk. ḳ-d-s)letâif: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
matbuat: basın, medyamen etme: yasaklama
merhum: rahmete kavuşmuş, vefat etmiş (bk. r-ḥ-m)mevzu: konu
mukabil: karşılıkmusaddak: tasdik edilmiş, doğrulanmış (bk. ṣ-d-ḳ)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)müdde-i umumî: savcı
müstahsen: güzel karşılanan, beğenilen (bk. ḥ-s-n)neşretmek: yayınlamak
nâdire-i hilkat: yaratılış olarak benzersiz olan (bk. ḫ-l-ḳ)pervasızca: korkusuzca, çekinmeden
ruhî: ruha aitsalâbet: dinin emirlerini korumada ve uygulamada ciddiyet ve sağlamlık
sarf etmek: harcamaksür’at-i intikal: çabuk anlama ve kavrama
tarikat: mânevî ilerlemeye götüren yol (bk. ṭ-r-ḳ)teemmül: iyice ve etraflıca düşünme
telif: yazmaulemâ: âlimler (bk. a-l-m)
vicdanî: vicdana aitâşikâr: ap açık

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1025

Din aleyhindeki eski hükûmetlerin vekillerinden birisi, antidemokratik kanunların Millet Meclisinde müzakeresi esnasında, “Bediüzzaman Said-i Nursî’nin dinî faaliyetine, yirmi beş seneden beri mâni olamıyoruz” demiştir.

Biz de deriz ki: Evet, Said Nursî Hazretleri, emsâli görülmemiş dinamik ve enerjik bir zâttır. Bediüzzaman’ın harika bir insan olduğunu, din düşmanları olanmuarızları dahi kalben tasdik ve takdir etmektedirler.

Said Nursî, bazan bir talebesine Risale-i Nur’dan okuyuvermek nimetini lûtfettiği zaman der ki: “Bu benim dersimdir. Ben kendim için okuyorum. Bu risaleyi, şimdiye kadar belki yüz defa okumuşum. Fakat, şimdi yeni görüyorum gibi tekrar okumaya ihtiyaç ve iştiyâkım var.”

Hem yine der ki: “Ben başkaları için kitap yazmamışım. Kendim için yazmışım. Kur’ân’dan bulduğum bu devâlarımı arzu edenler okuyabilir.”

Evet, Bediüzzaman itikad ediyor ve diyor ki: “Ben, derse, terbiyeye ve nefsimiıslaha muhtacım...” Bediüzzaman gibi bir zât böyle derse, bizim bu eserlere ne kadar muhtaç olduğumuz artık kıyas edilsin.

Bediüzzaman Said Nursî, bütün hayatında şan ve şöhretten, hürmetten kaçmış ve insanlardan istiğna etmiştir. Arabî bir eserinde şöhret hakkında diyor ki: “Şöhret,ayn-i riyâdır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. İnsanı, insanlara abd ve köle yapar. Yani, nam ve şöhret isteyen adam; halklara kendini beğendirmek, sevdirmek için, insanlara riyâkârlık, dalkavukluk yapar. Tasannûkâr tavırlar takınır. O belâ vemusibete düşersen,
blank.gif
1 اِنَّا ِللهِ وَاِنَّاۤ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ de.”

Üstad, şöhretten fiilen ve hâlen bu kadar kaçmasına rağmen, her ne hikmetse, insanlar âdeta bir sevk-i İlâhî varmış gibi, istimdatkârane ona koşmuşlardır ve ona akın etmektedirler. Ve onun mahz-ı hak olan bu kudsî seciyesi, Risale-i Nur gibi, cihanşumül bir esere hâdim olmuştur.

Bediüzzaman, küçük yaşından beri, halkların mukabilsiz hediyelerinden istiğnâetmiştir. Hediye kabul etmemeyi meslek edinmiştir. Zindandan zindana, memleketten memlekete sürgün edildiği zamanlarda, ihtiyarlığın tahmil ettiğizaruretler içinde dahi, bu seksen senelik istiğnâ düsturunu bozmamıştır. En has bir talebesi, bir lokma birşey hediye etse, mukabilini verir, vermese dokunur.


[NOT]Dipnot-1 “Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz.” Bakara Sûresi, 2:156.


[/NOT]
Arabî: Arapçaabd: kul (bk. a-b-d)
antidemokratik: demokratik olmayanayn-i riyâ: gösterişin ta kendisi
cihanşümul: dünya çapında, evrenseldevâ: ilâç, çare
düstur: prensip, kuralemsâl: benzerler (bk. m-s̱-l)
fiilen: davranışla, gerçekte (bk. f-a-l)hâdim: hizmetçi
hâlen: hal ve tutumlaistimdatkârane: yardım istercesine
istiğna: ihtiyaç duymama, kaçınma (bk. ğ-n-y)itikad: inanma
iştiyâk: şiddetli arzu ve istekkudsî: kutsal, kusursuz ve yüce (bk. ḳ-d-s)
lûtf: iyilik, bağış (bk. l-ṭ-f)mahz-ı hak: hakkın, doğru ve gerçeğin ta kendisi (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
meslek: usül, metod, prensipmuarız: karşı gelen
mukabil: karşılıkmusibet: belâ, sıkıntı, felâket
mâni: engelmüzakere: karşılıklı fikir söyleme, görüşme
nam: ad, ünnefis: kişinin, kendisi; insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
riyakârlık: gösterişseciye: karakter, huy
sevk-i İlâhî: Allah’ın yönlendirmesi (bk. e-l-h)tahmil: yükleme
takdir: beğeniyi dile getiren ifade (bk. ḳ-d-r)tasannûkâr: yapmacık
tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)zaruret: zorunluluk, fakirlik
ıslah: düzeltme, iyileştirme (bk. ṣ-l-ḥ)


<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1026

Neden hediye kabul etmediğinin sebeplerinden birisi olarak der ki: “Bu zaman, eski zaman gibi değildir. Eski zamanda imânı kurtaran on el varsa, şimdi bire inmiş. İmânsızlığa sevk eden sebepler eskiden on ise, şimdi yüze çıkmış. İşte, böyle bir zamanda imâna hizmet için, dünyaya el atmadım, dünyayı terk ettim.Hizmet-i imâniyemi hiçbir şeye âlet etmeyeceğim” der.

Hazret-i Üstad, kendi şahsı için birisi zahmet çekse, bir hizmetini görse,mukabilinde bir ücret, bir teberrük verir. Aksi halde, ruhuna ağır gelir, hoşuna gitmez.

Bediüzzaman Said Nursî, Kur’ân, imân ve dine yaptığı hizmetinde, senelerden beri, mütemâdî bir tarassud ve tecessüs, tâkibat ve tetkikat altında bulundurulmuştur. Yalnız ve yalnız rızâ-yı İlâhî için, yalnız ve yalnız hakikat için İslâmiyete hizmet ettiği ve hizmet-i Kur’âniyesini hiçbir şeye âlet etmediğimüteaddit mahkemelerde de sabit olmuştur.

Eğer bu mezkûr hakikatlara ve eserlerindeki hak ve hakikatı görenhakperestlerin, Bediüzzaman ve eserlerinde gördükleri ve neşrettikleri âlî meziyetve yüksek hakikata mugayir en küçük birşey olsa idi, en büyük ilâvelerle şaşaalarla ve yaygaralarla, bu yirmi beş sene içinde, din düşmanları tarafından dünyaya ilân edilecekti.

Nitekim, bütün bütün iftira ve ithamlarla, cebbar, müstebid din düşmanlarınıntahrikatiyle mahkemelere sevk edildiği zaman, gazetelerin birinci sahifelerinde, bire yüz ilâvelerle teşhir ettirilmesi, tahkikat ve muhakeme neticesinde hiçbir suç olmadığı tahakkuk ederek, beraat ettiği vakit sükût edilmesi, bu hakikatın âşikârçok delillerinden bir tanesidir.

Bediüzzaman, din kardeşlerine ziyade şefkatlidir. Onların elemleriyle elemçektiği, İslâm dünyasında hürriyet ve istiklâl için can veren, fedâî İslâmmücâhidlerinin acılarıyla muzdarip olduğu, Kur’ân ve İslâmiyete yapılan darbeler ânında çok ızdıraplar çektiği, böyle acı acıların tesiratiyle, zaten pek az yediği bir parça çorbasını da yiyemediği çok defa görülmüş ve görülmektedir.

Ekser günleri hastalıklar ve sıkıntılarla geçmektedir. Bir Nur talebesinin yazdığı gibi, “Ey Millet-i İslâmın ebedî refah ve saadeti için, dünyada rahatlık görmeyenmüşfik Üstadım! Senin devam eden hastalıkların cismanî değildir. Dinimize icra edilen istibdad ve zulüm sona ermedikçe, âlem-i İslâm kurtulmadıkça senin ızdırabın dinmeyecektir.” Evet biz de bu kanaattayız.

beraat: temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılmasıcebbar: zorba (bk. c-b-r)
ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d)ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
elem: acı, sıkıntı, üzüntühakikat: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakperest: hakkı üstün tutan, doğruluk taraftarı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hizmet-i Kur’âniye: Kur’ân hizmeti
hizmet-i imâniye: iman hizmeti (bk. e-m-n)icra edilme: yapılma, uygulanma
istibdad: baskı, zulümistiklâl: bağımsızlık
itham: suçlamakanaat: görüş, fikir
meziyet: üstün özellikmezkûr: zikredilen, adı geçen
millet-i İslâm: İslâm milleti (bk. s-l-m)mugayir: aykırı, zıt
muhakeme: yargılama (bk. ḥ-k-m)mukabil: karşılık
muzdarip: ızdıraplı, acı duyanmücâhid: din için cihad eden, çaba harcayan (bk. c-h-d)
müstebit: diktatörmüteaddit: birçok, çeşitli
mütemâdî: süreklimüşfik: şefkatli (bk. ş-f-ḳ)
rızâ-yı İlâhî: Allah’ın rızası (bk. e-l-h)saadet: mutluluk
sükût: sessiz kalma, susmatahakkuk: gerçekleşme (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
tahkikat: araştırmalar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)tahrikat: tahrikler
tarassud: gözetlemeteberrük: bereket vesilesi (bk. b-r-k)
tecessüs: gizlice araştırmatesirat: tesirler, etkiler
tetkikat: araştırmalar, incelemelerteşhir: sergileme
tâkibat: takiplerziyade: çok, fazla
âlem-i İslâm: İslâm dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)âlî: yüce, yüksek
âşikâr: ap açıkızdırap: sıkıntı, acı
şaşaa: gösteriş

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1027

Fakat o elîm acılar, Bediüzzaman’ı asla ye’se düşürmemiş, bilâkis öyle küllî ve umumî bir dinî cihada ve dua ve ubûdiyete sevk etmiştir ki: “Kurtuluşun çâre-i yegânesi, Kur’ân’a sarılmaktır” demiş ve sarılmış. Kur’ân’da bulduğu deva ve dermanları kaleme alarak, bu zamanda bir halâskâr-ı İslâm ve nev-i beşerin saadetine medar olan Risale-i Nur eserlerini meydana getirmiştir.

Hunhar din düşmanlarının, dünyevî satvet ve şevketleri, Bediüzzaman’ı kat’iyen atâlete düşürtememiştir. “Vazifem Kur’ân’a hizmettir. Galip etmek, mağlûp etmek Cenâb-ı Hakka aittir” diye imân ederek, bir an bile faaliyetten geri kalmamıştır. Evet Hazret-i Üstad, öyle bir himmet-i azimeye mâliktir ki, ona icra edilen müthiş mezâlim, bu himmetin mukabilinde tesirsiz kalmaya mahkûm olmuştur.

Bediüzzaman, arz ve semâvâttaki mevcudatı, hayret ve istihsanla temâşa eder. Kırlarda ve dağlarda hususan bahar mevsiminde çok gezinti yapar. O seyrangâhlarda zihnen meşguliyet ve dakik bir tefekkür ve daimî bir huzur hâlindedir. Ağaç ve nebatat ve çiçekleri, مَاشَاۤءَ اللهُ بَارَكَ اللهُ
blank.gif
1 فَتَبَارَكَ اللهُ اَحْسَنُ الْخَالِقِينَ
blank.gif
2

“Ne güzel yaratılmışlar” diyerek, ibret nazarıyla onları seyreder, kâinat kitabını okur. Her âza ve hâsseleri gibi, gözünü de daima Cenâb-ı Hak hesabına ve izni dairesinde çalıştırır. Gözü, şu kitab-ı kebîr-i kâinatın bir mütalâacısı ve şu âlemdeki mu’cizât-ı san’at-ı Rabbâniyenin bir seyircisidir. Ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin bir mübarek arısı derecesindedir.

Üstad, hususî hayatında mütevâzi, vazife başında vakurdur. Tevâzu ve mahviyette nümûne-i misâl olacak bir mertebededir. Bu mevzuda der ki: “Bir nefer nöbette iken, baş kumandan da gelse, silâhını bırakmayacak. Ben Kur’ân’ın bir hizmetkârı ve bir neferiyim. Vazife başında iken karşıma kim çıkarsa çıksın, Hak budur derim, başımı eğmem.”

[NOT]Dipnot-1 Allah dilemiş, ne güzel ve ne mübarek yaratmış.

Dipnot-2 “Yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde olan Allah’ın şânı ne yücedir.” Mü’minûn Sûresi,[/NOT]



Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)arz: yer
atâlet: tembellik, hareketsizlikbilâkis: aksine, tersine
dakik: dikkatlidünyevî: dünyaya ait
elîm: elemli, acı verengalip: yenme
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)halâskâr-ı İslâm: İslâmın kurtarıcısı (bk. ḫ-l-ṣ; s-l-m)
hasse: duyguhimmet: gayret, çalışma
himmet-i azime: büyük gayret (bk. a-ẓ-m)hizmetkâr: hizmetçi
hunhar: kan dökücühususan: özellikle
hususî: özelibret: ders çıkarma
icra edilme: yapılma, uygulanmaistihsan: beğenme, güzel bulma (bk. ḥ-s-n)
kitab-ı kebir-i kâinat: büyük kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-b-r; k-v-n)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
küllî: büyük ve kapsamlı (bk. k-l-l)küre-i arz: yerküre, dünya
mahviyet: alçakgönüllülükmağlup: yenilme
medar: sebep, vesilemertebe: derece
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)mevzu: konu
mezâlim: zulümler (bk. ẓ-l-m)mukabil: karşılık
mu’cizât-ı san’at-ı Rabbâniye: Allah’ın san’at mu’cizeleri (bk. a-c-z; ṣ-n-a; r-b-b)mâlik: sahip (bk. m-l-k)
mübarek: bereketli, hayırlı (bk. b-r-k)mütalâacı: etraflıca inceleyip düşünen
mütevâzi: alçakgönüllü, gösterişsizmüthiş: dehşetli, korkunç
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)nebatat: bitkiler
nefer: asker, ernev-i beşer: insanlık
nümune-i misâl: örnek alınacak model (bk. m-s̱-l)rahmet: İlâhî şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
saadet: mutluluksatvet: güç, ezici kuvvet
semâvat: gökler (bk. s-m-v)seyrangâh: gezinti yeri
tefekkür: varlıklar üzerinde Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme (bk. f-k-r)temâşa: seyretme
tevâzu: alçakgönüllülükubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
umumî: genelvakur: vakarlı, ağırbaşlı
ye’s: ümitsizlikâza: âzalar, organlar
çâre-i yegâne: tek çâreşevket: büyüklük, haşmet

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1028

Hulâsa olarak arz ederiz ki: Bediüzzaman, ihlâs-ı tâmmeye mâlik, hârikulâde,hakikî bir müfessir-i Kur’ân’dır. Hem ihlâs-ı etemme vâsıl olmuş, kahraman veyektâ bir hâdim-i Kur’ân’dır. Risale-i Nur’un müellifi olmak itibariyle; hem birmütekellim-i âzamdır, hem ilimde gayet derecede mütebahhir ve râsih, muhakkikve müdakkik bir allâmedir, hem ilm-i mantıkın yüksek, nazîrsiz bir üstadıdır.

Ta’lîkat namındaki telifâtı, mantıkta bir şaheserdir. Hem mümtaz ve hakperestve hakikatbîn bir dâhidir, hem Kur’ân’la barışık müstakim felsefenin hakikatperver bir feylesofudur, hem nazirsiz bir sosyolog (içtimaiyatçı) ve bir psikolog (ruhiyatçı) ve bir pedagog (terbiyeci)’dir, hem daima hakikat terennümetmiş ve eden, yüksek ve emsalsiz ve dâhi bir müellif ve ediptir.

Said Nursî, senelerden beri şiddetli bir istibdat ve takyîdat altında bulundurulup tanıttırılmadığı ve hem de kendisi, şahsî kemâlâtını setrettiği, gizlediği için,mezkûr sıfatların herbirisine muttalî olamayan bulunabilir. Hem bunlar ve hem Risale-i Nur’un hususiyetleri hakkındaki beyanatımız, hakikatperver vefaziletperver bu zamanda bir kısım ulemâ-i hakikînin ve ehlullahın ittifak ve icma kuvvetindeki hükümleridir. Hem de bizim kat’î kanaatlarımızdır.

Bediüzzaman’ın, öyle bir ilim ve sıfatlara mâlik olduğuna en muteber ve en birinci ve en hakikî delilimiz, Bediüzzaman Said Nursî’dir. Kimin şüphesi varsa, Risale-i Nur’u okusun. Evet, biz zikrettiğimiz ve edeceğimiz bu hakaik-i uzmayı, bütün İslâm dünyasına ve umum beşeriyet âlemine ifşa ve ilân ediyoruz. Evet, bin seneden beri âlem-i İslâmiyet ve insaniyet, Risale-i Nur gibi bir esere intizarediyordu.


Ta’lîkat: Bediüzzaman’ın mantık ilmi üzerine yazdığı bir eseriallâme: büyük âlim (bk. a-l-m)
arz etmek: söylemek, ifade etmekbeyanat: açıklamalar (bk. b-y-n)
beşeriyet: insanlıkdâhi: son derece zeki, dehâ ve hikmet sahibi
edip: edebiyatçıehlullah: Allah dostları
emsalsiz: benzersiz, eşsiz (bk. m-s̱-l)faziletperver: fazilet sever, erdem sahibi (bk. f-ḍ-l)
feylesof: filozof, felsefecihakaik-i uzma: büyük hakikatler, gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; a-ẓ-m)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikatbîn: hakikati gören (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikatperver: hakikat aşığı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakperest: hakkı üstün tutan, hak taraftarı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hulâsa: özet
hususiyet: özellikhâdim-i Kur’ân: Kur’ân’ın hizmetçisi
hârikulâde: olağanüstüicma: görüş birliği (bk. c-m-a)
ifşa: yayma, duyurmaihlâs-ı etemm: mükemmel bir ihlas, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme (bk. ḫ-l-ṣ)
ihlâs-ı tâmme: tam bir ihlâs, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme (bk. ḫ-l-ṣ)ilm-i mantık: mantık ilmi (bk. a-l-m)
intizar: gözlemek, ümit ederek beklemek (bk. n-ẓ-r)istibdat: zulüm ve baskı
ittifak: birleşme, birlikkanaat: görüş, fikir
kat’î: kesinkemâlât: mükemmellikler, üstün özellikler (bk. k-m-l)
mezkûr: zikredilen, adı geçenmuhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
muteber: geçerlimuttalî: haberdar olma, bilgi sahibi olma
mâlik: sahip (bk. m-l-k)müdakkik: inceden inceye araştıran
müellif: yazarmüfessir-i Kur’ân: Kur’ân-ı Kerimi tefsir eden, mânâ bakımından yorumlayan kimse (bk. f-s-r)
mümtaz: seçkinmüstakim: doğru yolda olan
mütebahhir: ilmi derin, çok bilgilimütekellim-i âzam: büyük bir kelâmcı (bk. k-l-m; a-ẓ-m)
nam: adnazîrsiz: benzersiz (bk. n-ẓ-r)
râsih: ilimde derinleşmiş olan, otoritesetretmek: örtmek, gizlemek
takyîdat: sınırlandırmalartelifât: yazılmış kitap, eserler
terennüm: dile getirmeulemâ-i hakikîn: gerçek âlimler (bk. a-l-m; ḥ-ḳ-ḳ)
umum: bütünvâsıl: ulaşan, kavuşan
yektâ: tek, benzersizâlem: dünya (bk. a-l-m)
âlem-i İslâmiyet ve insaniyet: İslâmiyet ve insanlık dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)üstad: hoca, öğretmen
şâheser: üstün ve büyük eser

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1029

Bediüzzaman Said Nursî, çok ilimlerde müstesna birer eser yazabilirdi. Fakat o “zaman, imânı kurtarmak zamanıdır” demiş ve bütün himmet ve mesâisini ve hayatını, ulûm-u imâniyenin telif ve neşrine hasretmiştir.

Evet, Hazret-i Üstad ulûm-u imâniyeyi neşretmekle, âlem-i İslâm ve âlem-i insaniyeti hayattar ve ziyadar eylemiştir. Cenâb-ı Hak, o büyük Üstaddan ebediyenrazı olsun, uzun ömürler versin. Âmin, âmin, âmin.

Risale-i Nur, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın bu asırda bir mu’cize-i mâneviyesi olan yüksek ve parlak bir tefsiridir. Evet Risale-i Nur kalblerin fâtihi ve mahbubu, ruhların sultanı, akılların muallimi, nefislerin mürebbii ve müzekkîsidir. Risale-i Nur’un bir hususiyeti de, Mektubat’ın birinci cildinin yüz yirmi dokuzuncu sahifesindeki
blank.gif
1 şu bahistir:

“Bazı sözlerde, ulemâ-i ilm-i kelâmın mesleğiyle, Kur’ân’dan alınan minhac-ı hakikînin farkları hakkında şöyle bir temsil söylemişiz ki, meselâ, bir su getirmek için bazıları küngân (su borusu) ile uzak yerden, dağlar altında kazar, su getirir. Bir kısmı da her yerde kuyu kazar, su çıkarır. Birinci kısım çok zahmetlidir. Tıkanır, kesilir. Fakat, her yerde kuyular kazıp su çıkarmaya ehil olanlar; zahmetsiz, herbir yerde suyu buldukları gibi... Aynen öyle de, ulemâ-i ilm-i kelâm, esbabı, nihayet-i âlemde teselsül ve devrin muhaliyeti ile kesip, sonra Vacibü’l-Vücudun vücudunu onunla ispat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Amma, Kur’ân-ı Hakîmin minhac-ı hakikisi ise, her yerde suyu buluyor, çıkarıyor. Her bir âyeti, birer Asâ-yı Mûsâ gibi, nereye vursa âb-ı hayat fışkırtıyor.

blank.gif
2 وَفِى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰۤى اَنَّهُ وَاحِدٌ düsturunu herşeye okutturuyor.“Hem imân, yalnız ilim ile değil, imânda çok letâifin hisseleri var. Nasıl ki, bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir surette inkısam

[NOT]Dipnot-1 bk. Mektûbat, s. 463.

Dipnot-2 “Herbir şeyde, Onun bir olduğuna delâlet eden bir belge (delil) vardır.” İbnü’l-Mu’tez’in bir şiirinden alınmıştır. İbn-i Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, 1:24.[/NOT]




Asâ-yı Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın taşa vurunca su çıkaran mu’cizeli asâsı (bk. bilgiler-Mûsâ)Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
Vacibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)bahis: konu
düstur: prensip, kuralebediyen: sonsuza dek (bk. e-b-d)
esbab: sebepeler (bk. s-b-b)fâtih: fetheden, açan
hasretmek: yöneltmek, özgü kılmakhayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)
himmet: gayret, çalışmahususiyet: özellik
inkısam: bölünme, kısımlara ayrılmaletâif: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
mahbub: sevgili (bk. ḥ-b-b)meslek: yol, usul, metod
minhac-ı hakikî: hakikî, gerçek yol (bk. ḥ-ḳ-ḳ)muallim: öğretmen (bk. a-l-m)
muhaliyet: imkansızlıkmuhtelif: çeşitli
mu’cize-i mâneviye: mânevî mu’cize (bk. a-c-z; a-n-y)mürebbi: terbiye edici (bk. r-b-b)
müstesnâ: seçkin, benzeri olmayanmüzekkî: temizleyen, ıslah eden
nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)neşr: yayma
nihayet-i âlem: dünyanın son bulması (bk. a-l-m)suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tefsir: açıklama, yorum; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap (bk. f-s-r)telif: kitap yazma
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)teselsül: zincirleme devam etme, ard arda gelme
ulemâ-i ilm-i kelâm: kelâm ilmi âlimleri (bk. a-l-m; k-l-m)ulûm-u imâniye: iman ilimleri (bk. a-l-m; e-m-n)
vücud: varlık (bk. v-c-d)ziyadar: ışıklı
âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)âlem-i insaniyet: insanlık dünyası (bk. a-l-m)
âlem-i İslâm: İslâm dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)âmin: Allahım kabul eyle (bk. e-m-n)
âsâb: sinirler

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Konferans - Sayfa 1030

edip tevzi olunuyor. İlim ile gelen mesâil-i imâniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sır, nefis ve hâkezâ, letâif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır.” İşte Risale-i Nur her yerde suyu buluyor, çıkartıyor. Evvelce gidilen uzun yolu kısaltıyor ve müstakim veselâmetli yapıyor.

Eski hükema, ahkâm-ı şer’iyeden ve akaid-i imâniyeden bazıları için: “Bu nakildir, imân ederiz, akıl buna yetişmez” demişler. Halbuki, bu asırda akıl hükmediyor. Bediüzzaman Said Nursî ise, “Bütün ahkâm-ı şer’iye ve hakaik-i imâniye aklîdir. Aklî olduğunu ispata hazırım” demiş. Ve Risale-i Nur’da ispat etmiştir.

Risale-i Nur’da, müstesna bir edebiyat ve belâğat ve icaz, nazirsiz, câzip ve orijinal bir üslup vardır. Evet, Bediüzzaman zâtına mahsus bir üsluba mâliktir. Onun üslubu, başka üsluplara muvazene ve mukayese edilemez. Eserlerin bazı yerlerinde, edebiyat kaidesine veya başka üsluplara nazaran pek münasipdüşmemiş gibi zannedilen bir noktaya rastlanırsa, orada gayet ince bir nükte birimâ veya ince bir mânâ veya hikmet vardır. Ve o beyan tarzı, oraya tammuvafıktır. Fakat, o ince inceliği, âlimler de birden pek anlamadıklarını itiraf etmişlerdir. Bunun için, Bediüzzaman’ın eserlerindeki hususiyet ve incelikleri Risale-i Nur’la fazla iştigal etmemiş olanlar, birden intikal edemezler.

Büyük şairimiz, edebiyatımızın medâr-ı iftiharı merhum Mehmed Akif, bir üdebâ meclisinde: “Victor Hugo’lar, Shakespeare’ler, Descartes’lar, edebiyatta ve felsefede, Bediüzzaman’ın bir talebesi olabilirler” demiştir.

Edip ve şâirler, zevâl ve firaktan ağlamışlar, ölümden vaveylâ etmişlerdir. Güzmevsimini hüzünle tasvir etmişlerdir. Hattâ, dünyaca meşhur Arap edipleri “Eğer firak olmasa idi, ölüm ruhlarımızı almak için yol bulup gelemezdi” mânâsında لَوْلاَ مُفَارَقَةُ اْلاَحْبَابِ مَاوَجَدَتْ لَهَا الْمُنَايَا اِلٰۤى اَرْوَاحِنَا سُبُلاً demişlerdir.

Bediüzzaman ise, “Kâinattaki zevâl, firak ve adem zâhiridir. Hakikatta firak


Descartes: (bk. bilgiler)Shakespeare: (bk. bilgiler)
Victor Hugo: (bk. bilgiler)adem: yokluk
ahkâm-ı şer’iye: şeriatın hükümleri, esasları (bk. ḥ-k-m; ş-r-a)akaid-i imâniye: iman esasları (bk. e-m-n)
aklî: akılla ilgili, akla uygunbelâğat: maksada ve hale uygun düzgün ve güzel söz söyleme (bk. b-l-ğ)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)câzip: çekici
derecat: dereceleredip: edebiyatçı
evvelce: daha öncefirak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
güz: sonbaharhakaik-i imâniye: iman hakikatleri, gerçekleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-m-n)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hikmet: gaye, fayda (bk. ḥ-k-m)
hususiyet: özellikhâkezâ: böylece, bunun gibi
hükema: âlimler, filozoflar (bk. ḥ-k-m)imâ: işaret
intikal: anlama, kavramaiştigal: meşgul olma, uğraşma
kaide: kuralkâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
letâif: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)massetmek: emmek
medâr-ı iftihar: övünme sebebimesâil-i imâniye: imanla ilgili meseleler (bk. m-s̱-l; e-m-n)
mukayese: kıyaslamamuvafık: uygun
muvazene: karşılaştırma (bk. v-z-n)mâlik: sahip (bk. m-l-k)
münasip: uygun (bk. n-s-b)müstakim: istikametli, dosdoğru
müstesnâ: seçkin, benzeri olmayannakil: bir bilgiyi Kur’ân-ı Kerim ve sünnet gibi kaynaklara dayanarak aktarma
nazaran: bakarak, –göre (bk. n-ẓ-r)nazirsiz: benzersiz (bk. n-ẓ-r)
nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)nükte: ince ve derin mânâ
selâmet: esenlikli, güvenli (bk. s-l-m)sır: kalpte olan mânevî bir duygu
tasvir: anlatma, ifade etme (bk. ṣ-v-r)tevzi: dağıtma
vaveylâ: feryadzevâl: kaybolma, geçip gitme (bk. z-v-l)
zâhir: görünüşte (bk. ẓ-h-r)îcaz: veciz söz söyleme, az sözle çok mânâlar anlatma (bk. v-c-z)
üdebâ: edipler, edebiyatçılarüslub: ifade tarzı

<tbody>
</tbody>
 
Üst