Klavyeyle Risale-i Nur Yazmaya Var mısınız ?

Huseyni

Müdavim
Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor. İnsan ise, eğer dalâlet ve gaflete düşmüşse, hazır lezzetine, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler, o cüz'î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor. Hususan gayr-ı meşru ise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir.

On Üçüncü Söz
 

harp

Well-known member
Ey daire-i esbabdan zuhur eden işleri, hâdiseleri esbaba isnad eden gafil, cahil! Mal sahibi zannettiğin esbab, mal sahibi değillerdir. Asıl mal sahibi, onların arkasında iş gören kudret-i ezeliyedir. Onlar, ancak o kudretten gelen hakikî tesirleri ilân ve neşretmekle muvazzaftırlar. Demek, daire-i esbab, hükûmetin kalem dairesi hükmündedir ki, yukarıdan gelen emirlerin tebliğatı o daireden yapılıyor. Çünkü, izzet ve azamet perdeyi iktizâ eder; tevhid ve celâl dahi şirketi reddeder, tesiri esbaba vermiyor.
 

topraktoprak

Well-known member
İ’lem Eyyühel-Aziz! Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitab nazariyle bakılırsa, Nur-u Muhammedî (A.S.M.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur. Eğer dünya mücessem bir zîhayat farzedilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur. Eğer pek güzel şaşaalı bir Cennet bahçesi tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî onun andelîbi olur. Eğer pek büyük bir saray farzedilirse, Nur-u Muhammedî o Sultan-ı Ezelî’nin makarr-ı saltanat ve haşmeti ve tecelliyat-ı cemâliyesiyle âsâr-ı san’atını hâvi olan o yüksek saraya nâzır ve münâdî ve teşrifatçı olur. Bütün insanları dâvet ediyor. O sarayda bulunan bütün antika san’atları, hârikaları ve mu’cizeleri târif ediyor. Halkı o saray sâhibine, sâniine îman etmek üzere câzibedar, hayret-efzâ dâvet ediyor.
Mesnevî-i Nûriye Habbe
 

müdavim

Üye Sorumlusu
''El-aman, el-aman! Ya Rahman! Ya Hannan! Ya Mennan! Ya Deyyan! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar! Yerimi genişlettir! İlahi,Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten li'l- Alemin olan Habibin (a.s.m.), Senin rahmetine yetişmek için vesilemdir. Senden şekva değil, belki nefsimi ve halimi Sana şekva ediyorum.

Mesnevi-i Nuriye (Zühre)
 

Huseyni

Müdavim
Ey ikinci, bozuk Avrupa! Senin çürük ve esassız esaslarının bir kısmı şunlardır ki: "En büyük melekten en küçük semeğe kadar herbir zîhayat kendi nefsine malîktir ve kendi zâtı için çalışır ve kendi lezzeti için çabalar. Onun bir hakk-ı hayatı var. Gaye-i himmeti ve hedef-i maksadı yaşamak ve bekâsını temin etmektir" diyorsun. Ve Hâlık-ı Kerîmin kerem düsturlarından ve erkân-ı kâinatta kemâl-i itaatle imtisal edilen düstur-u teavünle, nebâtat hayvânâtın imdadına ve hayvânat insanların yardımına koşmasından tezahür eden o umumî kanunun rahîmâne, kerîmâne cilvelerini cidal zannedip, "Hayat bir cidaldir" diye, ahmakane hükmetmişsin.

"On Yedinci Lem'a"
 

_vatan_

Well-known member
Siyah Dut'un Bir Meyvesi
O mübarek dut başında Eski Said,
Yeni Said lisanıyla söylemiştir
Muhatabım ziya paşa değil,
Avrupa meftunlarıdır.
Mütekellim nefsim değil,
Tilmiz-i Kur'an namına kalbimdir.
Geçen sözler hakikattır,sakın şaşma.
Hududundan hazer aşma.
Ecanib fikrine sapma.
Dalalettir kulak asma.
Eder elbet seni nadim.
Görürsün en ziyadarın,zekavette alemdarın.
O hayretten her daim:
"Eyvah kimden kime şikayet edeyim ben dahi şaştım."
Kur'an dedirtir,bende derim.
Hiçde Çekinmem.
Ondan ona şekva ederim,
Sen gibi şaşmam.
Hakk'tan Hakk'a feryad ederim,
Sen gibi aşmam.
Yerden göğe da'va ederim
Sen gibi kaçmam.
Ki Kur'an'da hep da'va,nurdan nuradır.
Sen gibi caymam.
Kur'an'dadır hak hikmet,isbat ederim,
Felsefeyi beş para saymam.
Furkan'dadır , elmas hakikat,dercan ederim.
Sen gibi satmam.
Halktan Hakk'a seyran ederim.
Sen gibi sapmam.
Dikenli yolda tayeran ederim.
Sen gibi basmam.
Ferşten arşa şükran ederim.
Sen gibi asmam.
Mevte,ecele dost bakarım.
Sen gibi korkmam.
Kabre gülerekten giderim.
Sen gibi ürkmem.
Ejder ağzı,vahşet yatağı,hiçlik boğazı,
Sen gibi görmem.
Ahbaba kavuşturur beni,kabirden darılmam.
Sen Gibi mam.
Rahmet kapısı,Nur kapısı,Hak kapısı
ondan sıkılmam,geri çekilmem(Nüsha-1)
"Bismillah"diyerek çalıyorum.
Arkama bakmam.Dehşet de almam.
"Elhamdülillah" diyerek rahat bulup yatacağım,
zahmeti çekmem.Vahşette kalmam.(Nüsha-2
"Allahü Ekber"diyerek ezan-ı haşri işitip kalkaçağım,
Mahşer-i ekberden çekinmem.Mesci-i a'zamdan çekilmem.
Lütf-u Yezdan,nur-u Kur'an,feyzi iman sayesinde hiç üzülmem.
Durmayıp koşacağım.Arşü'r-Rahman zilline uçacağım.
Sen gibi şaşmam İnşaallah.
____________________
Nüsha-1:"Eyvah"diyerek kaçmıyorum.
____________________
Nüsha-2:İsrafil'in ezanını fecr-i haşirde işitip"Allahü ekber"diyerek kalkacağım,salat-ı kübradan çekilmem.Mecma'-ı ekberden çekinmem.

Saidü'n-Nursi

Gençlik Rehberi
 

La-Tahzen

Well-known member
Kendine güvenen ve ebedî zanneden mağrur insan, zevâle mahkûmdur; süratle gidiyor. Hâne-i insan olan dünya ise, zulümât-ı ademe sukut eder. Emeller bekâsız, elemler ruhta bâkî kalır.
Mâdem hakikat böyledir; gel, ey hayata çok müştak ve ömre çok tâlip ve dünyaya çok âşık ve hadsiz emellerle ve elemlerle mübtelâ bedbaht nefsim!
Uyan, ak...
lını başına al. Nasıl ki yıldız böceği, kendi ışıkçığına itimad eder, gecenin hadsiz zulümâtında kalır; bal arısı kendine güvenmediği için gündüzün güneşini bulur, bütün dostları olan çiçekleri, güneşin ziyâsıyla yaldızlanmış müşâhede eder; öyle de, kendine, vücuduna ve enâniyetine dayansan, yıldızböceği gibi olursun.
Eğer sen, fânî vücudunu, o vücudu sana veren Hâlıkın yolunda fedâ etsen, bal arısı gibi olursun, hadsiz bir nur-u vücud bulursun. Hem, fedâ et; çünkü, şu vücud sende vedîa ve emânettir.
 

_vatan_

Well-known member
"Ey ihvan! Madem cenab-ı Hak kemal-i rahmetiyle bizi Kur'an-ı Hakim'e Hizmetkar kabul ettiğini gösterir bir tarzda bizi muvaffak ediyor. Biz de merhametine ve inayet ve tevfikine istinat edip o merkez-i nuraninin etrafında mütesanid bir daire-i muhita olmaya çalışmalıyız.Ve Hatt-ı Kur'anın ref'ine çalışanları susturmalıyız.Ve Kur'an'ı unutturmaya niyet edenlerin niyetlerini onlara unutturmalıyız."
Bediüzzaman Hazretleri (rh),Rumuzat-i Semaniye
 

Enver1

Well-known member
Hiç mümkün müdür ki bir saltanat;bahusus böyle muhteşem bir saltanat,hüsnü hizmet eden mutilere mükafatı isyan edenlere mücazatı bulunmasın.Burada yok hükmündedir..demek bir mahkemei kübraya bırakılıyor..(haşir risalesi)
 

harp

Well-known member
BİR ZAMAN sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: “Namaz iyidir. Fakat hergün, hergün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor.”

O zâtın o sözünden hayli zaman geçtikten sonra, nefsimi dinledim. İşittim ki, aynı sözleri söylüyor. Ve ona baktım, gördüm ki, tembellik kulağıyla şeytandan aynı dersi alıyor. O vakit anladım: O zat o sözü bütün nüfus-u emmârenin namına söylemiş gibidir veya söylettirilmiştir. O zaman ben dahi dedim: Madem nefsim emmâredir. Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Öyle ise nefsimden başlarım.

Dedim: Ey nefis! Cehl-i mürekkep içinde, tembellik döşeğinde, gaflet uykusunda söylediğin şu söze mukabil, Beş İkazı benden işit.

BİRİNCİ İKAZ

Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir? Hiç kat’î senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyif için, ebedî dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasaydın ki ömrün azdır, hem faidesiz gidiyor; elbette onun yirmi dörtten birisini, hakikî bir hayat-ı ebediyenin saadetine medar olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek, usanmak şöyle dursun, belki ciddî bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olur.
 

Huseyni

Müdavim
Evet, dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin evlâtlarına karşı şefkatleridir. Ve en âli hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukâbil hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını, kemâl-i lezzetle evlâtlarının hayatı için feda edip sarfediyorlar. Öyle ise, insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılâp etmemiş herbir veled, o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisâne hürmet ve samimâne hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnut etmektir.(Amca ve hala, peder hükmündedir; teyze ve dayı, ana hükmündedir.)

Yirmi Birinci Mektup
 

Mustafa Kalkan

Active member
Haksızlığı hak bilenlere karşı HAK iddia etmek haksızlıktır.

Her dediğin doğru olmalı Fakat her doğruyu demek doğru değildir.

DOKUZUNCU HAKİKAT
Bâb-ı İhyâ ve İmâtedir.
İsm-i Hayy-ı Kayyûmun, Muhyî ve Mümîtin cilvesidir.

Hiç mümkün müdür ki, ölmüş, kurumuş koca arzı ihyâ eden; ve o ihyâ içinde, herbiri beşer haşri gibi acip, üç yüz binden ziyade envâ-ı mahlûkatı haşir ve neşredip kudretini gösteren; ve o haşir ve neşir içinde, nihayet derecede karışık ve ihtilât içinde nihayet derecede imtiyaz ve tefrik ile ihata-i ilmiyesini gösteren; ve bütün semavî fermanlarıyla beşerin haşrini vaad etmekle bütün ibâdının enzârını saadet-i ebediyeye çeviren; ve bütün mevcudatı baş başa, omuz omuza, el ele verdirip, emir ve iradesi dairesinde döndürüp birbirine yardımcı ve musahhar kılmakla azamet-i Rububiyetini gösteren; ve beşeri, şecere-i kâinatın en cami ve en nazik ve en nazenin, en nazdar, en niyazdar bir meyvesi yaratıp kendine muhatap ittihaz ederek herşeyi ona musahhar kılmakla, insana bu kadar ehemmiyet verdiğini gösteren bir Kadîr-i Rahîm, bir Alîm-i Hakîm, kıyameti getirmesin, haşri yapmasın ve yapamasın, beşeri ihyâ etmesin veya edemesin, Mahkeme-i Kübrâyı açamasın, Cennet ve Cehennemi yaratamasın? Hâşâ ve kellâ!

Evet, şu âlemin Mutasarrıf-ı Zîşânı, her asırda, her senede, her günde bu dar, muvakkat rû-yi zeminde haşr-i ekberin ve meydan-ı kıyametin pek çok emsalini ve nümunelerini ve işârâtını icad ediyor. Ezcümle:

Haşr-i baharîde görüyoruz ki, beş altı gün zarfında, küçük ve büyük hayvanat ve nebatattan, üç yüz binden ziyade envâı haşredip neşrediyor. Bütün ağaçların, otların köklerini ve bir kısım hayvanları aynen ihyâ edip iade ediyor. Başkalarını ayniyet derecesinde bir misliyet suretinde icad ediyor. Halbuki, maddeten farkları pek az olan tohumcuklar, o kadar karışmışken, kemâl-i imtiyaz ve teşhis ile, o kadar sür'at ve vüs'at ve suhulet içinde,
kemâl-i intizam ve mizan ile, altı gün veya altı hafta zarfında ihyâ ediliyor.

Hiç kabil midir ki, bu işleri yapan Zâta birşey ağır gelebilsin, semavat ve arzı altı günde halk edemesin, insanı bir sayha ile haşredemesin? Hâşâ!

Acaba, muciznümâ bir kâtip bulunsa, hurufları ya bozulmuş veya mahvolmuş üç yüz bin kitabı tek bir sayfada, karıştırmaksızın, galatsız, sehivsiz, noksansız, hepsini beraber, gayet güzel bir surette, bir saatte yazarsa; birisi sana dese, "Şu kâtip, kendi telif ettiği, senin suya düşmüş olan kitabını yeniden, bir dakika zarfında hafızasından yazacak"; sen diyebilir misin ki, "Yapamaz ve inanmam"?

Veyahut bir sultan-ı mucizekâr, kendi iktidarını göstermek için veya ibret ve tenezzüh için, bir işaretle dağları kaldırır, memleketleri tebdil eder, denizi karaya çevirdiğini gördüğün halde, sonra görsen ki, büyük bir taş dereye yuvarlanmış, o zatın kendi ziyafetine davet ettiği misafirlerin yolunu kesmiş, geçemiyorlar. Biri sana dese, "O zat, bir işaretle, o taşı, ne kadar büyük olursa olsun, kaldıracak veya dağıtacak; misafirlerini yolda bırakmayacak." Sen desen ki, "Kaldırmaz veya kaldıramaz."

Veyahut, bir zat, bir günde yeniden büyük bir orduyu teşkil ettiği halde, biri dese, "O zat, bir boru sesiyle, efradı istirahat için dağılmış olan taburları toplar; taburlar nizamı altına girerler." Sen desen ki, "İnanmam"; ne kadar divanece hareket ettiğini anlarsın.

İşte, şu üç temsili fehmettinse, bak: Nakkaş-ı Ezelî, gözümüzün önünde kışın beyaz sayfasını çevirip, bahar ve yaz yeşil yaprağını açıp, rû-yi arzın sayfasında üç yüz binden ziyade envâı, kudret ve kader kalemiyle ahsen-i suret üzere yazar. Birbiri içinde, birbirine karışmaz. Beraber yazar; birbirine mani olmaz. Teşkilce, suretçe birbirinden ayrı, hiç şaşırtmaz, yanlış yazmaz.

Evet, en büyük bir ağacın ruh programını, bir nokta gibi en küçük bir çekirdekte derc edip muhafaza eden Zât-ı Hakîm-i Hafîz, vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza eder, denilir mi? Ve küre-i arzı bir sapan taşı gibi çeviren Zât-ı Kadîr, âhirete giden misafirlerinin yolunda nasıl bu arzı kaldıracak veya dağıtacak, denilir mi? Hem, hiçten, yeniden bütün zîhayatın ordularını, bütün cesetlerinin taburlarında kemâl-i intizamla zerrâtı emr-i kün feyekûn ile kaydedip yerleştiren, ordular icad eden Zât-ı Zülcelâl, tabur-misal cesedin nizamı altına girmekle birbiriyle tanışan zerrât-ı esasiye ve eczâ-yı asliyesini bir sayha ile nasıl toplayabilir, denilir mi?

Hem bu bahar haşrine benzeyen, dünyanın her devrinde, her asrında, hattâ gece gündüzün tebdilinde, hattâ cevv-i havada bulutların icad ve ifnâsında haşre nümune ve misal ve emare olacak ne kadar nakışlar yaptığını gözünle görüyorsun. Hattâ, eğer hayalen bin sene evvel kendini farz etsen, sonra zamanın iki cenahı olan mazi ile müstakbeli birbirine karşılaştırsan; asırlar, günler adedince misal-i haşir ve kıyametin nümunelerini göreceksin. Sonra, bu kadar nümune ve misalleri müşahede ettiğin halde, haşr-i cismânîyi akıldan uzak görüp istib'âd etmekle inkâr etsen, ne kadar divanelik olduğunu sen de anlarsın. Bak, Ferman-ı Âzam, bahsettiğimiz hakikate dair ne diyor:

"Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye hakkıyla kadirdir." Rum Sûresi, 30:50.

Elhasıl: Haşre mâni hiçbir şey yoktur. Muktazî ise, herşeydir. Evet, mahşer-i acaip olan şu koca arzı, âdi bir hayvan gibi imâte ve ihyâ eden ve beşer ve hayvana hoş bir beşik, güzel bir gemi yapan ve güneşi onlara şu misafirhanede ışık verici ve ısındırıcı bir lâmba eden, seyyârâtı meleklerine tayyare yapan bir Zâtın, bu derece muhteşem ve sermedî Rububiyeti ve bu derece muazzam ve muhît hâkimiyeti, elbette, yalnız böyle geçici, devamsız, bîkarar, ehemmiyetsiz, mütegayyir, bekasız, nâkıs, tekemmülsüz umûr-u dünya üzerinde kurulmaz ve durmaz. Demek, Ona şayeste, daimî, berkarar, zevalsiz, muhteşem bir diyar-ı âhar var, başka bâki bir memleketi vardır. Bizi onun için çalıştırır. Oraya davet eder. Ve oraya nakledeceğine, zahirden hakikate geçen ve kurb-u huzuruna müşerref olan bütün ervâh-ı neyyire ashabı, bütün kulûb-u münevvere aktâbı, bütün ukul-u nuraniye erbabı şehadet ediyorlar ve bir mükâfat ve mücazat ihzar ettiğini müttefikan haber veriyorlar ve mükerreren pek kuvvetli vaad ve pek şiddetli tehdit eder, naklederler.

Hulfü'l-vaad ise, hem zillet, hem tezellüldür; hiçbir cihetle celâl-i kudsiyetine yanaşamaz. Hulfü'l-vaîd ise, ya aftan, ya aczden gelir. Halbuki küfür cinayet-i mutlakadır; HAŞİYE 1 affa kabil değil.
 

Mustafa Kalkan

Active member
İKİNCİ ŞUA
Ey nefs-i bîhuş! Diyorsun ki

"Tek bir sesledir ki, hepsi birden toplanıp huzurumuza getirilirler." Yâsin Sûresi, 36:53.

hem
"Allah'ın san'atıdır ki, herşeyi hikmetle, yerli yerinde ve sapa sağlam yaratmıştır." Neml Sûresi, 27:88.

gibi âyetler, vücud-u eşya sırf bir emirle vedef'î olduğunu; ve
"O herşeyi en güzel şekilde yarattı." Secde Sûresi, 32:7.

gibi âyetler, vücud-u eşya ilim içinde azîm bir kudretle, hikmet içinde dakik bir san'atla, tedricî olduğunu gösteriyorlar. Vech-i tevfiki nedir?

Elcevap: Kur'ân'ın feyzine istinaden deriz:

Evvelâ: Münâfat yoktur. Bir kısım öyledir: iptidadaki icad gibi. Bir kısmı böyledir: mislini iade gibi.

Saniyen: Mevcudatta meşhud olan suhulet ve sür'at ve kesret ve vüs'at içinde nihayet intizam, gayet ittikan ve hüsn-ü san'at ve kemâl-i hilkat, şu iki kısım âyetlerin vücud-u hakikatlerine kat'iyen şehadet eder. Öyleyse, şunların hariçte tahakkukları medar-ı bahis olması lüzumsuzdur. Belki yalnız "Sırr-ı hikmeti nedir?" denilebilir. Öyleyse, biz dahi, bir kıyas-ı temsilî ile şu hikmete işaret ederiz.

Meselâ, nasıl ki terzi gibi bir san'atçı, birçok külfetler, maharetlerle musannâ birşeyi icad eder ve ona bir model yapar. Sonra onun emsalini külfetsiz, çabuk yapabilir. Hattâ bazan öyle bir derece suhulet peyda eder ki, güya emreder, yapılır. Ve öyle kuvvetli bir intizam kesbeder-saat gibi-güya bir emrin dokunmasıyla işlenir ve işler.

Öyle de, Sâni-i Hakîm ve Nakkaş-ı Alîm, şu âlem sarayını müştemilâtıyla beraber bedi' bir surette yaptıktan sonra, cüz'î ve küllî, cüz ve küll herşeye bir model hükmünde bir nizam-ı kaderî ile bir miktar-ı muayyen vermiştir. İşte, bak, o Nakkaş-ı Ezelî, herbir asrı bir model yaparak mucizat-ı kudretiyle murassâ, taze bir âlemi ona giydiriyor. Herbir seneyi bir mikyas ederek havârık-ı rahmetiyle musannâ, taze bir kâinatı o kamete göre dikiyor. Herbir günü bir satır yaparak dekaik-i hikmetiyle müzeyyen, mücedded mevcudatı onda yazıyor.

Hem o Kadîr-i Mutlak, herbir asrı, herbir seneyi, herbir günü bir model yaptığı gibi, rû-yi zemini, herbir dağ ve sahrâyı, bağ ve bostanı, herbir ağacı birer model yapmıştır. Vakit bevakit, taze taze birer kâinatı zeminde kuruyor, birer yeni dünyayı icad ediyor, birer âlemi alıp da diğer muntazam bir âlemi getiriyor. Mevsim bemevsim, her bağ ve bostanda taze taze mucizât-ı kudretini ve hedâyâ-yı rahmetini gösterir, yeni birer kitab-ı hikmetnümâ yazıyor, taze taze birer matbaha-i rahmetini kuruyor, mücedded bir hulle-i san'atnümâ giydiriyor. Her baharda, herbir ağaca sündüs-misal taze bir çarşaf giydiriyor, lü'lü'-misal yeni bir murassaatla süslendiriyor, yıldız-misal rahmet hediyeleriyle ellerini dolduruyor.

İşte, şu işleri nihayet hüsn-ü san'at ve kemâl-i intizamla yapan ve şu birbiri arkasında gelen ve zaman ipine takılan seyyar âlemleri nihayet hikmet ve inayet ve kemâl-i kudret ve san'atla değiştiren Zat, elbette gayet Kadîr ve Hakîmdir, nihayet derecede Basîr ve Alîmdir. Tesadüf onun işine karışamaz
İşte, o Zât-ı Zülcelâldir ki, şöyle ferman ediyor:

"Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece 'Ol' demektir; o da oluverir." Yâsin Sûresi, 36:82.

"Kıyametin gerçekleşmesi göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır." Nahl Sûresi, 16:77.

deyip, hem kemâl-i kudretini ilân, hem kudretine nisbeten haşir ve kıyamet gayet sehl ve külfetsiz olduğunu beyan ediyor. Emr-i tekvinîsi kudret ve iradeyi tazammun ettiğini ve bütün eşya, evâmirine gayet musahhar ve münkad olduklarını ve mübaşeretsiz, muâlecesiz halk ettiği için icadındaki suhulet-i mutlakayı ifade için, sırf bir emirle işler yaptığını, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan ile ferman ediyor.

Hasıl-ı kelâm: Bir kısım âyetler, eşyada, hususan bidayet-i icadında gayet derecede hüsn-ü san'atı ve nihayet derecede kemâl-i hikmeti ilân ediyor. Diğer kısmı, eşyada, hususan tekrar icadında ve iadesinde gayet derecede suhulet ve sür'atini, nihayet derecede inkıyad ve külfetsizliğini beyan eder
 
Üst