Kaderimizde kim varsa onunla mı evlenmek zorundayız?

nurul reþha

Well-known member
11235047.jpg

Değerli Kardeşimiz;

Kader, ALLAH'ın olmuş ve olacak her şeyi bilmesidir. Bu açıdan insanların iradesini ilgilendiren konularda insan iradesine bırakılmıştır.

Kaderi ikiye ayırabiliriz: ızdırari kader, ihtiyari kader.

"ızdırari kader"de bizim hiçbir tesirimiz yok. O, tamamen irademiz dışında yazılmış. Dünyaya geleceğimiz yer, annemiz, babamız, şeklimiz, kabiliyetlerimiz ızdırari kaderimizin konusu. Bunlara kendimiz karar veremeyiz. Bu nevi kaderimizden dolayı mesuliyetimiz de yok.

İkinci kısım kader ise, irademize bağlıdır. Biz neye karar vereceksek ve ne yapacaksak, ALLAH ezeli ilmiyle bilmiş, öyle takdir etmiştir. Sizin sorduğunuz soruda bu alanda müzakere edilmektedir. Yani siz bir aday tipi belirliyorsunuz ve arıyorsunuz. ALLAH’ta sizin istediğiniz vasıflara sahip birkaç kişiyi önünüze çıkarıyor. Sizde bunlardan birini iradenizle beğenip kabul ediyorsunuz. ALLAH’ın alacağınız eşin kim olduğunu ezelde bilmesi kader, fakat sizin iradenizle seçmeniz cüz’i irade dediğimiz insanın sorumluluk sınırlarıdır.

Evlilik de irademize bağlı olan ihtiyari kader kısmındandır. Yani insan kimi ister, kimle evlenirse o kaderi olur.

Evleneceğiniz kişiyi önceden bilmek için çeşitli oruçlar, susuz kalıp gece evleneceğin kişinin su vermesi, yeni taşındığın evin anahtarını yastığının altına koyup evleneçeğin kişiyi görebilmek v.s gibi mevzuatların aslı yoktur. Bunlar hurafe olup itibar etmemek gerekir.

Değerli Kardeşimiz;

İnsan kaderini bilmediğine göre mübah ve meşru olan herşeyi ister. Bu isteği ister kaderinde olsun, isterse olmasın. Bizi bizden daha iyi bilen, bizi bizden daha çok düşünen, kaderimizi, geçmişimizi, geleceğimizi bilen, bizim için hayırlı olanı bizden daha güzel takdir eden Cenab-ı Hak, arzu ettiğimiz, dualarımızı istediğimiz taleplerimizin en iyisi, en güzeli, en faydalısıyla verecektir. Biz hastayız, muhtacız, bizi yoktan var eden Yüce ALLAH hastanın derdini bilen doktor misali bizim istek ve arzularımızı ihtiyacımıza göre verir. Bazan zenginlik isteyenimiz olur, Cenab-ı Hak onun varlık sebebiyle azacağını bildiği için vermez, fakat ona sağlam bir iman, ailevî bir huzur, sağlıklı bir vücut verir; birçok musibet ve belalardan muhafaza eder. Demek ki, duaya cevap verilmiş, fakat en layıkı ihsan edilmiştir.

Dua kaderi nasıl değiştirir? Bu hususta Sevgili Peygamerimiz (a.s.m.) şöyle buyururlar:
“Kaderi ancak dua geri çevirir. Ömrü ancak iyilikler arttırır. Kişi ancak işlemiş olduğu günah sebebiyle rızıktan mahrum kalır.”

Bir başka hadiste ise aynı mesele şöyle ifade edilir:
“İhtiyat ve dikkat etmek ALLAH’ın takdir ettiği şeye fayda vermez. Ancak dua, inen ve inmeyen musibetlere fayda verir. Belâ iner, fakat onu dua karşılar ve kıyamete kadar ona karşı durur.”1

Duanın kaderi değiştirmesi, diğer bir ifade ile çevirmesi şöyle açıklanmaktadır:
Burada değişen kader değil, kazadır. Kader bir şey hakkında verilen karar, kaza da o şeyin uygulanmasıdır. Yani bir insan içten, samimi olarak bir dua eder, Cenab-ı Hak mükâfat olarak o kimsenin başına gelebilecek bir belâyı kaldırır. Burada değişen kader değil, kaderin uygulamadan geri çevrilmesidir.

Meseleyi sizin sorunuza getirecek olursak şunlar söylenebilir: Diyelim ki, nişanlınızın veya beyinizin dinî yaşantısında birtakım hatalar ve eksiklikler var. Namaz kılmıyor, içki içiyor, kumar oynuyor, evine yuvasına ihmalkâr davranıyorsa; onun bu mânevî musibetten kurtulması için dua edersiniz; inşaALLAH ihlâslı duanız onu bu halden kurtarır. Bu arada fiilî dua dediğimiz, bizzat ilgilenme, konuşma, dilinizin döndüğü kadarıyla anlatmayı da ihmal etmezsiniz. Bu arada anlattıklarınızı, onda görmek istediklerinizi de kendiniz bizzat tatbik eder, yaşarsınız; halinizle, davranışlarınızla ona örnek olursunuz. İmrenilecek, taklit edilecek bir tavır sergilersiniz

1 et-Tergîb ve’t-Terhîb, 2: 481-482.

Mehmed Paksu
Aileye Özel Fetvalar

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
 

YILDIZNAME

Well-known member
kalu belada yaratılan tüm ruhların ismi ,cismi, nerede, kimden doğacağı,ne kadar yaşayacağı ve kaç çocuğu olacağı belli değil miydi?Allah ezeli ilmiyle yaratılan her şeyin hayatını tertip ve düzen altına almış gelişi güzel ,başı boş bırakmamış diye biliyorum.Ayrıca Hz.Adem doğacak tüm çocuklarını (soyundan gelecek peygamberleri)ismi ve cisimleriyle görmüş diye okumuştum.Evlilikte kader değilmiş ben yaptım demek çok kötü insanı etkiliyor suçluluk duygusu, haline rıza gösterip sabırla yürütmeyi de engelliyor birde eskiden birbirlerini görmeden evlenen insanları nasıl açıklarız kader değilse irade nerde kullanıldı.Şimdiki insanlar iradeyle evleniyorlarsa onlara haksızlık mı yapıldı?Bediüzzaman Hz.lerinin her şey kader ile takdir edilmiştir kaderine razı ol ki rahat edesin sözü evliliği kapsamıyor mu? Bilgi verirseniz çok memnun olucam çünkü gerçekten kafam karıştı belki de ben yazıyı anlayamadım selamlar
 

YILDIZNAME

Well-known member
Evet en doğru ve kolay anlaşılır cevap böyle olmalıdır Tamamen kaderdir yada iradedir diyenler tekrar araştırıp düşünsünler mesuliyet altına giriyorlar kafa karıştırıp huzursuzluğa sevk ediyorlar yarım doktor candan eder yarım hoca dinden eder demişler Allah razı olsun
 

nurul reþha

Well-known member
kalu belada yaratılan tüm ruhların ismi ,cismi, nerede, kimden doğacağı,ne kadar yaşayacağı ve kaç çocuğu olacağı belli değil miydi?Allah ezeli ilmiyle yaratılan her şeyin hayatını tertip ve düzen altına almış gelişi güzel ,başı boş bırakmamış diye biliyorum.Ayrıca Hz.Adem doğacak tüm çocuklarını (soyundan gelecek peygamberleri)ismi ve cisimleriyle görmüş diye okumuştum.Evlilikte kader değilmiş ben yaptım demek çok kötü insanı etkiliyor suçluluk duygusu, haline rıza gösterip sabırla yürütmeyi de engelliyor birde eskiden birbirlerini görmeden evlenen insanları nasıl açıklarız kader değilse irade nerde kullanıldı.Şimdiki insanlar iradeyle evleniyorlarsa onlara haksızlık mı yapıldı?Bediüzzaman Hz.lerinin her şey kader ile takdir edilmiştir kaderine razı ol ki rahat edesin sözü evliliği kapsamıyor mu? Bilgi verirseniz çok memnun olucam çünkü gerçekten kafam karıştı belki de ben yazıyı anlayamadım selamlar

''kalu belada yaratılan tüm ruhların ismi ,cismi, nerede, kimden doğacağı,ne kadar yaşayacağı ve kaç çocuğu olacağı belli değil miydi?Allah ezeli ilmiyle yaratılan her şeyin hayatını tertip ve düzen altına almış gelişi güzel ,başı boş bırakmamış diye biliyorum.Ayrıca Hz.Adem doğacak tüm çocuklarını (soyundan gelecek peygamberleri)ismi ve cisimleriyle görmüş diye okumuştum.''

yukarıdaki yazı evlilik bahsi ile alakalıdır bu söyledikleriniz hakkında bilgilere erişebilmek için buraya bakabilirsiniz : http://www.risaleforum.net/islamiye...lah-tan-geldigine-iman/33580-kader-nedir.html

Evlilikte kader değilmiş ben yaptım demek çok kötü insanı etkiliyor suçluluk duygusu, haline rıza gösterip sabırla yürütmeyi de engelliyor birde eskiden birbirlerini görmeden evlenen insanları nasıl açıklarız kader değilse irade nerde kullanıldı.Şimdiki insanlar iradeyle evleniyorlarsa onlara haksızlık mı yapıldı?


Cevaben:Başta evlilik olmak üzere, irademizle tercih etiğimiz her şey ihtiyari kader

Zira Resulullah (a.s.m.); evlenecek kişilerin dikkat etmesi gereken hususları bir bir saymaktadır. Eş adaylarında aranması gereken vasıflar, açık bir şekilde ifade edilmektedir. Bizim de bunlara dikkat etmemiz lazım. Eğer evleneceğimiz kişi, bizim tercihimiz hesaba katılmadan daha önce belirlenmiş ise, neden Allah Resulu bu şartlara riayet etmemizi istesin.

Demek tercihi biz yaparız, Allah'ta nasip ederse evlilik tahakkuk eder. Ama Allah nasip etmezse ne yaparsak yapalım, evlilik tahakkuk etmeyecektir.

Buradaki ince nokta: Allah bildiği için yapmıyoruz. Biz yapacağımız için Allah biliyor. Zaten Allah’ın geleceği bilmemesi düşünülemez. Bilmese veya bilemese yaratıcı olamaz.

Buna bir örnek verelim; Allah dostu evliyadan bir öğretmen düşünelim. Öğrencilerinden birisine “yarın seni şu kitaptan imtihan edeceğim.” diyor. Fakat öğretmen Allah’ın izniyle onun filim, maç, oyun, eğlence, derken sabah okula çalışmadan geleceğini bilerek, akşamdan karnesine “0” yazıyor. Ertesi sabah öğrenci sorulan sorulara cevap veremiyor ve sıfırı hak ettiğini bildiği anda, öğretmen cebinden not defterini çıkarıp “senin çalışmayıp sıfır alacağını bildiğim için önceden deftere sıfır yazmıştım” diyor. Buna karşı öğrenci “Hocam sen sıfır yazdığın için ben sıfır aldım. Yoksa geçer puan yazsaydın geçerdim.” diyebilir mi?

Demek ki Allah yazdığı için biz yapmıyoruz, bizim yapacağımız şeyleri bilerek Allah yazıyor. İşte buna kader diyoruz.
dahilindedir, kader Allah'ın ilmidir. Allah'ın ilminin dışı yoktur ki; ona girmeyen bir şey olsun. Mutlak kaderden maksadınız; insan iradesi karışmadan Allah kimi belirlemişse, bizde bilmecburiye gidip onunla evlenmek zorundayız, şeklinde algılıyorsanız. bu yaklaşım doğru değildir.


Eskiden birbirini görmeden yapılan evlilikler ve zorla yapılan evlilik hakkında ise en güzel örnek gene Efendimiz zamanınd ayaşanmış bir hadise aracılığıyla aktaracak olursak:

Kız veya erkek, ölüm, şiddetli dayak veya uzun müddet hapis tehdidiyle nikâh akdine zorlanırlarsa, yapılan evlenme akdi fasit olur. Resulullah (a.s.m.) bu hususta şöyle buyurmuşlardır:

“Cenab-ı Hak, hatâ, unutma ve zorlanma ile yapılan amellerden dolayı ümmetimi benim için affetti.” (İbni Mâce, Talâk: 16)

İmam Neseî’nin rivayet ettiği şu hadis-i şerif bu meseleye çok güzel bir ışık tutmaktadır:

Ensar’dan Hidame’nin kızı Hansa, Hz. Âişe’nin huzuruna girer ve şu şikâyette bulunur:

“Babam itibarını arttırmak için beni kardeşinin oğlu ile evlendirdi. Ben ise istemiyorum.”

Hazret-i Âişe, “Resulullah (a.s.m.) gelinceye kadar bekle” diye oturtur. Resulullah (a.s.m.) teşrif edince, Hz. Âişe durumu ona anlatır. Resulullah (a.s.m.) hemen kızın babasını çağırtır ve evlenme yetkisini kıza verir.

Bunun üzerine Hansâ Resulullaha (a.s.m.) şöyle der: “Yâ Resulallah! Ben babamın yaptığı bu nikâhı kabul ediyorum, ancak babaların, kızlarına evlilikte böyle yetkisinin olmadığını bildirmek istedim.” (Neseî, Nikâh: 36)

Burada babaların yetkisinin alınmasından maksadın, kızlarını zorla evlediremeyeceklerini anlıyoruz. Yukarıdaki her iki hadis de, kızın rızasının evliliğin sahih olmasının şartlarından birisi olduğunu göstermektedir. Zorlama, rızayı ortadan kaldırdığından evlilik sahih olmamaktadır.

Bu hüküm cumhur olarak bildiğimiz müçtehid imamların ekserisinin görüşüdür. Yalnız Hanefi mezhebi bu hususta farklı bir görüş bildirir. Onlara göre, esas itibariyle rıza, nikâhın sıhhatinin şartlarından değildir. Bu meseleye delil olarak nikâh akdinde ciddiyetin de, şakanın da aynı hükümde olduğuna dair hadis-i şerifi getirirler.

Ancak, cumhurun bu husustaki görüşü kurulacak yuvanın sıhhati ve tarafların mağduriyetini önleme açısından daha isabetlidir.


Bediüzzaman Hz.lerinin her şey kader ile takdir edilmiştir kaderine razı ol ki rahat edesin sözü evliliği kapsamıyor mu? Bilgi verirseniz çok memnun olucam çünkü gerçekten kafam karıştı belki de ben yazıyı anlayamadım selamlar

bu soruyada cevaben: Kader, büyük ve küçük olmak üzere iki daireden oluşur. Büyük daire insan iradesinin geçerli olmadığı ve tesirsiz kaldığı bir dairedir. Bu büyük dairede insanın iradesi değil, Allah’ın takdiri hükmeder, insan bu dairede mutlak cebir içindedir. Bu daire, insanın başına gelecek her dert musibet, hastalık, sıkıntı, sevinç, nimet ve vesaireyi içine alan bir dairedir. İnsanın hangi ana babadan, hangi memlekette ve hangi şartlar içinde yaşacağını bu daire belirler.

Diğer küçük daire ise insanın cüzi iradesine bırakılmıştır. Bu daire iman veya küfür, günah veya sevap, iyilik veya kötülük gibi şeylerin tercih edildiği bir dairedir. Bunların icadı ve yaratılması yine Allah’a aittir; lakin özgürce seçilmesini Allah sonsuz adaleti gereği olarak insana bırakmıştır. Yani insan iyiliği veya kötülüğü seçer Allah da bu seçileni yaratır. Öyle ise yaratan değil, seçen mesuldür.

"Her şey kaderle takdir edilmiştir, kısmetine razı ol ki rahat edesin." sözü daha ziyade kaderin büyük dairesine bakıyor. Yani insanın seçim alanı olmayan büyük dairedeki takdirlerden insan mesul değildir. İnsan ancak küçük dairedeki seçimlerden mesuldür. Nitekim kader bir yazıdır, bizim önceden ne yapacağımızı Allah ezeli ilmi ile bildiği için oraya yazmış, yoksa küçük dairede, oraya yazdığı için biz yapıyor değiliz. Küçük dairede Allah’ın ilmi bizim yapacaklarımıza tabidir, yoksa biz ona tabi değiliz.


umarım bu bilgiler kafanızdaki soru işaretlerini giderir selam ve dua ile
 

nurul reþha

Well-known member
Allahu alem..benimde kafam karıştı şimdi :dft005:
Evlilikte söz konusu (sadece) ihtiyari kader kısmındanmıdır?

Seyyah kardeşim bu konuyla ilgili gerekli açıklamanın yukarıda ifade edildiğini düşünüyorum son olarak ''İlmihal,iman ve ibadetler 1'' adlı Ankara 2006(Diyanet İşleri Başkanlığı) basımlı kitaptan bir kısım daha yazıyorum:

b) Kaza Ve Kadere İman( sfy:133)


...
Kader konusunda bilinmesi gereken bir başka hususta şudur:Kader iç yüzünü ancak Allah'ın bilebileceği, mutlak ve kesinbir biçimde çözümlenmesi mümkün olmayan ilahi bir sırdır. Zaman ve mekan kavramlarıyla yoğurulmuş bulunan insan aklı, zaman ve mekan boyutlarının söz konusu olmadığıbir ilahi ilmi irade ve kudreti kavrayabilme güç ve yeteneğinde değildir. Kader konusunu kesin bir biçimde çözmeye girişmek, insanın kapasitesini zorlaması ve imkansıza talip olmasıdır.

d) Allah'ın İradeli Fiilleri ve Fiillerinin Yaratılması
aa) Allah'ın Ve İnsanın İradesi
...
Allah' ın iradesi ezelidir,sozsuzdur,sınırsızdır,herhangi birşeyle bağlantılı değildir, mutlaktır. İnsanın iradesi ise; sosnlu sınırlı zaman ve mekan vb. şeylerle bağlantılıdır.Evrende meydana gelen her olay ve varlık Allah'ın tekvini (oluşumla ilgili) iradesi ile meydana gelir. Kul da Allah'ın kendisine tanıdığı sınırlar içinde fiilini seçer.

bb)İnsan İradesi Ve Fiildeki Rolü

Yüce Allah , insanların irade sahibi ,dilediğni yapabilir bir varlık olmasını irade ve takdir buyurmuş ve onları bu güç ve kudrette yaratmıştır. Bu sebeple insanlar kendi istek ve iradeleriyle bir şey yapıp yapmamak gücündedirler. iki yönden birini tercih ederek seçebilirler. İnsanın sevabı ve cezayı hak etmesi , belli işlerden sorumlu olması bu hür iradesi sebebiyledir. Fiilin meydan gelişinde kulun hür iradesinin etkisi vardır.Fakat fiillerin yaratıcısı Allah-u Tealadır. Bu durumda fiili tercih ve seçmek (kesb) kuldan, yaratmak (halk) Allah'tandır. Kul iyi veya kötü yönden hangisini seçer ve iradesini hangisine yöneltirse Allah onu yaratır. Fiilde seçme serbestiyeti olduğu için de kul sorumludur. Hayır işlemişse mükafatını , şer işlemişse cezasını görecektir.

İnsanın hür bir iradeye sahip olduğunu ve bu iradesinden dolayı sorumlu ve yükümlü olduğunu gösteren ayetlerde vardır:

''Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim.''(eş-şems 91/ 7-8)

'' Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik.İster şükredici olsun, ister nankör''(el-insan 76/3)
 

YILDIZNAME

Well-known member
çabalarınıza çok teşekkür ederim gerçekten hiçbir kasıtlı kötü niyetim olmadığını sadece öğrenmek niyetiyle sorduğumu belirtmek isterim hiçbir yere bağlı değilim ilgim merakım sebebiyle risalei nurları duyduğumdan itibaren okuyup anlamaya ve yaşamaya gayret eden biriyim öğrendiğim herşeyi akıl ve kalp süzgecinden geçirip kabul etme alışkanlığım vardır şimdi konuya dönelim diyanetin yazısı doğru kadere imanın sınırlarını ayetlere dayalı çizmiş bizim konumuz bu değil hepimiz kadere inanıyoruz ki burdayız iradenin ne olduğunu niçin yaratıldığını biliyoruz imtihan sırrını anlıyoruz bunlarda sıkıntı yok iradenin net kullanılacağı alanları haram ve helalleri çok şükür biliyoruz Allahın külli dairedeki değiştirilemeyen kaderi de anlıyorum(cinsiyeti,milleti,doğumyeri ve tarihini,anne ve babayı, ölüm şekli yer ve zamanını seçememe...gibi)teslim ve rıza gösteriyor Allahın işine karışmıyorum benim sıkıntım kader konusunu arkadaş hayatımızın dönüm noktası olan evlilikle sınırlandırınca sonuçta da tamamen iradedir denilince başladı bana göre adı üstünde cüzi iradede bile görülmeyen Allahın külli iradesi hüküm sürer HZ.Adem ve havva anamızın evlilğinde irade nerdeydi?ilk cinayet kız yüzünden işlenmedi mi?kabil emredilene uymayarak habilin nasibini almak istemiş habilin evleneceği kız daha güzel hem benimle birlikte doğdu benim hakkımdır diyerek iradesini kullanınca işler karışmadı mı sonuçta Allaha bırakalım hediye sunalım kiminkini alırsa kızı o alır deyip anlaşılınca habilin hediyesi kabul edildi kıskanç kardeş ilk cinayeti işlemedi mi? hepsi kader hepsi imtihan sırrının bir parçası değil mi?peygamber (sav)efendimizin evlendirdiği Suheyb ve Hifa sahabelerin evliliğini düşünelim selamlar
 

YILDIZNAME

Well-known member
HÎFÂ HATUN (r.anhâ)

Kadın sahâbîlerden. Medine-i Münevvere’de güzelliği ve ahlâkı ile meşhûrdu. Tevekkül sahibi kazaya rızâ gösteren ve Hz. Resûlullah’a çok bağlı olup, her sözünü dinlerdi. Âhireti çok düşünüp, hiç aklından çıkarmazdı. Hep ahirete hazırlanıp, ona yarar ameller işlemeye çalışırdı. Hîfâ Hatun, bir gün Peygamber efendimizin huzuruna gelerek, “Ey Allah’ın Resûlü! Bana beni Cennet’e götürecek bir iş (amel) öğret” dedi. Bu arzu ve isteği üzerine Resûlullah (s.a.v.) “Önce bir erkekle evlenmen lâzımdır. Bununla dînin yarısını emniyete alırsın.” buyurdu. Bu emir üzerine; “Ey Allah’ın Resûlü! Küfvüm, (dengim) kim olabilir? Bana Habeşistan hükümdârı Melik Necâşî evlenme teklifinde bulundu. Fakat, ben onun bu teklifini kabul etmeyip, geri çevirdim. Hatta yüz deve ile birçok zînetler veren de oldu. Onu da kabul etmedim. Bu gün ise ahirette kurtuluşun evlenmekte olduğunu buyuruyorsunuz. Yâ Resûlallah! Siz kimi beğenip, uygun görürseniz, ben ona râzıyım” dedi. Resûlullah (s.a.v.), Hîfâ Hatun’a Eshâbından kimin ismini verirse, diğerlerinin ümidsiz olacağını anlayıp, “Mescide en evvel kim gelirse, onunla evlen.” buyurdu. Sahâbîlerin hepsi bu duruma râzı oldu. Allahü teâlâ, onlara (Eshâba) öyle bir uyku verdi ki, hiçbir sahabî erken uyanamadı. Resûlullah (s.a.v.) önce kimin geleceğini merakla bekliyordu. Birdenbire Süheyb (r.a.) göründü. Süheyb, kimsesi olmayan, fakir, rengi siyaha yakın, görünüşü güzel olmayan, uzun boylu, zaif ve çelimsiz, ince yapılı bir sahabîydi. Hifâ Hâtun ise, son derece güzel ve zengindi. Resûlullah (s.a.v.) namazdan sonra Hifâ Hatun’u (r.anha), çağırarak durumu bildirdi. Hîfâ (r.anha) Allahü teâlâ’nın kazâsına râzı olduğunu, Hz. Resûlullah’a arz etti. Resûlullah (s.a.v.) bu durum üzerine hutbe okudu, nikah akdi yapıldı ve; “Ey Süheyb! Kalk bu hanımın için bir şey al. Hanımının elinden tut, evine götür.” Buyurdu. Süheyb (r.a.); “Ya Resûlallah! Dünyalık olarak yanımda ne bir dirhem gümüşüm, ne de içinde yatacak ve barınacak bir evim var. benim evim mesciddir.” Dedi. Bunları işiten Hifâ Hâtun (r. anha), Süheyb’e (r.a.) onbir dirhem gümüşlük bir kese göndererek, filanca yerdeki hazır konağı da O’na hediye ettiğini bildirdi. Süheyb’in kendisini götürmesini istedi.

Resûlullah (s.a.v.) onlara çok duâ etti. Eshâb-ı Kirâm da, Hifâ Hatun’un bu hareketini çok övüp, Allahü teâlâ’ya hamd ettiler. Süheyb ve Hifâ Hâtun kalkıp, konağa gittiler. Yemekten sonra, yatma vaktinde, Hîfâ hatun (r.anha) “Ey Süheyb! İyi bil ki, ben sana nimetim, sen bana mihnetsin (sıkınrı veren). Sen bu nimete şükür, ben bu mihnete sabır için, gel, bu geceyi ibadet ve taatle geçirelim. Sen şükür ediciler, ben de sabr ediciler sevabına kavuşalım. Çünkü Resûlullah (s.a.v.) “Cennet’te yüksek çardak vardır. Burda yalnız şükr edenler ve sabr edenler bulunur” buyurdu, dedi.

Zifaf gecesi ikisi de Allahû teâlâ’ya karşı ibâdet ve taatta bulundular. Süheyb (R.a), Mescide geldi. Cebrâil (a.s.) geceki durumdan Hz. Resûlullah’ı haberdar etti. Cennet ve Cemâl-i ilahi ile müjde verdi. Resûlullah (s.a.v.); “Ey Süheyb, geceki halini, sen mi anlatırsın, ben mi söyleyeyim?” buyurunca Süheyb (r.a.) Yâ Resûlallah siz söyleyiniz dedi. Peygamber efendimiz (s.a.v.) durumları hakkında bilgi verdikten sonra; “Siz Cennetliksiniz ve Allahü teâlâyı göreceksiniz.” müjdesini verdi. Süheyb (r.a.) sevincinden ve Allahü teâlâyı görmek ve O’na kavuşmak aşkından secdeye kapanarak şöyle duâ etti; “Ya Rabbi! Eğer beni mağfiret ettiysen, günahlara buluşmadan ruhumu ruhumu al.” Dedi. Allahü teâlâ, O’nun bu duâsını kabul ederek, secdede ruhunu aldı. Eshâb-ı Kirâm bu duruma ağladı. Resûlullah (s.a.v.), “Daha şaşılacak şey Hifâ’nın da bu anda ruhunu Hakka teslim etmiş olmasıdır.” Buyurdu. Her ikisinin de namazını kılarak yanyana defn ettiler. Başları ucuna iki tahta diktiler. Tahtanın birine; “Bu Allahü teâlâ’nın nimetine şükr edenin kabridir.” Diğerini de; “Bu Allahü teâlâ’nın mihnetine sabr edenin kabridir.” diye yazdılar. Eshâb-ı kirâm’ın Allahü teâlâ’ya karşı aşkları ve Resûlullah’a (s.a.v.) karşı bağlılıkları bu kadar kuvvetliydi.

Hîfâ Hatun’un tevekkülü, kazâya rızâsı ve sabrı asırlardır anlatılıp, herkes tarafından sevilip, imrenilmesine rağmen nesebi ve başka hayat hikâyesi bilinmemektedir. O gönüllerde taht kuran bir sultandı.

[FONT=&quot]1)[/FONT]Rıyâd-un-nâsıhîn sh. 225

[İSLÂM ÂLİMLERİ ANSİKLOPEDİSİ//HİCRÎ BİRİNCİ ASIR ÂLİMLERİ]
 

nurul reþha

Well-known member
Yıldızname kardeşim evvela sana seyyah kardeşe ve diğer kardeşlere teşekkürlerimi sunuyorum...
Okuduğum bu yazının ehemmiyetine binaen paylaşmış bulunduğum yazı hakkında düşüncelerinizi paylaşmanız benimde kader olayını gerçekten teferruatlı bir şekilde araştırmama vesile oldu.Bununla ilgili okuduğum son yazıda sizin anlattıklarınızı daha iyi anladım.Sizlerle paylaşıyorum...

EŞ SEÇİMİ VE KADER BAĞLANTISI

Yazar: Yasemin YAŞAR 02.10.2010 Gerek hanımlar, gerekse genç kızlarla yaptığımız kader sohbetlerinde evlilikte eş seçimi meselesinin kaderî boyutu çok konuşulan, sorulan ve tartışılan meselelerden olmuştur. Genelde evlilik adımlarında cüz-i ihtiyârînin çok devrede olmadığı, bu birlikteliğin cebri (ızdırârî) bir kaderle meydana geldiği görüşü hakim görüştür.
Öncelikle şunu tesbit etmeliyiz ki, evlilik kaderî bir mesele olup, ister ızdırârî, ister ihtiyârî olsun meşîet-i İlâhînin asıl olduğu bir fiildir. Bu konuya bu açıdan yaklaşım, kader ile ilgili ileri geri konuşmaları engelleyecek bir kul yaklaşımıdır.

Bu meseleyi anlamak için kaderin yani Allah’ın takdirinin şu üç şekilde gerçekleştiğini hatırlamakta fayda vardır.

Bunlar; kul, bir şeyin olmasını ister, ancak Allah onun olmasını murad etmezse, o fiil vücuda gelmez. Eğer vücuda gelmeyen bu arzu, hayır ise, kul niyetinin mükâfatını görür. Şer ise, durum biraz daha farklılaşır, bu konu ayrı bir konudur.

İkinci husus ise, kul bir şeyin olmasını ister, Allah da onun olmasını murad ederse, o fiil vücuda gelir. Bu fiilin yaratılmasına kulun cüz’î iradesi sebep olduğundan dolayı kul bu fiilinden mes’uldür. Hayır ise, mükâfat; şer ise ceza görür.

Üçüncü olarak, kulun hiçbir müdahalesi olmaksızın, sırf Allah’ın dilemesi ile yaratılan fiillerdir. Bu fiillere kulun cüz’î iradesi karışmaz. Genelde Allah bir kulunu sabır veya şükür imtihanına tabi tutacaksa, o fiili cüz’î irade olmaksızın yaratır.

İşte kaderin bu üç hükmü veçhesinden meseleye bakmak gerekir.

Bu noktalardan hareketle, eş seçimi meselesinde iki yaklaşım bulunmaktadır. Bunlardan birisi, Allah’ın, ezelî ilmiyle, evlenecek kadın ve erkeğin cüz’î iradelerini kullanarak, birbirleriyle evlenmek isteyeceklerini bilmiş ve kaderde takdir etmiş olmasıdır. Yani “İlim, malûma tâbîdir” görüşü asıldır.

İkinci yaklaşım ise; ya şükür ya da sabır imtihanı için kulun cüz’î iradesi karışmaksızın Allah iki kişiyi karşılaştırır ve onları evlendirir.

Gerek ihtiyarî, gerekse ızdırârî olarak gerçekleşen evliliklerde mutluluk, uyum söz konusu ise, bu şükredilecek bir nimettir.

Fakat esas sorun ve soruların yoğunlaştığı kısım, mutsuz evlilikler, tercih edilmeyen bir eşin kısmeti olması veya hiç tercihte bulunmadan zorla evlendirilmelerin kader bağlantısı noktasıdır. Üstelik bu soruyu soranların içinde bulunduğu konuma göre de (evli-bekâr) cevap değişiklik arz edecektir.

Meselâ, evliliğe adım atmamış olanlar için, ızdırârî kader yaklaşımı, cüz’î iradeyi ref eden cebrî bir yaklaşım olup, insanı sorumluluktan uzaklaştırıp, duâ kapısını kapayan ve tembelliğe atan bir düşünce olacaktır. Zira insan, her ne olursa olsun, vicdanen hissettiği iradesinin hakkını vermelidir. Çünkü âyet ve hadislerde nasıl bir eş seçilmesi gerektiğine dair öğütler ve emirler bulunmaktadır. Bunlardan birisi, Peygamber Efendimizin (asm) meâlen eş seçimi ile ilgili şu hadisidir: “Bir kadın şu dört şey için nikâh edilir: Soyu, güzelliği, zenginliği ve diyaneti. Siz, dindar olanını tercih edin” tavsiyesi, tercihler için pusula niteliğindedir.

Gelelim evlenmiş, fakat evlilik hayatında mutsuz olan, yanlış bir eşle evlendiğini düşünen kişilerin bu meseleye yaklaşımının nasıl olacağına. Biz kulların bu meselede, ızdırârî kader mi hükmediyor, yoksa ihtiyârî kader mi olduğunu düşünmekten ziyade, bir âdî şart hükmünde olan iradeyi, iradedeki meyli veya meyildeki tasarrufu hangi istikamette kullanacağımız meselesidir. Zira kişi iradesini kullanır, Cenâb-ı Hak da meşîet ederse, bu evlilik gerçekleşir.

EŞ SEÇİMİNDE TERCİHLERİN ALT YAPISI VE NİYETLERİN BELİRLEYİCİLİĞİ

Evlilik bir anda, bir görüşte olan bir tercih değildir. Hakikatte yapılan her tercihin bir alt yapısı ve niyet temeli mevcuttur. Kişinin küçüklüğünden beri yaşadığı çevreden edindiği izlenimleri, genetik yatkınlıkları, kültürel değerleri ve her şeyden önemlisi, ergenlikle beraber kazanmış olduğu temyiz yeteneği ve kendi hayat görüşü, mânevî alt yapısı, niyeti ve niyetindeki samimiyeti, tercihlerini belirleyici, belki de hâl diliyle yaptığı duâlar nev'îndendir.

İşte meseleye bu zaviyeden bakıldığında, inandığı değerleri hayatında tercih ettirici sebepler olarak değerlendirmeyenlerin iman ve amel, inanç ve yaşantı arasında derin farkları olan insanların ve böyle önemli bir meselede duâ etmeyenlerin yanlış tercihler yapma ihtimali yüksektir.

Evet, insan nefsini günahlarla ve haramlarla beslerse ve nefsi kuvvetlenirse, artık bu kimsenin akıllı ve imanlı olması yeterli olmayacaktır. Aklı tasvip etmemesine, imanı rıza göstermemesine rağmen günahlara, yanlışlara yönelebilecektir. Hatta bu günah ve yanlış tercihlere imanından feryatlar yüksele yüksele sürüklenecektir. Çünkü insanda nefis ve vehim beraber çalışırsa, akıl ve kalp mağlûp olur ve o insanın hayatında anlık lezzetlerin peşinde koşan nefis hâkim olacaktır. Bu da otomatik olarak hayatının yol kavşakları olan hayır ve şer noktalarında tercihlerini hep yanlışta kullanmasına sebep olacaktır.

Bizler meşiet-i İlâhiyeyi sorgulamak durumunda değiliz. Zira Bediüzzaman, “Kaderi tenkit eden başını örse vurur kırar” demiştir. Fakat cüz’i ihtiyarımızı, meyillerimizi ve inayet-i İlâhiyenin celbine vesile olacak tavır ve davranışlarımızı kontrol edebiliriz. Bu yüzden irademizin hakkını verip, bu tercihlerimizi Kur’ân ve sünnete göre belirlediğimizde Cenâb-ı Hak da meşîet ederse, hayırlı ve mutlu evlilikler gerçekleşecektir. Bu bir şükür vesilesidir. Fakat yine cüz’î ihtiyar ile Kur’ân ve sünnet dikkate alınmaksızın, nefsî tercihler sonucunda da Cenâb-ı Hak meşiet ederse, bu sefer mutsuz ve kötü evlilikler gerçekleşebilecektir.

Bir de meseleye ızdırârî (cebrî), yani cüz’î irade devreye girmeksizin oluşan evlilikler açısından bakmak gerekecektir. Zira bir çok insan da evlilik tercihinin hâl-i hazırda yaşıyor olduğu insan olmadığını, hiç düşünmediği tarzda bir insanla hayatını birleştirdiğini söylemektedir. Bu durumda kişi, eğer hayırlı bir niyet edinmiş, tercihini Kur’ân ve sünnet ışığında belirlemiş, fakat Cenâb-ı Hak böyle bir eş nasip etmemiş olabilir. Bu durumda kişi, iyi niyetinin mükâfatını alacaktır. Böyle bir meselede kişinin dünya ve ahiret kaybına uğramaması ve ruh dünyasını bozmaması için şu şekilde yaklaşım tarzında bulunması sağlıklı olacaktır.

Eğer ızdırârî kaderle gerçekleşen mutlu bir evlilik yapmışsa, bu şükür imtihanı anlamına gelir. Fakat birbirine münasip olmayan, mutsuz bir evlilikse, o zaman kişi sabır imtihanına girdiğini düşünmelidir. Kısmetine rıza göstermek, samimiyet ve ihlâsı bozmamak ve sabretmek şartıyla, neticede ya bu dünyada er geç mutluluğu ve huzuru yakalayacak ya da sabrı neticesinde cennetin anahtarını bu evliliğin neticesinde kazanacaktır. Üstelik Allah hiç kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez. Her dağa kaldırabileceği kadar kar yağar. Bu yaklaşım, kaderi tenkit etmekten ve kişinin psikolojisini bozulmaktan kurtaracak doğru bir yaklaşım olacaktır.

Allah’ın meşîetini insanın sorgulama hakkı yoktur. Nasıl annemizi, babamızı, cinsiyetimizi ve milliyetimizi biz belirlemiyor ve itiraz etmiyorsak, bu durumu da aynı şekilde değerlendirmek kulluğa yakışan tavır olacaktır. Bir çok peygamber kendi iradeleri devreye girmeksizin, Cenâb-ı Hakk’ın meşietiyle türlü türlü zor imtihanlara tâbi tutulmuşlardır. Hazret-i Eyyüb’ün sabır imtihanı, Hazret-i Yusuf’un nefis imtihanı hep bu nevdendir.

Allah’ın âdil olduğu ve hikmetsiz iş yapmadığı akıldan çıkarılmamalıdır ki, kişi başına gelenlerle ve yaşadıklarıyla Allah’ı ve kaderi suçlamasın. Zirâ bu hal, kulun kaybı anlamına gelir.

Hâsılı, hiçbir kul günahtan, yanlışlardan hâlî değildir. Bu yüzden her iki halde de, yani evliliğini, gerek ihtiyarî, gerek cebrî kaderin hükmüyle gerçekleştirmiş olsun, en doğru yaklaşım, “İyilikler Allah’tan, kötülükler kendi kusurum sebebiyledir” yaklaşımı, kul yaklaşımıdır. Olumsuz olan her şeyde, musîbet, mutsuzluk, sıkıntı ve belâlarda kullanabileceğimiz anahtar bir cümle niteliğindedir. Çünkü bu yaklaşım insanı çözümsüzlük, ümitsizlik, mutsuzluk ve sıkıntıdan kurtaracak; kişiyi kendi dünyasına çevirip, özeleştiri yapmasını sağlayacaktır. Aksi yaklaşımda, sıkıntı ve mutsuzluğun sebebi olarak ya kaderi suçlayacak, ya çevreyi, ya eşini, ya şartları…

“İyilikler Allah’tan, kötülükler kendi kusurum sebebiyle” yaklaşımı aynı zamanda nefsi terbiye etmeye yönelik bir düşüncedir. İnsanı ciddî anlamda kulluğa çeken, istiğfar, tevbe ve duâları arttırmaya dâvet eden, musîbetlere, sıkıntılara ve mutsuzluklara Cenâb-ı Hakk’ın emirber bir neferi mülâhazasıyla yaklaşmaya sebep olan bir düşünce tarzıdır.

Biz kullar, böyle önemli olan izdivaç meselesinde bize düşen kısmı düşünüp, hayatımızın bize bakan veçhesini kontrol etmeye çalışmalıyız. Böyle önemli kararlarda tercihlerimizi hayırdan yana kullanmak için, inandığımız gibi yaşamaya ve inayet-i İlâhiyeyi celb edecek davranışlarla hayatımızı tanzim etmeye çalışmalıyız. Bu, evlilikten önce de, evlendikten sonra da kul olarak yapabileceğimiz ve bize düşen bir yaklaşımdır.

İnsan esbap dairesinde yaratıldığından, Müsebbibü’l-Esbab’a tam itimat etmekle beraber, her zaman sebepleri yerine getirmekten mes’uldür. Sebepleri yerine getirmek, (iradeyi, rıza-i İlâhî doğrultusunda kullanmak) isteneni icat değil, beklenen neticeyi hâl diliyle Cenâb-ı Hak’tan dilemek için bir vaziyet almaktır.

Ayrıca hayatiyet arz eden önemli tercihlerde isabetli olabilmek için ihlâslı olmak çok mühimdir. Zira Allah, kötülükler ile insanın meyilleri arasına ihsan ve lütufla girer. Fakat bu ihsanı, ancak ihlâslı kulları içindir. Bundan başka istişareli adımlar atmak, araştırıp sormak, danışmak insan tercihlerinde yol gösterici olacaktır. Çünkü hiç kimse yok ki, istişareye ihtiyaç duymasın.

Netice olarak, Maturidî akidesine göre meseleyi ele alacak olursak, her hayırlı işin de, kötü işlerin de mebdei, şart-ı âdî de olsa, cüz’î iradedir yaklaşımı, kulluğa yakışandır.

Bu meseleye bir de şans açısından yaklaşanlar vardır. Zira şans, kişinin kendisini gelecek şeye, hazır tutabilme hâlidir. İnsanın bütününü görmediği bir tablonun herhangi bir yerine kondurduğu bir noktanın doğru yerde olduğunu iddiâ etmesi mümkün değildir. O halde, gelecekte olana karşı kendini nasıl hazır tutacaktır, esas mesele bu olmalıdır. Bunun yolu, kişinin kendini eğitmesi, meyillerini temyiz etmesi, iç disiplini sağlaması, manevî hayatının sağlığı için önemli olan iki ayağı (akıl-kalp) beslemesi, niyetlerini düzeltip, o niyetin de ruhu olan ihlâsı kazanmasıyla mümkün olacaktır.

Demek ki mutluluk da, mutsuzluk da insanın iradesiyle şekillenir, ama tek başına insanın dahli olamaz. Belki şöyle düşünmek yerinde olacaktır, mutlu bir evlilik, iyi bir eş için insanın yapabilecekleri ile İlâhî lütfa katkıda bulunması doğru olanıdır. Elbette herşey kaderde takdir edilir. Fakat bu takdir, insanın iradesi, tercihi, niyeti hesaba katılmadan yapılmamaktadır. Ayrıca onun takdirinde de bir kısım maslahatlar, faydalar, hikmetler vardır. Allah, yaratmasında hikmete veya benim tercihlerime göre iş yapma mecburiyetinde değildir. Ancak O’nun ilmi de, hikmeti de her şeyi kuşatmıştır.
EuroNur - www.SaidNursi.de - Eş seçimi ve kader bağlantısı
 
sanki herşey insanın iradesiyle oluyorda herşeyi biz yapıyoruz ya herşey allahtan hayırda şerde ama yaptığımız günahlardan biz sorumluyuz öyle oluyor çünkü biz dünyada imtihanız ve seçimimizi o yönde kullandık allahta biz seçtiğimiz için tabiki izin veriyor hayırda şerde allahtan çünkü.ben illaki hayırsız biriyle evlenmek istiyorsam ve allah onu veriyorsa bana sonuçlarınada katlanmam lazım allaha dua edip onun hayırlı olmasını isteyebiliriz yada hayırlısıysa olsun diyebiliriz.ama yinede hayırsızsa yapacak bişey yok.sonucuna katlanacaz.demekki biz hayırsızız allahta karşımıza hayırsız çıkarıyor yada imtihan diyecez.allahın lütfu ve onun razı olması çok önemli.allaha,kuranına peygamberine itaat edersek allahta bizi yüceltiyor etmessek hiçbirşeyimiz rast gitmiyor.
 
Üst