İSLAMın insanı..

Lebbeyk

Well-known member
İSLAM'IN İNSANI



Kuşkusuz İslam, insan içindir.
''Nasıl bir insan?'' diye sorarsanız en doğru cevabı gene İslam'dadır. İslam, insan olmanın yoludur. Vahyin amacı kendi insanını inşa etmektir. Bu insanın tanımını yapan Kur'an'dır. Bu konuda mükemmel model, bize Cenab-i Allah tarafından usve-i hasene (en güzel örnek) olarak takdim edilen Hz. Muhammed (S.A.V.) dir. Bu takdimin ilk toplumsal muhatabı, ilk Kur'an nesli olan, Ashab-ı Kiram'dır.
O vahiy ki, daha ilk günden bedevilerden medeni, haramilerden sahabi çıkardı. Toplumsal vahşeti vahdet iklimine dönüştüren vahiydir. Muhammed İkbal bunu şöyle ifade ediyor: ''Yol kesenler, Kur'an'ı okuyup öğrenince yol gösterici oldular.''

İlahi vahiy, insan fıtrat ve hayatının bütün cepheleri ile ilgilenir. Akıl, ruh, kalp, beden, evren, eşya, toplum her şey vahyin kapsam alanındadır. Biz ancak vahyin ışığı ile varız. O ışık kesildiği anda her şey karanlıklara boğulur gider. Vahyi hayatımızdan çıkarırsak geriye sadece bir ''hiç'' kalırız. Vahiysiz yaşamağa ''ot'' gibi yaşamak da diye biliriz.


Vahiy dışı tüm yaklaşımlar insanı iki helakten birine sürükler:
1- Dünyevileştirir, çamura saplar. (Mağdub) gazaba uğrayanlardan kılar.
2- Ruhbanlaştırır. (Dallin) azdırıp sapkınlığa uğratır.
İşte insanın hüsran süreci vahiyden uzaklaşmakla başlar ve bu süreç insanı ve sahip olduğu insani değerleri harcamakla devam eder.

Unutmayalım ki; vahiy insanın iç dengesidir. İç dengesi bozulan insan, yeryüzünde bir ''bozguncu'' ve ''kan dökücü'' olur. Vahiy ''ruh''un sükûnudur. Ruhun isyanını başka türlü bastıramazsınız. Ruhu kirlenen insan kâinatı da kirletir.
-Kur'an'la kontrol edilmeyen ''kuvvet'' zulmün ve kötülüklerin aracı olur.
-Vahyin ışığına kendini kapatan akıl, karanlıklarda sürünmeye mahkûmdur.
-Vahiyle test edilmeyen ''bilgi'' insana bela olarak dönecektir, bir gün…
-Kalp vahyin terbiyesine tabi tutulmazsa fitne ve fücur yatağı olmaz mı?
-İrade vahyin isteğine uygun seyretmiyorsa sonuç sapkınlık olmaz mı?

Kendilerini vahyin muhatabı görenler ve vahiyle mutabakat sağlayanlar ancak mutlu olabilirler. Vahyin dışında kalbi tatmin eden başka bir şey var mı? Ancak burada kast edilen mutluluk, daha rahat bir yaşam, daha çok refah ve konfor değil. Bunları aşan özgürlük, adalet ve hakkaniyet içeren tatminkâr bir hedeftir.



Vahyin indiriliş amacına baktığımızda ilk etapta şu üç hususla karşılaşıyoruz:
1- İnsanın Allah ile olan ilişkisini düzenler.Bu ilişki ulûhiyet ve ubudiyet ilişkisidir. Yani kulluğu sadece Allah'a tahsis etmektir. Allah'a halis bir kul olmaktır. Çünkü ibadete layık tek mabud Allah'tır. İnsanın bu dünya hayatındaki yegâne görevini cenab-ı Allah kulluk olarak tayin etmemiş midir?''Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.'' (Zariyat–56) İslam, insanı İman, takva, ihlâs ve ihsan zemininde rabbi ile buluşturdu. Önemli olan ''O'na kul olabilmektir. Yani ''Abdullah'' kalabilmektir. Tabii ki, parçalı, pazarlıklı, pespaye bir kulluk değil. Teslimiyet, tevekkül ve itaat içeren, bütüncül bir kulluk.

İnsan iç dünyasındaki zulmü, cehaleti, fücuru aşıp teslim olabiliyorsa, insan olmanın erdemini de yakalamış olur. Allah kendisine teslim olanı, kimseye teslim etmez, onu onurlu ve özgür kılar. Allah meleklerin teslimiyetini öne çıkarmıyor, onlar zaten isyan etmezler. İnsanın teslimiyetini önemsiyor.

Allah katında en değerli olanlar, şüphesiz Allah'ın yasalarına uyanlardır. Yasaları kendilerine uyduranlar değil. İlahi sınırları umursamayanlar da, değil. Bu hükümleri okuyup uyuyanlar hiç değil. Allah'ın emirlerini tartışan, tartan, öteleyen, erteleyen değil, ''işittik ve itaat ettik'' diyenler, işte bunlar, kulluğun hakkını verenlerdir. Yüce bir hakikatin yeryüzüne hâkim olması için kendilerini ortaya korlar. İbadet işte budur.
Mümin her işte Allah'ı hesaba katandır. Canının istediği gibi değil, Rabbinin istediği gibi yaşayandır.
Allah bizi nasıl görmek istiyorsa sadece, öyle olmak, nerede durmamızı, nereye yürümemizi emrediyorsa bunu atlamamak, İlahi sınırı ihlal etmemektir kulluk.
Olmamız da ölmemiz de ömrümüz de özümüz de yüzümüz de sözümüz de O'na yönelik olmalıdır. Zaten iman, hayatın bütünüyle Allah'a yönelmesi değil midir?
Bu durumda; istiane(yardım isteme) makamı denilince, İstiaze (sığınma) mercii denilince, İstimdad (medet umma) mevkii denilince hemen Allah akla gelir…
Tevhid bilinci ile hakikatin şahitliğini sürdürmek ise, Allah'ın hâkimiyet ve velayetinde karar kılmakla mümkündür.


2- Vahiy insanın insan ile ilişkisini belirler. Bunun ihsan ve adalet temelinde gerçekleşmesini ister. ''Şüphesiz ki Allah, adaleti, ihsanı(iyiliği), akrabaya yardımı emreder.'' (Nahl–90) İslam vahşet ve cehaletin üzerine rahmet ve adaletle gitmiştir. Müminlerde hakeza, alemlere rahmet olan Hz. Muhammed(sav) in ümmeti olma vasıfları ile çağlarına rahmet taşımalıdırlar. Evet, Rahman'ın kulları, yeryüzüne rahmettir. O Müminler ki, çoraklaşan ruhlara, çölleşen yüreklere rahmet yağmuru olup tüm zamanlara yağı verirler. Onların geçtiği topraklarda bir filizlenme beliriverir. Hz. Musab b. Umeyr (R.A.) ın Medine'ye yağması gibi.

Ayrımcılık, taassup ve zulmün üstüne birlik, kardeşlik ve ahlâkla gidilir. Vahyin insanı, tek ümmet olmanın verdiği bilinçle sınıfçı, ırkçı, vatancı, mezhepçi, kavmiyetçi, Ulusçu sapmalardan beridir. Vahiy ''ben''lerimizi ''biz'' yapmak için gelmiştir. Bencilliklerimiz, cimriliklerimiz vahiy potasında eridikçe, safi ''biz'' olduğumuz görülecektir. ''Biz'' ruhunun benliklerde galebe çalması lazım ki, bireyselleşmenin önüne geçmek mümkün olsun. Birey sadece kendisi içindir. Ötekisi ile sürekli çatışma halindedir. Birey asıl olunca hiç bir şey uğrunda kendini feda etmeye değmeyecektir.
İslam bu anlayışı yıkmak için gelmiştir. Müminlere şu misyonu yüklemiştir: ''Siz insanlar için çıkarılmış, hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülüğü yasaklarsınız.'' (Ali İmran-110) Cehalete, gaflete giriftar olmuş bir toplumun her ferdi için ıstırap duyarsınız. Nesillerin yozlaşma, çürüme ve kokuşması karşısında onları kurtarmak için can havliyle çırpınırsınız. Çünkü dünyada var olmanın anlamı, sorumluluk duygusu ile toplumsal bozulmaya müdahale etmektir. Evet, vahye şahitlik, ciddi bir yükümlülük ve açık bir sorumluluk yüklüyor. Mümin olmak zulme, isyana, sömürü ve yabancılaşmaya karşı hakikatin ve adaletin ifadesi olarak durmak demektir.



3- İlahi vahiy insan evren ilişkilerini tanzim eder.
Yerde, gökte her şey insanın emrinde; insanda Rabbinin emrinde olacak. Rabbani düzenleme bunu öneriyor: ''O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda düşünen topluluklar için bir takım ibretler vardır.'' (Casiye-13) Bu boyun eğişe "teshir" diyoruz. Evren insanın istifadesine sunulmuş, teshir gerçekleşmiştir, insana düşen ise teshir edene teslim olmaktır. Kâinatı insanın tasarrufuna musahhar kılan Allah, bunun karşılığında şunu istiyor:


EMANETE İHANET ETMEYİNİZ!!!

Emaneti yüklenen mümin, dünya ile ilişkilerini de bu bilinçle belirleyecektir. Bu durumda, dünyanın ''içinde'' bulunan mümin, kendisi dünya ''için'' olmayacaktır.
Dünya onu alçaltmak için kuşatmaya yeltense de, o dünyayı merdiven edip ''edna'' dan ''a'la'' ya uzanacaktır… Esfelden eşrefe kanatlanacaktır… Çivisi çıkmış bir dünyaya çivilenip kalmayacaktır…

Vahiy, kendini dünya ile sınırlayan insanı müteal olana taşımak için vardır. Müminler şunu çok iyi bilirler ki, biz bu dünyaya ne gölgelenmek için, ne de göbeklenmek için gönderilmedik, ulvî bir görevle görevlendirildik. Bu yaklaşımdan hayatı ve dünyayı önemsemediğimiz anlamı çıkmaz. Bilakis bu tutum, ilahi hikmet ışığında yeryüzünü imar ve inşa etmeye aday olduğumuzu ilan etmektir. Sefer görev emrine muhatap kılındığımızı fark etmektir. Artık biliyoruz ki, sonsuz yaşama kıyasla dünya yaşamı bir provadır. Sınırlı, sonlu bir hayatı, sonsuz esenliğe tercih edilecek değil ya! Yine dünyada hoşumuza giden evler, birer makettir. Kalıcı konutların cennetle iskân olunduğuna yakinimiz var.

Böylesi bir tercihe gidebilen bir müminde bulunması gereken özellikler nelerdir? Veya Kur'an'ın portresini çizdiği mümini tespit etmek gerekmez mi? Ya da hangi vasıflar ind-i İlahi de insanın yüzünü ağartacaktır?

Kur'an'ın bizden istediği ilk şey; katıksız, kuşkusuz ve kusursuz sahih bir imandır. İman, sadece kuru bir iddiadan, boş bir temenniden ibaret değildir. İman hayata anlam katan canlı bir unsurdur. Mümin; imanın emrettiği gibi yaşayandır. Allah'a iman eden kişi, hayatında komple Allah'ın boyasını kuşanır. Beşeri, cahili, kavmi, milli boyalar devre dışı kalmaya başlar. Vahiy o şahısta ete, kemiğe bürünür, imanın nasıl müşahhaslaştığına tanıklık ederiz. Artık o mümin Şirkle uzlaşmaya, tağutla barışmaya, zulümle antlaşmaya ''La'' demiştir. Batıla sonuna kadar muhaliftir. Peki, kime yakındır?
''Bir" olana. ''Birlik'' olana. ''Birr'' de bulunana. Sureti haktan görünüp, hakka asla ihanet etmez.

Müminin rengi bellidir. Renkten renge girmediği gibi, renksizleşmez de. Müminin çizgisi bellidir. Zikzaklardan uzak, ilkeli ve kararlı bir duruşu vardır. Eğilmeyen, ezilmeyen, erimeyen bir duruştur. Hayatındaki başka çizgilerin üstünü çizer, geriye tek bir çizgi kalır. O da; Hududullahtır. Zaten İslam, insan hayatındaki belirsizliklere, bulanıklıklara, çarpıklıklara, sapkınlıklara son vermek için gelmedi mi?

Müminin kıblesi bellidir. Kıblesizliğe ve çok kıbleliliğe tahammülü yoktur.
Çünkü mümin, gök merkezli bilgi ile kendini tanımlamış ve konumlandırmıştır. Semadan inen Kur'an'ı hayatına indire bilme liyakatini göstermiştir. Kitab'ı açık tutar, bu da yetmez, hayatını Kitab'a açar. Peygamberle ilişki şu nebevi tespit üzerinden gerçekleşir: ''Sizden birinizin arzusu, benim getirdiğime-Kur'an'a uygun-olmadıkça gerçek mümin olamaz.'' Böylece müminin var oluşu Allah'ın varlığına çağrışım yapacak. Müminleri görenler, onlar üzerinden Allah'ı hatırlamaya başlayacaklar.

Bu gün böyle olduğunu söyleyebilecek durumda mıyız? Olaylar karşısında imanımızın etkisini ne kadar duyabiliyoruz? İçinde yaşadığımız sistemin, toplumun İslami kimlik üzerindeki sarsıcı, savurucu baskılarına karşı iman ve takvadan başka koruyucu ne olabilir ki?

Bu bilinçle yola çıkılınca, mümin münzevi bir hayatla, bireyci bir anlayışla kendini dondurmayacaktır. Durağan, edilgen, silik ve sönük bir konumu kabullenmeyecektir.
Aksiyon ve eylemlilik esas olacaktır. Kendini toplumsal mücadeleye adayan mücahid bir kimlik karşımıza çıkacaktır.Direniş ruhu öne çıkınca, zillet ve zulüm iman edenlere bulaşmayacaktır.


Şimdi biraz daha yakından müminleri, Allah'ın kitabın da zikredilen özellikleri ile tanımaya çalışalım. Bu özellikler yıldızlaştırılan özelliklerdir. Melekleri bile imrendiren güzelliklerdir. Müminlerin hayatta ilk aradıkları şey, meşruiyettir. İnd-i İlahide makbuliyeti olmayan bir hayat Müslümanlarında kabulü değildir. Harama ayarlı bir hayat mümin için çekilmezdir. Onlar bilirler ki, İslam, müntesiplerinden hayatın her evresinde haram ve helal sınırlarını korumasını istemektedir. Günahların helak edici etkilerine karşı duyarlıdırlar. Kursaklarında harama yer yoktur. Kimliklerine bulaşan günah kirlerini tevbe gözyaşları ile yıkama derdindedirler. Salih eylemlerle arzın sulh ve salahına soyunurlar. Çünkü onlar hem salih, hem de muslihtirler (ıslah ediciler). Bu gaye için sadıklarla beraber saf tutmuşlardır. Gediği, açığı, yarığı olmayan bir duvar misali. Onlardan her biri kendi başına buyruk değildir, ''İşleri aralarında şura iledir.''
Onlar, ''Ashab-ı sefine''nin izi üzeredirler. Tufanları savmak için gemi inşa ederler.
Zorluklar karşısında "ökçeleri üzerine gerisin geri" dönmezler. Öne, daha öteye doğru seferi sürdürürler. Bedir, Hendek, Mute, Hayber, Tebük onların esin kaynağıdır. Dünyada bile cennetin kokusunu alabilecek bir kıvamdadırlar. Hayat nehrinin akıntısına kendilerini terk etmezler. ''Nehir'' in suyuna kapanıp kalmazlar. Kana kana içmezler. Aza kanaat ederler, sadece "avuçla içmekle yetinirler. ''Bağ ve bahçe sahibi'' olmakla gururlanmazlar. Gözleri sonsuzluk bahçelerindedir. Sevdaları tubadır. Haksızlığı sükût ile geçiştirmezler. Suskunluklarının da bir sınırı vardır. Kimliklerini belli bir zamana kadar saklı tutabilirler, sonra da imanlarının verdiği güç ile ''bir mümin'' in haykırışı ile haykırırlar. Kimi zaman daha fazlasını göze alırlar. "Hendekçilerin ateş dolu çukurlarında sınansalar bile imanlarından ödün vermezler. İslam ateşten bir gömlekte olsa giymekten imtina etmezler. İzzeti yanlış adreslerde aramazlar. Adaleti kinlerine kurban etmezler. Merhameti elden bırakmazlar. Kendilerini "kuyuya iten elleri" bile gün gelir affetmesini bilirler. ''Takva elbisesi''ni tüm giysilere tercih etmişlerdir. Zindanı çirkin tekliflerden ve kirli ilişkilerden daha sevimli bulurlar. Onlar, ''veren el''dir. ''Yarım hurma bile olsa'' paylaşmayı bilenlerdir. Mazlumların, mahrumların gözyaşlarını silmek için gözlerine uyku girmeyenlerdir. Ayetlerle ürperen yürekleri vardır. Zikirle hayata katılırlar. "Alınlarında secde izi" hiç silinmez. Secde ahlâkını kuşanmışlardır. Karakter gelişimlerini secde ile sağlamışlardır. Onlar, secde ehlidir. Mescid merkezli bir medeniyetin mimarlarıdır. Onlar, seher ehlidir. Yan gelip yatmazlar, yanları yataktan uzaktır. Geceleri aydınlıktır, gözleri ıslaktır. Çağrıları basiret üzere, cümleleri hikmet içerikli, eylemleri anlam yüklüdür. Söze yalan katıp cümleleri katletmezler. O Rahman'ın kullarına tevazu, vakar ve onur ne güzel de yakışıyor. Diklenmeden dik dururlar. Basit çıkarlar için eğilmezler.''Ses tonları'' , ''adım atışları'' hep Kitab'a ayarlıdır. Yeryüzünde denge unsuru onlardır, çünkü onlar ''vasat ümmet''tir…




İşte, yarınlar da ''Keşke'' dememek için, bu günden bu gerçeklerle kendimize gelmemiz gerekiyor. Kendimiz olmak, kendimiz kalmak için başka çare yok!


NE DERSİNİZ DENEMEYE DEĞMEZMİ?



RABBİM BU VASIFLARI TAŞIYANLARDAN EYLESİN..
 

Lebbeyk

Well-known member
Cevap: İSLAM'ın insanı..

...amin ecmain olsun genççewreci saolasın :)
ahh bide beytullaha warabilsek...yüzümüzü sürebilsek...:016:
 
Üst