İ'lem Eyyühel-Aziz! (Ey aziz bil, ey saygıdeğer şerefli bil!)

Ahmet.1

Well-known member
İ'lem Eyyühel-Aziz!
Müslümanları lehviyat-ı nevmiye mesabesinde olan dünya hayatına davet etmekle, Cenab-ı Hakk'ın helâl ettiği tayyibat dairesinden, haram ettiği habisat mezbelesine teşvik eden adamın meseli öyle bir sarhoşa benzer ki:

--------------------------
Lehviyat-ı nevmiye: Uykuyla ilgili eğlence ve oyunlar, uyutucu eğlence ve oyunlar.
Mesabesinde: Yerinde, değerinde, derecesinde.
Tayyibat: İyilikler, güzellikler, iyi ve güzel sözler ve manalar.
Habisat: Pislikler, kötülükler, alçaklıklar.
Mezbele: Çöplük.


Parçalayıcı arslan ile, ünsiyetli ehlî atı birbirinden tefrik edemiyor. Sehpa ağacı ile jimnastik ağacını birbirinden ayıramıyor. Kanlı yarayı kırmızı gülden temyiz edemediği halde, kendisini mürşid bilerek irşad ve nasihata çıkıyor.
----------------------------------
Ehlî: Evcil.
Tefrik: Ayırmak, seçmek, ayırt etmek.
Temyiz: Ayırt etmek.
Mürşid: İrşad eden, doğru yolu gösteren.
İrşad: Doğru yolu gösterme.


Esna-yı irşadda bir adama rastgelir. Zavallı adamın arka tarafında korkunç bir arslan duruyor. Ön tarafında da sehpa ağacı kurulduğu gibi, her iki yanında da dehşetli yaralar var. Fakat adamcağızın elinde iki ilâç vardır. Ve lisanıyla kalbinde iki tılsım vardır. Onları istimal ederse şifayab olur. Ve o arslan, ata inkılab eder; burak gibi bineği olur. O sehpa ağacı da; daima teceddüd etmekte olan ahval-i âlemi, seyyal manzaraları seyretmeğe âlet ve vasıta olur. O sarhoş herif, o zavallı adamcağıza diyor: "Yahu nedir o ilâçları, tılsımları saklıyorsun? Onları at keyfine bak."
----------------------------------------
Esna-yı irşadda: İrşad sırasında.
İstimal: Kullanma.
Şifayab: Şifa bulma, iyileşme.
İnkılab: Kökten değişiklik, özünden değişme, başka hale geçme.
Burak: Çok süratli bir cennet bineği.
Teceddüd: Yenilenme, tazelenme.
Ahval-i âlem: Dünyadaki durumlar.
Seyyal: Akan, akıcı.

Adamcağız: "Yok baba! Bu ilâçlar ve tılsımların hıfz ve himayelerindeyim. Onlardan almakta olduğum haz, lezzet, keyif bana kâfidir. Fakat o arslan gibi parçalayıcı ölümü öldürebilirsen ve sehpayı kırmakla kabir ağzını kapatabilirsen ve hayatımın maruz kaldığı fena ve zeval yaralarını bir hayat-ı bâkiyeye tebdil etmekle tedavi edebilirsen, pekâlâ seninle beraber dans oynayalım. Ve illâ gözümün önünden def'ol git. Sen ancak kendin gibi sarhoşları kandırabilirsin. Ben sarhoş değilim. Dünyanıza, keyfinize ihtiyacım yok. Çünki
ﺣَﺴْﺒُﻨَﺎ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻭَﻧِﻌْﻢَ ﺍﻟْﻮَﻛِﻴﻞُ ٭ ﻧِﻌْﻢَ ﺍﻟْﻤَﻮْﻟَﻰ ﻭَﻧِﻌْﻢَ ﺍﻟﻨَّﺼِﻴﺮُ
("Allah bize yeter; O ne güzel vekildir." Âl-i İmran Suresi, 3:173. ; "O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır." Enfal Suresi, 8:40.)
bana yeter."
-------------------
Hıfz: Saklama.
Himaye: Koruma.
Kabir: Mezar.
Fena: Yokluk, yok olma. *Kötü.
Zeval: Sona erme, son bulma.
Hayat-ı bâkiye: Baki hayat, ölümsüz ve sonsuz hayat(Ahiret hayatı).
Tebdil: Değiştirmek.


Mesnevi-i Nuriye

-------------------------------------------------------------------

İ'lem Eyyühel-Aziz! (Ey aziz bil, ey saygıdeğer şerefli bil!)
Basar masnuatı görüp de, basiret Sâni'i görmezse çok garib ve pek çirkin düşer. Çünki o halde Sâni'in manen, kalben görünmemesi, ya basiretin fıkdanındandır veya kalb gözünün kör olmasındandır veya pek dar olduğundan mes'eleyi azametiyle kavramadığındandır. Veya bir hızlan'dır. Ve illâ Sâni'in inkârı, basarın şuhudunu inkârdan daha ziyade münkerdir.


Basar: Görme, göz.
Masnuat: Sanatlı eserler, sanatlı yaratılmış varlıklar.
Basiret: Gerçeği bilip anlama gücü, kalb ile gerçeği hissedip anlama.
Sâni'i: Sanatkar yaratıcıyı.
Manen: Mana olarak, manaca, manevi olarak.
Kalben: İçten, gönülden.
Fıkdan: Yokluk, olmama, bulunmama.
Azamet: Büyüklük.
Hızlan: Rezilliğe düşme, yardımın kesilmesi. *İflas etmek.
Şuhud: Görme, şahit olma.
Ziyade: Fazla, çok.
Münker: Allah’ın(cc) razı olmadığı şey, kötülük ve kabahat. *İnkar edilmiş.

Mesnevi-i Nuriye

--------------------------------------------------------

İ'lem Eyyühel-Aziz!
İnsanın havf ve muhabbeti halka teveccüh ettiği takdirde, havf bir bela, bir elem olur. Muhabbet bir musibet gibi olur. Zira o korktuğun adam, ya sana merhamet etmez veya senin istirhamlarını işitmez. Muhabbet ettiğin şahıs da, ya seni tanımaz veya muhabbetine tenezzül etmez. Binaenaleyh havfın ile muhabbetini dünya ve dünya insanlarından çevir. Fâtır-ı Hakîme tevcih et ki, havfın Onun merhamet kucağına -çocuğun anne kucağına kaçtığı gibi- leziz bir tezellül olsun. Muhabbetin de saadet-i ebediyeye vesile olsun.


Havf: Korku.
Muhabbet: Sevgi, sevme. *Sohbet.
Teveccüh: Yönelme, dönme, yöneliş. *Alaka, ilgi gösterme.
Elem: Acı, dert, kaygı.
Zira: Çünkü.
İstirham: Rica etmek, yalvarmak.
Binaenaleyh: Bundan dolayı.
Fâtır-ı Hakîm: Sonsuz hikmet sahibi yaratıcı.
Tevcih: Döndürme, yöneltme, çevirme.
Tezellül: Alçalmak, kendini alçak tutmak, aşağıya düşme, küçülme.
Saadet-i ebediye: Ebedi saadet, bitmez ve tükenmez sonsuz mutluluk.
Vesile: Bahane, sebep. *Vasıta.


Mesnevi-i Nuriye / Onuncu Risale'den
 

Ahmet.1

Well-known member
İ'lem Eyyühel-Aziz!
İnsan nisyandan alındığı için, nisyana mübteladır. Nisyanın en kötüsü de nefsin unutulmasıdır. Fakat hizmet, sa'y, tefekkür zamanlarında nefsin unutulması, yani nefse bir iş verilmemesi dalalettir. Hizmetler görüldükten sonra neticede, mükâfat zamanlarında nefsin unutulması kemaldir. Bu itibarla ehl-i dalal ile ehl-i kemal, nisyan ve tezekkürde müteakistirler. Evet dâll olan kimse, bir iş ve bir ibadet teklifinde başını havaya kaldırarak firavunlaşır. Lâkin mükâfatın, menfaatın tevziinde bir zerreyi bile terketmez. Amma nefsini unutan ehl-i kemal sa'y, tefekkür, sülûk zamanlarında herşeyden evvel nefsini ileri sürüyor; fakat neticelerde, faidelerde, menfaatlerde nefsini unutmakla en geriye bırakıyor.

İ'lem Eyyühel-Aziz!
Mü'minler ibadetlerinde, dualarında birbirine dayanarak cemaatle kıldıkları namaz ve sair ibadetlerinde büyük bir sır vardır ki; her bir ferd, kendi ibadetinden kazandığı miktardan pek fazla bir sevab cemaatten kazanıyor. Ve her bir ferd ötekilere duacı olur, şefaatçi olur, tezkiyeci olur, bilhâssa Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâma... Ve keza her bir ferd arkadaşlarının saadetinden zevk alır ve Hallak-ı kâinata ubudiyet etmeye ve saadet-i ebediyeye namzed olur.

İşte mü'minler arasında, cemaatler sayesinde husule gelen şu ulvî, manevî teavün ve birbirine yardımlaşmak ile hilafete haml, emanete mazhar olmakla beraber mahlukat içerisinde mükerrem ünvanını almıştır.


Mesnevi-i Nuriye / Şule'den
 
Üst