İkinci Şua

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Muvahhid1

Well-known member
Bu hakikatın burhanlarını görmek istersen, Yirminci ve Otuz Üçüncü Mektuplara ve Yirmi İkinci ve Otuz İkinci Sözlere ve tabiata dair Yirmi Üçüncü ve İsm-i Âzama dair Otuzuncu Lem’alara ve bilhassa Otuzuncu Lem’anın ism-i Ferd ve ism-i Kayyûma dair Dördüncü ve Altıncı Nüktelerine baksan göreceksin ki, iki kere iki dört eder kat’iyetinde bu hakikat ispat edilmiştir. Burada, o yüzer bürhanlarından bir tanesine işaret edilecek. Şöyle ki:

Eşyanın icadı ya ademden olur, ya terkip suretinde sair anâsırdan ve mevcudattan toplanır.
Eğer birtek zâta verilse, o vakit herhalde o zâtın herşeye muhit bir ilmi ve herşeye müstevlibir kudreti bulunacak. Ve bu surette, onun ilminde suretleri ve vücud-u ilmîleri bulunan eşyayavücud-u haricî vermek ve zahir bir ademden çıkarmak ise, bir kibrit çakar gibi veya göze görünmeyen bir yazıyla yazılan bir hattı göze göstermek için gösterici bir maddeyi üstüne geçirmek ve sürmek gibi veya fotoğrafın âyinesindeki sureti kâğıt üstüne nakleden kolay ameliyat gibi gayet kolay birsûrette, Sâniin ilminde plânları ve programları ve mânevî miktarları bulunan eşyayı, emr-iكُنْ فَيَكُونُ
blank.gif
1
ile adem-i zahirîden vücud-u haricîye çıkarır.

Eğer inşave terkip sûretinde olsa ve hiçten, ademden icad etmeyip belki anâsırdan ve etraftan toplamak suretiyle yapsa, yine nasıl ki bir taburun istirahat için her tarafa dağılmış olan efratlarının bir boru sadasıyla toplanmaları ve muntazam bir vaziyete girmeleri ve osevkiyatı teshil ve o vaziyeti muhafaza hususunda bütün ordu kendi kumandanının kuvveti ve kanunu ve gözü hükmünde olduğu gibi; aynen öyle de, Sultan-ı Kâinatın kumandası altındakizerreler, Onun kaderî ve ilmî düsturlarıyla ve müstevlî kudretinin kanunlarıyla ve temas ettikleri sair mevcudat dahi o Sultanın kuvveti ve kanunu ve memurları gibi teshilâtçı olarak ozerreler sevk olunup gelirler. Bir zîhayatın vücudunu teşkil etmek için, ilmî ve kaderî birer mânevî kalıp hükmünde bir miktar-ı muayyen içine girerler, dururlar.


[BILGI]
Dipnot-1 “(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.[/BILGI]



adem: hiçlik, yoklukanâsır: unsurlar, elementler
bilbedâhe: ap açık bir şekildebilhassa: özellikle
bizzarure: kaçınılmaz şekilde, zorunlu olarakburhan: delil
cihazat: cihazlar, donanımehemmiyetsiz: önemsiz
esbab: sebeplereşya: varlıklar
gayet derecede: son derecehakikat: doğru, gerçek
icad: var etme, yaratmaimtina: imkansızlık
ism-i Ferd: Allah’ın hem Vahid, hem Ehad olduğunu bildiren ismiism-i Kayyûm: Allah’ın herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tuttuğunu bildiren ismi
kat’iyet: kesinlikkudret: güç, kuvvet, iktidar
külfetsiz: zahmetsiz, zorlanmadankıymettarlık: kıymetli oluş
mebzuliyet: bolluk, çoklukmevcudat: varlıklar
muannid: inatçı, direnenmuhit: her şeyi kuşatan
muntazam: düzenli, intizamlımünkir: inkar eden
müstevlî: istila eden, kaplayanmüşkülatlı: zorluğu olan
sair: diğer, başkasehâvet-i mutlak: sınırsız cömertlik
suhûlet: kolaylıksuret: biçim, şekil
suûbetli: zorsür’at-i hârika: hayret uyandıran hız
terkip: birleştirme, sentez, inşavahdet: birlik
vücud-u haricî: dıştan görünen maddî varlıkvücud-u ilmî: ilim halinde olan varlık
vücuda gelmek: var olmakzahir: açık, görünür
zîhayat: canlı, hayat sahibiâsân: kolay
İsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanışerâit-i hayat: hayat için gerekli şartlar
 

Muvahhid1

Well-known member
Eğer eşya ayrı ayrı ellere ve esbaba ve tabiat gibi şeylere havale edilse, o halde, bütün ehl-i aklın ittifakıyla, hiçbir sebep, hiçbir cihetten, hiçten, ademden icad edemez. Çünkü o sebebinmuhit bir ilmi, müstevlî bir kudreti olmadığından, o adem ise, yalnız zahirî ve haricî bir ademolmaz. Belki adem-i mutlak olur. Adem-i mutlak ise, hiçbir cihetle menşe-i vücud olamaz. Öyle ise, herhalde terkip edecek. Halbuki inşa ve terkip suretinde bir sineğin, bir çiçeğincesedini, cismini zeminin yüzünden toplamak ve ince bir elekle eledikten sonra binlermüşkülâtla o mahsus zerreler gelebilirler. Hem geldikten sonra dahi, o cisimde dağılmadanmuntazam bir vaziyeti muhafaza etmek için—mânevî ve ilmî kalıpları bulunmadığından—maddî ve tabiî bir kalıp, belki, âzâları adedince kalıplar lâzımdır—tâ ki o gelen zerreler o cism-i zîhayatı teşkil etsinler.

İşte, bütün eşya birtek zâta verilmesi, vücub ve lüzum derecesinde bir kolaylık; vemüteaddit esbâba verilmesi, imtinâ ve muhal derecesinde müşkülâtlar bulunduğu gibi, herşeyZât-ı Vâhid-i Ehade verilse, nihayet derecede ucuzluk içinde gayet derecede kıymettar vefevkalâde san’atlı ve çok mânidar ve gayet kuvvetli olur. Eğer şirk yolunda müteaddit esbaba ve tabiata havâle edilse, nihayet derece pahalılık içinde, gayet derecede ehemmiyetsiz, san’atsız, mânâsız, kuvvetsiz olur.

Çünkü, nasıl bir adam askerlik haysiyetiyle bir kumandan-ı âzama intisap ve istinat ettiğinden, hem bir ordu onun arkasında—lüzum olursa—tahşid edilebilir bir kuvve-i mâneviyeyi, hem o kumandanın ve ordunun kuvveti onun ihtiyat kuvveti olmasıyla, kuvvet-i şahsiyesinden binler defa ziyade maddî bir kudreti, hem o ehemmiyetli kuvvetinin menâbiini ve cephanesini ordu taşıdığı için kendisi taşımaya mecbur olmadığından fevkalâde işleri yapabilecek bir iktidarı kazandığından, o tek nefer, düşman olan bir müşiri esir ve bir şehritehcir ve bir kal’ayı teshir edebilir. Ve eseri, harika ve kıymettar olur. Eğer askerliği terk edip kendi kendine kalsa, o harika kuvve-i mâneviyeyi ve o fevkalâde kudreti ve o mu’cizekâriktidarı birden kaybederek, âdi bir başıbozuk gibi, kuvvet-i şahsiyesine göre cüz’î, kıymetsiz, ehemmiyetsiz işleri görebilir. Ve eseri de o nisbette küçülür.



Firavun: (bk. bilgiler)Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah
Nemrud: (bk. bilgiler)Zât-ı Vâhid-i Ehad: birliği herşeyi kapladığı gibi her bir şeyde de ayrı ayrı tecellîleri görülen Zât; Allah
cebbar: zorba, zalimcihazat: cihazlar, donanım
cisim: bedencism-i zîhayat: canlı bedeni
cüz’î: az, küçük, ferdîdestgâh: tezgâh
ehemmiyetli: önemliesbâb: sebepler
eşya: şeyler, varlıklarfevkalâde: olağanüstü
gayet: son derecehaysiyet: itibar, şeref
ihtiyat gücü: savaş sırasında harekâtın gelişmesine etkide bulunmak için her an savaşa girebilecek biçimde hazır bulundurulan askerî birlik, yedek kuvvetiktidar: güç, kuvvet
imtina ve muhal: imkânsız olma ve akla aykırı olmaintisap: bağlanma, mensup olma
istinat etmek: dayanmakkudret: güç, iktidar
kumandan-ı âzam: en büyük kumandankuvve-i mâneviye: mânevî güç
kuvvet-i şahsiye: kişisel kuvvet, güçkıymettar: kıymetli, değerli
mahzen: depomağlûb etmek: yenmek
menâbi: kaynaklarmenşe: kaynak, kök
mu’cizekâr: mu’cizelimânidar: mânâlı, anlamlı
müteaddit: birçok, çeşitlimüşir: mareşal
müşkülât: zorluklar, güçlüklernefer: asker, er
nihayet derecede: son derecedenisbet: oran, ölçü
tahşid etmek: yığınak yapmaktehcir: yerinden, yurdundan çıkarma, sürgün etme
teshir etmek: emri altına almaktevhid: birleme; Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etme
teşkil etmek: oluşturmak, meydana getirmekvücub ve lüzum: zorunluluk ve gereklilik
zerre: atomziyade: çok, fazla
âdi: basit, sıradanâlât: âletler, organlar
âzâ: organşirk: Allah’a ortak koşma
 

Muvahhid1

Well-known member
Aynen öyle de, tevhid yolunda herşey Kadîr-i Zülcelâle intisap ve istinat ettiğinden, bir karınca bir Firavunu, bir sinek bir Nemrudu, bir mikrop bir cebbarı mağlûb ettikleri gibi, tırnak gibi bir çekirdek dağ gibi bir ağacı omuzunda taşıyarak o ağacın bütün âlât vecihazatının menşei ve mahzeni bir destgâh olmakla beraber; herbir zerre dahi, yüz bin san’atlarda ve tarzlarda bulunan cisimleri ve suretleri teşkil etmek hizmetinde bulunmak olan hadsiz vazifeleri o intisap ve istinatla görebilir. Ve o küçücük memurların ve bu incecik askerlerin mazhar oldukları eserler gayetmükemmel ve san’atlı ve kıymettar olur. Çünkü, o eserleri yapan zât, Kadîr-i Zülcelâldir, onların ellerine vermiş, onları perde yapmış.

Eğer şirk yolunda esbâba havale edilse, karıncanın eseri karınca gibi ehemmiyetsiz; vezerrenin san’atı, zerre kadar kıymeti kalmaz ve herşey mânen sukut ettiği gibi maddeten dahi o derece sukut edecekti ki, koca dünyayı beş parayla kimse almazdı.

Madem hakikat budur ve madem herşey nihayet derecede hem kıymettar, hem san’atlı, hem mânidar, hem kuvvetli görünüyor; gözümüzle görüyoruz. Elbette tevhid yolundan başka yol yoktur ve olamaz. Eğer olsa, bütün mevcudatı değiştirmek ve dünyayı ademe boşaltıp, yeniden ehemmiyetsiz muzahrafatla doldurmak lâzım gelecek, tâ ki şirke yol açılabilsin.

İşte, İmam-ı Ali’nin (r.a.) tabirince “Siracü’n-Nur” ve “Siracû’s-Sürc” olan Resâilü’n-Nur’datevhide dair beyan ve izah edilen yüzler burhanlardan birtek burhanın icmalini işittin; ötekileri kıyas edebilirsin.

TEVHİDİN ÜÇÜNCÜ MUKTAZİ


Herşeyde, hususan zîhayat masnulardaki hilkat fevkalâde san’atkârane olmakla beraber, bir çekirdek bir meyvenin ve bir meyve bir ağacın ve bir ağaç bir nev’in ve bir nev’ bir kâinatın bir küçük nümunesi, bir misâl-i musağğarası, bir muhtasar fihristesi bir mücmel haritası, bir mânevî çekirdeği ve ilmî düsturlarla ve hikmet mizanlarıyla kâinattan süzülmüş, sağılmış, toplanmış birer câmi’ noktası ve mâyelik birer katresi olduğundan, onlardan birisini icad eden zât, herhalde bütün kâinatı icad eden aynı zâttır. Evet, bir kavun çekirdeğini halk eden Zât,bilbedahe kavunu halk edendir; ondan başkası olamaz ve olması muhal ve imkânsızdır.



Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan AllahSiracû’s-Sürc: Lambaların Lambası; Risale-i Nur
Siracü’n-Nur: Nur Lambası; Risale-i Nuradem: hiçlik, yokluk
beyan: açıklama, anlatımbilbedâhe: ap açık bir şekilde
burhan: güçlü delil, sarsılmaz kanıtcâmi’: pek çok özelliği üzerinde toplayan
düstur: kural, prensipehemmiyetsiz: önemsiz
esbab: sebeplerfevkalâde: olağanüstü
fihriste: içindekilergayet: son derece
hadsiz: sonsuz, sınırsızhakikat: gerçek
halk etmek: yaratmakhikmet: herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerine koyma bilimi
hilkat: yaratılışhususan: özellikle
icad: var etme, yaratmaicmâl: özet
intisap: bağlanma, mensup olmaistinat: dayanma
izah etmek: açıklamakkatre: damla
kâinat: evrenkıymettar: kıymetli, değerli
masnu: san’at eseri olarak yaratılan varlıkmazhar olmak: bir nimete erişmek, nail olmak
mevcudat: varlıklarmisal-i musağğar: küçültülmüş nümune, örnek
mizan: ölçü, terazimuhal: imkânsız, akla aykırı
muhtasar: kısa, özetmuktazi: gerektirici sebep
muzahrafat: süprüntüler, atıklarmânidar: mânâlı, anlamlı
mâye: asıl, esas, mayamücmel: kısa, özet
nev’: tür, çeşitnihayet derecede: son derecede
san’atkârâne: san’atlı bir biçimdesukut etmek: düşmek, alçalmak
suret: biçim, şekiltabir: yorum, açıklama
tevhid: birleme; Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etmeteşkil etmek: oluşturmak, meydana getirmek
zerre: atomzîhayat: canlı, hayat sahibi

 

Muvahhid1

Well-known member
Evet, biz bakıyoruz, görüyoruz ki, kanda herbir zerre o kadar muntazam ve çok vazifeleri görüyor ki, yıldızlardan geri kalmıyor. Ve kanda bulunan herbir küreyvât-ı hamrâ ve beyzâ, o derece şuurkârâne ceset için muhafaza ve iaşe hususunda öyle işleri görüyor ki, en mükemmelerzak memurlarından ve muhafaza askerinden daha mükemmeldir.

Ve cisimdeki hüceyrelerinin herbirisi o derece muntazam muamelâta ve vâridat ve sarfiyatamazhardır ki, en mükemmel bir cesetten ve bir saraydan daha mükemmel idare edilir.

Ve hayvanatın ve nebatatın her bir ferdi, yüzünde öyle bir sikkeyi ve içinde ve sînesinde öyle bir makineyi taşıyor ki, bütün hayvanları ve nebatları icad eden bir zât, ancak o sikkeyi o yüzde ve o makineyi o sîne içinde yapabilir.Ve zîhayattan herbir nevi o derece zemin yüzünde muntazaman yayılmış ve sâir nevileremünasebettarâne karışmış ki, bütün o envaı birden icad, idare, tedbir, terbiye etmeyen vezemin yüzünü örten ve dört yüz bin nebatî ve hayvanî olan atkı ipleriyle dokunan gayet nakışlı ve san’atlı hayattar bir haliçeyi nesc ve icad edemeyen, o tek nev’i icad ve idare edemez.

Daha bunlara başka şeyler kıyas edilse, anlaşılır ki, kâinat mecmuası, halk ve icad cihetindetecezzî kabul etmez bir külldür ve tedbir ve rubûbiyet cihetinde inkısamı imkânsız bir küllîdir.

Bu Üçüncü Muktazî, Siracü’n-Nur’un çok risalelerinde, hususan Otuz İkinci Sözün BirinciMevkıfında o kadar kat’î ve parlak izah ve ispat edilmiştir ki, güneşin akisleri gibi herşeyinâyinesinde bir burhan-ı vahdet temessül ve bir hüccet-i tevhid in’ikâs ediyor. Biz, o izahaiktifaen, burada o uzun kıssayı kısa kestik.


endOfSection.gif
endOfSection.gif



Siracü’n-Nur: Nur Lambası; Risale-i Nurburhan-ı vahdet: birliğin güçlü delili
cihet: yönenva: türler, çeşitler
erzak: rızıklar; yenilecek, içilecek şeylergayet: son derece
haliçe: kilim, halıhalk: yaratma
hayattar: canlıhayvanat: hayvanlar
husus: konuhüccet-i tevhid: Allah’ın birliğini gösteren kesin delil
hüceyre: hücreiaşe: besleme, yedirip içirme
icad: var etme, yaratmaiktifaen: yetinerek
inkısam: bölünme, kısımlara ayrılmain’ikâs: yansıma
izah: açıklamakat’î: kesin
kâinat: evrenküll: bütün
küllî: bütün fertleri içine alan, türküreyvât-ı hamrâ ve beyzâ: kandaki akyuvarlar ve alyuvarlar
kıssa: ibretli hikâyemazhar: bir özelliği üzerinde taşıma
mecmua: bir şeyin tamamımevkıf: bölüm, kısım
muamelât: yapılan fiiller, işlermuhafaza: koruma, saklama
muktazî: gerektirici sebepmuntazam: düzenli, intizamlı
muntazaman: düzenli olarakmünasebettarâne: bağlantılı bir şekilde
nebat: bitkinebatat: bitkiler
nebatî: bitkiselnesc: dokuma, örme
nevi: çeşit, türrisale: küçük çaplı kitap, mektup; Risale-i Nur’da yer alan bölümlerden her birisi
sarfiyat: harcamalarsikke: damga, mühür
sâir: diğer, başkasîne: göğüs, kalb
tecezzî: bölünme, parçalanmatedbir ve rububiyet: varlıkları idare etme, çekip çevirme, terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurma
temessül etme: belirme, görünmevaridat: gelirler
zemin: yerzerre: atom
zîhayat: canlı, hayat sahibiâyine: ayna
şuurkârâne: şuurlu ve bilinçli bir şekilde

 

Muvahhid1

Well-known member
Üçüncü Makam

Bu makam, tevhidin üç küllî alâmetini icmalen beyan edecek.

Vahdetin tahakkukuna ve vücuduna delâlet eden deliller ve alâmetler vehüccetler had ve hesaba gelmez. Onlardan binler burhanlar Siracü’nNur’datafsilen beyan edildiğinden, bu Üçüncü Makamda yalnız üç küllî hüccetlerinicmalen beyanıyla iktifa edildi.

BİRİNCİ ALÂMET VE HÜCCET ki,
blank.gif
1
وَحْدَهُkelimesi onun neticesidir.
Herşeyde bir vahdet var. Vahdet ise, bir vâhide delâlet ve işaret eder. Evet, vâhid bir eser,bilbedahe vâhid bir sâniden sudur eder. Bir, elbette birden gelir. Herşeyde bir birlik bulunduğundan, elbette birtek zâtın eseri ve san’atı olduğunu gösterir.Evet, bu kâinat bin birlikler perdeleri içinde sarılı bir gül goncası gibidir. Belki esmâ ve ef’âl-i umumiye-i İlâhiyenin adedince vahdetleri giymiş birtek insan‑ı ekberdir. Belki, envâ-ı mahlûkat sayısınca dallarına vahdetler, birlikler asılmış bir şecere-i tûbâ-i hilkattir.

Evet, kâinatın idaresi bir ve tedbiri bir ve saltanatı bir ve sikkesi bir, bir, bir, bir, tâ bin bir bir birler kadar...Hem bu kâinatı çeviren isimler ve fiiller bir iken, herbiri kâinatı veya ekserisini ihata eder. Yani, içinde işleyen hikmeti bir ve inayeti bir ve tanzimatı bir ve iaşesi bir ve muhtaçlarınınimdatlarına koşan rahmet bir ve o rahmetin bir şerbetçisi olan yağmur bir—ve hâkeza, bir, bir, bir, tâ binler bir birler...

Hem bu kâinatın sobası olan güneş bir, lâmbası olan kamer bir, aşçısı olan ateş bir,levazımat deposu ve hazineli direği olan dağ bir, sakacı ve sucusu bir ve bağları sulayan süngeri bir—ve hâkeza, bir, bir, bir, tâ bin bir birler kadar...

[BILGI] Dipnot-1 “Allah birdir.” Buharî, Ezân: 155; Teheccüd: 21; Müslim, Zikir: 28, 30, 74, 75, 76; Tirmizî, Mevâkıt: 108; Hac: 104; Nesâî, Sehiv: 83-86; İbni Mâce, Dua: 10, 14, 16; Ebû Dâvud, Menâsik: 56.[/BILGI]




Siracü’n-Nur: Nur Kandili; Risale-i NurSâni: her şeyi san’atla yaratan Allah
alâmet: belirti, işaretbeyan etmek: açıklamak
bilbedâhe: ap açık şekildeburhan: delil
delâlet etmek: delil olmakef’âl-i umumiye-i İlâhiye: bütün varlıklar âleminde varlıkları ortaya çıkaran İlâhî fiiller
ekser: çoğunlukenvâ-ı mahlûkat: varlık türleri
esmâ: isimlerhad: sınır
hikmet: Allah’ın her şeyi bir gayeye yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatıhâkezâ: böylece, bunun gibi
hüccet: güçlü deliliaşe: besleme, yedirip içirme
icmalen: özetleihata etmek: kuşatmak, kapsamak
iktifa etmek: yetinmekimdat: yardım
inayet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen, nizaminsan-ı ekber: insanın büyütülmüş şekli gibi olan kâinat
kamer: ayküllî: kapsamlı, geniş
levâzımât deposu: ihtiyaç duyulan şeylerin depolandığı yerrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
saka: sucu, meşrubatçısikke: damga, mühür
tafsilen: ayrıntılı olaraktahakkuk: gerçekleşme
tanzimat: düzenlemelertedbir: idare etme
tevhid: birleme; Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etmevahdet: birlik
vâhid: birvücud: varlık
şecere-i tûbâ-i hilkat: Tûbâ ağacını andıran yaratılış ağacı

 
Son düzenleme:

Muvahhid1

Well-known member
İşte, âlemin bu kadar birlikleri ve vahdetleri güneş gibi zâhir birtek Vâhid-i Ehade işaret ve delâlet eden bir hüccet-i bâhiredir.Hem kâinat unsurlarının ve nevilerinin herbirisi bir olmasıyla beraber, zeminin yüzünü ihata etmesi ve birbirinin içine girmesi ve münasebettarâne ve belki muavenetkârâne birleşmesi, elbette mâlik ve sâhip ve sânilerinin bir olmasına bir alâmet-i zâhiredir.

İKİNCİ ALÂMET VE HÜCCET
ki, لاَ شَرِيكَ لَهُ
blank.gif
1
kelimesini intaç ediyor.
Bütün kâinatta, zerrelerden tâ yıldızlara kadar herşeyde kusursuz bir intizam-ı ekmel ve noksansız bir insicam-ı ecmel ve zulümsüz bir mizan-ı âdilin bulunmasıdır.Evet, kemâl-i intizam, insicam-ı mizan ise, yalnız vahdetle olabilir. Müteaddit eller birtek işe karışırsa, karıştırır. Sen gel, bu intizamın haşmetine bak ki, bu kâinatı gayet mükemmel öyle bir saray yapmış ki, herbir taşı bir saray kadar san’atlı. Ve gayet muhteşem öyle bir şehir etmiş ki, hadsiz olan vâridat ve sarfiyatı ve nihayetsiz kıymettar malları ve erzakı, bir perde-i gaybdan kemâl-i intizamla, vakti vaktine, umulmadığı yerlerden geliyor.

Ve gayet mânidaröyle mu’cizâne bir kitaba çevirmiş ki, herbir harfi yüz satır ve herbir satırı yüz sahife ve her sahifesi yüz bab ve her babı yüz kitap kadar mânâları ifade eder. Hem bütün babları, sahifeleri, satırları, kelimeleri, harfleri birbirine bakar, birbirine işaret ederler.
Hem sen gel, bu intizam-ı acip içinde şu tanzimin kemâline bak ki, bu koca kâinatı ter temiz medenî bir şehir, belki temizliğine gayet dikkat edilen bir güzel kasır, belki yetmiş süslühulleleri birbiri üstüne giymiş bir hûri’l-în, belki, yetmiş lâtif, ziynetli perdelere sarılmış bir gül goncası gibi pâk ve temizdir.


[BILGI]Dipnot-1 “Onun hiçbir ortağı yoktur.” Buharî, Ezân: 155; Teheccüd: 21; Müslim, Zikir: 28, 30, 74, 75, 76; Tirmizî, Mevâkıt: 108; Hac: 104;Nesâî, Sehiv: 83-86; İbni Mâce, Dua: 10, 14, 16.[/BILGI]



Vâhid-i Ehad: birliği herşeyde ve herbir şeyde görülen Allahalâmet: belirti, işaret
alâmet-i zâhire: gözle görülen belirtidelâlet etmek: delil olmak
erzak: rızıklar; yiyecek ve içeceklergayet: son derece
hadsiz: sonsuz, sınırsızhaşmet: heybet, görkem
hulle: Cennet elbisesihûri’l-în: güzel gözlü Cennet kızları
hüccet: güçlü delilhüccet-i bâhire: ap açık kesin delil
ihata etmek: kuşatmakinsicam-ı ecmel: en güzel uyumluluk
insicâm-ı mîzan: dengedeki uyumintaç etmek: netice vermek
intizam: düzenintizam-ı acip: hayrette bırakan düzen
intizam-ı ekmel: en mükemmel düzen, tertipkemâl-i adalet: adaletteki mükemmellik
kemâl-i intizam: mükemmel düzenkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
kıymettar: kıymetli, değerlilâtif: güzel, hoş
mahlûk: yaratılmış, varlıkmizan: ölçü, terazi
mizan-ı âdil: adâletli terâzimuavenetkârâne: yardımlaşarak
mu’cizane: mu’cizeli bir şekildemâlik: sahip
mânidar: mânâlı, anlamlımünasebettarâne: bağlantılı olarak
müteaddit: birçok, çeşitlinezafet: temizlik
nihayetsiz: sonsuzperde-i gayb: görünmeyen âlemleri gözümüzden gizleyen perde
sarfiyat: harcamalarsâni: sanatkâr
tanzim: düzenlemeunsur: temel madde, element
vahdet: birlikvaridat: gelirler
zemin: yerzerre: atom
ziynetli: süslüzâhir: açık, gözle görünür
âlem: dünya, evren



 

Muvahhid1

Well-known member
Hem sen gel, bu intizam ve nezafet içindeki bu mizanın kemâl-i adaletine bak ki, bin derece büyütmekle ancak görülebilen küçücük ve incecik mahlûkları ve huveynâtı ve bin defa küre-i arzdan büyük olan yıldızları ve güneşleri, o mizanın ve o terazinin vezniyle ve ölçüsüyle tartılır ve onlara lâzım olan herşeyleri noksansız verilir. Ve o küçücük mahlûklar, o fevkalâde büyük masnularla beraber, o mizan-ı adâlet karşısında omuz omuzadırlar. Halbuki, o büyüklerden öyleleri var ki, eğer bir saniye kadar muvazenesini kaybetse, muvazene-i âlemi bozacak ve bir kıyameti koparacak kadar bir tesir yapabilir.

Hem sen gel, bu intizam, nezafet, mizanın içinde bu fevkalâde câzibedar cemâle ve güzelliğe bak ki, bu koca kâinatı gayet güzel bir bayram ve gayet süslü bir meşher ve çiçekleri yeni açılmış bir bahar şeklini vermiş. Ve koca baharı, gayet güzel bir saksı, bir gül destesi yapmış ki, her bahara, zeminin yüzünde mevsim be mevsim açılan yüzbinler nakışlı bir muhteşem çiçek suretini vermiş. Ve o baharda herbir çiçeği çeşit çeşit zinetlerle güzelleştirmiş.

Evet, nihayet derecede hüsün ve cemâlleri bulunan Esmâ-i Hüsnânın güzel cilveleriyle kâinatın herbir nev’i, hattâ herbir ferdi, kàbiliyetine göre öyle bir hüsne mazhar olmuşlar ki,Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazâli demiş:لَيسَ فِى اْلاِمْكَانِ اَبْدَعُ مِمَّا كَانَ Yani, “Daire-i imkânda bu mükevvenattan daha bedî, daha güzel yoktur.”

İşte, bu muhit ve câzibedar olan hüsün ve bu umumî ve hârikulâde nezafet ve bu müstevlî veşümullü ve gayet hassas mizan ve bu ihatalı ve her cihetle mu’cizâne intizam ve insicam,vahdete ve tevhide öyle bir hüccettir, bir alâmettir ki, gündüzün ortasındaki ziyanın güneşe işaretinden daha parlaktır.



Esmâ-i Hüsnâ: Cenâb-ı Hakkın en güzel isimleri
alâmet: belirti, işaretbedi’: güzel, eşsiz
beliyye: belâ, musibetcemâl: güzellik
cihet: yöncilve: görüntü, yansıma
câzibedâr: cazibeli, çekicidaire-i imkân: bir şeyin var veya yok olabilme ihtimallerini içine alan daire, kâinat
fevkalâde: olağanüstügayet: son derece
harikulâde: olağanüstü, alışılmamışhuveynât: mikroskobik canlılar
hüccet: güçlü delilhüsün: güzellik
ihatalı: kuşatıcıinsicam: uyumlu ve ahenkli olma
intizam: düzenküre-i arz: yerküre, dünya
mahlûk: yaratılmış, varlıkmasnu: san’at eseri varlık
mazhar olmak: erişmek, nail olmakmevsim be mevsim: her mevsim
meşher: sergi yerimizan: ölçü, terazi
mizan-ı adâlet: adâlet terâzisimuhit: kuşatıcı
muhtasar: kısa, özetlenmişmusibet: belâ, büyük sıkıntı
muvazene: dengemuvazene-i âlem: âlemdeki her şeyin denge içinde olması
mu’cizane: mu’cizeli bir şekildemükevvenât: yaratılmışlar, bütün varlıklar
müstevlî: istila eden, bir yeri ele geçirennev’: tür
nezafet: temizliknihayet derecede: son seviyede
suret: biçim, şekiltevhid: birleme, Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etme
umumî: genelvahdet: birlik
vezn: ölçü, tartızemin: yer
zinet: süsziya: ışık
İmam-ı Gazâli: (bk. bilgiler)şümullü: kapsamlı
 

Muvahhid1

Well-known member
Bu makama ait gayet mühim iki şıklı bir suâle gayet muhtasar ve kuvvetli bir cevaptır.

Suâlin Birinci Şıkkı

Bu makamda diyorsun ki: “Kâinatı hüsün ve cemâl ve güzellik ve adalet ihata etmiştir. Halbuki, gözümüz önünde bu kadar çirkinliklere ve musibetlere ve hastalıklara ve beliyyelere ve ölümlere ne diyeceksin?”

Elcevap: Çok güzellikleri intaç veya izhar eden bir çirkinlik dahi, dolayısıyla bir güzelliktir. Ve çok güzelliklerin görünmemesine ve gizlenmesine sebep olan bir çirkinliğin yok olması, görünmemesi, yalnız bir değil, belki müteaddit defa çirkindir. Meselâ, vâhid-i kıyasî gibi birkubh bulunmazsa, hüsnün hakikatı birtek nevi olur; pek çok mertebeleri gizli kalır. Ve kubhuntedahülü ile mertebeleri inkişaf eder. Nasılki soğuğun vücuduyla hararetin mertebeleri ve karanlığın bulunmasıyla ziyanın dereceleri tezahür eder. Aynen öyle de, cüz’î şer ve zarar vemusibet ve çirkinliğin bulunmasıyla, küllî hayırlar ve küllî menfaatler ve küllî nimetler ve küllîgüzellikler tezahür ederler.

Demek çirkinin icadı çirkin değil, güzeldir. Çünkü, neticelerin çoğu güzeldir. Evet, yağmurdan zarar gören tembel bir adam, yağmura rahmet namını verdiren hayırlı neticelerini hükümden iskat etmez, rahmeti zahmete çeviremez.
Amma, fena ve zevâl ve mevt ise, Yirmi Dördüncü Mektupta gayet kuvvetli ve kat’îburhanlarla ispat edilmiş ki, onlar umumî rahmete ve ihatahüsne ve şümûlhayra münâfideğiller; belki muktezalarıdırlar. Hattâ şeytanın dahi, mânevî terakkiyat-ı beşeriyenin zembereği olan müsabakaya ve mücahedeye sebep olduğundan, o nev’in icadı dahi hayırdır, ocihette güzeldir. Hem, hattâ kâfir, küfürle bütün kâinatın hukukuna bir tecavüz ve şerefini tahkir ettiğinden, ona cehennem azabı vermek güzeldir. Başka risalelerde bu iki nokta tamamen tafsil edildiğinden, burada bir kısa işaretle iktifa ediyoruz.


Suâlin İkinci Şıkkı HAŞİYE-1


Haydi şeytana ve kâfire ait bu cevabı umumî noktasında kabul edelim. Fakat, Cemîl-i Mutlakve Rahîm-i Mutlak ve hayr-ı mutlak olan Zât-ı Ganiyy-i Ale’l-Itlak, nasıl oluyor ki, bîçare cüz’îferdleri ve şahısları musibete, şerre, çirkinliğe müptelâ ediyor?



[BILGI]Haşiye-1 Bu ikinci şıkkın cevabı çok mühimdir. Çok evhamı izale eder.[/BILGI]





Cemîl-i Mutlak: sınırsız güzellik sahibi olan AllahRahîm-i Mutlak: sınırsız şefkat ve merhamet sahibi olan Allah
Zât-ı Ganiyy-i Ale’l-Itlak: her cihetle hiçbir şeye muhtaç olmayan Zât, Allahburhan: delil
bîçare: çaresizcihet: yön, taraf
cüz’: kısım, parçacüz’î: ferdî, küçük
evham: vehimler, kuruntularfena: geçicilik, yok olma
gayet: son derecehakikat: doğru, gerçek
hararet: ısı, sıcaklıkhayr: iyilik, güzel iş
hayr-ı mutlak: her yönüyle hayırlı olanhaşiye: dipnot
hükümden iskat etmek: hükümsüz hale getirmekhüsn: güzellik
icad: var etme, yaratmaihata: içine alma, kapsama
iktifa etmek: yetinmekinkişaf etmek: açığa çıkmak
intaç eden: netice verenizale etmek: gidermek, ortadan kaldırmak
izhar: açığa çıkarma, göstermekat’î: kesin
kubh: çirkinlikkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
küllî: kapsamlı, genişmevt: ölüm
mukteza: gerektirici sebep, bir şeyin gereğimusibet: belâ, büyük sıkıntı
mücahede: gayret sarfetme, mücadelemünâfi: aykırı, zıt
müptelâ: bağımlı, düşkünmüsabaka: yarışma
müteaddit: birçok, çeşitlinam: ad
nevi: çeşit, türrahmet: merhamet, ihsan, bağış
risale: küçük çaplı kitap, mektup; Risale-i Nur’da yer alan bölümlerden her birisitafsil: ayrıntılı açıklama
tedahül: içine girme, dahil olmaterakkiyât-ı beşeriye: insanlığa ait gelişmeler, ilerlemeler
tezahür etmek: görünmek, ortaya çıkmakumumî: genel
vahid-i kıyasî: ölçü birimivücud: varlık, var oluş
zemberek: hareketi sağlayan güç kaynağızevâl: yok olma
ziya: ışıkşer: kötülük
şümûl: kapsamlı ve kuşatıcı olma

 

Muvahhid1

Well-known member
Elcevap: Ne kadar iyilik ve güzellik ve nimet varsa, doğrudan doğruya o Cemîl ve Rahîm-i Mutlakın hazine-i rahmetinden ve ihsanat-ı hususiyesinden gelir. Ve musibet ve şerler ise,saltanat-ı rubûbiyetin, âdetullah namı altında ve küllî iradelerin mümessilleri olan umumî veküllî kanunlarının çok neticelerinden tek tük cüz’î neticeleri olmasından, o kanunlarcereyanının cüz’î muktezaları olduğundan, elbette küllî maslahatlara medar olan o kanunlarımuhafaza ve riayet etmek için, o şerli, cüz’î neticeleri dahi halk eder. Fakat o cüz’î ve elîmneticelere karşı, imdâdât-ı hassa-i Rahmâniye ve ihsanat-ı hususiye-i Rabbâniye ile, musibete düşen efradın feryatlarına ve beliyyelere giriftâr olan eşhasın istiğaselerine yetişir. Ve fâil-i muhtar olduğunu ve herbir şeyin herbir işi, onun meşîetine bağlı bulunduğunu ve umum kanunları dahi daima irade ve ihtiyarına tâbi bulunmalarını ve o kanunların tazyikinden feryat eden fertleri, bir Rabb-i Rahîm dinlediğini ve imdatlarına ihsanıyla yetiştiğini göstermekle;Esmâ-i Hüsnânın kayıtsız ve hadsiz cilvelerine hadsiz ve kayıtsız bir meydan açmak için o küllîâdetullah düsturlarının ve o umumî kanunların şüzuzâtıyla ve hem, şerli cüz’î neticeleriyle,hususî ihsanat ve hususî teveddüdat, yani sevdirmekle hususi tecelliyat kapılarını açmıştır.

Bu ikinci alâmet-i tevhid, Siracü’n-Nur’un belki yüz yerlerinde beyan edildiğinden, burada hafif bir işaretle iktifa ettik.

ÜÇÜNCÜ ALÂMET VE HÜCCET


لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ
blank.gif
1
ile işaret edilen, had ve hesaba gelmeyen tevhid sikkeleridir.Evet, herşeyin yüzünde, cüz’î olsun küllî olsun, zerrattan tâ seyyarata kadar öyle bir sikkevar ki, âyinede güneşin cilvesi güneşi gösterdiği gibi, öyle de, o sikke âyinesi dahi, Şems-i Ezel ve Ebede işaret ederek vahdetine şehadet eder. O hadsiz sikkelerden pek çokları Siracü’n-Nur’da tafsilen beyan edildiğinden, burada yalnız kısa bir işaretle üç tanesine bakacağız. Şöyle ki:


Mecmu-u kâinatın yüzüne, envâın birbirine karşı gösterdikleri teavün, tesanüd, teşabüh,tedahülden mürekkep geniş bir sikke-i vahdet konulduğu gibi, zeminin yüzüne de, dört yüz bin hayvanî ve nebatî taifelerden mürekkep bir ordu-yu Sübhânînin ayrı ayrı erzak, esliha, elbise,talimat, terhisat cihetinde gayet intizamla, hiçbirini şaşırmayarak, vakti vaktine verilmesiyle koyduğu o sikke-i tevhid misillü, insanın yüzüne de, herbir yüzün umum yüzlere karşı birer alâmet‑i fârika bulunmasıyla koyduğu sikke-i vahdâniyet gibi, herbir masnuun yüzünde, cüz’îolsun küllî olsun, birer sikke-i tevhid ve herbir mahlûkun başında, büyük olsun küçük olsun, az ve çok olsun, birer hâtem-i ehadiyet müşahede edilir. Ve bilhassa zîhayat mahlûkların sikkeleri çok parlaktırlar. Belki, herbir zîhayat kendisi dahi, birer sikke-i tevhid, birer hâtem-i vahdet, birer mühr-ü ehadiyet, birer turra-i samediyettirler.


[BILGI]Dipnot-1 “Mülk sadece Ona ait, hamd sadece Ona mahsustur.” Buharî, Ezân: 155; Teheccüd: 21; Müslim, Zikir: 28, 30, 74, 75, 76; Tirmizî,Mevâkıt: 108; Hac: 104; Nesâî, Sehiv: 83-86; İbni Mâce, Dua: 10, 14, 16. [/BILGI]



Esmâ-i Hüsnâ: Cenab-ı Hakkın en güzel isimleri
Rabb-i Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan ve herşeyi terbiye ve idare eden AllahRahîm-i Mutlak: sınırsız şefkat ve merhamet sahibi Allah
Siracü’n-Nur: Nur Lambası; Risale-i Nuralâmet: belirti, işaret
alâmet-i tevhid: Allah’ın birliğini gösteren işaretbeliyye: belâ, musibet
beyan etmek: açıklamakcereyan: akım, hareket
cilve: görüntü, yansımacüz’î: ferdî, küçük
düstur: kural, prensipefrad: fertler, bireyler
elîm: elemli, acı vereneşhas: şahıslar
fail-i muhtar: dilediğini yapmakta serbest olan fâilgiriftar: tutulmuş, yakalanmış
had: sınırhalk etmek: yaratmak
hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesihususî: özel
hüccet: delilihsan: bağış, ikram
ihsanat: ihsanlar, iyilikler, bağışlarihsanat-ı hususiye: özel hediye ve ikramlar
ihsanat-ı hususiye-i Rabbâniye: Allah’ın terbiye ve idaresinin özel yardım ve bağışlarıihtiyar: dileme, istek, irade
iktifa etmek: yetinmekimdâdât-ı hâssa-i Rahmâniye: yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah’ın özel yardımları
irade: dileme, tercihistiğase: yardım dileme
küllî: geniş, kapsamlımaslahat: fayda, gaye
medar: dayanak noktası, kaynakmeşiet: dileme, irade, istek
muhafaza: koruma, saklamamukteza: gerektirici sebep bir şeyin gereği
musibet: belâ, büyük sıkıntımümessil: temsilci
riayet etmek: uymak, gözetmeksaltanat-ı rububiyet: kâinatı terbiye ve idare eden Allah’ın herşeyi kuşatan egemenliği
sikke: damga, mühürtazyik: baskı, ağırlık
tecelliyat: tecelliler, yansımalarteveddüdat: Allah’ın kullarına kendisini sevdirmek için sunduğu nimetler
tevhid: birleme; Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etmetâbi bulunma: bir şeye bağlı olma
umumî: genelâdetullah: Allah’ın tabiatta yürürlükte olan kanun ve prensipleri
şerli: kötüşüzuzât: kural dışı olaylar ve varlıklar


 

Muvahhid1

Well-known member
Evet, herbir çiçek, herbir meyve, herbir yaprak, herbir nebat, herbir hayvan öyle birermühr-ü ehadiyet, birer hâtem-i samediyettir ki, herbir ağacı birer mektub-u Rabbânî ve herbir tâife-i mahlûkatı birer kitab-ı Rahmânî ve herbir bahçeyi birer ferman-ı Sübhânîsûretine çevirerek, o ağaç mektubuna, çiçekleri adedince mühürler ve meyveleri sayısınca imzalar ve yaprakları miktarınca turralar basılmış. Ve o nev’ ve tâife kitabına dahi, onun kâtibini göstermek, bildirmek için ferdleri adedince hâtemler basılmış. Ve o bahçe fermanına, onun sultanını tanıttırmak, tarif etmek için o bağ içinde bulunan nebat, ağaç, hayvan sayısınca sikkeler basılmış. Hattâ herbir ağacınmebde’inde ve müntehasında ve üstünde ve içinde
blank.gif
1
هُوَ اْلأَوَّلُ وَاْلاٰخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُisimlerinin işaret ettikleri dört sikke-i tevhid var.

İsm-i
Evvel ile işaret edildiği gibi, herbir meyvedar ağacın menşe-i aslîsi olan çekirdekHAŞİYE-1öyle bir sandukçadır ki, o ağacın programını ve fihristesini ve plânını; ve öyle bir destgâhtır ki, onun cihazatını ve levazımatını ve teşkilâtını ve öyle bir makinedir ki, onun iptidadaki incecik vâridatını ve lâtifâne masârifini ve tanzimatını taşıyor.



Ve ism-i Âhir’le işaret edildiği gibi, herbir ağacın neticesi ve meyvesi öyle bir tarifenamedir ki, o ağacın eşkâlini ve ahvâlini ve evsafını, ve öyle bir beyannamedir ki, onun vazifelerini ve menfaatlerini ve hassalarını; ve öyle bir fezlekedir ki, o ağacın emsalini ve ensâlini ve nesl-i âtisini o meyvenin kalbinde bulunan çekirdeklerle beyan ediyor, ders veriyor.



Ve ism-i Zâhir ile işaret edildiği gibi, her ağacın giydiği suret ve şekil, öyle musannâ vemünakkaş bir hulledir, bir libastır ki, o ağacın dal ve budak ve âzâ ve eczasıyla tam kàmetine göre biçilmiş, kesilmiş, süslendirilmiş. Ve öyle hassas vemizanlı ve mânidardır ki, o ağacı bir kitap, bir mektup, bir kaside suretine çevirmiştir.








[BILGI] Dipnot-1 “O Evveldir, Âhirdir, Zâhirdir, Bâtındır.” Hadid Sûresi, 57:3.[/BILGI]

[BILGI] Haşiye-1 Eski zamandan beri darb-ı mesel olarak umumun dilinde ve lisan-ı nâsta gezen şu “çekirdekten yetişme” sözü, bu risalenin müellifine bir işaret-i gaybiye-i örfiye denilebilir. Çünkü Risale-i Nur hâdimi olan şahıs, Kur’ân’ın feyziyle, çekirdek ve çiçekte tevhid için ikimirac-ı mârifet keşfederek, tabiiyyunları boğan aynı yerde âb-ı hayat bulmuş ve çekirdekten hakikate ve nur-u mârifete yetişmiş. Ve bu iki şeyin Risale-i Nur’da ziyade tekrarları bu hikmete binaendir.[/BILGI]





ahvâl: haller, durumlarbeyan etmek: açıklamak
beyanname: açıklama belgesicihazat: cihazlar, donanım
darb-ı mesel: atasözüdestgâh: tezgâh
emsal: benzer olanlarensâl: nesiller
evsâf: vasıflar, niteliklereşkâl: şekiller, biçimler
ferman: emir, buyrukfeyz: manevi gıda, ilim
fezleke: netice, özetfihriste: içindekiler, indeks
hassa: nitelik, özellikhaşiye: dipnot
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılmasıhulle: Cennet elbisesi
hâdim: hizmetçihâtem: mühür, damga
iptida: başlangıçism-i Zâhir: Allah’ın varlığının eserleriyle ve delileriyle aşikâr ve görünür olduğunu ifade eden ismi
ism-i Âhir: Allah’ın her şeyden sonra var olacağını ve sonu olmadığını ifade eden ismiişaret-i gaybiye-i örfiye: herkes tarafından bilinen gayba dair bir işaret
keşfetmek: gizli bir şeyi açığa çıkarmakkâtib: yazar
levâzımât: bir işin gerçekleşmesi için gerekli olan şeylerlibas: elbise
lisan-ı nâs: insanların dililâtifâne: güzel, hoş bir şekilde
mebde’: başlangıçmenşe-i aslî: asıl kökü
meyvedar: meyve verenmirac-ı marifet: Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanıyıp bilme gibi yüce bir makama çıkma
musannâ: san’atla yapılmışmüellif: yazar
münakkaş: nakışlanmış, süslenmişmüntehâ: bir şeyin en uç noktası
nebat: bitkinesl-i âti: gelecek nesil
nev’: türnur-u marifet: Allah’ı bilme ve tanımayla ortaya çıkan nur, aydınlık
risale: Risale-i Nur’da yer alan bölümlerden her birisisandukça: küçük sandık
sikke: mühürsikke-i tevhid: herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu gösteren mühür
suret: biçim, şekiltabiiyyun: tabiatı yaratıcı olarak kabul edenler, materyalistler
taife: grup, topluluktanzimat: düzenlemeler
tarifename: bir şeyin bütün özelliklerini tanıtan yazıtevhid: birleme, Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etme
teşkilât: bir şeyin meydana gelmesi için gerekli şeylervâridat: gelirler
ziyade: çokâb-ı hayat: hayat suyu
 
Son düzenleme:

Muvahhid1

Well-known member
Ve ism-i Bâtın ile işaret edildiği gibi, her ağacın içinde işleyen destgâh öyle bir fabrikadır ki, o ağacın bütün ecza ve âzâsını teşkil ve tedvir ve tedbirini gayet hassas mizanla ölçtüğü gibi, bütün ayrı ayrı âzâlarına lâzım olan maddeleri ve rızıkları, gayet mükemmel bir intizamaltında sevk ve taksim ve tevzi ile beraber akılları hayret içinde bırakan şimşek çakmak gibi bir sür’at ve saati kurmak gibi bir sühulet ve bir orduya arş demek gibi bir birlik ve beraberlik ile o hârika fabrika işliyor.


Elhâsıl; herbir ağacın evveli, öyle bir sandukça ve program, ve âhiri, öyle bir târifename venümune; ve zahiri, öyle bir musannâ hulle ve bir münakkaş libas; ve bâtını, öyle bir fabrika vedestgâhtır ki, bu dört cihet öyle birbirine bakıyorlar. Ve dördün mecmuundan öyle bir sikke-i âzam, belki bir ism-i âzam tezahür eder ki, bilbedahe, bütün kâinatı idare eden bir Sâni-i Vâhid-i Ehadden başkası o işleri yapamaz. Ve ağaç gibi her zîhayatın evveli, âhiri, zâhiri,bâtını birer sikke-i tevhid, birer hâtem-i vahdet, birer mühr-ü ehadiyet, birer turra-i vahdâniyet taşıyor.

İşte, bu üç misaldeki ağaca kıyasen, bahar dahi çok çiçekli bir ağaçtır. Güz mevsiminin eline emanet edilen tohumlar, çekirdekler, kökler, ism-i Evvelin sikkesini; ve yaz mevsiminin kucağına dökülen, eteğini dolduran meyveler, hububat ve sebzevatlar ism-i Âhir’in hâtemini ve bahar mevsimi, hûri’l-în misillü birbiri üstüne giydiği sündüs-misâl hulleler ve yüzbin nakışlarla süslenmiş fıtrî libaslar ism-i Zâhirin mührünü ve baharın içinde ve zeminin batnında işleyen Samedânî fabrikalar ve kaynayan rahmânî kazanlar ve yemekleri pişirttiren Rabbânîmatbahlar, ism-i Bâtının turrasını taşıyorlar.

Hattâ herbir nevi—meselâ, nev-i beşer—dahi bir ağaçtır. Kökü ve çekirdeği mazide vesemereleri, neticeleri müstakbelde olarak hayat-ı cinsiye ve bekà-yı nev’î içinde gayetmuntazam kanunların bulunması gibi, hâl-i hazır vaziyeti dahi, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiye düsturlarının hükmü altında bir sikke-i tevhid ve zâhirî karışıklıklar altında gizli,muntazam bir hâtem-i vahdet ve müşevveş ahvâl-i beşeriye altında mukadderat-ı hayatiyedenilen kaza ve kaderin düsturlarının hükmü altında bir mühr-ü vahdâniyet taşıyor.



endOfSection.gif
endOfSection.gif




Rabbanî: herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’a aitRahmanî: rahmet ve merhameti sonsuz olan Allah tarafından gönderilen
Samedânî: hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin kendisine muhtaç olduğu Allah’a ait olanahvâl-i beşeriye: insanların halleri, durumları
bekà-yı nev’: bir canlı türünün varlığını sürdürmesidüstur: kural, prensip
gayet: son derecehayat-ı cinsiye: aynı alt türdeki varlıkların hayatı
hayat-ı içtimaiye: toplum hayatıhayat-ı şahsiye: kişisel hayat
hâl-i hazır: şimdiki zamanhâtem-i vahdet: Allah’ın herşeyi bir elden yönettiğini gösteren birlik mührü
ism-i Bâtın: Allah’ın herbir varlığın iç yüzünü mükemmel bir şekilde yarattığını bildiren ismikader: Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlaması
matbah: mutfakmazi: geçmiş zaman
mukadderât-ı hayatiye: kader kalemiyle yazılmış hayat programlarımuntazam: düzenli, intizamlı
mühr-ü vahdâniyet: Allah’ın zâtını ve benzersiz oluşunu gösteren mühürmüstakbel: gelecek
müşevveş: karışık, düzensiznev-i beşer: insanlar
nev’: tür, çeşitsemere: meyve, netice
sikke-i tevhid: herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu gösteren işaret, damgaturra: özel bir biçimi olan işaret, padişah mührü
zahirî: dış görünüşte olan
 

Muvahhid1

Well-known member
Hâtime

Sırr-ı tevhid içinde sair erkân-ı imaniyeye birer kelâmla kısacık birer işarettir.

Ey insan-ı gafil! Gel bir kere düşün ve bu risalenin üç makamında beyan edilen Üç Meyve, ÜçMuktazî, Üç Hücceti nazara al, bak ki, bu kâinatta tasarruf eden ve en cüz’î bir şifayı ve en küçük bir şükrü dahi nazara alan ve sinek kanadı gibi en az bir san’atı başkalarına havale etmeyen ve vermeyen ve lâkayt kalmayan ve en basit bir tohuma bir ağaç kadar vazifeler vehikmetler takan ve kendi Rahmâniyetini ve Rahîmiyetini ve Hakîmliğini herbir san’atıyla ihsas eden ve kendini herbir vesileyle tanıttıran ve herbir nimetle sevdiren bir Sâni-i Kadîr, Hakîm,Rahîm, Alîm, hiç mümkün müdür ki ve hiçbir cihetle kàbil midir ki, kâinatı mânen istilâ edenmehâsin-i hakikat-ı Muhammediyeye (a.s.m.) ve tesbihat-ı Ahmediyeye (a.s.m.) ve envar-ı İslâmiyeye karşı lâkayd kalsın?

Ve hiçbir cihetle mümkün müdür ki, bütün masnuatını yaldızlayan ve bütün mahlûkatını sevindiren ve kâinatı ışıklandıran ve semâvât ve arzı velveleye veren ve küre-i arzın yarısını venev-i beşerin beşten birisini ondört asır bilâ fasıla saltanat-ı maddiye ve mâneviyesi altına alan ve daima o muhteşem saltanatı Hâlık-ı Kâinat hesabına ve namına süren Risalet-i Ahmediye(a.s.m.) o Sâniin en mühim bir maksadı, bir nuru, bir âyinesi olmasın? Hem Muhammed (a.s.m.) gibi aynı hakikata hizmet eden enbiyalar dahi o Sâniin elçileri ve dostları ve memurları olmasın? Hâşâ, mu’cizat-ı enbiya adedince hâşâ ve kellâ!

Hem hiçbir cihetle mümkün müdür ki, dal ve budak gibi en cüz’î birşeye yüz hikmetleri ve meyveleri takan ve kendi rububiyetini fevkalâdehikmetleriyle ve umumîRahmâniyetiyle tanıttırıp sevdiren bir Hâlık-ı Hakîm-i Rahîm, kudretine nisbeten bir bahar kadar kolay olan haşri getirmeyerek, bir dâr-ı saadet, bir menzil-i bekà açmayıp, bütün hikmetlerini verahmetlerini, hattâ rubûbiyetini ve kemâlâtını inkâr etsin ve ettirsin ve çok sevdiği bütünmahbubmahluklarını ebedî bir sûrette idam etsin? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ! O cemâl-i mutlak, böyle bir kubh-u mutlaktan yüz binler derece münezzeh ve mukaddestir.




Alîm: her şeyi hakkıyla bilen, ilmi herşeyi kuşatan, sonsuz ilim sahibi AllahHakîm: hikmet sahibi; herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
Hâlık-ı Kâinat: evreni ve bütün varlıkları yaratan AllahRahmâniyet: Cenâb-ı Hakkın kullarını beslemesi, koruması ve merhamet etmesi
Rahîm: rahmetinin çok özel tecellîleri olan ve sonsuz şefkat ve merhamet sahibi AllahRahîmiyet: Allah’ın herbir varlıkta tecelli eden merhamet ediciliği
Risalet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) Allah’ın elçisi olmasıSâni: her şeyi san’atla yaratan Allah
Sâni-i Kadîr: herşeyi san’atlı yaratan ve sonsuz güç ve kudret sahibi olan Allaharz: dünya
beyan etmek: açıklamakbilâ fasıla: fasılasız, aralıksız
cihet: şekil, yöncüz’î: az, küçük, ferdî
enbiya: nebiler, peygamberlerenvar-ı İslâmiye: İslâmiyetin insanlığı aydınlatan nurları
erkân-ı imaniye: imanın esasları, şartlarıhakikat: doğru, gerçek
hikmet: fayda, gayehâtime: sonuç, son bölüm
hâşâ ve kellâ: asla ve asla, kesinlikle öyle değilhüccet: güçlü delil
ihsas etmek: hissettirmekinsan-ı gâfil: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan insan
istilâ etmek: kuşatmak, kaplamakkabil: mümkün, olabilir
kelâm: kelime, sözkâinat: evren
küre-i arz: yerküre, dünyamahlukât: yaratılmışlar, varlıklar
masnuat: san’atlı bir şekilde yaratılan varlıklarmehâsin-i hakikat-ı Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) bütün kâinatı kaplayan hakikatinin güzellikleri
muktazî: gerekçe, gerektirici sebepmu’cizât-ı enbiya: peygamberlerin gösterdikleri mu’cizeler
mânen: manevî olarakmümkün: imkân dahilinde olan, olabilir
nam: adnazara almak: dikkate almak
nev-i beşer: insanlar, insan türüsair: diğer, başka
saltanat-ı maddiye ve mâneviye: maddî ve mânevî yönlerden kurulan egemenlik, hakimiyetsemâvât: gökler
sırr-ı tevhid: herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma sırrıtasarruf eden: bir şeyi dilediği gibi yönlendiren, kullanan
tesbihat-ı Ahmediye: Peygamber Efendimizin Allah’ı şanına lâyık derin ifadelerle anmasıvelvele: coşku, haykırış
yaldızlamak: parlatmak
 

Muvahhid1

Well-known member
UZUNCA BİR HÂŞİYE

Haşir münasebetiyle bir suâl:

Kur’ân’da mükerreren
blank.gif
1
اِنْ كَانَتْ اِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً hem
blank.gif
2
وَمَاۤ أَمْرُ السَّاعَةِ إِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِfermanları gösteriyor ki, haşr-i âzam bir anda, zamansız vücuda geliyor. Dar akıl ise, bu hadsiz derece harika ve emsalsiz olan meseleyi iz’an ile kabul etmesine medar olacak meşhud bir misal ister.
Elcevap: Haşirde ruhların cesetlere gelmesi var; hem cesetlerin ihyası var; hem cesetlerininşası var. Üç meseledir.

BİRİNCİ MESELE

Ruhların cesetlerine gelmesine misâl ise, gayet muntazam bir ordunun efradı istirahat için her tarafa dağılmışken, yüksek sadalı bir boru sesiyle toplanmalarıdır.Evet, İsrafil’in borusu olan sûru, ordunun borazanından geri olmadığı gibi, ebedler tarafında ve zerreler âleminde iken, ezel cânibinden gelen,
blank.gif
1
اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ hitabını işiten ve قَالُوا بَلٰى
blank.gif
2
ile cevap verenervahlar, elbette ordunun neferatından binler derece daha musahhar ve muntazam vemutîdirler. Hem değil yalnız ruhlar, belki bütün zerreler dahi bir ordu-yu Sübhânî ve emirber neferleri olduğunu gayet kat’î burhanlarla Otuzuncu Söz ispat etmiş.

İKİNCİ MESELE

Cesedlerin ihyası misâli ise, çok büyük bir şehirde, şenlik bir gecede, birtek merkezden yüz bin elektrik lâmbaları âdeta zamansız bir anda canlanmaları ve ışıklanmaları gibi, bütün küre-i arz yüzünde dahi, birtek merkezden yüz milyon lâmbalara nur vermek mümkündür. MademCenâb-ı Hakkın elektrik gibi bir mahlûku ve bir misafirhanesinde bir hizmetkârı ve birmumdarı, Hâlıkından aldığı terbiye ve intizam dersiyle bu keyfiyete mazhar oluyor. Elbette, elektrik gibi, binler nuranî hizmetkârlarının temsil ettikleri hikmet-i İlâhiyenin muntazamkanunları dairesinde, haşr-i âzam tarfetü’l-aynda vücuda gelebilir.

[BILGI]
Dipnot-1 “Korkunç bir ses onlara yetti.” Yâsin Sûresi, 36:29.
Dipnot-2 “Kıyâmetin gerçekleşmesi ise sadece göz açıp kapayıncaya kadardır.” Nahl Sûresi, 16:77.
[/BILGI]


[BILGI]
Dipnot-1 “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” A’raf Sûresi, 7:172.
Dipnot-2 “‘Evet, Sen bizim Rabbimizsin’ dediler.” A’raf Sûresi, 7:172. [/BILGI]


Hâlık-ı Hakîm-i Rahîm: her şeyin yaratıcısı olan, her şeyi hikmetle yaratan ve herbir şeye özel rahmet ve merhamet tecellîsi olan AllahRahmâniyet: Cenâb-ı Hakkın kullarını beslemesi, koruması ve merhamet etmesi
cemâl-i mutlak: sınırsız güzellikcihet: yön
cüz’î: az, küçük, ferdîdâr-ı saadet: mutluluk yurdu, âhiret
ebedî: sonsuzefrad: fertler, bireyler
emsalsiz: benzersiz, eşsizfevkalâde: olağanüstü
gayet: son derecehadsiz: sınırsız, sonsuz
haşir: insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanmasıhaşr-i âzam: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
hikmet: fayda, gaye, yararhâşiye: dipnot
hâşâ: kesinlikle öyle değilihya: diriltme
inşa: yaratma, meydana getirmeistirahat: dinlenme, rahatlama
iz’ân: şüphesiz anlama ve inanmakemâlât: mükemmel özellikler
kubh-u mutlak: sınırsız çirkinlikkudret: güç, iktidar
mahbub: sevilenmahluk: yaratılmış, varlık
medar olmak: vesile olmakmenzil-i bekà: sonsuzluğun bulunduğu yer
meşhud: görünen, bilinenmukaddes: her türlü çirkinlik ve eksiklikten arınmış
muntazam: düzenli, intizamlımükerreren: defalarca, tekrarla
münasebet: bağlantı, ilgimünezzeh: kusurlardan ve çirkinliklerden arınmış, yüce
nisbeten: kıyaslarahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rububiyet: Rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasısada: ses
suret: biçim, şekilsûr: kıyamet gününde Hz. İsrafil’in (a.s.) üfleyeceği emir borusu
umumî: bütünvücuda gelmek: var olmak

 
Son düzenleme:

Muvahhid1

Well-known member
ÜÇÜNCÜ MESELE

Ecsâdın def’aten inşasının misâli ise:

Bahar mevsiminde, birkaç gün zarfında, nev-i beşerin umumundan bin derece ziyade olanumum ağaçların, bütün yapraklarıyla beraber, evvelki baharın aynı gibi, birden mükemmel birsurette inşaları ve yine umum ağaçların umum çiçekleri ve meyveleri ve yaprakları, geçmiş baharın mahsulâtı gibi, berk gibi bir sür’atle icadları...

Hem o baharın mebde’leri olan hadsiz tohumcukların, çekirdeklerin, köklerin birden, beraber intibahları ve inkişafları ve ihyaları, hem kemiklerden ibaret olarak, ayakta duranemvât gibi bütün ağaçların cenazeleri, bir emirle def’aten “ba’sü bâde’l-mevt” sırrına mazhariyetleri ve neşirleri, hem küçücük hayvan taifelerininhadsiz efratlarının gayet derecede san’atlı bir surette ihyaları, hem bilhassa sinekler kabilelerinin haşirleri ve bilhassa daima yüzünü, gözünü, kanadını temizlemekle bize abdesti ve nezafeti ihtar eden ve yüzümüzü okşayan, gözümüz önündeki kabilenin bir senede neşr olan efradı, benî Âdemin Âdem zamanından beri gelen umum efradından fazla olduğu halde, her baharda sair kabilelerle beraber birkaç gün zarfında inşaları ve ihyaları, haşirleri, elbette kıyamette ecsâd-ı insaniyenin inşasına bir misâl değil belki binler misâldirler.

Evet, dünya dârü’l-hikmet ve âhiret dârü’l-kudret olduğundan, dünyada Hakîm, Mürettib,Müdebbir, Mürebbî gibi çok isimlerin iktizasıyla, dünyada icad-ı eşya bir derece tedrici ve zamanla olması, hikmet-i Rabbâniyenin muktezasıyla olmuş. Âhirette ise, hikmetten ziyadekudret ve rahmetin tezahürleri için, maddeye ve müddete ve zamana ve beklemeye ihtiyaç bırakmadan, birden eşya inşa ediliyor. Burada bir günde ve bir senede yapılan işler, âhirette bir anda ve bir lemhada inşasına işareten, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan
blank.gif
1
وَمَاۤ أَمْرُ السَّاعَةِ إِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ أَقْرَبُferman eder.
Eğer haşrin gelmesini gelecek baharın gelmesi gibi kat’î bir sûrette anlamak istersen, haşre dair Onuncu Söz ile Yirmi Dokuzuncu Söze dikkatle bak, gör. Eğer baharın gelmesi gibi inanmazsan, gel, parmağını gözüme sok!


AMMA BİR DÖRDÜNCÜ MES’ELEolan mevt-i dünya ve kıyamet kopması ise:
Bir anda bir seyyare veya bir kuyruklu yıldızın emr-i Rabbânî ile küremize, misafirhanemize çarpması, bu hanemizi harap edebilir: On senede yapılan bir saray bir dakikada harap olması gibi.


[BILGI] Dipnot-1 “Kıyâmetin gerçekleşmesi ise sadece göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır.” Nahl Sûresi, 16:77.[/BILGI]



Hakîm: her işini hikmetle ve belli bir sebeple yapan AllahKur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
Müdebbir: idare eden, ilmiyle herşeyin sonunu görüp ona göre hikmetle iş yapan AllahMürebbî: herşeyi terbiye eden, eğiten, yetiştiren Allah
Mürettib: herşeyi tertip ve düzene sokan Allahba’sü ba’de’l-mevt: ölümden sonra yeniden dirilme
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlarbilhassa: özellikle
darü’l-kudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarının doğrudan yansıdığı yer, âhiretdârü’l-hikmet: işlerin bir sebep ve hikmete bağlı olarak yapıldığı yer olan dünya
ecsâd-ı insaniye: insanların cesetleri bedenleriefrad: fertler, bireyler
emr-i Rabbânî: herşeyi terbiye edip idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah’ın emriferman etmek: buyurmak
gayet derecede: son derecehadsiz: sayısız, sınırsız
haşir: âhirette diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanmahikmet-i Rabbâniye: Allah’ın herşeyi bir fayda ve gayeye yönelik olarak, anlamlı ve yerli yerinde yaratması
icad etmek: yaratmak, var etmekihtar etmek: hatırlatmak
ihyâ: diriltme, hayat vermeiktiza: gerektirme
kat’î: kesinkudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
lemha: göz atma, süratle bakışmazhariyet: erişme, nail olma
mevt-i dünya: dünyanın ölümümukteza: bir şeyin gereği
nezafet: temizlikneşir: yayma, yayılma
rahmet: İlâhî şefkat, merhametsair: diğer, başka
seyyare: gezegensuret: biçim, şekil
taife: grup, topluluktedrici: yavaş yavaş, derece derece
tezahür: belirme, görünmeumum: bütün
zarfında: içindeziyade: çok, fazla



 

Muvahhid1

Well-known member
Bu haşrin dört meselesinin icmali şimdilik yeter. Yine sadedimize dönüyoruz.

Hem hiç mümkün müdür ki, kâinatın bütün hakiki ve âlî hakikatlerinin beliğ tercümanı veHâlık-ı Kâinatın bütün kemâlâtının mu’ciz lisanı ve bütün maksatlarının hârika mecmuası olanKur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, o Hâlıkın kelâmı olmasın? Hâşâ, âyâtının esrarı adedince hâşâ!

Hem hiç mümkün müdür ki, bir Sâni-i Hakîm, bütün zîhayat, zîşuur masnularını birbiriyle konuştursun ve dillerinin binler çeşitleriyle birbiriyle söyleştirsin ve onların sözlerini ve seslerini bilsin ve işitsin ve efâliyle ve in’âmıyla zâhir bir sûrette cevap versin, fakat kendisi konuşmasın ve konuşamasın? Hiç kàbil midir ve hiç ihtimali var mı?Madem bilbedahe konuşur ve madem konuşmasına karşı tam anlayışlı muhatap en başta insandır. Elbette, başta Kur’ân olarak meşhur kütüb-ü mukaddese onun konuşmalarıdır.

Hem hiç mümkün müdür ki, bir Sâni-i Hakîm, kendini tanıttırmak ve sevdirmek ve medh ü senâsını ettirmek ve envâ-ı ihsanatıyla zîhayatları mesrur ve memnun etmekle minnettarlıklarını ve şükürlerini rubûbiyetine mühim bir medar yapmak için, koca kâinatı,envâıyla, erkânıyla zîhayata musahhar bir hizmetkâr, bir mesken, bir meşher, bir ziyafetgâhyaptıktan sonra, zîhayatların çeşit çeşit, binlerce envâlarının nüshalarını o derece teksirini istiyor ki, kavak ve karaağaç gibi meyvesizlerin bir kısım yapraklarından herbir yaprağı bir tabur sineklere, yani havada zikreden zîhayatlara hem beşik, hem rahm-ı mâder, hemerzaklarının mahzeni yaptığı halde; bu ziynetli semâvâtı ve bu nurânî yıldızları sahipsiz, hayatsız, ruhsuz, sekenesiz, boş, hâlî, faidesiz yani melâikesiz, ruhânîsiz bıraksın? Hâşâ, melekler ve ruhânîler adedince hâşâ ve kellâ!

Hem hiç mümkün müdür ki, bir Sâni-i Hakîm-i Müdebbir, en ehemmiyetsiz bir nebatın, en küçük bir ağacın mebde’lerini ve müntehâlarını kemâl-i intizam içinde mukadderat-ı hayatiyesini, çekirdeğinde ve meyvesinde kalem-i kaderle yazmakla beraber, koca baharı birtek ağaç gibi, mukaddematını ve neticelerini kemâl-i imtiyaz veintizamla yazsa ve en ehemmiyetsiz şeylere de lâkayt kalmazsa, fakat kâinatın neticesi ve arzın halifesi ve envâ-ı mahlûkatın nâzırı ve zâbiti olan insanın çok ehemmiyetli bulunanef’âlini ve harekâtını yazmasın, daire-i kaderine almasın, onlara lâkayt kalsın? Hâşâ, insanların mizana girecek olan amelleri adedince hâşâ ve kellâ!


Hâlık: herşeyi yaratan AllahHâlık-ı Kâinat: evreni ve bütün varlıkları yaratan Allah
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ânSâni-i Hakîm: her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yapan Allah
Sâni-i Hakîm-i Müdebbir: her şeyi san’atlı olarak belli gaye ve hikmet doğrultusunda yaratan ve idare eden Allahbeliğ: maksadını noksansız ve güzel sözlerle anlatabilen
bilbedâhe: ap açık bir şekildeef’âl: fiiller, işler
envâ: neviler, türlerenvâ-ı ihsanat: iyiliklerin çeşitleri, bağışların türleri
erkân: esaslar, temel unsurlarerzak: rızıklar, yiyecek içecek şeyler
esrar: sırlarhaşr: insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanması
hâşâ ve kellâ: asla ve asla, kesinlikle öyle değilicmalî: kısa, özet halinde
in’am: nimet vermekabil: mümkün, olabilir
kelâm: ifade, sözkemâl-i intizam: kusursuz derecede düzenli oluş
kemâlât: mükemmel özelliklerkütüb-ü mukaddese: kutsal olan semâvî kitaplar; Tevrat, Zebur, İncil, Kur’ân-ı Kerim
lisan: dilmahzen: depo
masnu: san’at eseri varlıkmebde’: başlangıç
medar: dayanak noktası, kaynakmedh ü senâ: övme ve yüceltme
mesken: ev, mekanmesrur: sevinçli, mutlu
meşher: sergi yerimusahhar: emir altında bulunan
mu’ciz: mu’cize özelliği olanmüntehâ: en son nokta
nebat: bitkirahm-i mâder: anne karnı
rububiyet: Rablık; Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesiruhanî: maddî yapısı olmayan manevî varlıklar
saded: asıl mevzu, asıl bahsedilen şeysekene: sakinler, oturanlar
semâvât: göklerteksir: çoğaltma
ziyafetgâh: ziyafet yeriziynet: süs
zâhir: açık, gözle görünürzîhayat: canlı, hayat sahibi
zîşuur: şuur sahibi, bilinçliâlî: yüce, yüksek
âyât: âyetler
 

Muvahhid1

Well-known member
Elhasıl, kâinat bütün hakaikiyle bağırarak diyor: اٰمَنْتُ بِاللهِ وَمَلٰۤئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَبِالْيَوْمِ اْلاٰخِرِ وَبِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ مِنَ اللهِ تَعَالٰى وَالْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ اَشْهَدُ اَنْ لاَۤ إِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللهِ صَلَّ اللهُ عَلَيْهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ وَاِخْوَانِهِ وَسَلِّمْ اٰمِينَ
blank.gif
1




TEVHİDÎ BİR MÜNÂCÂT VE MUKADDİME

Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahu Anh ve Kerremallahu Vechehu, Kaside-i Celcelûtiyesindekerametkârâne Risale-i Nur’dan haber verdiği yerde, Risale-i Nur’u “Siracü’n-Nur” ve “Siracüssürcnamlarıyla tesmiye ederek, Risale-i Nur’un üç ismine iki isim ilâve etmesicihetiyle ve bu risalede “Siracü’n-Nurnamı tekrarı münasebetiyle, bu risalenin âhirinde İmam-ı Ali Radıyallahu Anhın en mühim bir münâcâtını iki derece tevsî ederek onun ulvîlisanıyla ve dilimizi onun bir dili hesabıyla istimal edip, bu gelen münâcâtı dergâh-ı Vâhid-i Ehade takdim ederiz.

endOfSection.gif
endOfSection.gif



[BILGI]
Dipnot-1
“Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere ve hayrın da, şerrin de Allah Teâlâdan geldiğine, ölümden sonra dirilişin hak olduğuna iman ettim. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed—Allah ona, âline, ashabına ihvânına salât ve selâm etsin, âmin—Allah’ın resulüdür. "
[/BILGI]


Hazret-i İmam-ı Ali: [bk. bilgiler – Ali (r.a.)]Kaside-i Celcelûtiye: (bk. bilgiler - Celcelûtiye)
Kerremallahu Vechehu: Allah yüzünü şerefli kılsınRadıyallahu Anh: “Allah ondan razı olsun”
Siracüssürc: kandillerin kandili, lâmbaların lâmbası; Risale-i NurSirâcü’n-Nur: Nur lâmbası; Risale-i Nur
cihet: yöndaire-i kader: kader dairesi
dergâh-ı Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah’ın huzuruef’âl: fiiller, işler
elhasıl: kısaca, özetleenvâ-ı mahlûkat: yaratılmış varlıkların türleri, çeşitleri
hakaik: gerçeklerhalife: yeryüzünde Allah namına hareket eden insan
harekât: hareketlerhâşâ ve kellâ: asla ve asla
intizam: düzenistimal etmek: kullanmak
kalem-i kader: kader kalemi, Allah’ın olacak hâdiseleri olmadan önce bilip yazmasıkemâl-i imtiyaz: bir şeyi mükemmel bir şekilde diğerlerinden ayırma
kerametkârâne: kerametli bir şekildekâinat: evren, bütün yaratılmışlar
lisan: dilmizan: ölçü, terazi
mukaddemât: başlangıçlarmukadderât-ı hayatiye: kader kalemiyle yazılmış hayat programları
mukaddime: başlangıç, girişmünacat: dua, yakarış
münasebet: bağlantı, ilginam: ad
nâzır: bakanrisale: küçük çaplı kitap; Risale-i Nur Külliyatı’ndan her bir bölüm
takdim etmek: sunmaktesmiye etmek: isimlendirmek
tevhidî: Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etmeyle ilgilitevsî etmek: genişletmek, yaymak
ulvî: yüce, büyükzâbit: subay
âhir: son
 

Muvahhid1

Well-known member
Münâcât
اَللّٰهُمَّ إِنَّهُ لَيْسَ فِى السَّمٰوَاتِ دَوَرَاتٌ وَنُجُومٌ وَمُحَرَّكَاتٌ سَيَّارَاتٌ، وَلاَ فِى الْجَوِّ سَحَابَاتٌ وَبُرُوقٌ مُسَبِّحَاتٌ وَرَعَدَاتٌ، وَلاَ فِى اْلاَرْضِ غَمَرَاتٌ وَحَيَوَانَاتٌ وَعَجَاۤئِبُ مَصْنُوعَاتٍ، وَلاَفِى الْبِحَارِ قَطَرَاتٌ وَسَمَكَاتٌ وَغَرَاۤئِبُ مَخْلُوقَاتٍ وَلاَ فِى الْجِبَالِ حَجَرَاتٌ وَنَبَاتَاتٌ وَمُدَخَّرَاتُ مَعْدَنِيَّاتٍ، وَلاَ فِى اْلاَشْجَارِ وَرَقَاتٌ وَزَهَرَاتٌ مُزَيَّنَاتٌ وَثَمَرَاتٌ، وَلاَ فِى اْلاَجْسَامِ حَرَكَاتٌ وَ اٰلاَتٌ وَمُنَظَّمَاتُ جِهَازَاتٍ، وَلاَ فِى الْقُلُوبِ خَطَرَاتٌ وَاِلْهَامَاتٌ وَمُنَوَّرَاتُ إِعْتِقَادَاتٍ.. اِلاَّ وَهِىَ كُلُّهَا عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِكَ شَاهِدَاتٌ وَعَلٰى وَحْدَانِيَّتِكَ دَآلاَّتٌ وَفِى مُلْكِكَ مُسَخَّرَاتٌ فَبِالْقُدْرَةِ الَّتِى سَخَّرْتَ بِهَا اْلاَرَضِينَ وَالسَّمٰوَاتِ سَخِّرْ لِى نَفْسِى وَسَخِّرْلِى مَطْلُوبِى وَسَخِّرْ لِرَسَاۤئِلِ النُّورِ وَلِخِدْمَةِ الْقُرْاٰنِ وَاْلاِيمَانِ قُلُوبَ عِبَادِكَ وَقُلُوبَ الْمَخْلُوقَاتِ الرُّوحَانِيَّاتِ مِنَ الْعُلْوِيَّاتِ وَالسُّفْلِيَاتِ يَا سَمِيعُ يَا قَرِيبُ يَا مُجِيبَ الدَّعَوَاتِ.. اٰمِينَ. وَالْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
blank.gif
1
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2




endOfSection.gif
endOfSection.gif





[BILGI]Dipnot-1 “Allahım, göklerde dönen hiçbir yıldız ve hareket eden hiçbir gezegen, hava boşluğunda hiçbir tesbih edici bulut ve şimşek ve gök gürültüsü, yeryüzünü dolduran hayvanlardan ve şaşırtıcı san’at eserlerinden hiçbir fert, denizlerde hiçbir damla, balıklarından ve şaşırtıcı san’at eserlerinden hiçbirisi, dağlarda hiçbir taş, hiçbir bitki ve depolanmış madenlerden hiçbirisi, ağaçlarda hiçbir yaprak ve hiçbir süslenmiş çiçek ve meyve, hayvanların cisimlerinde âletler ve düzenli cihazlardan hiçbirisi, kalblerde hiçbir hatıralar ve ilhamlar ve nurlanmış itikad ve inançlar yoktur ki, hepsi Senin varlığının vâcib ve bir olduğuna şahitler olmasın. Yerleri ve gökleri emrine boyun eğdiren kudretinin hakkı için, nefsimi bana boyun eğdir ve isteklerimi bana nasip eyle. Kur’ân’a ve imana ve Risale-i Nur’a hizmet için, kullarının kalblerini ve yüksek ve alçak bütün ruhlu varlıklarının kalblerini bana ve iman ve Kur’ân hizmetkârlarına boyun eğdir, ey herşeyi işiten Semî’, ey herşeye herşeyden daha yakın olan Karîb, ey bütün dualara cevap veren Mücîbe’d-Daavât! Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
Dipnot-2 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve kikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.
[/BILGI]
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst