İkinci Kısım - Hüccetullahi’l-Bâliğa - Üçüncü Hüccet-i İmâniye - Tabiat Risalesi

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 217

perişan bir vaziyette telâkki ettiğinden, mevcudatı tahkir eder, kemâlâtını inkâr ve tecavüz eder.

Evet, herkes kâinatı kendi âyinesiyle görür. Cenâb-ı Hak, insanı kâinat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususî bir âlem vermiş; o âlemin rengini, o insanın itikad-ı kalbîsine göre gösteriyor. Meselâ, gayet meyus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve meyus suretinde görür. Gayet sürurlu ve neş’eli, müjdeli ve kemâl-i neş’esinden gülen bir adam, kâinatı neş’eli, güler gördüğü gibi; mütefekkirâne ve ciddî bir surette ibadet ve tesbih eden adam, mevcudatın hakikaten mevcut ve muhakkak olan ibadet ve tesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür. Gafletle veya inkârla ibadeti terk eden adam,mevcudatı, hakikat-i kemâlâtına tamamıyla zıt ve muhalif ve hata bir surette tevehhüm eder ve mânen onların hukukuna tecavüz eder.

Hem o târiküssalât, kendi kendine mâlik olmadığı için, kendi mâlikinin bir abdi olan kendi nefsine zulmeder. Onun mâliki, o abdinin hakkını onun nefs-i emmâresinden almak için, dehşetli tehdit eder. Hem netice-i hilkati ve gaye-i fıtratı olan ibadeti terk ettiğinden, hikmet-i İlâhiye ve meşiet-i Rabbâniyeye karşı bir tecavüz hükmüne geçer. Onun için cezaya çarpılır.

Elhasıl, ibadeti terk eden hem kendi nefsine zulmeder—nefis ise Cenâb-ı Hakkınabdi ve memlûküdür—hem kâinatın hukuk-u kemâlâtına karşı bir tecavüz, birzulümdür. Evet, nasıl ki küfür, mevcudata karşı bir tahkirdir; terk-i ibadet dahi,kâinatın kemâlâtını bir inkârdır. Hem hikmet-i İlâhiyeye karşı bir tecavüzolduğundan, dehşetli tehdide, şiddetli cezaya müstehak olur.

İşte bu istihkakı ve mezkûr hakikati ifade etmek için, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan,mucizâne bir surette o şiddetli tarz-ı ifadeyi ihtiyar ederek, tam tamına hakikat-i belâgat olan mutabık-ı mukteza-yı hale mutabakat ediyor.

Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi AllahKur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân
abd: kulelhasıl: kısaca, özetle
gaflet: âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranmagaye-i fıtrat: yaratılış amacı
gayet: çokhakikat: gerçek, esas
hakikat-i belâgat: güzel ifadelerle anlatma gerçeğihakikat-i kemalât: mükemmelliklerin hakikati, esası
hakikaten: gerçektenhikmet-i İlâhiye: Allah’ın gözettiği fayda ve gaye
hukuk: haklarhukuk-u kemâlât: tam olarak işleyen kanunlar
ihtiyar etmek: seçmek, dilemekistihkak: hak etme
itikad-ı kalbî: kalben inanmakemâl-i neş’e: tam bir neşe
kemâlât: mükemmel ve kusursuz özelliklerkeşfetmek: gizli bir şeyi açığa çıkarmak
kâinat: evrenküfür: Allah’ı inkâr etme, inançsızlık, dinsizlik
matemli: yaslı, hüzünlümemluk: köle
mevcudat: varlıklarmevcut: var
meyus: ümitsizmezkûr: adı geçen
meşiet-i Rabbâniye: Allah’ın kendisine özel istek, arzu ve muradımikyas: ölçü
mizan: ölçü, dengemucizâne: mucizeli
muhalif: zıt, aykırımutabakat: uygunluk
mutabık-ı mukteza-yı hâl: hâlin gereğine uygunmâlik: sahip olma
müstehak: hak etmiş, layıkmütefekkirâne: tefekkür ederek, Allah’ı düşünürek
nefis: kişinin kendisinefs-i emmâre: hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu
netice-i hilkat: yaratılışın sonucusuret: biçim, şekil
sürur: mutluluk, sevinçtahkir etmek: aşağılamak
tarz-ı ifade: ifade etme tarzıtecavüz etmek: haddi aşmak, saldırmak
telâkki etmek: kabul etmekterk-i ibadet: Allah’a kulluk etmeyi bırakma
tesbih eden: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anantesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma
tevehhüm etmek: zannetmektâriküssalât: namaz kılmayı terk etmiş olan kimse
zulmetmek: kötülük etmekzulüm: haksızlık
âlem: dünya, evren
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 218

İKİNCİ SUAL: Tabiattan vazgeçen ve imana gelen zat diyor ki: “Her mevcut, hercihette, her işinde ve herşeyinde ve her şe’ninde meşiet-i İlâhiyeye ve kudret-i Rabbâniyeye tâbi olması, çok azîm bir hakikattir. Azameti cihetinde dar zihinlerimize sıkışmıyor. Halbuki gözümüzle gördüğümüz bu nihayet derecede mebzuliyet, hem hilkat ve icad-ı eşyadaki hadsiz suhulet, hem sabık burhanlarınızla tahakkuk eden,vahdet yolundaki icad-ı eşyada nihayet derecede kolaylık ve suhulet, hem nass-ı Kur’ân ile beyan edilen

مَا خَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ
blank.gif
1وَمَآ اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ
blank.gif
2


gibi âyetlerin sarahaten gösterdikleri nihayet derecede kolaylık, o hakikat-i azîmeyi, en makbul ve en mâkul bir mesele olduğunu gösteriyorlar. Bu kolaylığın sırrı ve hikmeti nedir?”

Elcevap: Yirminci Mektubun Onuncu Kelimesi olan
blank.gif
3
وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ beyanında, o sır gayet vâzıh ve kat’î ve mukni bir tarzda beyan edilmiş. Hususan o mektubun zeylinde daha ziyade vuzuhla ispat edilmiş ki, bütün mevcudat, Sâni-i Vâhide isnad edildiği vakit, birtek mevcut hükmünde kolaylaşır. Eğer Vâhid-i Ehade verilmezse, birtek mahlûkun icadı bütün mevcudat kadar müşkülleşir. Ve bir çekirdek, bir ağaç kadar suubetli olur.

Eğer Sâni-i Hakikîsine verilse, kâinat bir ağaç gibi ve ağaç bir çekirdek gibi ve Cennet bir bahar gibi ve bahar bir çiçek gibi kolaylaşır, suhulet peydâ eder.


[NOT]Dipnot-1 “Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir.” Lokman Sûresi, 31:28.

Dipnot-2 “Kıyametin gerçekleşmesi göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır.” Nahl Sûresi, 16:77.

Dipnot-3 “…O herşeye hakkıyla kadirdir.” Rum Sûresi, 30:50.[/NOT]




Sâni-i Hakikî: her şeyin gerçek anlamda san’atkârı ve yaratıcısı olan AllahSâni-i Vâhid: bir ve tek olan ve herşeyi san’atla yaratan Allah
Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allahazamet: büyüklük
azîm: büyük, yücebeyan etme: açıklama, anlatım
burhan: kuvvetli delilcihet: yön
hadsiz: sınırsızhakikat: gerçek, esas
hakikat-i azîme: büyük gerçekhikmet: sebep, ince sır
hilkat: yaratılışhususan: özellikle
icad: var etme, yaratmaicad-ı eşya: varlıkların yoktan yaratılması
isnad edilmek: dayandırılmakkat’î: kesin
kudret-i Rabbâniye: her şeyi terbiye ve idare eden Allah’ın sonsuz gücükâinat: evren
mahlûk: varlıkmakbul: kabul edilen
mebzuliyet: çokluk, bollukmevcudat: varlıklar
mevcut: varlıkmeşiet-i İlâhiye: Allah’ın dilemesi
mukni: ikna edicimâkul: akla uygun
müşkülleşmek: zorlaşmaknass-ı Kur’ân: Kur’ân’ın kesin ve açık hükmü
nihayet: sonsabık: geçen, önceki
sarahaten: açıkçasuhulet: kolaylık
suhulet peydâ etmek: kolaylaşmaksuubetli: zor
tabiat: materyalist düşünce; tabiat için, “insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç” düşüncesitahakkuk eden: gerçekleşen
tâbi olmak: bağlı olmakvahdet: Allah’ın birliğinin bütün varlıklarda görülmesi
vuzuh: açıklıkvâzıh: açık, aşikâr
zeyl: ek, ilaveziyade: çok, fazla
âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 219

Ve bilmüşahede görünen hadsiz mebzuliyet ve ucuzluğun ve her nev’in suhuletle kesret-i efradı bulunmasının ve kesret-i suhulet ve sür’atle muntazam, san’atlı,kıymetli mevcudatın kolayca vücuda gelmesinin sırlarına medar olan ve hikmetlerini gösteren yüzer delillerinden ve başka risalelerde tafsilen beyan edilen bir ikisine muhtasar bir işaret ederiz.

Meselâ, nasıl ki yüz nefer bir zâbitin idaresine verilse, bir neferin yüz zâbitin idarelerine verilmesinden yüz derece daha kolay olduğu gibi; bir ordunun teçhizat-ı askeriyesi bir merkez, bir kanun, bir fabrika ve bir padişahın emrine verildiği vakit, adeta kemiyeten bir neferin teçhizatı kadar kolaylaştığı gibi, bir neferin teçhizat-ı askeriyesi müteaddit merkezlere, müteaddit fabrikalara, müteaddit kumandanlara havalesi de, adeta bir ordunun teçhizatı kadar kemiyeten müşkilâtlı oluyor. Çünkü birtek neferin teçhizatı için, bütün orduya lâzım olan fabrikaların bulunması gerektir.

Hem bir ağacın, sırr-ı vahdet cihetiyle, bir kökte, bir merkezde, bir kanunlamevâdd-ı hayatiyesi verildiğinden, binler meyve veren o ağaç, bir meyve kadarsuhuletli olduğu bilmüşahede görünür. Eğer vahdetten kesrete gidilse, herbir meyveye lâzım mevâdd-ı hayatiye başka yerden verilse, herbir meyve bir ağaç kadarmüşkilât peydâ eder. Belki ağacın bir enmûzeci ve fihristesi olan birtek çekirdek dahi, o ağaç kadar suubetli olur. Çünkü bir ağacın hayatına lâzım olan bütün mevâdd-ı hayatiye birtek çekirdek için de lâzım oluyor.

İşte bu misaller gibi yüzler misaller var, gösteriyorlar ki, vahdette nihayet derecede suhuletle vücuda gelen binler mevcut, şirkte ve kesrette birtek mevcuttan daha ziyadekolay olur. Sair risalelerde bu hakikat iki kere iki dört eder derecede ispat edildiğinden, onlara havale edip, burada yalnız bu suhulet ve kolaylığın ilim vekader-i İlâhî ve kudret-i Rabbâniye nokta-i nazarında gayet mühim bir sırrını beyanedeceğiz. Şöyle ki:

Sen bir mevcutsun. Eğer Kadîr-i Ezelîye kendini versen, bir kibrit çakar gibi, hiçten, yoktan, bir emirle, hadsiz kudretiyle, seni bir anda halk eder. Eğer sen


Kadîr-i Ezelî: herşeye gücü yeten, varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allahbeyan etmek: açıklamak
bilmüşahede: görüldüğü gibicihet: yön
enmûzec: örnekfihriste: liste, içindekiler
hadsiz: sınırsız, sayısızhakikat: gerçek, esas
halk etmek: yaratmakhikmet: sebep, gaye, hedef
kader-i İlâhî: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce bilip takdir etmesi, plânlamasıkemiyeten: çoğunluk olarak
kesret: çoklukkesret-i efrad: fertlerin çokluğu
kesret-i suhulet: herşeyde kolaylığın bulunmasıkudret: güç, kuvvet, iktidar
kudret-i Rabbâniye: her şeyi terbiye ve idare eden Allah’ın sonsuz kudretikıymetli: değerli
mebzuliyet: çokluk, bollukmedar olan: dayanak noktası olan, kaynak olan
mevcudat: varlıklarmevcut: varlık
mevâdd-ı hayatiye: hayat için gerekli maddelermuhtasar: kısa, özet
muntazam: düzenlimühim: önemli
müteaddit: çok sayıdamüşkilât peydâ etmek: zorluk kazanmak, zorlaşmak
müşkilâtlı: zornefer: asker, er
nev’: tür, çeşitnihayet: son
nokta-i nazar: bakış açısırisale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi
sair: diğer, başkasuhuletli: kolay
suubetli: zorsür’atle: hızla
sırr-ı vahdet: birlik sırrıtafsilen: ayrıntılı olarak
teçhizat: cihazlar, donanımlarteçhizat-ı askeriye: askeri donanım
vahdet: birlik; Allah’ın birliğinin bütün varlıklarda görülmesivücuda gelmek: var olmak
ziyade: çok, fazlazâbit: subay
şirk: Allah ortak koşma
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 220

kendini Ona vermezsen, belki esbab-ı maddiyeye ve tabiata isnad etsen, o vakit sen, kâinatın muntazam bir hülâsası, meyvesi ve küçük bir fihristesi ve listesi olduğundan; seni yapmak için kâinatı ve anâsırı ince elekle eleyip hassas ölçülerle aktâr-ı âlemden senin vücudundaki maddeleri toplamak lâzım gelir. Çünkü esbab-ı maddiye yalnız terkip eder, toplar. Kendilerinde bulunmayanı hiçten, yoktan yapamadıkları, bütün ehl-i akıl yanında musaddaktır. Öyleyse, küçük bir zîhayatın cismini aktâr-ı âlemden toplamaya mecbur olurlar. İşte vahdette ve tevhidde ne kadar kolaylık ve şirkte ve dalâlette ne kadar müşkilât var olduğunu anla.

İkincisi: İlim noktasında hadsiz bir suhulet vardır. Şöyle ki:

Kader, ilmin bir nev’idir ki, herşeyin mânevî ve mahsus kalıbı hükmünde bir miktartayin eder. Ve o miktar-ı kaderî, o şeyin vücuduna bir plân, bir model hükmüne geçer. Kudret icad ettiği vakit, gayet suhuletle, o kaderî miktar üstünde icad eder. Eğer o şey muhit ve hadsiz ve ezelî bir ilmin sahibi olan Kadîr-i Zülcelâle verilmezse,sabıkan geçtiği gibi, binler müşkilât değil, belki yüz muhâlât ortaya düşer. Çünkü omiktar-ı kaderî ve miktar-ı ilmî olmazsa, binler haricî ve maddî kalıplar, küçücük bir hayvanın cesedinde istimal edilmek lâzım gelir.

İşte vahdette nihayetsiz kolaylık ve dalâlette ve şirkte hadsiz müşkilâtın bir sırrını anla,
وَمَآ اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ
blank.gif
1 âyeti ne kadar hakikatli ve doğru ve yüksek bir hakikati ifade ettiğini bil.

ÜÇÜNCÜ SUAL: Eskiden düşman, şimdi dost olan mühtedî diyor ki: “Şu zamanda çok ileri giden feylesoflar diyorlar ki: ‘Hiçten, hiçbir şey icad edilmiyor ve hiçbir şey idam edilmiyor; yalnız bir terkip, bir tahlildir ki, kâinat fabrikasını işlettiriyor.’”


[NOT]Dipnot-1 “Kıyametin gerçekleşmesi ise göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan daha yakındır.” Nahl Sûresi, 16:77.
[/NOT]


Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye gücü yeten Allahaktâr-ı âlem: âlemin dört bir yanı
anâsır: unsurlar, elementlercisim: beden
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık, inkârehl-i akıl: akıl sahipleri
esbab-ı maddiye: maddî sebeplerezelî: başlangıcı olmayan sonsuz
feylesof: filozof, felsefecifihriste: , liste, içindekiler
hadsiz: sınırsızhakikatli: gerçeğe dayalı
haricî: maddî olarak var olanhülâsa: öz, özet
icad etmek: yaratmak, var etmekidam edilme: yok edilme
isnad etmek: dayandırmakistimal edilmek: kullanılmak
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, planlamasıkaderî: kadere ait olan, Allah tarafından belirlenen
kudret: güç, iktidarkâinat: evren
mecbur olmak: zorunlu olmakmiktar-ı ilmî: İlâhî ilim ile belirlenen ölçü
miktar-ı kaderî: Allah tarafından kader çerçevesinde takdir edilmiş, belirlenmiş ölçümuhit: herşeyi içine alan, kuşatan
muhâlât: imkânsız olan şeylermuntazam: düzenli
musaddak: tasdik edilmiş, doğrulanmışmühtedî: hidâyete eren, iman eden
müşkilât: zorluklarnev’: tür, çeşit
nihayetsiz: sınırsızsabıkan: bundan önce
suhulet: kolaylıktabiat: canlı, cansız varlıklar, doğa
tahlil: dağılma, ayrışmatayin etmek: belirlemek
terkip: düzenleme, bir araya getirmeterkip etmek: düzenlemek, bir araya getirmek
tevhid: birleme, Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etmevahdet: Allah’ın birliğinin bütün varlıklarda görülmesi
vücud: beden, varlıkzîhayat: canlı
âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümleşirk: Allah’a ortak koşma

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 221

Elcevap: Nur-u Kur’ân ile mevcudata bakmayan feylesofların en ileri gidenleri bakmışlar ki, tabiat ve esbab vasıtasıyla bu mevcudatın teşekkülât ve vücutlarını—sabıkan ispat ettiğimiz tarzda—imtinâ derecesinde müşkilâtlı gördüklerinden, iki kısma ayrıldılar.

Bir kısmı Sofestâî olup, insanın hassası olan akıldan istifa ederek, ahmak hayvanlardan daha aşağı düşerek, kâinatın vücudunu inkâr etmeyi, hattâ kendilerinin vücutlarını dahi inkâr etmesini, dalâlet mesleğinde esbab ve tabiatın icadsahibi olmalarından daha ziyade kolay gördüklerinden, hem kendilerini, hem kâinatı inkâr edip cehl-i mutlaka düşmüşler.

İkinci güruh bakmışlar ki, dalâlette, esbab ve tabiat mûcid olmak noktasında, bir sinek ve bir çekirdeğin icadı, hadsiz müşkilâtı var. Ve tavr-ı aklın haricinde bir iktidariktiza ediyor. Onun için, bilmecburiye, icadı inkâr ediyorlar, “Yoktan var olmaz” diyorlar. Ve idamı da muhal görüyorlar, “Var yok olmaz” hükmediyorlar. Yalnız,harekât-ı zerrat ile, tesadüf rüzgârlarıyla bir terkip ve tahlil ve dağılmak ve toplanmaksuretinde bir vaziyet-i itibariye tahayyül ediyorlar.

İşte, sen gel, ahmaklığın ve cehaletin en aşağı derecesinde, en yüksek akıllı kendini zanneden adamları gör! Ve dalâlet, insanı ne kadar maskara ve süflî ve eçhel yaptığını bil, ibret al.

Acaba her senede dört yüz bin envâı birden zemin yüzünde icad eden; ve semâvatve arzı altı günde halk eden; ve altı haftada, her baharda, kâinattan daha san’atlı,hikmetli, zîhayat bir kâinatı inşa eden bir kudret-i ezeliye, bir ilm-i ezelînin dairesinde plânları ve miktarları taayyün eden mevcudat-ı ilmiyeyi, göze göstermeyen bir eczaile yazılan ve görünmeyen bir yazıyı göstermek için sürülen bir ecza misilli, gayet kolay o mâdûmât-ı hariciye olan mevcudat-ı ilmiyeye vücud-u haricî vermeyi o kudret-i ezeliyeden uzak görmek ve icadı inkâr etmek, evvelki güruh olan Sofestâîlerden daha ziyade ahmakane ve cahilânedir.

Kadîr-i Ezelîye: herşeye gücü yeten, varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan AllahNur-u Kur’ân: Kur’ân’ın nuru
Sofestâî: Yaratıcıyı kabul etmemek için her şeyi, hattâ kendini dahi inkâr edenlerahmakane: ahmakça
arz: yeryüzübilmecburiye: zorunlu olarak
cahilâne: cahilce, bilgisizcecehalet: cahillik
cehl-i mutlak: tam bir cahillikdalâlet: hak yoldan ayrılma, inkârcılık
echel: çok cahilecza: kimyasal bir madde
envâ: türler, çeşitleresbab: sebepler
feylesof: filozof, felsefecigüruh: grup, topluluk
hadsiz: sayısız, sınırsızhalk etmek: yaratmak
harekât-ı zerrat: zerrelerin, atomların hareketlerihassa: temel özellik
hikmetli: belli bir amaç ve hedefe yönelik olmaicad: var etme, yaratma
idam: yokluk, hiçlikiktidar: güç, kuvvet
iktiza etmek: gerektirmekilm-i ezelî: Allah’ın ezelden beri var olan sonsuz ilmi
imtinâ: imkânsızlıkinşa etmek: yaratmak, yapmak, meydana getirmek
istifa etmek: terk etmek, bırakmakkudret-i ezeliye: Allah’ın ezelden beri var olan sonsuz kudreti
maskara: gülünç, rezilmevcudat: varlıklar
mevcudat-ı ilmiye: başkası tarafından görünmeyen, Allah’ın ilim dairesindeki varlıklarmisilli: benzeri
muhal: imkansızlıkmâdûmât-ı hariciye: görünürde maddî yapısı olmayan
mûcid: yoktan var eden, yaratanmüşkilât: zorluklar
sabıkan: bundan öncesemâvât: gökler
suret: biçim, şekilsüflî: alçak, âdi
taayyün etmek: belirlenmektabiat: canlı cansız varlıklar, doğa, maddî âlem
tahayyül etmek: hayal etmektahlil: dağılma, ayrışma
tavr-ı akıl: aklın anlayabileceği kapasiteterkip: düzenlenme, bir araya getirme
teşekkülât: oluşumlarvaziyet-i itibariye: göreceli bir durum
vücud-u haricî: maddî vücut, bedenvücut: varlık
zemin: yerziyade: çok, fazla
zîhayat: canlı
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 222

Bu bedbahtlar, âciz-i mutlak ve yalnız bir cüz-ü ihtiyarîden başka ellerinde olmayan,firavunlaşmış kendi nefisleri hiçbir şeyi idam ve yok edemediklerinden ve hiçbir zerreyi, bir maddeyi hiçten, yoktan icad edemediklerinden ve güvendikleri esbab ve tabiatın ellerinde hiçten icad gelmediği cihetle, ahmaklıklarından diyorlar: “Yoktan var olmaz, var da yok olmaz” deyip, bu bâtıl ve hata düsturu Kadîr-i Mutlaka teşmil etmek istiyorlar.

Evet, Kadîr-i Zülcelâlin iki tarzda icadı var:

Biri ihtirâ’ ve ibdâ’ iledir. Yani hiçten, yoktan vücut veriyor ve ona lâzım herşeyi de hiçten icad edip eline veriyor.

Diğeri inşa ile, san’at iledir. Yani, kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anâsırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor; her emrine tâbi olan zerratları ve maddeleri, rezzâkiyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.

Evet, Kadîr-i Mutlakın iki tarzda, hem ibdâ’, hem inşa suretinde icadı var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek en kolay, en suhuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. Bir baharda, üç yüz bin envâ-ı zîhayat mahlûkatın şekillerini, sıfatlarını, belkizerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten var eden bir kudrete karşı “Yoğu var edemez” diyen adam, yok olmalı!

Tabiatı bırakan ve hakikate geçen zat diyor ki: “Cenâb-ı Hakka zerrat adedince şükür ve hamd ve senâ ediyorum ki, kemâl-i imanı kazandım, evham ve dalâletlerden kurtuldum ve hiçbir şüphem de kalmadı. Elhamdü lillâhi alâ dîni’l-İslâm ve kemâli’l-îmân.”
blank.gif
1

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2



endOfSection.gif
endOfSection.gif



[NOT]Dipnot-1 Bize ihsan ettiği İslâm dini ve mükemmel iman nimeti sebebiyle Allah’a hamd olsun.

Dipnot-2 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.” Bakara Sûresi, 2:32.[/NOT]




Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi AllahKadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi Allah
Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye gücü yeten Allahahmaklık: akılsızlık
ahval: durumlaranâsır: unsurlar, elementler
bedbaht: talihsiz, bahtsızbâtıl: gerçek olmayan, yalan
cihet: yöncilve: görüntü, yansıma
cüz-ü ihtiyarî: insanda bulunan sınırlı iradedaimî: devamlı, sürekli
dakik: ince, derindalâlet: hak yoldan sapkınlık, inkârcılık
düstur: kanunenvâ-ı zîhayat: canlı türleri
esbab: sebepleresmâ: isimler
evham: kuruntular, şüphelerfiravunlaşmış: firavun gibi kendisini üstün gören, tanrılık iddiasında bulunan
hamd: övgü ve şükürhikmet: sebep, gaye
icad etmek: var etmek, yaratmakihtirâ’ ve ibdâ’: varlıkları maddesiz, örneksiz ve benzersiz olarak hiçten ve yoktan var etme
inşa: var olan şeylerle farklı varlıklar yaratmakemâl-i hikmet: her şeyin ilmini, fayda ve gayelerini bilen Allah’ın kusursuz mükemmel sıfatı
kemâl-i iman: tam ve mükemmel bir imankeyfiyat: özellikler, nitelikler
kudret: Allah’ın bütün âlemleri kuşatan güç ve iktidarımahlûkat: varlıklar
mevcudat: varlıklarnefis: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
rezzâkiyet: rızık vericiliksenâ: övgü
suhuletli: kolaysıfat: özellik, vasıf
teşmil etmek: içine almak, kaplamakvücut vermek: yok olan bir şeyi var etmek, yaratmak
zerrat: zerreler, atomlarâciz-i mutlak: son derece güçsüz
şükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
 
Üst