İkinci Kısım - Hüccetullahi’l-Bâliğa Risalesi - Onuncu Hüccet-i İmâniye

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onuncu Hüccet-i İmâniye

(YİRMİNCİ MEKTUP)

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
blank.gif
1 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
blank.gif
2

besmele.jpg



لاۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ وَاِلَيْهِ الْمَصِيرُ
blank.gif
3​

SABAH ve akşam namazından sonra tekrarı pek çok fazileti bulunan
blank.gif
4 ve Bir rivâyet-i sahîhada İsm-i Âzam mertebesini taşıyan
blank.gif
5 şu cümle-i tevhidiyenin on bir kelimesi var. Herbir kelimesinde, hem birer müjde ve beşaret, hem birer mertebe-i tevhîd-i rubûbiyet, hem bir İsm-i Âzam noktasında bir kibriyâ-i vahdet ve bir kemâl-i vahdâniyet vardır. Bu büyük ve ulvî hakikatlerin izahını sair Sözlere havale edip, birvaade binaen, şimdilik mücmel bir hülâsa suretinde iki makam, bir mukaddime ile ona bir fihriste yapacağız.




[NOT]Dipnot-1 Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.

Dipnot-2 “Hiçbir şey yoktur ki, Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.

Dipnot-3 Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla “Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O birdir; Onun hiçbir şeriki yoktur. Mülk Ona ait, hamd Ona mahsustur. Hayatı veren de Odur, ölümü veren de Odur. O, kendisine asla ölüm ârız olmayan Hayy-ı Ezelîdir. Bütün hayır Onun elindedir. O herşeye hakkıyla kàdirdir. Herşeyin ve herkesin dönüşü de Onadır.” Buharî, Ezân: 155; Teheccüd: 21; Müslim, Zikir: 28, 30, 74, 75, 76; Tirmizî, Mevâkıt: 108; Hac: 104; Nesâî, Sehiv: 83-86; İbni Mâce, Dua: 10, 14, 16; Ebû Dâvud, Menâsik: 56; Dârîmî, Salât: 88, 90; Muvatta’, Hac: 127, 243; Kur’ân: 20, 22; Müsned, 1:47; 2:5; 3:320; 4:4; 5:191.

Dipnot-4 bk. Müsned, 4:60; 5:415; Mecmeu’z-Zevâid, 10:107.

Dipnot-5 bk. İbni Mâce, Duâ, 9.[/NOT]





beşaret: müjde, sevindirici haberbinaen: –dayanarak
cümle-i tevhidiye: tevhid cümlesi; her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bildiren cümlefazilet: mânevî değer ve üstünlük
hakikat: gerçek, esashülâsa: özet
izah: açıklamakemâl-i vahdâniyet: Allah’ın sonsuz birliği
kibriyâ-i vahdet: Allah’ın birliğinin büyüklük ve azametimertebe: derece, makam
mertebe-i tevhîd-i Rububiyet: varlık âleminin terbiye, tedbir ve idaresindeki birlik ve bu birliğin bir olan Allah’tan gelmesini bilme mertebesimukaddime: başlangıç, giriş
mücmel: kısaca, özet halinderivâyet-i sahîha: doğruluğu ve Peygamberimize ait olduğu şüphe götürmeyen rivâyet, hadis
sair: diğer, başkasuret: biçim, şekil
ulvî: yüce, yüksekvaad: söz verme
İsm-i Âzam: Allah’ın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 289

Mukaddime

Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman‑ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.

Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur.

Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hâmisiz bir surette, âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder? İşte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fâni dünyada, insan sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.


endOfSection.gif
endOfSection.gif




Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahbeşeriyet: insanlık
bilfiil: fiilen, uygulamaya konulmuşbilkuvve: potansiyel olarak
biçare: çaresizcin ve ins: cinler ve insanlar
envâr: nurlaresrar: sırlar
evham: vehimler, kuruntularfâni: gelip geçici
fıtrat: yaratılışhakikî: gerçek, asıl
hilkat: yaratılışhâlis: katıksız, saf
hâmi: koruyucuiltica: sığınma
iman-ı billâh: Allah’a imaninsaniyet: insanlık
istinad: dayanmakalb-i insan: insan kalbi
kat’iyen: kesinliklekudret: İlâhî güç ve iktidar
lezzet-i ruhaniye: ruhen alınan lezzetmarifetullah: Allah’ı tanıma
mazhar: erişme, nail olmamiskin: zavallı
muhabbetullah: Allah sevgisimukaddime: başlangıç, giriş
mâlik: sahipmânen: mânevî olarak
müptelâ: düşkün, bağımlınev-i beşer: insanlık
nihayetsiz: sonsuzrahmet: İlâhî şefkat ve merhamet
ruh-u beşer: insan ruhusaadet: mutluluk
semeresiz: meyvesiz, sonuçsuzsergerdan: şaşkın, başıboş
suret: şekil, biçimsâfi: temiz, arınmış
sürur: sevinçtenezzühgâh: gezinti yeri
ticaretgâh: alışveriş yerivahşetgâh: ürkütücü yer
âciz: güçsüz, savunmasızâli: yüksek
âlâm: elemler, acılar, sıkıntılarâvâre: serseri
şekavet: mutsuzluk

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 290

Birinci Makam

Şu kelâm-ı tevhidînin on bir kelimesinin herbirinde birer müjde var. Ve o müjdede birer şifa ve o şifada birer lezzet-i mâneviye bulunur.

BİRİNCİ KELİME

لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ da şöyle bir müjde var ki:

Hadsiz hâcâta müptelâ, nihayetsiz a’dânın hücumuna hedef olan ruh-u insanî şu kelimede öyle bir nokta-i istimdad bulur ki, bütün hâcâtını temin edecek bir hazine-i rahmet kapısını ona açar. Ve öyle bir nokta-i istinad bulur ki, bütün a’dâsınınşerrinden emin edecek bir kudret-i mutlakanın sahibi olan kendi Mâbudunu veHâlıkını bildirir ve tanıttırır, sahibini gösterir, mâliki kim olduğunu irâe eder. Ve oirâe ile, kalbi vahşet-i mutlakadan ve ruhu hüzn-ü elîmden kurtarıp, ebedî bir ferahı, daimî bir süruru temin eder.

İKİNCİ KELİME

وَحْدَهُ Şu kelimede şifalı, saadetli bir müjde vardır. Şöyle ki:

Kâinatın ekser envâıyla alâkadar ve o alâkadarlık yüzünden perişan ve keşmekeş içinde boğulmak derecesine gelen ruh-u beşer ve kalb-i insan,
وَحْدَهُ kelimesinde birmelce, bir halâskâr bulur ki, onu bütün o keşmekeşten, o perişaniyetten kurtarır. Yani, وَحْدَهُ mânen der:

Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma. Onlara tezellül edip minnet çekme. Onlara temelluk edip boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir. Herşeyin anah-tarı


Hâlık: yaratıcı; her şeyi yaratan AllahMâbud: Kendisine kulluk edilen, Allah
Sultan-ı Kâinat: Kâinatın Sultanı, Allahalâkadar: alâkalı, ilgili
a’dâ: düşmanlarebedî: sonsuz
ekser: pek çokemin etme: güven altına alma
envâ: türlerhadsiz: sonsuz
halâskâr: kurtarıcıhazine-i rahmet: rahmet hazinesi
hâcât: ihtiyaçlarhüzn-ü elîm: acı verici hüzün, üzüntü
irâe etmek: göstermekkalb-i insan: insan kalbi
kelâm-ı tevhidî: tevhide ait söz; her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bildiren sözkeşmekeş: karışıklık, kargaşa
kudret-i mutlaka: sınırsız güçkâinat: evren, yaratılmış her şey
lezzet-i mâneviye: mânevî lezzetmelce: sığınak
mâlik: sahipmüptelâ: bağımlı, düşkün
nihayetsiz: sonsuznokta-i istimdad: medet noktası; yardım alınan nokta
nokta-i istinad: dayanak noktasıruh-u beşer: insan ruhu
ruh-u insanî: insan ruhusaadetli: mutluluk verici
sürur: sevinçtemelluk: dalkavukluk
tezellül: alçalma, kendisini küçük düşürmevahşet-i mutlaka: tam bir yalnızlık ve ürküntü hali
şer: kötülük
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 291

Onun yanında, herşeyin dizgini Onun elindedir. Herşey Onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.

ÜÇÜNCÜ KELİME

لاٰشَرِيكَ لَهُ Yani, nasıl ki ulûhiyetinde ve saltanatında şeriki yoktur; Allah bir olur,müteaddit olamaz. Öyle de, rububiyetinde ve icraatında ve icâdâtında dahi şeriki yoktur.

Bazan olur ki, sultan bir olur, saltanatında şeriki olmaz; fakat icraatında, onun memurları onun şeriki sayılırlar ve onun huzuruna herkesin girmesine mâni olurlar, “Bize de müracaat et” derler. Fakat Ezel-Ebed Sultanı olan Cenâb-ı Hak, saltanatında şeriki olmadığı gibi, icraat-ı rububiyetinde dahi muinlere, şeriklere muhtaç değildir. Emir ve iradesi, havl ve kuvveti olmazsa, hiçbir şey hiçbir şeye müdahale edemez. Doğrudan doğruya herkes Ona müracaat edebilir. Şeriki ve muini olmadığından, o müracaatçı adama “Yasaktır, Onun huzuruna giremezsin” denilmez.

İşte, şu kelime ruh-u beşer için şöyle bir müjde verir ki:

İmanı elde eden ruh-u beşer, mânisiz, müdahalesiz, hâilsiz, mümanaatsız, her halinde, her arzusunda, her anda, her yerde o ezel ve ebed ve hazâin-i rahmet mâliki ve defâin-i saadet sahibi olan Cemîl-i Zülcelâl, Kadîr-i Zülkemâlin huzuruna giriphâcâtını arz edebilir. Ve rahmetini bulup kudretine istinad ederek kemâl-i ferah ve süruru kazanabilir.

DÖRDÜNCÜ KELİME

لَهُ الْمُلْكُ Yani, mülk umumen Onundur. Sen, hem Onun mülküsün, hem memlûküsün, hem mülkünde çalışıyorsun. Şu kelime, şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor:

Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levazımatını


Cemîl-i Zülcelâl: sınırsız heybet ve sonsuz güzellik sahibi olan AllahCenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
Ezel-Ebed Sultanı: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden SultanKadîr-i Zülkemâl: sıfatları, isimleri ve bütün işleri mükemmel olan ve kudreti herşeyi kuşatan Allah
defâin-i saadet: mutluluk defineleriebed: sonu olmayan, sonsuz
ezel: başlangıcı olmayan, sonsuzhadsiz: sınırsız
havl: güç, kuvvethazâin-i rahmet: Allah’ın rahmet hazineleri
hâcât: ihtiyaçlarhâil: engel, perde
icraat-ı rububiyet: Allah’ın bütün varlıkları kuşatan idare ve terbiyesinin ve egemenliğinin sonucu olan faaliyetlericâdât: yaratmalar
irade: dileme, tercih, istekistinad: dayanma
kemâl-i ferah ve sürur: tam bir sevinç ve mutlulukkudret: güç, iktidar
matlub: talep edilen, istekmemlûk: kul, köle
muhafaza: korumamuin: yardımcı
mâlik: sahipmâni: engel
mülk: sahip olunan şey, hükmedilen yermümanaat: engel olma
müteaddit: birden fazla, birçokrahmet: şefkat, merhamet
rububiyet: rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasıruh-u beşer: insan ruhu
ulûhiyet: ilâhlıkumumen: tamamen
şerik: ortak
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 292

yerine getiremezsin. Öyle ise, beyhude ıztıraba düşüp azap çekme. Mülk başkasınındır. O Mâlik hem Kadîrdir, hem Rahîmdir. Kudretine istinad et; rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul.

Hem der ki: Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîmin mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. Ona bırak; cefâsını değil, safâsını çek. O hem Hakîmdir, hem Rahîmdir.Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkıgibi “Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler” de, pencerelerden seyret, içlerine girme.

BEŞİNCİ KELİME

لَهُ الْحَمْدُ Yani, hamd ve senâ, medih ve minnet Ona mahsustur, Ona lâyıktır. Demek nimetler Onundur ve Onun hazinesinden çıkar. Hazine ise daimîdir. İşte şu kelime şöyle müjde verip diyor ki:

Ey insan! Nimetin zevâlinden elem çekme. Çünkü rahmet hazinesi tükenmez. Ve lezzetin zevâlini düşünüp o elemden feryad etme. Çünkü o nimet meyvesi, birrahmet-i bînihayenin semeresidir. Ağacı bâki ise, meyve gitse de yerine gelen var. Nimetin lezzeti içinde, o lezzetten yüz derece daha ziyade lezzetli bir iltifat-ı rahmetihamd ile düşünüp, lezzeti, birden yüz derece yapabilirsin. Nasıl ki, bir padişah-ı zîşânın sana hediye ettiği bir elma lezzeti içinde, yüz, belki bin elmanın lezzetinin fevkinde, bir iltifat-ı şahane lezzetini sana ihsas ve ihsan eder. Öyle de,
لَهُ الْحَمْدُ kelimesiyle, yani hamd ve şükürle, yani nimetten in’âmı hissetmekle, yani Mün’imi tanımakla ve in’âmı düşünmekle, yani Onun rahmetinin iltifatını ve şefkatinin teveccühünü ve in’âmının devamını düşünmekle, nimetten bin derece daha leziz, mânevî bir lezzet kapısını sana açar.



Hakîm: hikmet sahibi; herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan AllahKadîr: kudret sahibi; herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah
Kadîr-i Rahîm: çok merhametli ve şefkatli olan ve sonsuz güç ve kudret sahibi AllahMevlâ: efendi, sahip, koruyucu; Allah
Mâlik: sahip; her şeyin sahibi olan AllahMün’im: nimet verici; gerçek nimet verici olan ve yarattıklarını sonsuz bir şekilde nimetlendiren Allah
Rahîm: rahmet sahibi; rahmetinin çok özel tecellîleri olan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allahalâkadar: alâkalı, ilgili
beyhude: boşunabâki: kalıcı, devamlı; sonsuz
cefâ: zorlukelem: acı
fevkinde: üstündehamd: şükür ve övgü
ihsan: bağışlamaihsas: hissettirme
iltifat: özenle ilgilenmekiltifat-ı rahmet: İlâhî rahmet tarafından gelen lütuf
iltifat-ı şahane: yüksek iltifât, padişahın lütufla yaptığı özel muamelein’âm: nimetlendirme
istinad: dayanmaittiham etmek: suçlamak
keder: sıkıntı, üzüntü, bunalımkudret: güç, iktidar
kâinat: evren, yaratılmış her şeylevazımat: gerekli olan şeyler
medih: övgü, şükürmânen: mânevî olarak
mülk: sahip olunan şey, hükmedilen yermüteessir olmak: üzülmek, etkilenmek
padişah-ı zîşân: şanlı padişahrahmet: şefkat, merhamet
rahmet-i bînihaye: sonsuz rahmetsafâ: rahat ve huzur
semere: meyvesenâ: övme, yüceltme
teveccüh: yönelmezevâl: yok olup gitme
ziyade: fazlaİbrahim Hakkı: (bk. bilgiler)
ıslah: düzeltme, iyileştirme
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 293

ALTINCI KELİME

يُحْيِى Yani, hayatı veren Odur. Ve hayatı rızıkla idame eden de Odur. Ve levazımat-ı hayatı da ihzar eden yine Odur. Ve hayatın âli gayeleri Ona aittir ve mühim neticeleri Ona bakar; yüzde doksan dokuz meyvesi Onundur. İşte şu kelime, şöylefâni ve âciz beşere nidâ eder, müjde verir ve der:

Ey insan! Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın fenâsını düşünüp hüzne düşme. Yalnız dünyevî, ehemmiyetsiz meyvelerini görüp, dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme. Belki, o sefine-i vücudundaki hayat makinesi, Hayy-ı Kayyûma aittir. Masarıf ve levazımatını O tedarik eder. Ve o hayatın pek kesretli gayeleri ve neticeleri var ve Ona aittir. Sen o gemide bir dümenci neferisin. Vazifeni güzel gör, ücretini al, keyfine bak. O hayat sefinesi ne kadar kıymettar olduğunu ve ne kadar güzel faideler verdiğini ve o sefine sahibi Zâtın ne kadar Kerîm ve Rahîm olduğunu düşün, mesrur ol ve şükret. Ve anla ki, vazifeni istikametle yaptığın vakit, osefinenin verdiği bütün netâic, bir cihetle senin defter-i a’mâline geçer, sana bir hayat-ı bâkiyeyi temin eder, seni ebedî ihyâ eder.

YEDİNCİ KELİME

وَيُمِيتُ Yani, mevti veren Odur. Yani, hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten âzâd eder. Yani, hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır. İşte şu kelime, şöylece fâni cin ve inse bağırır, der ki:

Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil,firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır.


Fâil-i Hakîm-i Rahîm: herşeyi sonsuz hikmet ve rahmetle yapan AllahHayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan, Allah
Kerîm: ikram sahibi; sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan AllahRahîm: rahmet sahibi; rahmetinin çok özel tecellîleri olan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah
adem: yoklukbeşer: insan
cihet: yön, tarafcin ve ins: cinler ve insanlar
defter-i a’mâl: amel defteri, yapılan iyilik ve kötülüklerin kaydedildiği defterebedî: sonsuz
ehemmiyetsiz: önemsizfaide: fayda
fenâ: son bulma, yok oluşfirak-ı ebedî: sonsuz ayrılık
fâil: bir işi yapan; fiilin sahibifâni: gelip geçici
hayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı hayathayat-ı fâniye: gelip geçici hayat
hüzün: üzüntüidame eden: devam ettiren
ihyâ etmek: hayat vermekihzar etmek: hazırlamak
inkıraz: son bulmain’idam: yok oluş
istikamet: doğrulukkesretli: çok
külfet-i hizmet: hizmet yükükıymettar: kıymetli, değerli
levazımat: gerekli olan şeylerlevazımat-ı hayat: hayat için gerekli olan şeyler
masarıf: masraflar, giderlermesrur: sevinçli
mevt: ölümnefer: asker, er
netâic: neticeler, sonuçlarnidâ etmek: seslenmek
sefine: gemisefine-i vücud: vücut gemisi
tebdil: değiştirmetebdil-i mekân: mekân değişikliği
tedarik: elde etmektekâlif: yükler, vazifeler
terhis: serbest bırakmaâciz: güçsüz
âli: yüce, yüksekâzâd: serbest bırakma
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 294

Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.

SEKİZİNCİ KELİME

وَهُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ Yani, bütün kâinatın mevcudatında görünen ve vesile-i muhabbet olan kemâl ve hüsün ve ihsanın hadsiz bir derece fevkinde bir cemâl ve kemâl veihsanın sahibi ve bütün mahbuplara bedel, birtek cilve-i cemâli kâfi gelen bir Mâbud-u Lemyezel, bir Mahbub-u Lâyezâlin ezelî ve ebedî bir hayat-ı daimesi var ki, şaibe-izevâl ve fenâdan münezzeh ve avârız-ı naks ve kusurdan müberrâdır. İşte şu kelime,cin ve inse ve bütün zîşuura ve ehl-i muhabbet ve aşka ilân eder ki:

Sizlere müjde! Mahbuplarınızdan nihayetsiz firakların yaralarını tedavi edip merhem süren bir Mahbub-u Bâkîniz var. Madem O var ve bâkidir; başkaları ne olursa olsun, merak çekmeyiniz. Belki o mahbuplarda sebeb-i muhabbetiniz olanhüsün ve ihsan, fazl ve kemâl, o Mahbub-u Bâkînin cilve-i cemâl-i bâkisinden çok perdelerden geçip, gayet zayıf bir gölgenin gölgesidir. Onların zevâlleri sizleri incitmesin. Çünkü onlar bir nevi âyinelerdir. Âyinelerin değişmesi, şâşaa‑i cemâlincilvesini tazeleştirir, güzelleştirir. Madem O var, herşey var.

DOKUZUNCU KELİME

بِيَدِهِ الْخَيْرُ Yani, her hayır Onun elindedir. Her yaptığınız hayrat Onun defterine geçer. Her işlediğiniz a’mâl-i saliha, yanında kaydedilir. İşte, şu kelime, cin ve inse nidâ edip müjde veriyor. Diyor ki:

Ey biçareler! Mezaristana göçtüğünüz zaman, “Eyvah, malımız harap olup sa’yimizhebâ oldu. Şu güzel ve geniş dünyadan gidip dar bir toprağa girdik”


Mahbub-u Bâkî: varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve herşeyden daha sevgili olan AllahMahbub-u Lâyezâl: hiçbir zaman kaybolup gitmeyecek, yegâne sevgili olan Allah
Mâbud-u Lemyezel: varlığı asla son bulmayan ve ibadete lâyık tek ilâh olan Allahahbab: sevilenler, dostlar
avârız-ı naks: noksanlık arızalarıa’mâl-i saliha: Allah için yapılan iyi işler
biçare: çaresiz, zavallıbâki: ölümsüz, sonsuz
cemâl: güzellikcilve: yansıma
cilve-i cemâl: güzelliğin yansımasıcilve-i cemâl-i bâki: sonsuz güzelliğin bir yansıması
cin ve ins: cinler ve insanlarehl-i muhabbet: muhabbet sahipleri, sevgi ehli
ezelî ve ebedî: başlangıcı ve sonu olmayan, sonsuzfazl: cömertlik, ihsan
fevkinde: üstündefirak: ayrılık
hadsiz: sınırsızhayat-ı daime: sürekli hayat
hayrat: hayırlar, iyiliklerhebâ: boş, faydasız
hüsün: güzellikihsan: bağış, nimet
kemâl: mükemmellik, kusursuzlukkâinat: evren, yaratılmış her şey
mahbup: sevgilimecma: toplanma yeri
mevcudat: varlıklar, var edilenlermüberrâ: fenalıktan uzak, noksansız
münezzeh: arınmış; kusurdan uzaknevi: çeşit
nidâ etmek: seslenmeknihayetsiz: sonsuz
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluksa’y: çalışma
sebeb-i muhabbet: sevgi sebebisevkiyat: toplu halde gönderme
vatan-ı aslî: asıl yurtvesile-i muhabbet: sevgi sebebi
visal: kavuşmazevâl: yok oluş
zîşuur: şuur sahibiâlem-i berzah: dünya ile âhiret arasındaki kabir âlemi
âyine: aynaşaibe-i zeval ve fenâ: yok olup gitme ve gelip geçicilik kuşkusu
şâşaa-i cemâl: güzelliğin parıltısı, gösterişi
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 295

demeyiniz, feryad edip me’yus olmayınız. Çünkü sizin herşeyiniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükâfâtını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Zât-ı Zülcelâl sizi celb edip yeraltında muvakkaten durdurur, sonra huzuruna aldırır. Ne mutlu sizlere ki, hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti; rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almaya gidiyorsunuz.

Evet, geçen baharın defter-i a’mâlinin sahifeleri ve hidemâtının sandukçaları olan tohumları, çekirdekleri muhafaza eden ve ikinci baharda gayet şâşaalı, belki yüz derece aslından daha bereketli bir tarzda muhafaza eden, neşreden Kadîr‑i Zülcelâl, elbette sizin de netâic-i hayatınızı öyle muhafaza ediyor ve hizmetinize pek kesretlibir surette mükâfat verecektir.

ONUNCU KELİME

وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ Yani, O Vâhiddir, Ehaddir. Herşeye kàdirdir. Hiçbir şey Ona ağır gelmez. Bir baharı halk etmek, bir çiçek kadar Ona kolaydır. Cenneti halketmek, bir bahar kadar Ona rahattır. Her günde, her senede, her asırda yeniden yeniye icad ettiği hadsiz masnuatı, nihayetsiz kudretine nihayetsiz lisanlarla şehadet ederler.

İşte şu kelime dahi şöyle müjde eder; der ki:

Ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubûdiyet boşu boşuna gitmez. Bir dâr-ı mükâfat, bir mahall-i saadet senin için ihzar edilmiştir. Senin şu fâni dünyana bedel, bâki bir Cennet seni bekler. İbadet ettiğin ve tanıdığın Hâlık-ı Zülcelâlin vaadine iman veitimad et. Ona, vaadinde hulf etmek muhaldir. Kudretinde hiçbir cihetle noksaniyetyoktur. İşlerine acz müdahale edemez. Senin küçük bahçeni halk ettiği gibi, Cenneti dahi senin için halk edebilir ve halk etmiş ve sana vaad etmiş. Ve vaad ettiği için, elbette seni onun içine alacak.

Madem bilmüşahede görüyoruz: Her senede, yeryüzünde hayvânat ve nebâtâtın üç yüz binden ziyade envâlarını ve milletlerini kemâl-i intizam ve mizanla,


Ehad: her bir varlık üzerinde birliğinin izleri görünen ve bütün kemâl sıfatların sahibi olan bir AllahHâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve her şeyi yoktan yaratan Allah
Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve kudreti herşeyi kuşatan AllahVâhid: Zâtında, sıfatlarında, isimlerinde, işlerinde ve hükümlerinde asla ortağı ve benzeri olmayan ve birliği herşeyi kaplamış olan Allah
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allahacz: güçsüzlük
bilmüşahede: gözle görerekbâki: kalıcı, sürekli, sonsuz
celb etmek: çekmekdefter-i a’mâl: amel defteri; yapılan iyilik ve kötülüklerin kaydedildiği defter
dâr-ı mükâfat: mükâfat yurduenvâ: türler
fâni: gelip geçicihalk etmek: yaratmak
hayvânat: hayvanlarhayır: iyilik
hidemât: hizmetlerhulf: sözünden dönme
icad: var etme, yaratmaihzar: hazırlama
itimad etmek: güvenmekkemâl-i intizam ve mizan: mükemmel bir düzen ve ölçü
kesretli: çokkudret: güç, iktidar
kàdir: herşeye gücü yetenmahall-i saadet: mutluluk yeri
masnuat: san’at eserlerimeşakkat: zorluk
me’yus: ümitsizmuhafaza: koruma
muhal: olması imkânsız şeymuvakkaten: geçici olarak
nebâtât: bitkilernetâic-i hayat: hayatın neticeleri
neşreden: yayannihayetsiz: sonsuz
noksaniyet: eksikliksandukça: küçük sandık
suret: şekil, biçimubûdiyet: kulluk
vaad: söz vermeziyade: fazla
şehadet: şahitlik, tanıklıkşâşalı: gösterişli, parlak

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 296

kemâl-i sür’at ve suhuletle haşredip neşreder. Elbette böyle bir Kadîr-i Zülcelâl,vaadini yerine getirmeye muktedirdir.

Hem madem her senede, öyle bir Kadîr-i Mutlak, haşrin ve Cennetin nümunelerini binler tarzda icad ediyor. Hem madem bütün semâvî fermanlarıyla saadet‑i ebediyeyi vaad edip Cenneti müjde veriyor. Hem madem bütün icraatı ve şuûnâtı hak ve hakikattir ve sıdk ve ciddiyetledir. Hem madem, âsârının şehadetiyle, bütün kemâlât Onun nihayetsiz kemâline delâlet ve şehadet eder. Ve hiçbir cihette naks ve kusur Onda yoktur. Hem madem hulfül vaad ve hilâf ve kizb ve aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks ve kusurdur. Elbette ve elbette, o Kadîr-i Zülcelâl, O Hakîm-i Zülkemâl, o Rahîm-i Zülcemâl, vaadini yerine getirecek, saadet-i ebediye kapısını açacak,Âdem babanızın vatan-ı aslîsi olan Cennete sizleri, ey ehl-i iman, idhal edecektir.

ON BİRİNCİ KELİME

وَاِلَيْهِ الْمَصِيرُ Yani, ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerine kavuşacaklar. Yani, bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bâkide huzur-u Kibriyâya müşerref olacaklar. Yani, esbab dağdağasından ve vesâitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahîmlerine, makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya, herkes, kendi Hâlıkı ve Mâbudu ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar.


Hakîm-i Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi olan ve herşeyi hikmetle yaratan AllahHâlık: yaratıcı; her şeyi yaratan Allah
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve her şeyi yoktan yaratan AllahKadîr-i Mutlak: hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın herşeye gücü yeten sonsuz kudret sahibi, Allah
Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve kudreti herşeyi kuşatan AllahMevlâ-yı Kerîm: ikramı bol olan dostumuz ve gözeticimiz Allah
Mâbud: Kendisine ibadet edilen, AllahMâlik: sahip; her şeyin gerçek sahibi olan Allah
Rabb-i Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan ve herbir varlığı terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran AllahRahîm-i Zülcemâl: sonsuz güzellik ve merhamet sahibi olan Allah
Seyyid: efendimiz ve sahibimiz olan Allahcihet: yön, taraf
dağdağa: kargaşadelâlet: delil olma, işaret etme
dâr-ı bâki: devamlı olan ebedî yurtdâr-ı fâni: gelip geçici olan dünya yurdu
dâr-ı imtihan: imtihan yeriehl-i iman: mü’minler; Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler
esbab: sebeplerferman: buyruk
hak: doğruhakikat: gerçek
haslet: özellikhaşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
haşretmek: diriltmekhilâf: cayma, vaz geçme, zıt, ters
hulfülvaad: sözünden dönmehuzur-u kibriyâ: sonsuz büyüklük sahibi olan Allah’ın huzuru
icad: var etme, yaratmaidhal etmek: içine almak, dahil etmek, koymak
itmam: tamamlamakemâl: mükemmellik, kusursuzluk
kemâl-i sür’at ve suhulet: tam bir hız ve kolaylıkkemâlât: mükemmellikler, kusursuz sıfatlar
kizb: yalanmakarr-ı saltanat-ı ebedî: sonsuz İlâhî saltanatın merkezi
muktedir: güç ve iktidar sahibi; gücü yetenmüşerref olmak: şereflenmek
naks: noksanlık, eksiklikneşretmek: yaymak
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluksemâvî: vahiyle gelen
sıdk: doğrulukvaad: söz verme
vatan-ı aslî: asıl yurtvesâit: vasıtalar
Âdem: [bk. bilgiler – Âdem (a.s.)]âsâr: eserler
şehadet: şahitlik, tanıklıkşuûnât: haller, işler, fiiller

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 297

İşte, şu kelime, bütün müjdelerin fevkinde şöyle müjde eder ve der ki:

Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Otuz İkinci Sözün âhirinde denildiği gibi, dünyanın bin sene mes’udâne hayatı, bir saat hayatına mukàbil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukàbil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Müptelâ ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbuplarda ve bütün mevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemâl, Onun cilve-i cemâlinin ve hüsn-ü esmâsının bir nevi gölgesi; ve bütün Cennet, bütün letâfetiyle, bir cilve-i rahmeti; ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizaplar ve câzibeler, birlem’a-i muhabbeti olan bir Mâbud-u Lemyezelin, bir Mahbub-u Lâyezâlin daire-i huzuruna gidiyorsunuz. Ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennete çağırılıyorsunuz. Öyle ise, kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz.

Hem şu kelime şöyle müjde veriyor, diyor ki:

Ey insan! Fenâya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya vekesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz. Siz fenâya değil, bekàya gidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u daimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil,âlem-i nura giriyorsunuz. Sahip ve Mâlik-i Hakikînin tarafına gidiyorsunuz. Ve Sultan-ı Ezelînin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz.

endOfSection.gif
endOfSection.gif

Cemîl-i Zülcelâl: sınırsız yücelik ve heybetiyle beraber, sonsuz güzellik sahibi AllahMahbub-u Lâyezâl: asla kaybolup gitmeyecek yegâne sevgili olan Allah
Mâbud-u Lemyezel: varlığı asla son bulmayan ve ibadete lâyık tek ilâh olan AllahMâlik-i Hakikî: her şeyin gerçek sahibi olan Allah
Sultan-ı Ezelî: hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Allahadem: yokluk
bekà: devamlılık, kalıcı olmacemâl: güzellik
cilve-i cemâl: İlâhî güzelliğin yansımasıcilve-i rahmet: İlâhî rahmetin yansıması
câzibe: çekimdaire-i huzur: huzur dairesi
daire-i rahmet: rahmet dairesifenâ: son bulma, yok oluş
fevkinde: üstündefirak: ayrılık
hüsn-ü esmâ: İlâhî isimlerin güzelliğihüsün: güzellik
incizap: kapılma, çekimiştiyak: şiddetli arzu ve istek
kesret: çokluklem’a-i muhabbet: İlâhî sevginin parıltısı
letâfet: hoşluk, güzellikmahbup: sevgili
mecazî: gerçek olmayanmeftun: düşkün
mertebe-i huzur: Allah’ın yüce huzuruna çıkma seviyesimes’udâne: mutlu bir şekilde
mevcudat-ı dünyeviye: dünyadaki varlıklarmuhabbet: sevgi
mukàbil: karşılıkmüptelâ: bağımlı, tutkun
müteveccih: yönelmiş, yönelenmüştak: âşık
nevi: türnisyan: unutulma
payitaht: merkez, başkentrüyet-i cemâl: Rabbimizin güzelliğini seyretme
tevehhüm: kuruntuya kapılma, evhamlanmavahdet: birlik
visal: kavuşmavücud-u daimî: ölümsüz, devamlı vücut
ziyafetgâh-ı ebedî: sonsuz ziyafet yurduzulümat: karanlıklar
âhir: sonâlem-i nur: nur ve aydınlık âlemi

 
Üst