İkinci Kısım - Hüccetullahi’l-Bâliğa Risalesi - İkinci Hüccet-i İmâniye

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Hüccet-i İmâniye

Otuz İkinci Söz’ün

Birinci Mevkıfı

besmele.jpg
blank.gif
1

لَوْ كَانَ فِيهِمَاۤ اٰلِهَةٌ اِلاَّ اللهُ لَفَسَدَتَا
blank.gif
2

لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ وَاِلَيْهِ الْمَصِيرُ
blank.gif
3


BİR RAMAZAN gecesinde, şu kelâm-ı tevhidînin on bir cümlesinin herbirinde, birer tevhid mertebesi ve birer müjde bulunduğunu ve o mertebelerden yalnız




[NOT]Dipnot-1 “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.”

Dipnot-2 “Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olup giderdi.” Enbiyâ Sûresi, 21:22.

Dipnot-3 “Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O birdir ve hiçbir şeriki yoktur. Mülk umumen Onundur; hamd bütünüyle Ona aittir. Hayatı veren de, ölümü veren de Odur. O, kendisine ölüm ârız olmayan Hayy-ı Ezelîdir. Bütün hayır Onun elindedir. Onun kudreti herşeye yeter. Herkesin ve herşeyin dönüşü de Onadır.” Buharî, Ezân 155, Teheccüd 21, Umre 12, Cihad 133, Bed’ü’l-Halk 11, Mağâzî 29, Daavât 18, 52, Rikâk 11, I’tisâm 3; Müslim, Zikir 28, 30, 74, 75, 76, Vitir 24, Cihad 158, Edeb 101; Tirmizî, Mevâkıt 108, Hac 104, Daavât 35, 36; Nesâî, Sehiv 83-86, Menâsik 163, 170, Îmân 12; İbni Mâce, Ticârât 40, Menâsik 84, Edeb 58, Dua 10, 14, 16; Ebû Dâvud, Menâsik 56; Dârîmî, Salât 88, 90, Menâsik 34, İsti’zân 53, 57; Muvatta’, Hac 127, 243, Kur’ân 20, 22.

[/NOT]


kelâm-ı tevhidî: Allah’ın birliğini ifade eden söztevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 182

Lâ şerîke lehu’daki mânâyı, basit avâmın fehmine gelecek bir muhavere-i temsiliyeve bir münazara-i faraziye tarzında ve lisan-ı hali lisan-ı kàl suretinde söylemiştim. Bana hizmet eden kıymettar kardeşlerimin ve mescid arkadaşlarımın arzuları ve istemeleri üzerine o muhavereyi yazıyorum. Şöyle ki:

Bütün tabiatperest, esbabperest ve müşrik gibi umum envâ-ı ehl-i şirkin ve küfrün ve dalâletin tevehhüm ettikleri şeriklerin namına bir şahıs farz ediyoruz ki, o şahs-ı farazî, mevcudat-ı âlemden birşeye rab olmak istiyor ve hakikî mâlik olmak dâvâetmektedir.

İşte, o müddeî, evvelâ mevcudatın en küçüğü olan bir zerreye rast gelir. Ona rab vehakikî mâlik olmakta olduğunu, zerreye tabiat lisanıyla, felsefe diliyle söyler. O zerredahi, hakikat lisanıyla ve hikmet-i Rabbânî diliyle der ki:

“Ben hadsiz vazifeleri görüyorum. Ayrı ayrı her masnua girip işliyorum. Eğer bütün o vezâifi bana gördürecek, sende ilim ve kudret varsa—

“Hem benim gibi had ve hesaba gelmeyen zerrat içinde beraber gezip iş görüyoruz.HAŞİYE-1 Eğer bütün emsalim o zerreleri de istihdam edip emir tahtına alacak bir hüküm ve iktidar sende varsa—


[NOT]Haşiye-1 Evet, müteharrik herbir şey, zerrattan seyyârâta kadar, kendilerinde olan sikke-i samediyet ile vahdeti gösterdikleri gibi, harekâtlarıyla dahi, gezdikleri bütün yerlerivahdet namına zaptederler, kendi Mâlikinin mülküne idhal ederler. Hareket etmeyenmasnuat ise, nebâtattan nücum-u sevâbite kadar, birer mühr-ü vahdâniyethükmündedirler ki, bulunduğu mekânı, kendi Sâniinin mektubu olduğunu gösterirler. Demek herbir nebat, herbir meyve birer mühr-ü vahdâniyet, birer sikke-i vahdettirler ki, mekânlarını ve vatanlarını, vahdet namına, Sânilerinin mektubu olduğunu gösterirler. Elhasıl, herbir şey, hareketiyle bütün eşyayı vahdet namına zapteder. Demek bütün yıldızları elinde tutmayan, birtek zerreye rab olamaz. [
/NOT]


Mâlik: herşeyin sahibi olan AllahSâni: herşeyin san’atkârı olan Allah
avâm: halkdalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık
dâvâ: iddiaelhasıl: özetle
emir tahtına: emir altınaemsal: benzerler
envâ-i ehl-i şirk: Allah’a ortak koşanların çeşitleriesbap-perest: Allah’ı unutup sebeplere haddinden fazla değer veren
eşya: varlıklarfarz etmek: varsaymak
fehm: anlayışhad ve hesaba gelmemek: sonsuz ve sınırsız olmak
hadsiz: sınırsızhakikat: gerçek, doğru
hakikî: gerçek, doğruharekât: hareketler
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothikmet-i Rabbânî: kâinatın Rabbi tarafından herşeyin belirli gayelere yönelik olarak anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
idhal: dahil etme, içine almaiktidar: güç, kuvvet
istihdam: çalıştırmakudret: güç, iktidar
küfür: inkâr, inançsızlıkkıymettar: kıymetli, değerli
lisan: dillisan-ı hâl: hâl ve durumun ifade edişi
lisân-ı kal: sözlü olarak ifadelâ şerîke lehû: Onun (Allah’ın) ortağı yoktur
masnu: san’at eserimasnuat: san’at eserleri
mekân: yermevcudat-ı âlem: âlemdeki varlıklar
mevcudât: varlıklarmuhavere: karşılıklı konuşma
muhavere-i temsiliye: diyalog tarzında kıyaslamalı benzetmemâlik: sahip
müddeî: iddia sahibimühr-ü vahdâniyet: birlik mührü
mülk: sahip olunan ve hükmedilen şeymünâzara-i faraziye: varsayıma dayalı tartışma
müteharrik: hareketlimüşrik: Allah’a ortak koşan
nam: adnebat: bitki
nebâtat: bitkilernücûm-u sevâbit: sabit yıldızlar
rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduranseyyârât: gezegenler
sikke-i samediyet: hiç kimseye muhtaç olmayan ve herşey Kendisine muhtaç olan Allah’a ait mühürsikke-i vahdet: birlik damgası
suret: şekil, biçimtabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğa
tabiatperest: herşeyi tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia eden, tabiatçıtevehhüm etmek: varsaymak, sanmak
umum: bütünvahdet: birlik
vezâif: vazifelerzaptetmek: korumak, saklamak
zerre: atomzerrât: atomlar
şahs-ı farazî: olmadığı halde var sayılmış kişişerik: Allah’a ortak koşulan şey
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 183

“Hem kemâl-i intizamla cüz olduğum mevcutlara, meselâ kandaki küreyvât-ı hamrâya hakikî mâlik ve mutasarrıf olabilirsen, bana rab olmak dâvâ et, beni Cenâb-ı Haktan başkasına isnad et. Yoksa sus!

“Hem bana rab olmadığın gibi, müdahale dahi edemezsin. Çünkü, vezâifimizde veharekâtımızda o kadar mükemmel bir intizam var ki, nihayetsiz bir hikmet ve muhitbir ilim sahibi olmayan, bize parmak karıştıramaz. Eğer karışsa, karıştıracak. Halbuki, senin gibi câmid, âciz ve kör ve iki eli tesadüf ve tabiat gibi iki körün elinde olan bir şahıs, hiçbir cihette parmak uzatamaz.”

O müddeî, maddiyyunların dedikleri gibi dedi ki: “Öyle ise sen kendi kendine mâlikol. Neden başkasının hesabına çalışmasını söylüyorsun?”

Zerre ona cevaben der: “Eğer güneş gibi bir dimağım ve ziyası gibi ihatalı bir ilmim ve harareti gibi şümullü bir kudretim ve ziyasındaki yedi renk gibi muhit duygularım ve gezdiğim her yere ve işlediğim her mevcuda müteveccih birer yüzüm ve bakar birer gözüm ve geçer birer sözüm bulunsaydı, belki senin gibi ahmaklık edip kendi kendime mâlik olduğumu dâvâ ederdim. Haydi, def ol git, sen benden iş bulamazsın!”

İşte, şeriklerin vekili zerreden meyus olunca, küreyvât-ı hamrâdan iş bulacağım diye, kandaki bir küreyvât-ı hamrâya rast gelir. Ona esbab namına ve tabiat ve felsefe lisanıyla der ki: “Ben sana rab ve mâlikim.”

O küreyvât-ı hamrâ, yani yuvarlak, kırmızı mevcut, ona hakikat lisanıyla ve hikmet-i İlâhiye diliyle der:

“Ben yalnız değilim. Eğer sikkemiz ve memuriyetimiz ve nizamatımız bir olan kan ordusundaki bütün emsalime mâlik olabilirsen, hem gezdiğimiz ve kemâl-i hikmetleistihdam olunduğumuz bütün hüceyrât-ı bedene mâlik olacak bir dakik hikmet ve azîmkudret sende varsa, göster. Ve gösterebilirsen, belki senin dâvânda bir mânâ bulunabilir. Halbuki, senin gibi sersem ve senin elindeki sağır tabiat ve kör kuvvetle, değil mâlik olmak, belki zerre miktar karışamazsın.
blank.gif
1 Çünkü bizdeki intizam o kadar mükemmeldir ki, ancak herşeyi görür ve işitir ve


[NOT]Dipnot-1 bk. Ra’d Sûresi, 13:16; Ahkaf Sûresi, 46:4-5.
[/NOT]



ahmaklık: akılsızlıkazîm: büyük
câmid: cansızcüz: parça
dakîk: çok incedimağ: akıl, bilinç, beyin
dâvâ: iddiaemsal: benzerler
esbab: sebeplerhakikat: gerçek, doğru
hakikî: gerçek, doğruhararet: ısı, sıcaklık
harekât: hareketlerhikmet-i İlâhiye: İlâhî hikmet; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hüceyrât-ı beden: beden hücreleriihata: kuşatma
intizam: düzenlilikisnad: dayandırma
istihdam: çalıştırmakemâl-i hikmet: tam ve mükemmel hikmet
kemâl-i intizâm: tam ve mükemmel düzenkudret: güç, iktidar
küreyvât-ı hamrâ: alyuvarlarlisan: dil
maddiyyun: materyalistler, herşeyi madde ile açıklamaya çalışanlarmevcut: varlık
meyus: ümitsizmuhit: kuşatıcı, kapsamlı
mutasarrıf: dilediği gibi kullanan ve idare edenmâlik: sahip
müdahale: karışmamüddeî: iddia sahibi
müteveccih: yöneliknihayetsiz: sonsuz
nizamat: düzenlerrab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran
sikke: damgatabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğa
vezâif: vazifelerzerre: atom, en küçük madde parçası
ziya: ışıkâciz: güçsüz, zayıf
şerik: Allah’a ortak koşulan şeyşümullü: kapsamlı
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 184

bilir ve yapar bir zât bize hükmedebilir.
blank.gif
1 Öyle ise sus! Vazifem o kadar mühim ve intizam o kadar mükemmeldir ki, seninle, senin böyle karma karışık sözlerine cevap vermeye vaktim yok” der, onu tard eder.

Sonra, onu kandıramadığı için, o müddeî gider, bedendeki hüceyre tabir ettikleri menzilciğe rast gelir. Felsefe ve tabiat lisanıyla der: “Zerreye ve küreyvât-ı hamrâya söz anlattıramadım. Belki sen sözümü anlarsın. Çünkü sen gayet küçük bir menzilgibi birkaç şeyden yapılmışsın. Öyle ise ben seni yapabilirim. Sen benim masnuum ve hakikî mülküm ol” der.

O hüceyre, ona cevaben, hikmet ve hakikat lisanıyla der ki:

“Ben çendan küçücük bir şeyim. Fakat pek büyük vazifelerim, pek ince münasebetlerim ve bedenin bütün hüceyrâtına ve heyet-i mecmuasına bağlı alâkalarım var. Ezcümle, evride ve şerâyin damarlarına ve hassâse ve muharrike âsaplarına ve cazibe, dafia, müvellide, musavvire gibi kuvvelere karşı derin ve mükemmel vazifelerim var. Eğer bütün bedeni, bütün damar ve âsab ve kuvveleri teşkil ve tanzim ve istihdam edecek bir kudret ve ilim sende varsa ve benim emsalim ve san’atça ve keyfiyetçe birbirimizin kardeşi olan bütün hüceyrât-ı bedeniyeye tasarruf edecek nafiz bir kudret, şamil bir hikmet sende varsa, göster; sonra ‘Ben seni yapabilirim’ diye dâvâ et. Yoksa haydi git! Küreyvât-ı hamrâ bana erzak getiriyorlar.Küreyvât-ı beyzâ da bana hücum eden hastalıklara mukabele ediyorlar. İşim var, beni meşgul etme.

“Hem senin gibi âciz, câmid, sağır, kör bir şey bize hiçbir cihetle karışamaz. Çünkü bizde o derece ince ve nazik ve mükemmel bir intizam HAŞİYE-1 var ki, eğer


[NOT]Dipnot-1 bk. Lokman Sûresi, 31:28; Şûrâ Sûresi, 42:11.

Haşiye-1 Sâni-i Hakîm, beden-i insanı gayet muntazam bir şehir hükmünde halk etmiştir. Damarların bir kısmı telgraf ve telefon vazifesini görür. Bir kısmı da, çeşmelerin boruları hükmünde, âb-ı hayat olan kanın cevelânına medardırlar. Kan ise, içinde iki kısım küreyvât halk edilmiş. Bir kısmı “küreyvât-ı hamrâ” tabir edilir ki, bedeninhüceyrelerine erzak dağıtıyor ve bir kanun-u İlâhî ile hüceyrelere erzak yetiştiriyor (tüccar ve erzak memurları gibi). Diğer kısmı küreyvât-ı beyzâdırlar ki, ötekilerenisbeten ekalliyettedirler. Vazifeleri, hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibimüdafaadır ki, ne vakit müdafaaya girseler, Mevlevî gibi iki hareket-i devriye ile sür’atli bir vaziyet-i acibe alırlar. Kanın heyet-i mecmuası ise, iki vazife-i umumiyesi var: Biri bedendeki hüceyrâtın tahribatını tamir etmek, diğeri hüceyrâtın enkazlarını toplayıp bedeni temizlemektir. Evride ve şerâyin namında iki kısım damarlar var ki, biri sâfi kanı getirir, dağıtır, sâfi kanın mecrâlarıdır. Diğer kısmı, enkazı toplayan bulanık kanın mecrâsıdır ki, şu ikinci ise, kanı “ree” denilen, nefesin geldiği yere getirirler. Sâni-i Hakîm, havada iki unsur halk etmiştir: biri azot, biri müvellidülhumuza. Müvellidülhumuza ise, nefes içinde kana temas ettiği vakit, kanı telvis eden karbon unsur-u kesifini kehribar gibi kendine çeker. İkisi imtizaç eder. Buharî hâmız-ı karbon denilen, semli havaî bir maddeye inkılâb ettirir. Hem hararet-i gariziyeyi temin eder, hem kanı tasfiye eder. Çünkü, Sâni-i Hakîm, fenn-i kimyada aşk-ı kimyevî tabir edilen bir münasebet-i şedideyi, müvellidülhumuza ile karbona vermiş ki, o iki unsur birbirine yakın olduğu vakit, o kanun-u İlâhî ile o iki unsur imtizaç ederler. Fennen sabittir ki, imtizaçtan hararet hasıl olur. Çünkü imtizaç bir nevi ihtiraktır. Şu sırrın hikmeti budur ki: O iki unsurun, herbirisinin zerrelerinin ayrı ayrı hareketleri var. İmtizaç vaktinde her iki zerre, yani onun zerresi bunun zerresiyle imtizaç eder, birtek hareketle hareket eder, bir hareket muallâk kalır. Çünkü imtizaçtan evvel iki hareket idi. Şimdi iki zerre bir oldu; her iki zerre, bir zerrehükmünde bir hareket aldı. Diğer hareket, Sâni-i Hakîmin bir kanunuyla hararete inkılâb eder. Zaten “Hareket harareti tevlid eder” bir kanun-u mukarreredir. İşte bu sırra binaen, beden-i insanîdeki hararet-i gariziye, bu imtizac-ı kimyeviye ile temin edildiği gibi, kandaki karbon alındığı için kan dahi sâfi olur. İşte nefes dahile girdiği vakit, vücudun hem âb-ı hayatını temizliyor, hem nâr-ı hayatı iş’âl ediyor. Çıktığı vakit, ağızda, mu’cizât-ı kudret-i İlâhiye olan kelime meyvelerini veriyor. Fesübhâne men tehayyere fî sun’ihi’l-ukul![/NOT]




Sâni-i Hakîm: herşeyi san’atla ve hikmetle yaratan Allahalâka: bağlantı
beden-i insan: insan bedenicazibe: çekim
cevelân: dolaşma, akmacâmid: cansız
dafia: itmedâvâ: iddia
ekalliyet: azınlıkemsal: benzerler
erzak: rızıklar; yiyecek ve içeceklerevride: toplardamarlar
ezcümle: nümune olarakhakikat: gerçek
hakikî: gerçekhalk etmek: yaratmak
hassâse: hissetme duygusuhaşiye: dipnot, açıklayıcı not
heyet-i mecmua: genel yapı, bütünhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hüceyre: hücrehüceyrât: hücrecikler
hüceyrât-ı bedeniye: beden hücreleriintizam: düzen
istihdam: çalıştırmakanun-u İlâhî: Allah’ın koyduğu kanun
keyfiyet: nitelik, özellik, esaskudret: güç, iktidar
kuvve: duyuküreyvat: kürecikler, hücreler
küreyvât-ı beyzâ: akyuvarlarküreyvât-ı hamrâ: alyuvarlar
lisan: dilmasnu: san’at eseri
medar: dayanak, kaynakmenzil: mekân, yer
muharrike: harekete geçiren duygu, refleksmukabele: karşılık verme
muntazam: düzenlimusavvire: şekil verme
müdafaa: savunmamüddeî: iddia sahibi
münasebet: ilişki, bağlantımüvellide: üretkenlik
nisbeten: oranla, kıyaslanâfiz: derinlere işleyen; etkili
tabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğatanzim: düzenleme
tard etmek: kovmaktasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetme
teşkil: şekillendirme, bir araya getirmezerre: atom, en küçük madde parçası
âb-ı hayat: hayat suyuâciz: güçsüz, zayıf
âsab: vücuttaki sinirlerçendan: gerçi
şerâyin: atardamarşâmil: kapsamlı
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 185

bize hükmeden bir Hakîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak olmazsa intizamımız bozulur, nizamımız karışır.”
blank.gif
1

Sonra o müddeî onda da meyus oldu. Bir insanın bedenine rast gelir. Yine körtabiat ve serseri felsefe lisanıyla, tabiiyyunun dedikleri gibi der ki: “Sen benimsin. Seni yapan benim. Veya sende hissem var.”


[NOT]Dipnot-1 bk. Kehf Sûresi, 17:37; Meryem Sûresi, 19:67; Mü’minûn Sûresi, 23:12-14; Secde Sûresi, 32:7; Fâtır Sûresi, 35:11; Yâsîn Sûresi, 36:77.
[/NOT]

Alîm-i Mutlak: bilgisi herşeyi kuşatan, sınırsız ilim sahibi olan AllahHakîm-i Mutlak: sınırsız hikmet sahibi olan Allah
Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kuvvet sahibi olan AllahMevlevî: Mevlevîlik tarikatına mensup kimse
Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle yaratan ve herşeyin san’atkârı olan Allahaşk-ı kimyevî: kimyasal birleşme
beden-i insanî: insan bedeni, vücudubinaen: –dayanarak
buharî: buhar halindeevride: toplardamarlar
fenn-i kimya: kimya bilimifennen: bilimsel olarak
fesübhâne men tehayyere fî sun’ihi’l-ukul: her türlü eksiklikten yücedir o Zat ki, işleri karşısında akıllar hayrete düşerhalk etmek: yaratmak
hararet: ısı, sıcaklıkhararet-i gariziye: vücut ısısı
hareket-i devriye: dairesel, döngüsel harekethavaî: gaz halinde
heyet-i mecmua: genel yapı, bütünhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hâmız-ı karbon: karbondioksithâsıl olmak: meydana gelmek
hüceyrât: hücreciklerihtirak: yanma
imtizaç: karışma, birleşmeimtizâc-ı kimyevî: kimyasal bileşim
inkılâb etmek: dönüşmekinkılâb ettirmek: dönüştürmek
intizam: düzeniş’al etmek: tutuşturmak
kanun-u mukarrare: yerleşmiş kanunkanun-u İlahî: Allah’ın koyduğu kanun
kehribar: elektriklisan: dil
mecrâ: kanalmeyus: ümitsiz
muallâk: asılı, boştamucizât-ı kudret-i İlâhiye: Allah’ın kudret mucizeleri
müdafaa: savunmamüddeî: iddia sahibi
münasebet-i şedide: çok sıkı ilişkimüvellidülhumuza: oksijen
nam: adnizam: kanun, düzen
nâr-ı hayat: hayat ateşiree: akciğer
semli: zehirlisâfî: saf, temiz
tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklartabiiyyun: herşeyi tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia edenler
tahribat: yıkımlar, bozulmalartasfiye: arıtma, temizleme
telvis eden: kirletentevlid etmek: doğurmak, sebep olmak
unsur: elementunsur-u kesif: yoğun element
vazife-i umumiye: genel vazifevaziyet-i acibe: şaşırtıcı durum
zerre: atom, en küçük madde parçasıâb-ı hayat: hayat suyu, kan
şerâyin: atardamarlar
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 186

Cevaben, o beden-i insan, hakikat ve hikmet diliyle ve intizamının lisan-ı haliyle der ki:

“Eğer bütün emsalim ve yüzümüzdeki sikke-i kudret ve turra-i fıtrat bir olan bütün insanların bedenlerine hakikî mutasarrıf olacak bir kudret ve ilim sende varsa—

“hem sudan ve havadan tut, tâ nebâtat ve hayvânâta kadar benim erzakımınmahzenlerine mâlik olacak bir servetin ve bir hâkimiyetin varsa—

“hem ben kılıf olduğum gayet geniş ve yüksek olan ruh, kalb, akıl gibi letâif-i mâneviyeyi benim gibi dar, süflî bir zarfta yerleştirerek, kemâl-i hikmetle istihdamedip ibadet ettirecek, sende nihayetsiz bir kudret, hadsiz bir hikmet varsa, göster. Sonra ‘Ben seni yaptım’ de. Yoksa sus!

“Hem bendeki intizam-ı ekmelin şehadetiyle ve yüzümdeki sikke-i vahdetin delâletiyle, benim Sâniim herşeye kadîr, herşeye alîm, herşeyi görür ve herşeyi işitir bir Zâttır. Senin gibi sersem âcizin parmağı Onun san’atına karışamaz, zerre mikta rmüdahale edemez.”
blank.gif
1

O şeriklerin vekili, bedende dahi parmak karıştıracak yer bulamaz. Gider, insanınnev’ine rast gelir. Kalbinden der ki: “Belki bu dağınık, karma karışık olan cemaatiçinde, şeytan onların ef’âl-i ihtiyariye ve içtimaiyelerine karıştığı gibi, belki ben deahvâl-i vücudiye ve fıtriyelerine karışabileceğim ve parmak karıştıracak bir yer bulacağım. Ve onda bir yer bulup, beni tard eden bedene ve beden hüceyresine hükmümü icra ederim.”

Onun için, beşerin nev’ine, yine sağır tabiat ve sersem felsefe lisanıyla der ki: “Siz çok karışık birşey görünüyorsunuz. Ben size rab ve mâlikim. Veyahut hissedarım” der.

O vakit nev-i insan, hak ve hakikat lisanıyla, hikmet ve intizamın diliyle der ki:


[NOT]Dipnot-1 bk. Hicr Sûresi,15:26; Nahl Sûresi, 16:4; Kehf Sûresi, 18:37; Meryem Sûresi, 19:67; Mü’minûn Sûresi, 23:12-14; Lokman Sûresi, 31:28; Secde Sûresi, 32:7; Fâtır Sûresi, 35:11.
[/NOT]

Sâni: herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allahahvâl-i vücudiye ve fıtriye: varlığa ve yaratılışa dair haller
alîm: bilenbeden-i insan: insan bedeni
beşer: insancemaat: topluluk
delâlet: delil olma, işaret etmeef’âl-i ihtiyariye ve içtimâiye: kişisel ve sosyal işler
emsal: benzerlererzak: rızıklar, yenilecek ve içilecek şeyler
hadsiz: sınırsızhak: doğru
hakikat: gerçek, doğruhakikî: gerçek
hayvânât: hayvanlarhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
icra etmek: yerine getirmekintizam: düzen
intizam-ı ekmel: en mükemmel düzenistihdam: kullanma, çalıştırma
kadîr: güç ve iktidar sahibikemâl-i hikmet: mükemmel bir hikmet
kudret: güç, kuvvetletâif-i maneviye: mânevî duygular
lisan: dillisan-ı hâl: hal dili
mahzen: depomutasarrıf: tasarruf sahibi, dilediği gibi kullanan ve yöneten
mâlik: sahipmüdahale: karışma
nebâtat: bitkilernev-i insan: insan türü, insanlık
nev’: tür, çeşitnihayetsiz: sonsuz
rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduransikke-i kudret: Allah’ın kudretini gösteren mühür
sikke-i vahdet: Allah’ın birliğini gösteren mühürsüflî: aşağılık
tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklartard etmek: kovmak
turra-i fıtrat: yaratılış mührüzerre: atom, en küçük madde parçası
âciz: güçsüz, zayıfşehadet: şahitlik, tanıklık
şerik: Allah’a ortak koşulan şey
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 187

“Eğer bütün küre-i arza giydirilen ve nev’imiz gibi bütün hayvânat ve nebâtâtın yüz binler envâından rengârenk atkı ve iplerden kemâl-i hikmetle dokunan ve dikilen gömleği ve yeryüzüne serilen ve yüz binler zîhayat envâından nesc olunan ve gayet nakışlı bir surette icad edilen haliçeyi yapacak ve her vakit kemâl-i hikmetle tecdid edip tazelendirecek bir kudret ve hikmet sende varsa—

“hem, eğer biz meyve olduğumuz küre-i arza ve çekirdek olduğumuz âlemde tasarruf edecek ve hayatımıza lâzım maddeleri mîzan-ı hikmetle aktâr-ı âlemden bize gönderecek bir muhit kudret ve şamil bir hikmet sende varsa—

“ve yüzümüzdeki sikke-i kudret bir olan bütün gitmiş ve gelecek emsalimizi icad edecek bir iktidar sende varsa, belki bana rububiyet dâvâ edebilirsin. Yoksa, haydi sus! Benim nev’imdeki karma karışıklığa bakıp parmak karıştırabilirim deme. Çünkü intizam mükemmeldir. O karma karışık zannettiğin vaziyetler, kudretin kader kitabına göre kemâl-i intizamla bir istinsahtır. Çünkü, bizden çok aşağı olan ve bizim taht-ı nezaretimizde bulunan hayvânat ve nebâtâtın kemâl-i intizamları gösteriyor ki, bizdeki karışıklıklar bir nevi kitabettir.
blank.gif
1

“Hiç mümkün müdür ki, bir haliçenin her tarafına yayılan bir atkı ipini san’atkârâneyerleştiren, haliçenin ustasından başkası olsun? Hem bir meyvenin mucidi, ağacınınmucidinden başkası olsun? Hem çekirdeği icad eden, çekirdekli cismin sâniinden başkası olsun?

“Hem gözün kördür. Yüzümdeki mu’cizât-ı kudreti, mahiyetimizdeki havârık‑ı fıtratı görmüyorsun. Eğer görsen anlarsın ki, benim Sâniim öyle bir Zâttır ki, hiçbir şey Ondan gizlenemez,
blank.gif
2 hiçbir şey Ona nazlanıp ağır gelemez.
blank.gif
3 Yıldızlar, zerrelerkadar Ona kolay gelir.
blank.gif
4 Bir baharı bir çiçek kadar suhuletle icad eder.
blank.gif
5 Koca kâinatın fihristesini, kemâl-i intizamla benim mahiyetimde derc


[NOT]Dipnot-1 bk. Bakara Sûresi, 2:164; Âl-i İmran Sûresi, 3:190; Ra’d Sûresi, 13:16; Tâhâ Sûresi, 20:50; Rûm Sûresi, 30:22; Câsiye Sûresi, 45:4.

Dipnot-2 bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:5, 29; İbrahim Sûresi, 14:38; Ahzâb Sûresi, 33:54; Mü’min Sûresi, 40:16; A’lâ Sûresi; 87:7.

Dipnot-3 bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:83; Ra’d Sûresi, 13:15; Fussilet Sûresi, 41:11.

Dipnot-4 bk. En’âm Sûresi, 6:97; A’râf Sûresi, 7:54; Nahl Sûresi, 16:12; Tâhâ Sûresi, 22:88.

Dipnot-5 bk. Mü’min Sûresi, 40:57; Şûrâ Sûresi, 42:29; Kaf Sûresi, 50:15; Nâziât Sûresi, 79:27.[/NOT]




Sâni: herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allahaktâr-ı âlem: dünyanın her köşesi
derc etmek: içine yerleştirmekemsâl: benzerler
envâ: türler, çeşitlerfihriste: indeks, katalog
haliçe: ipek halıhavârık-ı fıtrat: yaratılış harikaları
hayvânât: hayvanlarhikmet: ilim, yüksek bilgi
icad: var etme, yaratmaiktidar: güç, kudret
intizam: düzenistinsah: nüshasını çıkarma, çoğaltma
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlamasıkemâl-i hikmet: tam ve mükemmel hikmet
kemâl-i intizam: mükemmel bir düzenkitabet: yazım
kudret: güç, iktidarkâinat: evren, yaratılmış herşey
küre-i arz: yerküre, dünyamahiyet: esas, özellik, nitelik
mucid: icad eden, yaratanmuhît: kuşatıcı
mu’cizât-ı kudret: Allah’ın kudret mu’cizelerimîzan-ı hikmet: hikmet terazisi
nebâtât: bitkilernesc: dokuma
nev’: tür, çeşitrububiyet: herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri verme, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurma
san’atkârâne: san’atlı bir biçimdesikke-i kudret: Allah’ın kudret damgası
suhulet: kolaylıksuret: şekil, biçim
sâni: san’atkârtaht-ı nezâret: gözaltı
tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetmetecdid: yenileme
zerre: atom, en küçük madde parçasızîhayat: canlı
âlem: dünyaşamil: kapsamlı
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 188

eden bir Zâttır.
blank.gif
1 Böyle bir Zâtın san’atına senin gibi câmid, âciz ve kör, sağır parmak karıştırabilir mi? Öyle ise sus, def ol git” der, onu tard eder.

Sonra o müddeî gider, zeminin yüzüne serilen geniş haliçeye ve zemine giydirilen gayet müzeyyen ve münakkâş gömleğe, esbab namına ve tabiat lisanıyla ve felsefediliyle der ki: “Sende tasarruf edebilirim ve sana mâlikim. Veya sende hissem var” diye dâvâ eder.

O vakit, o gömlek, HAŞİYE-1 o haliçe, hak ve hakikat namına, lisan-ı hikmetle o müddeîye der ki:

“Eğer seneler, karnlar adedince yere giydirilip, sonra intizamla çıkarılıp geçmiş zamanın ipine asılan ve yeniden giydirilecek ve kemâl-i intizamla kader dairesinde programları ve biçimleri çizilen ve tayin olunan ve gelecek zamanın şeridine takılan ve intizamlı ve hikmetli, ayrı ayrı nakışları bulunan bütün gömlekleri, haliçeleri dokuyacak, icad edecek kudret ve san’at sende varsa—

“hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar, belki ezelden ebede kadar ulaşacak,hikmetli, kudretli iki mânevî elin varsa ve bütün atkılarımdaki bütün fertleri icadedecek, kemâl-i intizam ve hikmetle tamir ve tecdid edecek sende bir iktidar vehikmet varsa—

“hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarşaf yapan küre-i arzı elinde tutup mucid olabilirsen, bana rububiyet dâvâ et. Yoksa, haydi dışarıya! Bu yerde yer bulamazsın.

“Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i ehadiyet vardır ki, bütünkâinat kabza-i tasarrufunda olmayan ve bütün eşyayı bütün şuûnâtıyla birden görmeyen ve nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde hazır ve nazır


[NOT]Dipnot-1 bk. Enbiyâ Sûresi, 21:30.

Haşiye-1 Fakat şu haliçe hem hayattardır, hem intizamlı bir ihtizazdadır. Her vakit nakışlarıkemâl-i hikmet ve intizamla tebeddül eder-tâ ki, Nessâcının muhtelif cilve-i esmâsını ayrı ayrı göstersin.[/NOT]




Nessâc: dokuyucu; yeryüzünü harikâ, eşsiz ve mükemmel san’atıyla dokuyan Allahcilve-i esmâ: Allah’ın isimlerinin varlık ve olaylardaki yansımaları
câmid: cansızdâvâ: iddia
ebed: sonu olmayan, sonsuzlukesbab: sebepler
ezel: başlangıcı olmayan, sonsuzlukeşya: varlıklar
hak: doğru, gerçekhakikat: gerçek, doğru
haliçe: ipek halıharâb-ı arz: yeryüzünün yıkılışı
hayattar: canlıhazır ve nazır: bizzat bulunan ve gören
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hilkat-ı arz: yeryüzünün yaratılışıicad: var etme, yaratma
ihtizâz: titreşim, sarsıntıiktidar: güç, kudret
intizam: düzenkabza-i tasarruf: emri altında bulundurma
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlamasıkarn: asır
kemâl-i hikmet: tam ve mükemmel hikmetkemâl-i intizam ve hikmet: mükemmel düzen ve hikmet
kudret: güç, iktidarkâinat: evren, yaratılmış herşey
küre-i arz: yerküre, dünyalisan-ı hikmet: hikmet dili
mucid: icad eden, yoktan var edenmuhtelif: çeşitli
mâlik: sahipmüddeî: iddia sahibi, iddiada bulunan
münakkaş: nakışlımüzeyyen: süslü
nam: adnihayetsiz: sınırsız, sonsuz
rububiyet: herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri verme, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasikke-i vahdet: birlik damgası
tabiat: doğa, canlı ve cansız bütün varlıklartard etmek: kovmak
tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetmetayin olunan: belirlenen
tebeddül: değişmetecdid: yenileme
turra-i ehadiyet: Allah’ın birliğini herbir şeyde ayrı ayrı gösteren mühürzemin: yer
âciz: güçsüz, zayıfşuûnât: özellikler, haller, işler
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 189

bulunmayan ve mekândan münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan, bize sahip olamaz ve müdahale edemez.”
blank.gif
1

Sonra o müddeî gider, “Belki küre-i arzı kandırıp orada bir yer bulurum” der. Gider,küre-i arza, HAŞİYE-1 yine esbab namına ve tabiat lisanıyla der ki: “Böyle serseri gezdiğinden, sahipsiz olduğunu gösteriyorsun. Öyle ise sen benim olabilirsin.”

O vakit, küre-i arz, hak namına ve hakikat diliyle, gök gürültüsü gibi bir sadâ ile ona der ki:

“Halt etme! Ben nasıl serseri, sahipsiz olabilirim? Benim elbisemi ve elbisemin içindeki en küçük bir noktayı, bir ipi intizamsız bulmuş musun ve hikmetsiz ve san’atsız görmüş müsün ki bana sahipsiz, serseri dersin? Eğer hareket-i seneviyemle takriben yirmi beş bin senelik HAŞİYE-2 bir mesafede bir senede gezdiğim ve kemâl-i mizanve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm daire-i azîmeye hakikî mâlik olabilirsen; ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedar olan on seyyareye ve gezdikleri bütün dairelere ve bizim imamımız ve biz onunla bağlı ve cazibe-i rahmetle ona takılı olduğumuz güneşi icad edip yerleştirecek ve sapan taşı gibi beni ve seyyârât yıldızları ona bağlayacak ve kemâl-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek bir nihayetsiz hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana rububiyet dâvâ et. Yoksa, haydi cehennem ol, git! Benim işim var; vazifeme gidiyorum.

“Hem bizlerdeki haşmetli intizamat ve dehşetli harekât ve hikmetli teshiratgösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir Zâttır ki, bütün mevcudat, zerrelerden yıldızlara

[NOT]Dipnot-1 bk. Bakara Sûresi, 2:115, 148, 164, 258; Yûnus Sûresi, 10:5; Nahl Sûresi, 16:65; Furkan Sûresi, 25:2, 49: Ankebût Sûresi, 29:63, Rûm Sûresi, 30:50; Fâtır Sûresi, 35:9; Yâsîn Sûresi, 36:33.

Haşiye-1 Elhasıl: Zerre, o müddeîyi küreyvât-ı hamrâya havale eder. Küreyvât-ı hamrâ onu hüceyreye, hüceyre dahi beden-i insana, beden-i insan ise nev-i insana, nev-i insanonu zîhayat envâından dokunan arzın gömleğine, arzın gömleği dahi küre-i arza,küre-i arz onu güneşe, güneş ise bütün yıldızlara havale eder. Herbiri der: “Git, benden yukarıdakini zapt edebilirsen, sonra gel, benim zaptıma çalış. Eğer onu mağlûp etmezsen beni ele geçiremezsin.” Demek, bütün yıldızlara sözünü geçiremeyen, birtek zerreye rububiyetini dinletemez.

Haşiye-2 Bir dairenin takriben nısf-ı kutru yüz seksen milyon kilometre olsa, o daire kendisi takriben yirmi beş bin senelik mesafe olur.[/NOT]




arz: yeryüzübeden-i insan: insan bedeni
câzibe-i rahmet: rahmet çekimidâire-i azîme: büyük daire
elhasıl: özetle, sonuç olarakenvâ: türler
esbab: sebeplerhak: doğru, gerçek
hakikat: gerçek, doğruhakikî: gerçek
hareket-i seneviye: senelik hareketharekât: hareketler
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothaşmet: heybet, görkem
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasıicad: var etme, yaratma
intizamat: düzenler, dengelerintizamsız: düzensiz
istihdam: çalıştırmakemâl-i intizam ve hikmet: mükemmel bir düzen ve hikmet
kemâl-i mizân: mükemmel ölçü ve dengekudret: güç, iktidar
küre-i arz: yerküre, dünyaküreyvât-ı hamrâ: alyuvarlar
lisan: dilmağlûp etme: yenme
mekândan münezzeh: yerle ve mekânla sınırlı olmayanmevcudat: varlıklar
mâlik: sahipmüdahale: karışma
müddeî: iddia sahibinam: ad
nev-i insan: insan türü, insanlıknısf-ı kutr: yarıçap
rububiyet: herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri verme, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasadâ: ses
seyyâre: gezegenseyyârât: gezegenler
tabiat: doğa, canlı ve cansız bütün varlıklartakriben: yaklaşık olarak
teshirât: emir altına almalarvazife-i hizmet: hizmet görevi
zaptetmek: tutmakzerre: atom
zîhayat: canlı
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 190

ve güneşlere kadar emirber nefer hükmünde Ona mutî ve musahhardırlar. Bir ağacı meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiği gibi kolayca, güneşi seyyârâtla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelâl ve Hâkim-i Mutlaktır.”
blank.gif
1

Sonra o müddeî, yerde yer bulamadığı için gider, güneşe kalbinden der ki: “Bu çok büyük birşeydir. Belki içinde bir delik bulup bir yol açarım, yeri de musahhar ederim.” Güneşe şirk namına ve şeytanlaşmış felsefe lisanıyla, mecusîlerin dedikleri gibi der ki: “Sen bir sultansın. Kendi kendine mâliksin, istediğin gibi tasarruf edersin.”

Güneş ise, hak namına ve hakikat lisanıyla ve hikmet-i İlâhiye diliyle ona der:

“Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ! Ben musahhar bir memurum. Seyyidimin misafirhanesinde bir mumdarım. Bir sineğe, belki bir sineğin kanadına dahi hakikîm âlik olamam. Çünkü sineğin vücudunda öyle mânevî cevherler ve göz, kulak gibi antika san’atlar var ki, benim dükkânımda yok, daire-i iktidarımın haricindedir”
blank.gif
2der, müddeîyi tekdir eder.

Sonra o müddeî döner, firavunlaşmış felsefe lisanıyla der ki: “Madem kendinemâlik ve sahip değilsin, bir hizmetkârsın. Esbab namına benimsin” der.

O vakit güneş, hak ve hakikat namına ve ubûdiyet lisanıyla der ki: “Ben öyle birinin olabilirim ki, bütün emsalim olan ulvî yıldızları icad eden ve semâvâtındakemâl-i hikmetle yerleştiren ve kemâl-i haşmetle döndüren ve kemâl-i ziynetlesüslendiren bir Zât olabilir.”
blank.gif
3

Sonra o müddeî, kalbinden der ki: “Yıldızlar çok kalabalıktırlar. Hem dağınık, karma karışık görünüyorlar. Belki onların içinde, müvekkillerim namına birşey kazanırım” der, onların içine girer. Onlara esbab namına, şerikleri hesabına ve tuğyan etmiş felsefe lisanıyla, nücumperest olan sâbiiyyunların dedikleri gibi der ki: “Sizler pek çok dağınık olduğunuzdan, ayrı ayrı hâkimlerin taht-ı hükmünde bulunuyorsunuz.”


[NOT]Dipnot-1 bk. Bakara Sûresi, 2:22, 164; Ra’d Sûresi, 13:2; İbrahim Sûresi, 14:32-33; Nahl Sûresi, 16:12; Ankebût Sûresi, 29:44, 61; Lokman Sûresi, 31:25, 29; Secde Sûresi, 32:4; Fâtır Sûresi, 35:13, 40.

Dipnot-2 bk. Yûnus Sûresi, 10:5; Nahl Sûresi, 16:12; Hac Sûresi, 22:18, 73; Yâsin Sûresi, 36:38.

Dipnot-3 bk. Yâsin Sûresi, 36:38-40; Sâffât Sûresi, 37:6; Fussilet Sûresi, 41:12; Mülk Sûresi, 67:5.[/NOT]




Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi hikmetle yapan AllahHâkim-i Mutlak: sınırsız egemenlik sahibi olan Allah
cevher: öz, madendâire-i iktidar: gücün etkili olduğu alan
emirber nefer: emre hazır askeremsal: benzerler
esbab: sebeplerfiravunlaşmak: kendisini Firavun gibi ilah seviyesine çıkaracak derecede büyük görme
hak: doğru, gerçekhakikat: gerçeklik
hakiki: gerçekharicinde: dışında
hikmet-i İlâhiye: Allah’ın gözettiği fayda ve gayehizmetkâr: hizmetçi
hâkim hükmeden, idareci: (bk. ḥ-k-m)hâşâ ve kellâ: asla ve asla, kesinlikle öyle değil
icad: var etme, yaratmakemâl-i haşmet: mükemmel bir heybet
kemâl-i hikmet: mükemmel bir hikmetkemâl-i ziynet: kusursuz ve mükemmel süsler
lisan: dilmecusî: ateşe tapan
mumdar: ışık vericimusahhar: boyun eğen, emre uyan
mutî: itaatkâr, emre uyanmâlik: sahip
müddeî: iddia sahibimüvekkil: vekâlet veren
nam: adnücumperest: yıldızlara tapan
sabiiyyun: yıldızlara tapan kimselersemâvât: gökler
seyyarat: gezegenlerseyyid: efendi
taht-ı hükmünde: hükmü altındatanzim: düzenleme
tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetmetekdir: azarlama
tezyin: süslemetuğyan: azgınlık, taşkınlık, zulüm ve küfürde çok ileri gitme
ubûdiyet: kullukulvî: yüce
şerik: Allah’a ortak koşulan şeyşirk: Allah’a ortak koşma
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 191

O vakit yıldızlar namına bir yıldız der ki:

“Ne kadar sersem, akılsız ve ahmak ve gözsüzsün ki, bizim yüzümüzdeki sikke‑i vahdeti ve turra-i ehadiyeti görmüyorsun, anlamıyorsun. Ve bizim nizamat‑ı âliyemizi ve kavânin-i ubûdiyetimizi bilmiyorsun. Bizi intizamsız zannediyorsun.

“Bizler öyle bir Zâtın san’atıyız ve hizmetkârlarıyız ki, bizim denizimiz olansemâvâtı ve şeceremiz olan kâinatı ve mesiregâhımız olan nihayetsiz feza-yı âlemikabza-i tasarrufunda tutan bir Vâhid-i Ehaddir. Bizler, donanma elektrik lâmbaları gibi, Onun kemâl-i rububiyetini gösteren nuranî şahitleriz ve saltanat-ı rububiyetini ilân eden ışıklı burhanlarız. Herbir taifemiz, Onun daire-i saltanatında, ulvî, süflî, dünyevî, berzahî, uhrevî menzillerde haşmet-i saltanatını gösteren ve ziya veren nuranî hizmetkârlarız.
blank.gif
1

“Evet, herbirimiz kudret-i Vâhid-i Ehadin birer mu’cizesi; ve şecere-i hilkatin birer muntazam meyvesi; ve vahdâniyetin birer münevver burhanı; ve melâikelerin birer menzili, birer tayyaresi, birer mescidi; ve avâlim-i ulviyenin birer lâmbası, birer güneşi; ve saltanat-ı rububiyetin birer şahidi; ve feza-yı âlemin birer ziyneti, birer kasrı, birer çiçeği; ve semâ denizinin birer nuranî balığı; ve gökyüzünün birer güzel gözüHAŞİYE-1 olduğumuz gibi, heyet-i mecmuamızda sükûnet içinde bir sükût ve hikmetiçinde bir hareket ve haşmet içinde bir ziynet ve intizam içinde bir hüsn-ü hilkat vemevzuniyet içinde bir kemâl-i san’at bulunduğundan,


[NOT]Dipnot-1 bk. Bakara Sûresi, 2:117; Nahl Sûresi, 16:49; Nûr Sûresi, 24:41; Rûm Sûresi, 30:26.

Haşiye-1 Cenâb-ı Hakkın acaib-i masnuatına bakıp, temâşâ edip ve ettiren işaretleriz. Yani,semâvât hadsiz gözlerle zemindeki acaib-i san’at-ı İlâhiyeyi temâşâ eder gibi görünüyor. Semânın melâikeleri gibi, yıldızlar dahi, mahşer-i acaip ve garaip olanarza bakıyorlar ve zîşuurları dikkatle baktırıyorlar, demektir.[/NOT]




Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahVâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah
acaib-i san’at-ı İlâhiye: Allah’ın hayranlık uyandırıcı san’at eserleriacâib-i masnuât: san’atlı şekilde yaratılan varlıklardaki şaşırtıcı özellikler
arz: yer, dünyaavâlim-i ulviye: yüce âlemler
berzahî: kabir âlemine aitburhan: kuvvetli delil
daire-i saltanat: saltanat dairesifeza-yı âlem: uzay
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothaşmet: heybet, görkem
haşmet-i saltanat: saltanatın haşmeti, görkemiheyet-i mecmua: genel yapı, bütün
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasıhüsn-ü hilkat: yaratılış güzelliği
intizam: düzenintizamsız: düzensiz
kabza-i tasarruf: emri altında bulundurmakasır: saray
kavânîn-i ubûdiyet: kulluk kanunlarıkemâl-i rububiyet: Allah’ın herşeyi kuşatan kusursuz rablığı
kemâl-i san’at: san’at mükemmelliğikudret-i Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah’ın güç ve iktidarı
kâinat: evren, yaratılmış herşeymahşer-i acâip ve garaip: şaşırtıcı ve garip şeylerin toplandığı yer
melâike: meleklermenzil: durak, yer
mesiregâh: gezinti yerimevzuniyet: ölçülü olma
muntazam: düzenlimu’cize: yaratma noktasında bütün sebepleri âciz bırakan olağanüstü şey
münevver: nurlu, aydınlıknizâmât-ı âliye: yüce nizamlar, düzenler
nuranî: parlak, nur saçansaltanat-ı rububiyet: Allah’ın herşeyi kuşatan egemenliği
semâ: göksemâvât: gökler
sikke-i vahdet: birlik damgasısüflî: aşağı
sükûnet: sakinliksükût: suskunluk
taife: topluluktayyare: uçak
temâşâ: seyretmeturra-i ehadiyet: Allah’ın birliğini herbir şeyde ayrı ayrı gösteren mühür
uhrevî: âhirete aitulvî: yüce
vahdâniyet: Allah’ın birliğizemin: yer
ziya: ışıkziynet: süs
zîşuur: şuur sahibi, bilinçlişecere: ağaç
şecere-i hilkat: yaratılış ağacı
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 192

Sâni-i Zülcelâlimizi, nihayetsiz dillerle vahdetini, ehadiyetini, samediyetini ve evsâf-ı cemâl ve celâl ve kemâlini bütün kâinata ilân ettiğimiz halde, bizim gibi nihayet derecede sâfi, temiz, mutî, musahhar hizmetkârları karma karışıklık ve intizamsızlık ve vazifesizlik, hattâ sahipsizlikle ittiham ettiğinden tokada müstehaksın” der. O müddeînin yüzüne recm-i şeytan gibi bir yıldız, öyle bir tokat vurur ki, yıldızlardan tâ Cehennemin dibine onu atar.
blank.gif
1 Ve beraberinde olan tabiatı HAŞİYE-1 evham derelerine ve tesadüfü adem kuyusuna ve şerikleri imtinâ ve muhaliyet zulümatına ve din aleyhindeki felsefeyi esfel-i sâfilînin dibine atar. Bütün yıldızlarla beraber o yıldız
blank.gif
2
لَوْ كَانَ فِيهِمَاۤ اٰلِهَةٌ اِلاَّ اللهُ لَفَسَدَتَا ferman-ı kudsîsini okurlar. Ve “Sinek kanadından tut, tâ semâvât kandillerine kadar, bir sinek kanadı kadar şerike yer yoktur ki parmak karıştırsın” diye ilân ederler.


سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
3
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ سِرَاجِ وَحْدَتِكَ فِى كَثْرَةِ مَخْلُوقَاتِكَ وَدَلاَّلِ وَحْدَانِيَّتِكَ فِى مَشْهَرِ كَاۤئِنَاتِكَ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
blank.gif
4​



[NOT]Dipnot-1 bk. Mülk Sûresi, 67:5.

Haşiye-1 Fakat sukuttan sonra tabiat tevbe etti. Hakikî vazifesi tesir ve fiil olmadığını, belki kabul ve infial olduğunu anladı. Ve kendisi kader-i İlâhînin bir nevi defteri-fakattebeddül ve tagayyüre kabil bir defteri-ve kudret-i Rabbâniyenin bir nevi programı veKadîr-i Zülcelâlin bir nevi fıtrî şeriati ve bir nevi mecmua-i kavânîni olduğunu bildi.Kemâl-i acz ve inkıyadla vazife-i ubûdiyetini takındı ve “fıtrat-ı İlâhiye” ve “san’at-ı Rabbâniye” ismini aldı.

Dipnot-2 “Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olur giderdi.” Enbiyâ Sûresi, 21:22.

Dipnot-3 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.” Bakara Sûresi, 2:32.

Dipnot-4 Allahım! Mahlûkatının kesret daireleri içinde sirâc-ı vahdetin ve kâinatının meşherinde dellâl-ı vahdâniyetin olan Efendimiz Muhammed’e ve bütün âl ve ashabına salât ve selâm olsun.[/NOT]




Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi AllahSan’at-ı Rabbâniye: herşeyi terbiye edip idaresi altında bulunduran Allah’ın san’atı
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi ve herşeyi san’atla yaratan Allahadem: yokluk
ehadiyet: Allah’ın her bir varlıkta görünen birlik tecellisiesfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı
evhâm: vehimler, kuruntularevsâf-ı cemâl ve celâl ve kemâl: güzellik, haşmet ve mükemmellik bildiren sıfatlar
fermân-ı kudsî: kutsal buyrukfıtrat-ı İlâhiye: İlâhi fıtrat, yaratılış kanunları
fıtrî şeriat: Allah’ın yaratılışa ait koyduğu kanunlarhakikî: gerçek
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothizmetkâr: hizmetçi
imtinâ: imkânsızlıkinfial: fiilden etkilenme, bir tesirin gücü altında hareket etme
ittiham: suçlamakabil: kabiliyetli
kader-i İlâhî: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlamasıkemâl-i acz ve inkıyad: tam anlamıyla âcizlik ve itaat etme
kudret-i Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın sonsuz kudretikâinat: evren, yaratılmış herşey
mecmuâ-i kavânîn: kanunlar derlemesimuhâliyet: ihtimal dışı olma, imkansızlık
musahhar: boyun eğenmutî: emre uyan
müddeî: iddia sahibimüstehak: layık
nevi: çeşit, türnihayetsiz: sonsuz, sınırsız
recm-i şeytan: şeytan taşlamasamediyet: herşey Allah’a muhtaç olduğu halde, Onun hiçbir şeye muhtaç olmayışı
semâvat: göklersukut: düşüş
sâfi: arınmış, temiztabiat: doğa, canlı ve cansız bütün varlıklar, maddî âlem
tebeddül: değişimtegayyür: başkalaşım
tesadüf: rastlantıtesir: etki
vahdet: Allah’ın birliğivazife-i ubûdiyet: kulluk görevi
zulümât: karanlıklarşerik: Allah’a ortak koşulan şey

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 193

Birinci Mevkıfın küçük bir zeyli

Festemi’ âyet:
blank.gif
1
اَفَلَمْ يَنْظُرُوۤا اِلَى السَّمَاۤءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا ilâ âhir-i âyet...

ثُمَّ انْظُرْ اِلٰى وَجْهِ السَّمَاۤءِ كَيْفَ تَرٰى سُكُوتًا فِى سُكُونَةٍ، حَرَكَةً فِى حِكْمَةٍ، تَلَئْلُئاً فِى حَشْمَةٍ، تَبَسُّمًا فِى زِينَةٍ، مَعَ اِنْتَظَامِ الْخِلْقَةِ، مَعَ اِتِّزَانِ الصَّنْعَةِ، تَشَعْشُعُ سِرَاجِهَا، تَهَلْهُلُ مِصْبَاحِهَا، تَلَئْلُؤُ نُجُومِهَا، تُعْلِنُ ِلاَهْلِ النُّهٰى، سَلْطَنَةً بِلاَۤ اِنْتِهَاۤءٍ
blank.gif
2اَفَلَمْ يَنْظُرُوۤا اِلَى السَّمَاۤءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا

ilâ âhir-i âyet...

Bu âyetin bir nevi tercümesi olan

ثُمَّ انْظُرْ اِلٰى وَجْهِ السَّمَاۤءِ كَيْفَ تَرٰى سُكُوتًا فِى سُكُونَةٍ

tercümesidir.

Yani, âyet-i kerime, nazar-ı dikkati, semânın ziynetli ve güzel yüzüne çeviriyor. Tâ, dikkat-i nazar ile, semânın yüzünde fevkalâde sükûnet içinde bir sükûtu görüp, birKadîr-i Mutlakın emir ve teshiriyle o vaziyeti aldığını anlasın. Yoksa, eğer başıboş olsaydılar, birbiri içinde o dehşetli hadsiz ecram, o gayet büyük küreler ve gayet sür’atli hareketleriyle öyle bir velveleyi çıkarmak lâzımdı ki, kâinatın kulağını sağır edecekti. Hem öyle bir zelzele-i hercü merc içinde karışıklık olacaktı ki, kâinatı dağıtacaktı. Yirmi camus birbiri içinde hareket etse ne kadar velveleli bir hercü merce sebebiyet verdiği malûm. Halbuki, küre-i arzdan bin


[NOT]Dipnot-1 “Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl bina edip süsledik.” Kaf Sûresi, 50:6.

Dipnot-2 Sonra göğün yüzüne bak, nasıl sükûnet içerisinde bir sessizlik, hikmet içerisinde bir hareket, haşmet içerisinde bir parıldama, zînet içerisinde bir tebessüm göreceksin. Bunlar intizam-ı hilkat, ittizân-ı san’at ile beraber olmaktadır. Kandilinin parlaması, lâmbasının ışık vermesi, yıldızlarının parıldamaları akıl sahiplerine sonsuz bir saltanatın varlığını ilân eder.[/NOT]




Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allahcamus: manda
dehşetli: korkunçecram: gök cisimleri, yıldızlar
festemi’: dinle!fevkalâde: olağanüstü
hadsiz: sayısızhercümerc: karma karışıklık
ilâ âhir-i âyet: âyetin sonuna kadarintizam-ı hilkat: düzenli yaratılış
ittizân-ı san’at: ölçülü san’atkâinat: evren, yaratılmış herşey
küre-i arz: yerküre, dünyamevkıf: kısım, bölüm
mâlum: bilinennazar-ı dikkat: dikkatli bakış
nevi: çeşit, türsemâ: gök
sükûnet: durgunluk, sakinliksükût: sessizlik
teshir: emir altında tutmavelvele: gürültü
zelzele-i hercümerc: karma karışıklığın sarsıntısızeyl: ilâve, ek
ziynetli: süslü
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 194

defa büyük ve top güllesinden yetmiş defa sür’atli hareket edenler, yıldızlar içerisinde var olduğunu kozmoğrafya söylüyor. İşte, sükûnet içindeki sükût-u ecramdan, Sâni-i Zülcelâlin ve Kadîr-i Zülkemâlin derece-i kudret ve teshirini ve nücumun Ona derece-i inkıyad ve itaatini anla.

حَرَكَةً فِى حِكْمَةٍ Hem, semânın yüzünde, hikmet içinde bir hareketi görmeyi âyet emrediyor. Evet, gayet acip ve azîm o harekât, gayet dakik ve geniş hikmet içindedir. Nasıl ki bir fabrikanın çarklarını ve dolaplarını bir hikmet içinde çeviren bir san’atkâr, fabrikanın azamet ve intizamı derecesinde derece-i san’at ve maharetini gösterir. Öyle de, koca güneşe, seyyârâtla beraber fabrika vaziyetini veren ve o müthiş azîm küreleri sapan taşları misillü ve fabrika çarkları gibi etrafında döndüren bir Kadîr-i Zülcelâlin derece-i kudret ve hikmeti, o nisbette nazara tezahür eder.

تَلَئْلُئاً فِى حَشْمَةٍ تَبَسُّمًا فِى زِينَةٍ Yani, hem, semâvât yüzünde öyle bir haşmet içinde bir parlamak ve bir ziynet içinde bir tebessüm var ki, Sâni-i Zülcelâlin ne kadar muazzam bir saltanatı, ne kadar güzel bir san’atı olduğunu gösterir. Donanma günlerinde kesretli elektrik lâmbaları sultanın derece-i haşmetini ve terakkiyât-ı medeniyede derece-i kemâlini gösterdiği gibi, koca semâvât, o haşmetli, ziynetli yıldızlarıyla Sâni-i Zülcelâlin kemâl-i saltanatını ve cemâl-i san’atını öylece nazar-ı dikkate gösteriyorlar.

مَعَ اِنْتِظَامِ الْخِلْقَةِ مَعَ اِتِّزَانِ الصَّنْعَةِ Hem diyor ki: Semânın yüzündeki mahlûkatın intizamını, dakik mizanlar içinde masnuatın mevzuniyetini gör ve anla ki, onların Sânii ne kadar Kadîr ve ne kadar Hakîm olduğunu bil.

Evet, muhtelif ve küçük cirimleri veyahut hayvanları döndüren ve bir vazife


Hakîm: herşeyi hikmetle yapan AllahKadîr: sonsuz güç ve kudret sahibi Allah
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan AllahKadîr-i Zülkemâl: kudreti herşeyi kuşatan, mükemmellik ve kusursuzluk sahibi Allah
Sâni: herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan AllahSâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yapan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah
acip: hayret verici, şaşırtıcıazamet: büyüklük
azîm: büyükcemâl-i san’at: san’atın güzelliği
cirm: cisimdakik: ince
derece-i haşmet: heybet ve görkemin derecesiderece-i inkıyad ve itaat: boyun eğme ve itaat derecesi
derece-i kemâl: mükemmellik derecesiderece-i kudret ve hikmet: kudret ve hikmet derecesi
derece-i kudret ve teshir: güç ve emri altında bulundurma derecesiderece-i san’at ve maharet: san’at ve maharet derecesi
gayet: çokharekât: hareketler
haşmet: heybet, görkemhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
intizam: düzenlilikkemâl-i saltanat: saltanatın mükemmelliği, kusursuzluğu
kesretli: pek çokkozmoğrafya: astronomi, gök bilimi
mahlûkat: yaratıklarmasnuat: san’atla yaratılmış varlıklar
mevzuniyet: ölçülü olmamisillü: gibi
mizan: ölçümuazzam: büyük
muhtelif: çeşitlinazar: bakış
nazar-ı dikkat: dikkatli bakışlarnisbet: oran, ölçü
nücum: yıldızlarsemâ: gök
semâvât: göklerseyyârât: gezegenler
sükûnet: durgunluk, sakinliksükût-u ecram: gök cisimlerinin sessiz hali
terakkiyat-ı medeniye: teknolojik ilerlemelertezahür: belirme, görünme
ziynet: süs
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 195

için çeviren ve bir mizan-ı mahsusla herbirini muayyen bir yolda sevk eden bir zâtınderece-i iktidar ve hikmetini ve hareket eden cirmlerin ona derece-i itaat ve musahhariyetlerini gösterdikleri gibi, koca semâvât o dehşetli azametiyle, hadsiz yıldızlarıyla ve o yıldızlar da dehşetli büyüklükleriyle ve gayet şiddetli hareketleriyle beraber, zerre miktar ve bir saniyecik kadar hudutlarından tecavüz etmemeleri, birâşire-i dakika kadar vazifelerinden geri kalmamaları, Sâni-i Zülcelâllerinin ne kadar dakik bir mizan-ı mahsusla rububiyetini icra ettiğini nazar-ı dikkate gösterirler.

Hem de şu âyet gibi, Sûre-i Amme’de ve sâir âyetlerde beyan olunan teshir-i şems ve kamer ve nücumla işaret ettiği gibi,

تَشَعْشُعُ سِرَاجِهَا، تَهَلْهُلُ مِصْبَاحِهَا، تَلَئْلُؤُ نُجُومِهَا، تُعْلِنُ ِلاَهْلِ النُّهٰى، سَلْطَنَةً بِلاَ اِنْتِهَاۤءٍ

Yani, semanın müzeyyen tavanına, güneş gibi ışık verici, ısındırıcı bir lâmbayı takmak; gece-gündüz hatlarıyla, kış-yaz sahifelerinde mektubât-ı Samedâniyeyi yazmasına bir nur hokkası hükmüne getirmek; ve yüksek minare ve kulelerdeki büyük saatlerin parlayan akrepleri misillü, kubbe-i semâda kameri zamanın saat-i kübrâsına bir akrep yapmak, mütefavit çok hilâller suretinde her geceye güya ayrı bir hilâlbırakıp, sonra dönüp kendine toplamak, menzillerinde kemâl‑i mizanla, dakikhesapla hareket ettirmek; ve kubbe-i semâda parlayan, tebessüm eden yıldızlarla göğün güzel yüzünü yaldızlamak, elbette nihayetsiz bir saltanat-ı rububiyetin şeâiridir.Zîşuura, Onu iş’âr eden muhteşem bir Ulûhiyetin işârâtıdır; ehl-i fikri imana vetevhide davet eder.

Bak kitab-ı kâinatın safha-i renginine,
Hâme-i zerrîn-i kudret, gör, ne tasvir eylemiş.



Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yapan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi AllahUlûhiyet: İlâhlık
azamet: büyüklükbeyan olunan: açıklanan
cirm: cisimdakik: ince
derece-i iktidar ve hikmet: iktidar ve hikmetin derecesiderece-i itaat ve musahhariyet: itaat ve boyun eğmişlik derecesi
ehl-i fikir: düşünenlergayet: çok
güya: sankihadsiz: sayısız
hat: çizgi, yazıhilâl: ay; yay şeklinde görülen ay
hudut: sınırhâme-i zerrîn-i kudret: kudretin altın kalemi
icra etme: yerine getirmeişârât: işaretler
iş’âr etmek: bildirmekkamer: ay
kemâl-i mizan: tam ve kusursuz ölçükitab-ı kâinat: kâinat kitabı; bir kitap gibi yazılmış bütün âlem
kubbe-i semâ: gökkubbemektubat-ı Samedâniye: Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî sanatı anlatan eserler
menzil: konaklama yeri, durakmisillü: gibi
mizan-ı mahsus: özel ölçümuayyen: belirlenmiş
muhteşem: ihtişamlı, görkemlimütefavit: çeşitli
müzeyyen: süslünazar-ı dikkat: dikkatli bakış
nihayetsiz: sonsuzrububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
saat-i kübrâ: büyük saatsafha-i rengin: süslü, parlak, rengârenk sahife
saltanat-ı rububiyet: Allah’ın herşeyi kuşatan egemenliğisema: gök
semâvât: göklersuret: şekil, görüntü
sâir: diğertasvir: resimleme; anlatma, ifade etme
teshir-i şems ve kamer ve nücum: güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğdirmetevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
zerre: atom, en küçük madde parçasızîşuur: şuurlu, bilinçli
âyet: Kur’ân’ın herbir cümlesiâşire-i dakika: saatin dakika ve saniye gibi on birim küçüğü olan zaman dilimi
şeâir: işaretler, semboller

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 196

Kalmamış bir nokta-i muzlim çeşm-i dil erbâbına,
Sanki âyâtın Hüdâ nur ile tahrir eylemiş.
Bak, ne mu’ciz-i hikmet, iz’an-rübâ-yı kâinat,
Bak, ne âli bir temâşâdır feza-yı kâinat.
Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine,
Nâme-i nurîn-i hikmet bak ne takrir eylemiş.
Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:
Bir Kadîr-i Zülcelâlin haşmet-i sultanına,
Birer burhan-ı nurefşânız vücub-u Sânie; hem vahdete, hem kudrete şahitleriz biz.
Şu zeminin yüzünü yaldızlayan nazenin mu’cizâtı çün melek seyranına,
Bu semânın arza bakan, Cennete dikkat eden, binler müdakkik gözleriz biz.
Tûbâ-yı hilkatten semâvât şıkkına, hep kehkeşan ağsânına,
Bir Cemîl-i Zülcelâlin dest-i hikmetiyle takılmış binler güzel meyveleriz biz.
Şu semâvât ehline birer mescid-i seyyar, birer hane-i devvar, birer ulvî âşiyâne,
Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i Cebbar, birer tayyareyiz biz.
Bir Kadîr-i Zülkemâlin, bir Hakîm-i Zülcelâlin birer mu’cize-i kudret, birer harika-i san’at-ı Hâlıkane,
Birer nadire-i hikmet, birer dâhiye-i hilkat, birer nur âlemiyiz biz.
Böyle yüz bin dille yüz bin burhan gösteririz, işittiririz insan olan insana.
Kör olası dinsiz gözü görmez oldu yüzümüzü. Hem işitmez sözümüzü. Hak söyleyen âyetleriz biz.
Sikkemiz bir, turramız bir, Rabbimize musahharız, müsebbihiz abîdâne
Zikrederiz, kehkeşanın halka-i kübrâsına mensup birer meczuplarız biz.
 
Üst