İkinci Kısım - Hüccetullahi’l-Bâliğa Risalesi - Birinci Hüccet-i İmâniye

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 165

nüzûlü zamanında uyku gibi bir vaziyet-i nâimanede bulunması ve sâir kelâmları ona yetişememesi ve bir derece benzememesi ve ümmiyetiyle beraber gitmiş ve gelecek hakikî hâdisât-ı kevniyeyi gaybiyâne, Kur’ân ile tereddütsüz ve itminan ile beyan etmesi ve çok dikkatli gözlerin nazarı altında, hiçbir hile, hiçbir yanlış vaziyeti görülmeyen o tercümanın bütün kuvvetiyle, Kur’ân’ın herbir hükmüne iman edip tasdik etmesi ve hiçbir şey onu sarsmaması; Kur’ân semâvî, hakkaniyetli ve kendi Hâlık-ı Rahîminin mübarek kelâmı olduğunu imza ediyor.

Hem nev-i insanın humsu, belki kısm-ı âzamı, göz önünde o Kur’ân’a müncezibâne ve dindarâne irtibatı ve hakikatperestâne ve müştakane kulak vermesi ve çok emarelerin ve vakıaların ve keşfiyatın şehadetiyle, cin ve melek ve ruhanîlerin dahitilâveti vaktinde pervane gibi hakperestâne etrafında toplanması, Kur’ân’ın kâinatça makbuliyetine ve en yüksek bir makamda bulunduğuna bir imzadır.

Hem, nev-i beşerin umum tabakaları, en gabî ve âmiden tut, tâ en zeki ve âlime kadar herbirisi Kur’ân’ın dersinden tam hisse almaları ve en derin hakikatleri fehmetmeleri ve yüzlerle fen ve ulûm-u İslâmiyenin ve bilhassa Şeriat-ı Kübrânın büyük müçtehidleri ve usulüddin ve ilm-i kelâmın dâhi muhakkikleri gibi her taife, kendi ilimlerine ait bütün hâcâtını ve cevaplarını Kur’ân’dan istihraç etmeleri, Kur’ân menba-ı hak ve maden-i hakikat olduğuna bir imzadır.

Hem edebiyatça en ileri bulunan Arap edipleri (İslâmiyete girmeyenler) şimdiye kadar muarazaya pek çok muhtaç oldukları halde, Kur’ân’ın i’câzından yedi büyükvechi varken, yalnız birtek vechi olan belâğatinin, tek bir sûrenin mislini getirmektenistinkâfları; ve şimdiye kadar gelen ve muaraza ile şöhret kazanmak isteyen meşhurbelîğlerin ve dâhi âlimlerin, onun hiçbir vech-i i’câzına


Hâlık-ı Rahîm: herbir varlığa rahmet ve tecellisi olan ve herşeyi yaratan Allahbeliğ: belâğat ilminin inceliklerini bilen, maksadını noksansız ve güzel sözlerle anlatabilen
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesibeyan etmek: açıklamak
bilhassa: özellikledindarâne: dindarca
dâhi: son derece zeki, dehâ ve hikmet sahibiemare: belirti, işaret
fehmetmek: anlamakgabî: anlayışı kıt, zekâsı az
gaybiyâne: gaybı görür, görünmeyeni bilir bir şekildehakikatperestâne: hakkı ve hakikatı severek
hakikî: gerçek, doğruhakkaniyet: hak oluş, doğruluk
hakperestâne: hakkı üstün tutarakhums: beşte bir
hâcât: ihtiyaçlarhâdisat-ı kevniye: kâinat ve yaratılışla ilgili olaylar
ilm-i kelâm: kelâm ilmi; iman hakikatlerini ispat eden ve açıklayan bilim dalıirtibat: bağ, ilişki
istihraç etmek: çıkarmakistinkâf: aciz kalmak, çekinmek
itminan: inanma, tatmin olmai’câz: mu’cize oluş
kelâm: ifade, sözkeşfiyat: keşifler, mânevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görme
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarkısm-ı âzam: büyük kısım
maden-i hakikat: gerçeğin kaynağımakbuliyet: kabul edilmiş olma
menba-ı hak: hakkın ve doğrunun kaynağımuaraza: sözle mücadele
muhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilenmübarek: bereketli, hayırlı
müncezibâne: kendini kaptırarakmüçtehid: âyet ve hadîsler başta olmak üzere diğer dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kàbiliyetine sahip olan âlim zât
müştakâne: iştiyakla, çok isteyereknazar: bakış, düşünce
nev-i beşer: insanlar, insanlıknev-i insan: insan türü, insanlık
nüzul: inmeruhanî: maddî yapısı olmayan ruh âlemine ait varlık
semâvî: Allah tarafından olan, İlâhîsâir: diğer, başka
taife: grup, topluluktilâvet: okuma
ulûm-u İslâmiye: İslâm ilimleriumum: bütün, genel
usulüddin: din usulü, kelâm ilmivakıa: olay
vaziyet-i nâimane: uyku halivech: şekil, yön
vech-i i’câz: mu’cizelik yönüâmi: okuma yazma bilmeyen, cahil
ümmiyet: okuma yazma bilmemeŞeriat-ı Kübrâ: İslâmın büyük ve yüce kanunları
şehadet: şahitlik, tanıklık
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 166

karşı çıkamamaları ve âcizâne sükût etmeleri, Kur’ân mu’cize ve tâkat-i beşerin fevkinde olduğuna bir imzadır.

Evet, bir kelâm, “Kimden gelmiş ve kime gelmiş ve ne için?” denilmesiyle kıymeti ve ulviyeti ve belâğati tezahür etmesi noktasından, Kur’ân’ın misli olamaz ve ona yetişilemez. Çünkü, Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâlıkının hitabı ve konuşması; ve hiçbir cihette taklidi ve tasannuu ihsas edecek bir emare bulunmayan bir mukâlemesi; ve bütün insanların, belki bütün mahlûkatın namına meb’us ve nev-i beşerin en meşhur ve namdar muhatabı bulunan ve o muhatabın kuvvet ve vüs’at-i imanı koca İslâmiyeti tereşşuh edip sahibini Kab-ı Kavseyn makamına çıkararak muhatab-ı Samedâniyeye mazhariyetle nüzul eden; ve saadet-i dâreyne dair ve hilkat-i kâinatın neticelerine ve ondaki Rabbânî maksatlara ait mesâili ve o muhatabın bütün hakaik-i İslâmiyeyi taşıyan en yüksek ve en geniş olan imanını beyan ve izah eden; ve koca kâinatın bir harita, bir saat, bir hane gibi her tarafını gösterip, çevirip, onları yapan San’atkârı tavrıyla ifade ve talim eden Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyanın elbette mislini getirmek mümkün değildir ve derece-i i’câzına yetişilmez.

Hem, Kur’ân’ı tefsir eden ve bir kısmı otuz-kırk, hattâ yetmiş cilt olarak birer tefsiryazan yüksek zekâlı müdakkik binlerle mütefennin ulemanın senetleri ve delilleriylebeyan ettikleri Kur’ân’daki hadsiz meziyetleri ve nükteleri ve hâsiyetleri ve sırları veâli mânaları ve umûr-u gaybiyenin her nev’inden kesretli,


Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan AllahKab-ı Kavseyn: Allah’a en yakın olan makam; Peygamberimiz Miracda bu makamda bizzat Cenâb-ı Hak ile görüşmüştür
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ânRab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
Rabbânî: Rab olan Allah’a aitSan’atkâr: herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesibeyan: açıklama, anlatım
cihet: şekil, yönderece-i i’caz: mu’cizelik derecesi
emare: belirti, işaretfevkinde: üstünde
hadsiz: sınırsızhakaik-ı İslâmiye: İslâmın gerçekleri, esasları
hilkat-i kâinat: kâinatın yaratılışıhâsiyet: özellik, hususiyet
ihsas etmek: hissettirmekizah etmek: açıklamak
kelâm: ifade, sözkesretli: çok sayıda
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarmahlûkat: yaratılmışlar
mazhariyet: erişme, nail olmameb’us: gönderilmiş, görevli
mesâil: meselelermeziyet: üstün özellik
misl: benzermuhatab-ı Samedâniye: her şeyin Kendine muhtaç olduğu, fakat Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın muhatabı
muhatap: kendisine karşı konuşulanmuhâtab: hitap edilen, kendisine karşı konuşulan
mukâleme: konuşmamu’cize: Allah tarafından gönderilen, bir benzerini yapma hususunda başkalarını âciz ve hayrette bırakan olağanüstü şey
müdakkik: dikkatli bir şekilde araştıranmütefennin: bilgili, sanatkâr, fen ilimlerine sahip
nam: adnamdar: şan ve şöhret sahibi
nev-i beşer: insanlar, insanlıknev’i: çeşit, tür
nükte: ince ve anlamlı söznüzul etmek: inmek
saadet-i dareyn: dünya ve âhiret mutluluğusenet: delil, belge
sükût: sessiz kalma, susmatakât-i beşer: insan gücü
talim etmek: öğretmektasannu: yapmacık hareket, zorla birşeyi iyi göstermeye çalışma
tefsir etmek: açıklamak, yorumlamaktereşşuh etmek: sızmak, damlamak
tezahür etmek: görünmek, ortaya çıkmakulema: âlimler
ulviyet: yücelikumûr-u gaybiye: gayb âlemine ait işler
vüs’at-i iman: iman genişliği, büyüklüğüâcizâne: âciz bir şekilde
âli: yüksek, yüce
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 167

gaybî ihbarları izhar ve ispat etmeleri; ve bilhassa Risale-i Nur’un yüz otuz kitabının herbiri, Kur’ân’ın bir meziyetini, bir nüktesini kat’î burhanlarla ispat etmesi; ve bilhassa Mu’cizat-ı Kur’âniye Risalesi şimendifer ve tayyare gibi medeniyetin harikalarından çok şeyleri Kur’ân’dan istihraç eden Yirminci Sözün İkinci Makamı; ve Risale-i Nur’a ve elektriğe işaret eden âyetlerin işârâtını bildiren İşarât-ı Kur’âniye namındaki Birinci Şuâ; ve huruf-u Kur’âniye ne kadar muntazam, esrarlı ve mânâlı olduğunu gösteren Rumuzât-ı Semaniye nâmındaki sekiz küçük risaleler; ve Sûre-i Fethin âhirki âyeti beş vech ile ihbar-ı gaybî cihetinde mu’cizeliğini ispat eden küçük bir risale gibi Risale-i Nur’un herbir cüz’ü, Kur’ân’ın bir hakikatini, bir nurunu izhar etmesi, Kur’ân’ın misli olmadığına ve mu’cize ve harika olduğuna ve bu âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı ve bir Allâmü’l-Guyûbun kelâmı bulunduğuna bir imzadır.

İşte, altı noktada ve altı cihette ve altı makamda işaret edilen Kur’ân’ın mezkûr meziyetleri ve hâsiyetleri içindir ki, haşmetli hakimiyet-i nuraniyesi ve azametli saltanat-ı kudsiyesi, asırların yüzlerini ışıklandırarak, zemin yüzünü dahi bin üç yüz sene tenvir ederek kemâl-i ihtiramla devam etmesi; hem o hâsiyetleri içindir ki, Kur’ân’ın herbir harfi, hiç olmazsa on sevabı ve on hasenesi olması ve on meyve-i bâki vermesi; hattâ bir kısım âyâtın ve sûrelerin herbir harfi, yüz ve bin ve daha ziyade meyve vermesi; ve mübarek vakitlerde her harfin nuru ve sevabı ve kıymeti ondan yüzlere çıkması gibi kudsî imtiyazları kazanmış diye dünya seyyahı anladı ve kalbine dedi:

İşte böyle her cihetle mu’cizatlı bu Kur’ân, sûrelerinin icmâıyla ve âyâtınınittifakıyla ve esrar ve envârının tevâfukuyla ve semerat ve âsârının tetabukuyla,


Allâmü’l-Guyûb: gayb âlemini ve bütün gizlilikleri bilen AllahMu’cizât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın mu’cizeliğine dair yazılan risale; Yirmi Beşinci Söz
Rumuzât-ı Semâniye: (bk. bilgiler)Sûre-i Feth: Fetih Sûresi, Kur’ân-ı Kerimin 48. sûresi
azametli: büyük, haşmetlibilhassa: özellikle
burhan: kuvvetli delil, kanıtcihet: şekil, yön
cüz’: kısım, parçaenvâr: nurlar, ışıklar
esrar: sırlar, gizemlergaybî: bilinmeyen, gayb âlemine ait
hakikat: gerçekhakimiyet-i nuraniye: nurlu hakimiyet, egemenlik
hasene: sevaphaşmetli: görkemli, heybetli
huruf-u Kur’âniye: Kur’ân’ın harflerihâsiyet: özellik, hususiyet
icma: görüş birliğiihbar: haber verme
ihbar-ı gaybî: gayb âleminden haber vermekimtiyaz: ayrıcalık, farklılık
istihraç etmek: çıkarmakittifak: birleşme, birlik
izhar: açığa çıkarma, göstermeişârât: işaretler
işârât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın işaretlerikat’i: kesin
kelâm: ifade, sözkemâl-i ihtiram: kusursuz ve mükemmel saygı, hürmet
kudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, kutsallisan: dil
meyve-i bâki: kalıcı, sonsuzluğa ait meyvemeziyet: üstün özellik
mezkûr: adı geçenmisl: benzer
muntazam: düzenli, intizamlımu’cize: Allah tarafından gönderilen, bir benzerini yapma hususunda başkalarını âciz ve hayrette bırakan olağanüstü şey
mu’cizât: mu’cizelermübarek: bereketli, hayırlı
nam: ad, ünvannükte: ince anlamlı söz
risale: mektup, Risale-i Nur Külliyatından her bir bölümsaltanat-ı kudsiye: kutsal saltanat, egemenlik
semerat: meyveler, neticelerseyyah: gezgin, yolcu
tayyare: uçaktenvir etmek: nurlandırmak, aydınlatmak
tetabuk: uygunluktevâfuk: uygunluk
vecih: şekil, yönzemin: yer, dünya
ziyade: çokâhir: son
âlem-i gayb: gayb âlemi, görünmeyen âlemâlem-i şehadet: görünen âlem, dünya
âsâr: eserler, ürünlerâyât: âyetler
şimendifer: trenşua: ışık kaynağından çıkan ışık teli; ışın

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 168

birtek Vâcibü’l-Vücudun vücuduna ve vahdetine ve sıfât ve esmâsına, delillerle ispat suretinde öyle şehadet etmiş ki, bütün ehl-i imanın hadsiz şehadetleri, onun şehadetinden tereşşuh etmişler.

İşte, bu yolcunun, Kur’ân’dan aldığı ders-i tevhid ve imana kısa bir işaret olarak,Birinci Makamın On Yedinci Mertebesinde böyle,

لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ اللهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الْوَاحِدُ اْلاَحَدُ الَّذِى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ فِى وَحْدَتِهِ:اَلْقُرْآنُ الْمُعْجِزُ الْبَيَانِ، اَلْمَقْبُولُ الْمَرْغُوبُ لأَجْنَاسِ الْمَلَكِ وَاْلاِنْسِ وَالْجَانِّ، اَلْمَقْرُوءُ كُلُّ اٰيَاتِهِ فِى كُلِّ دَقِيقَةٍ بِكَمَالِ اْلاِحْتِرَامِ، بِأَلْسِنَةِ مِئَاتِ الْمَلاَيِينَ مِنْ نَوْعِ اْلاِنْسَانِ، اَلدَّاۤئِمُ سَلْطَنَتُهُ الْقُدْسِيَّةُ عَلٰۤى اَقْطَارِ اْلاَرْضِ وَاْلاَكْوَانِ، وَعَلٰى وُجُوهِ اْلاَعْصَارِ وَالزَّمَانِ، وَالْجَارِي حَاكِمِيَّتُهُ اَلْمَعْنَوِيَّةُ النُّورَانِيَّةُ عَلٰى نِصْفِ اْلاَرْضِ وَخُمْسِ الْبَشَرِ فِى اَرْبَعَةَ عَشَرَ عَصْرًا بِكَمَالِ اْلاِحْتِشَامِ... وَكَذَا شَهِدَ وَبَرْهَنَ بِاِجْمَاعِ سُوَرِهِ الْقُدْسِيَّةِ السَّمَاوِيَّةِ، وَبِاِتِّفَاقِ اٰيَاتِهِ النُّورَانِيَّةِ اْلإِلٰهِيَّةِ، وَبِتَوَافُقِ أَسْرَارِهِ وَأَنْوَارِهِ وَبِتَطَابُقِ حَقَاۤئِقِهِ وَثَمَرَاتِهِ وَآثَارِهِ بِالْمُشَاهَدَةِ وَالْعَيَانِ
blank.gif
1 denilmiştir.

Sonra, bir fakir insana değil fâni ve muvakkat bir tarlayı, bir haneyi, belki kocakâinatı ve dünya kadar bir mülk-ü bâkiyi kazandıran ve bir fâni adama ebedî bir hayatın levazımatını bulduran ve ecelin darağacını bekleyen bir bîçareyi idam-ı ebedîden kurtaran ve saadet-i sermediyenin hazinesini açan en kıymettar


[NOT]Dipnot-1 Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid-i Ehad ki, melek ve ins ve cin ecnâsının makbulü ve mergubu olan, her dakikada bütün âyetleri nev-i insandan yüz milyonların lisanında kemâl-i ihtiramla okunan, saltanat-ı kudsiyesi arzın ve âlemlerin aktarında ve zamanın ve asırların yüzlerinde devam eden, nuranî hâkimiyet-i mâneviyesi arzın yarısında ve beşerin beşte birinde on dört asırdır kemâl-i ihtişamla cârî olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. Kezâ, Kur’ân, müşahede ve ayân ile, kudsî ve semâvî sûrelerinin icmâı ve nurânî ve İlâhî âyetlerinin ittifakı ve esrar ve envârının tevafuku ve hakaik ve semerât ve âsârının tetabukuyla Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna şehadet ve onu ispat eder.
[/NOT]



Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allahbîçare: çaresiz, zavallı
darağacı: idam sehpasıders-i tevhid: Allah’ın varlık ve birliğinden bahseden ders
ebedî: sonu olmayan, sonsuzecel: ölüm vakti
ehl-i iman: Allah’a ve iman esaslarına inanan kimseler, mü’minleresmâ: Allah’ın isimleri
fâni: geçici, ölümlühadsiz: sınırsız
idam-ı ebedî: sonsuz yok oluşkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
kıymettar: kıymetli, değerlilevazımat: gerekli olan şeyler
muvakkat: geçicimülk-ü bâkî: devamlı ve kalıcı mülk
saadet-i sermediye: sonsuz mutluluksuret: biçim, şekil
sıfât: vasıflar, özelliklertereşşuh etmek: sızmak
vahdet: birlikvücud: varlık, var oluş
şehadet: şahitlik, tanıklık
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 169

sermaye-i insaniyenin iman olduğunu bilen mezkûr misafir ve hayat yolcusu, kendi nefsine dedi ki: “Haydi, ileri! İmanın hadsiz mertebelerinden bir mertebe daha kazanmak için kâinatın hey’et-i mecmuasına müracaat edip, o da ne diyor, dinlemeliyiz; erkânından ve eczasından aldığımız dersleri tekmil ve tenvir etmeliyiz” diye, Kur’ân’dan aldığı geniş ve ihatalı bir dürbünle baktı, gördü:

Bu kâinat, o kadar mânidar ve muntazamdır ki, mücessem bir kitab-ı Sübhânî vecismânî bir Kur’ân-ı Rabbânî ve müzeyyen bir saray-ı Samedânî ve muntazam birşehr-i Rahmânî suretinde görünüyor. O kitabın bütün sûreleri, âyetleri ve kelimatları, hattâ harfleri ve babları ve fasılları ve sahifeleri ve satırları, umumunun her vakit mânidarâne mahv u ispatları ve hakîmâne tağyir ve tahvilleri, icma ile, bir Alîm-i Külli Şeyin ve bir Kadîr-i Külli Şeyin ve bir Musannıfın, herşeyde herşeyi gören ve herşeyin herşeyi ile münasebetini bilen, riayet eden bir Nakkâş-ı Zülcelâlin ve birKâtib-i Zülkemâlin vücudunu ve mevcudiyetini bilbedâhe ifade ettikleri gibi, bütünerkân ve envâıyla ve ecza ve cüz’iyatıyla ve sekeneleri ve müştemilâtiyle ve varidatve masarıfatıyla ve onlarda maslahatkârâne tebdilleriyle ve hikmetperverâne tecditleriyle, bil’ittifak, hadsiz bir kudret ve nihayetsiz bir hikmetle iş gören âli bir Ustanın ve misilsiz bir Sâniin mevcudiyetini ve vahdetini bildiriyorlar. Ve kâinatın azametine münasip iki büyük ve geniş hakikatın şehadetleri, kâinatın bu büyükşehadetini ispat ediyorlar.

Alîm-i Külli Şey: herşeyi bilen ve herşey ilmi dahilinde olan AllahKur’ân-ı Rabbânî: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın Kur’ân’ı; kâinat kitabı
Kàdir-i Külli Şey: sınırsız güç ve kudret sahibi olan ve herşeye gücü yeten AllahKâtib-i Zülkemâl: bütün varlıkları bir kitap yazar gibi, mükemmel ve kusursuz bir şekilde yaratan Allah
Musannıf: herşeyi istediği surette ve mükemmel bir şekilde sınıflandıran, bir kitap gibi düzenleyen AllahNakkaş-ı Zülcelâl: herşeyi nakışlı ve süslü bir şekilde yaratan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah
Sâni: her şeyi san’atla yaratan Allahazamet: büyüklük, haşmet
bab: bölümbilbedâhe: açık bir şekilde
bil’ittifak: ittifakla, birleşerekcismanî: maddi vücuda sahip
cüz’iyat: küçük ve ferdî şeylerecza: kısımlar, parçalar
envâ: neviler, türlererkân: esaslar, temel unsurlar
fasıl: kısımhadsiz: sınırsız
hakikat: gerçekhakîmâne: hikmetle, bir maksat ve gayeye yönelik bir şekilde
heyet-i mecmua: genel yapı, bir şeyin tamamı, bütünühikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
hikmetperverâne: hikmetli yapmayı pek sever bir şekildeicma: fikir birliği
ihata: kuşatma, kapsamakelimât: kelimeler, sözler
kitab-ı Sübhânî: her türlü eksiklikten sonsuz derecede yüce olan Allah’a ait kutsal kitapkudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarmahv u ispat: yok olma ve var olma
maslahatkârâne: faydalı ve yararlı bir şekildemasârifât: giderler
mevcudiyet: varlık, var olma halimezkûr: adı geçen
misilsiz: benzersizmuntazam: düzenli, intizamlı
mânidar: mânâlı, anlamlımücessem: cisimleşmiş, maddi yapısı olan
münasebet: bağlantı, ilgimüzeyyen: süslenmiş, süslü
müştemilât: içindekilernakkaşlık: işleme ustalığı
nefis: kişinin kendisinihayetsiz: sonsuz
riayet: gözetme, kollamasaray-ı Samedânî: Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan fakat her şeyin Kendisine muhtaç olduğu Allah’a ait saray; kâinat
sekene: sakinler, ikamet edenlersermaye-i insaniye: insanın sermayesi
suret: biçim, şekiltahvil: dönüşme, dönüştürme
tağyir: değişme, değiştirmetebdil: değişme, değiştirme
tecdit: yenilemetekmil: mükemmelleştirme, tamamlama
tenvir: aydınlatma, nurlandırmaumum: bütün, genel
vahdet: birlikvaridat: gelirler
vücud: varlık, var oluşâli: yüksek, yüce
şehadet: şahitlik, tanıklıkşehr-i Rahmânî: rahmet ve merhameti sınırsız olan Allah’a ait olan şehir; kâinat
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 170

Birinci Hakikat: Usulüddin ve ilm-i kelâmın dâhi ulemasının ve hükema-i İslâmiyenin gördükleri ve hadsiz burhanlarla ispat ettikleri “hudûs” ve “imkân”hakikatleridir. Onlar demişler ki:

“Madem âlemde ve herşeyde tagayyür ve tebeddül var; elbette fânidir, hâdistir,kadîm olamaz. Madem hâdistir, elbette onu ihdas eden bir Sâni var. Ve madem herşeyin zâtında vücudî ve ademî bir sebep bulunmazsa müsâvidir; elbette vâcip ve ezelî olamaz. Ve madem muhal ve bâtıl olan devir ve teselsül ile birbirini icad etmek mümkün olmadığı kat’î burhanlarla ispat edilmiş; elbette öyle bir Vâcibü’l-Vücudunm evcudiyeti lâzımdır ki, nazîri mümteni, misli muhal ve bütün mâadâsı mümkün ve mâsivâsı mahlûku olacak.”

Evet hudûs hakikati kâinatı istilâ etmiş. Çoğunu göz görüyor, diğer kısmını akıl görüyor. Çünkü, gözümüzün önünde her sene güz mevsiminde öyle bir âlem vefat eder ki, herbirisinin hadsiz efradı bulunan ve herbiri zîhayat bir kâinat hükmünde olan yüz bin nevi nebatat ve küçücük hayvanat, o âlemle beraber vefat ederler. Fakat o kadar intizamla bir vefattır ki, haşir ve neşirlerine medar olan ve rahmet vehikmetin mu’cizeleri, kudret ve ilmin harikaları bulunan çekirdekleri ve tohumları ve yumurtacıkları baharda yerlerinde bırakıp, defter-i a’mâllerini ve gördükleri vazifelerin programlarını onların ellerine vererek Hafîz-i Zülcelâlin himayesi altında,hikmetine emanet eder, sonra vefat ederler. Ve bahar mevsiminde, Haşr-i Âzamın yüz bin misali ve nümune ve delilleri hükmünde olarak, o vefat eden ağaçlar ve kökler ve bir kısım hayvancıklar, aynen ihya ve diriliyorlar. Ve bir kısmının dahi, kendi yerlerinde emsalleri ve aynen


Hafîz-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, olmakla beraber büyük küçük herşeyi kaydedip koruyan AllahHaşr-i Âzam: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
Sâni: her şeyi san’atla yaratan AllahVâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah
ademî: yokluğa aitburhan: mantıkî ve kesin delil, kanıt
bâtıl: doğru olmayan, yalan, yanlışdefter-i a’mâl: amel defteri
devir: kısır döngü; tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıktı gibi sonuçsuz iddialardâhi: son derece zeki, dehâ ve hikmet sahibi
efrad: fertler, bireyleremsal: benzerler
ezelî: varlığının başlangıcı olmayan, sonsuzfâni: geçici, ölümlü
hadsiz: sınırsızhakikat: gerçek
hayvanat: hayvanlarhaşr: yeniden diriliş; insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah‘ın huzurunda toplanması
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılmasıhimaye: koruma
hudûs: sonradan meydana gelme, yok iken varlık kazanmahâdis: sonradan var olan, sonradan yaratılan
hükema-i İslâmiye: Müslüman felsefe âlimleri, filozoflarıicad etmek: yaratmak, var etmek
ihdas etmek: meydana getirmek, yaratmak, ortaya koymakihya: hayat verme, diriltme
ilm-i kelâm: kelâm ilmi; iman hakikatlerini ispat eden ve açıklayan bilim dalıimkân: olabilirlik, varlığı ile yokluğu eşit olan ve varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olan
intizam: disiplin, düzenistilâ etmek: kuşatmak
kadîm: varlığının başlangıcı ve öncesi olmayankat’î: kesin bir şekilde
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarıkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
maadâ: Ondan başka, Onun dışındamahlûk: yaratık
medar: kaynak, sebep, vesilemevcudiyet: var olma hali
misl: benzermuhal: imkansız, olmayacak şey
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şeymâsivâ: Allah’ın dışındaki varlıklar
mümteni: imkansızmüsavi: eşit, denk
nazir: benzer, eşnebatat: bitkiler
nevi: çeşit, türneşir: yayma, yayılma; diriliş
rahmet: İlâhî şefkat, merhamettagayyür: başkalaşma
tebeddül: değişmeteselsül: zincirleme; sonu gelmeyen soru ve iddialar
ulema: âlimlerusulüddin: din usulü, kelâm ilmi
vâcip: zorunluvücudî: varlıkla ilgili, varlığa ait
zîhayat: canlı, hayat sahibi
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 171

onlara benzeyenleri icad ve ihya olunuyor. Ve geçen baharın mevcudatı, işledikleri amellerin ve vazifelerin sahifelerini ilânat gibi neşredip

blank.gif
1
وَاِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ âyetinin bir misalini gösteriyorlar.

Hem heyet-i mecmua cihetinde, her güzde ve her baharda büyük bir âlem vefat eder ve taze bir âlem vücuda gelir. Ve o vefat ve hudûs o kadar muntazam cereyan ediyor ve o vefat ve hudûsta, gayet intizam ve mizanla o kadar nevilerin ve fiyatları ve hudûsları oluyor ki, güya dünya öyle bir misafirhanedir ki, zîhayat kâinatlar ona misafir olurlar ve seyyah âlemler ve seyyar dünyalar ona gelirler, vazifelerini görürler, giderler.

İşte, bu dünyada böyle hayattar dünyaları ve vazifedar kâinatları kemâl-i ilim ve hikmet ve mîzanla ve muvazene ve intizam ve nizamla ihdas ve icad edip Rabbânî maksatlarda ve İlâhî gayelerde ve Rahmânî hizmetlerde kadîrâne istimal ve rahîmâne istihdam eden bir Zât-ı Zülcelâlin vücub-u vücudu ve hadsiz kudreti ve nihayetsiz hikmeti, bilbedahe güneş gibi, akıllara görünüyor. Hudûs mesâilini Risale-i Nur’a ve muhakkikîn-i kelâmiyenin kitaplarına havale ile o bahsi kapıyoruz.

Amma imkân ciheti ise, o da kâinatı istilâ ve ihâta etmiş. Çünkü görüyoruz ki, herşey, küllî ve cüz’î bulunsun, büyük ve küçük olsun, Arştan ferşe, zerrattan seyyârâta kadar her mevcut, mahsus bir zât ve muayyen bir suret ve mümtaz bir şahsiyet ve has sıfatlar ve hikmetli keyfiyetler ve maslahatlı cihazlarla dünyaya gönderiliyor. Halbuki, o mahsus zâta ve o mahiyete, hadsiz imkânat içinde o hususiyeti vermek; hem, sûretler adedince imkânlar ve ihtimaller içinde o nakışlı

[NOT]Dipnot-1 “Amel defterleri açılıp yayınlandığında…” Tekvir Sûresi, 81:10.
[/NOT]


Arş: göğün en yüksek katı; Cenâb-ı Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin tecelli ettiği yerRabbânî: Rab olan Allah’a ait
Rahmânî: rahmeti sonsuz olan Allah’a aitZât-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi olan Zât, Allah
bilbedâhe: apaçık bir şekildecereyan etmek: meydana gelmek
cihet: taraf, yöncüz’î: az, basit, ferdî
ferş: yerhadsiz: sınırsız
hayattar: canlıheyet-i mecmua: birşeyin geneli, bütünü
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılmasıhudûs: sonradan meydana gelme, yok iken varlık kazanma
hususiyet: özellikicad: var etme, yaratma
ihdas: yaratma, meydana getirmeihya: hayat verme, diriltme
ihâta: kuşatma, kapsamailânat: ilânlar, duyurular
imkânat: imkânlar, ihtimaller, olasılıklarintizam: disiplin, düzen
istihdam etmek: çalıştırmakistilâ: işgal, kaplama
istimal: kullanmakadîrâne: kudretli, güçlü bir şekilde
kemâl-i ilim: ilimdeki mükemmellik, mükemmel bilgikeyfiyet: durum, nitelik, özellik
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarıkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
küllî: büyük, kapsamlı türmahiyet: esas nitelik, özellik
mahsus: has, özelmaslahat: fayda, gaye
mesâil: meselelermevcudat: varlıklar
mevcut: varmizan: ölçü, denge
muayyen: belirlenmiş, kararlaştırılmışmuhakkikîn-i kelâmiye: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen kelam âlimleri
muntazam: düzenli, intizamlımuvazene: karşılaştırma, kıyaslama
mümtaz: seçkin, üstünnevi: çeşit, tür
neşretmek: yaymaknihayetsiz: sonsuz
nizam: düzenrahîmâne: merhametli bir şekilde
seyyah: gezgin, yolcuseyyarat: gök cisimleri, gezegenler
suret: biçim, şekilvazifedar: vazifeli, görevli
vefiyat: vefatlar, ölümlervücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
vücuda gelmek: var olmakzerrat: zerreler, atomlar
zîhayat: canlı, hayat sahibi
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 172

ve fârikalı ve münasip o muayyen sureti giydirmek; hem, hem cinsinden olan eşhasın miktarınca imkânlar içinde çalkanan o mevcuda, o lâyık şahsiyeti imtiyazla tahsis etmek; hem, sıfatların nevileri ve mertebeleri sayısınca imkânlar ve ihtimaller içinde şekilsiz ve mütereddit bulunan o masnua o has ve muvafık maslahatlı sıfatları yerleştirmek; hem hadsiz yollar ve tarzlarda bulunması mümkün olması noktasında hadsiz imkânat ve ihtimalât içinde mütehayyir, sergerdan, hedefsiz o mahlûka, o hikmetli keyfiyetleri ve inâyetli cihazları takmak ve teçhiz etmek, elbette küllî ve cüz’î bütün mümkinat adedince ve her mümkünün mezkûr mahiyet ve hüviyet, heyet ve suret, sıfat ve vaziyetinin imkânâtı adedince, tahsis edici, tercih edici, tayin edici,ihdas edici bir Vâcibü’l-Vücudun vücub-u vücuduna ve hadsiz kudretine ve nihayetsiz hikmetine ve hiçbir şey ve hiçbir şe’n Ondan gizlenmediğine ve hiçbir şey Ona ağır gelmediğine ve en büyük birşey, en küçük birşey gibi Ona kolay geldiğine ve bir baharı bir ağaç kadar ve bir ağacı bir çekirdek kadar suhuletle icad edebildiğine işaretler ve delâletler ve şehadetler, imkân hakikatinden çıkıp kâinatın bu büyük şehadetinin bir kanadını teşkil ederler.

Kâinatın şehadetini, her iki kanadı ve iki hakikatıyle Risale-i Nur eczaları vebilhassa Yirmi İkinci ve Otuz İkinci Sözler ve Yirminci ve Otuz Üçüncü Mektuplar tamamiyle ispat ve izah ettiklerinden, onlara havale ederek bu pek uzun kıssayı kısa kestik.

Kâinatın heyet-i mecmuasından gelen büyük ve küllî şehadetin ikinci kanadını ispat eden:

İkinci Hakikat: Bu mütemadiyen çalkanan inkılâplar ve tahavvülâtlar içinde vücudunu ve hizmetini ve zîhayat ise hayatını muhafazaya ve vazifesini yerine


Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allahbilhassa: özellikle
cüz’î: küçük, ferdîdelâlet: delil olma, işaret etme
ecza: kısımlar, parçalareşhas: şahıslar, kişiler
fârika: birbirine benzememe özelliği, ayırıcı özellikhadsiz: sayısız, sınırsız
hakikat: doğru, gerçekheyet: yapı, görünüm
heyet-i mecmua: birşeyin geneli, bütünühikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
hüviyet: kimlik, şahsiyet, kişilikicad etmek: yaratmak, var etmek
ihdas etmek: meydana getirmek, yaratmakihtimâlât: ihtimaller
imkân: olabilirlik, varlığı ile yokluğu eşit olan ve varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olanimkânât: imkanlar, olasılıklar
imtiyaz: ayrıcalık, farklılıkinayet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen
inkılâp: büyük değişim, dönüşümizah etmek: açıklamak
keyfiyet: durum, nitelik, oluşumkudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarküllî: büyük, kapsamlı tür
kıssa: ibretli hikâyemahiyet: esas nitelik, özellik
mahlûk: yaratıkmaslahat: fayda, yarar
masnu: san’at eseri varlıkmevcud: varlık
mezkûr: adı geçenmuayyen: belirlenmiş, kararlaştırılmış
muhafaza: koruma, saklamamuvafık: lâyık, uygun
mümkinat: olması imkan dahilinde olan, varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olan şeylermünasip: uygun
mütehayyir: şaşkın, yol bulamayanmütemadiyen: sürekli olarak, aralıksız
mütereddit: kararsız, bir sûret almamışnevi: çeşit, tür
nihayetsiz: sonsuzsergerdan: başı dönmüş
suhuletle: kolayca, kolaylıklasuret: biçim, şekil
tahavvülât: değişimler, başkalaşmalartahsis etmek: husûsi kılmak, ait kılmak
teçhiz etmek: donatmak, cihazları takmakteşkil etmek: meydana getirmek, oluşturmak
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasıvücud: varlık, var oluş
zîhayat: canlı, hayat sahibişehadet: şahitlik, tanıklık
şe’n: hal, iş, nitelik
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 173

getirmeye çalışan mahlûkatta, kuvvetlerinin bütün bütün haricinde bir teavün hakikati görünüyor. Meselâ, unsurları zîhayatın imdadına, hususan bulutları,nebatatın mededine ve nebatatı dahi hayvanatın yardımına ve hayvanat ise insanların muavenetine ve memelerin kevser gibi sütleri, yavruların beslenmelerine ve zîhayatların iktidarları haricindeki pek çok hâcetleri ve erzakları, umulmadık yerlerden onların ellerine verilmesi, hattâ zerrât-ı taamiye dahi hüceyrat-ı bedeniyenin tamirine koşmaları gibi, teshir-i Rabbânî ile ve istihdam-ı Rahmânî ile,hakikat-i teavünün pek çok misalleri doğrudan doğruya, bütün kâinatı bir saray gibi idare eden bir Rabbü’l-Âlemînin umumî ve rahîmâne rububiyetini gösteriyorlar.

Evet; câmid ve şuursuz ve şefkatsiz olan ve birbirine şefkatkârâne, şuurdarâne vaziyet gösteren muavenetçiler, elbette gayet Rahîm ve Hakîm bir Rabb-i Zülcelâlin kuvvetiyle, rahmetiyle, emriyle yardıma koşturuluyorlar.

İşte, kâinatta câri olan teavün-ü umumî, seyyârâttan tâ zîhayatın âzâ ve cihazat vezerrât-ı bedeniyesine kadar kemâl-i intizamla cereyan eden muvazene-i âmme ve muhafaza-i şâmile; ve semâvâtın yaldızlı yüzünden ve zeminin ziynetli yüzünden tâ çiçeklerin süslü yüzlerine kadar kalem gezdiren tezyin; ve kehkeşandan ve manzume-i şemsiyeden tâ mısır ve nar gibi meyvelere kadar hükmeden tanzim; ve güneş ve kamerden ve unsurlardan ve bulutlardan tâ bal arılarına kadar memuriyet veren tavzifgibi pek büyük hakikatlerin, büyüklükleri nisbetindeki şehadetleri, kâinatın şehadetinin ikinci kanadını ispat ve teşkil ederler.



Hakîm: hikmet sahibi, herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan AllahRabb-i Zülcelâl: sonsuz heybet ve yücelik sahibi olmakla beraber herşeyin Rabbi olan Allah
Rabbü’l-Âlemîn: âlemlerin Rabbi olan AllahRahîm: rahmetinin çok özel tecellîleri olan ve sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah
cereyan etmek: meydana gelmekcihazat: cihazlar, âletler
câmid: cansız, donukcâri: geçerli, yürürlükte olan
erzak: rızıklargayet: son derece
hacet: ihtiyaçhakikat: doğru, gerçek
hakikat-i teavün: yardımlaşma gerçeğihayvanat: hayvanlar
hususan: özelliklehüceyrât-ı bedeniye: vücut hücreleri
iktidar: güç, iktidarimdad: yardım
istihdam-ı Rahmânî: rahmet ve merhameti sonsuz olan Allah’ın çalıştırması, hizmet ettirmesikamer: ay
kehkeşan: (bk. bilgiler – Samanyolu)kemâl-i intizam: mükemmel, kusursuz bir düzen
kevser: Cennette bulunan bir havuzkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
mahlûkat: yaratılmışlarmanzume-i şemsiye: güneş sistemi
muavenet: yardımmuhafaza-i şâmil: kapsamlı bir koruma
muvazene-i âmme: umumi, genel dengenar: ateş
nebatat: bitkilernisbet: kıyas, oran
rahmet: İlâhî şefkat, merhametrahîmâne: merhametli bir şekilde
rububiyet: Rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasısemâvât: gökler
seyyarat: gök cisimleri, gezegenlertanzim: düzenleme, düzene koyma
tavzif: görevlendirmeteavün: yardımlaşma, dayanışma
teavün-ü umumî: genel yardımlaşmateshir-i Rabbânî: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın herşeye boyun eğdirmesi
tezyin: süslemeteşkil etmek: meydana getirmek, oluşturmak
umumî: genel, herkese aitunsur: ana madde; hava, su, toprak, ateş
yaldızlı: parlakzemin: yeryüzü, dünya
zerrât-ı bedeniye: bedendeki zerrelerzerrât-ı taamiye: yiyecek zerreleri, atomları
ziynetli: süslüzîhayat: canlı, hayat sahibi
âzâ: uzuvlar, organlarşefkatkârâne: şefkatli bir şekilde
şefkatsiz: merhametsiz, acımasızşehadet: şahitlik, tanıklık
şuurkârâne: şuurlu ve bilinçli bir şekildeşuursuz: bilinçsiz
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 174

Madem Risale-i Nur bu büyük şehadeti ispat ve izah etmiş; biz burada bu kısacık işaretle iktifa ederiz.

İşte, dünya seyyahının kâinattan aldığı ders-i imanîye kısa bir işaret olarak, Birinci Makamın On Sekizinci Mertebesinde böyle

لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ اللهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ، اَلْمُمْتَنِعُ نَظِيرُهُ، اَلْمُمْكِنُ كُلُّ مَا سِوَاهُ، اَلْوَاحِدُ اْلاَحَدُ، اَلَّذِى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ فِى وَحْدَتِهِ: هذِهِ الْكَاۤئِنَاتُ، اَلْكِتَابُ الْكَبِيرُ الْمُجَسَّمُ وَالْقُرْاٰنُ الْجِسْمَانِىُّ الْمُعَظَّمُ وَالْقَصْرُ الْمُزَيَّنُ الْمُنَظَّمُ، وَالْبَلَدُ الْمُحْتَشَمُ الْمُنْتَظَمُ، بِاِجْمَاعِ سُوَرِهِ وَاٰيَاتِهِ وَكَلِمَاتِهِ وَحُرُوفِهِ وَاَبْوَابِهِ وَفُصُولِهِ وَصُحُفِهِ وَسُطُورِهِ، وَاِتِّفَاقِ اَرْكَانِهِ وَاَنْوَاعِهِ وَاَجْزَاۤئِهِ وَجُزْئِيَّاتِهِ وَسَكَنَتِهِ وَمُشْتَمِلاَتِهِ وَوَارِدَاتِهِ وَمَصَارِفِهِ، بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ إِحَاطَةِ حَقِيقَةِ الْحُدُوثِ وَالتَّغَيُّرِ وَاْلاِمْكَانِ، بِاِجْمَاعِ جَمِيعِ عُلَمَاءِ عِلْمِ الْكَلاَمِ، وَبِشَهَادَةِ حَقِيقَةِ تَبْدِيلِ صُورَتِهِ وَمُشْتَمِلاَتِهِ بِالْحِكْمَةِ وَاْلاِنْتِظَامِ، وَتَجْدِيدِ حُرُوفِهِ وَكَلِمَاتِهِ بِالنِّظَامِ وَالْمِيزَانِ، وَبِشَهَادَةِ عَظَمَةِ إِحَاطَةِ حَقِيقَةِ: التَّعَاوُنِ، وَالتَّجَاوُبِ، وَالتَّسَانُدِ، وَالتَّدَاخُلِ، وَالْمُوَازَنَةِ، وَالْمُحَافَظَةِ، فِى مَوْجُودَاتِهِ بِالْمُشَاهَدَةِ وَالْعَيَانِ
blank.gif
1
denilmiştir.

Sonra, dünyaya gelen ve dünyanın Yaratanını arayan ve on sekiz adet mertebelerden çıkan ve arş-ı hakikate yetişen bir mîrac-ı imanî ile gaibane marifettenhâzırâne ve muhatabâne bir makama terakki eden meraklı ve müştak yolcu adam, kendi ruhuna dedi ki:


[NOT]Dipnot-1 Allah’tan başka ilâh yoktur. Nazîri mümteni ve Ondan başka herşey mümkin ve Vâhid-i Ehad olan o Vâcibü’l-Vücud ki, mücessem bir kitab-ı kebîr, muazzam bir kur’ân-ı cismânî, munazzam ve müzeyyen bir kasr ve muntazam ve muhteşem bir memleket olan bu kâinat, sûrelerinin ve âyetlerinin ve kelimelerinin ve harflerinin ve bablarının ve fasıllarının ve sayfalarının ve satırlarının icmâıyla ve erkânının ve envâının ve eczasının ve cüz’iyatının ve sekene ve müştemilâtının ve varidat ve masarifinin ittifakıyla, bütün ulema-i ilm-i kelâmın icmâına müstenit hudus ve tagayyür ve imkân hakikatinin azamet-i ihatasının şehadetiyle ve suret ve müştemilâtının hikmet ve intizamla tebdili ve huruf ve kelimatının nizam ve mizanla tecdidi hakikatinin şehadetiyle ve mevcudatında müşahede ve ayân ile görünen teâvün ve tecavüb ve tesanüd ve tedahül ve muvazene ve muhafaza hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.
[/NOT]

arş-ı hakikat: hakikat zirvesi, semasıders-i imanîye: iman dersi
gaibâne: gaybî olarakhâzırâne: hazırcasına
iktifa etmek: yetinmekizah etmek: açıklamak
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarmarifet: Allah’ı bilme ve tanıma
muhatabâne: kendisine hitap olunurcasınamîrac-ı imanî: imanda yükseliş
müştak: arzulu, çok istekliseyyah: gezgin, yolcu
terakkî etmek: yükselmek, ilerlemekşehadet: şahitlik, tanıklık

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 175

“Fâtiha-i şerifede, başından tâ اِيَّاكَ
blank.gif
1 kelimesine kadar gâibane medh ü senâ ile bir huzur gelip
اِيَّاكَ hitabına çıkılması gibi, biz dahi doğrudan doğruya gaibane aramayı bırakıp, aradığımızı aradığımızdan sormalıyız. Herşeyi gösteren güneşi, güneşten sormak gerektir. Evet, herşeyi gösteren, kendini herşeyden ziyade gösterir. Öyle ise, şemsin şuââtı ile onu görmek ve tanımak gibi, Hâlıkımızın Esmâ‑i Hüsnâsıyla ve sıfât-ı kudsiyesiyle, Onu kàbiliyetimizin nisbetinde tanımaya çalışabiliriz.

Bu maksadın hadsiz yollarından iki yolu ve o iki yolun hadsiz mertebelerinden iki mertebeyi ve o iki mertebenin pek çok hakikatlerinden ve pek çok uzun tafsilâtından yalnız iki hakikati icmal ve ihtisar ile bu risalede beyan edeceğiz.

Birinci Hakikat: Bilmüşahede gözümüzle görünen ve muhit ve daimî ve muntazamve dehşetli ve semâvî ve arzî olan bütün mevcudatı çeviren ve tebdil ve tecdit eden ve kâinatı kaplayan faaliyet-i müstevliye hakikati görünmesi; ve o her cihetle hikmet-medar faaliyet hakikatının içinde tezahür-ü rubûbiyet hakikatinin bilbedahehissedilmesi; ve o her cihetle rahmetfeşan tezahür-ü rububiyet hakikatının içinde,tebarüz-ü ulûhiyet hakikatı bizzarure bilinmiş olmasıdır.

İşte bu hâkimâne ve hakîmâne faaliyet-i daimeden ve perdesinin arkasında bir Fâil-i Kadîr ve Alîmin ef’âli, görünür gibi hissedilir.

Ve bu mürebbiyâne ve müdebbirâne ef’âl-i Rabbâniyeden ve perdesinin arkasından, herşeyde cilveleri bulunan esmâ-i İlâhiye, hissedilir derecesindebedahetle bilinir.


[NOT]Dipnot-1 “Yalnız Sana.” Fâtiha Sûresi, 1:5.
[/NOT]


Alîm: her şeyi hakkıyla bilen, sonsuz ilim sahibi AllahEsmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri
Fatiha-i şerife: Fatiha SûresiFâil-i Kadîr: her şeye gücü yeten, kudret sahibi olan fâil, Allah
Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan Allaharzî: dünyaya âit
bedahet: apaçıklıkbeyan etmek: açıklamak
bilbedahe: açıkçabilmüşahede: gözle görüldüğü gibi
bizzarure: ister istemez, zorunlu olarakcihet: şekil, yön
cilve: görüntü, yansımaef’âl: fiiller, işler
ef’âl-i Rabbâniye: Allah’ın kendi zâtına mahsus ve Rab isminin tecellisi olan fiilleriesmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri
faaliyet-i daime: sürekli, devamlı olan faaliyetfaaliyet-i müstevliye: her tarafı istila eden, kaplayan faaliyet
gaibâne: görmeyerek, gaybî olarakhadsiz: sınırsız
hakikat: gerçekhakîmâne: hikmetli bir şekilde, herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasıyla
hikmet-medar: hikmetli, hikmet doluhitab: konuşma
hâkîmâne: herşeyi hükmü altında tutan, herşeye galip olan Allah’ın herşeye hükmetmesiyleicmal: kısaca, özet olarak
ihtisar: kısaltma, özetlemekâinat: evren, bütün yaratılmışlar
medh ü senâ: övme ve yüceltmemevcudat: varlıklar
muhit: herşeyi kuşatan, kapsayıcımuntazam: düzenli, intizamlı
müdebbirâne: tedbirli bir şekilde, herşeyi önceden düşünerekmürebbiyâne: terbiye ederek ve yetiştirerek
nisbetinde: ölçüsünderahmetfeşan: rahmet saçan
risale: mektup, Risale-i Nur Külliyatından her bir bölümsemâvî: gökten gelen
sıfât-ı kudsiye: Allah’ın kutsal sıfatları ve vasıflarıtafsilât: ayrıntılar
tebdil: değiştirmetebârüz-ü ulûhiyet: Allah’ın mabud ve herşeye hâkim oluşunun kendisini göstermesi
tecdit: yenilemetezahür-ü rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliğinin, idare ve terbiyesinin görünmesi
ziyade: çokşems: güneş
şuâât: ışık kaynağından çıkan ışık telleri; ışınlar
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 176

Ve bu celâldarâne ve cemâlperverâne cilvelenen Esmâ-i Hüsnâdan ve perdesinin arkasında, sıfât-ı seb’a-i kudsiyenin ilmelyakîn, belki aynelyakîn, belki hakkalyakîn derecesinde vücutları ve tahakkukları anlaşılır.

Ve bu yedi kudsî sıfatın dahi, bütün masnuatın şehadetiyle, hem hayattarâne, hem kadîrâne, hem alîmâne, hem semîâne, hem basîrâne, hem müridâne, hem mütekellimâne nihayetsiz bir surette tecellileriyle bilbedahe ve bizzarure ve biilmelyakîn bir mevsuf-u Vâcibü’l-Vücudun ve bir müsemmâ-i Vâhid-i Ehadin ve birfâil-i Ferd-i Samedin mevcudiyeti, güneşten daha zâhir, daha parlak bir tarzda, kalbdeki iman gözüne görünür gibi kat’î bilinir. Çünkü, güzel ve mânidar bir kitap ve muntazam bir hane, bedahetle, yazmak ve yapmak fiillerini; ve güzel yazmak veintizamlı yapmak fiilleri dahi, bedahetle, yazıcı ve dülger namlarını; yazıcı ve dülger ünvanları ise, bedahetle, kitabet ve dülgerlik san’atlarını ve sıfatlarını; ve bu san’at ve sıfatlar, bedahetle, herhalde bir zâtı istilzam eder ki, mevsuf ve sâni ve müsemmâve fâil olsun. Fâilsiz bir fiil ve müsemmâsız bir isim mümkün olmadığı gibi, mevsufsuz bir sıfat, san’atkârsız bir san’at dahi mümkün değildir.

İşte bu hakikat ve kaideye binaen, bu kâinat, bütün mevcudâtıyla beraber, kaderin kalemiyle yazılmış, kudretin çekiciyle yapılmış mânidar hadsiz kitaplar, mektuplar,nihayetsiz binalar ve saraylar hükmünde, herbiri binler vech ile ve beraber hadsizvücûh ile Rabbânî ve Rahmânî nihayetsiz fiilleri ve o fiillerin


Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleriRabbânî: Rab olan Allah’a ait
Rahmânî: rahmeti sonsuz olan Allah’a aitalîmâne: herşeyi çok iyi bilerek
aynelyakîn: gözlem ve müşahedeye dayanarak, şüpheye yer bırakmayacak şekilde kesin bilmebasîrâne: görerek, bilerek
bedahet: apaçıklıkbiilmelyakîn: ilmî delillerle elde edilen kesinlikle
bilbedahe: açıkçabinaen: -dayanarak
bizzarure: ister istemez, zorunlu olarakcelâldarâne: haşmetlice, büyüklük gösterircesine
cemâlperverâne: güzelliğe sahip olarakcilvelenmek: yansımak, görünmek
dülger: yapı ustasıdülgerlik: yapı ustalığı
fail: işi yapan, öznefâil-i Ferd-i Samed: Kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığı fakat her şeyin Kendisine muhtaç olduğu ve her şeyi tek başına yapan Allah
hadsiz: sayısız, sınırsızhakikat: doğru, gerçek
hakkalyakîn: bizzat yaşanarak elde edilen kesinlikhayattarâne: canlı bir şekilde
ilmelyakîn: ilmî ve sağlam delillere dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak derecede kesin bilmeintizamlı: düzenli, tertipli
istilzam: gerektirmekader: Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlaması
kadîrâne: güç ve iktidar sahibi olarakkaide: düstur, prensip, kural
kat’î: kesin bir şekildekitabet: yazım
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarıkudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, kutsal
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarmasnuat: san’at eseri varlıklar
mevcudat: varlıklarmevcudiyet: var olma hali
mevsuf: sıfat sahibi, sıfatlananmevsuf-u Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, sıfatlar sahibi Allah
muntazam: düzenli, intizamlımânidar: mânâlı, anlamlı
mürşidâne: hak ve doğru yolu göstererek, irşad edicimüsemmâ: isim sahibi, isimlendirilen
müsemmâ-i Vâhid-i Ehad: Zât ve sıfatlarıyla bir olan ve birliği her bir şeyde tecelli eden ve isimler sahibi Cenâb-ı Hakmütekellimâne: konuşarak
nam: adnihayetsiz: sonsuz
semîâne: işitereksuret: biçim, şekil
sâni: san’atkâr, her işini san’atla yapansıfât-ı seb’a-i kudsiye: kutsal yedi sıfat
tahakkuk: gerçekleşmetecelli: görünme, yansıma
vecih: şekil, yönvücuh: taraflar, yönler
zâhir: açık, âşikarünvan: isim, nam
şehadet: şahitlik, tanıklık
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 177

menşeleri olan bin bir esmâ-i İlâhiyenin hadsiz cilveleriyle ve o güzel isimlerin menbaı olan yedi sıfât-ı Sübhâniyenin nihayetsiz tecellîleriyle, o yedi muhit ve kudsî sıfatların madeni ve mevsufu olan ezelî ve ebedî bir Zât-ı Zülcelâlin vücub-u vücuduna ve vahdetine hadsiz işaretler ve nihayetsiz şehadetler ettikleri gibi; bütün o mevcudatta bulunan bütün hüsünler, cemâller, kıymetler, kemâller dahi, ef’âl-i Rabbâniyenin ve esmâ-i İlâhiyenin ve sıfât-ı Samedâniyenin ve şuûnât-ı Sübhâniyenin, kendilerine lâyık ve muvafık kudsî cemâllerine ve kemâllerine ve hepsi birden Zât-ı Akdesin kudsî cemâline ve kemâline bedahetle şehadet ederler.

İşte, faaliyet hakikati içinde tezahür eden rububiyet hakikati, ilim ve hikmetle halkve icad ve sun’ ve ibdâ, nizam ve mizan ile takdir ve tasvir ve tedbir ve tedvir, kast veirade ile tahvil ve tebdil ve tenzil ve tekmil, şefkat ve rahmetle it’âm ve in’âm ve ikram ve ihsan gibi şuûnâtıyla ve tasarrufatıyla kendini gösterir ve tanıttırır. Vetezahür-ü rububiyet hakikatı içinde bedahetle hissedilen ve bulunan ulûhiyetin tebarüz hakikatı dahi, Esmâ-i Hüsnânın rahîmâne ve kerîmâne cilveleriyle ve yedi sıfât-ı sübûtiye olan “hayat, ilim, kudret, irade, sem’, basar ve kelâm” sıfatlarının celâlli ve cemâlli tecellileriyle kendini tanıttırır, bildirir.


Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleriZât-ı Akdes: her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan Zât, Allah
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi olan Zât, Allahbasar: görme
bedahet: apaçıklıkcelâl: büyüklük, heybet, haşmet
cemâl: güzellikcilve: görüntü, yansıma
ebedî: sonu olmayan, sonsuzef’âl-i Rabbâniye: terbiye edici olan Allah’a ait fiiller, işler
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleriezelî: başlangıcı olmayan, sonsuz
hadsiz: sayısız, sınırsızhalk etmek: yaratmak
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılmasıhüsün: güzellik
ibdâ: benzersiz güzellikte yaratmaicad: var etme, yaratma
ihsan: lütuf, bağış, ikramin’am: nimetlendirme
irade: dileme, tercihit’am: yedirme, doyurma
kast: isteyerek, belli bir amacı kastederekkelâm: konuşma
kemâl: kusursuzluk, mükemmellikkerîmâne: lütufkâr ve cömert bir şekilde
kudret: güç ve iktidarkudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, kutsal
menba: kaynakmenşe: kaynak, asıl, kök
mevcudat: varlıklarmevsuf: sıfat sahibi, sıfatlandırılan
mizan: ölçü, dengemuhit: kuşatıcı, kapsayıcı
muvafık: lâyık, uygunnihayetsiz: sonsuz
nizam: düzenrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rahîmâne: merhametli bir şekilderububiyet: Rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
sem’: işitmesun’: san’at
sıfât-ı Samedâniye: her şey Kendisine muhtaç iken Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın sıfatlarısıfât-ı Sübhâniye: her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın sıfatları
tahvil: dönüştürmetakdir: Allah’ın ezelî ilmiyle belirlemesi
tasarrufat: dilediği gibi kullanma ve idare etmelertasvir: suret ve şekil verme
tebarüz: açıkça ortaya çıkma, görünmetebdil: değiştirme
tecellî: belirme, görünmetedbir: ihtiyacını karşılama
tedvir: çekip çevirme, idare etmetekmil: mükemmelleştirme, tamamlama
tenzil: indirmetezahür etmek: ortaya çıkmak, görünmek
tezahür-ü Rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, idare ve terbiyesinin görünmesiulûhiyet: Cenâb-ı Allah’ın ilâhlığı
vahdet: birlikvücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
şefkat: acıma, merhametşehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmek
şuûnât: haller, işler, faaliyetlerşuûnât-ı Sübhâniye: her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevkeden Zâtına ait kutsal özellikler
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 178

Evet, nasıl ki kelâm sıfatı, vahiyler ve ilhamlarla Zât-ı Akdesi tanıttırır. Öyle de,kudret sıfatı dahi, mücessem kelimeleri hükmünde olan san’atlı eserleriyle o Zât-ı Akdesi bildirir ve kâinatı baştan başa bir furkan-ı cismânî mahiyetinde gösterip birKadîr-i Zülcelâli tavsif ve tarif eder.

Ve ilim sıfatı dahi hikmetli, intizamlı, mizanlı olan bütün masnuat miktarınca ve ilimle idare ve tedbir ve tezyin ve temyiz edilen bütün mahlûkat adedince, mevsufları olan birtek Zât-ı Akdesi bildirir.

Ve hayat sıfatı ise, kudreti bildiren bütün eserler ve ilmin vücudunu bildiren bütünintizamlı ve hikmetli ve mizanlı ve ziynetli suretler, haller ve sair sıfatları bildiren bütün deliller, sıfat-ı hayatın delilleriyle beraber, hayat sıfatının tahakkukuna delâletettikleri gibi; hayat dahi, bütün o delilleriyle, âyineleri olan bütün zîhayatları şahit göstererek Zât-ı Hayy-ı Kayyûmu bildirir. Ve kâinatı, serbeser her vakit taze taze ve ayrı ayrı cilveleri ve nakışları göstermek için, daima değişen ve tazelenen ve hadsizâyinelerden terekküp eden bir âyine-i ekber suretine çevirir. Ve bu kıyasla, görmek ve işitmek, ihtiyar etmek ve konuşmak sıfatları dahi, herbiri birer kâinat kadar, Zât-ı Akdesi bildirir, tanıttırır.

Hem o sıfatlar Zât-ı Zülcelâlin vücuduna delâlet ettikleri gibi, hayatın vücuduna vetahakkukuna ve o Zâtın hayattar ve diri olduğuna dahi bedahetle delâlet ederler. Çünkü, bilmek, hayatın alâmeti; işitmek, dirilik emâresi; görmek, dirilere mahsus; irade, hayat ile olabilir; ihtiyarî iktidar, zîhayatlarda bulunur; tekellüm ise, bilen dirilerin işidir.

İşte, bu noktalardan anlaşılır ki, hayat sıfatının yedi defa kâinat kadar delilleri ve kendi vücudunu ve mevsufun vücudunu bildiren burhanları vardır ki, bütün sıfatların esası ve menbaı ve İsm-i Âzamın masdarı ve medarı olmuştur. Risale-i


Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan AllahZât-ı Akdes: her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan Zât, Allah
Zât-ı Hayy-ı Kayyûm: hayatı ezelî ve ebedî olup her canlıya hayat veren ve Kendi varlığı için hiçbir sebebe bağlı olmayıp her şeyi ayakta tutan Zât, AllahZât-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi olan Zât, Allah
bedahet: apaçıklıkburhan: mantıkî delil, kanıt
cilve: görüntü, yansımadelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
emare: belirtifurkan-ı cismânî: cisim haline gelmiş, hakkı batıldan ayıran Kur’ân gibi Allah’ı tanıttıran kâinat kitabı
hadsiz: sınırsızhayattar: canlı
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılmasıihtiyar etmek: seçmek, tercih etmek
ihtiyarî: tercihe bağlı, iradeyle yapılaniktidar: güç, iktidar
ilham: Allah tarafından insanın kalbine indirilen mânâintizamlı: düzenli, tertipli
kelâm: konuşmakudret: güç ve iktidar
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarmahiyet: esas nitelik, özellik
mahlûkat: yaratılmışlarmasdar: kaynak
masnuat: san’at eseri varlıklarmedar: dayanak noktası, kaynak, sebep
menba: kaynakmevsuf: sıfat sahibi, vasıflandırılan
mizanlı: ölçülü, dengelimücessem: cisimleşmiş, maddi yapısı olan
sair: diğer, başkaserbeser: baştan başa
suret: biçim, şekilsıfat-ı hayat: hayat sıfatı
tahakkuk: gerçekleşmetavsif: vasıflandırma, niteliklerini bildirme
tedbir: çekip çevirme, ihtiyacını karşılamatekellüm: konuşma
temyiz etmek: ayırt etmekterekküp: meydana gelme, oluşma
tezyin: süslemevahiy: Cenâb-ı Hak tarafından Cebrâil vasıtasıyla peygamberlere göndermiş olduğu bilgiler, emir ve yasaklar
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için hiçbir şeye muhtaç olmamasıvücud: varlık, var oluş
ziynetli: süslüzîhayat: canlı, hayat sahibi
âyine-i ekber: en büyük aynaİsm-i Âzam: Allah’ın binbir isminden en büyük ve
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 179

Nur bu birinci hakikatı kuvvetli burhanlarla ispat ve bir derece izah ettiğinden, bu denizden, bu mezkûr katre ile şimdilik iktifa ediyoruz.

İkinci Hakikat: Sıfat-ı kelâmdan gelen tekellüm-ü İlâhîdir.

blank.gif
1
لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبِّى âyetinin sırrıyla, kelâm-ı İlâhî nihayetsizdir. Bir zâtın vücudunu bildiren en zâhir alâmet, konuşmasıdır. Demek bu hakikat,nihayetsiz bir surette Mütekellim-i Ezelînin mevcudiyetine ve vahdetine şehadet eder.

Bu hakikatın iki kuvvetli şehadeti, bu risalenin On Dördüncü ve On BeşinciMertebelerinde beyan edilen vahiyler ve ilhamlar cihetiyle; ve geniş bir şehadeti dahi, Onuncu Mertebesinde işaret edilen kütüb-ü mukaddese-i semâviye cihetiyle, ve çok parlak ve câmi’ bir diğer şehadeti dahi On Yedinci Mertebesinde Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan cihetiyle geldiğinden, bu hakikatın beyan ve şehadetini omertebelere havale edip, o hakikati mu’cizâne ilân eden ve şehadetini sairhakikatlerin şehadetleriyle beraber ifade eden

شَهِدَ اللهُ أَنَّهُ لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ هُوَ وَالْمَلٰئِكَةُ وَ أُولُوا الْعِلْمِ قَاۤئِمًا بِالْقِسْطِ لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2


âyet-i muazzamanın envârı ve esrarı bizim bu yolcuya kâfi ve vâfi gelmiş ki, daha ileri gidememiş.

İşte, bu yolcunun bu makam-ı kudsîden aldığı dersin kısa bir meâline bir işaret olarak, Birinci Makamın On Dokuzuncu Mertebesinde,

لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ اللهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الْوَاحِدُ اْلاَحَدُ، لَهُ اْلاَسْمَاءُ الْحُسْنٰى، وَلَهُ


[NOT]Dipnot-1 “Rabbimin sözlerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden o denizler tükenirdi.” Kehf Sûresi, 18:109.



Dipnot-2 “Bütün kâinatı adâletle tedbir ve idare etmekte olan Allah, Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh bulunmadığını ap açık delillerle bildirdi. Buna melekler ve ilim sahipleri de şâhitlik ettiler. Ondan başka ilâh yoktur; Onun kudreti herşeye galiptir ve Onun her işi hikmet iledir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:18.[/NOT]




Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ânMütekellim-i Ezelî: ezelî kelâm sıfatına sahip olan ve konuşması, hiçbir varlığın konuşmasına benzemeyen Allah
alâmet: işaretbeyan: açıklama, anlatım
burhan: mantıkî delil, kanıtcihet: şekil, yön
câmi’: kapsamlı, içine alanenvâr: nurlar, ışıklar
esrar: sırlar, gizemlerhakikat: asıl, esas, gerçek
iktifa etmek: yetinmekilham: Allah tarafından insanın kalbine indirilen mânâ
izah etmek: açıklamakkatre: damla
kelâm-ı İlâhî: Allah kelâmı, sözükâfi: yeterli
kütüb-ü mukaddese-i semâviye: vahye dayanan kutsal kitaplar—Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı Kerîmmakam-ı kudsî: kutsal makam, derece
mertebe: derece, makammevcudiyet: var olma hali
mezkûr: adı geçenmu’cizâne: mu’cizeli bir şekilde
nihayetsiz: sonsuzsair: diğer, başka
suret: biçim, şekilsıfat-ı kelâm: konuşma sıfatı
tekellüm-ü İlâhî: Allah’ın konuşmasıvahdet: birlik
vâfi: yeterli, yerine getirenvücud: varlık, var oluş
zâhir: açık, âşikarâyet-i muazzama: (mânâca) büyük âyet
şehadet: şahitlik, tanıklık
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 180

الصِّفَاتُ الْعُلْيَا، وَلَهُ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى، اَلَّذِى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ فِى وَحْدَتِهِ: اَلذَّاتُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ، بِاِجْمَاعِ جَمِيعِ صِفَاتِهِ الْقُدْسِيَّةِ الْمُحِيطَةِ، وَجَمِيعِ اَسْمَاۤئِهِ الْحُسْنٰى اَلْمُتَجَلِّيَةِ، وَبِاِتِّفَاقِ جَمِيعِ شُؤُونَاتِهِ وَاَفْعَالِهِ الْمُتَصَرِّفَةِ، بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ حَقِيقَةِ تَبَارُزِ اْلاُلُوهِيَّةِ فِى تَظَاهُرِ الرُّبُوبِيَّةِ، فِى دَوَامِ الْفَعَّالِيَّةِ الْمُسْتَوْلِيَةِ، بِفِعْلِ اْلاِيجَادِ وَالْخَلْقِ وَالصُّنْعِ وَاْلاِبْدَاعِ بِاِرَادَةٍ وَقُدْرَةٍ، وَبِفِعْلِ التَّقْدِيرِ وَالتَّصْوِيرِ وَالتَّدْبِيرِ وَالتَّدْوِيرِ بِاِخْتِيَارٍ وَحِكْمَةٍ، وَبِفِعْلِ التَّصْرِيفِ وَالتَّنْظِيمِ وَالْمُحَافَظَةِ وَاْلاِدَارَةِ وَاْلاِعَاشَةِ بِقَصْدٍ وَرَحْمَةٍ، وَبِكَمَالِ اْلاِنْتِظَامِ وَالْمُوَازَنَةِ. وَبِشَهَادَةِ عَظَمَةِ إِحَاطَةِ حَقِيقَةِ اَسْرَارِ: شَهِدَ اللهُ اَنَّهُ لاَۤ إِلٰهَ اِلاَّ هُوَ وَالْمَلٰۤئِكَةُ وَ اُولُوا الْعِلْمِ قَاۤئِمًا بِالْقِسْطِ لاَۤ إِلٰهَ اِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
blank.gif
1


denilmiştir.


endOfSection.gif
endOfSection.gif



[NOT]Dipnot-1 Allah’tan başka ilâh yoktur. O öyle bir Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid-i Ehaddir ki, bütün güzel isimler, bütün yüce sıfatlar ve en yüce vasıflar Ona aittir. İrade ve kudretle icad ve halk ve sun’ ve ibdâ’ fiillerini, ihtiyar ve hikmetle takdir ve tasvir ve tedbir ve tedvir fiillerini, kasd ve rahmetle ve kemâl-i intizam ve muvazene ile tasrif ve tanzim ve muhafaza ve idare ve iaşe fiillerini tazammun eden faaliyet-i müstevliyenin devamı içinde görünen tezahür-ü rububiyet ve onun içinde görünen tebarüz-ü ulûhiyet hakikatinin azametinin şehadetiyle; ve “Bütün kâinatı adaletle tedbir ve idare etmekte olan Allah, Ondan başka ilâh bulunmadığını ap açık delillerle bildirdi. Buna melekler ve ilim sahipleri de şahitlik ettiler. Ondan başka ilâh yoktur; Onun kudreti herşeye galiptir ve hikmeti herşeyi kuşatır” (Âl-i İmrân Sûresi, 3:18.) meâlindeki âyet-i kerimenin hakikat-i esrarının azamet-i ihatasının şehadetiyle; bütün kudsî ve muhît sıfatlarının ve kâinatta tecellî eden bütün Esmâ-i Hüsnâsının icmâı ve kâinatta tasarruf eden bütün şuunat ve ef’âlinin ittifakı, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.
[/NOT]
 
Üst