İkinci Kısım - Hüccetullahi’l-Bâliğa Risalesi - Beşinci Hüccet-i İmâniye

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Beşinci Hüccet-i İmâniye

İsm-i Âzamın altı nurundan üçüncü nuruna işaret eden Üçüncü Nükte

اُدْعُ اِلٰى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ
blank.gif
1

âyetinin bir nüktesi ve bir İsm-i Âzam veya İsm-i Âzamın altı nurundan bir nuru olan ism-i Hakemin bir cilvesi, Ramazan-ı Şerifte Eskişehir Hapishanesinde göründü. Ona yalnız bir işaret olarak, beş noktadan ibaret Üçüncü Nükte acele olarak yazıldı,müsvedde olarak kaldı.

ÜÇÜNCÜ NÜKTENİN BİRİNCİ NOKTASI

Onuncu Sözde işaret edildiği gibi, ism-i Hakemin tecellî-i âzamı şu kâinatı öyle bir kitap hükmüne getirmiş ki, her sahifede yüzer kitap yazılmış; ve her satırında yüzer sayfa derc edilmiş; ve her kelimesinde yüzer satır mevcuttur; ve her harfinde yüzer kelime var; ve her noktasında kitabın muhtasar bir fihristeciği bulunur bir tarza getirmiştir. O kitabın sahifeleri, satırları, tâ noktalarına kadar yüzer cihetteNakkâşını, Kâtibini öyle vuzuhla gösteriyor ki, o kitab-ı kâinatın müşahedesi, kendivücudundan yüz derece daha ziyade Kâtibinin vücudunu ve vahdetini ispat eder. Çünkü bir harf kendi vücudunu bir harf kadar ifade ettiği halde, kâtibini bir satır kadar ifade ediyor.

Evet, bu kitab-ı kebîrin bir sahifesi, zemin yüzüdür. O sahifede nebâtat, hayvânat taifeleri adedince kitaplar birbiri içinde, beraber, bir vakitte, yanlışsız, gayet mükemmel bir surette, bahar mevsiminde yazıldığı gözle görünüyor.

Bu sayfanın bir satırı, bir bahçedir. O bahçede bulunan çiçekler, ağaçlar, nebatlaradedince manzum kasideler beraber, birbiri içinde, yanlışsız yazıldığını gözümüzle görüyoruz.

O satırın bir kelimesi, çiçek açmış, meyve vermek üzere yaprağını vermiş bir

[NOT]Dipnot-1 “Rabbinin yoluna hikmetle çağır.” Nahl Sûresi, 16:125. [/NOT]



Eskişehir Hapishanesi: (bk. bilgiler – Eskişehir)Kâtip: yazan, varlıkları bir kitap gibi yazan Allah
Nakkaş: her bir varlığı nakışlı şekilde yaratan AllahRamazan-ı Şerif: Ramazan ayı
adedince: sayısıncacihet: taraf, yön
cilve: görünme, yansımaderc etmek: yerleştirmek
fihriste: özet, bir kitabın içindekiler bölümühayvânat: hayvanlar
ism-i Hakem: herşeyi yerli yerinde ve hikmetli gayelere göre düzenleyip dengeleyen ve küllî hüküm sahibi olan Allah’ın ismiism-i Âzam: Allah’ın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı
kaside: büyük bir şahsı övmek için yazılan şiir (burada mecazî anlamda kullanılmıştır.kitab-ı kebîr: büyük bir kitabı andıran kâinat
kitab-ı kâinat: kâinat kitabıkâinat: evren
manzum: kâfiyeli ve ölçülü bir şekilde yazılanmevcut: var olan
muhtasar: kısa, özetmüsvedde: karalama halinde yazı
müşahede: gözlemlemenebat: bitki
nebâtat: bitkilernükte: ince ve derin anlamlı söz
suret: biçim, şekiltaife: grup, topluluk
tarz: biçim, şekiltecellî-i âzam: en büyük yansıma, görünüm
vahdet: birlikvuzuh: açıklık
vücud: varlıkzemin: yer
ziyade: çok, fazlaâyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 229

ağaçtır. İşte bu kelime, muntazam, mevzun, süslü yaprak, çiçek ve meyveleri adedince, Hakem-i Zülcelâlin medh-ü senâsına dair mânidar fıkralardır.

Güya çiçek açmış her ağaç gibi, o ağaç dahi, Nakkâşının medîhelerini tegannî eden manzum bir kasidedir.

Hem güya Hakem-i Zülcelâl, zeminin meşherinde teşhir ettiği antika ve acipeserlerine binler gözle bakmak istiyor.

Hem güya o Sultan-ı Ezelînin o ağaca verdiği murassâ hediye ve nişanları ve formaları, hususî bayramı ve resm-i küşâdı olan baharda, padişahın nazarına arzetmek için, öyle müzeyyen, mevzun, muntazam, mânidar bir şekil almış ve öyle hikmetli bir şekil verilmiştir ki, herbir çiçeğinde, herbir meyvesinde, birbiri içinde çok vecihler ve delillerle Nakkâşının vücuduna ve esmâsına şehadet ederler.

Meselâ, herbir çiçekte, herbir meyvede bir mizan var. Ve o mizan, bir intizamiçinde; ve o intizam, tazelenen bir tanzim ve tevzin içinde; ve o tevzin ve tanzim, birziynet ve san’at içinde; ve o ziynet ve san’at, mânidar kokular ve hikmetli tatlar içinde bulunduğundan; herbir çiçek, o ağacın çiçekleri adedince, Hakem-i Zülcelâle işaretler ediyor.

Ve bu bir kelime olan bu ağaçta, bir harf hükmünde olan bir meyvede bulunan bir çekirdek noktası, bütün ağacın fihristesini, programını taşıyan küçük bir sandukçadır. Ve hâkezâ, buna kıyasen, kâinat kitabının bütün satırları, sahifeleri, böyle, ism-i Hakem ve Hakîmin cilvesiyle, yalnız herbir sahifesi değil, belki herbir satırı ve herbir kelimesi ve herbir harfi ve herbir noktası, birer mu’cize hükmüne getirilmiştir ki, bütün esbab toplansa, bir noktasının nazîrini getiremezler, muaraza edemezler.

Evet, bu Kur’ân-ı Azîm-i Kâinatın herbir âyet-i tekvîniyesi, o âyetin noktaları ve hurufu adedince mu’cizeler gösterdiklerinden, elbette serseri tesadüf, kör kuvvet,


Hakem-i Zülcelâl: her bir şey hakkında hikmetli hüküm veren haşmet sahibi AllahHakîm: herşeyi belirli maksat ve faydalara uygun ve tam yerli yerinde yaratan, hikmet sahibi Allah
Kur’ân-ı Azîm-i Kâinat: büyük bir Kur’ân gibi ince ve derin mânâlar ifade eden kâinatNakkaş: herşeyi san’atlı bir şekilde nakış nakış işleyen Allah
Sultan-ı Ezelî: hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Sultan, Allahacip: hayret verici, şaşırtıcı
adedince: sayısıncaantika: eski ve kıymetli sanat eseri
arz etmek: sunmak, göstermek, bildirmekcilve: görünme, yansıma
esbab: sebepleresmâ: isimler
fihriste: özet, içindekiler bölümüforma: özel işaretli giysi
hikmetli: belli bir amaç ve hedefe yönelik olmahuruf: harfler
hususî: özelhâkezâ: bunun gibi
intizam: disiplin, düzenism-i Hakem: herşeyi yerli yerinde ve hikmetli gayelere göre düzenleyip dengeleyen ve küllî hüküm sahibi olan Allah’ın ismi
kaside: on beş beyitten az olmayan ve büyük bir şahsı övmek için yazılan şiirkâinat: evren
kıyasen: benzeterek, kıyaslayarakmanzum: kâfiyeli ve ölçülü bir şekilde yazılan
medh ü senâ: övme ve yüceltmemedîhe: övgü
mevzun: ölçülümeşher: sergi yeri
mizan: ölçü, dengemuaraza etme: karşı koyma
muntazam: düzenlimurassâ: kıymetli taşlarla süslenmiş
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şeymânidar: mânâlı, anlamlı
müzeyyen: süslenmişnazar: bakış
nazîr: benzer, eşnişan: bir kişiyi onurlandırmak için verilen madalya
resm-i küşâd: ilk açılış törenisandukça: küçük sandık
tanzim: düzenlemetegannî eden: şarkı söyleyen
tesadüf: rastlantıtevzin: ölçülü yapma, dengeleme
teşhir etmek: sergilemekvecih: yön
vücud: varlıkzemin: yeryüzü
ziynet: süsâyet-i tekvîniye: maddî alemde gözle görülen âyet
şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmek
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 230

gayesiz, mizansız, şuursuz tabiat, hiçbir cihetle o hakîmâne, basîrâne olan hasmizana ve gayet ince intizama karışamazlar. Eğer karışsaydılar, elbette karışık eseri görünecekti. Halbuki hiçbir cihette intizamsızlık müşahede olunmuyor.

ÜÇÜNCÜ NÜKTENİN İKİNCİ NOKTASI

İki Meseledir.

BİRİNCİ MESELESİ: Onuncu Sözde beyan edildiği gibi, nihayet kemâlde bir cemâl ve nihayet cemâlde bir kemâl, elbette kendini görmek ve göstermek, teşhir etmek istemesi, en esaslı bir kaidedir. İşte bu esaslı düstur-u umumîye binaendir ki, bu kitab-ı kebîr-i kâinatın Nakkâş-ı Ezelîsi, bu kâinatla ve bu kâinatın herbir sahifesiyle ve herbir satırıyla, hattâ harfleri ve noktalarıyla kendini tanıttırmak ve kemâlâtını bildirmek ve cemâlini göstermek ve kendisini sevdirmek için, en cüz’îden en küllîye kadar herbir mevcudun müteaddit lisanlarıyla cemâl-i kemâlini ve kemâl-i cemâlini tanıttırıyor ve sevdiriyor.

İşte, ey gafil insan! Bu Hâkim-i Hakem-i Hakîm-i Zülcelâli ve’l-Cemâl, sana karşı kendisini herbir mahlûkuyla böyle hadsiz ve parlak tarzlarda tanıttırmak ve sevdirmek istediği halde, sen Onun tanıttırmasına karşı imanla tanımazsan ve Onun sevdirmesine mukabil ubudiyetinle kendini Ona sevdirmezsen, ne derece hadsizmuzaaf bir cehalet, bir hasâret olduğunu bil, ayıl.

İKİNCİ NOKTANIN İKİNCİ MESELESİ: Bu kâinatın Sâni-i Kadîr ve Hakîminin mülkünde iştirak yeri yoktur. Çünkü herşeyde nihayet derecede intizam bulunduğundan, şirki kabul edemez. Çünkü müteaddit eller bir işe karışırsa, o iş karışır. Bir memlekette iki padişah, bir şehirde iki vali, bir köyde iki müdür bulunsa, o memleket, o şehir, o köyün her işinde bir karışıklık başlayacağı gibi, en ednâ bir vazifedar adam, o vazifesine başkasının müdahalesini kabul etmemesi gösteriyor ki, hâkimiyetin en esaslı hassası, elbette istiklâl ve infiraddır. Demek intizam vahdeti ve hâkimiyet infiradı iktiza eder.

Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan AllahHâkim-i Hakem-i Hakîm-i Zülcelâli ve’l-Cemâl: herşeyin hâkimi, her varlık hakkında küllî hüküm veren, herşeyi hikmetle ve yerli yerinde yaratan, sonsuz büyüklük ve güzellik sahibi
Nakkaş-ı Ezelî: başlangıcı olmayan ve bütün varlıkları bir nakış halinde yaratan AllahSâni-i Kadîr: sonsuz güç ve iktidar sahibi ve herşeyi san’atla yaratan Allah
basîrâne: görerekbeyan etmek: açıklamak
binaen: dayanarakcehalet: cahillik
cemâl: güzellikcemâl-i kemâl: mükemmellikteki güzellik
cihet: taraf, yöncüz’î: az, sınırlı
düstur-u umumîye: genel düstur, kuralednâ: en aşağı
esaslı: köklügafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan kimse
hadsiz: sınırsız, sayısızhakîmâne: bir maksat ve gayeye yönelik bir şekilde
hassa: özellikhasâret: zarar, kayıp
hâkimiyet: hükümranlık, egemenlikiktiza etmek: gerektirmek
infirad: tek başına olmaintizam: disiplin, düzen
istiklâl: bağımsızlıkiştirak: ortak olma
kaide: kural, prensipkemâl: olgunluk, mükemmellik
kemâl-i cemâl: güzellikteki mükemmellikkemâlât: mükemmel ve kusursuz özellikler
kitab-ı kebîr-i kâinat: büyük kâinat kitabıkâinat: evren
küllî: geniş ve kapsamlılisan: dil
mahlûk: varlıkmevcud: varlık
mizan: ölçü, dengemukabil: karşılık
muzaaf: katmerli, kat katmülk: sahip olunan şey
müteaddit: birçok, çeşitlimüşahede olunma: gözlemlenme
nihayet: son derece, sınırsıznükte: derin anlamlı söz
tabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğateşhir etmek: sergilemek
ubudiyet: kullukvahdet: birlik
vazifedar: görevlişirk: Allah’a ortak koşma
şuur: bilinç
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 231

Madem hâkimiyetin bir muvakkat gölgesi, muavenete muhtaç ve âciz insanlarda böyle müdahaleyi reddederse, elbette, derece-i rububiyette hakikî bir hâkimiyet-i mutlaka, bir Kadîr-i Mutlakta, bütün şiddetiyle müdahaleyi reddetmek gerektir. Eğer zerre kadar müdahale olsaydı, intizam bozulacaktı.

Halbuki bu kâinat öyle bir tarzda yaratılmış ki, bir çekirdeği halk etmek için, bir ağacı halk edebilir bir kudret lâzımdır. Ve bir ağacı halk etmek için de, kâinatı halkedebilir bir kudret gerektir. Ve kâinat içinde parmak karıştıran bir şerik bulunsa, en küçük bir çekirdekte de hissedar olmak lâzım gelir. Çünkü o, onun nümunesidir. O halde, koca kâinatta yerleşmeyen iki rububiyet bir çekirdekte, belki bir zerrede yerleşmek lâzım gelir. Bu ise, muhâlâtın ve bâtıl hayâlâtın en mânâsız ve en uzak bir muhâlidir. Koca kâinatın umum ahval ve keyfiyâtını mizan-ı adlinde ve nizam-ı hikmetinde tutan bir Kadîr-i Mutlakın aczini—hattâ bir çekirdekte dahi—iktiza edenşirk ve küfür ne kadar hadsiz derecede muzaaf bir hilâf, bir hata, bir yalan olduğunu ve tevhid ne derece hadsiz muzaaf bir derecede hak ve hakikat ve doğru olduğunu bil, “Elhamdü lillâhi ale’l-îmân”
blank.gif
1 de.

ÜÇÜNCÜ NOKTA

Sâni-i Kadîr, ism-i Hakem ve Hakîmi ile, bu âlem içinde binler muntazam âlemleriderc etmiştir. O âlemler içinde en ziyade kâinattaki hikmetlere medar ve mazhar olaninsanı bir merkez, bir medar hükmünde yaratmış. Ve o kâinat dairesinin en mühimhikmetleri ve faideleri insana bakıyor. Ve insan dairesi içinde dahi, rızkı bir merkez hükmüne getirmiş; âlem-i insanîde ekser hikmetler, maslahatlar, o rızka bakar ve onunla tezahür eder. Ve insanda, şuur ve rızıkta zevk vasıtasıyla, ism-i Hakîmincilvesi parlak bir surette görünüyor. Ve şuur-u

[NOT]Dipnot-1 İman nimetini veren Allah’a şükürler olsun.[/NOT]




Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi, AllahSâni-i Kadîr: herşeye gücü yeten ve herşeyi san’atla yaratan Allah
acz: güçsüzlükahvâl: hâller, durumlar
bâtıl: hak olmayancilve: görünme, yansıma
derc etmek: yerleştirmekderece-i rububiyette: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi derecesinde
ekser: çokhadsiz: sınırsız, sayısız
hakikat: asıl, gerçek, doğruhakikî: asıl, doğru, gerçek
halk etme: yaratmahayâlât: hayaller
hikmet: fayda, gayehilâf: ayrılık, terslik
hissedar: pay sahibihâkimiyet: hükümranlık, egemenlik
hâkimiyet-i mutlaka: sınırsız ve tam bir egemenlikiktiza eden: gerektiren
intizam: düzen, tertipism-i Hakem ve Hakîm: her bir varlığın bütün keyfiyetleri hakkında genel hüküm veren ve o hükme göre sebepleri ve eşyayı hikmetle sevk eden Allah’ın ismi
ism-i Hakîm: Allah’ın herşeyi hikmetle yaptığını bildiren ismikeyfiyat: durumlar, özellikler
kudret: güç, iktidarkâinat: evren
küfür: Allah’ı inkâr etmekmaslahat: fayda, gaye
mazhar olan: erişen, sahip olanmedar: dayanak noktası, kaynak
mizan-ı adl: adalet terazisimuavenet: yardım
muhâl: imkansızmuhâlât: imkânsız olan şeyler
muntazam: düzenlimuvakkat: geçici
muzaaf: katmerli, kat katmühim: önemli
nizam-ı hikmet: Allah’ın hikmetiyle bu âleme yerleştirdiği düzennümune: örnek
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesirızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler
suret: biçim, şekiltevhid: Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etme
tezahür etmek: ortaya çıkmak, görünmekumum: bütün
vasıta: araçziyade: çok, fazla
âciz: güçsüzâlem: dünya, evren
âlem-i insanî: insanlık âlemişerik: Allah’a ortak koşulan şey
şirk: Allah’a ortak koşmaşuur: bilinç
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 232

insanî vasıtasıyla keşfolunan yüzer fenlerden herbir fen, Hakem isminin, bir nevide bir cilvesini tarif ediyor.

Meselâ, tıp fenninden sual olsa, “Bu kâinat nedir?” Elbette diyecek ki: “Gayet muntazam ve mükemmel bir eczahane-i kübrâdır. İçinde herbir ilâç güzelce ihzar veistif edilmiştir.”

Fenn-i kimyadan sorulsa, “Bu küre-i arz nedir?” Diyecek: “Gayet muntazam ve mükemmel bir kimyahanedir.”

Fenn-i makine diyecek: “Hiçbir kusuru olmayan, gayet mükemmel bir fabrikadır.”

Fenn-i ziraat diyecek: “Nihayet derecede mahsuldar, her nevi hububu vaktinde yetiştiren muntazam bir tarladır ve mükemmel bir bahçedir.”

Fenn-i ticaret diyecek: “Gayet muntazam bir sergi ve çok intizamlı bir pazar ve malları çok san’atlı bir dükkândır.”

Fenn-i iaşe diyecek: “Gayet muntazam, bütün erzâkın envâını câmi bir ambardır.”

Fenn-i rızık diyecek: “Yüz binler leziz taamlar beraber, kemâl-i intizamla içinde pişirilen bir matbah-ı Rabbânî ve bir kazan-ı Rahmânîdir.”

Fenn-i askeriye diyecek ki: “Arz bir ordugâhtır. Her bahar mevsiminde yeni taht-ı silâha alınmış ve zemin yüzünde çadırları kurulmuş dört yüz bin muhtelif milletler o orduda bulunduğu halde, ayrı ayrı erzakları, ayrı ayrı libasları, silâhları, ayrı ayrıtalimatları, terhisatları, kemâl-i intizamla, hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak, birtek Kumandan-ı Âzamın emriyle, kuvvetiyle, merhametiyle, hazinesiyle, gayetmuntazam yapılıp idare ediliyor.”

Ve fenn-i elektrikten sorulsa, “Bu âlem nedir?” Elbette diyecek:

Bu muhteşem saray-ı kâinatın damı, gayet intizamlı, mizanlı, hadsiz elektrik lâmbalarıyla tezyin edilmiştir. Fakat o kadar harika bir intizam ve mizanladır ki, başta güneş olarak, küre-i arzdan bin defa büyük o semâvî lâmbalar, mütemadiyen


Hakem: her bir varlığın bütün keyfiyetleri hakkında genel hüküm veren ve onları hikmetle bir plân ve sistem içine alan AllahKumandan-ı Âzam: en büyük komutan, Allah
ambar: zahire ve kuru gıdaları koymaya yarayan büyük depoarz: yeryüzü
cilve: görünme, yansımacâmi: içine alan
dam: tavaneczahane-i kübrâ: büyük eczane
envâ: türlererzak: rızıklar, yenilecek ve içilecek şeyler
fen: bilimfenn-i askeriye: askerlik bilimi
fenn-i elektrik: elektrik bilimifenn-i iaşe: gıda bilimi
fenn-i kimya: kimya bilimifenn-i makine: makine bilimi
fenn-i rızık: yiyecek ve içecek bilimi, aşçılıkfenn-i ticaret: ticaret bilimi
fenn-i ziraat: tarım bilimihadsiz: sınırsız, sayısız
hubub: tohumihzar etmek: hazırlamak
intizam: disiplin, düzenistif etmek: düzgünce yerleştirmek
kazan-ı Rahmânî: Rahmanî kazankemâl-i intizam: mükemmel bir düzen
keşif: gizli birşeyi açığa çıkarmakimyahane: kimya deneylerinin yapıldığı laboratuvar
kâinat: evrenküre-i arz: yerküre, dünya
libas: elbisemahsuldar: verimli
matbah-ı Rabbânî: Rabbanî mutfakmerhamet: acıma, şefkat
mizan: ölçü, dengemizanlı: ölçülü
muhtelif: çeşitlimuhteşem: görkemli
muntazam: düzenli, tertiplinevi: çeşit
nihayet: sonordugâh: ordunun konakladığı yer
saray-ı kâinat: kâinat sarayısemâvî: gökyüzünde olan
taam: yemek, yiyecektaht-ı silâh: silâh altı, askerlik görevine alınma
talimat: eğitimlerterhisat: görevin sona ermesi
tezyin etmek: süslemektıp fenni: tıp bilimi
vasıtasıyla: aracılığıylazemin: yer
âlem: dünya, evrenşuur-u insanî: insandaki bilinç

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 233

yandıkları halde muvazenelerini bozmuyorlar, patlak vermiyorlar, yangın çıkarmıyorlar. Sarfiyatları hadsiz olduğu halde, vâridatları ve gaz yağları ve madde-i iştialleri nereden geliyor? Neden tükenmiyor? Neden yanmak muvazenesi bozulmuyor? Küçük bir lâmba dahi muntazam bakılmazsa söner. Kozmoğrafyaca, küre-i arzdan bir milyondan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyade yaşayan güneşiHAŞİYE-1 kömürsüz, yağsız yandıran, söndürmeyen Hakîm-i Zülcelâlin hikmetine, kudretine bak, “Sübhânallah” de. Güneşin müddet-i ömründe geçen dakikaların âşirâtı adedince “Mâşaallah, bârekâllah, lâ ilâhe illâ Hû” söyle.

Demek bu semâvî lâmbalarda gayet harika bir intizam var. Ve onlara çok dikkatle bakılıyor. Güya o pek büyük ve pek çok kütle-i nâriyelerin ve gayet çok kanâdil-i nuriyelerin buhar kazanı ise, harareti tükenmez bir Cehennemdir ki, onlara nursuzhararet veriyor. Ve o elektrik lâmbalarının makinesi ve merkezî fabrikası daimî bir Cennettir ki, onlara nur ve ışık veriyor; ism-i Hakem ve Hakîmin cilve-i âzamıyla,intizamla yanmakları devam ediyor.

Ve hâkezâ, bunlara kıyasen, yüzer fennin herbirisinin kat’î şehadetiyle, noksansız bir intizam-ı ekmel içinde, hadsiz hikmetler, maslahatlarla bu kâinat tezyin edilmiştir. Ve o harika ve ihatalı hikmetle mecmu-u kâinata verdiği intizam ve hikmetleri, en küçük bir zîhayat ve bir çekirdekte, küçük bir mikyasta derc etmiştir. Ve malûm vebedihîdir ki, intizamla gayeleri ve hikmetleri ve faydaları takip etmek, ihtiyar ile, iradeile, kast ile, meşiet ile olabilir, başka olamaz. İhtiyarsız,


[NOT]Haşiye-1 Acaba dünya sarayını ısındıran güneş sobasına veyahut lâmbasına ne kadar odun ve kömür ve gazyağı lâzım olduğu hesap edilsin. Hergün yanması için—kozmoğrafyanın sözüne bakılsa—bir milyon küre-i arz kadar odun yığınları ve binler denizler kadar gazyağı gerektir. Şimdi düşün: Onu odunsuz, gazsız, daimî ışıklandıran Kadîr-i Zülcelâlin haşmetine, hikmetine, kudretine, güneşin zerreleri adedince “Sübhânallah, mâşaallah, bârekâllah” de.
[/NOT]



Hakîm: herşeyi hikmetle belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan AllahHakîm-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi hikmetle yapan Allah
Kadîr-Zülcelâl: sonsuz büyüklük, haşmet ve kudret sahibi olan Allahbedihî: açık, aşikâr
bârekâllah: Allah hayırlı ve bereketli kılsıncilve-i âzam: en büyük yansıma, görünme
daimî: devamlı, sürekliderc etmek: yerleştirmek
hadsiz: sınırsız, sayısızhararet: ısı
haşiye: dipnothaşmet: görkem
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılmasıhâkezâ: bunun gibi
ihatalı: kapsamlıihtiyar: dileme, seçim gücü
intizam: tertip, düzenintizam-ı ekmel: çok mükemmel düzen, tertip
irade: dileme, tercih, seçme gücüism-i Hakem: her bir varlığın bütün keyfiyetleri hakkında genel hüküm veren ve onları hikmetle bir plân ve sistem içine alan Allah’ın ismi
kanâdil-i nuriye: ışık veren kandillerkast: amaç, hedef
kat’î: kesinkozmoğrafya: astronomi, gök bilimi
kudret: güç, iktidarkâinat: evren
küre-i arz: yerküre, dünyakütle-i nâriye: yanan ve ışık veren gök cismi
kıyasen: kıyaslayaraklâ ilâhe illâ Hû: Allah’tan başka ilâh yoktur
madde-i iştial: yakıtmalûm: bilinen
maslahat: fayda, gayemecmu-u kâinat: kâinatın tamamı
meşiet: dilek, arzumikyas: ölçü
muntazam: düzenlimuvazene: denge
mâşaallah: “Allah’ın istediği olur” anlamında hayret ve memnunluk ifade etmek için kullanılırmüddet-i ömür: yaşam süresi
mütemadiyen: sürekli olaraksarfiyat: harcamalar
semâvî: gökyüzünde olansübhanallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir”
tezyin etmek: süslemekvâridat: gelirler
ziyade: çok, fazlazîhayat: canlı
âşirât: dakikanın sâniye, sâlise gibi on birim küçüğü olan zaman dilimlerişehadet: şahid olma, tanıklık etme

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 234

iradesiz, kastsız, şuursuz esbab ve tabiatın işi olmadığı gibi, müdahaleleri dahi olamaz.

Demek bu kâinatın bütün mevcudatındaki hadsiz intizamat ve hikmetleriyle iktiza ettikleri ve gösterdikleri bir Fâil-i Muhtârı, bir Sâni-i Hakîmi bilmemek veya inkâr etmek, ne kadar acip bir cehalet ve divanelik olduğu tarif edilmez. Evet, dünyada en ziyade hayret edilecek birşey varsa, o da bu inkârdır. Çünkü kâinatın mevcudatında ki hadsiz intizâmât ve hikmetleriyle vücut ve vahdetine şahitler bulunduğu halde Onu görmemek, bilmemek, ne derece körlük ve cehalet olduğunu, en kör cahil de anlar. Hattâ, diyebilirim ki, ehl-i küfrün içinde, kâinatın vücudunu inkâr ettiklerinden ahmak zannedilen Sofestâîler, en akıllılarıdır. Çünkü, kâinatın vücudunu kabul etmekle Allah’a ve Hâlıkına inanmamak kabil ve mümkün olmadığından, kâinatı inkâra başladılar. Kendilerini de inkâr ettiler, “Hiçbir şey yok” diyerek, akıldan istifa ederek, akıl perdesi altında sair münkirlerin hadsiz akılsızlıklarından kurtulup bir derece akla yanaştılar.

DÖRDÜNCÜ NOKTA

Onuncu Sözde işaret edildiği gibi, bir Sâni-i Hakîm ve gayet hikmetli bir usta, bir sarayın herbir taşında yüzer hikmeti hassasiyetle takip etse, sonra o saraya dam yapmayıp, boşu boşuna harap olmasıyla, takip ettiği hadsiz hikmetleri zayi etmesini hiçbir zîşuur kabul etmediği ve bir Hakîm-i Mutlak, kemâl-i hikmetinden, bir dirhemkadar bir çekirdekten yüzer batman faydaları, gayeleri, hikmetleri dikkatle takip ettiği halde, dağ gibi koca ağaca bir dirhem kadar birtek fayda, birtek küçük gaye, birtek meyve vermek için o koca ağacın pek çok masarıfını yapmakla, kendi hikmetine bütün bütün zıt ve muhalif olarak, müsrifâne bir sefahet irtikâp etmesi hiçbir cihetle imkânı olmadığı gibi; aynen öyle de, bu kâinat sarayının herbir mevcudatına yüzerhikmet takan ve yüzer vazife ile teçhiz


Fâil-i Muhtâr: kendi iradesiyle faaliyette bulunan, istediğini yapan AllahHakîm-i Mutlak: sınırsız hikmet sahibi, herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
Hâlık: herşeyi yaratan AllahSofestâî: kâinatın Yaratıcısını kabul etmemek için herşeyi, hattâ kendini dahi inkâr eden bir felsefî ekole bağlı kimse
Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yapan Allahacip: hayret verici, şaşırtıcı
ahmak: akılsızbatman: yaklaşık 8 kg ağırlığında bir ağırlık ölçüsü
cehalet: cahillikcihet: taraf, yön
dirhem: eskiden kullanılan ve 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimidivanelik: akılsızlık
ehl-i küfür: inkârcılar, inançsızlar, kâfirleresbab: sebepler
hadsiz: sınırsız, sayısızharap olmak: yıkılmak
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılmasıhikmetli: ilim ve yüksek bilgi sahibi
ihtiyarsız: irade ve tercih kabiliyeti olmayaniktiza etmek: gerektirmek
inkâr etmek: kabul etmemek, yok olduğunu iddia etmekintizâmât: intizamlar, düzenlilikler
iradesiz: tercih ve dileme özelliği olmayanirtikâp etmek: yapmak, işlemek
istifa etmek: terk etmek, bırakmakkabil: mümkün, olabilir
kastsız: amaçsızkemâl-i hikmet: eksiksiz, tam ve mükemmel bir hikmet
kâinat: evrenmasarıf: masraflar, harcamalar
mevcudat: varlıklarmuhalif: aykırı, zıt
müdahale: karışmamünkir: Allah’a inanmayan
müsrifâne: israf edercesinesair: diğer, başka
sefahet: zevk ve eğlenceye düşkünlüktabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğa
teçhiz etmek: donatmakvahdet: tek olma
vücut: varlıkzayi etmek: kaybetmek
ziyade: çok, fazlazîşuur: şuur sahibi, bilinçli
şahit: tanıkşuursuz: bilinçsiz
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 235

eden, hattâ herbir ağaca meyveleri adedince hikmetler ve çiçekleri adedince vazifeler veren bir Sâni-i Hakîm, kıyameti getirmemekle ve haşri yapmamakla, bütün had ve hesaba gelmeyen hikmetleri ve nihayetsiz vazifeleri mânâsız, abes, boş, faydasız zayi etmesi, o Kadîr-i Mutlakın kemâl-i kudretine acz-i mutlak verdiği gibi, oHakîm-i Mutlakın kemâl-i hikmetine hadsiz abesiyet ve faydasızlığı ve o Rahîm-i Mutlakın cemâl-i rahmetine nihayetsiz çirkinliği ve o Âdil-i Mutlakın kemâl-i adaletinenihayetsiz zulmü vermek demektir. Adeta, kâinatta herkese görünen hikmet, rahmet, adaleti inkâr etmektir. Bu ise en acip bir muhaldir ki, hadsiz bâtıl şeyler, içinde bulunur.

Ehl-i dalâlet gelsin, baksın: Gireceği ve düşündüğü kendi kabri gibi, kendi dalâletinde ne derece dehşetli bir zulmet, bir karanlık ve yılanların, akreplerin yuvası bir kuyu olduğunu görsün. Ve âhirete iman ise, Cennet gibi güzel ve nuranî bir yol olduğunu bilsin, imana girsin.

BEŞİNCİ NOKTA

İki Meseledir.

BİRİNCİ MESELE: Sâni-i Zülcelâl, ism-i Hakîmin muktezasıyla, herşeyde en hafif sureti, en kısa yolu, en kolay tarzı, en faydalı şekli ehemmiyetle takip ettiği gösteriyor ki, israf, abesiyet, faydasızlık, fıtratta yoktur. İsraf ise, ism-i Hakîmin zıddı olduğu gibi, iktisat onun lâzımıdır ve düstur-u esasıdır.

Ey iktisatsız, israflı insan! Bütün kâinatın en esaslı düsturu olan iktisadı yapmadığından, ne kadar hilâf-ı hakikat hareket ettiğini bil;
blank.gif
1
كُلُوا وَاشْرَبوُا وَلاَ تُسْرِفُوا âyeti ne kadar esaslı, geniş bir düsturu ders verdiğini anla.


[NOT]Dipnot-1 “Yiyin, için, fakat israf etmeyin.” A’râf Sûresi, 7:31.
[/NOT]



Hakîm-i Mutlak: herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan sınırsız hikmet sahibi AllahKadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi Allah
Rahîm-i Mutlak: sınırsız şefkat ve merhamet sahibi olan AllahSâni-i Hakîm: her şeyi hikmetli ve san’atlı bir şekilde yapan Allah
Sâni-i Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi olan ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allahabes: boş ve faydasız
abesiyet: faydasız ve gayesiz oluşacip: hayret verici, şaşırtıcı
acz-i mutlak: sınırsız güçsüzlükbâtıl: hak olmayan
cemâl-i rahmet: şefkat ve merhametteki güzellikdalâlet: hak yoldan sapkınlık, inkârcılık
düstur: kanundüstur-u esas: temel kanun, anayasa
ehemmiyet: önemehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
esaslı: köklüfıtrat: yaratılış, mizaç
had ve hesaba gelmemek: sonsuz ve sınırsız olmakhadsiz: sayısız
haşir: öldükten sonra âhiret âleminde tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanmahikmet: fayda, gaye
hilâf-ı hakikat: gerçeğe aykırıiktisat: tutumluluk, israf etmeme
iman: Allah’a inanmainkâr etmek: kabul etmemek
ism-i Hakîm: Allah’ın herşeyi hikmetle yaptığını bildiren ismikemâl-i adalet: eksiksiz adalet
kemâl-i hikmet: Allah’ın herşeyi eksiksiz bir hikmetle yapmasıkemâl-i kudret: Allah’ın kudretinin mükemmelliği
kâinat: evrenkıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
muhal: imkansızmukteza: bir şeyin gereği
nihayetsiz: sınırsıznuranî: aydınlık
rahmet: İlâhî şefkat, merhametsuret: biçim, görünüş
zayi etmek: kaybetmekzulmet: karanlık
Âdil-i Mutlak: sonsuz adâlet sahibi Allahâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 236

İKİNCİ MESELE: İsm-i Hakem ve Hakîm, bedâhet derecesinde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın risaletine delâlet ve istilzam ediyor denilebilir.

Evet, madem gayet mânidar bir kitap, onu ders verecek bir muallim ister. Ve gayet güzel bir cemâl, kendini görecek ve gösterecek bir âyine iktiza eder. Ve gayet kemâlde bir san’at, teşhirci bir dellâl ister. Elbette, herbir harfinde yüzer mânâlar,hikmetler bulunan bu kitab-ı kebîr-i kâinatın muhatabı olan nev-i insan içinde, elbette bir rehber-i ekmel, bir muallim-i ekber bulunacak. Tâ ki, o kitapta bulunan kudsî vehakikî hikmetleri ders verecek; belki kâinattaki hikmetlerin vücudunu bildirecek; belki kâinatın hilkatindeki makasıd-ı Rabbâniyenin zuhuruna, belki husulüne vesile olacak; ve umum kâinatta Hâlık tarafından gayet ehemmiyetle izharını irade ettiği kemâl-i san’atını, cemâl-i esmâsını bildirecek, âyinedarlık edecek. Ve o Hâlık, bütünmevcudatla kendini sevdirmek ve zîşuur mahlûklarından mukabele istediğinden, ozîşuurların namına birisi o geniş tezahürât-ı rububiyete karşı geniş bir ubudiyetle mukabele edip, ber ve bahri cezbeye getirecek, semâvat ve arzı çınlatacak birvelvele-i teşhir ve takdisle o zîşuurların nazarını o san’atların Sâniine çevirecek; vekudsî dersler ve talimatla bütün ehl-i aklın kulaklarını kendine çevirecek bir Kur’ân-ı Azîmüşşanla, o Sâni-i Hakem-i Hakîmin makasıd-ı İlâhiyesini en güzel bir surette gösterecek; ve bütün hikmetlerinin tezahürüne ve tezahürât-ı cemâliye ve celâliyesine karşı en ekmel bir mukabele edecek bir zât, güneşin vücudu gibi bukâinata lâzımdır, zarurîdir.


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunHâlık: herşeyi yoktan yaratan Allah
Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ânResul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan AllahSâni-i Hakem-i Hakîm: her bir varlığın bütün keyfiyetleri hakkında genel hüküm veren ve o hükme göre sebepleri ve eşyayı hikmetle sevk edip san’atla yaratan Allah
arz: yeryüzübedâhet: açıklık, aşikâr olma
ber ve bahr: kara ve denizcemâl: güzellik
cemâl-i esmâ: isimlerin güzelliğicezbe: Allah aşkıyla kendinden geçme
dellâl: ilan edici, duyurucudelâlet: delil olma, işaret etme
ehemmiyet: değer, önemehl-i akıl: akıl sahipleri
ekmel: en mükemmelhakikî: asıl, gerçek
hikmet: fayda, gayehilkat: yaratılış
husul: meydana gelmeiktiza etmek: gerektirmek
irade etmek: dilemekism-i Hakem ve Hakîm: Allah’ın haklıyı haksızdan ayırdığını ve her şeyi hikmetle yarattığını ifade eden isimleri
istilzam etmek: gerekli kılmakizhar: ortaya çıkarma, gösterme
kemâl: mükemmellik, kusursuzlukkemâl-i san’at: eksiksiz ve mükemmel san’at
kitab-ı kebîr-i kâinat: büyük bir kitabı andıran kâinatkudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak
kâinat: evrenmahlûk: varlık
makasıd-ı Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın yüce maksatları, gayelerimakasıd-ı İlâhiye: Allah’ın varlıkları yaratmasındaki maksatları
mevcudat: varlıklarmuallim: öğretmen
muallim-i ekber: en büyük öğretmenmuhatap: hitab olunan, kendisine söz söylenilen
mukabele: karşılık vermemânidar: mânâlı, anlamlı
namına: adınanazar: bakış
nev-i insan: insan türü, insanlıkrehber-i ekmel: en mükemmel rehber
risalet: elçilik, peygamberliksemâvât: gökler
suret: biçim, şekiltalimat: eğitimler
tezahür: ortaya çıkma, görünmetezahürât-ı cemâliye ve celâliye: Allah’ın sonsuz güzelliğiyle birlikte heybet ve haşmetinin yansımaları
tezahürât-ı rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesinin gözle görülür olmasıteşhirci: sergileyici
ubudiyet: Allah’a kullukumum: bütün
velvele-i teşhir ve takdis: güzellikleri sergilemek ve bütün eksikliklerden uzak görmeyi dile getiren seslervesile: aracı
vücud: var olmazarurî: zorunlu
zuhur etmek: ortaya çıkmak, görünmekzîşuur: şuur sahibi
âyinedarlık: ayna tutuculuk
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 237

Ve öyle eden ve en ekmel bir surette o vazifeleri yapan, bilmüşahede, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Öyleyse, güneş ziyayı, ziya gündüzü istilzam ettiği derecede, kâinattaki hikmetler risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) istilzam eder.

Evet, nasıl ki ism-i Hakem ve Hakîmin cilve-i âzamı ile, âzamî derecede risalet-i Ahmediyeyi iktiza ediyor; öyle de, Esmâ-i Hüsnâdan Allah, Rahmân, Rahîm, Vedûd,Mün’im, Kerîm, Cemîl, Rab gibi çok isimlerin herbiri, kâinatta görünen bir cilve-i âzamla, âzamî derecede ve mertebe-i kat’iyette risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) istilzamederler.

Meselâ, ism-i Rahmân‘ın cilvesi olan rahmet-i vâsia, o Rahmeten li’l-Âlemîn iletezahür eder. Ve ism-i Vedûdun cilvesi olan tahabbüb-ü İlâhî ve taarrüf-ü Rabbânî, o Habib-i Rabbü’l-Âlemîn ile netice verir, mukabele görür. Ve ism-i Cemîlin bir cilvesi olan bütün cemâller, yani, cemâl-i Zât, cemâl-i esmâ, cemâl‑i san’at, cemâl-i masnuat o âyine-i Ahmediyede görülür, gösterilir. Ve haşmet-i rububiyetin ve saltanat-ı ulûhiyetin cilveleri dahi, o dellâl-ı saltanat-ı rububiyet olan zât-ı Ahmediyeninrisaletiyle bilinir, görünür, anlaşılır, tasdik edilir. Ve hâkezâ, bu misaller gibi, ekser Esmâ-i Hüsnânın herbiri, risalet-i Ahmediyeye (a.s.m.) birer parlak burhandır.

Elhasıl, madem kâinat mevcuttur ve inkâr edilmiyor. Elbette kâinatın renkleri,


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunCemîl: bütün güzelliklerin kaynağı ve sonsuz güzellik sahibi Allah
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleriHabib-i Rabbü’l-Âlemîn: Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın sevgilisi, Hz. Muhammed
Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi AllahMün’im: gerçek nimet verici olan Allah
Rab: herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran AllahRahmeten li’l-Âlemîn: âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz
Rahmân: çok merhamet sahibi olan ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren AllahRahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, her bir varlığa ayrı ayrı şefkatini gösteren Allah
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)Vedûd: kullarını çok seven ve şefkat eden, Kendisine çok sevgi beslenen Allah
bilmüşahede: gözle görerekburhan: kuvvetli delil
cemâl: güzellikcemâl-i Zât: Allah’ın Zâtının güzelliği
cemâl-i esmâ: Allah’ın isimlerinin güzelliğicemâl-i masnuat: Allah’ın yaratıklarındaki sanatkârane, mükemmel, kusursuz güzellikler
cemâl-i san’at: Allah’ın san’atının güzelliğicilve: görünme, yansıma
cilve-i âzam: en büyük yansıma, görünmedellâl-ı saltanat-ı rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiye saltanatının ilancısı
ekmel: en mükemmelekser: çok
elhasıl: kısaca, özetlehaşmet-i rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliğinin ve yaratıcılığının haşmeti, görkemi
hikmet: fayda, gayehâkezâ: bunun gibi
iktiza etmek: gerektirmekism-i Cemîl: Allah’ın bütün güzelliklerin kaynağı ve sonsuz güzellik sahibi olduğunu ifade eden ismi
ism-i Hakem ve Hakîm: varlıklar hakkında küllî hüküm veren ve o hükme göre sebepleri ve eşyayı hikmetle sevk eden Allah’ın ismiism-i Rahmân: Allah’ın sonsuz rahmet ve merhamet sahibi olduğunu ifade eden ismi
ism-i Vedûd: Allah’ın yarattığı varlıkları çok sevdiğini ve onlar tarafından da çok sevildiğini ifade eden ismiistilzam etmek: gerektirmek
kâinat: evrenmertebe-i kat’iyet: kesinlik derecesi
mevcut: varmisal: benzer, örnek
mukabele görmek: karşılık görmekrahmet-i vâsia: geniş rahmet
risalet: elçilik, peygamberlikrisalet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği
saltanat-ı ulûhiyet: hiçbir ortak kabul etmeyen Allah’ın bütün âlemdeki saltanatısuret: biçim, görünüş
taarrüf-ü Rabbânî: Allah’ın kendisini tanıtmasıtahabbüb-ü İlâhî: Allah’ın kendisini sevdirmesi
tasdik etmek: doğrulamak, onaylamaktezahür etmek: ortaya çıkmak, görünmek
ziya: ışıkzât-ı Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) kendisi
âyine-i Ahmediye: Hz Muhammed’in (a.s.m.) Allah’ın bütün güzelliklerini yansıtan bir ayna olmasıâzamî: en büyük

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 238

ziynetleri, ışıkları, ziyaları, san’atları, hayatları, rabıtaları hükmünde olan hikmet,inâyet, rahmet, cemâl, nizam, mizan, ziynet gibi meşhud hakikatler, hiçbir cihetle inkâr edilmez. Madem bu sıfatların, fiillerin inkârı mümkün değildir. Elbette o sıfatların mevsufu ve o fiillerin fâili ve o ziyaların güneşi olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücud,Hakîm, Kerîm, Rahîm, Cemîl, Hakem, Adl dahi hiçbir cihetle inkâr edilmez ve inkârı kabil olmaz. Ve elbette o sıfatların ve o fiillerin medar-ı zuhurları, belki medar-ı kemâlleri, belki medar-ı tahakkukları olan rehber-i ekber, muallim-i ekmel ve dellâl-ı âzam ve tılsım-ı kâinatın keşşafı ve âyine-i Samedânî ve Habib-i Rahmânî olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın risaleti hiçbir cihetle inkâr edilmez. Âlem-i hakikatin ve hakikat-i kâinatın ziyaları gibi, bunun risaleti dahi, kâinatın en parlak bir ziyasıdır.


عَلَيْهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ اْلاَيَّامِ وَذَرَّاتِ اْلاَنَامِ
blank.gif
1

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2

endOfSection.gif
endOfSection.gif




[NOT]Dipnot-1 Günlerin âşireleri ve mahlûkatın zerreleri sayısınca ona ve âl ve ashabına salât ve selâm olsun.

Dipnot-2 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.
[/NOT]



Adl: sonsuz adalet sahibi olan AllahAleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
Cemîl: bütün güzelliklerin kaynağı ve sonsuz güzellik sahibi AllahHabib-i Rahmânî: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Allah’ın sevgili kulu; Hz. Muhammed (a.s.m.)
Hakem: her bir varlık hakkında hikmetle küllî (genel) hüküm verenHakîm: her işini hikmetle ve belli bir sebeple yapan Allah
Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi AllahRahîm: rahmeti herşeyi kuşatan her bir varlığa ayrı ayrı şefkatini gösteren Allah
Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Zât, Allahcemâl: güzellik
cihet: taraf, yöndellâl-ı âzam: en büyük duyurucu, ilân edici
fâil: işi yapanhakikat: gerçek
hikmet: fayda, gayeinkâr etme: yok sayma, reddetme
inâyet: Allah’tan gelen yardım, ihsan, iyilikkabil: mümkün, olabilir
keşşaf: keşfedici, açığa çıkarıcıkâinat: evren
medar-ı kemal: mükemmellik sebebimedar-ı tahakkuk: gerçekleşme sebebi
medar-ı zuhur: görünme sebebimevsuf: belli bir sıfatı taşıyan
meşhud: görünenmizan: ölçü, denge
muallim-i ekmel: en mükemmel öğretmennizam: düzen
rabıta: bağrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rehber-i ekber: en büyük rehberrisalet: elçilik, peygamberlik
tılsım-ı kâinat: evrenin ve yaratılan tüm varlıkların içinde gizli olduğu sır, gizemziya: ışık
ziynet: süsâlem-i hakikat: gerçekler dünyası
âyine-i Samedânî: herşeyin kendisine muhtaç olduğu halde, hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın isim ve sıfatlarını yansıtan ayna
 
Üst