İkinci Kısım - Hüccetullahi’l-Bâliğa Risalesi - Altıncı Hüccet-i İmâniye

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Altıncı Hüccet-i İmâniye


ONUNCU SÖZÜN DOKUZUNCU HAKİKATİ

Bâb-ı İhyâ ve İmâtedir. İsm-i Hayy-ı Kayyûmun, Muhyî ve Mümîtin cilvesidir.


Hiç mümkün müdür ki, ölmüş, kurumuş koca arzı ihyâ eden; ve o ihyâ içinde, herbiri beşer haşri gibi acip, üç yüz binden ziyade envâ-ı mahlûkatı haşir ve neşredip kudretini gösteren; ve o haşir ve neşir içinde, nihayet derecede karışık ve ihtilât içinde nihayet derecede imtiyaz ve tefrik ile ihata-i ilmiyesini gösteren; ve bütün semâvî fermanlarıyla beşerin haşrini vaad etmekle bütün ibâdının enzârını saadet-i ebediyeye çeviren; ve bütün mevcudatı baş başa, omuz omuza, el ele verdirip, emir ve iradesi dairesinde döndürüp birbirine yardımcı ve musahhar kılmakla azamet-i Rububiyetini gösteren; ve beşeri, şecere-i kâinatın en cami’ ve en nazik ve en nazenin, en nazdar, en niyazdar bir meyvesi yaratıp kendine muhatap ittihaz ederek herşeyi ona musahhar kılmakla, insana bu kadar ehemmiyet verdiğini gösteren bir Kadîr-i Rahîm, bir Alîm-i Hakîm, kıyameti getirmesin, haşri yapmasın ve yapamasın, beşeri ihyâ etmesin veya edemesin, Mahkeme-i Kübrâyı açamasın, Cennet ve Cehennemi yaratamasın? Hâşâ ve kellâ!

Evet, şu âlemin Mutasarrıf-ı Zîşânı, her asırda, her senede, her günde bu dar,muvakkat rû-yi zeminde haşr-i ekberin ve meydan-ı kıyametin pek çok emsalini ve nümunelerini ve işârâtını icad ediyor. Ezcümle: Haşr-i baharîde görüyoruz ki, beş altı gün zarfında, küçük ve büyük hayvanat ve nebatattan, üç yüz binden ziyade envâı haşredip neşrediyor. Bütün ağaçların, otların köklerini ve bir kısım hayvanları aynen ihyâ edip iade ediyor. Başkalarını




Alîm-i Hakîm: herşeyi hakkıyla bilen ve hikmetle yaratıp donatan AllahHayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah
Kadîr-i Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeye gücü yeten AllahMahkeme-i Kübrâ: öldükten sonra âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme
Muhyî: bütün canlılara hayat veren AllahMutasarrıf-ı Zîşân: şan ve şeref sahibi ve herşeyde istediği gibi tasarruf eden Allah
Mümît: ölümü yaratan, can verdiği varlıkları vakti gelince öldüren Allahacip: şaşırtıcı, hayret verici
arz: yer, dünyaazamet-i Rububiyet: Rablığın büyüklüğü; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
beşer haşri: insanların öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah huzurunda toplanmalarıbâb: kapı
cami’: kapsamlıcilve: yansıma, görüntü
emsal: benzerler, örneklerenvâ: çeşitler, türler
envâ-ı mahlûkat: yaratılmışların türleri, çeşitlerienzâr: bakışlar
ezcümle: örneğinhayvanat: hayvanlar
haşir ve neşretmek: yeniden diriltip toplamak ve yaymakhaşr-i baharî: bahar mevsiminde bitkilerin ve hayvanların dirilişi
haşr-i ekber: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanmahâşâ ve kellâ: asla ve asla, kesinlikle öyle değil
ibâd: kullaricad etme: yaratma, var etme
ihata-i ilmiye: ilminin kuşatıcılığı ve genişliğiihtilât: karışıklık
ihyâ: diriltme, hayat vermeimtiyaz: ayrıcalık
imâte: öldürmeirade: dileme, tercih, istek
ittihaz: edinme, kabullenmeişârât: işaretler
kudret: güç, kuvvet, iktidarkıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
mevcudat: varlıklarmeydan-ı kıyamet: kıyamet meydanı
musahhar kılmak: boyun eğdirmekmuvakkat: geçici
nazdar: nazlınazenin: ince, narin, duyarlı
nazik: ince, zarifnebatat: bitkiler
nihayet: sonniyazdar: dua eden, yalvarıp yakaran
nümune: örnekrû-yi zemin: yeryüzü
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluksemâvî ferman: vahiyle gelmiş emir ve tebliğler
tefrik: fark etme, ayırmaziyade: çok, fazla
âlem: dünyaşecere-i kâinat: kâinat ağacı
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 240

ayniyet derecesinde bir misliyet suretinde icad ediyor. Halbuki, maddeten farkları pek az olan tohumcuklar, o kadar karışmışken, kemâl-i imtiyaz ve teşhis ile, o kadar sür’at ve vüs’at ve suhulet içinde, kemâl-i intizam ve mizan ile, altı gün veya altı hafta zarfında ihya ediliyor.

Hiç kabil midir ki, bu işleri yapan Zâta birşey ağır gelebilsin, semâvât ve arzı altı günde halk edemesin, insanı bir sayha ile haşredemesin? Hâşâ!

Acaba, muciznümâ bir kâtip bulunsa, hurufları ya bozulmuş veya mahvolmuş üç yüz bin kitabı tek bir saihfede, karıştırmaksızın, galatsız, sehivsiz, noksansız, hepsini beraber, gayet güzel bir surette, bir saatte yazarsa; birisi sana dese, “Şu kâtip, kenditelif ettiği, senin suya düşmüş olan kitabını yeniden, bir dakika zarfında hafızasından yazacak”; sen diyebilir misin ki, “Yapamaz ve inanmam”?

Veyahut bir sultan-ı mucizekâr, kendi iktidarını göstermek için veya ibret vetenezzüh için, bir işaretle dağları kaldırır, memleketleri tebdil eder, denizi karaya çevirdiğini gördüğün halde, sonra görsen ki, büyük bir taş dereye yuvarlanmış, o zâtın kendi ziyafetine davet ettiği misafirlerin yolunu kesmiş, geçemiyorlar. Biri sana dese, “O zât, bir işaretle, o taşı, ne kadar büyük olursa olsun, kaldıracak veya dağıtacak; misafirlerini yolda bırakmayacak.” Sen desen ki, “Kaldırmaz veya kaldıramaz.”

Veyahut, bir zât, bir günde yeniden büyük bir orduyu teşkil ettiği halde, biri dese, “O zât, bir boru sesiyle, efradı istirahat için dağılmış olan taburları toplar; taburlarnizamı altına girerler.” Sen desen ki, “İnanmam”; ne kadar divanece hareket ettiğini anlarsın.

İşte, şu üç temsili fehmettinse, bak: Nakkâş-ı Ezelî, gözümüzün önünde kışın beyaz sahifesini çevirip, bahar ve yaz yeşil yaprağını açıp, rû-yi arzın sahifesinde üç yüz binden ziyade envâı, kudret ve kader kalemiyle ahsen-i suret üzere yazar. Birbiri içinde, birbirine karışmaz. Beraber yazar; birbirine mani olmaz. Teşkilce, suretçebirbirinden ayrı, hiç şaşırtmaz, yanlış yazmaz.

Evet, en büyük bir ağacın ruh programını, bir nokta gibi en küçük bir çekirdektederc edip muhafaza eden Zât-ı Hakîm-i Hafîz, vefat edenlerin ruhlarını


Nakkâş-ı Ezelî: herşeyi zâtına has olarak nakış nakış işleyen ve evveli olmayan AllahZât-ı Hakîm-i Hafîz: herşeyi koruyup saklayan ve hikmetli bir şekilde yapan Zât, Allah
ahsen-i suret: en güzel şekilarz: yer
ayniyet: aynılık, aynı oluşderc etmek: yerleştirmek
divanece: akılsızcaefrad: fertler
envâ: çeşitler, türlerfehmetmek: anlamak
galatsız: yanlışsız, hatasızhalk etmek: yaratmak
haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanmahuruf: harfler
hâşâ: asla öyle değilibret: ders çıkarma
icad: yaratma, var etmeihya: diriltme, hayat verme
iktidar: güç, kudretistirahat: dinlenme
kabil: mümkün, olabilirkemâl-i imtiyaz ve teşhis: mükemmel bir seçme ve ayırma
kemâl-i intizam ve mizan: mükemmel bir düzen ve ölçükudret ve kader kalemi: Allah’ın olacak hadiseleri olmadan önce bilip yazması, takdir etmesi ve yaratması
kâtip: yazarmahvolmak: yok olmak
mani: engelmisliyet: benzerlik
muhafaza: korumamu’ciznümâ: mu’cize gösteren
nizam: düzen, kanunrû-yi arz: yeryüzü
sayha: seslenişsehivsiz: yanılmadan, şaşırmadan
semâvât: göklersuhulet: kolaylık
sultan-ı mu’cizekâr: mu’cize gösteren sultansuret: şekil
suretçe: şekilcesür’at: hız
tabur: bir askerî birliktebdil etmek: değiştirmek
telif etmek: yazmaktemsil: analoji; kıyaslama tarzında benzetme
tenezzüh: gezintiteşkil etmek: meydana getirmek
teşkilce: meydana gelişiyle, oluşuylavüs’at: genişlik
ziyade: çok, fazla
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 241

nasıl muhafaza eder, denilir mi? Ve küre-i arzı bir sapan taşı gibi çeviren Zât-ı Kadîr, âhirete giden misafirlerinin yolunda nasıl bu arzı kaldıracak veya dağıtacak, denilir mi? Hem, hiçten, yeniden bütün zîhayatın ordularını, bütün cesetlerinin taburlarında kemâl-i intizamla zerrâtı emr-i
blank.gif
1
كُنْ فَيَكُونُ ile kaydedip yerleştiren, ordular icad eden Zât-ı Zülcelâl, tabur-misal cesedin nizamı altına girmekle birbiriyle tanışan zerrât-ı esasiye ve eczâ-yı asliyesini bir sayha ile nasıl toplayabilir, denilir mi?

Hem bu bahar haşrine benzeyen, dünyanın her devrinde, her asrında, hattâ gece gündüzün tebdilinde, hattâ cevv-i havada bulutların icad ve ifnâsında haşre nümuneve misal ve emare olacak ne kadar nakışlar yaptığını gözünle görüyorsun. Hattâ, eğer hayalen bin sene evvel kendini farz etsen, sonra zamanın iki cenahı olan maziile müstakbeli birbirine karşılaştırsan; asırlar, günler adedince misal-i haşir ve kıyametin nümunelerini göreceksin. Sonra, bu kadar nümune ve misalleri müşahede ettiğin halde, haşr-i cismânîyi akıldan uzak görüp istib’âd etmekle inkâr etsen, ne kadar divanelik olduğunu sen de anlarsın. Bak, Ferman-ı Âzam, bahsettiğimiz hakikate dair ne diyor:

فَانْظُرْ اِلٰۤى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللهِ كَيْفَ يُحْيِى اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۤ اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِى الْمَوْتٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ
blank.gif
2


Elhasıl: Haşre mâni hiçbir şey yoktur. Muktazî ise, herşeydir. Evet, mahşer-i acaipolan şu koca arzı, âdi bir hayvan gibi imâte ve ihyâ eden ve beşer ve hayvana hoş bir beşik, güzel bir gemi yapan ve güneşi onlara şu misafirhanede ışık verici ve ısındırıcı bir lâmba eden, seyyârâtı meleklerine tayyare yapan bir


[NOT]Dipnot-1 “(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.

Dipnot-2 “Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye hakkıyla kadirdir.” Rum Sûresi, 30:50.[/NOT]




Ferman-ı Âzam: en büyük buyruk olan Kur’ân-ı KerimZât-ı Kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allaharz: yer, dünya
bahar haşri: bahar mevsiminde bitkilerin ve hayvanların dirilişibeşer: insan
cenah: taraf, yöncevv-i hava: hava boşluğu
divanelik: akılsızlıkeczâ-yı asliye: esas parçalar
elhasıl: özetle, sonuç olarakemare: belirti, işaret
farz etmek: varsaymakhaşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
haşr-i cismânî: âhirette tekrar bedenlerin ve vücudların dirilişiicad: yaratma, var etme
ifnâ: öldürme, yok etmeihyâ: diriltme, hayat verme
imâte: öldürmeinkâr: kabul etmeme, inanmama
istib’âd: akıldan uzak görmekemâl-i intizam: mükemmel bir düzen
küre-i arz: yerküre, dünyakıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
mahşer-i acaip: şaşkınlık veren şeylerin toplandığı yermazi: geçmiş
misal: örnek, benzermisal-i haşir: haşrin benzeri
muktazî: gerekçe, gerektirici sebepmâni: engel
müstakbel: gelecekmüşahede etmek: görmek, gözlemlemek
nizam: düzennümune: örnek
sayha: seslenişseyyârât: gezegenler
tabur-misal: tabur gibitayyare: uçak
tebdil: değişmezerrât: zerreler, atomlar
zerrât-ı esasiye: temel zerrelerzîhayat: canlı
âdi: sıradan, basitâhiret: öteki dünya
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 242

Zâtın, bu derece muhteşem ve sermedî Rububiyeti ve bu derece muazzam ve muhît hâkimiyeti, elbette, yalnız böyle geçici, devamsız, bîkarar, ehemmiyetsiz, mütegayyir, bekàsız, nâkıs, tekemmülsüz umûr-u dünya üzerinde kurulmaz ve durmaz. Demek, Ona şayeste, daimî, berkarar, zevâlsiz, muhteşem bir diyar-ı âhar var, başka bâki bir memleketi vardır. Bizi onun için çalıştırır. Oraya davet eder. Ve oraya nakledeceğine, zahirden hakikate geçen ve kurb-u huzuruna müşerref olan bütün ervâh-ı neyyire ashabı, bütün kulûb-u münevvere aktâbı, bütün ukul‑u nuraniye erbabı şehadet ediyorlar ve bir mükâfat ve mücazat ihzar ettiğini müttefikan haber veriyorlar ve mükerreren pek kuvvetli vaad ve pek şiddetli tehdit eder, naklederler.

Hulfü’l-vaad ise, hem zillet, hem tezellüldür; hiçbir cihetle celâl-i kudsiyetine yanaşamaz. Hulfü’l-vaîd ise, ya aftan, ya aczden gelir. Halbuki küfür cinayet-i mutlakadır; HAŞİYE-1 affa kabil değil. Kadîr-i Mutlak ise, aczden münezzeh ve mukaddestir.


[NOT]Haşiye-1 Evet, küfür, mevcudatın kıymetini iskat ve mânâsızlıkla itham ettiğinden, bütün kâinata karşı bir tahkir ve mevcudat âyinelerinde cilve-i Esmâyı inkâr olduğundan, bütün esmâ-i İlâhiyeye karşı bir tezyif ve mevcudatın vahdâniyete olan şehadetlerini reddettiğinden, bütün mahlûkata karşı bir tekzip olduğundan, istidad-ı insanîyi öyle ifsad eder ki, salâh ve hayrı kabule liyakati kalmaz. Hem bir zulm-ü azîmdir ki, umum mahlûkatın ve bütün esmâ-i İlâhiyenin hukukuna bir tecavüzdür. İşte şu hukukun muhafazası ve nefs-i kâfir hayra kabiliyetsizliği, küfrün adem-i affını iktiza eder. اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ [“Muhakkak ki şirk pek büyük bir zulümdür.” Lokman Sûresi, 31:13] şu mânâyı ifade eder.[/NOT]




Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allahacz: âcizlik, güçsüzlük
adem-i af: affedilmemebekàsız: gelip geçici, ölümlü
berkarar: kararlı, yerleşmişbâki: kalıcı ve sürekli
bîkarar: kararsızcelâl-i kudsiyet: kutsal büyüklük, haşmet
cihet: yön, şekilcilve-i Esmâ: Allah’ın isimlerinin varlıklardaki yansıması, görüntüsü
cinayet-i mutlaka: sınırsız cinayetdiyar-ı âhar: başka memleket
ervâh-ı neyyire ashabı: nurlu ruhların sahipleri, peygamberler gibiesmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri
hakikat: gerçekhayr: iyilik
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothukuk: haklar
hulfü’l-vaad: verdiği sözden dönmehulfü’l-vaîd: söz verdiği halde azap ve cezayı yerine getirmeme
hâkimiyet: hükümranlık, egemenlikifsad etmek: bozmak
ihzar etmek: hazırlamakiktiza etme: gerektirme
iskat: düşürmeistidad-ı insanî: insanın yaratılışında var olan bütün özellikleri, konuşma, sevme gibi
itham: suçlamakabil: mümkün, olabilir
kulûb-u münevvere aktâbı: nurlu kalplerin kutupları, veliler gibikurb-u huzur: huzura yakınlık
kâinat: evren, yaratılmış herşeyküfür: inkâr, inançsızlık
liyakat: layık olmamahlûkat: yaratılmışlar
mevcudat: varlıklarmuazzam: azametli, çok büyük
muhafaza: korumamuhteşem: ihtişamlı, görkemli
muhît: kapsamlı, kuşatıcımukaddes: her türlü çirkinlik ve eksiklikten yüce, kutsal
mücazat: cezamükerreren: tekrarla, defalarca
mükâfat: ödülmünezzeh: her türlü kusur ve noksandan arınmış
mütegayyir: değişenmüttefikan: ittifakla, birleşerek
müşerref olan: şereflenennefs-i kâfir: inanmayan kişinin kendisi
nâkıs: eksik, noksanrububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
salâh: düzelme, yararlı olmasermedî: devamlı, sürekli
tahkir: hakaret etmetecavüz: saldırma
tekemmülsüz: olgunlaşmamıştekzip: yalanlama
tezellül: alçalmatezyif: hakaret, küçük düşürme
ukul-u nuraniye erbabı: aydın akılların sahipleri, âlimler gibiumûr-u dünya: dünya işleri
vaad: söz vermevahdâniyet: Allah’ın birliği
zahir: görünürzevâlsiz: devamlı, yok olmayan
zillet: alçaklık, aşağılıkzulm-ü azîm: çok büyük zulüm
âyine: aynaşayeste: layık
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 243

Şahitler, muhbirler ise, mesleklerinde, meşreplerinde, mezheplerinde muhtelif oldukları halde, kemâl-i ittifakla şu meselenin esasında müttehiddirler. Kesretçe tevatür derecesindedirler. Keyfiyetçe icmâ kuvvetindedirler. Mevkice herbiri nev-i beşerin bir yıldızı, bir taifenin gözü, bir milletin azizidirler. Ehemmiyetçe şu meselede hem ehl-i ihtisas, hem ehl-i ispattırlar. Halbuki bir fende veya bir san’atta iki ehl-i ihtisas, binler başkalara müreccahtırlar ve ihbarda iki müsbit, binler nâfîlere tercih edilir. Meselâ, Ramazan hilâlinin sübutunu ihbar eden iki adam, binler münkirlerin inkârlarını hiçe atarlar.

Elhasıl, dünyada bundan daha doğru bir haber, daha sağlam bir dâvâ, daha zahirbir hakikat olamaz. Demek, şüphesiz dünya bir mezraadır. Mahşer ise bir beyderdir, harmandır. Cennet, Cehennem ise birer mahzendir.


endOfSection.gif
endOfSection.gif



Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan AllahKerîm: sonsuz ikram ve cömertlik sahibi Allah
Mâlikü’l-Mülk-i Zülcelâl: bütün mülkün gerçek sahibi, haşmet ve yücelik sahibi olan AllahRahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah
Zât-ı Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Zât, Allahadalet: hak sahibine hakkını verme, haksız terbiye etme ve cezalandırma
aziz: şerefli, değerli, büyükbekàsız: geçici, devamsız
beyder: harman yeribâb: kapı
bâhir: açık, görünen, berrakbâki: devamlı, sürekli
cilve: yansıma, görüntüdaimî: devamlı, sürekli
daire-i memleket: memleket dairesiebedî: sonsuz
ehl-i ihtisas: sahasında uzman olan kimselerehl-i ispat: doğruyu ortaya çıkaran kimseler
elhasıl: özetle, sonuç olarakfen: ilim
hakikat: gerçek mâhiyet, asıl ve esas, içyüzhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hilâl: yay şeklinde görülen yeni ayicmâ: fikir birliği
ihbar: haber vermeihbar eden: haber veren
inayet: yardım, ikram; bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilikkabil: mümkün, olabilir
kahir: üstünkemâl-i ittifak: tam ve mükemmel birlik
kesret: çoklukkeyfiyet: nitelik, içerik
mahlûk: yaratıkmahlûkat: yaratıklar
mahzen: erzak yeri, içinde eşya saklanacak yermahşer: haşir meydanı, toplanma yeri
mesken: oturulacak ve kalınacak yermeslek: hizmet yolu, ekolü
mevki: konummeydan-ı imtihan: imtihan meydanı
mezhep: tutulan yol, ekolmezraa: tarla
meşrep: tarz, usülmisafirhane-i dünya: dünya misafirhanesi
muhbir: haber verenmuhtelif: çeşitli, farklı
mukim: ikamet eden, oturanmünkir: inkârcı
müreccah: tercih edilirmüsbit: ispat edici
müttehid: birleşmişnev-i beşer: insanlık
nâfî: yok sayan, inkârcırahmet: şefkat, merhamet
sebatsız: sabit olmayansübut: meydana çıkma, gerçekleşme
taife: topluluk, gruptevatür: doğruluğu kesin olarak kanıtlanan haber
teşhirgâh-ı arz: yeryüzü sergisivâsi: geniş
zahir: açık, âşikarÂdil: sonsuz adalet sahibi, adaletle iş gören, herşeyin hakkını veren Allah
âlem-i mülk ve melekût: görünen ve görünmeyen âlem, herşeyin dış ve iç yüzüâsâr: eserler

 
Üst