Altıncı Hüccet-i İmâniye
ONUNCU SÖZÜN DOKUZUNCU HAKİKATİ
ONUNCU SÖZÜN DOKUZUNCU HAKİKATİ
Bâb-ı İhyâ ve İmâtedir. İsm-i Hayy-ı Kayyûmun, Muhyî ve Mümîtin cilvesidir.
Hiç mümkün müdür ki, ölmüş, kurumuş koca arzı ihyâ eden; ve o ihyâ içinde, herbiri beşer haşri gibi acip, üç yüz binden ziyade envâ-ı mahlûkatı haşir ve neşredip kudretini gösteren; ve o haşir ve neşir içinde, nihayet derecede karışık ve ihtilât içinde nihayet derecede imtiyaz ve tefrik ile ihata-i ilmiyesini gösteren; ve bütün semâvî fermanlarıyla beşerin haşrini vaad etmekle bütün ibâdının enzârını saadet-i ebediyeye çeviren; ve bütün mevcudatı baş başa, omuz omuza, el ele verdirip, emir ve iradesi dairesinde döndürüp birbirine yardımcı ve musahhar kılmakla azamet-i Rububiyetini gösteren; ve beşeri, şecere-i kâinatın en cami’ ve en nazik ve en nazenin, en nazdar, en niyazdar bir meyvesi yaratıp kendine muhatap ittihaz ederek herşeyi ona musahhar kılmakla, insana bu kadar ehemmiyet verdiğini gösteren bir Kadîr-i Rahîm, bir Alîm-i Hakîm, kıyameti getirmesin, haşri yapmasın ve yapamasın, beşeri ihyâ etmesin veya edemesin, Mahkeme-i Kübrâyı açamasın, Cennet ve Cehennemi yaratamasın? Hâşâ ve kellâ!
Evet, şu âlemin Mutasarrıf-ı Zîşânı, her asırda, her senede, her günde bu dar,muvakkat rû-yi zeminde haşr-i ekberin ve meydan-ı kıyametin pek çok emsalini ve nümunelerini ve işârâtını icad ediyor. Ezcümle: Haşr-i baharîde görüyoruz ki, beş altı gün zarfında, küçük ve büyük hayvanat ve nebatattan, üç yüz binden ziyade envâı haşredip neşrediyor. Bütün ağaçların, otların köklerini ve bir kısım hayvanları aynen ihyâ edip iade ediyor. Başkalarını
Alîm-i Hakîm: herşeyi hakkıyla bilen ve hikmetle yaratıp donatan Allah | Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah |
Kadîr-i Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeye gücü yeten Allah | Mahkeme-i Kübrâ: öldükten sonra âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme |
Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah | Mutasarrıf-ı Zîşân: şan ve şeref sahibi ve herşeyde istediği gibi tasarruf eden Allah |
Mümît: ölümü yaratan, can verdiği varlıkları vakti gelince öldüren Allah | acip: şaşırtıcı, hayret verici |
arz: yer, dünya | azamet-i Rububiyet: Rablığın büyüklüğü; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması |
beşer haşri: insanların öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah huzurunda toplanmaları | bâb: kapı |
cami’: kapsamlı | cilve: yansıma, görüntü |
emsal: benzerler, örnekler | envâ: çeşitler, türler |
envâ-ı mahlûkat: yaratılmışların türleri, çeşitleri | enzâr: bakışlar |
ezcümle: örneğin | hayvanat: hayvanlar |
haşir ve neşretmek: yeniden diriltip toplamak ve yaymak | haşr-i baharî: bahar mevsiminde bitkilerin ve hayvanların dirilişi |
haşr-i ekber: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma | hâşâ ve kellâ: asla ve asla, kesinlikle öyle değil |
ibâd: kullar | icad etme: yaratma, var etme |
ihata-i ilmiye: ilminin kuşatıcılığı ve genişliği | ihtilât: karışıklık |
ihyâ: diriltme, hayat verme | imtiyaz: ayrıcalık |
imâte: öldürme | irade: dileme, tercih, istek |
ittihaz: edinme, kabullenme | işârât: işaretler |
kudret: güç, kuvvet, iktidar | kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması |
mevcudat: varlıklar | meydan-ı kıyamet: kıyamet meydanı |
musahhar kılmak: boyun eğdirmek | muvakkat: geçici |
nazdar: nazlı | nazenin: ince, narin, duyarlı |
nazik: ince, zarif | nebatat: bitkiler |
nihayet: son | niyazdar: dua eden, yalvarıp yakaran |
nümune: örnek | rû-yi zemin: yeryüzü |
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk | semâvî ferman: vahiyle gelmiş emir ve tebliğler |
tefrik: fark etme, ayırma | ziyade: çok, fazla |
âlem: dünya | şecere-i kâinat: kâinat ağacı |