Hicretin 7. yılı

müdavim

Üye Sorumlusu
HABEŞİSTAN MUHACİRLERİNİN HAYBER'E GELİŞİ

Resûl-i Kibriya Efendimiz, henüz Hayber'den ayrılmamıştı. Bu sırada Cafer b. Ebî Tâlib başkanlığındaki Habeşistan muhacirleri çıkıp geldiler.607 Resûl-i Ekrem Efendimiz, bundan son derece memnun oldu ve, "Bilmem, bu iki şeyden hangisiyle sevineyim? Feth-i Hayber'le mi, yoksa kudum-u Cafer'le mi?.." diye buyurdu.608 Peygamber Efendimiz, Hayber ganimetinden onlara da pay ayırmıştır.609

Çift Hicretli ve Çift Ücretli Olanlar!

Medine'ye gelindikten sonra, Hayber fethine katılan mücâ-hid muhacirlerden bazılarının, Habeşistan muhacirlerine, "Biz hicrette sizi geçmişizdir!" dedikleri duyulmuştu. Hattâ, bir gün, Hz. Cafer b. Ebî Tâlib'in, Habeşistan'a hicret etmiş bulunan hanımı Hz. Esma, Hz. Hafsa'nın ziyaretine gitmişti. Orada Hz. Ömer'le karşılaşmıştı. Hz. Ömer onun Esma bint-i Umeys olduğunu öğrenince, "Bizler, hicrette sizleri geçmişizdir. Bu sebeple de, Resûlullah'a (a.s.m.) sizden daha yakınız!" demişti.

Hz. Esma buna kızmış ve, "Hayır!.. Gerçek, senin bildiğin gibi değildir! Vallahi, sizler Resûlullah'ın (a.s.m.) yanında bulunuyordunuz da, o sizin aç olanlarınızı doyuruyor, câhillerinizi de va'z ve nasihat ederek yetiştiriyordu! Bizler ise, dinimiz yolunda uğradığımız düşmanlıklar yüzünden Habeş ülkelerine gitmek zorunda kalmıştık. Bunu da ancak, Allah ve Resulünün rızasını kazanmak yolunda göze almıştık." dedikten sonra ilâve etmişti: "Vallahi, ben senin bu dediklerini Resûlullah'a söyleyeceğim ve bunun doğru olup olmadığını soracağım!"O sırada Resûl-i Kibriya Efendimiz geldi.

Esma bint-i Umeys, Hz. Ömer'in kendisine söylediklerini nakletti.

Resûl-i Ekrem, "Buna karşılık sen ona ne söyledin?" diye sordu.

Hz. Esma, "Ben de ona şöyle şöyle cevap verdim." dedi.

Bunun üzerine Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hz. Esmâ'ya, "Bu hususta, bana sizlerden daha yakın kimse yoktur!" buyurduktan sonra ilâve etti: "Ömer ve arkadaşlarına bir hicret (sevabı) vardır! Siz gemi halkına ise, iki hicret (sevabı) vardır!"610

Bunu duyan Habeşistan'dan gelen Müslüman muhacirler de son derece sevindiler. Bu da, Müslümanların hicrete ne derece ehemmiyet verdiklerini açıkça göstermektedir.

Ganimetler

Hayber'de elde edilen ganîmetler, bu gazaya katılmış olsun olmasın, Hudeybiye Sulh Anlaşması sırasında Peygamber E-fendimizin yanında bulunan bütün sahabîlere taksim edildi.6" Zîra, Cenâb-ı Hakk, Hudeybiye Seferine iştirak edenlere, Hay-ber'in fethedileceğini ve kendilerine bol ganîmet ihsan edeceğini önceden haber verip müjdelemişti.612

Resûl-i Ekrem Efendimiz ayrıca, Hayber'de gelip İslâm Ordusuna katılan Devs Kabilesine mensup 400 Müslüman ile Cafer b. Ebî Tâlib'in (r.a.) başkanlığında Habeşistan'dan dönen ve Hayber'de Müslümanlara kavuşan Habeşistan muhacirlerine bu ganimetten hisse ayırdı.613

Resûl-i Zîşan Efendimizin emriyle ganîmet malları ilk önce beş parçaya ayrıldı. Beşte bir parça Peygamber Efendimize teslim edildi. Geri kalan dört parça ise Efendimizin emriyle satışa çıkarıldı.

Peygamber Efendimiz, ganimet mallarından satılanların paralarını Müslümanlar arasında taksim etti.614

Hayber'in gayrimenkul malları, yâni arazi ve varidatı ise Şıkk, Natat ve Ketîbe mülkleri olarak bölüştürüldü. Şıkk ve Natat mülkleri, Müslümanların beşte dört hisselerine karşılık tutuldu. Ketibe mülkleri ise Beytû'l-Mâl'e âit olmak üzere Peygamber Efendimize bırakıldı.615

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Ketibe'nin mülk ve mahsûllerini ihtiyaç derecelerine göre, akrabaları, hanımları, Müslüman erkek ve kadınlar arasında bölüştürdü.616

Ganimetler arasında, Tevrat'tan müteaddit nüsha da vardı. Yahudiler bunların kendilerine iadesini taleb ettiler. Peygamber Efendimizin emriyle, Müslümanlar, Tevrat nüshalarını derhâl geri verdiler. Böylece, diğer dinlere karşı olan geniş müsamahalarını bu hareketleriyle göstermiş oldular. Bu hâdise, aynı zamanda, Müslümanların, Allah tarafından daha önceki peygambere gönderilmiş mukaddes kitaplara hürmet gösterdiklerinin bir ifadesiydi.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
YAHUDÎLERİN, PEYGAMBERİMİZİ ZEHİRLEMEYE KALKIŞMALARI

Peygamber Efendimizin bütün iyi niyet ve güzel muamelesine rağmen, Yahudilerin İslâm'a karşı gönüllerinde besledikleri kin ve düşmanlık ateşi bir türlü sönmüyordu. Her iyi muameleye karşı kötü bir hareketle, haince bir tertiple cevap vermeyi, âdeta kendilerine huy edinmişlerdi.

Hayber fethedilmiş, Peygamberimiz ashabıyla birlikte istira-hate çekilmişti. Savaşla Resûl-i Ekrem'i mağlûb edemeyen Yahudiler, bu sefer haince bir tertibin içine girdiler: Onu zehirlemeye karar verdiler! EJu vazifeyi, meşhur Yahudi Sellam b. Mişkem'in karısı Zeyneb üzerine aldı. Plân gereği, Zeyneb, bir dişi keçi kızarttı ve her tarafını tesirli bir zehirle zehirledi; ayrıca, Peygamber Efendimizin, davarın kol ve kürek etini daha çok sevdiğini de sorup öğrendiği için, keçinin oralarına daha da çok zehir serpti.

Dessas Yahudi kadını, kızartılmış, kebap edilmiş zehirli keçiyi alıp getirdi ve, "Ey Ebû'l-Kasım!.. Bunu sana hediye ediyorum!" diyerek Peygamber Efendimizin önüne koydu.

Kadın uzaklaşırken, Peygamber Efendimiz ve orada bulunan sahabîler de ortaya konulan etten yemeye hazırlandılar. Resûl-i Ekrem, etin sevdiği kürek kısmından bir lokma aldı; fakat yutmadan, sahabîlere, "Ellerinizi çekiniz! Şu kürek, etin zehirlenmiş olduğunu bana haber veriyor!"617 diye buyurdu.

Herkes elini çekti. Sâdece Bişr b. Bera Hazretleri, ağzına aldığı lokmayı yutmuştu. Et öylesine kuvvetli zehirliydi ki Hz. Bişr, oturduğu yerde birden morardı ve ânında şehid oldu.618

Peygamberleri öldürmekle iştihar bulan, zehirleme marifetini her milletten çok daha iyi beceren Yahudilerin bu teşebbüsü de akim kalınca, Peygamber Efendimiz, bu tertibe âlet olan Zeyneb'i huzuruna çağırdı. Zeyneb suçunu itiraf etti. Peygamber Efendimizin, "Neden bunu yaptın?" sorusuna şu cevabı verdi:

"Eğer gerçekten bir peygambersen, sana haber verilecek; dolayısıyla zarar görmezsin. Eğer peygamber değil de bir hükümdarsan kendimizi ve insanları senden kurtarmak için yaptım!"619

Bazı rivayetlere göre, hiç kimseden şahsî intikam alma duygusu taşımayan Peygamber Efendimiz, kadını öldürtmeyip af-fetmiştir.620 Bazı rivayetlerde ise, onu öldürttüğünden bahsedilir. Tahkik ehli demiş ki:

Hz. Resûlullah öldürtmemiş, fakat şehid olan Bişr'in veresesine vermiş, onlar kısas olarak öldürmüşler.621
 

müdavim

Üye Sorumlusu
HAYBER'DE YASAKLANAN ŞEYLER

Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hayber günü Müslümanlara dört şeyi yasakladı:

Esir alınan kadınlara dokunmayı,

Ehlî merkeplerin etlerini yemeyi,

Her yırtıcı, azı dişli hayvanın etini yemeyi,

Ganîmet mallarının bölüştürülmeden satılması veya satın alınmasını.622


FEDEK YAHUDÎLERİYLE ANLAŞMA YAPILMASI

Peygamber Efendimiz, Hayber'in fethinden sonra Muhayyi-sa b. Mes'ud'u, İslâmiyete davet etmek üzere, Medine'den iki konak mesafede bulunan Fedek köyünde oturan Yahudilere gönderdi. Fedek Yahudileri, birkaç kere şâir Yahudilerle birleşerek Medine üzerine yürümeyi kararlaştırmışlar, ancak buna muvaffak olamamışlardı.

Fedek Yahudileri, Resûlullah'ın elçisi Muhayyısa'nın sulh teklifini önce kabul etmediler. Sonra Peygamber Efendimizin üzerlerine yürüyüp, Hayber Yahudilerinin uğradıkları akıbete uğrayacaklarından korkup bu görüşlerinden vazgeçtiler ve sulh teklif ettiler. Peygamber Efendimiz onların bu teklifini kabul etti.

Yapılan anlaşmaya göre, kanları bağışlandı. Arazilerinin yarısı kendilerine bırakıldı, diğer yarısı ise Peygamber Efendimize mahsus kılındı. Şâir Müslümanlar arasında bölüştürülmedi. Zîra, Haşir Sûresinin altıncı âyetiyle, hiçbir askerî hareket yapılmadan barış yoluyla fethedilen yerler Peygamber Efendimize tahsis buyurulmuştur. Fedek'te aynı durum vuku bulduğu için alınan arazinin yarısı Peygamberimize kaldı.623 Resûl-i Ekrem Efendimiz, bunun gelirini, kendi zâtı, Haşîm Oğullarının küçükleri ile onların yetimlerini evlendirmek için sarf-ederdi.624

VADİ'L-KURA'NIN ALINMASI

Daha sonra Peygamber Efendimiz, ordusuyla Hayber'den ayrılıp Vadi'l-Kura'ya müteveccihen hareket etti. Burası, Hayber ve Teyma arasındaki köylerin bulunduğu bir yerdi. İslâm'dan evvel, Yahudiler buraya yerleşerek imar etmişlerdi.

Vadi'1-Kura Yahudileri de, Benî Kurayza Yahudilerinin Hendek Savaşında yaptıkları hainlikten dolayı cezalandırıldıktan sonra, civar Yahudileri de yanlarına alarak Medine üzerine yürümeyi kararlaştırmışlar, ancak bu fırsatı elde edememişlerdi.

Resûl-i Ekrem, buradaki Yahudileri önce İslâm'a davet etti; Müslüman oldukları takdirde kanlarının bağışlanacağını, mallarının da kendilerine bırakılacağını, kalblerinde gizlediklerinin hesabının ise Allah'a âit bir iş olduğunu bildirdi.625 Vadi'l-Kura ahalisi bu teklifi kabul etmeyip çarpışmaya hazırlandı.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, onları muhasara altına aldı. Muhasaranın ilk günü cereyan eden çarpışmada Yahudilerden 10 kadar adam öldürüldü.626

Resûl-i Ekrem, ikinci kere onları İslâm'a davet etti. Yine kabule yanaşmadılar ve mücâhidlere karşı koydular. Fakat mü-câhidlerin hücumuna karşı fazla dayanamadılar; henüz güneş bir mızrak boyu yükselmişti ki teslim olmak mecburiyetinde kaldılar.627

Burada, bol miktarda ganîmet elde edildi. Resûl-i Ekrem onları usûlüne göre beş kısma ayırdı; dört payını mücâhidler arasında bölüştürdü, bir payını da Beytû'l-Mâl'e ayırdı. Arazisi ise, Hayber'de olduğu gibi, orada bulunan ahaliye, mahsulâtının yarı yarıya bölüştürülmesi şartıyla bırakıldı.628
 

müdavim

Üye Sorumlusu
TEYMA YAHUDİLERİNİN CİZYE VERMEYİ KABUL ETMELERİ

Medine ile Şam yolu üzerinde Hayber ve Tebük arasında bulunan Teyma mevkiinde de Yahudiler oturuyorlardı. Peygamber Efendimizin Hayber ve Vadi'l-Kura'da yaptıklarını duymuşlardı. Bu sebeple, İslâm Ordusu buraya gelir gelmez, cizye vermeyi kabul ettiler. Dolayısıyla, yurtlarından ayrılmamış, topraklan da ellerinden gitmemiş oldu.629

HAYBER FETHİNİM ÖNEMİ

Hayber'in fethiyle hemen hemen Arabistan'daki bütün Yahudiler, İslâm Devletine tâbi duruma gelmiş sayılıyordu. Daha evvel de, Hudeybiye Sulhüyle müşriklerden gelebilecek herhangi bir tehlike önlenmiş bulunduğundan, bu fetihle İslâmiyet büyük bir serbesiyet imkânına kavuşuyordu.

Hudeybiye Sulh Anlaşmasıyla, müşriklerin, Yahudilerin yardımına koşmaları veya onlarla iş birliğine girişmeleri önlenirken, bu fetihle de Yahudilerin Kureyş müşrikleriyle herhangi bir iş birliğine teşebbüsleri bertaraf edilmiş olunuyordu. Artık, ne müşriklerden Yahudilere, ne de Yahudilerden müşriklere bir ümit ışığı kalmıştı. Böylelikle, Kureyş müşriklerinin Müslümanlara her zaman kullanmayı düşündükleri bir kollarını kaybetmiş sayılıyorlardı.

Bu fetih etrafta da büyük akisler uyandırdı. Çünkü, Hayber'in çok kuvvetli kalelere sahip bulunduğu, buradaki Yahudîle-rinse harb sanatını çok iyi bildikleri, harb malzemesi bakımından da üstün bir seviyede bulundukları, cesur adamlarının, yiğitlerinin oldukça fazla olduğu herkesçe biliniyordu.

Bütün bunlara rağmen, İslâm Ordusu karşısında mağlûb düşmeleri, hepsini korkutuyor, Müslümanların yenilmez bir güç hâlini aldıklarını bir kere daha anlıyorlardı. Nitekim, arzularıyla gelip İslâm hâkimiyetini kabul ederek boyun eğdiklerini bildirmişlerdir. Bu bakımdan, Hayber'in fethi, İslâm tarihinde önemli bir yer işgal eder.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
PEYGAMBERİMİZİN HZ. SAFİYYE İLE EVLENMESİ

Hayber fethinde esir alınanlar arasında Hz. Safıyye de bulunuyordu.

Asıl ismi "Zeyneb" olan Hz. Safıyye, Benî Nadir Reisi Hu-yey b. Ahtab'ın kızı idi. Annesi ise, Benî Kurayza Yahudileri eşrafından olan Semevel'in kızı Berre idi. Hayber Yahudileri reislerinden Rebi b. Hukayk'ın oğlu Kinane'yle yeni evlenmişti. Hayber günü Rebi öldürülünce dul kalmıştı. Müslümanlar tarafından da Kamus Kalesinin teslim olması sırasında esir alınmıştı.630

Esirler toplandığı zaman Dıhyetû'l-Kelbî, Resûl-i Ekrem E-fendimize gelip bir câriye istemişti. Peygamber Efendimiz de esirler arasından bir câriye almasına müsaade buyurmuştu. Bunun üzerine Hz. Dıhye, Hz. Safiyye'yi beğenip almıştı.631

Fakat, Ashab-ı Kiram, Hz. Safiyye'nin Hayber Reisinin gelini ve BenîNadir'in en şerefli bir ailesinin kızı olduğunu düşünerek bunu uygun görmedi. Hz. Resûlullah'a gelerek, "Yâ Re-sûlallah!.. Benî Kurayza ve Benî Nadirlerin reisi Huyey'in kızı Safiyye'yi Dıhye'nin alması uygun değildir! Onu ancak sen almalısın!" diyerek itiraz ettiler.632

Peygamber Efendimiz bu itirazı kabul etmediği takdirde Ashab-ı Güzin'in kalben rahatsız olacakları muhakkaktı. Bunun üzerine Efendimiz, Hz. Dıhye'ye başka bir kadın almasını emir buyurdu; Hz. Bilâl'i de, Hz. Safiyye'yi getirmeye gönderdi.

Hz. Bilâl 'in Hz. Safıyye 'yi Getirmesi

Hz. Bilâl, Hz. Safiyye'yi, yine esir düşen amcası kızıyla alıp getirirken, onları Yahudi erkeklerinden iki kişinin cesedinin yanından geçirdi. Amcası kızı bu manzarayı görür görmez feryad ve figana başladı; yüzünü parçalayıp, başına topraklar saçtı.

Uzaktan durumu farkeden Resûl-i Ekrem Efendimiz, yanına gelen Hz. BilâPe, "Ey Bilâl!.. Senden merhamet ve şefkat duygusu sökülüp atıldı mı ki bu kadıncağızları ölülerinin yanından geçirdin?"633 buyurdu.

Hz. Bilâl, mahçub mahçub huzurda boynunu büktü ve, "Yâ Resûlallah!.. Zâtınızın bundan rahatsız olacağını tahmin etmemiştim." diyerek özür diledi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Safıyye'yi arka tarafına almalarını emrederek üzerine de omuz atkısını örttü. Bunun üzerine sahabîler, Peygamber Efendimizin onu kendisine başkumandanlık hakkı [safıy] olarak aldığını anladılar.634

Peygamber Efendimizin harb sonrası bir prensibi de, mağlûb ettiği veya teslime mecbur bıraktığı düşmanla uzlaşma yoluna gitmesi idi. Hz. Safiyye ailesi, Yahudiler arasında itibarlı ve şerefli bir aileydi. Elbette, onun mevkiinin muhafazası, İslâmiyet ve Müslümanlar için iyi neticeler ve faydalar doğurabilecekti. Bir diğer husus da, Resûl-i Ekrem'in bazı evliliklerinde siyasî durumu göz önünde bulundurmasıydı. Bir kabilenin veya bir kavmin ileri gelenlerinden birinin kızını almakla, o kavmi, o kabileyi, düşman ise İslâmiyete ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarını en azından hafifletip yumuşatıyor, dost ise bu dostluğun daha da kuvvet bulmasını sağlıyordu. Hz. Cüveyriye ve Hz. Ümmü Habibe ile evlenmelerinde bu hususlar gayet açık görülür.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Hz. Safiyye 'nin Tercihi

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Safiyye'ye İslâm'ı anlattı ve, "Eğer Müslüman olursan, ben seni kendime zevce edineceğim; şayet Yahudiliği tercih edecek olursan seni âzad ederim, sen de gider, kavmine kavuşursun!"635 buyurdu.

Resûl-i Kibriya Efendimizle bir kerecik olsun görüşüp kendisinden birkaç kutsî kelâm duyan Hz. Safıyye, tercihini doğru yaparak, aynı zamanda kalbinin safiyetini ve derin anlayışını açıkça ortaya koydu: "Yâ Resûlallah!.. Siz beni İslâmiyete davet etmeden önce, konak yerine geldiğimde, Müslümanlığı ar-zulamış ve seni tasdik etmiş bulunuyordum! Yahudilikle benim hiçbir ilgim kalmamış ve ona artık ihtiyacım da yoktur. Hayber'de de artık ne babam ne de kardeşim vardır! Sen, beni küfürle İslâmiyetten birini seçmekte serbest bırakıyorsun! Allah ve Allah'ın Resulü, bana âzad edilmemden ve kavmimin yanına dönmemden daha sevgilidir! Ben onları tercih ediyorum!"636

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Hz. Safiyye'yi hürriyetine kavuşturdu ve onu Ezvac-ı Tâhirat arasına katarak şereflendirdi.637

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Safıyye ile Hayber'de gerdeğe girmedi. Sibar mevkiine geldiği zaman ise, Hz. Safıyye bu işe muvafakat etmedi. Ancak, Hayber'den 12 mil kadar uzaklaştıktan sonra Sahba'da muvafakat etti. Peygamber Efendimiz, "Sibar'da konmak istediğim zaman razı olmamanın sebebi neydi?" diye sorunca, Hz. Safıyye, "Yâ Resûlallah!.." dedi, "Yahudilerin yakınında sana bir zararın gelebileceğinden korkmuştum. Onlardan uzaklaşınca emniyete kavuştum!"638

Resûl-i Ekrem Efendimiz, onun bu bağlılığından memnun oldu.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Sahba mevkiinde Hz. Safıyye ile kendisine âit çadırda gerdeğe girdi.

Hz. Safıyye 'nin Rüyasını Anlatması

Peygamber Efendimiz, Hz. Safıyye'nin yüzünde bir darbe çürüğü gördü. Sebebini sordu. Hz. Safıyye izah etti:

"Kinane, b. Rebi ile evlendiğim ilk gece bir rüya görmüştüm. Rüyamda Medine tarafından bir ayın gelip kucağıma düştüğüne şâhid oluyordum. Bunu Kinane'ye anlatınca kızdı ve, 'Sen ancak Hicaz Hükümdarı Muhammed'e varmak istiyorsun!' diyerek yüzüme bir tokat vurdu. Onun izi kaldı."639

Hz. Ebû Eyyûb 'un Fedakârlığı

Hz. Ebû Eyyûb el-Ensârî, kılıcını kuşanıp o gece sabaha kadar çadırının etrafında dolaşarak Peygamber Efendimizi beklemişti.

Resûl-i Kibriya Efendimiz, sabahleyin erkenden çadırından çıkınca, Hz. Ebû Eyyûb tekbir getirdi. Peygamber Efendimiz onu elinde kılıç, çadırın yanında görünce, "Yâ Eba Eyyûb!.. Nedir bu hâlin?.." diye sordu.

Bütün gece gözü uyku tutmayan fedakâr sahabî, "Yâ Resûl-allah!.." dedi, "Harbte babasını, kardeşini, kocasını, amcasını, akraba ve taallûkatını kaybeden ve henüz yeni Müslüman olan bu kadından sana bir zarar gelebileceğinden korktum da çadırını bekledim!"640


Resûl-i Kibriya Efendimiz, mübarek tebessümleri arasında, "Allah, seni hayra erdirsin!" diye buyurdu ve arkasından ona şu duayı yaptı:

"Allah'ım!.. Beni koruyarak gecelediği gibi, sen de Ebû Eyyûb'u koru!"
641
 

müdavim

Üye Sorumlusu
MÜCÂHİDLERİN SABAH NAMAZINI KAÇIRMALARI

Resûl-i Kibriya Efendimiz, Ashab-ı Kiram'la Medine'ye yaklaşmıştı. Sabah namazı vaktine de fazla bir zaman kalmamıştı. Mücâhidler, bütün gece yol aldıkları için, bir nebze istirahat etmek maksadıyla, Peygamber Efendimizin emriyle bir yerde konakladılar.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Sabah namazı vaktinizi kim bekleyecek? Belki uyuyabiliriz." diye Ashab-ı Kiram'a sordu.

Hz. Bilâl ayağa kalkıp, "Ben beklerim yâ Resûlallah!.." dedi.

Bunun üzerine, Resûl-i Ekrem Efendimizle mücâhidler uyudular.

O arada Hz. Bilâl de namaza durdu. Uzun müddet namaz kıldı. Sonra çökmüş devesine yaslanarak sabah namazı vaktini gözlemeye başladı. Bu arada uykuya daldı. Mücâhidlerin "İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciûn." demeleriyle ancak uyanabildi. Güneş doğmuş, her taraf aydınlanmıştı!

Resûl-i Ekrem Efendimiz, telâşla, "Ey Bilâl!.. Nedir bu yaptığın bize?.." diyerek sitem etti.

Hz. Bilâl, "Anam babam, sana feda olsun yâ Resûlallah!.. Senin ruhunu tutan Kudret, benim de ruhumu tuttu, bırakmadı!" deyince, Resûl-i Ekrem Efendimiz gülümseyerek, "Doğru söyledin!" buyurdu.642

Sahabîlerin uyuyakaldıkları vadiden çıkılınca, Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Burası, şeytanların eğleştiği bir vadidir!" buyurdu ve abdest aldıktan sonra Hz. BilâPe, "Ey Bilâl!.. Ezanı oku!" diye emretti.

Ezan okununca Müslümanlar toplandı.

Peygamber Efendimiz onlara, "Sabah namazının sünnetini kılınız." buyurdu.

Sünnet kılındıktan sonra Peygamber Efendimiz, "Ey Bilâl!.. Kamet getir." dedi.

Hz. Bilâl kamet getirdi.

Peygamber Efendimiz, imam olup namazı kıldırdıktan sonra, Ashab-ı Kiram'a döndü ve, "Herhangi biriniz, uyur veya unutuverir de namazını geçirirse, onu vaktinde kıldığı şekilde kılsın, kaza etsin." diye buyurdu.643

MEDİNE'YE DÖNÜŞ

Fahr-i Kâinat Efendimiz, bütün bu olup bitenlerden sonra mücâhidlerle birlikte tekrar Medine'ye doğru yol aldı. Uhud Dağı görününce, "Biz Uhud'u severiz, Uhud'da bizi!.." diye buyurdu. Ordusuyla Medine'ye girerken de, "Yâ Rabbi!.. Sen-dan başka mâbud yoktur; yalnız Sen varsın. Senin ortağın yoktur; bütün mülk Senindir. Bütün hamd de Senindir. Allahım!.. Biz, Sana yöneldik; günahlarımızdan tövbe ediyoruz. Biz, ancak Rabbimize ibâdet, Rabbimize secde, Rabbimize hamd ederiz. Rabbimiz va'dinde sâdıktır; kuluna (Muhammed'e) nusret etmiştir, yalnız başına bütün düşman topluluklarını hezimete uğratıp sindirmiştir."644 diye dua etti.*

Peygamber Efendimiz, herhangi bir gazadan, hacdan veya bir umreden döndüklerinde, bir dağ başına çıkınca, yahut düz, yüksek bir sahaya varınca üç defa tekbir getirdikten sonra hep bu duayı yapardı.


--------------------------------------------------------------------------------

602 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 110; Ibn-i Kesir, A.g.e., c. 3, s. 376-377; Halebî, Insanû'l-Uyûn, c. 2, s. 744.
603 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 352-371.
604 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 352.
605 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 369.
606 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 107.
607 Müslim, Sahih, c. 4, s. 1946.
608 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 4, s. 35.
609 Müslim, A.g.e., c. 4, s. 1946.
610 Buharî, Sahih, c. 3, s. 53-54; Müslim, Sahih, c. 4, s. 1947.
611 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 364.
612 Fetih, 18-19.
613 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 108; Müslim, Sahih, c. 4, s. 1946.
614 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 107.
615 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 363.
616 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 365-367.
617 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 352; Ebû Davud, Sünen, c. 4, s. 175.
618 Halebî, İnsanû'l-Uyûn, c. 2, s. 767.
619 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 352; Taberî, Tarih, c. 3, s. 95; ibn-i Kesir, Sîre,c. 3, s. 397.
620 Kastalanî, Mevahibû'l-Ledünniye, c. 1, s. 181.
621 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 107; Halebî, İnsanû'l-Uyûn, c. 2, s. 769.
622 İbn-i Hişam, Sîre, c. 3, s. 345.
623 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 368.
624 Muhammed el-Huderî, Nuru'l-Yakîn, s. 195.
630 ibn-i Hişam, Sîre, c. 3, s. 350; Ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 8, s. 120.
631 Ebû Davud, Sünen, c. 3, s. 153.
632 Ahmed-i Ibn-i Hanbel, Müsned, c. 3, s. 102.
633 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 351.
634 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 351.
635 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 3, s.123.
636 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 3, s.121-123.
637 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 3, s.121-125.
638 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 3, s.122-123.
639 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s.351; ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 121.
640 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s.351; ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 126.
641 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 354-355
642 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 355.
643 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 355; ibn-i Kayyım, Zâdû'l-Maad, c. 2, s. 163.
644 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 123-124.
 

müdavim

Üye Sorumlusu

Kaza Umresi

(Hicret 'in 7. senesi Zilkade ayı / Milâdî 628)
Bu tarihten bir sene önce, Peygamber Efendimiz ve Ashab-ı Kiram'in Kabe'yi ziyaret edip umre yapmalarına, Kureyş müşrikleri mâni olmuşlar ve imzalanan Hudeybiye Anlaşmasıyla Resûl-i Ekrem ve Müslümanların bu niyet ve arzularının tahakkuku bir sene sonraya bırakılmıştı.

Cenâb-ı Hakk'ın yardımıyla, Peygamber Efendimiz, bu bir sene zarfında birçok muvaffakiyet elde etmişti. Devrin hükümdarlarını İslâm'dan haberdar etmiş ve onları İslâm'a davette bulunmuştu. Bunlardan bir kısmı İslâmiyetle müşerref olmuşlardı. Ayrıca Hayber'i fethederek, hemen hemen Arabistan Yarımadasında bulunan bütün Yahudileri tesirsiz hâle getirmişti. Yine, İslâmiyetin gittikçe güç kazandığını, kuvvet elde ettiğini göstermek babında da birçok kabîleye askerî birlik göndererek onları itaat altına almıştı.

Bütün bunlardan sonra, Kabe'yi ziyaret ve umrenin îfası zamanı gelmiş bulunuyordu.

Resûl-i Kibriya Efendimiz, Zilkade ayı girince, ashabına umre için hazırlanmalarını emretti. Bu emre göre, Hudeybiye Seferine katılmış bulunanlardan hayatta olanların hiçbiri geri kalmayacaktı.645

O sırada Medine'ye taşradan gelmiş kimsesiz ve yardıma muhtaç birçok Müslüman vardı. Efendimize başvurarak, "Yâ Resûlallah!.. Bizim ne azığımız, ne de bizi doyuracak bir adamımız var." diyerek durumlarını arzettiler.

Resûl-i Ekrem, ihtiyacı olanlara yardım etmelerini, onlara bakmalarını Medine halkına duyurdu. Bunun üzerine Ashab-ı Kiram, "Yâ Resûlallah!.." dediler, "Biz, sadaka olarak neyi verelim? Verecek hiçbir şey bulamıyoruz ki!.."

Resûl-i Zîşan Efendimiz, "Ne olursa... İsterse yarım hurma olsun!" buyurdu.

MEDİNE'DEN AYRILIŞ

Server-i Kâinat Efendimiz, yerine Uveyf b. Azbat'ı vekil bırakıp, umre için hazırlanmış bulunan iki bin civarındaki Müs-lümanla Medine'den Mekke'ye, Beytullah'a doğru yola çıktı.646 Müslümanlar yanlarında 60 kurbanlık deve sürüyorlardı. Peygamber Efendimiz, kendi kurbanlık devesini bizzat mübarek elleriyle işaretlemişti.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, ayrıca, Kureyş müşrikleri tarafından herhangi bir saldırı ve karşı koymaya mâruz kalabilirler düşüncesiyle 100 at ve miğfer, zırh gömlek ve mızrak gibi harb silâhları da almıştı. Hâlbuki, yapılan anlaşma gereği, beraberinde sâdece yolculuk silâhı sayılan kılıç olacak ve o da kınına sokulu vaziyette bulunacaktı. Öyle ise va'dinde hiçbir zaman hulf etmeyen Hz. Resûlullah, neden böyle hareket ediyordu? Bu husus, sahabîlerin nazarından kaçmadı. Sordular: "Yâ Resûlallah!.. Müşriklerle, sâdece kınına sokulu kılıçla geleceğine dair ahdin vardı. Hâlbuki, sen silâh taşımaktasın!"

Hz. Fahr-i Âlem, sebebini izah etti: "Biz, bu silâhları Ha-rem'e, Kureyşlilerin yanına götürmeyeceğiz; fakat her ihtimale karşı yanımızda bulunduracağız!"647
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Peygamberimizin İhrama Girişi

Müslümanların kalbi heyecan ve sevinçle atıyordu. Muhacirlerin duydukları sevinç ve heyecan ise tarife sığacak gibi değildi: Yedi sene önce terk etmek zorunda kaldıkları baba ocağına kavuşacaklar, Kâbe-i Muazzama'yı ziyaret edeceklerdi! Hepsinden de mühimi, kendilerini hakir gören, kendilerine olmadık eziyet ve işkencelerde bulunan Kureyş müşriklerine İslâm'ın izzet, şeref, azamet ve haşmetini göstereceklerdi. Bu sebeple gönülleri heyecan doluydu!

Zülhuleyfe mevkiine varılınca, Resûl-i Ekrem Efendimiz, Muhammed b. Mesleme'nin kumandanlık ettiği süvarilerle birlikte silâh yüklerini ve kurbanlık develeri önden gönderdi ve orada ihrama girdi.648

Artık, etraf Allah Resulü ve Müslümanların telbiye sadâla-rıyla âdeta sarsılıyordu:

"Lebbeyk, Allahümnne Lebbeyk! Lebbeyke lâ şerike leke Lebbeyk! İnnel Hamde venni'mete leke ve'l-Mülk! Lâ şerike leke."649

Müşriklerin Korku ve Telâşı

Önden giden Muhammed b. Mesleme komutansındaki 100 atlı birliği ve beraberinde götürdükleri silâhlar, Merruzzehran mevkiinde müşriklerin birkaç adamı tarafından görüldü.

"Nedir bunlar?.." diye sordular.

Muhammed b. Mesleme, "Resûlullah'ın (a.s.m.) süvarileridir." dedi ve devam etti: "Kendileri de inşallah yarın sabah burada olacaklardır!"650

İhrama girme yerleri şunlardır: Medinelilerin Zülhuleyfe, Şamlıların Cuhfe, Iraklıların Zât-ı Irk, Necidlilerin Karn, Yemenlilerinki ise Yelemlem...Adamlar şaşkına döndüler ve son sür'at yol alarak haberi Mekke'ye ulaştırdılar. Müşrikleri, bir korku ve telâş sardı. "Muhammed, üzerimize yürüyor!" diyerek durumdan birbirlerini haberdar ettiler.

Gerçi Hz. Resûlullah, Hendek Harbinden sonra, "Artık, onlar bizim üzerimize değil, biz onların üzerine yürüyeceğiz!" buyurmuşlardı; ama bu sefer, o gayeyle tertip edilmiş değildi. Sâdece, anlaşmada da belirtildiği gibi, Kabe'yi tavaf etmek, umrelerini yapmak maksadıyla yola çıkmışlardı.

Buna rağmen müşrikler fazlasıyla endişeye kapıldılar. Derhâl Resûl-i Ekrem Efendimize işin gerçek mahiyetini öğrenmek için adamlarını gönderdiler.

Peygamber Efendimiz, Merruzzehran 'da

Telbiye sadâlarıyla Zülhuleyfe'den ayrılan Peygamber Efendimiz, Müslümanlarla birlikte Merruzzehran'a geldi. Oradan bütün silâhlan Batn-ı Ye'cec mevkiine gönderdi. Silâhlan beklemek üzere de Evs b. Havlî başkanlığında 200 kişiyi vazifelendirdi.651

Resûl-i Ekrem, Batn-ı Ye 'cec 'de

Daha sonra Peygamber Efendimiz, ashabıyla yol alarak oradan Mekke'nin rahatlıkla görüldüğü Batn-ı Ye'cec mevkiine vardı.

Bu sırada Kureyş temsilcileri çıkıp geldi. "Yâ Muhammed!.." dediler, "Herhalde sana, bizim küçük veya büyük herhangi bir hıyanetimiz, vefasızlığımız haber verilmiş değildir. Buna rağmen, Harem'e, kavminin yanına, böyle silâhlı mı gireceksin? Hâlbuki, oraya, yolcu silâhı olan kınlarına sokulu kılıçlardan başka bir şeyle girmemek şartını kabullenmiştin." Peygamber Efendimiz, meseleyi izah etti: "Harem'e kınlarında sokulu kılıçlardan başka silâhla girecek değiliz! Ben çocukluğumdan beri hayatımın her safhasında ancak verdiğim sözde durmakla, vefakârlıkla tanınmış, bilinmişimdir! Fakat, silâhların bana yakın bir yerde bulunmasını isterim!"

Kureyş Baştemsilcisi Mikrez b. Hafs, aynı sözleri tasdik etti: "Senden beklenen, sana yaraşan da iyilik ve vefakârlıktır!"652

Mekke 'nin Boşaltılması

Durum, temsilciler tarafından sür'atle Kureyşlilere ulaştırıldı. İçlerini kemiren düşmanlık duygusunun eseri olarak, Müslümanların bu muhteşem sevinç ve nurânî bayramlarını yakından temâşâ etmemek için, Kureyşliler, Mekke'yi boşalttılar.653
 

müdavim

Üye Sorumlusu
PEYGAMBER EFENDİMİZ, MEKKE'DE

Hz. Resûlullah, müstesna bir ihtişam ve vekarla, devesi Kasva'nın üzerinde Mekke'ye girdi. Müslümanlar, etrafında tecessüm etmiş nurdan yıldızları andırıyorlardı. Bu yıldızların arasında Server-i Kâinat Efendimiz, bir güneş gibi parlıyordu. Tam bir intizam ve haşmet içinde adım adım Kâbe-i Muazza-ma'ya, Beytullah'a yaklaşıyorlardı. "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk!" nidaları Mekke'nin her tarafına yayılıyor, dağlar, taşlar bu nurânî sadâya cevap veriyorlardı. Müşrikler ise bu kuydu yerlerde, dağ başlarında âdeta bu ulvî sadâya kulaklarını tıkamış, bu haşmetli manzara karşısında gözlerini kapatmışlardı.

Kasva'nın yuları Şâir Abdullah b. Ravaha'nın elindeydi. Hz. Resûlullah'ın önünde gidiyor ve şu şiirini söylüyordu:

"Ey kâfir oğulları!.. Resûlullah'ın yolundan çekiliniz! "Rahman olan Allah, onun hak peygamber olduğuna dair â-yetler indirdi.

"Bütün hayır ve iyilik Allah Resulünde ve onun yolundadır.

"En hayırlı, en şerefli ölüm de onun yolunda çarpışarak ölmektir!"654


Bu ulvî ve nurânî manzara arasında Resûl-i Ekrem ve Müslümanlar, telbiyelerle Beytullah'a vardılar. Resûl-i Ekrem, Mescid-i Haram'a girince, omuz ihramının bir ucunu sağ koltuğunun altından alıp sol omuzunun üzerine atarak sağ omuzunu açtı ve, "Bugün, kendisini, şu şirk ehline kuvvetli ve zinde gösterecek olan kahramanları, Allah rahmetiyle yargılasın, esirgesin!"655 buyurdu.

Sonra, sahabîlere, Kâbe-i Muazzama'yı üç kere koşa koşa ve omuzlarını silke silke tavaf etmelerini emretti*656 Zîra, Kureyş müşrikleri, "Yanımızdan çıkıp gittikten sonra Muhammed ve ashabı hastalık ve yoksulluğa uğramıştır!" şeklinde dedikoduda bulunarak, bir nevi kendilerini teselli etmeye çalışıyorlardı.

Cenâb-ı Hakk, bütün bu dedikodularını sevgili Resulüne bildirdiği için, o da Ashab-ı Kiram'a güçlü ve kuvvetli görünmelerini emrediyordu.

Kabe 'yi Tavaf

Hâtemû'l-Enbiya Efendimiz, Kasva'nın üzerinde idi. Kas-va'nın yuları ise Abdullah b. Ravaha'nın elindeydi. Sahabîler de sağ omuzlarını açmış, tavaf için bekliyorlardı.Peygamber Efendimiz, Hacerü'l-Esved'in yanına vardı ve elindeki değnekle dokunarak onu istilâm etti; sonra da değneği öptü. Ashab-ı Kiram da aynı şeyi yaptı.

Ashab-ı Güzin, tavafın ilk üç devresinde, Peygamberimizin emri gereği, hızlı hızlı ve çalımlı yürüdüler. Üç tavafı böylece tamamladılar.

Abdullah b. Ravaha, hem Kabe'yi tavaf ediyor, hem de şiir söylemeye devam ediyordu:

"O Allah'ın ismiyle başlarım ki, dininden başka gerçek din yoktur O'nun...

"O Allah'ın ismiyle başlarım ki, Muhammed Resulüdür O'nun!..

"Çekilin, ey kâfir oğulları, Resûlullah'ın yolundan!.."
657 Hz. Ömer, bu hareketinden hoşlanmadı:

"Ey İbn-i Ravaha!.. Sen, Resûlullah'ın önünde, Allah'ın Ha-rem'inde bu şiiri söyleyip duracak mısın?" diyerek susmasını istedi.

Hz. Ömer'e şâirine bedel Resûl-i Zîşan Efendimiz, "Ey Ö-mer!.. Ona mâni olma! Vallahi, onun sözleri, bu Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha çok tesirlidir."658 diyerek cevap verdi; sonra da Abdullah b. Ravaha'ya dönerek, "Devam et, devam et, ey İbn-i Ravaha!.." dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer sustu.659

Aradan bir müddet geçtikten sonra Resûl-i Zîşan Efendimiz, Abdullah b. Ravaha'ya, "Allah'tan başka ilâh ve mâbud yoktur, bir olan O'dur, va'dini gerçekleştiren O'dur, Bu kuluna nusret veren O'dur, askerlerine kuvvet veren O'dur, toplanmış bulunan kabîleleri bozguna uğratan da yalnız O'dur."660 mealindeki duayı okumasını emretti.

Ashab-ı Kiram da, Hz. Resûlullah'ın öğrettiği bu duayı hep bir ağızdan söylemeye başladılar.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Müşriklerin Şaşkınlığı

Yürekleri düşmanlık, hınç ve kıskançlık dolu müşrik ileri gelenleri, Hz. Resûlullah Efendimizle Ashab-ı Kiram'ı gözetlemek maksadıyla dağ başlarına çıkmışlardı.

Müslümanların, koşa koşa ve omuzlarını silke silke Kâbe-i Muazzama'yı üç kere tavaf ettiklerini görünce, "Demek, Medine'nin humması, sıtması onları zaîf düşürmemiş! Baksanıza, yürümeye kanaat etmeyip, silkine silkine koşuyorlar!" (16) diyerek şaşkınlık ve hayretlerini izhar etmekten kendilerini alamadılar.661

Sa 'y Yapılması

Peygamber Efendimiz, Kabe'yi yedi kere tavaf ettikten sonra Makam-ı İbrahim'de iki rekât tavaf namazı kıldı; daha sonra sa'y yapmak üzere Safa Tepesine çıktı. Yine, devesi Kasva'nın üzerinde olduğu hâlde, Safa ile Merve Tepeleri arasında yedi kere sa'y yaptı. Merve'de, sa'y tamamlandıktan sonra da kurbanların kesilmesine geçildi. Müslümanlar da Merve'de Hz. Resûlullah'la birlikte kurbanlarını kestiler. Yine, burada, as-habtan Hıraş b. Ümeyye, Resûl-i Ekrem Efendimizin başını kazıdı. Sahabîler de başlarını tıraş ettiler.662

Böylece, Hz. Fahr-i Âlem Efendimizin Hudeybiye Seferinden önce görmüş olduğu rüya aynen çıkmış oluyordu!

Hz. Bilâl 'in Ezan Okuması

Umre tamamlandıktan sonra, Hz. Fahr-i Kâinat, Kabe'nin i-çine girmek istedi. Ancak müşrikler, "Bu, anlaşmamızda yoktu!" diyerek müsaade etmediler.

Öyle vakti girmişti. Kabe'ye girmesine müsaade edilmeyen Resû!-i Ekrem, Hz. Bilâl'e Kabe'nin üzerine çıkarak öğle ezanını okumasını emretti. Peygamber Efendimiz ve Müslümanlar, Hz. Bilâl'in yanık sesiyle okuduğu ezanı huşu ve huzur içinde dinlerken, müşrik ileri gelenleri tedirgin ve üzgün görünüyorlardı. Her birinin ağzından çeşit çeşit nahoş lâflar çıkıyordu: Ebû Cehil'in oğlu İkrime, "Allah, Ebû Cehil'e, bu kölenin söylediğini işittirmemek ihsanında bulunmuştur!" dedi. Müşrik Safvan b. Ümeyye, "Şükür ki Allah, bunları görmeden babamı aldı, götürdü!" diyerek tedirginliğini ifade ediyordu. Hâlid b. Esid ise, hâdiseden duyduğu üzüntüyü, "Şükürler olsun Allah'a ki, babamı öldürdü de, Bilâl'in Kabe üzerine dikilip bağırdığı bu zamanı görmedi!" diyerek ifade ediyordu. Bu arada, ezanı işitince hiçbir şey söylemeden yüzünü kapayanlar da görülüyordu.663

Onlar kin, düşmanlık ve kıskançlıklarından dolayı böyle çirkin lâflar ederken, Ashab-ı Kiram ise saf bağlamış, Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın huzurunda el pençe namaza duruyorlardı. Öğle namazı burada eda edildi.

HZ. MEYMÛNE'NİN PEYGAMBERİMİZE NİKAHLANIŞI

Asıl ismi "Berre" olan Hz. Meymûne, Peygamber Efendimizin amcası Hz. Abbas'ın hanımı Ümmü'1-Fadl ile Hz. Cafer'in hanımı Esmâ'nın kız kardeşi idi. Kocasının ölümüyle dul kalmıştı.664

Hz. Abbas, Peygamber Efendimizin onu almasını arzu ediyordu. Bu sebeple Efendimizi her gördüğünde ondan medih ve takdirle bahsederdi. Son olarak Resûl-i Ekrem Efendimiz, umre için Medine'den yola çıkıp Cuhfe'ye gelip konduğu sırada, Hz. Abbas gidip orada kendisiyle buluşmuştu. O arada Efendimize, "Yâ Resûlallah!.. Meymûne bint-i Haris, dul kaldı. Onu kendine zevceliğe kabul buyursan olmaz mı?" diye teklifte bulundu. Peygamber Efendimiz de bu teklifi kabul etti.665

Resûl-i Ekrem, henüz Mekke'den ayrılmamıştı. Hz. Resü-lullah'ın kendisine dünür olduğu haberini devesinin üzerinde iken alan Hz. Meymûne, "Deve de, üzerindeki de Resûlullah'-ındır!" diyerek memnuniyet ve sevincini izhar edip kendisini Efendimize bağışladı.666

Hz. Abbas da, bunun üzerine, Peygamberimizden 400 dirhem mehir alan Hz. Meymûne'yi ona nikahladı.667
 

müdavim

Üye Sorumlusu
PEYGAMBERİMİZİN, MEKKE'DE BİRAZ DAHA KALMAK İSTEYİŞİ

Peygamber Efendimizin, Hz. Meymûne'yle evlenmesinde Kureyş müşrikleriyle arasında bulunan gerginliği bir derece yumuşatmak maksadını güttüğü de söylenebilir. Zîra, bir müddet daha kalıp Kureyşlilerle konuşma fırsatını elde etmek için bunu vesile kılmak istediğini görüyoruz. Hudeybiye Muahedesine göre tesbit edilen kalma müddeti üç gündü. Üç gün dolunca Efendimiz, Kureyş ileri gelenlerine, "İsterseniz, ailemle evlenme merasimini yapmak üzere burada üç gün daha kalayım ve tertipleyeceğim düğün ziyafetine sizi de davet edeyim" diye teklifte bulundu. Fakat, Kureyş ileri gelenleri bunu kabul etmediler. Temsilci göndererek, Peygamberimizden Mekke'den çıkıp gitmesini istediler.

O sırada Efendimizin yanında Medineli Müslümanların ileri gelenlerinden Sa'd b. Ubade vardı. Kureyş temsilcilerinin Re-sûl-i Kibriya Efendimize sert konuştuklarına tahammül edemedi ve onlardan biri olan Süheyl b. Amr'a, "Burası ne senin, ne de babanın toprağıdır. Vallahi, Resûlullah (a.s.m.) buradan ancak anlaşma hükmü gereği kendi rızasıyla çıkar. Yoksa zorla çıkıp gitmez." diyerek çıkıştı.

Bunun üzerine Kureyş'in iki temsilcisi seslerini kestiler.

Peygamber Efendimiz ise, bu manzaraya tebessüm buyurdular.668

Mekke 'de Kalma Müddeti Dolunca!

Hudeybiye Anlaşması gereğince, Mekke'de kalma müddeti olarak tâyin edilen üç gün dolmuştu.

Hayatı boyunca düşmanıyla dahi ahdini bozmamış bulunan Hz. Fahr-i Âlem Efendimiz, gönülden kalmayı arzu ettiği hâlde, ahdine muhalif düşmemek için Mekke'yi, Kâbe-i Muazza-ma'yı terk etmek zorunda kalıyordu. Aslında bu bir mânâda uzaklaşmak değil, Mekke'yi fethetme zamanına günbegün yaklaşmaktı. Bundan sonraki her gün, her saat Mekke'nin fethini, onunla birlikte gönüllerin fethini de yakınlaştıracaktı.

Bu üç gün zarfında Müslümanlar, Mekke'deki birçok akra-basıyla görüşme imkânına da kavuşmuşlardı. îman hakikatlerini ve İslâm ahlâkının güzellik, yücelik, nezaket ve nezahetini dürüst davranışlarıyla ortaya koyma fırsatını bulmuşlardı. Doğru îslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu müşriklerin de gözleri önünde nurânî bir manzara hâlinde sergilemişlerdi. Bunun neticesinde müşrik azılıları hâriç, halktan birçok kimsenin gönlünde îman ve İslâm'a karşı sıcak bir ilgi, samimî bir istek uyanmıştı. Âdeta, mekke fethedilmeden evvel, halkından birçoğunun gönlü fethe hazır hâle gelmişti!

"Amca!.. Amca!.. "

Resûl-i Ekrem Efendimiz, ashabıyla Mekke'den ayrıldığı sırada, arkasından masum bir ses duydu: "Amca!.. Amca!.."

Dönüp baktılar. Sesin sahibi, "Şehidlerin Efendisi" Hz. Hamza'nın biricik kızı Ümame idi. Mekke'de bulunuyordu. Sesinde bir imdat, bir "Beni kurtarın bu şirk diyarından!.." ifadesi ve mânâsı vardı! Ve sanki, bütün Mekke, bir ağız olmuş, "Beni bırakma!" diye bu biricik yavruyla birlikte imdat ditiyordu.

Kalbi şefkat ve merhamet deryasını andıran Resûl-i Ekrem, döndü, minicik yavrunun elinden tutup Medine'ye beraberinde getirdi.669

Peygamberimiz, Şerifte Resûl-i Ekrem Efendimiz, ashabıyla Mekke'den ayrıldıktan sonra Şerif mevkiinde konakladı. Orada Hz. Meymûne'yle evlendi.670

MEDİNE'YE DÖNÜŞ

Peygamber Efendimiz, akşamleyin Şeriften ayrılıp geceleri yola devam etti. Zilhicce ayı içinde Medine'ye geldi.671

Hz. Hamza'nın Kızı Ürname 'nin Hz. Cafer'e Teslim Edilmesi

Hz. Hamza'nın Selma bint-i Ümeys'ten doğan kızı Ümame, Mekke'ye getirilince, üzerinde münakaşa çıktı.

Peygamber Efendimiz, Hz. Zeyd b. Harise ile Hz. Hamza'yı birbirine kardeş yapmıştı. Hz. Zeyd buna istinaden şehâdetin-den sonra Hz. Hamza'nın çocuklarının velisi ve vasisinin kendisi olduğunu söyledi ve, "Kardeşimin kızını görüp gözetmeye, ben daha lâyık ve haklıyım!" dedi.

Hz. Cafer bunu duyunca itiraz etti: "Teyze de bir annedir. Zevcem Esma bint-i Ümeys, Ümame'nin teyzesidir. Bu bakımdan onu görüp gözetmeye ben daha lâyık ve haklıyım!"

Hz. Ali ise, buna kendisinin daha lâyık olduğunu iddia etti. "Amcamın kızını müşriklerin arasından çıkarıp getiren benim." dedi, "Siz ona, neseben benim kadar yakın değilsiniz. Onu görüp gözetmeye ben, sizden daha haklı ve lâyıkım!"

Meseleyi neticeye bağlamak, Hz. Resûlullah'a kalmıştı:

"Ey Zeyd!.. Sen, Allah'ın ve Resulünün dostusun! Ey Ali, sen de benim kardeşim ve arkadaşımsın! Ey Cafer, sen de bana yaratılış ve huyca en çok benzeyensin!" dedikten sonra, kararı şöyle verdi:

"Ey Cafer!.. Ümame'yi görüp gözetmeye, sen daha lâyık ve haklısın; çünkü, onun teyzesiyle evli bulunuyorsun! Kadın ne teyzesi, ne de halası üzerine nikahlanıp gelemez!"672

Hz. Resûlullah bu hükmü verince, Hz. Cafer sevincinden birden ayağa kalktı; Peygamber Efendimizin çevresinde tek ayak üzerinde seke seke yürümeye başladı.

Resûl-i Ekrem, "Ey Cafer!.. Nedir bu yaptığın?.." diye sorunca, Hz. Cafer izah etti: "Yâ Resûlallah!.. Habeşliler, sevinçlerinden, krallarına böyle yaparlardı. Necâşî de bir kimseden hoşlandı mı kalkıp böyle hareket ederdi!"673


--------------------------------------------------------------------------------

646 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 120.
647 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 121.
649 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 121; Ibn-i Kesir, Sîre, c. 3, s. 435.
650 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 121.
651 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 121.
652 Taberî, Tarih, c. 3, s. 101; Ibn-i Kesir, Sîre, c. 3, s. 436.
653 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 121; Ibn-i Kesir, A.g.e., c. 3, s. 436; Halebî,Insanû'l-Uyûn, c. 2, s. 780.

654 İbn-i Kesir, A.g.e., c. 3, s. 432. M5 ibn-i Hişam, Sîre, c. 4, s. 12-13. Şeriat örfünde buna "remi" denir.
656 ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 123; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, c. 1, s. 306; Müslim, Sahih, c. 2, s. 923.

657 İbn-i Kesir, A.g.e., c. 3, s. 432.
658 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 123; Halebî, A.g.e., c. 2, s. 784.
659 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 122.
660 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 122.
661 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 122.
662 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 122.

663 Vakidî, Megazi, c. 2, s. 738.
664 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 137; ibn-i Abdi'l-Berr, el-istiab, c. 4, s. 1915-1916.

665 İbn-i Abdi'l-Berr, A.g.e., c. 4, s. 1916.
666 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 132; ibn-i Kesir, Sîre, c. 3, s. 439.
667 İbn-i Kesir, A.g.e., c. 3, s. 439.
679 Ibn-i Kayyim, Zâdû'l-Maad, c. 2, s. 171; ibn-i Kesir, Sîre, c. 2, s. 443.
670 ibn-i Hişam, Sîre, c. 4, s. 14; Ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 122, c. 8, s. 133- 134.
671 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 122.
672 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 159-160.
673 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 160.
 

müdavim

Üye Sorumlusu

Hicretin 4. Senesinin Diğer Mühim Bazı Hadiseleri

Hz. Ömer 'in Türebe 'ye Gönderilmesi

Peygamber Efendini, Havazin Kabilesinden dört oymağın, Medine'ye takriben 10 km. uzaklıkta bulunan Türebe Vadisinde bir araya geldiklerini haber aldı. Bu oymaklardan biri olan Sa'd b. Bekr Oğullan, Hayber Yahudilerinin Hicret'in 6. yılında Medine'ye yapacakları baskında kendilerine yardım edecekleri va'dinde de bulunmuşlardı.

Bunun üzerine Resûli Ekrem Efendimiz, Hicret'in 7. senesi Şaban ayında Hz. Ömer'i 30 kişilik bir askerî birliğin başına kumandan tâyin ederek Turebe'ye gönderdi.

Düşman, mücâhidlerin kendilerine doğru gelmekte olduğunu haber almış ve kaçmıştı. Oraya varan İslâm birliği kimseye rastlayamadı.

Hz. Ömer, emrindeki birlikle buradan ayrılarak Medine yolunu tuttu. Cedr denilen mevkie geldiklerinde kılavuz, orada bulunan Has'am Oğullan üzerine yürümesini teklif edince, Hz. Ömer, "Resûlullah (s.a.v.), onlarla çarpışmamı emretmemiştir!" diye cevap verdi.

Hiçbir çarpışma olmadan Hz. Ömer birliğiyle Medine'ye döndü.674

Hz. Ebû Bekir'in Havazinlilere Gönderilmesi

Bir bakıma Hz. Ömer'in Türebe'ye yaptığı seferi tamamlamak mahiyetini taşıyan bu seferde, Peygamber Efendimiz, yine Şaban ayında, Hz. Ömer döndükten sonra, Hz. Ebû Bekir'i, Necd bölgesindeki Havazinliler üzerine yürümek için vazifelendirdi. Beraberindeki askerî birlikle Havazinlilerin yurduna varan Hz. Ebû Bekir, onlara ansızın bir baskın düzenledi. Bazılarını öldürdüler, bazılarını da esir aldılar; bir kısım ganîmet de ele geçirerek Medine'ye geri döndüler.675

Eban b. Said b. As 'm Müslüman Olması

Eban b. Said b. Âs, Peygamber Efendimizin akrabası idi. Soyu, Efendimizle üçüncü dedesi Abdûlmenaf ta birleşiyordu.

Babası Ebû Uhayha, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerindendi.

Hudeybiye Seferinden önce idi.

Eban, ticaret maksadıyla Şam'a gitmişti. Orada karşılaştığı bir Hıristiyan papazına, "Ben Kureyşliyim! İçimizden biri çıktı; Peygamber olduğunu söylüyor. Senin bu husustaki fikrin nedir?" diye sorar.

Papaz, "Onun ismi nedir?" der.

Eban, "Muhammed'dir." cevabını verince, Papaz, "Dur, sana onu tarif edeyim." diye söyler ve Resûli Ekrem Efendimizin şekli ve şemalini, sıfatlarını, babasının, dedesinin soyunu tek tek anlatır.

Eban, Peygamberimizin aynen anlattığı gibi olduğunu söyleyince de Papaz, "Öyle ise, vallahi, o önce Araplara, sonra da yeryüzüne hâkim olacaktır! Sen, o sâlih zâta benden selâm söyle!" der.

Bunun üzerine Eban, Mekke'ye gelir ve birtakım araştırma ve soruşturmalardan sonra Hicret'in 7. yılı başlarında İslâmiyetle şereflenir.676

Hz. Ömer'in, Cemile binti Sabit'le Evlenmesi

Hz. Ömerü'l Faruk, Hicret'in 7. yılında, Medineli Müslümanlardan Sabit b. Aklah'ın kızı Cemile'yle evlendi.

Önceki ismi Asiye olan Cemile Hâtûn, Peygamber Efendimiz hicretle Medine'ye gelince, ona ilk bîat edip Müslüman olan 10 kadından biri idi.

Hz. Ömer, evlendikten sonra onun ismini beğenmeyip, Cemile diye değiştirdi. Ancak o, bunu kabul etmek istemedi. Annesinin kendisine taktığı isimle yâd edilmesini arzu ediyordu.

Durumu Peygamber Efendimize iletti. Hz. Resûli Ekrem ona, "Bilmez misin ki, muhakkak, Allah, Ömer'in dili ve kalbi iledir." dedikten sonra, 'Senin ismin Cemile'dir!" buyurdu.

Hz. Ömerü'l Faruk'un (r.a.) Âsim adındaki oğlu, bu Cemile Hâtun'dan dünyaya gelmiştir.677


--------------------------------------------------------------------------------

674 İbn-i Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 89-117; Taberî, Tarih, c. 3, s. 99; ibn-i Kesir, Sîre, c. 3, s. 418.
675 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 117; Taberî, A.g.e., c. 3, s. 99; Halebî, insanû'l-Uyûn, c. 3, s. 191.
676Ibni Esir, Üsdû'lGabe, c. 5. s. 417.
677 ibni Sa'd, A.g.e., c. 5, s. 15, c. 8, s.12; ibni Esir, A.g.e., c. 5, s. 417.
 
Üst