Hak aldatmaz, hakikatbîn aldanmaz...

Muvahhid1

Well-known member
Bismillahirrahmanirrahim

("Risalet-i Ahmediyeye dair" 19. Söz dersinden...)

DOKUZUNCU REŞHA:
Hem, bilirsin, küçük bir adam, küçük bir haysiyetle, küçük bir cemaatte, küçük bir meselede, münâzaralı bir dâvâda hicabsız, pervâsız, küçük fakat hacâletâver bir yalanı, düşmanları yanında, hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telâş göstermeden söyleyemez.

Şimdi bak bu zâta: Şek büyük bir vazifede, pek büyük bir vazifedar; pek büyük bir haysiyetle, pek büyük emniyete muhtaç bir halde, pek büyük bir cemaatte, pek büyük husûmet karşısında, pek büyük meselelerde, pek büyük dâvâda, pek büyük bir serbestiyetle, bilâpervâ, bilâtereddüt, bilâhicab, telâşsız, samimi bir safvetle, büyük bir ciddiyetle, hasımlarının damarlarına dokunduracak şedid, ulvî bir sûrette söylediği sözlerinde hiç hilâf bulunabilir mi? Hiç hile karışması mümkün müdür? Kellâ!
b862.gif

Evet, hak aldatmaz, hakikatbîn aldanmaz. Hak olan mesleği hileden müstağnîdir; hakikatbînin gözüne hayalin ne haddi var ki hakikat görünsün, aldatsın.

ONUNCU REŞHA:
İşte bak: Ne kadar merakâver, ne kadar câzibedar, ne kadar lüzumlu, ne kadar dehşetli hakâikı gösterir ve mesâili ispat eder. Bilirsin ki, en ziyâde insanı tahrik eden meraktır. Hattâ, eğer sana denilse, "Yarı ömrünü, yarı malını versen, Kamerden ve Müşteriden biri gelir, Kamerde ve Müşteride ne var, ne yok, ahvâlini sana haber verecek. Hem doğru olarak senin istikbâlini ve başına ne geleceğini doğru olarak haber verecek"; merakın varsa, vereceksin.

Halbuki, şu zât öyle bir Sultanın ahbârını söylüyor ki, memleketinde Kamer, bir sinek gibi, bir pervâne etrafında döner. O Arz olan o pervâne ise, bir lâmba etrafında pervâz eder; ve o güneş olan lâmba ise, o Sultanın binler menzillerinden bir misafirhânesinde binler misbahlar içinde bir lâmbasıdır.

Hem öyle acâib bir âlemden hakiki olarak bahsediyor ve öyle bir inkılâbdan haber veriyor ki, binler küre-i arz bomba olsa, patlasalar, o kadar acîb olmaz. Bak, onun lisânında
b863.gif
gibi sûreleri işit.


Hem öyle bir istikbâlden doğru olarak haber veriyor ki, şu dünyevî istikbâl ona nisbeten bir katre serap hükmündedir. Hem, öyle bir saadetten pek ciddi olarak haber veriyor ki, bütün saadet-i dünyeviye, ona nisbeten bir berk-i zâilin bir şems-i sermede nisbeti gibidir.


1- O ancak kendisine vahyolunanı söyler. (Necm Sûresi: 4.)
2- Güneş dürülüp toplandığında. (Tekvir Sûresi: 1.) Gök yarıldığı zaman. (İnfitar Sûresi: 1.) Çarpacak olan felâket. (Kâria Sûresi: 1.)

Bediüzzaman Said Nursi

(Sözler)
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Peygamber Efendimiz a.s.v. Hudeybiye antlaşmasından sonra o zamanın büyük imparatorlarına, islama davet mektubları göndermişti.

İşte bu mektuplardan birini ise Hz. Dıhye r.a. sahabe efendimiz, Bizans İmparatoru Herakliusa götürmüştü. Heraklius mektubu okumuş ve sahabe efendimizden biraz süre istemişti. Bu süre zarfında yardımcısına, Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın yakın akrabalarından birilerinin getirilmesini istemişti. O topraklarda bu esnada ticarette bulunan kureyş kavminden 30 kişilik bir grub Herakliusa götürülmüştür. Bunlar içinde henüz müslüman olmamış peygamber a.s.v.'ın amcasının oğlu Ebu Süfyan da vardı. Heraklius, Ebu Süfyan'a bazı sorular sorar ve ebu süfyanın yalan söylediğini anlayınca onu ölümle tehdit eder bundan sonra Heraklius ne sormuş ise Ebu Süfyan hepsine doğru cevap vermiştir.

Hem, bilirsin, küçük bir adam, küçük bir haysiyetle, küçük bir cemaatte, küçük bir meselede, münâzaralı bir dâvâda hicabsız, pervâsız, küçük fakat hacâletâver bir yalanı, düşmanları yanında, hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telâş göstermeden söyleyemez.

Daha bunun gibi binlerce örnek vardır.. Oysa ki Resulu Zişan a.s.v. ise kendi kavmi tarafından daha risalet gelmden bile El Emin olarak tanınıyordu..
 
Üst