Habbe

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 174


تَضَرُّعْ وَنِيَازْ

اِلٰهِى لاَزِمٌ عَلَىَّ اَنْ لاَ اُبَالِىَ وَلَوْ فَاتَ مِنِّى حَيَاةُ الدَّارَيْنِ وَعَادَتْنِى الْكَائِنَاتُ بِتَمَامِهَا اِذْ اَنْتَ رَبِّى وَخَالِقِى. وَاِلٰهِى اِذْ اَنَا مَخْلُوقُكَ وَمَصْنُوعُكَ لِى جِهَةُ تَعَلُّقٍ وَانْتِسَابٍ مَعَ قَطْعِ نِهَايَةِ عِصْيَانِى وَغَايَةِ بُعْدِى لِسَاۤئِرِ رَوَابِطِ الْكَرَامَةِ فَاَتَضَرَّعُ بِلِسَانِ مَخْلُوقِكَ يَا خَالِقِى. يَارَبِّى يَارَازِقِى يَامَالِكِى يَامُصَوِّرِى.


يَا اِلٰهِى اَسْأَلُكَ بِاَسْمَاۤئِكَ الْحُسْنىٰ وَبِاِسْمِكَ اْلاَعْظَمِ وَبِفُرْقَانِكَ اْلحَكِيمِ وَبِحَبِيبِكَ اْلاَكْرَمِ وَبِكَلاَمِكَ الْقَدِيمِ وَبِعَرْشِكَ اْلاَعْظَمِ وَبِاَلْفِ اَلْفِ قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ اِرْحَمْنِى يَاۤ اَللهُ يَا رَحْمنُ يَا حَنَّانُ يَامَنَّانُ يَادَيَّانُ،


اِغْفِرْلِى يَا غَفَّارُ يَا سَتَّارُ يَا تَوَّابُ يَا وَهَّابُ اُعْفُ عَنِّى يَا وَدُودُ يَا رَؤُوفُ يَا عَفُوُّ يَا غَفُورُ.


اُلْطُفْ بِى يَا لَطِيفُ يَا خَبِيرُ يَا سَمِيعُ يَا بَصِيرُ. وَتَجَاوَزْ عَنِّى يَا حَلِيمُ يَا عَلِيمُ يَا كَرِيمُ يَا رَحِيمُ.اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ يَا رَبِّ يَا صَمَدُ يَا هَادِى.جُدْ عَلَىَّ بِفَضْلِكَ يَابَدِيعُ يَا بَاقِى يَا عَدْلُ يَا هُوَ.


اَحْىِ قَلْبِى وَقَبْرِى بِنُورِ اْلاِيمَانِ وَالْقُرْاٰنِ يَا نُورُ يَا حَقُّ يَا حَىُّ يَا قَيُّومُ يَا مَالِكَ الْمُلْكِ يَاذَا الْجَلاَلِ وَاْلاِكْرَامِ يَاۤ اَوَّلُ يَاۤ اٰخِرُ يَا ظَاهِرُ يَا بَاطِنُ يَا قَوِىُّ يَا قَادِرُ يَا مَوْلاَىَ يَا غَافِرُ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ.


اَسْئَلُكَ بِاِسْمِكَ اْلاَعْظَمِ فِى الْقُرْاٰنِ وَبِمُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ الَّذِى هُوَ سِرُّكَ اْلاَعْظَمُ فِى كِتَابِ الْعَالَمِ اَنْ تَفْتَحَ مِنْ هٰذِهِ اْلاَسْمَاۤءِ الْحُسْنٰى كُوَاةً مُفِيضَةً اَنْوَارَ اْلاِسْمِ اْلاَعْظَمِ اِلٰى قَلْبِى وَاِلٰى قَالِبِى وَاِلٰى رُوحِى فِى قَبْرِى فَتَصِيرَ هٰذِهِ الصَّحِيفَةُ كَسَقْفِ قَبْرِى وَهٰذِهِ اْلاَسْمَاۤءُ كَكُوَاتٍ تُفِيضُ اَشِعَّةَ شَمْسِ الْحَقِيقَةِ اِلٰى رُوحِى.

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 175


اِلٰهِى اَتَمَنّٰى اَنْ يَكُونَ لِى لِسَانٌ اَبَدِىٌّ يُنَادِى بِهٰذِهِ اْلاَسْمَاۤءِ اِلٰى قِيَامِ السَّاعَةِ فَاقْبَلْ هٰذِهِ النُّقُوشَ الْباَقِيَةَ بَعْدِى نَائِبًا عَنْ لِسَانِىَ الذَّائِلِ.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلاَةً تُنْجِينَا بِهَا مِنْ جَمِيعِ اْلاَهْوَالِ وَاْلاَفَاتِ وَتَقْضِى لَنَا بِهَا جَمِيعَ الْحَاجَاتِ وَتُطَهِّرُنَا بِهَا مِنْ جَمِيعِ السَّيِّئَاتِ وَتَغْفِرَ لَنَا بِهَا جَمِيعَ الذُّنُوبِ وَالْخَطِيئَاتِ يَاۤ اَللهُ يَا مُجِيبَ الدَّعَوَاتِ،

اِجْعَلْ لِى فِى مُدَّةِ حَيَاتِى وَبَعْدَ مَمَاتِى فِى كُلِّ اٰنٍ اَضْعَافَ اَضْعَافِ ذٰلِكَ اَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَسَلاَمٍ مَضْرُوبِينَ فِى مِثْلِ ذٰلِكَ وَ اَمْثاَلِ اَمْثاَلِ ذٰلِكَ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ وَاَنْصَارِهِ وَاَتْبَاعِهِ وَاجْعَلْ كُلَّ صَلاَةٍ مِنْ كُلِّ ذٰلِكَ تَزِيدُ عَلٰى اَنْفَاسِىَ الْعَاصِيَةِ فِى مُدَّةِ عُمْرِى وَاغْفِرْلِى وَارْحَمْنِى بِكُلِّ صَلاَةٍ مِنْهَا بِرَحْمَتِكَ يَاۤ اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ. اٰمِينَ.
blank.gif
1




[NOT]Dipnot-1

TAZARRU VE NİYAZ:
İlâhî! İki dünyanın hayatı elimden kaçsa ve bütün kâinat düşman kesilip beni terk etse, benim yine gam çekmemem gerekir; çünkü Sen benim Rabbim ve Hâlıkım (Yaratıcım) ve İlâhımsın. Ve benim, nihayetsiz isyanımla ve sair şeref vesilelerine gayet derecede uzaklığımla beraber, Senin mahlûkun ve masnuun (san’at eserin) olmam sebebiyle, bir taallûk (ilgi) ve intisap (bağ) cihetim var. İşte, ben de, Senin mahlûkunun lisanıyla Sana tazarru ve niyazda bulunuyorum; ey Hâlıkım; ey Rabbim; ey Râzıkım (Rızık Vericim) ve ey Musavvirim!


Ey İlâhım, Esmâ-i Hüsnân hürmetine, İsm-i Âzamın hürmetine, Furkan-ı Hakîmin hürmetine, Habib-i Ekremin hürmetine, Kelâm-ı Kadîmin hürmetine, Arş-ı Âzamın hürmetine, milyonlar “Kul hüvallahü ehad” ile, bana merhamet etmeni istiyorum; ey bütün kemal sıfatların sahibi ve bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah; ey iyi kötü, dost düşman ayırt etmeden yarattığı bütün varlıklara rızıklarını yetiştiren Rahmân; ey eserlerinde sonsuz rahmetin en lâtif cilvelerini gösteren sınırsız şefkat sahibi Hannân; ey bitmez tükenmez ikramlarıyla ve nimetleriyle, varlıkları terbiye edip besleyen Mennân; ey kullarının küçük büyük her türlü amellerinin karşılığını hiç zayi etmeden hakkıyla veren Deyyân.

Beni bağışla; ey fazl ve ihsânıyla, her türlü günahları çok çok bağışlayan Gaffâr; ey ayıp ve kusurları örten ve çirkinlikleri perdeler altında saklayan Settâr; ey işlediği günahlardan pişman olanların tevbelerini daima kabul eden Tevvâb; ey her varlığa tükenmez rahmet hediyelerinden lâyık olduğu ihsanı veren Vehhâb.

Beni affet ey yarattığı varlıkları çok seven ve onlara da Kendisini her vesileyle sevdiren Vedûd; ey her bir canlıya hususî şefkat ve ihsanı olan ve onlar üzerinde iltifatının incelikleri görünen Raûf; ey her türlü kusur ve günahları bolca affeden Afüvv; ey bütün günahları bağışlayan Gafûr.

Bana lütufta bulun; ey varlıkları nazik ve lâtif güzelliklerle yaratıp onlara lütufta bulunan ve ilmi her şeyin bütün inceliklerine nüfuz eden Lâtif; ey bütün varlıkların küçük büyük, gizli açık her hâlinden her an haberdâr olan Habîr; ey her şeyi, gizli açık bütün sesleri ve yapılan bütün duaları işiten ve varlıklara işitme kàbiliyeti veren Semî’, gizli ve açık her şeyi bütün incelikleriyle gören ve varlıklara da görme kàbiliyeti ve basîreti ihsan eden Basîr.


Günahlarımı sil; ey zâlim ve isyancıları hemen cezalandırmayıp yumuşaklıkla muâmele eden, tevbe etmeleri için onlara fırsat tanıyan Halîm; ey gizli açık, küçük büyük her şeyi hakkıyla bilen ve ilmi, ezelden ebede her şeyi kuşatan Alîm; ey bütün canlıları çeşitli duygularla donatıp sayısız rahmet meyvelerini ve nimetlerini önlerine seren ve iyiliği bol olan Kerîm; ey rahmeti her şeyi kuşatmakla birlikte imanlı kullarına hasusî ihsan ve şefkatte bulunan Rahîm.

Bizi yolun doğrusuna ilet; ey kâinattaki her bir varlığın bütün ihtiyaçlarını giderip onları bizzat terbiye eden ve hiçbir vezir ve yardımcısı olmayan ve asla öyle bir şeye ihtiyacı da bulunmayan Rab; ey kâinattaki her şey Kendisine muhtaç olduğu halde, Kendisi hiçbir şeye asla muhtaç olmayan Samed; ey varlıkları yaratılış gayelerine sevk eden ve dilediğine doğru yolu gösteren Hâdî.

Fazlınla bana cevâdâne (cömertçe) ihsanlarda bulun; ey kâinatı hiçten ve benzersiz bir şekilde yaratıp bin bir isminin tecellileriyle süsleyen Bedî'; ey bütün isimleri, sıfatları ve zâtı ile ebediyen var olan ve yok olması asla mümkün olmayan Bâkî; ey kâinatı ince hesaplarla yaratan, her varlığın bütün ihtiyaçlarını adaletle veren ve haksızları cezalandırıp iyileri de mükâfatlandıran Adl; ey Hû.

Kalbimi ve kabrimi iman ve Kur’ân nuruyla nurlandır; ey sonsuz nuruyla bütün kâinatı nurlandıran ve isimlerinin tecellisiyle her şeyi aydınlatan Nûr; ey varlığında hiçbir şüphe bulunmayan ve varlıkların dayandıkları hakikat, Zâtının sıfât, isim ve fiillerinin tecellisi olan Hak; ey varlıklara hayat verip canlandıran, Kendi hayatı ise zâtî, ezelî ve ebedî olan Hayy; ey bütün varlıkları düzenli ve daimî bir şekilde ayakta tutan; fakat Kendi varlığı hiçbir varlığa bağlı olmayan Kayyûm; ey ezelden ebede kadar kâinattaki her şeyin yegâne sahibi ve mâliki olan Mâlike’l-Mülk; ey celâl ve ikram sahibi; ey her şeyin aslını ve başlangıcını ezelî ilmiyle tespit eden ve Kendisinden önce hiçbir şey var olmayan Evvel; ey her şeyin sonunu ezelî ilmiyle belirleyen ve sonu gelen varlıkların neslini tohum ve çekirdek gibi hülâsalarla tanzim eden ve her şeyden sonra yalnız Kendisi bâkî kalan Âhir; ey her şeyin dış yüzlerini çeşitli cihazlarla ve ince nakışlarla süsleyerek fevkalâde mükemmel ve güzel yaratan ve bütün varlıklarda ilim, irade, kudret, rahmet gibi sıfatlarının ve varlık ve birliğinin işaretleri açıkça görünen Zâhir; ey bütün varlıkların içyüzlerini ve bilhassa canlıların içlerini mükemmel bir fabrikanın harika makineleri gibi yaratıp işleten ve her şeyin içine esmâsıyla nüfuz eden Bâtın; ey her tülü âcizlik ve zayıflık alâmetlerinden münezzeh olan yegâne kuvvet ve kudret sahibi Kavî; ey kudreti her şeye yeten ve Kendisine hiçbir şey ağır gelmeyen Kàdir; ey herşeyin sahibi ve dostluğu pek güzel olan Mevlâ, ey her türlü kusur ve günâhı affeden Gâfir; ey merhamet edicilerin en merhametlisi olan Erhamü’r-Râhimîn.

Kur’ân’daki İsm-i Âzamın hürmetine ve kitab-ı âlemdeki sırr-ı âzamın olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm hürmetine, güzel isimlerinden, bu sayfayı sanki kabrimin tavanı yapıp, bu esmâyı da ruhuma şems-i hakikatten şualar saçan pencere haline getirecek şekilde, kalbime ve kalıbıma ve kabrimde ruhuma İsm-i Âzamın nurlarını saçan pencere yapmanı istiyorum.

İlâhî, dilerim ki, ebedî bir lisanım olsun da, kıyamete kadar bu isimlerle nidâ etsin. İşte, ardımda bâki kalan bu nakışları, benim fâni ve zâil lisanımın yerine bir nâip olarak kabul eyle.

Allahım, Efendimiz Muhammed’e öyle bir salât ve selâm et ki, o salât ile bizi bütün korku ve âfetlerden kurtar, bütün hâcetlerimizi gider, bizi bütün günahlardan temizle, bütün günah ve hatâlarımızı bağışla.

Ey bütün kemal sıfatların sahibi ve bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah; ey duâ ve ihtiyaçlara cevap veren Mücîbe’d-Daavât! Hayatım boyunca ve öldükten sonra, her an bu dileklerimi kat kat fazlasıyla ver!

Bir milyon salât ve selâm, bir o kadarla çarpımından çıkan netice ve bunun da kat katı, Efendimiz Muhammed’e, Onun Âl, Ashab, Ensar ve tabîlerine olsun! Bu salâvatların her birini, benim ömür günlerimdeki günahkâr nefeslerim sayısınca çoğalt! Bu salâvatların her birisi hürmetine beni affeyle, bana merhamet et. Bunu rahmetinle ihsan eyle; ey merhamet edicilerin en merhametlisi olan Erhamü’r-râhimîn! Âmin!

[/NOT]
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 177

Zeylü’l-Habbe

Arkadaş! Şu müşevveş eserlerimle büyük birşeyin etrafını kazıyorum. Amma bilmiyorum, keşfedebildim mi? Veyahut sonra inkişaf edecektir. Veyahut bilâhare zuhur edecek. Keşfine yol açıp gösteriyorum.


لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ
blank.gif
1
حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
blank.gif
2

نِعْمَ الْمَوْلىَ وَنِعْمَ النَّصِيرُ
blank.gif
3

اَللٰهُمَّ لاَ تُخْرِجْناَ مِنَ الدُّنْياَ اِلاَّ مَعَ الشَّهَادَةِ وَاْلاِيماَنِ
blank.gif
4


besmele.jpg


اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نِعْمَةِ اْلاِيمَانِ وَاْلاِسْلاَمِ بِعَدَدِ قَطَرَاتِ اْلاَمْطَارِ وَاَمْوَاجِ الْبِحَارِ وَثَمَرَاتِ اْلاَشْجَارِ وَنُقُوشِ اْلاَزْهَارِ وَنَغَمَاتِ اْلاَطْيَارِ وَلَمَعَاتِ اْلاَنْوَارِ وَالشُّكْرُ لَهُ عَلٰى كُلٍّ مِنْ نِعَمِهِ فِى اْلاَطْوَارِ بِعَدَدِ كُلِّ نِعَمِهِ فِى اْلاَدْوَارِ.

وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلٰى سَيِّدِ اْلاَبْرَارِ وَاْلاَخْيَارِ مُحَمَّدٍنِالْمُخْتاَرِ وَعَلٰى اٰلِهِ اْلاَطْهَارِ وَاَصْحَابِهِ نُجُومِ الْهِدَايَةِ ذَوِى اْلاَنْوَارِ مَادَامَ الَّيْلُ وَالنَّهَارُ. 5
blank.gif





[NOT]Dipnot-1 Allah’ın kudret ve gücünden başka kudret ve güç yoktur.

Dipnot-2
“Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.

Dipnot-3
“O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır.” Enfâl Sûresi, 8:40.

Dipnot-4
Allah’ım bizi dünyadan ancak kelime-i şehâdet ve imânla çıkart.

Dipnot-5
Bize bahşettiği îmân ve İslâm nimeti için yağmurun katreleri, denizlerin dalgalaları, ağaçların meyveleri, çiçeklerin nakışları, kuşların nağamâtı ve nurların lemaâtı sayısınca Allah’a hamdolsun. Ve her türlü halde bize in’âm ettiği bütün nimetleri için, bütün çağlardaki bütün nimetleri adedince Allah’a şükürler olsun. Hem, iyilik ve hayır sahiplerinin efendisi Muhammedini’l-Muhtâr (a.s.m.) efendimize, onun pâk âline ve nur saçan hidâyet yıldızları ashâbına gece-gündüz devam ettiği müddetçe salât ve selâm olsun.
[/NOT]




bilâhare: daha sonra
inkişaf etmek: açığa çıkmak, ortaya çıkmak
keşfetmek: açığa çıkarmak, bulmak, ortaya çıkarmakmüşevveş: dağınık, düzensiz, karışık; bu tabir bir tevazu ifadesi olarak kullanılmıştır
zeylü’l-habbe: Habbe Risalesinin ekizuhur etmek: ortaya çıkmak, görünmek
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 178


İ’lem eyyühe’l-aziz! Misafir olan bir kimse, seferinde çok yerlere, menzillere uğrar. Uğradığı her yerin âdetleri ve şartları ayrı ayrı olur.

Kezalik, Allah’ın yolunda sülûk eden zât çok makamlara, mertebelere, hallere, perdelere rastgelir ki, bunların da herbirisi için kendine mahsus şartlar ve vaziyetler vardır. Bu şartları ve perdeleri birbirine halt edip karıştıran, galat ve yanlış hareket eder. Meselâ bir ahırda atın kişnemesini işiten bir adam, yüksek bir sarayda andelibin terennümünü, güzel sadâsını işitir. Eğer o terennümle atın kişnemesini fark etmeyip andelibden kişnemeyi talep ederse, kendi nefsiyle mugalâta etmiş olur.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Dünya hayatını güzelleştiren esbabdan biri, dünya ayinesinde temessül ile parlayan hidayet nurları ve büyük insanların sevgili ve sevimli timsalleridir. Evet, müstakbel, mâzinin ayinesidir. Mâzi berzaha, yani öteki âleme intikal ve inkılâp ettiğinde, suretini ve şeklini ve dünyasını istikbal ayinesine, tarihe, insanların zihinlerine vedia ediyor. Onlara olan mânevî ve hayalî muhabbetleriyle dünya muhabbeti tatlı olur. Meselâ, arkadaşlarının ve akrabasının timsallerini ve fotoğraflarını hâvi büyük bir ayineyi yolunda bulan bir adam, şark cihetine giden adamların memleketlerine gidip onlara iltihak etmek için çalışmayıp da, o ayinenin içindeki timsallerle uğraşır, muhabbet eder. İşte bu adam gafletten ayıldığı zaman, “Eyvah, ne ediyorum? Bunlar şarap değil, seraptır. Bunlarla uğraşmak azb değil azaptır” der, arkadaşlarına yetişmek üzere şark seferine tedarikâtta bulunmaya başlar.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın hak ve hakikat olduğuna en sâdık deliller:

1. Tevhidin bütün iktizâlarını ve lâzımlarını mertebeleriyle muhafaza etmesidir.

2. Esmâ-i Hüsnânın tenasüp ve iktizası üzerine hakaik-i âliye-i İlâhiyedeki muvazeneyi müraat etmesidir.




Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleriKur’ân-ı Mucizü’l-Beyân: ifade ve açıklamalarıyla benzerini yapmaktan akılları âciz bırakan Kur’ân-ı Kerim
andelib: bülbülazb: tatlılık
berzah: iki şey arasındaki perde; öldükten sonra ruhların gittiği, dünya ile âhiret arasındaki geçiş yeri, âlemicihet: taraf, yön
esbab: sebeplergafil: duyarsız, sorumsuz, vurdumduymaz; âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan
galat: hata, yanlışhak: doğru, gerçek
hakaik-i âliye-i İlâhiye: Allah’a ait yüksek, yüce hakikatler, gerçeklerhakikat: asıl, esas
halt etmek: karıştırmakhayalî: hayale dayalı
hidayet: doğru ve hak olan yol, İslâmiyethâvi: içine almış
iktizâ: bir şeyin gereğiiltihak etmek: katılmak
inkılâp etmek: değişmek, dönüşmekintikal etmek: geçmek, ulaşmak
i’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir sözkezalik: bunun gibi
makam: derece, konum, yermenzil: durak, yer
mertebe: derece, aşamamugalâta etmek: demagoji; aldatmak maksadıyla yanlış sözler söylemek
muhabbet: sevgimuhafaza etmek: korumak
muvazene: denge, ölçümânevî: mânâya ait
mâzi: geçmiş zamanmüraat etmek: riayet etmek, uymak
müstakbel: gelecek zamannefis: bir kimsenin kendisi
nur: aydınlıksadâ: ses
sefer: yolculukserap: su gibi görünen yansıma
suret: görüntüsâdık: doğru, doğrulayıcı
sülûk etmek: bir yöne doğru gitmek, yürümek, izlemek tedarikâtta bulunma: elde etmek, sahip olmak için hazırlık yapma
temessül: yansımatenasüp: uygunluk
terennüm: bülbül vs. ötme, şakıma hoş ses çıkarmatevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait kılınması
timsal: görüntüvedia etmek: emanet etmek, ödünç olarak bırakmak, vermek
âdet: alışkanlıkâlem: dünya, evren
şarap: içilecek şey; tatlı ve soğuk içecekşark: doğu

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 179


3. Rububiyet ve ulûhiyete âit şuûnatı kemâl-i muvazene ile cem etmesidir.

Kur’ân’ın bu hâsiyeti beşerin eserlerinde bulunmadığı gibi, melekût cihetine geçen evliya ve sair büyüklerin netaic-i fikirlerinde de bulunamamıştır. Ve eşyanın bâtınına dalmış olan İşrâkiyun ve âlem-i gayba nüfuz eden Rûhâniyun dahi Kur’ân’ın bu hâsiyetini bulamamışlardır. Zira onların nazarları mukayyet olduğundan, hakikat-i mutlakayı ihata edemez. Bunlar ancak hakikatin bir tarafını bulur ve ifrat-tefritle tasarrufa başlarlar. Bunun için tenasübü bozup muvazeneyi ihlâl ediyorlar.

Meselâ, envâ-ı cevâhiri hâvi ziynetli ve kıymetli bir defineyi keşfetmek için birkaç adam denizin dibine dalarlar. Denizin dibinde araştırma yaparken birisinin eline uzunca bir parça elmas geçer. Definenin müştemilâtını tamamen bu gibi elmaslardan ibaret olduğuna hükmeder. Sonra arkadaşlarından başka çeşit cevherin bahsini işittiğinde, onların buldukları cevâhirin kendi bulduğu elmasın nakışları olduklarını tahayyül eder. Diğeri kürevî bir yakutu bulur. Öteki arkadaşı da başka bir çeşidini buluyor. Ve hâkezâ, herbirisi definenin esas müştemilâtı kendi bulduğu çeşitten ibaret olduğunu ve arkadaşlarının buldukları çeşitler de definenin zevâid ve teferruatından olduğunu itikad eder. Mesele bu şekle girmekle muvazene kayıp ve tenâsüp zâil olur. Sonra meselenin hakikatini keşif ve izah için tevilât ve tekellüfata başlarlar. Hattâ definenin inkârına bile zehab eden olur.

Evet, Sünnet-i Seniye ile muvazene yapılmazdan evvel, hemen meşhudatına itimad eden İşrâkiyun ile mutasavvifenin eserlerini teemmül eden zâtlar, şu söylediğime hak verir, bilâ-tereddüt kabul ederler.



Rûhâniyun: gayb âlemine nüfuz eden nurânî ve ruhânî kimselerSünnet-i Seniye: Peygamberimizin (a.s.m.) söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler
bahis: konu; söz konusu olan şeybeşer: insan
bilâ tereddüt: tereddütsüzbâtın: bir şeyin iç yüzü
cem etmek: toplamakcevâhir: cevherler
cihet: taraf, yöndefine: hazine
envâ-ı cevâhir: cevherlerin çeşitleri; çeşit çeşit cevherlerevliya: Allah dostları veli kullar
eşya: varlıklarhakikat: gerçek
hakikat-i mutlaka: bir sınırı olmayan sınırsız hakikat, gerçekhâkezâ: bunun gibi
hâsiyet: özellikhâvi: içine almış
hükmetmek: karar vermekifrat: normalden yukarı olma, aşırılık
ihata etmek: kuşatmak, kapsamlı olarak anlayıp idrak etmekihlâl etmek: bozmak, karıştırmak
inkâr: yokluğunu, olmadığını söylemeitikad etmek: inanmak
itimad etme: güvenmeizah: açıklama
kemâl-i muvazene: mükemmel derecede ölçülü ve dengeli olmakeşfetme: bulma, ortaya, açığa çıkartma
kürevî: yuvarlak, küre şeklindemelekût: görünmeyen mânevî âlem, herbir şeyin iç yüzü
meşhudat: görünen şeylermukayyet: sınırlı
mutasavvife: tasavvuf ehlimuvazene: denge
müştemilât: içindekilernakış: işleme, süsleme
nazar: bakış; bakış açısınetaic-i fikir: düşünce ürünleri, düşünce ürünü eserler
nüfuz etme: içine girmerububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
sair: başkatahayyül etmek: hayal etmek
tasarruf: dilediği gibi hareket etme, yönetme, kullanmateemmül etme: düşünme, inceden inceye araştırma, tetkik etme
teferruat: ayrıntılartefrit: tersine aşırılık, normalden aşağı olma
tekellüfat: zorlamalar; maksada ulaşmak için yapılan konu dışı yorum vs. şeylertenâsüp: uyum, uygunluk
tevilât: yorumlarulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma, ilâhlık
zehab etme: bir fikre kapılma, belli bir yol izlemezevâid: fazlalıklar
ziynetli: süslüzâil olmak: yok olmak
zât: kişiâlem-i gayb: gayb âlemi, görünmeyen âlem
İşrâkiyun: bilginin kaynağının mânevi aydınlanma, sezgi ve ilham olduğu görüşünde olan İslâm felsefecilerişuûnat: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 180


Arkadaş! Kur’ân da o defineyi keşfetmek için o denize dalmıştır. Fakat Kur’ân’ın gözü açık olduğundan, defineyi tamamıyla ihata ile görmüştür. Ve hakikate uygun bir tarzda tenasüp ve muvazeneye riayet ederek kemâl-i intizam ve ıttırad ile hakikatı izhar etmiştir.

Arkadaş! Nev-i beşerde envâen dalâlete düşen fırkaların sebeb-i dalâletleri, imamlarının kusurudur. Evet, imamları bâtından bahsetmişlerse de, meşhudatlarına itimad ve iktifa ederek esnâ-i tarikten dönmüşlerdir. Ve 1 حَفَظْتَ شَيْئًا وَغَابَتْ عَنْكَ اَشْيَاءُ kavline mâsadak olmuşlardır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenâb-ı Hak seni ademden vücuda ve vücudun pek çok eşkâl ve vaziyetlerinden en yükseği Müslim sıfatı ile insan suretine getirmiştir. Mebde-i hareketin ile son aldığın suret arasında müteaddit vaziyetlerin, menzillerin ve etvar ve ahvâlin herbirisi sana âit nimetler defterine kaydedilmiştir. Bu itibarla, senin geçirmiş olduğun zaman şeridine elmas gibi nimetler dizilmiş, tam bir gerdanlık veya nimetlerin envâına bir fihriste şeklini veriyor. Binaenaleyh, geçirmiş olduğun vücudun her menzilinde ve vaziyetinde, etvarında, ahvâlinde, “Nasıl bu nimete vâsıl oldun? Ne ile müstahak oldun? Ve şükründe bulundun mu?” diye suale çekileceksin. Çünkü, vukua gelen haller suale tâbidir. Amma imkânda kalıp vukua gelmeyen şeyler suale tâbi değildir. Geçirmiş olduğun ahvâl, vukuattır. Gelecek ahvâlin ademdir. Vücut mes’uldür, adem ise mes’ul değildir. Öyle ise, mâzide şükrünü edâ etmediğin nimetlerin şükrünü kaza etmek lâzımdır.




[NOT]Dipnot-1 Bir şeyi muhafaza ettin, ezberledin ama, bir çok şey senden kayboldu.
[/NOT]



Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahadem: yokluk, hiçlik
ahvâl: haller; davranışlarbinaenaleyh: bundan dolayı
bâtın: bir şeyin iç yüzü, aslı, esasıdalâlet: hak yoldan sapkınlık
define: hazineedâ etmek: bir şeyi olması gereken vaktinde yapmak, yerine getirmek
envâ: neviler, türlerenvâen: çeşit çeşit olarak
esnâ-i tarik: yolculuk esnasında, sırasındaetvar: haller, tavırlar
eşkâl: şekiller; tarzlar, biçimlerfihriste: ana özelliklerin sıralandığı liste, muhteva
fırka: topluluk, gruphakikat: gerçek
ihata: kuşatma, kapsama; etraflıca bilmeiktifa etmek: yetinmek
imam: önder, liderimkân: varlığı ile yokluğu eşit olup varlığı ancak Allah’ın var etmesine bağlı olanlar, yaratılanların tamamının oluşturduğu âlem
itimad etmek: güvenmekizhar etmek: göstermek, açığa çıkarmak
i’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir sözkavl: söz
kaza etmek: yapılması gereken ancak vaktinde yapılmayan bir şeyi sonradan yapmak, yerine getirmekkemâl-i intizam ve ıttırad: tam ve mükemmel bir düzen, sistem ve ahenk
mebde-i hareket: hareketin başlangıcı; ruhun üflenmesiyle olan ilk hareketmenzil: durak, yer
mes’ul: sorumlumeşhudat: gözlemler, mânevî âlemde görülen şeyler
muhafaza etmek: korumakmuvazene: denge
mâsadak olmak: doğrulayıcı ve onaylayıcı olmakmâzi: geçmiş zaman
müstehak olma: hak etme, lâyık olmamüteaddit: bir çok, çeşitli
nev-i beşer: insanlarnimet: iyilik, lütuf, ihsan
riayet etmek: uymak, gözetmeksebeb-i dalâlet: doğru yoldan sapıtma sebebi
sual: soru, sorgusuret: görüntü, biçim, şekil
sıfat: özellik, niteliktenasüp: uyum, uygunluk
tâbi: bağlıvaziyet: durum, hâl
vukua gelme: meydana gelme, olmavukuat: gerçekleşmiş olanlar, meydana gelen olgular
vâsıl olmak: kavuşmak, ulaşmakvücud: varlık, var olma
şükür: teşekkür etme, methetme ve övme

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 181


İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanı havalandırıp baş aşağı felâkete atan şöyle bir hâl var:

İstihkak nazara alınmayarak, Hakkın takdiri hakkında tefrit veya ifrat yapılır. Ve kuvvetine, kıymetine bakılmayarak küçük veya büyük bir yük altına alınır gibi gayr-ı insanî haller insanı insaniyetten düşürür, ya zulme, veya kizbe sevkeder.

Meselâ, bir fırka askerin mümessili bir nefer, bütün askerlik umûrunu bilmek; veya bir katre sudaki timsalinden, şemsin azametini göstermek talebinde bulunmak, en yüksek bir insafsızlıktır. Çünkü, vasıfla ittisaf arasında fark vardır. Meselâ, Katredeki timsal, şemsin evsâfını gösterir; ama o evsaf ile muttasıf olamaz.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Vücut nev’inde tezâhüm yoktur. Yani, pek çok âlemler, haller, vücut sahnesinde içtima eder, birleşirler. Meselâ, gece zamanı duvarları camdan olan ve elektrik yanan bir odaya girdiğin vakit, âlem-i misale bir pencere hükmünde olan camlarda pek çok menzilleri, odaları göreceksin.

Saniyen: Odada otururken, kemâl-i suhulet ile o misalî odalarda her çeşit tebdil, tağyir, tasarruf edebilirsin.

Salisen: Odadaki elektrik, elektrik misallerinin en uzağına en yakındır. Çünkü, o misalî misallerin kayyûmu odur.

Rabian: Bu maddî vücudun bir habbesi, bir parçası, o misalî vücudun bir âlemini içine alabilir.

Bu dört hüküm, Vâcib ile âlem-i mümkinat arasında da câridir. Çünkü mümkinatın vücudu, vâcibin nurundan bir gölge olduğu cihetle, vehmî bir mertebededir. Vâcibin emriyle vücud-u hariciyeye girer. Sâbit ve müstakar kalır. Demek




Hak: herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan AllahVâcib (Vâcibü’l-Vücûd): varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir şeye ve sebebe ihtiyacı olmayan Allah
azamet: büyüklük, yücelikcihetiyle: yönüyle
câri: geçerlievsâf: sıfatlar, özellikler, nitelikler
felâket: belâ, musibetfırka: tümen
gayr-ı insanî: insana ait olmayan, insana yakışmayan şeylerhabbe: dane, tohum
hal: tavır, durumifrat: normalden yukarı sapma, aşırılık
insafsızlık: vicdansızlıkinsaniyet: insanlık
istihkak: hak etme, lâyık olmaittisaf: vasıflanma, nitelenme
içtima etmek: toplanmak, bir araya gelmeki’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir söz
katre: damlakayyûm: bir şeyi ayakta tutan, devam ettiren sebep
kemâl-i suhulet: tam bir kolaylıkkizb: yalan
menzil: yer, durakmertebe: derece
misal: görüntümisalî: görüntüden ibaret
muttasıf: vasıflanmış, nitelendirilmişmümessil: temsilci
mümkinat: varlığı ile yokluğu eşit olup varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olanlarmüstakar: yerleşmiş, karar kılmış
nazara almak: dikkate almaknefer: rütbesiz asker, er
nev’: tür, cinsnur: aydınlık
rabian: dördüncü olaraksabit: yerinde duran, varlık dünyasındaki yerine yerleşmiş
salisen: üçüncü olaraksaniyen: ikinci olarak
sevketmek: yöneltmek, yönlendirmektakdir: belirleme
tasarruf: dilediği gibi kullanma, yönetme, idare etmetağyir: başkalaşım
tebdil: değişimtefrit: normalden aşağı olma, tersine aşırılık
tezâhüm: birbirine sıkıntı verme, sürtüşme, sıkışmatimsal: görüntü
umûr: işlervasıf: sıfat, nitelik, özellik
vehmî: varsayılan, olmadığı halde var kabul edilenvücud-u harici: ortaya çıkmış olan, görünen varlık
vücut: var oluş, varlıkzulüm: haksızlık
âlem: dünyaâlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem
âlem-i mümkinat: mümkin varlıklar âlemi; varlığı ile yokluğu eşit olup varlığı ancak Allah’ın var etmesine bağlı olanlar, yaratılanların tamamının oluşturduğu âlemşems: güneş

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 182


mümkinatın vücudu bizzat hakikî bir vücud-u haricî olmadığı gibi, vehmî veya zâil bir zıll de değildir. Ancak, Vâcibü’l-Vücudun icadıyla bir vücuttur.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Bu güzel âlemin bir mâliki bulunmaması muhal olduğu gibi, kendisini insanlara bildirip târif etmemesi de muhaldir. Çünkü, insan, Mâlikin kemâlatına delâlet eden âlemin hüsnünü görüyor. Ve kendisine beşik olarak yaratılan küre-i arzda istediği gibi tasarruf eden bir halifedir. Hattâ semâ-i dünyada dahi aklıyla çalışıyor ve küçüklüğüyle, zâfiyetiyle beraber harika tasarrufat-ı acibesiyle eşref-i mahlukat ünvanını almıştır. Ve elinde cüz-ü ihtiyarî bulunduğundan, bütün esbab içerisinde en geniş bir salâhiyet sâhibidir. Binaenaleyh, Mâlik-i Hakikînin rusül vasıtasıyla böyle yüksek, fakat gafil abdlerine kendisini bildirip târif etmesi zarurîdir ki, o Mâlikin evâmirine ve marziyatına vakıf olsunlar.

İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanın vehim, farz, hayal duygularına varıncaya kadar bütün hassaları bilâhare rücû edip bilittifak Hakka iltica ettiklerini ve bâtıla hiçbir ihtimal ve imkânın kalmadığını ve kâinatın ancak ve ancak Kur’ân’ın izah ettiği şekilde bulunduğunu gördüm.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Âlem-i ziya, âlem-i hararet, âlem-i hava, âlem-i kehrüba, âlem-i elektrik, âlem-i cezb, âlem-i esir, âlem-i misal, âlem-i berzah gibi âlemler




Hak: herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan AllahMâlik: sahip; görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah
Mâlik-i Hakikî: görünen ve görünmeyen herşeyin gerçek sahibi olan AllahVâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir şey ve sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
abd: kulbilittifak: oy birliği
bilâhare: daha sonrabinaenaleyh: bundan dolayı
bizzat: doğrudanbâtıl: hak olmayan, boş, faydasız
cüz-ü ihtiyarî: insanda bulunan sınırlı irade, seçme gücüdelâlet etme: işaret etme, gösterme
esbab: sebeplerevâmir: emirler
eşref-i mahlukat: yaratıkların en şereflisifarz: var sayma, düşünme
gafil: habersiz, vurdumduymaz, umursamaz; Allah’ı düşünmeyen ve sorumluluklarından habersizhakikî: asıl, gerçek
halife: yeryüzünde Allah’ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insanhassa: duyular
hüsün: güzellikicad: var etme
iltica etmek: sığınmakimkân: olasılık, olabilirlik
izah etmek: açıklamaki’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir söz
kemâlat: mükemellikler, kusursuzluklarkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
küre-i arz: yerküremarziyat: Allah’ın rızasına vesile olan şeyler
muhal: olması imkânsız olan şeymümkinat: varlığı ile yokluğu eşit olan, varlığı ancak Allah’ın var etmesine bağlı olanlar
rusül: peygamberlerrücû etmek: dönmek
salâhiyet: yetkisemâ-i dünya: dünya semâsı, gökyüzü, uzay
tasarruf etme: irade ve seçim gücüyle dilediği gibi hareket etme, yönetme, kullanma
tasarrufat-ı acibe: hayret verici tasarruflar, işler
târif etmek: bildirmek, tanıtmakvasıta: aracı
vehim: kuruntu, olmayan şeyi varmış gibi gösteren düşüncevehmî: varsayılan, olmadığı halde var kabul edilen
vâkıf: bilgi sahibi, farkında olan, haberdarvücud: varlık
vücud-u haricî: ortaya çıkmış olan, görünen varlıkzarurî: zorunlu
zâfiyet: zayıflık, güçsüzlükzâil: geçip gidici, yok olucu
zıll: gölgeâlem: dünya, evren
âlem-i berzah: öldükten sonra ruhların kıyamete kadar kalacakları mânevî âlem, kabir âlemiâlem-i cezb: çekim âlemi, dünyası
âlem-i esir: bütün kâinatı kapladığı farz edilen ince ve lâtif maddenin bulunduğu âlemâlem-i hararet: sıcaklık âlemi
âlem-i hava: hava âlemiâlem-i kehrüba/âlem-i elektrik: elektrik âlemi
âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlemâlem-i ziya: ışık âlemi
ünvan: isim

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 183


arasında müzahame ve yer darlığı yoktur. Bu âlemler, hepsi de, ihtilâlsiz, müsademesiz, küçük bir yerde içtima ederler.

Kezalik, pek geniş gaybî âlemlerin de bu küçük arzda içtimâları mümkündür. Evet, hava, su, insanın yürüyüşüne, cam ziyanın geçmesine, şuâın röntgen vasıtasıyla kesif cisimlere bile nüfuzuna ve akıl nuruna, melek ruhuna, demirin içine hararetin akmasına, elektriğin cereyanına bir mâni yoktur.

Kezalik, bu kesif âlemde ruhânîleri deverandan, cinnîleri cevelandan, şeytanları cereyandan, melekleri seyerandan men edecek bir mâni yoktur.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Göz, lâmba, şems gibi nur ve nurânî şeylerde cüz’î-küllî, cüz-küll, bir-bin müsavidir. Evet, şemse bak: Onun timsalleriyle seyyârat, denizler ve havuzlar, katre, kabarcıklar gibi bütün şeffaf şeyler, kemâl-i suhuletle temessül ediyorlar. Kezâlik, Şems-i Ezelî şu kâinat kitabında bütün babları, fasılları, satırları, cümleleri, harfleri def’aten, bilâ-külfet yazıyor. Ve ba’sü ba’delmevtte dahi aynı bu suhulet vardır. “Hilkatiniz ve ba’siniz, bir nefsin hilkat ve ba’si gibidir” diye Kur’ân-ı Kerim emrediyor!

İ’lem eyyühe’l-aziz! Herşeyi tahrik eden zerrât-ı müteharrikenin, muayyen hadlerine kadar hareket ettikten sonra tevakkuf ve durmalarına dikkat eden adam anlar ki, herşeyin hududunda daima harekette bulunan zerratı durdurup geri çeviren bir hudut bekçisi vardır; o zerratı taşmaktan men’ediyor. O bekçi ise, muhit bir ilmin tecellîsidir ki, o tecellî kadere, kader de miktara, miktar da kalıba tahavvül eder. Demek, herşey, içerisindeki zerrata bir kalıptır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Kur’ân’ın âyetleri birbirini tefsir ettiği gibi, bu kitab-ı âlemin de bir kısmı, diğer bir kısmını izah ediyor. Meselâ, maddiyat âlemi Cenâb-ı



arz: dünyabab: ana bölüm, bahis
ba’s: diriltme
ba’sü ba’delmevt: ölümden sonra yeniden dirilme
bilâ-külfet: zorluksuzcereyan: akma, akım, dolaşım
cevelan: dolaşma, gezmecinnî: cin taifesinden olan, cinler
cüz-küll: parça-bütüncüz’î-küllî: ferd-tür; birey-sınıf
def’aten: birden bire, bir defada, bir andadeveran: dönüp dolaşma
fasıl: ara bölümgaybî: bilinmeyen, gayba ait olan
had: sınırhararet: ısı, sıcaklık
hilkat: yaratılış, yaratmahudud: sınırlar
ihtilâl: karışıklık, kargaşaizah etmek: açıklamak
içtimâ: toplanma, bir araya gelmei’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir deyim
kader: Allah’ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak herşeyi bilip takdir etmesi, plânlamasıkalıp: ölçek
katre: damlakemâl-i suhulet: tam bir kolaylık
kesif: katı, yoğunkezalik: bunun gibi
kitab-ı âlem: âlem kitabı, kâinatkâinat: evren
maddiyat: maddi şeylermen etmek: yasaklamak
muayyen: belirlenmiş, kararlaştırılmışmuhit: kuşatıcı, kapsamlı, geniş
mâni: engelmüsademe: çarpışma
müsavi: eşit, denkmüzahame: sıkışma, sürtüşme, birbirine zahmet verme
nefis: can, hayat, hayat sahibi bir canlınur: aydınlık
nurânî: nurlu, nura aitnüfuz: etki, tesir
ruh: hayat kaynağı, can, cevherruhânî: maddî yapısı olmayan, lâtif varlık
seyeran: seyahat, gezinmeseyyârat: gezegenler
suhulet: kolaylıktahavvül etmek: değişmek, dönüşmek
tahrik etme: harekete geçirmetecellî: yansıma
tefsir etmek: açıklamak, izah etmektemessül etmek: belirmek, görünmek
tevakkuf: durma, duraklamatimsal: görüntü
zerrat: zerreler; maddenin en küçük parçaları, atomlarzerrât-ı müteharrike: hareketli zerreler, atomlar
ziya: ışıkâlem: dünya, evren
Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bütün varlıkları yokluk karanlığından varlık aydınlığına çıkaran ve onlara hayat veren Allahşems: güneş
şuâ: ince ışık hüzmesi, parıltısı

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 184


Hakkın envar-ı nimetini cezb etmek için hakikî bir ihtiyaçla şemse muhtaç olduğu gibi, âlem-i mâneviyat dahi rahmet-i İlâhiyenin ziyalarını almak için şems-i nübüvvete muhtaçtır. Binaenaleyh, Resul-i Ekremin (a.s.m.) nübüvveti, şemsin kat’iyet ve vuzuhu derecesinde kat’î ve vâzıhtır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Zîhayatın vücuduna terettüp eden semereler, yalnız kendisine, menfaatine, bekasına, kemâline mahsus değildir. Ancak o semerelerden bir hisse kendisine aittir. Bâki kalan kısm-ı âzamı Hâlıka râcidir. Zîhayata âit, uzun bir zaman sonra husule gelir. Hâlıka râci kısım ise, bir anda husule gelir. Meselâ, o zîhayat, Esmâ-i Hüsnânın tecelliyatına mazhariyetle, Hâlıkı, evsaf-ı kemâliyeyle tavsif ve lisan-ı haliyle hamd etmiş oluyor.

İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanın bir ferdi, ihata-i fikriyesiyle, aklıyla, kalbinin vüs’atiyle bir nevi külliyet kesb eder. Ve keza, insanın bir ferdi, hilâfet hususunda âlemin eczâsıyla şuurca alâkadar olduğundan, nebatî olsun, hayvanî olsun, pek çok nevilerde tasarruf sahibi bulunduğundan, nevi gibidir. Ve bu itibarla, insanın bir ferdi, neviler sırasına geçer. Binaenaleyh, gerek hayvanatın, gerek semeratın nevilerinde vukua gelen mükerrer kıyametler, hevâm ve haşeratta vücuda gelen senevî haşir ve neşirler, insanın da herbir ferdinde câridir.

Hülâsa: Kur’ân’ın âyetleriyle ebnâ-yı beşer için büyük kıyametin geleceğine kat’î delâletler olduğu gibi, kitab-ı âlemin âyât-ı tekviniyesiyle de kıyamet-i kübrâya pek kat’î delâletler ve işaretler vardır.




Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahEsmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri
Hâlık: her şeyi yaratan AllahResul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
alâkadar: alâkalı, ilgilibeka: devamlılık, kalıcılık
binaenaleyh: bundan dolayıbâki kalan: geri kalan
cezb etmek: kendine doğru çekmekcâri: geçerli
delâlet: işaret etme, göstermeebnâ-yı beşer: insan oğulları, insanlar
eczâ: parçalar, kısımlarenvar-ı nimet: nimet nurları
evsaf-ı kemâliye: mükemmel, kusursuz sıfatlar, nitelikler, özelliklerhakikî: gerçek
hamd etmek: şükür ve övgülerini sunmakhayvanat: hayvanlar
hayvanî: hayvansalhaşerat: zararlı, zehirli böcekler
haşir ve neşir: yeniden dirilip toplanma ve yayılma; kıştan sonra bahar mevsiminde bitkilerin ve hayvanların dirilip yayılması gibihevâm: böcekler
hilâfet: halifelik, yeryüzünde Allah’ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde, insana verilen görevhusule gelmek: meydana gelmek
hülâsa: özetihata-i fikriye: fikir ve düşüncenin genişliği, kapsayıcılığı, kuşatıcılığı
i’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir sözkat’î: kesin, şüphesiz
kemâl: olgunluk, mükemmellikkesb etmek: kazanmak, elde etmek
keza: bunun gibikitab-ı âlem: âlem kitabı, kâinat kitabı
külliyet: kapsamlılık, bütün fertleri kapsamakısm-ı âzam: büyük kısım
kıyamet: bütün kâinatın sonu, varlığın bozulup dağılmasıkıyamet-i kübrâ: büyük kıyâmet; varlığın bozulup dağılması, dünyanın sonu
lisan-ı hal: hâl ve beden dilimahsus: has, bir şeye ait
mazhariyet: ayna olma, nâil olmamükerrer: tekrarlanan, devamlı
nebatî: bitkiselnevi: çeşit
nübüvvet: peygamberlikrahmet-i İlâhiye: Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmeti
râci: dönen, ait olansemere: meyve, netice, sonuç
senevî: yıllıktasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetme
tavsif: vasıflandırma, nitelendirme, tanıtma, bildirmetecelliyat: tecellîler; yansımalar, görüntüler
terettüp eden: sonuç olarak meydana gelen, ortaya çıkanvukua gelmek: meydana gelmek
vuzuh: açıklıkvâzıh: açık, aşikâr
vücud: varlıkvücuda gelme: var olma
vüs’at: genişlik, kapasiteziya: ışık
zîhayat: canlı, hayat sahibiâlem: dünya, evren
âlem-i mâneviyat: mânevî, madde ötesi dünyaâyât-ı tekviniye: Allah’ın yaratılışa dair koyduğu kanun ve emirleri gösteren bu dünyadaki âyetler, deliller
şems: güneşşems-i nübüvvet: peygamberlik güneşi

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 185


İ’lem eyyühe’l-aziz! Kur’ân-ı Kerim okunurken, istimâında bulunduğun zaman muhtelif şekillerde dinleyebilirsin.

1. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nübüvvet kürsüsüne çıkıp nev-i beşere hitaben Kur’ân’ın âyetlerini tebliğ ederken, kıraatini kalben ve hayalen dinlemek için kulağını o zamana gönder. O fem-i mübarekinden çıkar gibi dinlemiş olursun.

2. Veya Cebrâil (a.s.) Hazret-i Muhammed’e (a.s.m.) tebliğ ederken, her iki hazretin arasında yapılan tebliğ-tebellüğ vaziyetini dinler gibi ol.

3. Veya Kab-ı Kavseyn makamında, yetmiş bin perde arkasında Mütekellim-i Ezelînin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma olan tekellümünü dinler gibi hayalî bir vaziyete gir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Senin şuur ve ilminin sana taallûku, ahval ve levâzımât-ı ihtiyâcâtın nisbetindedir. Çünkü, sebep ile müsebbep, kuvvetle amel arasında münasebet lâzımdır; fazla noksan olmamalıdır. Senin sana olan şuur ve ilminin nisbeti, Hâlıkın sana olan nazar ve ilmine nisbetle bir kıl gibidir. Binaenaleyh, pek cüz’î olan ilim ve şuurun ile, Şems-i Ezelînin ilim ve nazarına mukabele etmekle, gündüz ortasında, güneşin altında, güneşin ziyası ile mübarezeye çıkan ateşböceği gibi olma!

İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenâb-ı Hakkın ef’âli birbirine münasip, âsârı birbirine müşâbih, esmâsı birbirine ayine ve mâkes, sıfâtı birbirine mütedahil, şuûnatı memzuc ise de, herbirisi için hususî bir tavır, bir hal vardır ki, maksud-u bizzat o hususî tavırdır. Sair tavırlar ise tebeîdirler. Binaenaleyh, meselâ Hâlıkın âsârından




Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ım salât ve selâmı onun üzerine olsunCebrâil: Allah tarafından peygamberlere vahiy getirmekle görevli melek
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Kab-ı Kavseyn: Cenâb-ı Hakka en yakın olan makam; Peygamberimiz (a.s.m.) Miraçta bu makamda bizzat Cenâb-ı Hak ile görüşmüştürMütekellim-i Ezelî: ezelî kelâm sıfatına sahip olan ve konuşması, hiçbir varlığın konuşmasına benzemeyen Allah
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)ahval: durumlar
amel: iş, fiilbinaenaleyh: bundan dolayı
cüz’î: az, sınırlı, ferdîef’âl: fiiler, işler
esmâ: Allah’ın isimlerifem-i mübareki: mübarek ağzı
hayalen: hayal ederekhayalî: hayale dayalı
hazret: saygıdeğerhitaben: hitap ederek
hususî: özelistimâ: dinleme
i’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir sözkıraat: okuma
levâzımât-ı ihtiyâcât: ihtiyaç duyulan şeyler, lüzumlu görülen ihtiyaçlarmakam: derece, mevki
maksud-u bizzat: asıl gayememzuc: kaynaşmış, birbiri içine girmiş, karışmış
muhtelif: farklımukabele etmek: karşılık vermek, karşılaştırmak
mâkes: yansıma yerimübareze: karşılıklı mücadele, meydan okuma
münasebet: ilişki, ilgimünasip: uyumlu, uygun
müsebbep: sebeple meydana gelen, sebebin sonucumütedahil: iç içe, birbiri içinde
müşâbih: benzeyen, benzernazar: bakış
nev-i beşer: insanlarnisbet: oran, kıyas
nübüvvet: peygamberliksair: başka, diğer
sıfât: nitelikler, özelliklertaallûk: bağlı olma, ilgili olma, ait olma
tebeî: başka birşeye bağlı olarak, ikinci derecede, dolaylı olarak
tebliğ - tebellüğ: bildirme-bilme, tebliğ etme - tebliği alma
tebliğ etmek: bildirmektekellüm: konuşma
vaziyet: durum, hâlziya: ışık
âsâr: eserler, varlıklar, neticelerŞems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bütün varlıkları yokluk karanlığından varlık aydınlığına çıkaran ve onlara hayat veren Allah
şuur: bilinçşuûnat: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 186


cemâdata baktığın zaman azamet ve kudreti kastına hedef yap, başka isimlerin tecelliyatını teb’an düşün. Hayvanata bakarken merhamet kasdıyla bak, sair tecelliyata tebeî bir nazarla bak.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Kur’ân-ı Kerim, bütün insanlara rahmettir. Çünkü herbir insanın şu hakikî âlemden kendisine mahsus hayalî bir âlemi olduğu gibi, herkes kendi meşrebine göre Kur’ân’dan fehim ve iktibas ettiği, (hâfızasında) kendisine has bir Kur’ân vardır ki, onun ruhunu terbiye, kalbini tedavi eder.

Ve keza, Kur’ân-ı Kerimin bir meziyeti şudur ki: Bütün ulemâ ve ehl-i meşrep gibi herkes hidayeti için, şifası için müteaddit sûrelerden ayrı ayrı âyetleri ahz edebilir. Çünkü, bir âyetin sair âyât-ı Kur’âniye ile pek ince münasebetleri, ittisal cihetleri vardır. Aralarında vahşet yoktur. Bu itibarla, müteaddit sûrelerden alınan âyetler küçük bir Kur’ân hükmünde olur.

İ’lem eyyühe’l-aziz!لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ
blank.gif
1
cümle-i mukaddesesi, insanın, zerre vaziyetinden, insan-ı mü’min suretine gelinceye kadar camidiyet, nebatiyet, hayvaniyet, insaniyet gibi geçirdiği etvar ve ahvaline nâzırdır. Şu menzillerde insanın letâifi pek çok elem ve emellere mâruzdur. Maahaza, havl ve kuvvetin müteallikleri zikredilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Binaenaleyh, bu cümle, tesellî-bahş olup şümûlü dahilinde olan makamlara göre tefsir edilir. Meselâ, 1. لاَ حَوْلَ عَنِ الْعَدَمِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى الْوُجُودِ “Ademden çıkıp vücuda gelmek.”
2. لاَ حَوْلَ عَنِ الزَّوَالِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى الْبَقَاءِ “Zevale gitmeyip bekada kalmak.”




[NOT]Dipnot-1 Allah’ın kudret ve gücünden başka kudret ve güç yoktur.
[/NOT]




adem: yokluk, hiçlikahval: haller, davranışlar
ahz etmek: almak; rehber, yol gösterici vs. edinmekazamet: büyüklük, yücelik, haşmet
beka: devamlılık, kalıcı olma, sonsuzluğa gitmekbinaenaleyh: bundan dolayı
cemâdat: cansız varlıklarcihet: taraf, yön
câmidiyet: cansızlıkcümle-i mukaddese: kusur ve eksiklikten uzak, yüce cümle
ehl-i meşrep: bir hareket tarzı ve yol takip edenler, bir metoda sahip olanlarelem: acı, keder
emel: istek, beklentietvar: tavırlar, aşamalar
fehim: anlayış, anlama, kavramahakikî: gerçek
havl: güç, iktidarhayalî: hayale dayalı
hayvanat: hayvanlarhayvaniyet: hayvana âit, hayvansal
hidayet: doğru ve hak yola ulaşmaiktibas etmek: alıntı yapmak
insan-ı mü’min: Allah’a inanan insaninsaniyet: insanlık
ittisal: bitişmek, birleşmeki’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir söz
kasıt: bir şeye hedef ve gaye edinerek bizzat yönelmekkeza: bunun gibi
kudret: güç, iktidarletâif: insanın mânevi yapısında bulunan ince duygular, duyular
maahaza: bununla beraber, bununla birliktemakam: konum, yer, derece
menzil: durak, yermerhamet: acıma, şefkat
meziyet: üstün nitelik, özellikmeşreb: yol, hareket tarzı, metot
mutlak: sınırsızmâruz: hedef olma, yüz yüze gelme, uğrama, tesirinde kalma
münasebet: irtibat, ilişki, ilgimüteaddit: bir çok
müteallik: alâkalı, ilgili olan şeylernazar: bakış
nebatiyet: bitkilere âit, bitkiselnâzır: bakar, yönelik
rahmet: şefkat, merhamet, bağışsair: başka
suret: görünüm, şekilsûre: Kur’ân-ı Kerim’in ayrıldığı 114 bölümden her biri
tebeî: başka birşeye tabi olarak, dolaylı, ikinci derecedeteb’an: bir şeye bağlı olarak; bir şeye bağlı olduğu şeyi dikkate alarak ikinci derecede bakmak
tecelliyat: tecellîler; yansımalar, görüntülertefsir etmek: açıklamak, yorumlamak
terbiye: eğitim, yetiştirmetesellî bahş: tesellî bahşeden
ulemâ: âimlervahşet: yalnızlık, yabancılık
vaziyet: durum, halvücuda gelmek: var olmak, yaratılmak
zerre: en küçük parça, hücre, atomzeval: yokluk
zikredilmek: belirtilmek, anılmakâlem: dünya, evren
âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân âyetlerişümûl: kapsam

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 187


3. لاَ حَوْلَ عَنِ الْمَضَرَّةِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى النَّفْعِ “Mazarratı def, menfaati celp.”
4. لاَ حَوْلَ عَنِ الْمَصَائِبِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى الْمَطَالِبِ “Musibetten uzak olup, matluba nâil olmak.”
5. لاَ حَوْلَ عَنِ الْمَعَاصِى وَلاَ قُوَّةَ عَلَى الْعِبَادَةِ “Maâsiye düşmemek, ibadete devam etmek.”
6. لاَ حَوْلَ عَنِ النِّقَمِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى النِّعْمَةِ “Azaba mâruz kalmamak, nimete mazhar olmak.”
7. لاَ حَوْلَ عَنِ الظُّلْمَةِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى النُّورِ “Zulmete düşmemek, nurla tenevvür etmek.”

Ve hâkezâ, herbir makamda insanın letâifine göre takyid ve tefsir edilebilir.



endOfSection.gif
endOfSection.gif




celp: kendine çekmehâkezâ: bunun gibi
letâif: insanın mânevi yapısındaki ince duygular, duyularmakam: konum, yer, derece
matlub: istek, arzumazarrat: zararlar
mazhar olmak: erişmekmaâsi: günahlar
menfaat: fayda, yararmusibet: belâ, dert, felâket
mâruz kalmak: uğramak, tesirinde kalmaknimet: iyilik, lütuf, ihsan
nur: aydınlıknâil olmak: erişmek, ulaşmak
takyid: sınırlandırmatefsir etmek: açıklamak, yorumlamak
tenevvür etmek: aydınlanmakzulmet: karanlık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 188


Zeylü’z-Zeyl


besmele.jpg




İ’lem eyyühe’l-aziz! Bazı insanların ağzında kemiyeten az, keyfiyeten pek büyük üç kelime dolaşmaktadır.

Birincisi: “Herşey kendi kendine teşekkül etmiştir.”
İkincisi: “Mûcid ve müessir esbabdır.”
Üçüncüsü: “Tabiat iktiza etti.”

Bu üç kelimatın pek çok muhâlâta zarf oldukları hakkında yapılan beyanatı dinle:İnsan mevcuttur. Bu mevcut insan, birinci kelimeye nazaran hem sânidir, hem masnû.İkinci kelimeye göre, esbabın tesiriyle vücuda gelmiştir.Üçüncü kelimeye nazaran, mevhum tabiatın eseridir.Dördüncü cihet ise, hak ve hakikatin istilzam ettiği gibi, Allah’ın masnûudur.

Evvelki kelimenin gayr-ı mahsur muhâlâtı:

1. O kelimenin iktizasına göre insanı teşkil eden zerrelerin herbirisinde hem insanın içini, hem kâinatı görecek, bilecek bir göz, bir ilim ve sair sıfât-ı lâzimenin bulunması lâzımdır.


2. İnsanın bedeninde zerrattan teşekkül eden mütehâlif mürekkebat adedince, matbaalarda hurufatı tertip etmek için kullanılan kalıplar gibi kalıplar lâzımdır.




beyanat: açıklamalar, izahlarcihet: taraf, yön
esbab: sebeplergayr-ı mahsur: hadde hesaba gelmeyen; sınırsız, sonsuz
hak ve hakikat: doğru ve gerçekhurufat: harfler
iktiza: gerektirmekistilzam etmek: gerekli kılmak, gerektirmek
i’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir sözkalıp: ölçek
kelimat: kelimeler, sözlerkemiyeten: sayısal olarak
keyfiyeten: zararlı nitelik ve özellik bakımındankâinat: evren, bütün yaratılmışlar
masnû: san’at eseri olan varlıkmevcut: var olan
mevhum: gerçekte olmadığı halde var sayılanmuhâlât: olması imkânsız olan şeyler
mûcid: icad edici, var edici, yaratıcımüessir: tesir edici, tesir sahibi
mürekkebat: birleşiklermütehâlif: farklı, birbirine uymayan
nazaran: bakarak, –göresair: başka
sâni: san’atkâr, san’atla yapansıfât-ı lâzime: gerekli olan özellikler
tabiat: Evrende bulunan her şey tabiat kanunları; (tabiat fikri) materyalist düşüncetertip etmek: düzenlemek; dizmek, sıralamak
teşekkül etmek: oluşmak, meydana gelmekteşkil etme: meydana getirme, oluşturma
vücuda gelmek: meydana gelmek, var olmakzarf olmak: bir şeyi içine almak, kapsamak
zerrat: zerreler; hücreler, atomlarzerre: en küçük madde parçası, hücre, atom
zeylü’z-zeyl: ekin eki

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 189


3. Kârgir kemerlerin taşları gibi, herbir zerrenin arkadaşlarına hem hâkim, hem mahkûm olması lâzım gelir. Ve keza, herbirisi, ötekilere hem zıt, hem misil, hem mutlak, hem mukayyed olması lâzımdır.

İkinci kelimenin muhâlâtı:

1. İnsanın me’hazi, yani insanı teşkil eden maddeler, eczahanelerde bulunan ağızları mühürlü, ayrı ayrı, çeşit çeşit mütebâyin ilâçlar gibi maddelerdir. Hiç kimsenin eli dokunmaksızın ihtiyaç nisbetinde kemâl-i intizam ve muvazeneyle o ilâçların şişelerden kendi kendine çıkıp hayatî bir mâcun vaziyetine gelmesi mümkün ise, insanın da sânisiz esbab ve mevadd-ı câmideden suduru mümkündür diyebilir.

2. Birşeyin kemâl-i intizam ile gayr-ı mahdut, kör, sağır, câmid, şuursuz esbabdan sudurunun muhaliyeti nisbetinde, sâni’siz insanın da o maddelerden yapılması muhaldir. Maahaza, maddî esbabın yalnız zahire taallûku vardır. Bâtındaki lâtif, ince, garip nakışlara, san’atlara nüfuzu yoktur.

3. O kelimenin iktizâsına göre kemâl-i ittifak ve intizam ile ihtiyâcat nisbetinde gayr-ı mahsur esbabın bir cüzde, bir hüceyrede içtimaları lâzım gelir. Bu içtimâ, âlemin eczâ ve erkânının azametiyle beraber senin elinin içine girip içtimâ etmeleri demektir.

Çünkü, insanın ustası esbab olduğu takdirde, âlemin bütün ecza ve erkânı insan ile alâkadar olduğuna nazaran, insanın yapılışında âmil ve usta olmaları lâzım gelir. Bir usta, yaptığı şeyin içerisinde bulunduktan sonra yapar. O halde, insanın bir hüceyresinde âlemin eczâsı içtimâ edebilir. Bu öyle bir muhaldir ki, muhallerin en mümteniidir.

Üçüncü kelimenin muhal ve butlanı ise:

Evet, tabiatın iki ciheti vardır. Biri zahiridir ki, ehl-i gaflet ve dalâletçe hakikat



alâkadar: alâkalı, ilgiliazamet: büyüklük, haşmet, heybet
butlan: bir şeyin olması için gerekli şartları taşımadığından boş, faydasız olma, batıl olmabâtın: bir şeyin iç yüzü
cihet: taraf, yöncâmid: cansız
cüz: parça, bölümeczâ: parçalar, bölümler
ehl-i gaflet ve dalâlet: âhiretten habersiz, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız, doğru ve hak yoldan sapmış kimselererkân: rükünler; bir şeyi oluşturan ana unsurlar, temel esaslar
esbab: sebeplergarip: ilginç, tuhaf, şaşırtıcı
gayr-ı mahdut: sınırsızgayr-ı mahsur: sınırsız, sonsuz
hayatî: hayatla bağlantılıhâkim: hükmeden, idaresi altında tutan
ihtiyâcat: ihtiyaçlariktizâ: bir şeyin gereği
içtima: toplanmaiçtimâ etmek: toplamak
kemâl-i intizam: tam ve mükemmel bir düzen, sistemkemâl-i ittifak ve intizam: tam ve mükemmel birlik ve düzen
keza: bunun gibikârgir: birbirine girintili olan sağlam yapı, taş ve harçla yapılmış olan
lâtif: ince, hoş, güzellâzım gelmek: gerekli olmak
maahaza: bununla beraber, bununla birliktemahkûm olma: birinin hükmü, idaresi altında olma
mevadd-ı câmide: cansız maddelerme’haz: kaynak
misil: eş, denkmuhal: olması imkânsız şey
muhaliyet: imkânsızlıkmuhâlât: olması imkânsız olan şeyler
mukayyed: kayıtlı, sınırlımutlak: sınırsız
muvazene: dengemâcun: yoğrulmuş hamur, karışım
mümteni: gerçekleşmesi imkânsız olanmütebâyin: birbirine uymayan, ayrı, farklı
nakış: işleme, süslemenazaran: bakarak, –göre
nisbetinde: oranındanüfuz: etki, tesir
sudur: ortaya çıkma, meydana gelmesâni: san’atkâr
taallûk: ilgili olma, bağlantılı olmaktabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğa
teşkil etmek: meydana getirmek, oluşturmakvaziyet: durum, hâl
zahir: dış görünümzerre: atom, hücre; en küçük madde parçası
âlem: dünya, evrenâmil: amel eden, iş gören, etken

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 190


zannedilmiştir. Diğeri bâtınıdır ki, san’at-ı İlâhiye ve sıbğa-i Rahmâniyedir. Tabiata ilâveten iddia edilen kuvvet ise, Hâlık-ı Hakîm-i Alîmin cilve-i kudretidir. Ehl-i gafletin sâni olarak telâkki ettikleri tabiata cenah olarak yapıştırdıkları kör tesadüf ve ittifak ise, dalâletten neş’et eden ıztırar neticesinde şeytanların ihtirâ ettikleri hezeyanlardır. Çünkü, müteaddit eserlerimde kat’î bir surette ispat edildiği gibi, harikaların harikası olan şu san’at, ancak ve ancak bütün evsaf-ı kemâliye ile muttasıf bir Habîr-i Basîrin yed-i kudretinden çıkmamış ise, şu kesif, câmid, mukayyet, miskin, mümkinin eliyle mi şu kâinata giydirilen gömlek yapılmıştır? Yoksa âlemlere giydirilen şu güzel teşekkülleri, nakışları baûda veya kaplumbağa mı yapmıştır? Hâşâ, sümme hâşâ!

Evet, insanda, herşeyde Sâni-i Ezelînin masnûu olduklarına mevcudatın adedince şahitler vardır. Meselâ:

1. Kâinattır. Evet kâinatın ihtiva ettiği bütün zerrat ve mürekkebatın her birisi elli beş lisan ile şehadet etmektedir.

2. Kur’ân’dır. Evet Kur’ân, bütün enbiya, evliya ve muvahhidînin kitaplarıyla, sahife-i kevn ve vücudda yaratılan icadî ve tekvinî âyetler Hâlıkın hallâkıyetine âdil şahitlerdir.

3. Mahlûkatın reisi ve resulü, bütün enbiya, evliya, melâike ile birlikte herşeyin sânii Allah olduğuna ilân-ı şehadet ediyorlar.



Habîr-i Basîr: Kendisine hiçbir şey gizli kalmayacak şekilde bilen, herşeyden haberdar olan ve her şeyi gören AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Hâlık-ı Hakîm-i Alîm: her şeyi hakkıyla bilen, ilmi herşeyi kuşatan ve yarattığı herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan AllahSâni-i Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
baûda: sivrisinekbâtın: bir şeyin iç yüzü
cenah: kanatcilve-i kudret: Allah’ın kudretinin yansıması
câmid: cansızdalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık, inkâr
ehl-i gaflet: sorumsuz, vurdumduymaz; âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlarenbiya: nebiler, peygamberler
evliya: Allah dostları velî kullarevsaf-ı kemâliye: kusursuz, mükemmel nitelikler, özellikler
hakikat: gerçekhallâkıyet: yaratıcılık özelliği, kabiliyeti
hezeyan: boş söz, saçmalamahâşâ, sümme hâşâ: asla, kesinlikle öyle değil
icadî: yaradılışa dâirihtirâ etmek: icad etmek, bulmak
ihtiva etmek: içermek, kapsamakilân-ı şehadet: tanıklık etmek, şahitliğini bildirmek
ittifak: anlaşma, birlikkat’î: kesin, şüphesiz
kesif: katı, yoğun, saydam olmayan
kâinat: evren, bütün yaratılmışlar
lisan: dilmahlûkat: yaratılmışlar, yaratılmış varlıklar
masnû: san’atla yapılmış eşya, varlıkmelâike: melekler
mevcudat: varlıklarmiskin: zavallı, muhtaç
mukayyet: kayıt altında, sınırlımuttasıf: vasıflanmış, nitelendirilmiş
muvahhidîn: Cenâb-ı Hakk’ın varlığına ve birliğine inananlarmümkin: varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olan, varlığı ancak Allah’ın var etmesine bağlı olan
mürekkebat: bir bütünü oluşturan parçalar, bileşimlermüteaddit: bir çok, çeşitli
nakış: işleme, süslemeneş’et etme: kaynaklanma
resul: Allah’ın elçisisahife-i kevn ve vücud: kâinat kitabındaki yaratılmış, varlıklar sayfası
san’at-ı İlâhiye: Allah’ın san’atısâni: san’atkâr, san’atla iş yapan
sıbğa-i Rahmâniye: çok merhamet sahibi olan ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah’ın boyası
tabiat: Evrendeki canlı cansız bütün varlıklar; tabiat kanunları; (tabiat fikri) materyalist düşünce
tekvinî: yaratmayla ilgilitelâkki etmek: kabul etmek, algılamak
tesadüf: rastlantıteşekkül: oluşum
yed-i kudret: Allah’ın kudret elizerrat: zerreler; atomlar
âdil: adaletliâlem: dünya, evren
ıztırar: çaresiz kalma, zorunlu olmaşahitler: deliller, tanıklar
şehadet etmek: şahitlik yapmak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 191


4. İns ve cin taifeleri envâen ihtiyacat-ı fıtriyesiyle şahittirler.

5. Ulûhiyet ve hallâkıyetin Allah’a mahsus ve münhasır olduğuna Allah da şehadet ediyor.

Arkadaş! San’atın, vücuh-u selâse-i mezkûre üzerine mümkine veya hakkın istilzam ettiğine nazaran Vâcibe olan isnadı meselesi semeredar bir ağaç meselesi gibidir. Şöyle ki:

Ağacın o semereleri, ya vahdete isnad edilir. Yani neşvünemâ kanunuyla ağacın kökünden, kök de çekirdekten, çekirdek de evâmir-i tekviniyeyi temessülden, evâmir-i tekvîniye de “Kün” emrinden, “Kün” emri dahi Vahid-i Vâcibden sadır olmuştur.

O vakit, o ağaç bütün eczasıyla, yapraklarıyla, dallarıyla, semereleriyle yaratılış kolaylığında bir semere-i vahide hükmünde olur. Çünkü, vahdete nisbeten küçük bir semere ağacı ile pek büyük ve çok semereli bir ağaç arasında fark yoktur. Bu adem-i fark, vahdette suhuletle yüsr, kesrette suubetle usrün bulunduğundan neş’et etmiştir.

Eğer kesrete isnat edilirse, herbir semere, herbir çiçek, herbir yaprak, herbir dal, tam ağacının vücuda gelmesine lâzım olan bütün âlât, cihâzat, esbab ve saireye ihtiyaç gösterecektir. Çünkü küll cüzde dahildir. Ona ne lâzımsa buna da lâzımdır. Mesele bu iki şıktan hariç değildir. Biri vâcip, diğeri mümtenidir.

Hülâsa: Bir hüceyrenin vücuda gelmesi kendisine isnat edilirse, kâinata muhit olan sıfatlar kendisinde lâzımdır. Esbaba isnat edilirse, âlemdeki bütün esbabın o hüceyrede içtimâları lâzım gelir. Halbuki, sineğin iki eli sığmayan bir hüceyre, iki ilâhın tasarrufuna mahal olabilir mi? Hâşâ!




Vâcib: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir şeye ve sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah; zorunlu, şartVâhid-i Vâcib: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir şeye ve sebebe ihtiyacı olmayan ve herbir varlıkta birliği görünen Allah
adem-i fark: farkın olmayışı, farksızlıkcihâzat: donanımlar, cihazlar
cüz: parçaecza: kısımlar, bölümler
envâen: çeşit çeşit olarak, türler olarakesbab: sebepler
evâmir-i tekvîniye: Allah’ın kâinata koyduğu yaratılışa ait emirler, kanunlarhak: doğru, gerçek
hallâkıyet: yaratıcılık özelliği, kabiliyetihâşâ: asla öyle değil
hülâsa: özetihtiyacat-ı fıtriye: fıtrî, yaratılıştan gelen ihtiyaçlar
ilâh: tanrı, mabudins ve cin: insanlar ve cinler
isnad: dayandırmaistilzam etmek: gerekli kılmak, gerektirmek
içtimâ: toplanmakanun: bir sistem ve düzeni sağlayan yasa, fiilleri düzen altında tutan kaide, düstur
kesret: çoklukkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
küll: bütünkün emri: “kün = كُنْ”, yani “Ol” emri
lâzım gelmek: gerekli olmakmahal: yer, saha, alan
mahsus: has, özelmuhit: kuşatan, kapsayan
mümkin: varlığı ile yokluğu eşit olan, varlığı ancak Allah’ın var etmesine bağlı olan varlıkmümteni: olması imkânsız şey
münhasır: sadece birine ait olmanazaran: bakarak, –göre
neşvünemâ: büyüyüp gelişmeneş’et etmek: doğmak, meydana gelmek
nisbeten: kıyasla, oranlasadır olmak: çıkmak, meydana gelmek
sair: başkasemere: meyve, netice
semere-i vahid: bir tek meyvesemeredar: meyveli, verimli
suhulet: kolaylıksuubet: zorluk
sıfat: nitelik, özelliktaife: grup, topluluk
tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetmetemessül: görünme, yansıma
ulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma, İlâhlıkusr: zorluk; meşakkat
vahdet: birlikvücuda gelmek: meydana gelmek
vücuh-u selâse-i mezkûre: ifade edilen üç yön, tarafyüsr: kolaylık; zahmetsizlik
âlem: dünya, evrenâlât: âletler
şehadet etmek: şahitlik yapmak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 192


Maahaza, hüceyreden tut, âleme kadar herbir şeyin bir nevi vahdeti vardır. Öyle ise, Sâni de vahid olacaktır. Çünkü, vahid ancak vahidden sudur eder. Ve keza, bir habbe şemsi ziyasıyla, rengiyle, (tecellî suretiyle) içine alabilir. Fakat masdariyet itibarıyla, bir habbe, iki habbeyi içine alıp onlara masdar olamaz. Ve keza, vücud-u haricî, vücud-u misalîden daha sabit, daha muhkemdir. Vücud-u haricîden bir nokta, vücud-u misalîden bir dağı içine alabilir. Kezâlik, vücud-u vücubî daha kavi, daha râsih, daha sabittir. Belki de vücud-u hakikî, vücud-u haricî ondan ibarettir.

Binaenaleyh, ilm-i muhit-i ezelîde temessül eden imkânî vücutlar, vücud-u vücubînin tecellîyât-ı nuriyelerine ayine ve mâkesdirler. Öyle ise, ilm-i ezelî imkânî vücutlara ayine olduğu gibi, imkânî vücutlar da vücud-u vücubîye ayinedir. Sonra o imkânî vücutlar, ilm-i ezelîden vücud-u haricîye intikal etmişlerse de, vücud-u hakikî mertebesine vasıl olmamışlardır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Kevn ve vücut sahasında durup ahvâl-i âleme dikkat eden adam, hadsî bir sür’atle anlar ki, tesir-i faaliyet, lâtif, nuranî, mücerret olan şeylerin şe’ni olduğu gibi; infial, kabiliyet, teessür de maddî, kesif, cismanî şeylerin hassasıdır. Evet, misal olarak, semâdaki nur ile yerdeki şu kocaman dağa bak. O nur semâda iken ziyasıyla yerde iş görür, faaliyettedir. O dağ ise, azametiyle beraber faaliyetsiz yerinde oturuyor. Ne bir tesiri var ve ne de bir fiili var.

Ve keza, eşya arasında vukua gelen fiillerden anlaşılıyor ki, hangi birşey lâtif, nurânî ise, sebep ve fâil olmaya kesb-i liyakat eder. Kesafeti nisbetinde de infial



Sâni: herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allahahvâl-i âlem: âlemdeki haller, durumlar
azamet: büyüklükbinaenaleyh: bundan dolayı
cismanî: maddi yapısı olanfaaliyet: çalışma, aktif olma, iş yapma
fâil: işi yapanhabbe: dane, tohum
hadsî: güçlü bir sezgi, seziş; zihnin bir vasıtaya ihtiyaç duymaksızın kalbe gelen güçlü ve kesin bir sezgi ile hızla hükmettiği doğru bilgihassa: ayırıcı özellik
ilm-i ezelî: Allah’ın herşeyi ve bütün zamanları kuşatan sonsuz ilmiilm-i muhit-i ezelî: Allah’ın, geçmiş ve gelecek bütün zamanları ve herşeyi kuşatan sonsuz ilmi
imkânî: varlığı ile yokluğu eşit olan, varlığı ancak Allah’ın var etmesine bağlı olaninfial: fiilden etkilenme, bir tesirin gücü altında hareket etme
intikal etmek: geçmek, ulaşmaki’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir ifade
kabiliyet: yetenek; bir şeyin karşısında olup ondan etkilenme, kabul etme özelliğinde olmakavi: güçlü, kuvvetli
kesafet: kesifli; katılık, yoğunlukkesb-i liyakat: ehliyet kazanma, lâyık olma, hak etme
kesif: katı, yoğun, saydam olmayankevn: varlık, var edilen her şey, kâinat
keza: bunun gibikezâlik: bunun gibi
lâtif: ince, cismani olmayanmaahaza: bununla beraber, bununla birlikte
maddî: cismani, gözle görülenmasdar: kaynak
masdariyet: kaynaklık, kaynak olmamertebe: derece
misal: örnekmuhkem: sağlam
mâkes: ayna, yansıma yerimücerret: somut olmayan, soyut
nevi: çeşitnisbetinde: oranında
nur: aydınlık, ışıknuranî: nurlu
râsih: sağlam, yerleşmişsabit: kesin, yerleşmiş, kararlı, değişken olmayan
semâ: gökyüzüsudur etmek: çıkmak, meydana gelmek
tecellî: yansımatecellîyât-ı nuriye: nurlu tecellîler; parlak yansımalar
teessür: etkilenmetemessül etme: görünme
vahdet: birlikvahid: bir
vasıl olmak: ulaşmak, varmakvukua gelme: meydana gelme, olma
vücud-u hakikî: gerçek varlıkvücud-u haricî: zihinde bulunan veya aynada yansıması görünen bir şeyin dış dünyadaki maddî varlığı, gerçekliği, maddî varlık
vücud-u misalî: maddî olmayan, görüntüden ibaret, yansımaya dayalı olan varlıkvücud-u vücubî: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir şeye ve sebebe ihtiyacı olmayan ve diğer varlıkların var olması Kendisine bağlı olan, yokluğu düşünülemeyen varlık, Allah
vücut: varlıkziya: ışık
âlem: dünya, evrenşems: güneş
şe’n: durum, hâl, özellik

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 193


ve müsebbebiyet mertebesine yaklaşıyor. Bundan anlaşılıyor ki, esbab-ı zahiriyenin Hâlıkı ile, müsebbebatın Mûcidi, ancak ve ancak Nuru’l-Envâr, Sâni-i Ezelîdir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Tefekkür gafleti izale eder. Dikkat, teemmül, evham zulümatını dağıtıyor. Lâkin nefsinde, bâtınında, hususî ahvâlinde tefekkür ettiğin zaman, derinden derine tafsilât ile tetkikat yap. Fakat âfakî, haricî, umumî ahvâlâta teemmül ettiğin vakit, sathî, icmâlî düşün, tafsilâta geçme. Çünkü icmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik tafsilâtında yoktur. Hem de âfakî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur. İçine dalma, boğulursun.

Arkadaş! Nefsî tefekkürde tafsilâtlı, âfâkî tefekkürde ise icmâlî yaparsan, vahdete takarrüb edersin. Aksini yaptığın takdirde, kesret fikrini dağıtır. Evham seni havalandırır, enâniyetin kalınlaşır. Gafletin kuvvet bulur, tabiata kalb eder. İşte dalâlete isâl eden kesret yolu budur.

İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsan ne kadar cahil ve gafildir! Ne kadar yolunu şaşırmış, nefsine zarar veriyor! Dokuz vecihle menfaati muhakkak, yalnız bir vecihle zararı mevhum olan büyük bir hayr-ı azîmi terk, dalâleti irtikâp eder. Evet, Sofestaînin bir şüphesi için, binlerce menfaat delilleri olan hidayeti terk ediyor.

Halbuki insan çok vehham, ihtiyatlı olduğuna nazaran, dünyevî bir işte onda bir zarar ihtimali varsa içtinap eder. Âhiret işi olursa, onda dokuz zarar ihtimali olduğu halde, içtinap etmez. İşte cehalet bu kadar olur!



Hâlık: her şeyi yaratan AllahMûcid: herşeyi icad eden, var eden yaratıcı Allah
Nuru’l-Envâr: bütün varlığı aydınlatan, bütün nurlar kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan ve her çeşit nuru yaratan AllahSofestaî: kâinatın Yaratıcısını kabul etmeyen ve her şeyi, hatta kendini dahi inkâr eden bir felsefî ekole bağlı kimse
Sâni-i Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allahahvâl: haller, davranışlar
ahvâlât: hallerakis: yansıma
bâtın: bir şeyin iç yüzücehalet: cahillik, bilgisizlik
dalâlet: hak ve doğru yoldan sapkınlıkdünyevî: dünya ile ilgili
enâniyet: benlik, gururesbab-ı zahiriye: görünürdeki sebepler
evham: kuruntular, şüphelerfezleke: öz, netice, özet
gafil: Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan, sorumsuz, vurdumduymazgaflet: sorumsuzluk, vurdumduymazlık; Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli
haricî: dış dünyaya âithayr-ı azîm: büyük hayır, sevap
hidayet: doğru ve hak olan yol, İslâmiyethususî: özel
icmal: özetleme, kısaca ifade etmeicmâlî: kısaca, özetle
ihtiyatlı: tedbirliirtikâp etmek: yapmak, işlemek
isâl etme: ulaştırmaizale etmek: gidermek, ortadan kaldırmak
içtinap etmek: kaçınmak, sakınmaki’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir söz
kalb etme: dönüşmekesret: çokluk
lâkin: ama, fakatmertebe: derece
mevhum: gerçekte olmadığı halde var sayılanmuhakkak: kesin, gerçekliği kesin olan
müsebbebat: sebeplerle meydana gelenler, sebeplerin sonuçlarımüsebebiyet: bir sebep, tesir v.s. sonucu ortaya çıkma, netice olma
nazaran: bakarak, –görenefis: bir kimsenin kendisi, mânevî yapısı
nefsî tefekkür: kişinin kendisi ve kendi varlığı üzerinde etraflıca derinlemesine düşünmesisathî: sığ, yüzeysel
tabiat: (tabiat fikri) materyalist düşünce; tabiat için, “insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç” düşüncesitafsilât: ayrıntılar
takarrüb etmek: yaklaşmateemmül: düşünme, tefekkür etme, inceden inceye araştırma
tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünmetetkikat: incelemeler
umumî: genelvahdet: Allah’ın birliği
vecih: tarz, yönvehham: aşırı derecede vehimli, kuruntulu
zulümat: karanlıklarâfakî: dış dünyaya ait, dış dünya ile ilgili
âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat, öteki dünya

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Habbe - Sayfa: 194


İ’lem eyyühe’l-aziz! Ruh-u insanî gayr-ı mütenahi ihtiyaçlara giriftar, gayr-ı mütenahi elemlere mahaldir. Gayr-ı mahsur lezzetlere iştihalıdır. Gayr-ı mahdut âmâli beslemektedir. Hattâ, kalbin dalâletiyle beraber ruhtan fışkıran şefkat, gayr-ı mütenahi elemleri tazammun ediyor. Binaenaleyh, “Ben neyim? Ne kıymetim var ki benim için kıyamet kopsun, mizan vaz edilsin, hesap görülsün?” demeye hakkın yoktur.

Ey kemâl-i gurur ile dalâlet kürsüsünde oturan! Hayatına mağrur olma. Zira o hayat, bir mugalâta ile kaimdir. Şöyle ki:

O kürsüde oturan dâll, zeval ve fenânın dehşetini düşünüp korktuğu zaman, saadet-i ebediye ihtimaline kaçar, tekâlif-i diniyenin terkinde de âhiretin olmayacağı ihtimaline kaçar. Bu mağlâta ile her iki elemden kurtuluyor. Lâkin, kısa bir zamanda düğüm açılır, hakikat ortaya çıkar. Ne birinci ihtimal elemini izale eder ve ne de ikinci ihtimal yükünü tahfif eder.

Ve keza, “Musibet taammüm ettiğinde elem hafif olur. Ben de emsalim gibiyim” diye yine yük altından kaçar. Fakat, musibet âmm olduğunda, elemi muzaaf olur, kat kat ziyade olur. Çünkü, kendisi gibi akrabası, ahbâbı da o musibete dahildir. Çünkü, insanın ruhu, ebnâ-yı cinsiyle alâkadardır. Ne kadar umumî olursa, o kadar da elemi fazla olur.

Ey şek cephesinde, gaflet gölgesinde istirahate çekilen biçare! Gaflet serinliğinde, şek içinde zevk ettiğin lezzeti lezzet sanma! O zehirli baldır. Az bir zaman sonra Cehennemî bir azaba inkılâp edecektir. Eğer âlâmın lezâize, nârın nura inkılâp etmesi emelinde isen, evkat-ı hamsede rükû ve sücud kancası ile gururun hortumunu bük, sık, başını kır, imanı doldur. Sonra âyâta tefekkür ile



Cehennemî: Cehennem gibi, Cehenneme benzerahbâb: dostlar, sevgilililer
alâkadar: alâkalı, ilgilibinaenaleyh: bundan dolayı
biçare: çaresizcephe: yüz
dalâlet: hak yoldan sapkınlıkdâll: hak yoldan sapan
ebnâ-yı cins: kendi cinsinden gelenler, aynı cinsten ve türden olanlarelem: acı, keder
emsal: benzerlerevkat-ı hamse: beş vakit, namaz vakitleri
fenâ: gelip geçicilikgaflet: vurdumduymazlık, sorumsuzluk; Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli
gayr-ı mahdut: sınırsız, sonsuzgayr-ı mahsur: belli bir şeyle sınırlanmayan, pek çok
gayr-ı mütenahi: sonsuzgiriftar: bir şeye dalmış, tutulmuş
hakikat: gerçekinkılâp etmek: dönüşmek
istirahate çekilmek: dinlenmeye çekilmekizale etmek: gidermek, ortadan kaldırmak
i’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir sözkaim: ayakta duran, varlığı devam eden
kemâl-i gurur: tam bir gurur, kendini beğenmişlikle aldanmakeza: bunun gibi
kıyamet: dünyanın sonu, bütün varlık âleminin bozulup dağılmasılezâiz: lezzetler
lâkin: ama, fakatmahal: yer
mağlâta/mugalâta: demagoji; aldatmak maksadıyla yanlış sözler söylememağrur: gururlu, kibirli, kendini beğenmiş, aldanmış
mizan: terazi, ölçümusibet: belâ, dert, felâket
muzaaf: katmerli, kat katnur: aydınlık
nâr: ateşruh-u insanî: insana ait ruh, insan ruhu
rükû: namazda eğilmesaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk, âhiret mutluluğu
sücud: namazda yere kapanma, secde etmetaammüm etme: genelleşme, umuma ait olma
tahfif etmek: hafifletmek, yükünü azaltmaktazammun etmek: içermek, kapsamak
tefekkür: etraflıca ve derinlemesine düşünmetekâlif-i diniye: dinle ilgili sorumluluklar, dini yükümlülükler
umumî: genele aitvaz edilmek: konulmak, yerleştirilmek
zeval: yokluğa gitmeâhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat, öteki dünya
âlâm: elemler, acılar
âmm: genel; sayısız şeyleri içine alan, aynı cinsten bir çok fertlere birden delâlet eden lâfız; cemaat, millet sözleri gibi
âmâl: emeller, arzular, isteklerâyât: âyetler, deliller
şefkat: acıma, merhamet, sevgişek: şüphe, zan

 
Üst