fetret ehli niçin yaratılmış olabilir?

hüccet1

New member
S.A.arkadaşlar,

kafalara takılan bir-iki sorum var:
. 1. soru:Allah fetret ehlini niçin yarattı.insanlar imtihan ve ibadet için yaratıldı iseler,bu insanlar imtihan edilmiyorlar .2.soru:Allah niçin bu insanlara hak dini ulaştırmadı? Allah razı olsun

Bilindiği gibi amerika,afrika,avustralya gibi pek çok yerde en azından peygamberimizden bu yana hak dinden habersiz bir şekilde putperest olarak yaşayan ilkel kabileler var. ya da dünyanın değişik yerlerinde,geçmişte ya da günümüzde hak dinden hiçbir şekilde haber alamamış fertşlerin olduğu malum.sorum ehli necat olup olmayacakları değil.çünkü bunun cevabı detayları ile pek çok yerde var.yaratılış hikmetleri neler olabilir:malum insan imtihan ve ibadet için yaratılmış.
 

teblið

Vefasýz
Mesele sadece İslam topraklarında doğmak değil. Hatta çok uzağa gitmeğe gerek bile yok, toplumumuza baksak yeterlidir. Memleketimiz bir İslam memleketi ve halkının %99’u Müslüman olmasına rağmen, meyhanelerin camilerden daha fazla olması ve az olan camiler boş iken, çok olan meyhanelerin hıncahınç dolu olması ispat eder ki: Sadece Müslüman topraklarda doğmak neticeyi belirleyen bir faktör değildir

.
Evet, o meyhaneleri dolduran insanlar, İslam topraklarında dünyaya gelmişler ve günde 5 defa ezanı işitmek devletine ulaşmışlardır. Dahası İslam ile ilgili birçok meseleyi çocukluklarından beri dinlemişlerdir, ancak bunların hiçbirini Allah’a yakınlığa vesile yapamamışlardır. Namazsız, zikirsiz, tefekkürsüz olarak, günah ve isyan içinde bir hayat sürmektedirler.

Demek mesele, imtihana avantajlı başlamakla bitmiyor. Toplumumuz, elindeki avantajı kullanamayan binlerce insanla doludur. Müslüman olmayan bir beldede doğan bir kişi de pekâlâ İslam ile tanışabilir ve çok iyi bir Müslüman olabilir. Ve tarih bunun binlerce örneğiyle doludur.

İki peygamberin devirleri arasında, önceki peygamberin getirdiği dinin unutulmasından başlayarak sonraki peygamberin gelişine kadar geçen zamana “fetret devri” ve bu zamanda yaşamış ve iki peygambere yetişememiş kimseye de ehl-i fetret denilir. Kendinden önceki peygamberin dininin unutulduğu ve kendinden sonraki peygambere de yetişemediği için bu ismi almıştır.

Ehl-i fetret; namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerle ve dinin diğer emirleriyle mükellef değildir. Bu hususta ittifak vardır. Ahirette onlara bu ibadetleri yapmadıklarından dolayı hiçbir hesap ve ceza olmayacaktır. Çünkü bunların bilinmesi bir peygamberin tebliğine bağlıdır. Hâlbuki bu kişiler, bir peygambere ulaşamamışlardır. Bu yüzden ibadet ve emirlere muhatap değildirler. Fakat bu kimselerin, Allah’a iman etmekle mükellef olup olmayacakları hususunda ihtilaf vardır.
Bizler bu meseleyi zamanımızın büyük bir âlimi olan, Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri’nin görüşüyle noktalıyoruz

“Ehl-i fetretin, dinin teferruatındaki hatalarından dolayı ceza görmeyecekleri hususunda bütün âlimler fikir birliği içindedir. Hatta İmam Şafi ve İmam Eş’ari’ye göre, bunlar iman etmeyip küfre girse, ondan dahi mesul olmazlar. Çünkü mesuliyet ancak peygamber gönderilmesi ile tahakkuk eder. Ayrıca peygamber gönderildiğinin ve peygamberin vazifesinin mahiyeti de bilinmiş olması gerekir ki, mesuliyet mevzu bahis olabilsin. Eğer peygamberlerin irşatları, zamanın geçmesi ve gaflet gibi sebeplerden dolayı gizli kalır da anlaşılmazsa, bunlara vâkıf olmayanlar ehl-i fetret sayılırlar ve azap görmezler.”
 

hüccet1

New member
ben niçin yaratılmış olduklarını sormuştum.bir imtihana tabi değil gibiler.hak dini duyanlar bir imtihan yaşıyorlar.ya bu insanlar?Allah'ın hikmeti ne ola ki?sevgiler
 

teblið

Vefasýz
Niçin yaratılmışlar sorusu biraz garip bir sorgulama değilmi kardeş?

Bu soruya ancak Allahu Alem diyebiliriz..Yaratılmış olan her zerrenin sırrı Ancak ve ancak Yüce Allah'ın ilminde gizlidir..Bunu bir kul olarak sorgulamak ne kadar doğrudur? acaba?
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Fetret Kavramı ve Bediüzzaman'ın Yorumu


Bu kısa tebliğde, fetret kavramının çerçevesi ve Bediüzzaman'ın eserlerinde bu kavrama dahil ettiği insanlar konu edinilmektedir.
İnanç, amel ve düşüncede gerekli prensipleri ortaya koymak suretiyle insanları dünya ve ahiret saadetine ulaştırmayı hedef edinen ilahi kanunlar topluluğundan ibaret olan din, insanları temelde üç ana grupta ele almaktadır: Mü'min, kafir ve münafık. Bunlardan Allah'a karşı isyan, tuğyan ve itirazı içeren kafirlik ve nifakın kalbine yerleştiği insanların akıbetleri yüzlerce nasla açıkça bildirilmiştir.Mü'minler de muhkem naslardan çıkan neticelere ve ehl-i sünnet alimlerinin çoğunluğunun benimsediği görüşe göre ehl-i necattır, yani ilahi rahmetin en büyük tecelli yeri olan Cennete gideceklerdir. Mü'min, günahını günah olarak itiraf ettiği ve inanç esaslarında bir problem yaşamadığı müddetçe, Cehenneme götürecek amelleri işlese bile sonunda kurtuluşa erecektir. Zikrettiğimiz hususlar İslam tebliğinin kendilerine ulaştığı insanları kapsar. Bunların dışında hak dinin kendilerine ulaşmadığı bir grup var ki, onlara fetret ehli denmektedir.

Fetret Nedir? Kimler Ehl-i Fetret Kabul Edilmiştir?

Sözlükte bir şeyin şiddetini kaybedip gevşemesi ve zayıflaması anlamına gelen fetret, daha ziyade Hz. İsa (a.s) ile Hz. Muhammed (a.s) arasındaki tebliğsiz geçen dönem için kullanılır. Akaid ve Kelam literatüründe ise, tahrife uğramamış bir davetle karşılaşma imkanından mahrum olanların dini sorumlulukları açısından tartışılan bir konudur. Peygamber davetinden yeterince haberdar oldukları halde iman etmeyenlerin sorumlu tutulacakları hususunda ittifak eden İslam alimleri, haberdar olmamayı da içine alan fetret ehlini üç ana gruba ayırmışlardır:

1- Hz. İsa ile Hz. Muhammed arasındaki dönemde yaşayıp, hiçbir dinin tebliği kendilerine ulaşmayanlardan, geçmiş dinlerin tesiri ile tevhide inananlar ahirette kurtuluşa erecek, tevhid akidesinden saparak putlara tapanlar ise sorumlu tutulacaktır.
2- Ergenlik çağına gelmeden önce vefat eden kafir ve Müslüman çocukları da fetret ehli içinde ele alınmıştır.

3- İslamiyet'ten önce ve İslam geldikten sonraki dönemde peygamber davetinden hiçbir şekilde haberdar olmayanların dini sorumlulukları ise şöylece ele alınmıştır:a. Peygamber gönderilmedikçe insanların helâk edilmeyeceğini ve azaba uğratılmayacağını (İsra', 17/15-16; Şuara, 26/208) ifade eden âyetleri delil gösterenler, fetret ehlinin, tek başına akıl yürütmeyle iyi ve kötüyü bilemeyecekleri; iman ve küfür ayrımını da yapamayacakları için sorumlu olmadıklarını söylemişlerdir.
Eş'ariye'nin çoğunluğu, Hariciler, Şia ve Buharalı bazı Matüridi alimleri, İmam-ı Şafii ve Ahmed b. Hanbel gibi alim ve mezhep imamları ile muasırlardan Muhammed Abduh gibi alimler bu kanaati paylaşmaktadırlar. Biraz sonra müstakil olarak görüşlerini sunacağımız Bediüzzaman da "Zulüm ve savaşlarda mağdur olarak ölenlerin kafir bile olsa haklarında bir rahmet bulunduğunu" ifade ederek aynı görüşü dile getirmiştir.
b. Konuyla ilgili bir başka temel görüş, fetret ehlinin Allah'ın varlığına ve birliğine inanmak, ayrıca akıl yürütmek suretiyle bilinebilecek iyi fiilleri de tespit ederek bunlara uymakla yükümlü oldukları yönündedir. Fetret ehlinin aklını kullanmak suretiyle yaratıcıyı ve bazı önemli vazifeleri aklıyla bulabileceğini ifade edenlere göre bu kimseler söz konusu yükümlülükleri yerine getirirse kurtulacaktır. Bu kanaat sahiplerine göre, ergenlik çağına gelen insanların kendilerini ve kainatı yaratan yüce bir kudretin varlığına inanmalarını engelleyecek bir mazeret ileri sürülemez. Mutlak ve mükemmel bir bilgi aracı olmamakla birlikte, akıl, Allah'ın varlığını bilme ve temel konularda iyi ile kötüyü ayırt etme yetisine sahiptir. Nitekim Kur'an'da aklını kullanarak Allah'ın varlığını bulmayı ifade eden ayetler vardır. (el-En'am, 6/76-79) Bu alimlere göre "Peygamber gönderilmeden azap edilmeyeceğini" bildiren ayetler, ahiret değil, dünya hayatındaki sıkıntı ve felaketlerle ilgilidir. (Metin Yurdagür, "Fetret" D.İ.A., XII, s. 475, 476) Ebu Hanife başta olmak üzere, Ebu Mansur el-Matüridi ve bu mezhebe bağlı alimlerin çoğunluğu, Mu'tezilenin tamamı Ebu Abdullah b. Halimi ve muasırlardan M. Reşid Rıza da bu fikirdedirler.c. Selef alimleri ve bu çizgiyi benimseyenlerden İbn Teymiye, İbn Kesir, İbn Hacer, İbn Kayyim el-Cevziyye ise, fetret ehlinin peygamber davetine muhatap olmadan kurtuluşa ermelerini ilahi adalete göre ters bulmuştur. Onlara göre ahiret her ne kadar imtihan yeri değilse de bu kişilerin Cennetlik ya da Cehennemlik olacakları ahirette yapılacak bir denemeden sonra tespit edilecektir. Hemen ifade edelim ki, bu görüşü savunanların ileri sürdüğü hadisler çoğunluk tarafından zayıf rivayetler olarak görülmektedir.d. Konuyla ilgili bir başka görüş de fetret ehlinin dirilişin ardından hayvanlar gibi toprak edileceği yönündedir.İslamiyet'in yayılışından sonra hak din mevzuunda kimsenin mazeretinin kalmadığını ileri sürmek teoride mümkün olmakla birlikte, dünyanın çeşitli yerlerindeki insanların içinde yaşadıkları psiko-sosyal çevre, örf-adet gibi realitelerin bu peşin hükmü daima haklı çıkarmayacağı açıktır. Bu sebeple İslamiyet'ten haberdar olmayan topluluklar bulunabileceği gibi, psikolojik ve sosyolojik engeller yüzünden onun hidayetinden mahrum kalanlar da mevcuttur. Şu halde fetret kavramının İslamiyet'ten önce ve İslam asırlarında yaşayan belli grupları kapsamına aldığını kabul etmek gerekir. (Yurdagür, "Fetret" D.İ.A., XII, s. 47 )Ehl-i kitabın masum, yaşlı, mazlum kısmının ehl-i necat olabileceklerini söyleyen Bediüzzaman da aynı görüşü paylaşmaktadır.

Küfrün Mahiyeti ve Şefkatin Yanlış Kullanılması

İnsan, insaniyet hakikati gereği başka insanların eleminden müteessir olur; mutluluğundan da huzur duyar. Allah'ın insan kalbine yerleştirdiği sevgi, merhamet ve şefkat gibi hisler onu bütün alemle münasebettar kılmıştır. İnsan, içinde bulunduğu ev gibi, kocaman küremiz ve kainatla da ilgilidir. Her hadise, eninde sonunda ona ulaşmakta, direkt ya da dolaylı olarak insana tesir etmektedir. Küfür içindeki insanlarla ilgili değerlendirme ve görüşler de böyledir. Bu çerçevede bazıları Allah'ı inkar edenlere ebedi cehennemi fazla görebilmektedir. Bediüzzaman bir anlık küfrün bir cinayet ve binlerce katl hükmünde olduğunu söylemektedir. Çünkü küfr, Allah'ı ve O'nun isim ve sıfatlarının sayısız yansımaları olan mahlukatın ifade ettikleri güzel manaları hiçe saymaktır. Çünkü kainat ve mevcudat insanlığa Allah'ın kudret mektuplarıdır. Bunları inkar sayısız cinayetler hükmündedir. Sayısız cinayetlerin cezası da ancak ebedi cehennem olabilir. Bu sebeple kafire ebedi cehennem adalettir. (Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 47)Şefkat, ilahi rahmetin insandaki yansımasıdır. Bu sebeple, şefkatin rahmetin derecesini aşmaması ve alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed'in (a.s.) şefkat mertebesini taşmaması gerekir. Taşması ise, dalalet ve dinsizliğe kayan ruhi bir hastalıktır. Mesela, "kafir ve münafıkların cehennemde yanmalarını ve azap ve cihad gibi hadiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve tevile sapmak, Kur'an'ın ve edyan-ı semaviyenin bir kısm-ı azimini inkar ve tekzip olduğu gibi, bir zulm-ü azim ve gayet derecede bir merhametsizliktir." Bu, masum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkarana şefkat etmek gibidir. Canavarlara şefkat etmek, o biçare hayvanlara şiddetli bir haksızlık ve zulümdür. Binler Müslümanların ebedi hayatlarının mahvına sebep olanlara merhamet ve şefkatle bakmak da aynen böyledir. (Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 1997, s. 48, 49)Bediüzzaman'ın burada hedef aldığı küfür, uluhiyetle ilgili her şeyi hedef seçen mutlak inkar cereyanları olmalıdır. Ona göre insan, fıtrat ve tabiatındaki özelliklere uygun, gerçek bir insan olmazsa, şeytan bir hayvana inkılâp eder. Kimilerinin bazı frenkler ve frenkmeşrepler gibi hayvani ihtiraslarda ileri giderek, daha şiddetli bir hayvaniyet mertebesini alması gibi. "İşte, muzır kâfirler ve kâfirlerin yolunda giden sefihler, Cenâb-ı Hakk'ın hayvanatından bir nevi habislerdir ki, Fâtır-ı Hakîm onları dünyanın imareti için halk etmiştir. Mün'im, ibâdına ettiği nimetlerin derecelerini bildirmek için, onları bir vâhid-i kıyasî yapıp, âkıbetinde, müstehak oldukları Cehenneme teslim eder." (Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 134)Bediüzzaman küfürle ilgili gayet şiddetli ifadeler sarf ederken, Hıristiyanlardan mazlum olanlar hakkında müjdeli işaretlerde bulunmaktadır. Savaşlarda ölen masum, mazlum ve ihtiyarların manevi şehadet derecesi kazanabileceğini söylemektedir. "Çünkü müstahaklara afet geldiği zaman masumlar da yanar. Onlara acımamak olmaz. Canilerin cezalarından zarar gören mazlumlar hakkında ise gizli bir merhamet vardır. (Kastamonu Lahikası, s. 49, 79) Bediüzzaman masum çocukların savaşlarda ölmesinden tahammülün üstünde bir elem ve ıztırap çektiğini, ifade ederek şu tespiti yapar: "Birden kalbime geldi ki, o maktul masumlar şehîd olup veli olurlar; fâni hayatları, bâki bir hayata tebdil ediliyor. Ve zâyi olan malları sadaka hükmünde olup bâki bir malla mübadele olur. Hattâ o mazlumlar kâfir de olsa, âhirette kendilerine göre o dünyevî âfattan çektikleri belâlara mukabil rahmet-i İlâhiye'nin hazinesinden öyle mükâfatları var ki, eğer perde-i gayb açılsa, o mazlumlar haklarında büyük bir tezahür-ü rahmet görüp, 'Ya Rabbi, şükür elhamdü lillâh' diyeceklerini bildim ve kat'î bir surette kanaat getirdim. Ve ifrat-ı şefkatten gelen şiddetli teessür ve elemden kurtuldum." (Kastamonu Lahikası, s. 49)Konuyla ilgili açık ifadelerinden birisi de aynen şöyledir: "On beşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhirzamanda Hazret-i İsâ'nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyet'le omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zâlimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikatten haber aldım, Cenab-ı Erhamürrâhîmin'e hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem ve şefkatten tesellî buldum." (Kastamonu Lahikası, s. 79)Bu iki pasajdan şunları anlamak mümkündür:1- Ahirzamanda savaşlarda ölen mazlumlar aynen Müslümanlar gibi manevi şehadet mertebesi kazanabilir. Çünkü bu insanların bulundukları yerlerde İslamiyet'in tanınmasına engel teşkil eden hususlar, hak dinin bilinmesine fırsat vermeyebilir.2- Bir çok yerlerde Hz. İsa dönemindeki hakiki Hıristiyanlık hükmedecek. Hıristiyanlığın hakiki vechesi İslamiyet'le omuz omuza verecektir. Günümüzde bir çok Hıristiyan devlet ve düşünürün, Müslümanların içinde bulundukları savaş, hukuksuzluk, tanınmama gibi kangren olmuş problemlerde Müslümanlara destek vermesi bunun bir numunesini teşkil etmektedir.3- Hıristiyanlardan zulme ve gadre maruz kalarak ölenlerin çektiği sıkıntılar, "medeniyetin sefahati ve küfranından, felsefenin dalaleti ve küfründen ortaya çıkan günahlarına birer keffaret" olabilir. Bu ise ahiret noktasından ve dünyevi sıkıntıların karşılığını alma yönüyle büyük bir teselli kaynağıdır.4- Bediüzzaman bu ve benzeri ifadelerinde onlarla mücadele etmek değil, omuz omuza vermeyi ön plana çıkarmaktadır. Çünkü mutlak anlamda uluhiyete karşı savaş açan materyalist felsefi cereyanlar, ortak ve en büyük düşmanımızdır. Zihinlerde hüküm süren dinsizlik her türlü insani değeri tahrip etmektedir."Çünkü,
086_10.gif


[Biz kendisine peygamber göndermedikçe, bir kavme azap vermeyiz.] (İsra, 17/15) sırrıyla, ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bilittifak, teferruattaki hatîatlarından muahazeleri yoktur. İmam-ı Şâfiî ve İmam-ı Eş'arîce, küfre de girse, usul-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünkü teklif-i İlâhî irsal ile olur ve irsal dahi ıttıla ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-yı sâlifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevap görür; etmezse azap görmez. Çünkü mahfî kaldığı için hüccet olamaz." (Mektubat, s. 374)
Aslı hak olup da tahrifata uğramış dinlere inanan, zulüm ve zarardan uzak bir şekilde yaşayanların kurtuluşa erebilecekleri, İslami bilimlerin teşekkül devri alimlerinden Abdullah b. Halimi tarafından da dile getirilmiştir. El-Minhac fi Şuabu'l-İman adlı eserinde Halimi, Hz. Muhammedin (a.s.) dâveti kendisine ulaşmamış, fakat aslı hak ve müstakim olup, sonradan bozulan bir dine inanan kişiyi "Müslüman" olarak niteler. Çünkü ona hak dinin peygamberinin dâveti ulaşmamıştır. Böyle birisi, Kâbe'nin kıble olduğunu bildiren ayetler gelmeden önce Kudüs'e yönelerek namaz kılan,[SUP]1[/SUP] ya da vaktinin bir kısmında namaz kılamadıkları için "dinen eksik" sayılan kadın gibidir. (Halîmî, Minhâc, Slm. Vr. 44b) O, "Peygamber göndermedikçe Biz, kimseye azap edici değiliz" (İsra, 17/15) âyetini bu fikre mesned gösteriyor. Ona göre resulün gönderilmesi, tebliği ifade eder. Davetin ve tebliğin ulaşmadığı kimse kendilerine resul gönderilmemiş hükmündedir. Nitekim, Hz. Peygamber'e (a.s.) gelen bir vahyin içeriğinden, ulaştırılana kadar, kavminin bireyleri mesul tutulmuyordu. Hz. Peygamberin (a.s) kavminden tebliğ ulaşmayanları mes'ul tutmamış olması gösterir ki, dâvetine uzakta kalanların hükmü de aynıdır. İslam Peygamberi, Muaz b. Cebel'i[SUP]2[/SUP] Yemen'e gönderirken, ona, düşmanla karşı karşıya gelirse, önce insanları Allah'ın bir olduğuna inanmaya; sonra, Muhammed'in (a.s.) O'nun risaletini kabule çağırmayı emretti. Savaşa öncelik vermiş olsaydı, tebliğ gerçekleşmezdi. Davete öncelik vermesi, daveti işitmeyenlerin mes'ul olmadıklarını gösterir. (Halîmî, Minhâc, I, 176)Onun, aslı muharref bir dine yönelmiş kimseleri de "müslim" sıfatıyla anması kendine mahsus bir yorum olarak dikkat çekmektedir. Bu görüşün "Allah'ın vaadi ne sizin kuruntularınıza ne de Ehl-i Kitabın hayallerine bağlıdır. Kim bir kötülük işlerse onun cezasını görür ve kendisi için Allah'tan başka dost ve yardımcı bulamaz. Erkek olsun, kadın olsun kim de mü'min olarak iyi işler yaparsa işte böyleleri cennete girer. Zerre kadar bile olsa haksızlığa uğratılmazlar." (Nisa, 4/123-124) ayetine uyduğunu kabul edebiliriz.

Sonuç

Hak dinin ulaşmadığı insanlardan mazlumen ölenler kafir de olsalar ehl-i fetret olarak kabul edilebilir. Onlar da Müslümanlar gibi manevi şehadet derecesi alabilir. Bu görüş, geçmişte amelde ve itikadda mezhep imamı olarak kabul edilen İslam alimlerince dile getirildiği gibi, günümüzde de Bediüzzaman'ın eserlerinde açıkça ifade edilmiştir. Bediüzzaman bu tür kimselerin maruz kaldığı sıkıntıların, geçmiş hayatındaki sefahet ve dalaletine keffaret olabileceğini ifade etmiştir. Bu yaklaşımın, İslamiyet'in rahmet ve şefkat boyutuyla uygunluk arzettiğini, ehl-i kitap tarafından tanınması ve kabul edilmesine de vesile olduğunu düşünmekteyiz.
 

teblið

Vefasýz
Allahü teâlâ, her şeyin sebepsiz, şartsız, maliki, hepimizin sahibidir. Bütün insanlar, Onun kullarıdır. Kullarına verdiği her emri ve her şeyi istediği gibi kullanması, hep yerindedir ve faydalıdır. Bunda, zulüm olamaz. Memurlar âmirlere, kullar sahiplere emirlerin, işlerin sebebini soramaz. Akla uygun, bundan daha açık bir şey yoktur.

Bütün insanları Cehenneme koyup, sonsuz azap yapsaydı, kimin bir şey söylemeye hakkı olabilirdi? Çünkü, kendi yarattığı, yetiştirdiği mülkünü kullanıyor. Başkası yok ki, onun mülküne tecavüz olsun ve zulüm denilebilsin. Halbuki, insanların kullandığı, öğündükleri mallar, mülkler, hakikatte onların değil, hepsi, Onundur. Bizim bunlara el uzatmamız, karışmamız, hakikatte zulümdür. Allahü teâlâ, bu dünyanın düzeni için ve bazı faydalara yol açması için, bunları bize mülk kılmış ise de, hakikatte hepsi Onundur. O halde, bizim bunları, asıl sahibinin mubah ettiği, izin verdiği kadar kullanmamız yerinde olur.

Tabiki araştıracağız ama mantıklı ve aklı bir şekilde ;yüce Allahın sanatı geniştir..
Allah kendisini gizlemiş ve eserlerini ortaya çıkarmıştır. Çünkü eser ustasını daha iyi tanıtır. Amaç gizli hazinelerini ortaya çıkarmak ve o vasıta ile zatını tanıtmak olunca eserini izhar edip kendini gizlemek daha mükemmel bir şekilde zatın tanıtılmasını netice verir. Allah’ın hazineleri ise isimlerinde gizlidir...
 

hüccet1

New member
cevaplar için teşekkür ederim.uzun bir zamandır giremedim.eğer size rahatsızlık vermeyeceksem bir soru daha sormak istiyorum.çünnkü çok net anlayamadığımı hissediyorum. belki de benim önceki bilgilerimden yanlış olanlar var.

benim tarikattan tanıdığım bir hoca arkadaşım var.bir gün kendisi ile konuşurken müslüman olmadan ölen herkesin cehennemlik olduğunu söyledi.mümin ruhların birbirini çektiğini bununla ilgili hadisler olduğundan bahstti.Allahc.c. ezeli ilmi ile kimin müslüman olmayı hak ettiğini bildiği için müslüman olacakları da müslüman memleketlerde yarattığını söyledi.yani islamdan önce hiçbir hak dini duymamış olanlar olsun, islamdan sonra islamı duymamış olanlar olsun hepsi kafirdir ve cehennemliktir.melekten bir peygamber de gelse onların iman etmeyeceğini Allah bildiği için onların dinimizi bilip bilmemesinin bir önemi yok dedi.mesela afrikadaki ilkel kabiledeki insanlar islamı ya da islamdan önceki hak bir dini duymamış olslar bile cehennemliktirler,layık olsalardı Allah onlara islamı tanıma fırsatı verirmiş.acaba doğru olabilir mi?
 

hüccet1

New member
15 — Kim hidâyete ererse; kendi nefsi için hidâyete ermiş olur, kim de dalâlete düşerse, kendi nefsi aleyhine dalâlete düşmüş olur. Hiç kimse başkasının yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azâb ediciler değiliz.
Kim Hidâyete Ererse
Allah Teâlâ hidâyete erip hakka tâbi olan, peygamberlerin izinden giden kimsenin bu güzel davranışının neticesinin kendi lehinde olacağını bildirerek haktan sapan, doğru yoldan kaçan kimsenin de yalnızca kendi nefsine cinayet işlediğini, bunun vebalinin sâdece kendisine âid olduğunu haber veriyor ve buyuruyor ki: «Kimse başkasının yükünü yüklenmez.» Kimse başkasının günâhım taşımaz. Kimse kendinden başkasına kötülük yapmaz. Nitekim Hak Teâlâ Fâtır sûresinde şöyle buyurmaktadır: «Kimse başkasının yükünü yüklenmez. Günâh yükü ağır olan onun taşınmasını isterse, yakını bulunsa bile yükünden bir şey taşınmaz.» (Fâtır, 18) Bu ifâde ile Allah Teâlâ'nın : «Onlar kendi ağırlıklarını ve kendi ağırlıkları yanında daha nice ağırlıkları yüklenecekler.» CAnkebût, 13) ve «Böylece kendi günâhlarını' tâm olarak, bilmeden saptırdıkları kimsenin günâhlarını kısmen yüklenirler.» (Nahl, 25) âyetleri arasında bir çelişki yoktur. Çünkü kötülüğe çağıranlar hem kendilerinin —kendilerini sapıklığa sürüklemiş oldukları için— hem de sapıtmış oldukları kimselerin günâhlarını yüklenirler. Bu yüklenme onların günâhlarından bir şeyi eksiltmeyeceği gibi, onlardan bir şeyi de taşımaları anlamına değildir. Bu ise Allah'ın kullarına adaletinin ve rahmetinin ifadesidir. Allah Teâlâ'nın «Biz bir peygamber göndermedikçe azâb ediciler değiliz.» kavli de aynı şekilde Allah'ın adaletini haber vermekte ve hiç bir kimseyi peygamber gönderilerek hüccet ikâme edilmeden azâblan-dırmayacağını bildirmektedir. Nitekim Allah Teâlâ başka sûrelerde de bu konuda şöyle buyurur : «İçine her bir topluluğun atılmasında bekçileri onlara : Size bir uyarıcı gelmemiş miydi? diye sorarlar. Onlar : Evet, doğrusu bize bir uyarıcı geldi, fakat biz yalanladık ve Allah hiç bir şey indirdemiştir, siz büyük bir sapıklık içindesiniz demiştik, derler.» (Mülk, 8-10) «Küfredenler bölük bölük cehenneme sürülürler. Oraya vardıklarında kapıları açılır. Bekçileri onlara : Size içinizden Rabbınızın âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi? derler. Onlar : Evet geldi, derler. Fakat azâb sözü kâfirlerin aleyhine gerçekleşti. Onlara : Temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Mütekebbirlerin durağı ne de kötüdür, denir.» (Zümer, 71-72) «Orada : Rabbımız, bizi çıkar. Yaptığımızdan başka sâlih amel işleyelim diye bağınşırlar. O zaman onlara şöyle deriz : Öğüt alacak kişinin Öğüt alabileceği kadar bir süre sizi yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Artık azabı tadın. Zâlimler için bir yardımcı yoktur.» (Fâtır, 37). Ve daha buna benzer âyetler, Allah Te-âlâ'nın peygamber göndermeden hiç bir kimseyi cehenneme girdirmeyeceğini göstermektedir. Bu sebeple Buhârî'nin Sahîh'inde «Muhakkak ki Allah'ın Rahmeti; ihsan edenlere çok yakındır.» (A'râf, 56) âyetinin tefsiri bölümündeki hadîste fazla olarak vârid olan lafızdan dolayı bilginlerden bir çoğu Buhârî'ye karşı çıkmışlardır. Bu hadîs şöyledir : Ubeydullah İbn Sa'd... Ebu Hüreyre'den nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş ; Cennet ve cehennem birbirleriyle çekiştiler... Ubeydullah hadîsin devamını nakleder ve sonra şöyle der : Cennete gelince; Allah, yaratıklarından hiç birine zulmetmez. O, cehennem için yeni bir yaratık-meydana getirir ve onlar da buraya atılır. Cehennem; daha var mı? diye üç kere sorar. Hadîsin tamâmı Buhârî'de yeralmak-tadır. (Buhârî, Kitâb et-Tevhîd, yukarıda geçen âyetin tefsiri) Bu rivayet lütuf diyarı olduğu için cennet hakkında vârid olmuştur. Cehenneme gelince; orası adalet yurdudur. Hiç bir kimse bir özür beyân etmeden oraya giremez. Aleyhinde delil bulunmadıkça cehenneme atılmaz. Hadîs hafızlarından bir çoğu, bu ifâde hakkında söz söylemişler ve râvînin bunu değiştirdiğini belirtmişlerdir. Nitekim Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde vârid olduğuna göre —ki lafız Buhârî'nindir— Abdürrezzâk... Ebu Hüreyre'den nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Cennet ve cehennem birbirlerine karşı delil getirdiler.(...) Râvî hadîsin tamâmını zikreder. Sona doğru şöyle der : Cehenneme gelince; o, dolmaz. Nihayet ayağını cehenneme koyar ve; asla asla, der. İşte o zaman cehennem dolar ve birbiri üzerine eğilir. Allah kullarından hiç birine zulmetmez. Cennet içinde, Allah ayrı bir yaratık meydana getirir.
Burada bir mes'ele kalıyor. Şöyle ki: Gerek eski, gerekse yeni bilginler ve imamlar bu konuda ihtilâf etmişlerdir. Babaları kâfir olan ve kendileri çocukken ölen yavruların hükümleri nedir? Deli, sağır, bunamış ihtiyar ve İslâm'ın daveti kendisine ulaşmadan fetret devrinde ölenlerin durumu nasıldır? Bunlar hakkında pek çok hadîs vârid olmuştur. Allah'ın inayet ve tevfîkiyle önce bu hadîsleri zikredeceğim, sonra da bu konuda imamların sözlerinden özet bir bölüm kaydedeceğim. Yardım dilenecek yalnızca Allah'tır.
Kendisine Risâletitı Ulaşmadığı Kimselerin Durumu
1 — Esved İbn Serî'nin Hadîsi:
İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Ali İbn Abdullah... Esved İbn Seri'den nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş : Kıyamet gününde dört kişi hüccet ikâme ederler. Birisi hiç bir şey duymayan sağır kimse. Diğeri ahmak kimse, üçüncüsü bunak kimse, sonuncusu da fetret devrinde ölmüş olan kimse. Sağır der ki: Rabbım, İslâm geldiği halde ben ondan hiç bir şey duymadım. Ahmak der ki: Rabbım, İslâm geldiği sırada çocuklar benim üzerime pislik atıyorlardı. Bunak der ki: Rabbım, İslâm geldiğinde ben hiç bir şeyi' düşünemiyordum. Fetret döneminde ölen der ki: Rabbım, bana Senin elçin gelmedi. Onlarda itaat etmeleri gerektiğine dâir ahidleri alınır ve onların cehenneme gönderilmesi haberi verilir. Muhammed'in nefsi kudret elinde bulunan Allah'a yemîn ederim ki; eğer onlar cehenneme girmiş olsalardı, oranın serin ve huzur yurdu olduğunu (dönüşeceğini) görürlerdi. Bu hadîsin bir benzeri Katâde kanalıyla Ebu Hüreyre'den nakledi-lirse de bunun sonunda «oraya girmeyenler zorla girdirilir» kavli yeral-maktadır. İshâk İbn Rahûyeh de Muâz İbn Hişâm'dan aynı şekilde rivayet eder. Beyhakî i'tikâd bölümünde Hanbel İbn İshâk kanalıyla Ali İbn Abdullah el-Medînîıden aynı hadîsi rivayet eder ve; bunun isnadı sahihtir, der. Aynı hadîsi Hammâd İbn Seleme... Ebu Hüreyre'den rivayet eder ve Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu belirtir : Dört kişi Allah'ın huzurunda bir hüccetle gelirler ve hüccetlerini sergilerler. Sonra yukarıdaki rivayeti nakleder. Bu hadîsi İbn Cerîr Taberî da Ma'mer kanalıyla mevkuf olarak Ebu Hüreyre'den rivayet eder. Ancak bu rivayetin sonunda Ebu Hüreyre şöyle devam eder : İsterseniz Allah Teâlâ'nm «Biz, bir peygamber göndermedikçe azâb ediciler değiliz.» (İsrâ, 15) kavlini okuyun. Aynı rivayeti Ma'mer de... Ebu Hüreyre'den mevkuf olarak nakleder. II — Enes İbn Mâlik'in Rivayeti:
Ebu Dâvûd et-Tayâlisî der ki: Bize Rebî', Yezîd İbn Ebân'dan nakletti ki; o, şöyle demiş : Biz Enes İbn Mâlik'e; ey Ebu Hamza, müşriklerin çocukları hakkında ne dersin? diye sorduk. Enes İbn Mâlik dedi ki: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu : Onların günâhları yoktu ki bununla azâblanıp cehennem ehli olsunlar. İyilikleri de yoktu ki bununla mükâfatlandırılıp cennet ehlinin hükümdarlarından olsunlar. Onlar cennet ehlinin hizmetkârlarıdırlar. III — Enes İbn Mâlik'in Bir Başka Hadîsi:
Hafız Ebu Ya'lâ... Enes İbn Mâlik'den nakleder ki: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş : Kıyamet gününde doğmuş çocuk, bunak, fetret döneminde ölen ve pîr-i fâni getirilirler. Her biri kendi hüccetini söyler. Rab Tebâreke ve Teâlâ cehennemden bir bölüğe; çık, der. O bu insanlara şöyle der : Ben kullarıma kendilerinden elçiler gönderirdim. Şu anda ise bizzat ben kendimin size elçisiyim. Şuraya girin. Rasûlul-iah buyurur ki: Şakâvet yazılı olan kişi; ey Rabbım, biz ondan kaçıyorduk, ona nasıl girelim? der. Saadet yazılı olan kişi de, koşarak hızlıca oraya dalar. Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur : Siz Benim Rasûllerimi yalanlamakta ve onlara isyan konusunda en şiddetli kimseler idiniz. Şunlar cennete, şunlar da cehenneme girsin. Hafız Ebu Bekr el-Bezzâr, Yûsuf İbn Mûsâ kanalıyla Cerîr İbn Abdülhamîd'den bu hadîsi aynı isnâdla rivayet eder,
IV — Berâ İbn Âzib'in Hadîsi;
Hafız Ebu Ya'lâ el-Mavsılî Müsned'inde der ki: Bize Kasım İbn Ebu Şeybe Berâ'dan nakletti ki; o, şöyle demiş : Hz. Peygambere müs-lümanların çocukları sorulduğunda; onlar babalarıyla beraberdirler, buyurdu. Müşriklerin çocukları sorulduğunda; onlarda babalarıyla beraberdirler, dedi. Ey Allah'ın Rasûlü orada ne yaparlar? denilince; Allah onların durumunu en iyi bilendir, buyurdu. Bu hadîsi Ömer İbn Zerr... Berâ kanalıyla Hz. Âişe'den nakleder. V — Şeybân'm Hadîsi:
Hafız Ebu Bekr el-Bezzâr Müsned'inde der ki: Bize İbrahim İbn Saîd el-Cevherî... Şeybân'dan nakletti ki; Hz. Peygamber bu konunun önemini oldukça büyüttü ve dedi ki: Kıyamet günü olduğunda câhili-yet ehli putlarını omuzlarında taşıyarak gelirler. Rabları onlara sorunca; Rabbımız, bize bir peygamber gönderilmemişti, Senin emrin bize ulaşmamıştı. Eğer Sen bize bir peygamber göndermiş olsaydın; biz, kullarının Sana en çok itaat edeni olurduk, derler. Rabları onlara der ki: İster misiniz Ben size bir şeyi emredeyim de emrime itaat edesiniz? Onlar; evet, derler. Bunun üzerine Allah Teâlâ, onların koşup cehenneme girmelerini emreder. Onlar koşarlar, cehenneme yaklaştıklarında onun kaynayıp uğuldadığını görürler, ve dönüp Rablarına varırlar. Rabbımız, bizi ondan çıkar veya bizi onun üzerinden geçir, derler. Rabları buyurur ki: Size bir şeyi emredince Bana itaat edeceğinizi iddia eden sizler değil miydiniz? Bunun üzerine Allah Teâlâ, onları verdikleri sözden sorumlu tutar ve; gidip oraya girin, der. Koşarlar onu görünce geri dönüp gelirler ve derler ki: Rabbımız ondan korktuk, ona giremeyeceğiz. Allah Teâlâ buyurur ki: Oraya hor ve hakîr olarak girin. Allah Rasûlü (s.a.) dedi ki: Eğer ilk söylendiğinde oraya girmiş olsalardı, oranın serin ve selâmet yurdu olduğunu görürlerdi. Sonra Ebu 'Bekr el-Bezzâr der ki: Bu hadîsin metni ancak bu şekilde ma'-rûftur. Hadîsi Eyyûb'dan sadece Abbâd, Abbâd'dan da yalnız Reyhan İbn Saîd rivayet etmiştir. Ben derim ki: İbn Hibbân, sika râvîler arasında onu da zikretmiştir. îbn Maîn ve Neseî; onun kötü bir tarafı yoktur, ancak Ebu Dâvûd'dan başka kimse ondan hoşnûd olmamıştır, der. Ebu Hatim ise onun fena bir kişi olmadığını, ancak hadîsini yazdığını fakat onun hüccet olarak alınamayacağını belirtir.
VI — Ebu Saîd el-Hudrî'nin Hadîsi :
İmâm Muhammed İbn Yahya der ki: Bize Saîd İbn Süleyman... Ebu Saîd el-Hudrî'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur : (Kıyamet günü) Fetret devrinde helak olan, bunak ve reşîd olmadan ölmüş çocuk konuşurlar. Fetret devrinde helak olan; bana bir kitap gelmedi, bunak olan; Rabbım, bana akıl vermedin ki onunla hayrı ve şsrri düşüneyim, çocuk da; Rabbım aklım ermedi ki, der. Önlerine ateş getirilir ve; oraya atın, denilir. Allah'ın ezelî ilminde eğer amel işleyecek çağa gelebilseydi saîd olarak yazılanlar ateşten çevrilirler. Amel işleyecek durumda olsaydı Allah'ın bilgisinde şaki olarak yazılmış olanlar ise ateşte tutulur. Allah der ki: Siz Bana isyan ettiniz, eğer peygamberlerim size gelmiş olsaydı durum nasıl olurdu? Bezzâr da bu hadîsi Muhammed İbn Ömer kanalıyla... Fudayl İbn Merzûk'dan nakleder, sonra Ebu Saîd'in hadîsi ancak bu yolla Atıyye'den nakledilmiş olarak bilinir, der. Hadîsin sonunu da şöyle bağlar: Siz, bana isyan ettiniz, ya görmeden elçilerime nasıl isyan edecekdiniz? VII —- Muâz İbn Cebel'in Hadîsi:
Hişâm İbn Ammâr... Muâz İbn Cebel'den nakleder ki; Allah Ra-sulu şöyle buyurmuş : Kıyamet gününde aklı çelinmiş, fetrette yok olmuş veya küçükken helak olmuş kişiler getirilirler. Aklı çelinmiş olan der ki: Ey Rabbım, eğer bana akıl vermiş olsaydın, akıl vermiş olduklarının arasında saadete benden daha lâyık biri olmazdı. Hz. Peygamber fetret devrinde ve çocukken ölenlerden böyle bir ifâdeyi nakleder. Bunun üzerine Rab Azze ve Celle buyurur ki: Ben, size bir şeyi emredersem, Bana itaat eder misiniz? Onlar; evet, derler. Allah Teâlâ; gidin cehenneme girin, buyurur —Hz. Peygamber dedi ki; şayet girmiş olsalardı, cehennem onlara zarar vermezdi— Onların önüne engeller çıkar ve cehennemin yok olduğunu, Allah'ın onu hiç yaratmadığını sanırlar ve sür'atle geri dönerler. Sonra ikinci kez Allah onlara emreder, onlar aynı şekilde geri dönerler. Rab Azze ve Celle buyurur ki: Ben, sizi yaratmadan önce ne yapacağınızı bildim ve bu bilgime göre sizi yarattım. Bu bilgime göre akıbetiniz belirecektir. Onları yakala, der ve cehennem onları tutuverir.
VIII — Ebu Hüreyre'nin Hadîsi:
Ebu Hüreyre'nin hadîsi, Esved İbn Serî'nin hadîsinde münderic clarak daha önce geçmişti. Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde Ebu Hü-reyre der ki: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu : Her doğan fıtrat üzere doğar. Anası ve babası onu ya Yahûdî, ya Hristiyan veya Mecûsî yaparlar. Nitekim hayvan da doğduğunda ayıpsız ve noksansız olarak doğar. Onda bir sakatlık ve noksanlık hisseder misiniz?
Bir rivayette de derler ki: Ey Allah'ın Rasûlü çocuk iken ölenin durumu nedir? Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurur : Allah onların ne yapacak olduklarını en iyi bilendir. îmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Mûsâ İbn Dâvûd... Ebu Hüreyre'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) —Mûsâ, bu sözün peygambere âid olup olmadığında şüphe edip; sandığıma göre, demiştir— buyurdu ki: Müslümanların küçük çocukları cennettedir. Onlara İbrahim Aleyhisselâm bakar. Müslim'in Sahîh'in-de İyâz kanalıyla Rasûlullah'tan nakledilir ki; Allah Azze ve Celle : Ben, kullarımı Hanîfler olarak yarattım, buyurmuştur. Başka bir rivayette de; müsümanlar olarak yarattım, buyurmuştur. IX — Semure'nin Hadîsi:
Hafız Ebu Bekr el-Berkânî el-Harizmî, «el-Müstahrec Alâ'l-Buhârî» isimli eserinde Avf el-Harâbî kanalıyla.,. Semure'den nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş : Her doğan fıtrat üzere doğar. İnsanlar yüksek sesle ey Allah'ın Rasûlü, ya müşriklerin çocukları? diye seslendiler. Rasûlullah (s.a.) müşriklerin çocukları da, buyurdu. Taberâ-nî der ki: Bize Abdullah İbn Ahmed... Semure'den nakletti ki; o, şöyle demiş : Biz Rasûlullah (s.a.) a müşriklerin çocuklarını sorduğumuzda; onlar cennet ehlinin hizmetçileridir, buyurdu. X — Hasnâ'nın Amcasının Hadîsi:
Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize İshâk... Süleym oğullan kabilesinden Muâviye'nin kızı Hasnâ'dan nakletti ki; o amcamın bana anlattığına göre kendisi şöyle dedi demiştir : Ey Allah'ın Rasûlü, cennette kim var? dedim. Hz. Peygamber : Peygamber cennettedir, şehîd cennettedir, çocuk cennettedir, diri diri gömülen cennettedir. Bilginlerden bir kısmı bu hadîs üzerinde durur ve çocuklar hakkında bir şey demezken, bir kısmı da Semure İbn Cündeb'in Buhârî'-nin Sahîh'inde naklettiği hadîse dayanarak, onların kesinkes cennette olduklarını bildirirler. Hz. Peygamber bir rü'yâsında ağacın altında bulunan bir ihtiyara rastlar, çevresinde de çocuklar vardır. Cibril ona; bu, İbrahim Aleyhisselâm'dır, şunlar da müslümanların çocuklarıdır, der. Ey Allah'ın Rasûlü müşriklerin çocukları da mı? denilince, o; evet müşriklerin çocukları da, der. Bazı bilginler de; müşriklerin çocuklarının —Hz. Peygamberin; onlar babalarıyla beraberdir, kavline istinaden— cehennemde olduklarını söylerler. Bazıları da çocukların kıyamet gününde Arasât'da imtihana tâbi tutulacaklarını, emre itaat edenin cennete gireceğini ve daha önce Allah'ın onlar hakkındaki saadete ereceklerine dâir bilgisinin açıklık kazanacağını, isyan edenlerin hor ve hakîr olarak cehenneme gireceklerini ve yine Allah'ın daha önce onlar hakkındaki şaki olacaklarına dâir bilgisinin açığa çıkacağını belirtirler. Bu söz, bütün delilleri birleştirir. Bu, birbiriyle şâhid olarak desteklenen daha önceki hadîslerde açıkça belirtilmektedir.. Bu sözü Ebu'l-Hasan Ali İbn İsmail el-Eş'ârî sünnet ve cemâat ehlinden böylece nakletmiştir. Hafız Ebu Bekr el-Beyhakî de «Kitab el-İtikâd» isimli eserinde bu görüşü desteklemiştir. Hadîs tenkîdçileri, hafızlar ve bilginlerin muhakkikleri de böyle demişlerdir. Şeyh Ebu Ömer İbn Abd'ül-Berr en-Nemerî imtihanla ilgili yukarıda geçen hadîslerden sonra şöyle der : Bu konudaki hadîsler kuvvetli değildir ve bir hüccet olarak kullanılamaz. İlim ehli onu reddeder. Çünkü âhiret diyarı mükâfat yurdudur. Amel ve imtihan diyârî değildir. O zaman bunlar nasıl cehenneme girmeye zorlanabilirler? Orada amel ve ibâdet, yaratıkların imkânı haricindedir. Allah bir kula götüremeyeceği yükü yüklemez.
Onun söylediklerine şöyle cevab verilir : Bu konudaki hadîslerden bir kısmı sahihtir. Nitekim bilginlerin önderlerinden bir çokları bu kanâati belirtmişlerdir. Bir kısmı hasendir, bir kısmı da sahîh ve hasenle kuvvet kazanan zayıf hadîstir. Bir konudaki hadîsler bu tarzda birbirini destekler nitelikte olursa, ona bakan kişinin nazarında hadîsler hüccet ifâde ederler. Şeyh Ebu Ömer'in «Âhiret mükâfat yurdudur» sözüne gelince, şüphesiz ki orası mükâfat yurdudur. Ancak mükâfat yurdu olması, cennet veya cehenneme girmeden önce Arasât'da iken sorumluluk yüklenil meşini engellemez. Nitekim Şeyh Ebu'l-Hasan el-Eş'arî, sünnet ve cemâat ehlinin mezhebine göre çocukların ahrette imtihan edileceklerini bildirmiştir. Hak Teâlâ da Kalem sûresinde şöyle buyurmaktadır : «O gün işin dehşetinden baldırlar açılır, secdeye çağırılırlar da buna güçleri yetmez.» (Kalem, 42,43) Sahîh hadîslerde ve diğerlerinde sabit olan sünnete göre; mü'minler kıyamet gününde Allah'a secde edeceklerdir. Münâfıkın buna gücü yetmeyecek belleri arkaya katlanacaktır. Secdeye gitmek istedikleri her seferde kafaları üstü düşeceklerdir. Buhârî ve Müslim'in Sahihlerinde vâ-rid olduğuna göre; cehennemden en son çıkacak kişi hakkında şöyle denir : Allah Teâlâ orada bulunandan daha başka bir şey istememesi için o kimseden ahidler ve sözler alır ve bunu defalarca tekrarlatır. Ve Allah Teâlâ şöyle buyurur : Ey Âdemoğlu, sen ne kadar sözünden dönersin. Sonra onun cennete girmesine izin verir.
Şeyh Ebu Ömer İbh Abd'ül-Berr'in «Cehenneme girmeye onları nasıl zorlar. Bu, onların gücü dâhilinde değildir ki?» sözüne gelince. Bu ifâde hadîsin sıhhati için bir engel değildir. Çünkü Allah Teâlâ kıyamet gününde kullarına Sırat köprüsünden geçmelerini emreder. Sırat cehennemin üzerinde bir köprüdür, kıldan ince, kılıçtan keskin-cedir. Mü'minler amellerine göre şimşek gibi, rüzgâr gibi, soylu atlar gibi ve binek atları gibi geçerler. Kimileri yürüyerek, kimileri koşarak, kimileri abanarak, kimileri de yüzüstü sürünerek geçerler. Cehenneme girmeleri emredilenlerin durumu hiç de iyi değildir. Hattâ ook daha zor ve çok daha kötüdür. Kaldı ki sahîh hadîste sabit olduğuna göre, Deccâl'ın da cennet ve cehennemi olacaktır. Şeriatı koyan Şârı; Dec-câl'ın sunduğu ve kendilerine ateş gibi görünen şeyleri çekinmeden içmelerini, onun selâmet ve soğukluk olacağını bildirmiştir. Bu durum da ona benzer. Öte yandan Allah Teâlâ İsrâiloğullarına kendi kendilerini öldürmelerini emretmiştir. Onlar da bir sabah akşama kadar birbirlerinden yetmiş bin kişiyi öldürmüşlerdir. Kişi babasını ve kardeşini öldürüyormuş. Allah Teâlâ onların üzerine bir bulut karanlığı göndermiş. Bu, onların buzağıj'a tapmalarından dolayı bir ceza imiş. Bu durum da şahıslar için gerçekten zordur ve yukarıda zikri geçen hadîste söz konusu edilen hususlardan hiç de aşağı değildir. Allah en iyisini bilendir. Müşriklerin Çocukları
Bu husus kesinlik kazandığına göre; insanlar müşriklerin çocukları konusunda değişik görüşler serdetmişlerdir : I — Müşriklerin çocukları cennettedirler. Buna Semure'nin naklettiği ve Hz. Peygamberin İbrâhîm Aleyhisselâm'm yanında müslü-man ve müşrik çocuklarının bulunduğunu bildiren hadîsini delil getirmektedirler. Bu hadîs Ahmed İbn Hanbel kanalıyla Hasnâ'mn amcasından nakledilmiştir. Yukarıda geçmişti: Bu istidlal sahihtir. Ancak imtihan ile ilgili hadîsler daha özel bir anlam taşır. Allah Teâlâ onlardan itaat edeceklerini bildiği kimselerin ruhunu öbür âlemde İbrahîm Aleyhisselâm'Ia ve fıtrat üzere ölmüş olan müslüman çocuklarla beraber kılar. İçlerinden Allah'ın emrine icabet etmeyeceklerini bildiklerini ise Allah Teâlâ kıyamet günü cehenneme gönderir. Nitekim imtihan hadîsi buna delâlet etmektedir. Eş'arî de Ehl-i Sünnet'ten bu görüşü nakletmiştir. Müşrik çocuklarının cennette olduğunu söyleyenlerden bir kısmı; bunların cennette serbest olduklarını ifâde ederken, bir kısmı da müslümanların hizmetçileri olacaklarını belirtirler. Nitekim Ali İbn Zeyd kanalıyla Enes'ten nakledilen hadîs bunu göstermektedir. Ancak Ebu Dâvûd et-Tayâîisi'ye göre bu hadîs zayıftır. Allah en iyisini bilendir.
II — Müşriklerin çocukları babalarıyla birlikte cehennemde olacaklardır. Buna delil olarak da Ahmet İbn Hanbel'in Ebu Muğîre kanalıyla Ğutayfın kölesi Abdullah İbn Ebu Kays'tan naklettiği hadîsi göstermektedirler. O, Hz. Âişe'ye gelerek kâfirlerin çocuklarını sormuş, Hz. Âişe de demiş ki: Rasûlullah (s.a.) onların babalarına tâbi olacaklarını söyledi. Ben; Ey Allah'ın Rasûlü amelsiz olarak mı? dedim. Rasûlullah (s.a.) : Onların ne yapacaklarını Allah en iyi bilendir, buyurdu. Bu hadîsi Ebu Davûd da Muhammed İbn Harb kanalıyla... Abdullah İbn Ebu Kays'tan nakleder ki; o, şöyle demiş: Hz. Âişe'den duyduğuma göre o; ben Allah'ın Rasûlü'ne mü'nıinlerin çocuklarını sûrdum da; onlar babalarıyla beraberdirler, buyurdu. Ya müşriklerin gocukları? dedim; onlar da babalarıyla beraberdirler, buyurdu. Ben amelsiz mi? dedim; Allah onların ne yapacak olduklarım en iyi bilendir, buyurdu. Bu hadîsi Ahmed İbn Hanbel Vekî' kanalıyla Hz. Âişe'den nakleder ki; o, şöyle demiş : Ben Rasûlullah (s.a.) a müşriklerin çocuklarını hatırlattığımda; istersen sana onların cehennemdeki çığlıklarını işittirebilirim, dedi.
Abdullah İbn İmâm Abnıed İbn Hanbel der ki: Osman İbn Ebu Şeybe Hz. Ali'den nakletti ki; o, şöyle demiş : Hz. Hadîce Rasûlullah (s.a.) a câhiliyye devrinde ölen iki oğlunun durumunu sorduğunda; cnlar cehennemdedir, buyurmuş. Hz. Ali der ki: Hz. Peygamber, Hz. Hadîce'nin yüzündeki hoşnûdsuzluğu görünce, sen onlann yerini gör-şeydin onlardan nefret ederdin, buyurmuş. Hz. Hadîce; ya senden olan çocuklarım? deyince Hz. Peygamber, onlar cennettedir, demiş. Çünkü mü'minler de, çocukları da cennettedirler, müşrikler de, çocukları da cehennemdedirler, diye eklemiş. Sonra şu âyeti okumuş : «îmân eden, soyları da îmânda kendilerine uyan kimselere soylarını da katarız. Onların işlediklerinden hiç bir şey eksiltmeyiz. Herkes kazancına bağlıdır.» (Tûr, 21) Bu hadîs garîbdir. Çünkü râvîler arasında yeralan Osman, durumu meçhul bir kişidir. Onun rivayet ettiği râvi olan Zâ Zân ise Hz. Ali'ye ulaşmamıştır. Allah en iyisini bilendir.
Ebu Dâvûd da İbn Ebu Zaide kanalıyla Şa'bî'den nakleder ki; Ra-sûlullah (s.a.) diri diri toprağa gömen de, gömülen de cehennemdedir, buyurmuş. Şa'bî de der ki: Bana bu hadîsi Alkame, Ebu Vâil kanalıyla Abdullah İbn Mes'ûd'dan nakletti. Bir topluluk da bu hadîsi Dâvûd İbn Ebu Hind kanalıyla Şa'bî'den, Alkame'den, Seleme İbn Kays'-tan naklettiler. Seleme İbn Kays el-Eşcaî der ki: Ben ve kardeşim Hz. Peygambere gelip dedik ki: Annemiz câhiliyyet devrinde öldü. Ancak müsâfir ağırlar, akrabaları ziyaret eder idi. O bizim bir kız kardeşimizi henüz bulûğa ermemişken diri diri toprağa gömdü. Hz. Peygamber buyurdu ki: Toprağa gömen de, gömülen de ateştedir. Ancak toprağa gömene İslâm ulaşır da müslüman olursa; müstesnadır. Bu hadîsin isnadı hasendir.
III — Müşriklerin çocukları hakkında bir görüş beyân etmeyenler. Bunlar da Hz. Peygamberin; Allah Teâlâ onların ne yapacaklarını en iyi bilendir, kavline dayanmaktadırlar. Nitekim Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde Ca'fer İbn Ebu İyâs... kanalıyla Abdullah İbn Abbas'-tan nakleder ki: Rasûlullah (s.a.) a müşriklerin çocukları sorulduğunda; o, Allah onların ne yapacak olduklarını en iyi bilendir, demiş. Bu hadîs Buhârî ve Müslim'de Zührî kanalıyla... Ebu Hüreyre'den de nakledilir. O der ki: Hz. Peygambere müşriklerin çocukları sorulduğunda; Allah onların ne yapacak olduklarını en iyi bilendir, buyurdu. Bilginlerden bir kısmı da müşriklerin çocuklarını, A'râf ehli olarak kabul ederler. Bu görüş, onların çocuklarının cennette olduklarını söyleyenlerin görüşüyle birleşir. Çünkü A'râf karâr diyarı değildir. Ve A'râf ehlinin akıbeti A'râf sûresinde belirtildiği gibi cennettir. Allah en iyisini bilendir. Müminlerin Çocukları
İyi bilinsin ki; ihtilâf konusu olan, müşriklerin çocuklarıdır. Mü'-minlerin çocuklarına gelince, bu konuda bilginler arasında ihtilâf yoktur. Nitekim Hanbelî fakîhlerinden Kadı Ebu Ya'lâ İbn el-Ferrâ, Ah-med İbn Hanbel'in şöyle dediğini nakleder : Onların cennet ehli oldukları konusunda ihtilâf yoktur. İnsanlar arasında meşhur olan görüş de budur. Allah dilerse bizim kesin karâr vereceğimiz kanâat da budur. Şeyh Ebu Ömer İbn Abd'ül-Berr'in bazı bilginlerden naklederek onların bu konuda durakladıkları, bütün çocukların Allah Azze ve Celle'nin irâdesi altında bulundukları görüşünü serdettikleri tarzındaki kanâatına gelince : Ebu Ömer İbn Abd'ül-Berr'in ifâdesine göre bu görüşe; aralarında Hammâd İbn Zeyd, Hammâd İbn Seleme, Abdullah İbn Mübarek, İshâk İbn Rahûyeh ve diğerlerinin de bulunduğu hadîs ve fıkıh ehli bir topluluk kail olmuşlardır. Onlar derler ki: Bu husus İmâm Mâlik'in el-Muvatta'nında kader bahsinde çizdiği duruma benzer. Onun bu konuda îrâd ettiği hadîsler de böyledir. Mâlikîlerin çoğunluğu da bu görüştedir. Ancak İmâm Mâlik'den nass halinde bir şey vârid olmamıştır. Mâlikilerden sonraki bilginler müslü-man çocuklarının cennette olduklarını kabul etmişler, müşrik çocuklarının ise Allah'ın irâdesine bağlı olduklarını bildirmişlerdir. Ömer İbn Abd'ül-Berr'in sözü burada bitiyor. Ancak bu, gerçekten garîbdir. Ebu Abdullah el-Kurtubî de et-Tezkire isimli kitabında aynı şeyi zikreder. AUah en iyisini bilendir. Bu konuda Talha kızı Âişe'den mü'-minlerin annesi Âişe'ye dayanan bir rivayet zikredilir. Hz. Âişe der ki: Hz. Peygamber Ansâr'dan bir çocuğun cenazesine çağırıldı. Ben dedim ki : Ey Allah'ın Rasûlü, ona ne mutlu cennet serçelerinden bir serçe, kötülüğe ne uzandı ne de ulaştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber buyurdu ki: Ya bundan başka bir şey ise ey Âişe? Doğrusu Allah cenneti yarattı ve insanlar babalarının sulbünde iken cennet ehlini halketti. Cehennemi yarattı ve insanlar babalarının sulbünde iken cehennem ehlini de yarattı. Bu hadîsi Ahmed İbn Hanbel, Müslim, Ebu Dâvûd, Neseî ve İbn Mâce naklederler.
Bu konudaki sözlerin, gerçekten sahîh delillere dayanması îcâbe-der. Ne var ki Şâri'in buyruklarını bilmeyen birçok kişiler de bu konuda söz etmektedirler. Bu sebeple bilginlerden bir çoğu bu konudan bahsedilmesini hoş karşılamamışlardır. Abdullah İbn Abbâs'tan, Ebu Bekr es-Sıddîk'ın oğlu Muhammed'in oğlu Kâsım'dan, Hanefiyye'nin cğlu Muhammed'den ve diğerlerinden böyle rivayet edilmiştir. İbn Hib-bân da Sahîh'inde Cerîr İbn Hâzim'den nakleder ki; o, şöyle demiş : Ebu Recâ el-Utâridî'nin Abdullah İbn Abbâs'ın minberde iken şöyle dediğini işittim : Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki : Bu ümmetin işi birbirine yaklaşıktır. Yeter ki çocuklar ve kader konusunda konuşmasınlar. İbn Hibbân bununla müşriklerin çocuklarını kasdettiğini söyler. Ebu Bekr el-Bezzâr, Cerîr İbn Hâzim kanalıyla aynı rivayeti naklettikten sonra; bir topluluğun Ebu Recâ kanalıyla bu hadîsi Abdullah İbn Abbâs'tan mevkuf olarak rivayet ettiklerini bildirir.














bunlar ibnül kesir kuran tefsiridir.nasıl anlamalıyız?
 

Caferiyye

Yeni Üye
Zannımca ehli fetretin oluşma sebebi olan örneğin Hz İbrahimin dinini bozan veya onu unutturmak icin cabalayan insanlar ehli fetretten sorumlu kişilerdir ve onlara tebligin ulaşmasini engellediklerinden ötürü günahlari bu engelcilerin önünedir Risalei nurlarda afrikaya Allahin rizik olarak verdigi madenleri sömürdükleri icin bu nimetten yararlanmalarini engelleyerek zulmeder günahı kazandıklarina dair bir bahis vardır bunun cezasını da onlar görecektir bu örnekten hareketle o dinin ulaşmasını engelleyenler bu dine zarar verenler veya diger insanlara yanlis tanitanlar bu hakikatin önünü kestikleri için azap göreceklerdir

Aklına yatanlar cevap yazsın bu fikir üzerine tartişalım
 
Üst