Fatiha Sûresi

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 50


Evet, mevâsim-i erbaada tedavi ve telebbüs gibi çok şeyler tebeddüle uğrar. Meselâ, kışın giyilen kalın elbise yazın tebeddüle uğrar veya kışın güzel tesiri olan bir ilâcın yazın fena tesiri olur, kullanılmaz. Kezalik, kalb ve ruhların gıdası olan ahkâm-ı diniyenin füruatı da, ömr-ü beşerin devreleri itibariyle tebeddüle uğrar.

﴿
غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ
blank.gif
1
Havf ve firar makamı olan şu sıfatın mâkablindeki makamlarla münasebatı ise, bu makamın hayret ve dehşet nazarıyla celâl ve cemâl ile muttasıf olan makam-ı rububiyete baktırması; ve iltica ve dehalet nazarıyla نَعْبُدُ
blank.gif
2
’deki makam-ı ubudiyete baktırması ve acz nazarıyla نَسْتَعِينُ
blank.gif
3
deki tevekkül makamına baktırması; ve tesellî nazarıyla refik-ı daimîsi olan makam-ı recâya baktırmasıdır. Çünkü, korkunç birşeyi gören adam, korku ve hayret içinde kalır, sonra firar etmeye meyleder. Âciz olduğu takdirde tevekkül eder, sonra tesellî yollarını arar.

S - Cenâb-ı Hak Ganiyy-i Mutlaktır. Âlemde bu kadar dalâletlerin ve pek çirkin fena şeylerin yaratılışında ne hikmet vardır?

C - Kâinatta maksud-u bizzat ve küllî ve şümullü olarak yaratılan, ancak kemaller, hayırlar, hüsünlerdir. Şerler, kubuhlar, noksanlar ise hüsünlerin, hayırların, kemallerin arasında görülmeyecek kadar dağınık ve cüz’iyet kabilinden tebeî olarak yaratılmışlardır ki, hayırların, hüsünlerin, kemallerin mertebelerini, nevilerini, kısımlarını göstermeye vesile olsunlar ve hakaik-i nisbiyenin vücuduna veya zuhuruna bir mukaddeme ve bir vahid-i kıyasî olsunlar.



[NOT]Dipnot-1 “Gazaba uğramışların yoluna değil.” Fatiha Sûresi, 1:7.
Dipnot-2 “İbadet ederiz.” Fatiha Sûresi, 1:5.
Dipnot-3 “Yardım dileriz.” Fatiha Sûresi, 1:5.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahGaniyy-i Mutlak: hiçbir şeye hiçbir şekilde muhtaç olmayan ve bütün varlıkların her türlü ihtiyaçlarını sınırsız gayb hazinelerinde bulunduran Allah
acz: acizlik, güçsüzlükahkâm-ı diniye: dinin hükümleri, esasları
celâl: büyüklük, azamet, haşmetcemâl: güzellik
cüz’iyet: küçüklük, ferdîlikdalâlet: hak yoldan sapkınlık, inkârcılık
dehalet: girme, dâhil olma, sığınma dehşet: korku, ürkme
firar: kaçmafüruat: şubeler, dallar
hakaik-i nisbiye: göreceli hakikatler, bir diğerine göre hakikat olan şeylerhavf: korku
hayır: iyilikhikmet: amaç, gaye
hüsün: güzellikiltica: sığınma
itibarıyla: bakımından, özelliğiylekabilinden: gibisinden, türünden
kemâl: kusursuzluk, mükemmellikkezâlik: bunun gibi, böylece
kubuh: çirkinlikkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
küllî: büyük, kapsamlımakam-ı recâ: ümit makamı
makam-ı rububiyet: rububiyet makamımakam-ı ubudiyet: Allah’a kulluk yeri, kulluk makamı
maksud-u bizzat: asıl gaye, temel hedefmertebe: derece
mevâsim-i erbaa: dört mevsimmeyletmek: eğilim gösterme
mukaddeme: başlangıç, hazırlıkmuttasıf: vasıflanmış, nitelendirilmiş
mâkabli: öncesimünasebat: bağlantılar, ilişkiler
nazar: bakış açısınevi: çeşit, tür
refik-ı daimî: daimî arkadaşsıfat: özellik, vasıf
tebeddül: başkalaşma, değişmetebeî: dolaylı, başka bir şeye tabi olarak
telebbüs: giyinme, giyimtevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme
vahid-i kıyasî: ölçü birimivücud: varlık, var oluş
zuhur: ortaya çıkma, görünmeâciz: güçsüz, zavallı
ömr-ü beşer: insan ömrüşer: kötülük
şümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 51


S - Hakaik-i nisbiyenin ne kıymeti var ki, onun için şerler istihsan edilecek?

C - Hakaik-i nisbiye denilen şeyler, kâinatın eczası arasında bulunan rabıtalardır. Ve kâinattaki nizam, ancak hakaik-i nisbiyeden doğmuştur. Ve hakaik-i nisbiyeden kâinatın envaına bir vücud-u vâhid in’ikâs etmiştir. Hakaik-i nisbiye, büyük bir ölçüde hakaik-i hakikiyeden çoktur. Hatta bir zatın hakaik-i hakikiyesi yedi ise, hakaik-i nisbiyesi yedi yüzdür. Binaenaleyh, kubuh ve şerde şer varsa da kalildir. Malûmdur ki, şerr-i kalil için hayr-ı kesir terk edilmez. Terk edilirse, şerr-i kesir olur; zekât ve cihadda olduğu gibi.


Evet,
blank.gif
1
اِنَّمَا تُعْرَفُ اْلاَشْيَاۤءُ بِاَضْدَادِهَا meşhur kaziyeden maksat, birşeyin zıddı, o şeyin hakaik-i nisbiyesinin vücut veya zuhuruna sebeptir. Meselâ kubuh olmasaydı ve hüsünlerin arasına girmeseydi, hüsnün gayr-ı mütenahi olan mertebeleri tezahür etmezdi.


S – اَنْعَمْتَ
blank.gif
2
fiil, مَغْضُوبِ
blank.gif
3
ism-i mef’ul, ضَالِّينَ
blank.gif
4
ism-i fail olarak zikirlerinde ve keza, üçüncü fırkanın sıfatını ve ikinci fırkanın sıfatına terettüp eden âkıbetini ve birinci fırkanın ünvan-ı sıfatını aynen zikretmekte ne gibi bir hikmet vardır?


C - “Nimet” ünvanı, nefsin daima meylettiği bir lezzet olduğundan ihtiyar edilmiştir. Fiil-i mâzi olarak zikrindeki sebep, evvelce beyan edilmiştir.

İkinci fırka ise, kuvve-i gadabiyenin galebe ve tecavüzüyle tecavüz ederek ahkâmın terkiyle zulüm ve fıska düşmüşlerdir: Yahudilerin temerrüdü gibi.

Zulüm ve fıskta hasis ve hayırsız bir lezzet görüldüğünden, onlardan nefis teneffür



[NOT]Dipnot-1 Her şey zıtlarıyla bilinir.
Dipnot-2 Nimet verdin.
Dipnot-3 Gazaba ve öfkeye maruz kalanlar.
Dipnot-4 Hak yoldan sapanlar.
[/NOT]

Yahudi: (bk. bilgiler – Yahudilik)ahkâm: hükümler, esaslar
akıbet: netice, sonbeyan etmek: açıklamak
binaenaleyh: bundan dolayıcihâd: mücadele, din uğrunda gayret gösterme
ecza: kısımlar, parçalarenvâ: çeşitler, türler
fiil-i mâzi: gr. geçmiş zaman fiil kalıbı, kipifırka: topluluk, grup
fısk: günah, günahkârlıkgalebe: üstün gelme
gayr-ı mütenâhi: sınırsız, sonsuzhakaik-i hakikiye: göreceli olmayan, asıl mahiyeti ve zatı itibariyle hakikat, gerçek olan şeyler
hakaik-i nisbiye: göreceli hakikatler, bir diğerine göre hakikat olan şeylerhasis: âdi, değersiz
hayr-ı kesir: çok hayır, iyilikhikmet: amaç, gaye
hüsün: güzellikihtiyar etme: seçme, tercih etme
in’ikâs: yansıma, aksetmeism-i fâil: gr. bir iş, oluş veya durumu yüklenen şahsı bildiren kelimedir, meselâ; kâtip
ism-i mef’ul: gr. bir iş, oluş ve hareketin kendisine yapıldığı veya tesir ettiği şeyi gösteren kelimedir, meselâistihsan: beğenme, güzel bulma
kalil: azkaziye: hüküm, önerme
kezâ: bunun gibi kubuh: çirkinlik, kötülük
kuvve-i gadabiye: öfke duygusumalûm: bilinen, belli
meyletmek: eğilim göstermeknefis: insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
nizam: düzen, kanunrabıta: bağ, alâka
temerrüd: inat etme, karşı gelme, isyanda direnmeterettüp etmek: gerekmek, sonuç olarak ortaya çıkmak
tezahür etmek: görünmek, ortaya çıkmakvücud: varlık, var oluş
vücud-u vâhid: tek bir vücut, varlıkzuhur: ortaya çıkma, görünme
ünvan-ı sıfat: sıfat ünvanı, sıfat isimşer: kötülük
şerr-i kalîl: az kötülük, az şerşerr-i kesir: çok kötülük

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 52


etmez. Kur’ân-ı Kerim, o zulmün âkıbeti olan gadab-ı İlâhîyi zikretmiştir ki, nefisleri o zulüm ve fısktan tenfir ettirsin.

İstimrar ve devam şe’ninde olan isimlerden ism-i mef’ul olarak zikredilmesi ise, şer ve isyanların devam edip, tevbe ve af ile inkıta etmedikleri takdirde kat’îleşeceğine ve silinmez bir damga şekline geçeceğine işarettir.


﴿ وَلاَ الضَّالِّينَ
blank.gif
1
Üçüncü fırka ise, vehim ve hevâ-yı nefsin akıl ve vicdanlarına galebesiyle, bâtıl bir itikada tâbi olarak nifaka düşen bir kısım Nasârâdır. Dalâlet, nefisleri tenfir ve ruhları inciten bir elem olduğundan, Kur’ân-ı Kerim, o fırkayı aynı o sıfatla zikretmiştir.


Ve ism-i fâil olarak zikrindeki sebep ise, dalâletin dalâlet olması, devam etmesine mütevakkıf olup, inkıtaa uğradığı zaman affa dahil olacağına işarettir.

Ey arkadaş! Bütün lezzetler imanda olduğu gibi, bütün elemler de dalâlettedir. Bunun izahı ise:

Bir şahıs, kudret-i Ezeliye tarafından, adem zulümatından şu korkunç dünya sahrasına atılırken gözünü açar, bakar. Bir lütuf beklediği zaman, birden bire, düşmanlar gibi, hastalıklar, elemler, belâlar hücum etmeye başlarlar. Bir medet, bir yardım için müsterhimâne tabiata ve anâsıra baktığı vakit, kasavet-i kalble, merhametsizikle karşılaşır. Ecram-ı semaviyeden istimdat etmek üzere başını havaya kaldırır. O ecram, atom bombaları gibi dehşetli ve heybetli halleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, başını eğer, düşünmeye başlar. Bakar ki, hayatî hâcetleri bağırıp çağırmaya başlarlar. Bütün bütün tevahhuş ederek hemen kulaklarını tıkar, vicdanına iltica eder.

Bakar ki, vicdanı, binler âmâl (emeller) ve emanî ile dolu gürültülerinden cinnet getirecek bir hale gelir. Acaba, hiçbir cihetten hiçbir tesellî çaresini bulamayan o zavallı şahıs, mebde ile meâdı, Sâni ile haşri itikad etmezse, onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mı?


[NOT]Dipnot-1 “Ve sapmışların yoluna değil.” Fatiha Sûresi, 1:7.
[/NOT]
Nasârâ: Hıristiyanlar
Sâni: her şeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah
adem: hiçlik, yoklukakıbet: netice, son
anâsır: unsurlar, elementler bâtıl: gerçek dışı, sahte, yalan
cihet: taraf, yöndalâlet: hak yoldan sapkınlık
ecram: gök cisimleri, gezegenler, yıldızlarecrâm-ı semâviye: gök cisimleri
elem: acı, keder, sıkıntıemanî: temenniler, arzular, istekler
fırka: topluluk, grupfısk: günah, günahkârlık
gadab-ı İlâhî: Allah’ın hiddeti ve gazabıgalebe: üstün gelme
hacet: ihtiyaçhaşr: yeniden diriliş; insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah‘ın huzurunda toplanması
heva-yı nefis: nefsin hoşuna giden, gelip geçici yasak arzu ve istekleriiltica etmek: sığınmak
inkıta: kesilme, sona ermeism-i fâil: gr. bir iş, oluş veya durumu yüklenen şahsı bildiren kelimedir, meselâ; kâtip
ism-i mef’ul: gr. bir iş, oluş ve hareketin kendisine yapıldığı veya tesir ettiği şeyi gösteren kelimedir, meselâistimdad etmek: yardım istemek
istimrar: devamlılıkitikad: inanç
itikad etme: inanma, iman etmekasavet-i kalb: kalb katılığı
kat’îleşmek: kesinleşmekkudret-i ezeliye: başlangıcı olmayan, ezelden beri var olan Allah’ın sınırsız güç ve iktidarı
lütuf: iyilik, ikram, bağışmebde’: başlangıç; ilk yaradılış
medet: yardımmeâd: dönülecek yer; ölümden sonraki yaratılış, haşir
müsterhimâne: yalvararak, merhamet dileyerekmütevakkıf: bağlı
nefis: insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygunifak: münafıklık, ikiyüzlülük
tabi olmak: uymakteneffür etmek: nefret etmek
tenfir: nefret ettirmetevahhuş etmek: korkmak, ürkmek
tevbe: pişmanlık duyarak günahtan dönüşvehim: kuruntu, varsayım
zulümat: karanlıklarşer: kötülük
şe’n: iş, özellik

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 53


Evet, o bîçare, havf ve heybetten, acz ve ra’şetten, vahşet ve gönül darlığından, yetimlikle meyusiyetten mürekkep bir vaziyet içinde olup, kudretine bakar; kudreti âciz ve nâkıs. Hâcetlerine bakar; def edilecek bir durumda değildir. Çağırıp yardım istese, yardımına gelen yok. Her şeyi düşman, her şeyi garip görür. Dünyaya geldiğine bin defa nedamet eder, lânet okur.

Fakat o şahsın, sırat-ı müstakime girmekle kalbi ve ruhu nur-u imanla ışıklanırsa, o zulmetli evvelki vaziyeti nuranî bir hâlete inkılâp eder. Şöyle ki:


O şahıs, hücum eden belâları, musibetleri gördüğü zaman, Cenâb-ı Hakka istinad eder, müsterih olur.

Yine o şahıs, ebede kadar uzanıp giden emellerini, istidatlarını düşündüğü zaman, saadet-i ebediyeyi tasavvur eder. O saadet-i ebediyenin mâü’l-hayatından bir yudum içer, kalbindeki emellerini teskin eder.

Yine o şahıs, başını kaldırıp semaya ve etrafa bakar, herşeyle ünsiyet peyda eder.

Yine o şahıs, semadaki ecrama bakar; hareketlerinden dehşet değil, ünsiyet ve emniyet peyda eder ve onların o hareketlerini ibret ve hayretle tefekkür eder.

Yine o şahıs, ecram-ı ulviye ile öyle bir kesb-i muarefe eder ki, hangi bir cirme bakarsa baksın, o cirmlerden “Ey arkadaş, bizden tevahhuş etme. Hareketlerimizden korkma. Hepimiz bir Hâlıkın memurlarıyız” diye, me’nus ve emniyet verici sesleri kalben işitmeye başlar.

Hülâsa: O şahıs, evvelki vaziyetinde, vicdanındaki o dehşetli ve vahşetli ve korkunç âlâm-ı şedideden kurtulmak için, tesellîlerle hissini iptal ve sarhoşlukla o halleri unutmak ister. İkinci hâletinde ise, ruhunda yüksek lezzetleri ve saadetleri hisseder; kalbini ikaz, vicdanını tahrik edip ruhunu ihsas ettikçe o saadetler ziyadeleşir ve ona mânevî cennetlerin kapıları açılır.

اَللّٰهُمَّ بِحُرْمَةِ هٰذِهِ السُّورَةِ اِجْعَلْنَا مِنْ اَصْحَابِ الصِّرَاطِ الْمُسْتَقِيمِ. اٰمِينَ
blank.gif
1



endOfSection.gif
endOfSection.gif



[NOT]Dipnot-1 Allah’ım, bizi bu sûrenin hürmetine sırât-ı müstakim ehlinden eyle. Âmin.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
acz: acizlik, güçsüzlükbîçare: çaresiz
cirm: cisimdef etmek: gidermek, uzaklaştırmak
ebed: sonu olmayan, sonsuzecram: gök cisimleri, yıldızlar
ecrâm-ı ulviye: gök cisimleri, gökteki büyük cisimleremniyet: güven
emniyet peydâ etmek: güven kazanmakhacet: ihtiyaç
havf: korkuhâlet: durum, hâl
hülâsa: kısaca, özetihsas etmek: hissettirmek
inkılâp etmek: dönüşmekistidat: kabiliyet, yetenek
istinad etmek: dayanmakkesb-i muarefe etme: tanışma
kudret: güç, iktidarmeyusiyet: ümitsizlik
me’nus: cana yakın, sevimlimusibet: belâ, felaket, sıkıntı
mâü’l-hayat: hayat suyumürekkep: oluşmuş, birleşik
müsterih olma: rahatlama, huzura kavuşmanedamet etmek: pişman olmak
nur-u iman: iman nuru, aydınlığınâkıs: eksik, noksan
peydâ etmek: kazanmakra’şet: titreyiş, ürperme
saadet: mutluluksaadet-i ebediye: sonu olmayan, sonsuz mutluluk
semâ: gökyüzüsırât-ı müstakîm: dinin belirlediği dosdoğru yol
tahrik etmek: harekete geçirmek tasavvur etmek: düşünmek, hayal etmek
tefekkür etmek: düşünmekteskin: sakinleştirme, rahatlatma
tevahhuş etmek: ürkmek, kormakvahşet: ürküntü, yalnızlık
vahşetli: ürkütücüziyadeleşmek: artmak, çoğalmak
zulmetli: karanlıklıâciz: güçsüz, kuvvetsiz
âlâm-ı şedide: şiddetli elemler, acılarünsiyet etmek: alışmak, dostluk kurmak

 
Üst