Evet, Uzayda Canlılar Varmış...

Huseyni

Müdavim
Uzaydaki akıllı canlılar: Melekler

İki lise öğrencisi, kendi aralarında tartışıyorlardı. Bunlardan Ahmet inançlı biri, Kaya ise inkârcıydı. Kaya, “Ben görmediğime inanmam!” diyerek Allah’ı, melekleri, ahireti inkâr etti. Vakit geceydi… Ahmet ayağa kalktı, elektrik lambasının düğmesini kapattı.


“Şimdi bak bakayım bana, beni görebiliyor musun?” dedi. Kaya, “Hayır, göremiyorum” deyince, Ahmet taşı gediğine koydu: “Sen beni görmüyorsun diye, şimdi ben yok muyum?”


“Görmediğime inanmam” fikri, tarih boyunca nice insanın inkârına sebep olmuştur. Hâlbuki şu âlem, görmediğimiz nice varlıklarla doludur.Aklımızı, merak ve sevgi gibi hislerimizi görmüyoruz. Teneffüs ettiğimiz havayı görmüyoruz. Havadaki nice sesleri, televizyon dalgalarını, X ışınlarını görmüyoruz. Hatta ilim adamlarının dediğine göre, “kâinatı âdeta anahtar deliğinden seyrediyoruz.”


“Görmediğime inanmam” fikri, aslında küfür ve inkâra sebep olacak bir kuvvette değildir. Yıllar önce bir karikatürde görmüştüm: Adamın biri, uçurumdan aşağıya yuvarlanıyor. Düşerken kendi eline tutunuyor, “Tuttum, artık düşmem” diyor. Hâlbuki tuttuğu şey, kendisinden bir parça ve kendisi gibi düşmekte...


İşte, küfür ve inkâr böyle zayıf, böyle temelsizdir. Ama sırf bir şeyle teselli olmak için bazıları böyle temelsiz şeyleri sağlam zannedip kendilerini aldatmaktadırlar. Oysa meleklerin varlığına dair binlerce aklî, mantıkî, ilmî deliller vardır. Bazılarını sıralamaya çalışalım:


• Müze, fuar ve sergiler, elbette muhteşem ve antika eserleri, san'at harikalarını gezecek, seyredecek, takdir edeceklerin göstergesidir... Hiçbir insanın uğramadığı dağ başlarında veya çöllerde müze ve sergiler kurulmaz. Yer ve sema/uzay, antika ve harika varlık ve san'atlarla donatılmış muhteşem iki müze, sergi, fuar, saray gibidir. Yeryüzünü gözleme, tefekkür etme, araştırma, inceleme görevi insanoğluna verilmiştir. Ancak insanlar trilyonlarca yıldız kümelerine sahip olan milyarlarca galaksileri seyredip tefekkür etmeye yetmezler. İşte Cenâb-ı Hak, o muazzam yıldızları seyredecek, tefekkür edecek, takdir edecek trilyonlarca, katrilyonlarca varlık yaratmıştır.


Hakikat ve hikmet, zemin gibi semâvâtın da kendine münasip oturanları bulunmasını gerektirir. Şeriat dilinde o muhtelif cinslere “melaike” ve “ruhaniyat” ismi verilir.1


• Hayat, hareket, sevmek, üzülmek, sevinmek gibi hisler, duygular da ruhun varlığını ispat eder. Çünkü bu ve benzeri mânevî özellikler maddede yoktur. Varlığımız/duygularımız ruhun, ruh da meleklerin varlığına bir delildir. Aslında “hayat, yani hayatımız, meleklerin varlığının bir ispatıdır.”


Şu muhteşem uçan burçlar ve kasırlar, saraylar hükmünde olan galaksi ve nebulalarda yer alan katrilyonlarca yıldızlarda da yaşayan akıllı, şuurlu, düşünen varlıklar vardır. İşte bunlar da ruhaniler, meleklerdir.


• Melekler, nurdan yaratılmış, fıtratları safi, berrak, temiz; makamları sabit, kendileri masum, günahsız mahlûklardır. Varlıklarını idrak ediyor, fakat mahiyetlerini tam olarak bilemiyor, açıklayamıyoruz. Bu, onların olmamasına delil teşkil etmez. Tıpkı aklımızın varlığını anlayıp mahiyetini açıklayamamamız gibi... Kâinatın Yaratıcısının, toprak ve ruhtan yarattığı varlıklar olduğu gibi, dumansız ateş olan elektrik, x, ultraviyole, lazer ışınları; hatta havadan, sesten, karanlıktan, muhtelif ışık ve ses frekanslarından yarattığı varlıklar olması, aklın da kabul ettiği bir husustur. Bunlara maddî ceset giydirilmemiş. İşte bunlar “ruhanîler” (melekler, cinler, şeytanlar) diye tâbir edilir.


• Kâinatta atomdan galaksilere kadar genel bir rububiyet (terbiye) hâkim olduğunu görüyoruz. Terbiye, aynı zamanda kulluğu ister. Müze, fuar ve sergiler, elbette muhteşem ve antika eserleri, san'at harikalarını gezecek, seyredecek, takdir edeceklerin göstergesidir...


• Meleklerin görünmemesi, olmamalarına delil olmaz. Evvela, görmeyip inandığımız ve varlığını kesin olarak bildiğimiz varlıklar, gördüklerimizden çok daha fazladır. Ruhumuz, aklımız ve sair duygularımız, içtiğimiz çaydaki şekeri, süt ve yoğurttaki yağı, kablonun içindeki elektriği ve teneffüs ettiğimiz havayı da çıplak gözle göremiyoruz, ama varlıklarına kesinlikle inanıyoruz, hissediyoruz, tadıyoruz, anlıyoruz...


Melekler ruhanî varlıklar olduğu için, çıplak gözle görülmeleri mümkün değildir. Nitekim maddî varlıkların birçoğunu, görme frekansının altı veya üstünde olduğu için göremiyoruz. Ruh, nurun en şiddetli, en ince, en keskin, en lâtif kısımlarından çeşitli enerji merhalelerinden, daha doğrusu enerji boyutlarından yaratılmış olmalı.

Dipnot:
1. Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, Almanya, s. 162.
Ali FERŞADOĞLU
19.06.2009
Yeniasya
 

Huseyni

Müdavim
Vücudun, varlığın kemâli, olgun noktası, hayattır. Hayat yoksa, varlığın bir değeri yoktur. Aslolan hayattır. Madde de hayata hizmet eder. Şu hâlde, maddeden ibaret gözüken güneş sistemi, galaksiler ve nebulalarda, bu varlıkların hizmet ettiği hayat sahibi melekler olmalıdır.


• Kanun, soyut bir şeydir, kendi başına iş yapmaz, yapamaz. Meselâ namazda “Allahu ekber” diye başlamak, rukûa, secdeye varmak bir kanundur. Bu kanun, kendi başına namazı oluşturmaz. Kezâ bir devletin çeşitli kanunları vardır. Bu kanunların icrâını yapan çeşitli memurlar (mahkemeler, hâkimler, savcılar, emniyet görevlileri vs.) olmalıdır. Tabiat kanunları da böyle soyuttur. Bunları da icrâ eden melekler vardır.


• Esîr gibi lâtif bir gücü veya tabiat kanunlarına akıl, algı, şuur vesâire konduğunu düşününüz. İşte o kanunlar o zaman melek olur. Veya kâmil, günahsız insanın ruhundan nefsini, kafesi olan bedenini alınız, geriye melek gibi bir varlık kalır.


• Şu kâinatın özelliği, meleklerin varlığını gerektirir. Şöyle ki: Sonsuz kudret, ilim, hikmet gibi isim ve sıfatlar sahibi Yüce Yaratıcı, sayısız varlıkları yokluk karanlıklarından çıkararak her birisine değişik özellikler, güzellikler taktığını gözlerimizle görüyor, kulaklarımızla işitiyor, akıl ve kalbimizle idrak ediyoruz. Nur, esîr gibi ruha yakın ve münasip diğer ince/akışkan maddeleri de hayatsız, donuk, cansız, şuursuz bırakmamış, onlardan da nur maddesinden (görünmeyen lâtif, maddî olmayan enerji boyutlarından), hatta karanlıktan (siyah enerjiden), hatta esîr maddesinden, hatta mânâlardan, hatta havadan, hatta kelimelerden hayat ve şuurlu varlıklar inşâ edilmiştir. Pek çok çeşitli ruhânî varlıkları o akışkan lâtif maddelerden yaratılmıştır. Onların bir kısmı melek, bir kısmı da ruhânî ve cinler olmak üzere sayısız cinslerdir.1


• Aslında melekleri inkâr eden, onların varlıklarını kabul etmektedir. Çünkü olmayan bir şey üzerinde tartışma yapılmaz! Meleklerin varlığı kesindir ki, var veya yok şeklinde tartışmalar sürüp gitmektedir...


• Hem akıl, hem nakil sahipleri, meleklerin varlığında ittifak etmişlerdir. Melekler hakkında hem semâvî dinler ve kitaplar, hem beşerî felsefeler, akıl ve nakil ehlinin tamamı, mahiyetlerinde ihtilâf etmekle beraber varlıklarını ittifakla kabul etmişlerdir. Hatta maddiyâtta çok ileri giden hükemâ-i işrakiyyun (ilk akla inanan; yani teselsülle müessiriyetini iddiâ eden; sebeplere inanan, ilk aklı Allah’ın yarattığına, bu aklın da bir başka aklı yarattığına teselsülen inanan eski ve sapık felsefe akımı) ve Meşşaiyyun, melâikenin manasını inkâr etmeyerek, “Her bir nev'în bir mahiyet-i mücerrede-i ruhaniyeleri (her tür varlığın ruhanî, soyut varlığı) vardır” derler. Melâikeyi öyle tabir ediyorlar.2


• Yaratıcı’nın izzet ve azameti, perdeyi iktizâ eder. Bir cumhurbaşkanı veya padişah, icraatını hediyesini bizzat kendisi yapmaz/götürmez. Çünkü izzet, azamet ve makamı, işi ve hediyeyi memur, yâver, köle veya hizmetçisi vasıtasıyla gördürür/gönderir. İşte, sonsuz izzet ve azamet sahibi Rabbü’l-Âlemîn, tabiat kanunlarına sebepleri perde yaptığı gibi, melekleri de perde etmiştir.


• Melekler bizzat peygamberler ve bazı evliyâ tarafından görülmüştür.


• Kâinatın Hâlıkı, meleklerin varlığına delildir. Çünkü yapan bilir, bilen konuşur. O da, melekleri yarattığını bildirmiştir.


• Peygamberimiz (asm), meleklerin varlığına belgedir. Çünkü öyle teknik ve ilmî meselelerden bahsetmiştir ki, bir insanın bilmesi, hele on beş asır öncesinden bilmesi asla mümkün değildir. Öyle ise o, bütün zamanları, gelişmeleri bilen, ilmi/kudreti her tarafı/bütün zamanları kuşatmış olandan haber alıyor. Öyle ise o, peygamberdir. Öyle ise, söylediği şeyler doğrudur. O ise, meleklerin varlığını binlerce kez söylemiş, tekrarlamıştır. Öyle ise, melekler vardır…


• Kur’ân, meleklerin varlığına delildir. Zira Kur’ân beşer kelâmı olamaz. Öyle olsaydı, 1500 senedir, “Eğer, insan sözüdür, diyorsanız benzerini yapın!” diyerek insanlığa meydan okuduğu hâlde, bir benzeri yapılamamıştır. Değil benzeri, bir sûre/bir âyetine nazire getirilememiştir. Görünüşte âyet gibi bir söz söylemek mümkündür. Ama içine öylesine ilmî, fikrî, teknolojik, matematik, sosyal, edebî şifreler, bağlantılar yerleştirilmiştir ki, bunlar insan tâkatinin üstündedir. Öyle ise Kur’ân, Allah kelâmıdır. Öyle ise, Kur’ân’ın haber verdiği melekler vardır.


İşte, bütün bu belgeler de gösteriyor ki, nurdan (çok ince enerji boyutlarından) yaratılan melekler tamamen ulvî duygularla donatılmış, “akıllı, şuurlu,” lâtif varlıklardır.


Ruhanîlere, meleklere iman, aklın, vicdanın gereğidir. Onlara inanmayan, bu boşluğu “ufo”lara (uzaylılara) inanarak doldurmaya çalışır…

Dipnotlar:
1- Sözler, s. 468.
2- Age., 1993, s. 472.
Ali FERŞADOĞLU
20.06.2009
Yeniasya
 

Huseyni

Müdavim
Meleklere imanın verdiği huzur ve mutluluk

Meleklere imanın verdiği sevinç, kazandırdığı gücün de yine fert, aile ve toplumun bütün katmanlarını kapladığını ifade ederek başla- yalım.


• İnsan gayba iman edecek şekilde dizayn edildiğinden meleklere iman, fıtrî bir ihtiyaç. İnsan hem taşıdığı bazı özelliklerden hem de başka hususlardan, onlarla daima ilgilidir. Bu hakikati imanla teslim etmek, başlı başına bir güç ve mutluluk kaynağıdır.


• Kâinat meleklerle şenlendirilmiştir. Eğer insan, meleklerin varlığına inanmazsa, bu ihtiyacı ve bu inanma duygusunu başka şeylerle tatmin edecektir. Yani inançta batıl ve yanlış yollara sapacaktır. Meleklerin yerini ya uzaylılara, UFO’lara, ya başka yerden gelmiş varlıklara inanarak dolduracaktır. Bunu da, çeşitli filmlere, çizgilere yansıtacak, kargacık burgacık resimlerle veya şekillerle gösterecek, ruhunu karartacaktır.


Aslında “UFO’listler,” Allah’ın yaratmış olduğu ruhanîleri, melek ve cinleri, hatta şeytanları aklen ve mantıken idrak etmekte, vicdanen hissetmekte, anlamaktadırlar. Fakat “meleklere iman” etmeyi istemediklerinden bu boşluğu, hayal dünyalarında “olağanüstü” diye resmedip çizdikleri “uzaylılar” imajıyla doldurmaya çalışmaktadırlar.


• İnsanın çevresinde cereyan eden, bildiği veya bilmediği nice tehlikeli hâdise vardır. Zaman zaman şerli varlıklarla karşılaşabilir. Bu durum insanı korku, üzüntü ve endişeye sevk eder. Beşer bunlara karşı mânevî bir destek ve güce dayanmak, moral bulmak ister. İnsan bu görünmez düşmanlara karşı rûhî bir destek ve mercî arar. İşte, “Hafaza” denilen melekler, Allah’ın izniyle insanları çeşitli tehlike ve düşmanlara karşı korurlar. Bu gerçek, bir âyette, “Her insanın önünde ve arkasında, onu Allah’ın emriyle muhafaza eden takipçi melekleri vardır”1 şeklinde ifade edilir.


• İnsan yaptığı güzel iş, fiil ve hareketlerden dolayı takdir ve alkış bekler. İnsanlar birbirlerini takdir etmekte cimri davranabilir veya tam takdir etmeyebilirler. Ama onu alkışlayan milyonlarca, milyarlarca meleğin varlığına inanan bir kimse, elbette güzel iş, fiil, amel, hâl ve hareketlerinde gevşeklik göstermez… İşte, mele-i âlanın sakinleri olan melekler, insanların güzel hareketlerini alkışlarlar. Şu hâlde meleklere iman, mü’mini hayâ ve edep sahibi yapar. Kâinatın meleklerle doldurulmuş olduğuna inanan bir insan, onlara karşı hayâ ve hürmette kusur etmez.


Her insan sözlerini, fiillerini, san'atını, eserlerini, güzel davranış ve hareketlerini, hatta gençliğini muhafaza etmek, bâkileştirmek ister. Film, teyp, fotoğraf makinesi, kamera ve televizyonlar, insanlığın bu ihtiyaç ve arzusundan doğmuştur. Bu, insanda fıtrî bir istek, bir ihtiyaçtır. İşte, melekler âdeta insanın bu ihtiyacına cevap vermekte, ilerde gösterilmek üzere onun her hareket, her söz, her fiil, her iş ve hayatının her safhasını bir kameraman gibi çekmekte, arşivlemektedirler.


• Meleklere iman, yalnızlık hastalığının ilâcıdır. Dağda, bayırda, tarlada, ovada, çölde veya tecritte bir insanın son derece sevimli arkadaşları, dostları vardır. Milyarlarca, trilyonlarca, sayısını bilemeyeceğimiz kadar çok melek, çiçeklerden yağmur damlalarına, kar tanelerinden sağımıza solumuza kadar bütün kâinatı şenlendirmektedir. Mü’min yalnız değildir. Böylesine dostları, arkadaşları vardır. Güzel bir söz söylediğinde, birkaç Kur’ân âyeti okuduğunda bile melekler onu zevkle dinlemekte, kişinin hasenât defterine kaydetmektedirler. Bir insanın yüzünü güldürecek hareketlerdir bunlar...


• Meleklere iman aynı zamanda ferdî, ailevî ve içtimâî bir huzur, bir emniyet, bir rahat ve sükûnet vesilesidir. Herhangi bir kişi kameraya alındığını, teyp veya mikrofonla dinlendiğini bildiği anda hareket, söz ve mimiklerine son derece dikkat eder.


İngiltere’de devlet, kapalı devre televizyon sistemiyle (CCTV), giderek artan bir nispetle, her yerde, “suçları önlemek” gayesiyle her tarafı gözlüyor. İnsanları caddede, sokakta, otobüste, trende, direksiyon başında, araba park ederken, dükkânda, kasa başında para öderken, çalışırken veya spor yaparken devamlı gözlüyor! Sivil teşkilâtlar, özel hayatların “kameralarla” böylesine gözetilmesinin insan haklarına aykırı olduğunu ve yeni düzenlemeler yapılmasını istiyorlar.2 Buna rağmen suçları önleyemiyor, üstelik insan haklarını ihlâl ediyorlar! Peki, insanları, insanların özel hayatlarını gözetlemeye ne hakları var? İşte, bu vazifeyi görecek, fakat insanı insana mütecessis etmeyecek “meleklere iman” esası, kalp, vicdan ve akıllara yerleştirilirse, ne insan hakları ihlâl edilir, ne bu kadar masraf yapılır ve ne de bu kadar suç işlenir!


• Meleklere imanın asayişi temin ve hırsızlığı önlemede de büyük etkisi vardır. Şöyle ki: Asayiş ve emniyetin toplumlar için ne kadar önemli olduğunu anlatmaya gerek yok. Emniyet mensuplarının görevi tartışılmaz. Ancak yolsuzluk ve kanunsuzlukları önlemede emniyet mensuplarının da yetmeyeceği açık. Kişiler vicdanlarının sesini dinlemez, Allah’tan korkmazlarsa yapamayacakları kötülük kalmaz. Böyle kimseler kanun ve nizam da dinlemezler. Her birinin başına bir polis de dikemeyiz. Böyle olunca da hır- sızlıklar, yolsuzluklar, asayiş ihlâlleri eksik olmaz, toplumu kasıp kavururlar.

Dipnotlar:
1- Kur’ân, Enfâl, 9.; 2- Time, Nisan 1996.
Ali FERŞADOĞLU
21.06.2009
Yeniasya
 

Huseyni

Müdavim
Meleklere imanın verdiği huzur ve mutluluk - 2

Meleklere imanın sağlam olduğu cemiyetlerde, olumsuz vak’alara pek rastlanmaz, rastlansa da nadirdir. Çünkü her ferdde, kalbinde, başında, omuzunda, arkasında gizli, İlâhî bir polis, bir yasakçı, bir kameraman olduğu şuuru hâkimdir. İşte bu inançtır ki insanları gemler, frenler... Bir hırsız ne kadar arsız ve yüzsüz olursa olsun, mesleğini başkalarının bakışları altında icra etmez, edemez. Meleklerin kameralarını üzerlerinde hissedenler, elbette böylesine kötü fiil ve hareketlerden kendilerini sakındıracaklardır...


• Konuşurken, İlâhî kameramanlar ve kayıtçı olan melekleri düşünerek hareket etmeli, söz söylemeli. Hiç kimse, “İşte, yalnızım, istediğim gibi kötü ve müstehcen konuşabilirim!” diye düşünmemeli.


• Meleklere iman, şöhret duygusu gibi zehirli bir baldan kurtarır. Bu damar, insanın hayatına mâl olacak kadar tehlikelidir. Yalnızca bir örnek:
Norveçli Thor Alex Koppfjell, “Uçan Adam” diye şöhret yapmıştı. O zamana kadar 210 yüksek binadan atlamayı başarmıştı. Ekim 1998’de New York’un en kalabalık caddelerine, iki gün arayla, Empire State Building ve Chrysler Building binalarının tepesinden atlayarak, izleyenlere korkulu ve heyecanlı dakikalar yaşatmıştı.


New York’un en yüksek binası olan Dünya Ticaret Merkezi’nden de atlamayı denemiş, belediye başkanının yasağı üzerine şehri terk etmişti. “Uçan Adam” şöhretinin de zirvesindeydi. Hep yükseklerden atlıyordu ve atıyordu kendisini. 1999 Temmuz’unun son haftasında ülkesindeki bir fiyorddan atlarken yere çakılıp ölmüş. Bin 500 metrelik yükseklikten yaptığı atlayışta, sis yüzünden kontrolünü kaybederek yere çakılmış...


İşte, hepimizde bulunan, kimimizi “sosyal ve mânevî hayatın tepelerinden” aşağıya atlatan meselenin psikolojik sebebi şudur: “İnsanda ekseriyet itibarıyla ‘hubb-u câh’ denilen hırs-ı şöhret ve hodfuruşluk, ‘şan ve şeref’ denilen riyakârane halklara görünmek ve nazar-ı âmmede mevki sahibi olmaya, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz’î, küllî arzu vardır. Hatta o arzu için hayatını fedâ eder derecesinde şöhretperestlik hissi onu sevk eder. Ehl-i ahiret için bu his gayet tehlikelidir. Ehl-i dünya için de gayet dağdağalıdır, çok ahlâk-ı seyyienin de menşeidir ve insanların da en zayıf damarıdır.”1


Her insanın sosyal hayatta bir mevkisi olduğu gibi, sosyal basamaklarda da terakkî etme isteği vardır. Bu basamaklar, ya “gayrimeşrû şöhret”le elde edilecektir veya “meşrû...” Evet, her insanda “görmek ve görünmek” duygusu vardır. Kendisini kabul ettirmek ve ispat etmek ister. Eğer bu duygu, Allah’ın, meleklerin, Peygamberimizin (asm), iyi insanların alkışını almış ise, müsbettir, meşrûdur. Aksi hâlde, gayrimeşrû...


• Meleklere iman, sadece hırsızlık ve intihar değil, benzeri bütün çirkin ve kötü işlerden, hâl ve davranışlardan iman derecesine göre alıkor. Demek ki meleklere iman, aynı zamanda ferdî, ailevî ve içtimâî huzur, emniyet, rahat ve sükûnet vesilesidir.


• İnsanın hayatta en çok sevdiği şey, ruhu ve hayatıdır. Onlar üzerinde titreyip durur. En güçlü, en emin, en sağlam ellere teslim etmek ister. İşte, Azrail (as), ruhumuzu emanet ettiğimiz bir yed-i emindir. Onu yok olmaktan kurtaran böyle bir meleğin varlığı, değil kızgınlık, büyük bir sevinç ve mutluluk uyandırır insanda.


Çok kıymetli bir malını ve servetini saklayamama, muhafaza edememe ve emin ellere teslim edememenin huzursuzluğunu yaşayan bir insanın ruh gibi çok değerli bir varlığını sağlam ellere teslim edişindeki huzur ve süruru tahayyül edebilir misiniz?


Büyük servetler, hazineler taşıyan mutemetleri düşününüz. Yanlarına güvenlikçi olarak zayıf/çelimsiz/güçsüz çocukları mı alırlar, yoksa güçlü/kuvvetli/akıllı/çevik/atletik vücuda sahip olan kişileri mi?

İşte, Azrail (as), böylesine güvenilir ve güçlü biridir ve onun varlığına iman etmekle müthiş bir güç ve emniyet hissederiz.

Dipnot:
1- Mektubat, s. 401.
Ali FERŞADOĞLU
22.06.2009
Yeniasya
 

ebrar172

Well-known member
Yıllar önce bir karikatürde görmüştüm: Adamın biri, uçurumdan aşağıya yuvarlanıyor. Düşerken kendi eline tutunuyor, “Tuttum, artık düşmem” diyor. Hâlbuki tuttuğu şey, kendisinden bir parça ve kendisi gibi düşmekte...


**************

insan tutunurken farketmiyor çoğu vakit ;
ucu boş bir dala tutunmuş olduğunu nice sonra anlıyor..

uçurum dibine yaklaşmışken...



 
Üst