"El-emel". Yani rahmet-i İlahiyeden kuvvetle ümid beslemek.

Ahmet.1

Well-known member

"El-emel". Yani rahmet-i İlahiyeden kuvvetle ümid beslemek. Evet ben kendi hesabıma aldığım derse binaen: Ey İslâm cemaati! Müjde veriyorum ki: Şimdiki âlem-i İslâm'ın saadet-i dünyeviyesi, bahusus Osmanlıların saadeti ve bilhâssa İslâm'ın terakkisi onların intibahıyla olan Arab'ın saadetinin fecr-i sadıkının emareleri inkişafa başlıyor ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye'sin rağmına olarak ben dünyaya işittirecek
{(Haşiye): Eski Said, hiss-i kabl-el vuku' ile 1371'de -başta Arab Devletleri- Âlem-i İslâm'ın ecnebi esaretinden ve istibdadından kurtulup İslâmî devletler teşkil edeceklerini kırkbeş sene evvel haber vermiş. İki Harb-i Umumî ve 30-40 sene devam eden istibdad-ı mutlakı düşünmemiş. Üçyüz yirmi yedi'de olacak gibi müjde vermiş, te'hirinin sebebini nazara almamış.}
derecede kanaat-ı kat'iyyemle derim: İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet'in olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur'aniye ve imaniye olacak. Bu davama çok bürhanlardan ders almışım. Şimdi o bürhanlardan mukaddematlı bir buçuk bürhanı zikredeceğim. O bürhanın mukaddematına başlıyoruz:

İslâmiyet hakaikı hem manen, hem maddeten terakki etmeye kabil ve mükemmel bir istidadı var.

Birinci cihet
olan manen terakki ise: Biliniz! Hakikî vukuatı kaydeden tarih, hakikata en doğru şahiddir. İşte tarih bize gösteriyor. Hattâ Rus'u mağlub eden Japon başkumandanının İslâmiyetin hakkaniyetine şehadeti de şudur ki:

Hakikat-ı İslâmiyenin kuvveti nisbetinde ve Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün edip terakki ettiğini tarih gösteriyor. Ve ehl-i İslâm'ın hakikat-ı İslâmiye'de za'fiyeti derecesinde tevahhuş ettiklerini, vahşete ve tedenniye düştüklerini ve herc ü merc içinde belalara, mağlubiyetlere düştüklerini tarih gösteriyor. Sair dinler ise bilakistir.
...........
Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef'alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki Küre-i Arz'ın bazı kıt'aları ve devletleri de İslâmiyet'e dehalet edecekler.
...........
Ey bu Câmi-i Emevî'deki kardeşlerim gibi âlem-i İslâm'ın câmi-i kebirinde olan kardeşlerim! Siz de ibret alınız. Bu kırkbeş senedeki bu dehşetli hâdisattan ibret alınız. Tam aklınızı başınıza alınız. Ey mütefekkir ve akıl sahibi ve kendini münevver telakki edenler!

Hasıl-ı kelâm:
Biz Kur'an şakirdleri olan Müslümanlar, bürhana tâbi oluyoruz. Akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efradları gibi ruhbanları taklid için bürhanı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fennin hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur'an hükmedecek. Hem de İslâmiyet güneşinin inkişafına ve beşeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümanaat edenler çekilmeye başlıyorlar. Kırkbeş sene evvel o fecrin emareleri göründü. Yetmişbir'de fecr-i sadık başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzib de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sadık çıkacak.

Evet hakikat-ı İslâmiyet'in mazi kıt'asını tamamen istilasına sekiz dehşetli maniler mümanaat ettiler:

Birinci, İkinci, Üçüncü Maniler:
Ecnebilerin cehli ve o zamanda vahşetleri ve dinlerine taassublarıdır. Bu üç mani, marifet ve medeniyetin mehasini ile kırıldı, dağılmağa başlıyor.

Dördüncü, Beşinci Maniler:
Papazların, ruhanî reislerin riyasetleri ve tahakkümleri ve ecnebilerin körükörüne onları taklid etmeleridir. Bu iki mani dahi fikr-i hürriyet ve meyl-i taharri-i hakikat, nev'-i beşerde başlamasıyla zeval bulmağa başlıyor.

Altıncı, Yedinci Maniler:
Bizdeki istibdad ve şeriatın muhalefetinden gelen sû'-i ahlâkımız mümanaat ediyordular. Bir şahıstaki münferid istibdad kuvveti şimdi zeval bulması, cemaat ve komitenin dehşetli istibdadlarının otuz-kırk sene sonra zeval bulmasına işaret etmekle ve hamiyet-i İslâmiyenin şiddetli feveranı ile ve sû'-i ahlâkın çirkin neticeleri görülmesiyle bu iki mani de zeval buluyor ve bulmağa başlamış. İnşâallah tam zeval bulacak.

Sekizinci Mani:
Fünun-u cedidenin bazı müsbet mesaili, hakaik-i İslâmiyenin zahirî manalarına muhalif ve muârız tevehhüm edilmesiyle, zaman-ı mazideki istilasına bir derece sed çekmiş. Meselâ: Küre-i Arzda emr-i İlahî ile nezarete memur Sevr ve Hut namlarında iki ruhanî melaikeyi dehşetli cismanî bir öküz, bir balık tevehhüm edip ehl-i fen ve felsefe hakikatı bilmediklerinden İslâmiyete muârız çıkmışlar.

Bu misal gibi yüz misal var ki, hakikatı bilindikten sonra en muannid feylesof da teslim olmağa mecbur oluyor. Hattâ Risale-i Nur, Mu'cizat-ı Kur'aniyede fennin iliştiği bütün âyetlerin her birisinin altında Kur'anın bir lem'a-i i'cazını gösterip, ehl-i fennin medar-ı tenkid zannettikleri Kur'an-ı Kerim'in cümle ve kelimelerinde fennin eli yetişmediği yüksek hakikatları izhar edip en muannid feylesofu da teslime mecbur ediyor. Meydandadır, isteyen bakabilir ve baksın. Bu mani, kırkbeş sene evvel söylenen o sözden sonra nasıl kırıldığını görsün.

Evet bazı muhakkikîn-i İslâmiyenin bu yolda te'lifatları var. Bu sekizinci dehşetli manianın zîr ü zeber olacağına dair emareler görünüyor.

Evet şimdi olmasa da otuz-kırk sene sonra fen ve hakikî marifet ve medeniyetin mehasini, bu üç kuvveti tam techiz edip, cihazatını verip o sekiz manileri mağlub edip dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını ve insafı ve muhabbet-i insaniyeti, o sekiz düşman taifesinin sekiz cephesine göndermiş. Şimdi onları kaçırmağa başlamış. İnşâallah yarım asır sonra onları darmadağın edecek.

Evet meşhurdur ki: "En kat'î fazilet odur ki, düşmanları dahi o faziletin tasdikine şehadet etsin."
...........
Bedîüzzaman; misal olarak, İslâmiyetin hakkaniyeti hakkında takdirkâr ifadelerde bulunan "Prens Bismark" ile "Mister Karlayl"ın sözlerini naklettikten sonra diyor:

İşte Amerika ve Avrupa'nın zekâ tarlaları Mister Karlayl ve Bismark gibi böyle dâhî muhakkikleri mahsulât vermesine istinaden ben de bütün kanaatimle derim ki: Avrupa ve Amerika, İslâmiyetle hâmiledir. Günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasılki Osmanlılar Avrupa ile hâmile olup bir Avrupa devleti doğurdu.

Ey Câmi-i Emevî'deki kardeşlerim ve yarım asır sonraki Âlem-i İslâm Câmiindeki ihvanlarım! Acaba baştan buraya kadar olan mukaddemeler netice vermiyor mu ki; istikbalin kıt'alarında hakikî ve manevî hâkim olacak ve beşeri, dünyevî-uhrevî saadete sevkedecek yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete inkılab etmiş ve hurafattan, tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki Kur'an'a tâbi olur, ittifak ederler.

İkinci Cihet:
Yani maddeten İslâmiyet'in terakkisinin kuvvetli sebebleri gösteriyor ki: İslâmiyet, maddeten dahi istikbale hükmedecek. Birinci Cihet, maneviyat cihetinde terakkiyatı isbat ettiği gibi; bu İkinci Cihet dahi maddî terakkiyatını ve istikbaldeki hâkimiyetini kuvvetli gösteriyor. Çünki Âlem-i İslâm'ın şahs-ı manevîsinin kalbinde, gayet kuvvetli, kırılmaz beş kuvvet içtima ve imtizac edip yerleşmiş.

Birincisi:
Bütün kemalâtın üstadı ve üçyüz yetmiş milyon nefisleri bir tek nefis hükmüne getirebilen ve hakikî bir medeniyetle ve müsbet ve doğru fenlerle teçhiz edilmiş olan ve hiçbir kuvvet onu kıramayacak bir mahiyette bulunan hakikat-ı İslâmiyettir.

İkinci Kuvvet:
Medeniyetin ve san'atın hakikî üstadı ve vesilelerin ve mebadilerin tekemmülüyle cihazlanmış olan şedid bir ihtiyaç ve belimizi kıran tam bir fakr, öyle bir kuvvettir ki, susmaz ve kırılmaz.

Üçüncü Kuvvet:
Yüksek şeylere müsabaka suretinde beşere yüksek maksadları ders veren, o yolda çalıştıran ve istibdadatı parça parça eden ve ulvî hisleri heyecana getiren ve gıbta ve hased ve kıskançlık ve rekabetle ve tam uyanmakla ve müsabaka şevkiyle ve teceddüd meyliyle ve temeddün meyelanıyla teçhiz edilen üçüncü kuvvet, yalnız hürriyet-i şer'iyedir. Yani insaniyete lâyık en yüksek kemalâta olan meyl ve arzu ile cihazlanmış olmak.

Dördüncü Kuvvet:
Şefkatle cihazlanmış şehamet-i imaniyedir. Yani tezellül etmemek; haksızlara, zalimlere zillet göstermemek, mazlumları da zelil etmemek. Yani hürriyet-i şer'iyenin esasları olan; müstebidlere dalkavukluk etmemek ve bîçarelere tahakküm ve tekebbür etmemektir.

Beşinci Kuvvet:
İzzet-i İslâmiyedir ki, i'lâ-yı Kelimetullahı ilân ediyor. Ve bu zamanda i'lâ-yı Kelimetullah, maddeten terakkiye mütevakkıf ve medeniyet-i hakikiyeye girmekle i'lâ-yı Kelimetullah edilebilir. İzzet-i İslâmiye'nin iman ile kat'î verdiği emri, elbette âlem-i İslâmın şahs-ı manevîsi o kat'î emri, istikbalde tam yerine getireceğine şübhe edilmez.

Evet nasılki eski zamanda İslâmiyet'in terakkisi, düşmanın taassubunu parçalamak ve inadını kırmak ve tecavüzatını def'etmek, silâh ile kılınç ile olmuş. İstikbalde silâh, kılınç yerine hakikî medeniyet ve maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin manevî kılınçları düşmanları mağlub edip dağıtacak.

Biliniz ki:
Bizim muradımız medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki; ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip, taklid edip malımızı harab ettiler. Ve dini rüşvet verip, dünyayı da kazanamadılar. Medeniyetin günahları iyiliklerine galebe edip seyyiatı hasenatına racih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip, o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşâallah istikbaldeki İslâmiyet'in kuvveti ile medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek.

Evet Avrupa'nın medeniyeti fazilet ve hüda üstüne tesis edilmediğinden, belki heves ve heva, rekabet ve tahakküm üzerine bina edildiğinden, şimdiye kadar medeniyetin seyyiatı hasenatına galebe edip, ihtilâlci komitelerle kurtlaşmış bir ağaç hükmüne girdiği cihetle; Asya medeniyetinin galebesine kuvvetli bir medar, bir delil hükmündedir. Ve az vakitte galebe edecektir.

Acaba istikbale karşı ehl-i iman ve İslâm için böyle maddî ve manevî terakkiyata vesile ve kuvvetli, sarsılmaz esbab varken ve demiryolu gibi istikbal saadetine yol açıldığı halde, nasıl me'yus olup ye'se düşüyorsunuz ve âlem-i İslâmın kuvve-i maneviyesini kırıyorsunuz? Ve yeis ve ümidsizlikle zannediyorsunuz ki, dünya herkese ve ecnebilere terakki dünyasıdır, fakat yalnız bîçare ehl-i İslâm için tedenni dünyası oldu diye pek yanlış bir hataya düşüyorsunuz.

Madem meyl-ül istikmal (tekemmül meyli) kâinatta fıtrat-ı beşeriyede fıtraten dercedilmiş. Elbette beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa; istikbalde hak ve hakikat, âlem-i İslâm'da nev'-i beşerin eski hatiatına keffaret olacak bir saadet-i dünyeviye de gösterecek inşâallah...

Evet bakınız, zaman hatt-ı müstakim üzerine hareket etmiyor ki, mebde ve müntehası birbirinden uzaklaşsın. Belki küre-i arzın hareketi gibi bir daire içinde dönüyor. Bazan terakki içinde yaz ve bahar mevsimi gösterir. Bazan tedenni içinde kış ve fırtına mevsimi gösterir.

Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev'-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşâallah. Hakikat-ı İslâmiyenin güneşi ile, sulh-u umumî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi, rahmet-i İlahiyeden bekliyebilirsiniz.

Tarihçe-i Hayat
 
Son düzenleme:

Ahmet.1

Well-known member
İslamiyet güneş gibidir, üflemekle söndürülmez gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. Risale-i Nur
 
Son düzenleme:

Ahmet.1

Well-known member
Evet ümidvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır.

Bediüzzaman​
 

Ahmet.1

Well-known member
Kendini tanıttırmak için kâinatı, bu kadar hadsiz masraflarla, baştan başa hârikalar içinde yaratan ve binler dillerle kemalâtını söylettiren, elbette kendi sözleriyle dahi kendini tanıttıracak. Asâ-yı Mûsa
 

Ahmet.1

Well-known member
Hutbe-i Şamiye ' den

BİRİNCİ KELİME:
"El-emel". Yani rahmet-i İlahiyeden kuvvetle ümid beslemek. Evet ben kendi hesabıma aldığım derse binaen: Ey İslâm cemaati! Müjde veriyorum ki: Şimdiki âlem-i İslâm'ın saadet-i dünyeviyesi, bahusus Osmanlıların saadeti ve bilhâssa İslâm'ın terakkisi onların intibahıyla olan Arab'ın saadetinin fecr-i sadıkının emareleri inkişafa başlıyor ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye'sin rağmına olarak ben dünyaya işittirecek
{(Haşiye): Eski Said, hiss-i kabl-el vuku' ile 1371'de -başta Arab Devletleri- Âlem-i İslâm'ın ecnebi esaretinden ve istibdadından kurtulup İslâmî devletler teşkil edeceklerini kırkbeş sene evvel haber vermiş. İki Harb-i Umumî ve 30-40 sene devam eden istibdad-ı mutlakı düşünmemiş. Üçyüz yirmi yedi'de olacak gibi müjde vermiş, te'hirinin sebebini nazara almamış.}
derecede kanaat-ı kat'iyyemle derim: İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet'in olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur'aniye ve imaniye olacak. Bu davama çok bürhanlardan ders almışım. Şimdi o bürhanlardan mukaddematlı bir buçuk bürhanı zikredeceğim. O bürhanın mukaddematına başlıyoruz:

El-emel: Ümitli olmak.
Rahmet-i İlahiye: Allah'ın(cc) merhameti, Allah'a ait rahmet.
Binaen: Dayanarak, dayalı olarak.
Cemaat: Topluluk.
Âlem-i İslâm: Bütün müslüman milletler ve ülkeler, islâm âlemi.
Saadet-i dünyeviye: Dünyaya ait saadet, dünyanın mutluluğu.
Bahusus: Özellikle, hele.
Terakki: İlerleme, yükselme, yükseliş.
İntibah: Uyanıklık, uyanma.
Fecr-i sadık: Gerçek ve doğru fecir. ("Gerçek kurtuluş, gerçek aydınlığa kavuşma, gerçeğin ortaya çıkması" manalarında kullanılır).
Emare: Belirti, ipucu.
İnkişaf: Açılma, meydana çıkma, gelişme, ilerleme.
Saadet: Mutluluk.
Ye's: Ümitsizlik.
Rağmına: Aksine, zıttına, istememene karşı.
Hiss-i kabl-el vuku: Önceden sezme duygusu (önsezi) , vuku bulmadan önce hissedebilen his.
Ecnebi: Yabancı.
Esaret: Esirlik, kölelik.
İstibdad: Zulüm ve baskı, kanun dışı kendi keyfine göre idare.
İstibdad-ı mutlak: Sınırsız baskı ve zorlama, tam zorbalık ve baskı.
Kanaat-ı kat'iyye: Kat'i kanaat, kesin inanç.
Hâkim: Hükmeden, idare eden.
Hakaik-i Kur'aniye: Kur'ana ait hakikatlar.
Bürhan: Kesin delil.
Mukaddemat: Başlangıçlar.



İslâmiyet hakaikı hem manen, hem maddeten terakki etmeye kabil ve mükemmel bir istidadı var.
Hakaik: Hakikatlar, gerçekler ve doğrular.
Manen: Manaca.
Terakki: İlerleme, yükselme, yükseliş.
Kabil: Mümkün, olabilir.
İstidad: Kabiliyet, yetenek.


Birinci cihet
olan manen terakki ise: Biliniz! Hakikî vukuatı kaydeden tarih, hakikata en doğru şahiddir. İşte tarih bize gösteriyor. Hattâ Rus'u mağlub eden Japon başkumandanının İslâmiyetin hakkaniyetine şehadeti de şudur ki:

Cihet: Yön, taraf.
Vukuat: Olaylar, hadiseler, olanlar.
Hakkaniyet: Haklılık, doğruluk, gerçeklil.


Hakikat-ı İslâmiyenin kuvveti nisbetinde ve Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün edip terakki ettiğini tarih gösteriyor. Ve ehl-i İslâm'ın hakikat-ı İslâmiye'de za'fiyeti derecesinde tevahhuş ettiklerini, vahşete ve tedenniye düştüklerini ve herc ü merc içinde belalara, mağlubiyetlere düştüklerini tarih gösteriyor. Sair dinler ise bilakistir.
Hakikat-ı İslâmiye: İslâm dini ile ilgili gerçek.
Ehl-i İslâm: Müslümanlar.
Temeddün: Medenileşmek, uygarlaşmak.
Terakki: İlerleme, yükselme, yükseliş.
Za'fiyet: Zayıflık.
Tevahhuş: Korkmak, ürkmek, kaçmak.
Tedenni: Aşağı düşme, alçalma, gerileme, aşağı inme.
Herc ü merc: Karmakarışık, darmadağanık, alt-üst.
Mağlubiyet: Yenilmişlik, yenilmiş olma.



...........


Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef'alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki Küre-i Arz'ın bazı kıt'aları ve devletleri de İslâmiyet'e dehalet edecekler.
Ahlâk-ı İslâmiye: İslâm ahlâkı.
Hakaik-i imaniye: İnançla ilgili gerçekler, imana ait hakikatlar.
Kemalât: Mükemmellikler, olgunluklar, üstünlükler.
Ef'al: Fiiller, işler.
İzhar: Açığa vurma, ortaya koyma, gösterme.
Sair: Diğer, başka.
Cemaat: Topluluk.
Küre-i Arz: Yer küre, dünya.
Dehalet: Sığınma, yardım isteme.


...........


Ey bu Câmi-i Emevî'deki kardeşlerim gibi âlem-i İslâm'ın câmi-i kebirinde olan kardeşlerim! Siz de ibret alınız. Bu kırkbeş senedeki bu dehşetli hâdisattan ibret alınız. Tam aklınızı başınıza alınız. Ey mütefekkir ve akıl sahibi ve kendini münevver telakki edenler!
Câmi-i Emevî: Suriye'nin başkenti Şam'da büyük ve önemli bir cami.
Âlem-i İslâm: İslâm âlemi.
Câmi-i kebir: Büyük cami.
Hâdisat: Hadiseler, olaylar.
Mütefekkir: Tefekkür eden, düşünen, düşünce sahibi, düşünür.
Münevver: Nurlu, parlak. *Bilgili, uyanık.
Telakki: Kabul etmek, karşılamak. Kişisel anlayış ve görüş.


Hasıl-ı kelâm:
Biz Kur'an şakirdleri olan Müslümanlar, bürhana tâbi oluyoruz. Akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efradları gibi ruhbanları taklid için bürhanı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fennin hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur'an hükmedecek.

Hasıl-ı kelâm: Sözün kısası, söylenenlerden çıkan sonuç.
Şakird: Talebe, öğrenci.
Bürhan: Kesin delil, ispat vasıtası.
Hakaik-i imaniye: İmana ait gerçekler.
Efrad: Fertler, kişiler.
Ruhban: Hıristiyan din adamı.
Bürhan-ı aklîye: Akla dayanan delil, akla bakan ve ikna eden delil.
İstinad: Dayanma.



Hem de İslâmiyet güneşinin inkişafına ve beşeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümanaat edenler çekilmeye başlıyorlar. Kırkbeş sene evvel o fecrin emareleri göründü. Yetmişbir'de fecr-i sadık başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzib de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sadık çıkacak.
İnkişaf: Açılma, meydana çıkma, gelişme, ilerleme.
Beşer: İnsan.
Tenvir: Nurlandırma, aydınlatma.
Mümanaat: Mani olma, önleme, engelleme.
Emare: Belirti, ipucu.
Fecr-i sadık: "Gerçek kurtuluş, gerçek aydınlığa kavuşma, gerçeğin ortaya çıkması" manalarında kullanılır.
Fecr-i kâzib: Birinci fecirdir ki, bir aydınlık olur sonra kaybolur. Bu birinci aydınlığa fecr-i kâzib
denir. ("Yalancı kurtuluş, gerçek olmayan aydınlık" manalarında kullanılır).


Evet hakikat-ı İslâmiyet'in mazi kıt'asını tamamen istilasına sekiz dehşetli maniler mümanaat ettiler:
Hakikat-ı İslâmiyet: İslâm dininin temel gerçeği.
Mümanaat: Mani olma, önleme, engelleme.



Birinci, İkinci, Üçüncü Maniler:
Ecnebilerin cehli ve o zamanda vahşetleri ve dinlerine taassublarıdır. Bu üç mani, marifet ve medeniyetin mehasini ile kırıldı, dağılmağa başlıyor.

Ecnebi: Yabancı, başka milletten olan.
Cehl: Cahillik, bilgisizlik.
Taassub: Tutucu olma, aşırı bağlılık.
Marifet: Bilme, tanıma.
Mehasin: İyilikler, güzellikler, iyi ahlaklar.


Dördüncü, Beşinci Maniler:
Papazların, ruhanî reislerin riyasetleri ve tahakkümleri ve ecnebilerin körükörüne onları taklid etmeleridir. Bu iki mani dahi fikr-i hürriyet ve meyl-i taharri-i hakikat, nev'-i beşerde başlamasıyla zeval bulmağa başlıyor.

Ruhanî: Ruha ait, ruh ile ilgili.
Riyaset: Reislik, başkanlık.
Tahakküm: Zorbalık, baskı.
Fikr-i hürriyet: Özgürlük düşüncesi.
Meyl-i taharri-i hakikat: Gerçeği araştırma isteği.
Nev'-i beşer: İnsan türü, insan nevi, insanlar.
Zeval: Sona erme.


Altıncı, Yedinci Maniler:
Bizdeki istibdad ve şeriatın muhalefetinden gelen sû'-i ahlâkımız mümanaat ediyordular. Bir şahıstaki münferid istibdad kuvveti şimdi zeval bulması, cemaat ve komitenin dehşetli istibdadlarının otuz-kırk sene sonra zeval bulmasına işaret etmekle ve hamiyet-i İslâmiyenin şiddetli feveranı ile ve sû'-i ahlâkın çirkin neticeleri görülmesiyle bu iki mani de zeval buluyor ve bulmağa başlamış. İnşâallah tam zeval bulacak.

İstibdad: Zulüm ve baskı, kanun dışı kendi keyfine göre idare.
Şeriat: Allah'ın(cc) kanunları.
Sû'-i ahlâk: Kötü ahlâk, ahlâk kötülüğü.
Mümanaat: Mani olma, önleme, engelleme.
Münferid: Tek, yanlız, tek başına, kendi başına.
Cemaat: Topluluk.
Komite: Gizli dernekler ve örgütler.
Hamiyet-i İslâmiye: İslâm dinini kurma gayreti.
Feveran: Coşma, kaynayıp fışkırma.


Sekizinci Mani:
Fünun-u cedidenin bazı müsbet mesaili, hakaik-i İslâmiyenin zahirî manalarına muhalif ve muârız tevehhüm edilmesiyle, zaman-ı mazideki istilasına bir derece sed çekmiş. Meselâ: Küre-i Arzda emr-i İlahî ile nezarete memur Sevr ve Hut namlarında iki ruhanî melaikeyi dehşetli cismanî bir öküz, bir balık tevehhüm edip ehl-i fen ve felsefe hakikatı bilmediklerinden İslâmiyete muârız çıkmışlar.

Fünun-u cedide: Yeni fenler.
Müsbet: Olumlu.
Mesaili: Meseleleri, kanunları.
Hakaik-i İslâmiye: İslâm dinine ait gerçekler.
Zahirî: Görünüşte olan, görünen.
Muhalif: Zıt, karşı, aykırı, ters, uymayan.
Muârız: Karşı çıkan, karşı gelen.
Tevehhüm: Kuruntuya kapılma, sanma.
Zaman-ı mazi: Geçmiş zaman.
Küre-i Arz: Yer küre, dünya.
Emr-i İlahî: Allah'ın(cc) emri.
Sevr: Öküz, boğa.
Hut: Balık.
Melaike: Melekler.
Cismanî: Cisimle ilgili, cisim halinde.
Ehl-i fen: Fenciler, fen adamları.


Bu misal gibi yüz misal var ki, hakikatı bilindikten sonra en muannid feylesof da teslim olmağa mecbur oluyor. Hattâ Risale-i Nur, Mu'cizat-ı Kur'aniyede fennin iliştiği bütün âyetlerin her birisinin altında Kur'anın bir lem'a-i i'cazını gösterip, ehl-i fennin medar-ı tenkid zannettikleri Kur'an-ı Kerim'in cümle ve kelimelerinde fennin eli yetişmediği yüksek hakikatları izhar edip en muannid feylesofu da teslime mecbur ediyor. Meydandadır, isteyen bakabilir ve baksın. Bu mani, kırkbeş sene evvel söylenen o sözden sonra nasıl kırıldığını görsün.
Muannid: İnatçı, direnen.
Mu'cizat-ı Kur'aniye: Kur'ana ait mucizeler.
Lem'a-i i'caz: Mu'cizelik parıltısı.
Medar-ı tenkid: Eleştirme sebebi.
Fen: Varlıkları inceleyen ilim, bilim.
İzhar: Açığa vurma, gösterme, ortaya koyma.


Evet bazı muhakkikîn-i İslâmiyenin bu yolda te'lifatları var. Bu sekizinci dehşetli manianın zîr ü zeber olacağına dair emareler görünüyor.
Muhakkikîn-i İslâmiye: İslâm dininin araştırmacıları.
Te'lifat: Yazılmış kitaplar, yazılmış eserler.
Zîr ü zeber: Alt üst, darmadağın.
Emare: Belirti, ipucu.


Evet şimdi olmasa da otuz-kırk sene sonra fen ve hakikî marifet ve medeniyetin mehasini, bu üç kuvveti tam techiz edip, cihazatını verip o sekiz manileri mağlub edip dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını ve insafı ve muhabbet-i insaniyeti, o sekiz düşman taifesinin sekiz cephesine göndermiş. Şimdi onları kaçırmağa başlamış. İnşâallah yarım asır sonra onları darmadağın edecek.
Marifet: Bilme, tanıma.
Mehasin: İyilikler, güzellikler, iyi ahlaklar.
Taharri-i hakikat: Gerçeği araştırma.
Meyelan: Meyil gösterme, yönelme, istek, eğilim.
Muhabbet-i insaniye: İnsan sevgisi, insanlık sevgisi.


Evet meşhurdur ki: "En kat'î fazilet odur ki, düşmanları dahi o faziletin tasdikine şehadet etsin."
Kat'î: Kesin.
Fazilet: Yüksek değer, üstün ahlak derecesi, dinde üstün vasıf ve özellikler.



...........


Bedîüzzaman; misal olarak, İslâmiyetin hakkaniyeti hakkında takdirkâr ifadelerde bulunan "Prens Bismark" ile "Mister Karlayl"ın sözlerini naklettikten sonra diyor:
Bedîüzzaman: Said Nursi Hazretlerinin lakabı.
Hakkaniyet: Haklılık, doğruluk, gerçeklik.
Takdirkâr: Takdir eden, kıymet veren, değer veren.


İşte Amerika ve Avrupa'nın zekâ tarlaları Mister Karlayl ve Bismark gibi böyle dâhî muhakkikleri mahsulât vermesine istinaden ben de bütün kanaatimle derim ki: Avrupa ve Amerika, İslâmiyetle hâmiledir. Günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasılki Osmanlılar Avrupa ile hâmile olup bir Avrupa devleti doğurdu.
Muhakkik: Araştırmacı, gerçekleri derinlemesine inceleyip anlamaya çalışan.
Mahsulât: Mahsüller, ürünler.
İstinaden: Dayanarak.


Ey Câmi-i Emevî'deki kardeşlerim ve yarım asır sonraki Âlem-i İslâm Câmiindeki ihvanlarım! Acaba baştan buraya kadar olan mukaddemeler netice vermiyor mu ki; istikbalin kıt'alarında hakikî ve manevî hâkim olacak ve beşeri, dünyevî-uhrevî saadete sevkedecek yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete inkılab etmiş ve hurafattan, tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki Kur'an'a tâbi olur, ittifak ederler.
Câmi-i Emevî: Suriye'nin başkenti Şam'da büyük ve önemli bir cami.
Âlem-i İslâm: Bütün müslüman milletler ve ülkeler, islâm âlemi.
İhvan: Kardeşlerim.
Mukaddeme: Başlangıç, giriş, önsöz.
Beşer: İnsan.
İnkılab: Kökten değişiklik, başka hale geçme.
Hurafat: Asılsız uydurma düşünce ve inançlar.
Tahrifat: Tahrifler, bozmalar, değiştirmeler.
İsevî: Hıristiyan.



İkinci Cihet:
Yani maddeten İslâmiyet'in terakkisinin kuvvetli sebebleri gösteriyor ki: İslâmiyet, maddeten dahi istikbale hükmedecek. Birinci Cihet, maneviyat cihetinde terakkiyatı isbat ettiği gibi; bu İkinci Cihet dahi maddî terakkiyatını ve istikbaldeki hâkimiyetini kuvvetli gösteriyor. Çünki Âlem-i İslâm'ın şahs-ı manevîsinin kalbinde, gayet kuvvetli, kırılmaz beş kuvvet içtima ve imtizac edip yerleşmiş.

Cihet: Yön, taraf.
Maddeten: Maddece, madde olarak, madde bakımından.
Terakki: İlerleme, yükselme, yükseliş.
Maneviyat: Manevi olan, mana dünyası ile ilgili olan.
Terakkiyat: İlerlemeler, yükselmeler.
Şahs-ı manevî: Aynı gayeyi ve düşünceyi paylaşanların oluşturduğu topluluk, manevi kişi. Düşünce hareketi.
İçtima: Toplantı.
İmtizac: Uyuşma, kaynaşma.


Birincisi:
Bütün kemalâtın üstadı ve üçyüz yetmiş milyon nefisleri bir tek nefis hükmüne getirebilen ve hakikî bir medeniyetle ve müsbet ve doğru fenlerle teçhiz edilmiş olan ve hiçbir kuvvet onu kıramayacak bir mahiyette bulunan hakikat-ı İslâmiyettir.

Kemalât: Kemaller, mükemmellikler, olgunluklar, üstünlükler.
Müsbet: Olumlu. *İspatlı.
Teçhiz: Cihazlanma, donatma.
Hakikat-ı İslâmiyet: İslâm dininin temel gerçeği.


İkinci Kuvvet:
Medeniyetin ve san'atın hakikî üstadı ve vesilelerin ve mebadilerin tekemmülüyle cihazlanmış olan şedid bir ihtiyaç ve belimizi kıran tam bir fakr, öyle bir kuvvettir ki, susmaz ve kırılmaz.

Vesile: Bahane, sebep. *Vasıta.
Mebadiler: Başlangıçlar, çekirdekler.
Tekemmül: Olgunlaşma, gelişme.
Şedid: Şiddetli, kuvvetli, sert.
Fakr: Fakirlik, yoksulluk.


Üçüncü Kuvvet:
Yüksek şeylere müsabaka suretinde beşere yüksek maksadları ders veren, o yolda çalıştıran ve istibdadatı parça parça eden ve ulvî hisleri heyecana getiren ve gıbta ve hased ve kıskançlık ve rekabetle ve tam uyanmakla ve müsabaka şevkiyle ve teceddüd meyliyle ve temeddün meyelanıyla teçhiz edilen üçüncü kuvvet, yalnız hürriyet-i şer'iyedir. Yani insaniyete lâyık en yüksek kemalâta olan meyl ve arzu ile cihazlanmış olmak.

İstibdadat: Baskılar ve zorbalıklar.
Teceddüd: Yenilenme, tazelenme.
Temeddün: Medenileşmek.
Meyelan: Meyil gösterme, yönelme.
Hürriyet-i şer'iye: İslâm dininin izin verdiği serbestlik.


Dördüncü Kuvvet:
Şefkatle cihazlanmış şehamet-i imaniyedir. Yani tezellül etmemek; haksızlara, zalimlere zillet göstermemek, mazlumları da zelil etmemek. Yani hürriyet-i şer'iyenin esasları olan; müstebidlere dalkavukluk etmemek ve bîçarelere tahakküm ve tekebbür etmemektir.

Şehamet-i imaniye: İmanın verdiği kahramanlık ve yiğitlik.
Tezellül: Alçalmak, kendini alçak tutmak, aşağıya düşme, küçülme.
Mazlum: Zulüm görmüş, haksızlığa uğramış kişi.
Müstebid: Baskıcı, zorba, diktatör.


Beşinci Kuvvet:
İzzet-i İslâmiyedir ki, i'lâ-yı Kelimetullahı ilân ediyor. Ve bu zamanda i'lâ-yı Kelimetullah, maddeten terakkiye mütevakkıf ve medeniyet-i hakikiyeye girmekle i'lâ-yı Kelimetullah edilebilir. İzzet-i İslâmiye'nin iman ile kat'î verdiği emri, elbette âlem-i İslâmın şahs-ı manevîsi o kat'î emri, istikbalde tam yerine getireceğine şübhe edilmez.

İzzet-i İslâmiye: İslâm dininin şeref ve yüceliği.
İ'lâ-yı Kelimetullah: Allah(cc) kelâmının, İslamiyetin ulviyetini ve hakikatlarının kıymetini bildirmek ve yaymak.
Mütevakkıf: Bağlı.
Medeniyet-i hakikiye: Gerçek, hakiki medeniyet.
Kat'î: Kesin.



Evet nasılki eski zamanda İslâmiyet'in terakkisi, düşmanın taassubunu parçalamak ve inadını kırmak ve tecavüzatını def'etmek, silâh ile kılınç ile olmuş. İstikbalde silâh, kılınç yerine hakikî medeniyet ve maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin manevî kılınçları düşmanları mağlub edip dağıtacak.
Taassub: Aşırı bağlılık, aşırı taraftarlık, fanatizm. * Bir şeye veya kimseye taraftar olma. *Körü körüne bağlılık, batılda ısrar etme.
Tecavüzat: Saldırılar, tecâvüzler, sınır çiğnemeler.
Terakki: İlerleme, yükselme, yükseliş.
Hakkaniyet: Haklılık, doğruluk, gerçeklik.
Mağlub: Yenilmiş.


Biliniz ki:
Bizim muradımız medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki; ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip, taklid edip malımızı harab ettiler. Ve dini rüşvet verip, dünyayı da kazanamadılar. Medeniyetin günahları iyiliklerine galebe edip seyyiatı hasenatına racih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip, o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşâallah istikbaldeki İslâmiyet'in kuvveti ile medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek.

Murad: Gaye, maksat, amaç, istenen.
Mehasin: İyilikler, güzellikler, iyi ahlaklar.
Seyyiat: Günahlar, kötülükler, suçlar.
Sefahet: Günah olan zevk ve eğlencelere düşkünlük.
Galebe: Yenme, üstün gelme.
Hasenat: İyilikler, sevaplar.
Sulh-u umumî: Genel barış.


Evet Avrupa'nın medeniyeti fazilet ve hüda üstüne tesis edilmediğinden, belki heves ve heva, rekabet ve tahakküm üzerine bina edildiğinden, şimdiye kadar medeniyetin seyyiatı hasenatına galebe edip, ihtilâlci komitelerle kurtlaşmış bir ağaç hükmüne girdiği cihetle; Asya medeniyetinin galebesine kuvvetli bir medar, bir delil hükmündedir. Ve az vakitte galebe edecektir.
Hüda: Doğruyu ve gerçeği görmek.
Heva: Boş istek, gelip geçici heves.
Tahakküm: Zorbalık, baskı.
Medar: Sebep, vesile.


Acaba istikbale karşı ehl-i iman ve İslâm için böyle maddî ve manevî terakkiyata vesile ve kuvvetli, sarsılmaz esbab varken ve demiryolu gibi istikbal saadetine yol açıldığı halde, nasıl me'yus olup ye'se düşüyorsunuz ve âlem-i İslâmın kuvve-i maneviyesini kırıyorsunuz? Ve yeis ve ümidsizlikle zannediyorsunuz ki, dünya herkese ve ecnebilere terakki dünyasıdır, fakat yalnız bîçare ehl-i İslâm için tedenni dünyası oldu diye pek yanlış bir hataya düşüyorsunuz.
Terakkiyat: İlerlemeler, yükselmeler.
Esbab: Sebepler.
Me'yus: Ümitsiz.
Ye's: Ümitsizlik.
Âlem-i İslâm: İslâm dünyası.
Kuvve-i maneviye: Manevi kuvvet.
Terakki: İlerleme, yükselme, yükseliş.
Tedenni: Alçalma, aşağı düşme, gerileme.


Madem meyl-ül istikmal (tekemmül meyli) kâinatta fıtrat-ı beşeriyede fıtraten dercedilmiş. Elbette beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa; istikbalde hak ve hakikat, âlem-i İslâm'da nev'-i beşerin eski hatiatına keffaret olacak bir saadet-i dünyeviye de gösterecek inşâallah...
Meyl-ül istikmal: Eksiksiz tam olma eğilimi.
Fıtrat-ı beşeriye: İnsanın yaratılıştan gelen yapısı.
Fıtraten: Yaratılışça, yaratılış bakımından.
Derc: Yerleştirmek, koymak.
Hatiat: Hatalar, yanlışlar.
Keffaret: Af vesilesi.
Saadet-i dünyeviye: Dünyanın mutluluğu.


Evet bakınız, zaman hatt-ı müstakim üzerine hareket etmiyor ki, mebde ve müntehası birbirinden uzaklaşsın. Belki küre-i arzın hareketi gibi bir daire içinde dönüyor. Bazan terakki içinde yaz ve bahar mevsimi gösterir. Bazan tedenni içinde kış ve fırtına mevsimi gösterir.
Hatt-ı müstakim: Düz çizgi.
Mebde: Başlangıç. *Kök, temel.
Münteha: Son, sonuç.
Küre-i arz: Yer küre, dünya.


Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev'-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşâallah. Hakikat-ı İslâmiyenin güneşi ile, sulh-u umumî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi, rahmet-i İlahiyeden bekliyebilirsiniz.
Nev'-i beşer: İnsan türü, insanlar.
Hakikat-ı İslâmiye: İslâm dini ile ilgili gerçek.
Sulh-u umumî: Genel barış.
Rahmet-i İlahiye: Allah'ın(cc) merhameti, İlahî rahmet.



Said Nursi
 

Ahmet.1

Well-known member
Saadet-i dâreyn ve elemsiz lezzet ve vahşetsiz ünsiyet ve hakiki zevk ve ciddi saadet, iman ve İslâmiyet’in hakikatindedir. (Sözler, Risale-i Nur)
 

Ahmet.1

Well-known member
Saff, 8. Ayet: Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.
 
Üst