Ek Bölümler - Önsöz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
besmele.jpg


وَبِهِ نَسْتَعِينُ
blank.gif
1

Önsöz


[Medine-i Münevvere’de bulunan mühim bir âlimin Bediüzzaman Hazretlerinin Tarihçe-i Hayatı için yazdığı bir önsözdür.]


Büyük İkbâl’e ait olan Önsözde demiştim ki: “Büyüklerin tarih-i hayatları okunurken, ulvî menkıbeler söylenip aziz hâtıraları anılırken, insan başka bir âleme girdiğini hissediyor. Gönlünü, ter temiz sevgi hislerinin ulvî ateşi yakıyor ve İlâhî feyzi sarıyor. Tarih öyle büyük insanlar kaydeder ki, birçok büyükler, onlara nisbetle küçük kalır.

Tarihe şerefler veren erler anılırken,
Yükselmede ruh, en geniş âlemlere yerden.
Bin rayihanın feyzi sarar ruhu derinden,
Geçmiş gibi Cennetteki gül bahçelerinden.


Bu derin hakikati, Önsözü yazarken bütün azamet ve ihtişamıyla idrak etmiş bulunuyorum. Zira, aziz ve muhterem okuyucularımıza en derin bir ihlâs ve samimiyetle takdim ettiğimiz bu eser, hemen bir asra yaklaşan uzun ve bereketli ömrünün her safhası binlerle harikaya sahne olan gönüller fâtihi büyük ÜstadBediüzzaman Said Nursî’ye, onun yüz otuz parçadan ibaret olan Risale-i Nur Külliyatına ve ahlâk ve faziletleri, ihlâs ve samimiyetleri, iman ve irfanlarıyla hayatın her safhasında sadece bir ülkeye değil, bütün insanlık âlemine ter temiz örnekler vermekte devam eden Nur talebelerine aittir.

Bir kitabın mukaddemesini, o kitabın hülâsası diye tarif ederler. Halbuki, her mevzuu müstakil bir esere sığmayacak kadar derin ve geniş olan bu muazzam kitabınmuhteviyatını böyle birkaç sayfalık mukaddemeye sığdırmak kabil midir?


[NOT]Dipnot-1 Ancak ondan yardım dileriz.
[/NOT]


Bediüzzaman Said Nursî: (bk. bilgiler)Büyük İkbâl: (bk. bilgiler – Muhammed İkbal)
Medine-i Münevvere: nurlu ve medenî olan Medine şehri (bk bilgiler – Medîne)azamet: büyüklük
aziz: çok değerlifazilet: değer, üstün özellik
feyiz: mânevî bereket, bollukfâtih: fetheden, açan
hakikat: doğru, gerçekhülâsa: özet
idrak etme: anlama, kavramaihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme
ihtişam: görkemli oluşirfan: bilgi, anlayış
kabil: mümkün, olabilirmenkıbe: meşhur kimselerin hallerine dair hayat hikâyesi; kıssa
muazzam: azametli, çok büyükmuhterem: hürmete lâyık, saygıdeğer
muhteviyat: içerikmukaddeme: önsöz, başlangıç
mühim: önemlimüstakil: bağımsız, başlı başına
nisbetle: oranlarayiha: koku
takdim etme: sunmatarih-i hayat: hayat tarihi, özgeçmiş
ulvî: yüce, yüksekâlim: bilgili, ilim sahibi
İlâhî: Allah tarafından olan
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ek Bölümler - Sayfa 326

Bugüne kadar âcizane yazdığım manzum ve mensur yazılarımın hiçbirisinde bu kadar acz ve hayret içerisinde kalmamıştım. Binaenaleyh, bu eseri derin bir zevk,İlâhî bir neş’e ve coşkun bir heyecanla okuyacak olanlar, hayranlıkla görecekler ki,Bediüzzaman, çocukluğundan beri müstesna bir şekilde yetişen ve bütün ömrü boyunca İlâhî tecellilere mazhar olan bam başka bir âlim ve mümtaz bir şahsiyettir.

Ben, bu büyük zatı, eserlerini ve talebelerini inceden inceye tetkik edip de o nur âleminde hissen, fikren ve ruhen yaşadıktan sonra, büyük ve eski bir Arap şairinin, bir beytiyle çok derin bir hakikatı ifade ettiğini öğrendim: “Bütün âlemi bir şahsiyette toplamak Cenâb-ı Hakka zor gelmez.”

endOfSection.gif
endOfSection.gif


Gayesinin ulviyetinden, dâvâsının ihtişamından ve imanının azametinden feyiz veilham alan bu kutbun câzibesine takılanların adedi günden güne çoğalmaktadır.

Akıllara hayret veren bu ulvî hadise, münkirleri kahrettiği gibi, mü’minleri de şâd vemesrur eylemekte devam edip gidiyor.

İmanlı gönüllerde mânevî bir rabıta halinde yaşayan bu İlâhî hâdiseyi, büyük birmücahid, kalbleri vecd içinde bırakan bir üslûpla, bakınız, nasıl ifade ediyor:

“Ahlâksızlık çirkefinin bir tufan halinde her istikamete taşıp uzanarak her fazileti boğmaya koyulduğu kara günlerde, onun, yani Bediüzzaman’ın feyzini bir sır gibi kalbden kalbe mukavemeti imkânsız bir hamle halinde intikal eder görmekle tesellî buluyoruz. Gecelerimiz çok karardı; ve çok kararan gecelerin sabahları pek yakın olur.”

Evet, bir sır gibi kalbden kalbe mukavemeti imkânsız bir halde yayılıp dağılan bu nurun, memleketin her köşesinde feyiz ve tesirini görenler, hayret ve dehşetler içinde sormaya başladılar: “Şöhreti memleketimizin her tarafını kaplayan bu zat kimdir? Hayatı, eserleri, meslek ve meşrebi nedir? Tuttuğu yol bir tarikat mı, bircemiyet mi, yoksa siyasî bir teşekkül müdür?”


Bediüzzaman: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
acz: güçsüzlükazamet: büyüklük
binaenaleyh: bundan dolayıcemiyet: örgüt; topluluk
câzibe: çekim gücüfazilet: değer, üstün özellik
feyiz: mânevî bereket, bollukfikren: düşünce olarak
hissen: duygu olarakhâdise: olay
ihtişam: görkemilham: Allah tarafından kalbe gönderilen mânâ
intikal etmek: geçmek, ulaşmakistikamet: doğruluk
kahretmek: ezmek, mahvetmekkutub: önder, rehber
manzum: şiir şeklinde yazılmışmazhar olan: erişen, nail olan
mensur: nesir halindeki yazı, düzyazımeslek: gidilen yol, usul
mesrur: mutlumeşreb: hareket tarzı, metod
mukavemet: dayanma, karşı koymamücahid: cihad eden, din uğrunda çaba harcayan
mümtaz: seçkin, üstünmünkir: Allah’a inanmayan, inkar eden
müstesna: seçkinrabıta: bağlantı
ruhen: ruh olarak, ruh bakımdantarikat: tasavvufa dayalı, mânevî derecelere ulaşmayı esas alan yol ve yöntemler
tecelli: görünüm, yansımatesir: etki
tetkik etmek: incelemekteşekkül: oluşum
tufan: çok şiddetli ve her tarafı kaplayan yağmur; büyük felaketulviyet: yücelik
ulvî: yücevecd: coşku
âcizane: âciz bir şekilde, güç yeteden anlamında kullanılan bir tevazu ifadesiâlim: bilgili, ilim sahibi
çirkef: pis ve bulanık su; iğrençüslûp: ifade tarzı
İlâhî: Allah tarafından olan, Allah’a aitşahsiyet: kişi, şahıs
şâd: neşeli, memnun
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ek Bölümler - Sayfa 327

Bununla da kalmadı; derhal gerek idarî ve gerek adlî çok mühim takipler ve pek ciddî tetkikler, uzun ve müselsel mahkemeler cereyan etti. Neticede, bu İlâhî tecellînin gönüller ülkesine kurulan bir iman ve irfan müessesesinden başka birşey olmadığı tahakkuk edince, adaletin İlâhî bir surette tecellîsi şu şekilde zuhur etti: Bediüzzaman Said Nursî ve bütün Risale-i Nur eserlerinin beraati kararı resmen ilân edildi. Ve artık, ruhun maddeye, hakkın bâtıla, nurun zulmete, imanın küfre her zaman galebe çalacağı, ezelden ebede değişmeyecek olan İlâhî kanunların başında gelen bir hakikat olduğu güneşler gibi belirdi.

Herhangi bir iklimde zuhur eden bir ıslahatçının mahiyet ve hakikatini, sadakat ve samimiyetini gösteren en gerçek miyar, dâvâsını ilâna başladığı ilk günlerle, muzaffer olduğu son günler arasında ferdî ve içtimaî, uzvî ve ruhî hayatında vücuda gelen değişiklik farklarıdır, derler.

Meselâ, o adam ilk günlerde mütevazi, âlicenap, feragat ve mahviyetkâr, hülâsa, bütün ahlâk ve fazilet bakımından cidden örnek olan gayet temiz ve son derece mümtaz bir şahsiyetti. Bakalım, cihadında muzaffer olup hislerde, emellerde, gönüllerde yer tuttuktan sonra, yine o eski temiz ve örnek halinde kalabilmiş mi? Yoksa, zafer neş’esiyle, birçok büyük sanılan kimseler gibi yere göğe sığmaz mı olmuş?

İşte, büyük küçük herhangi bir dâvâ ve gaye sahibinin mahiyet ve hakikatini, şahsiyet ve hüviyetini en hakikî çehresiyle aksettirecek olan en berrak ayna budur.

Tarih boyunca, bu müthiş imtihanı kazanmanın şaheser misalini, evvelâ peygamberler ve bilhassa Sultanu’l-Enbiya Sallâllahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, sonra onun halife ve sahabeleri ve daha sonra onların nurlu yolunda yürüyen büyük zatlar vermişlerdir.


endOfSection.gif
endOfSection.gif



Bediüzzaman Said Nursî: (bk. bilgiler)Sallâllahu Aleyhi ve Sellem: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
Sultanu’l-Enbiya: Peygamberlerin Sultanı Hz. Muhammedadalet: her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi
adlî: adliyeye aitahlâk: huy, tabiat, insanın davranış tarzı, tutum ve tavrı
beraat: temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılmasıbilhassa: özellikle
bâtıl: hak olmayan, doğru olmayancereyan etme: meydana gelme
cihad: din uğrunda çaba harcama; mücadeleebed: sonu olmayan, sonsuzluk, sonsuz
emel: arzu, istekevvelâ: öncelikle, ilk olarak
ezel: başlangıcı olmayan, sonsuzfazilet: değer, üstün özellik
feragat: hakkından kendi isteğiyle vazgeçmeferdî: kişisel
hak: doğru, gerçekhakikat: doğru, gerçek; asıl ve esas
hakikî: asıl, gerçekhalife: Hz. Peygamberden sonra idarecilik görevini üstlenen kişi
hülâsa: özet olarakhüviyet: kimlik
idarî: idareye aitirfan: bilgi, anlayış
içtimaî: sosyal, toplumsalküfür: inkâr ve inançsızlık
mahiyet: öz nitelik, özellikmahviyetkâr: alçakgönüllü
misal: benzer, örnekmiyar: ölçü, ölçüt, ayar
muzaffer olma: kazanmamüessese: kurum
mühim: önemlimümtaz: seçkin, üstün
müselsel: silsile halinde, zincirlememütevazi: alçakgönüllü, gösterişsiz
netice: son, sonuçneş’e: sevinç
ruhî: ruhsalsadakat: bağlılık, doğruluk
sahabe: Hz. Peygamberi (a.s.m.) gören ve onun yolundan giden Müslümanlartahakkuk etme: birşeyin doğruluğunun anlaşılması
tecellî: görünüm, yansımatetkik: inceleme, araştırma
uzvî: bedenselvücuda gelen: oluşan, meydana gelen
zuhur etme: ortaya çıkma, görünmezulmet: karanlık
âlicenap: yüksek ahlâklı, şerefliçehre: yüz
İlâhî: Allah tarafından olanıslahatçı: düzeltici

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ek Bölümler - Sayfa 328

Peygamber Efendimiz, şu
blank.gif
1
اَلْعُلَمَاۤءُ وَرَثَةُ اْلاَنْبِيَاۤءِ yani, “Âlimler, peygamberlerin varisleridirler” hadis-i şerifleriyle, âlim olmanın pek kolay birşey olmadığını, i’câzkâr belâğatleriyle beyan buyuruyorlar.

Zira, madem ki bir âlim, peygamberlerin varisidir; o halde, hak ve hakikatin tebliğve neşri hususunda, aynen onların tutmuş oldukları yolu takip etmesi lâzımdır. Her ne kadar bu yol, bütün dağ, taş, çamur, çakıl, uçurum, daha beteri, takip, tevkif,muhakeme, hapis, zindan, sürgün, tecrid, zehirlenme, idam sehpaları ve daha akıl ve hayale gelmeyen nice bin zulüm ve işkencelerle dolu da olsa...

İşte, Bediüzzaman, yarım asırdan fazla o mukaddes cihadı ile bütün ömrü boyunca bu çetin yolda yürüyen ve karşısına çıkan binlerle engeli bir yıldırım sür’atiyle aşan ve peygamberlerin vârisi olan bir âlim olduğunu amelî bir surette ispat eden bir zattır.

Kendisinin ilmî, ahlâkî, edebî, birçok fazilet ve meziyetleri arasında, beni en çokmeftun eden şey, onun, o dağlardan daha sağlam, denizlerden daha derin,semalardan daha yüksek ve geniş olan imanıdır.

Rabbim, o ne muazzam iman! O ne bitmez ve tükenmez sabır! O ne çelikten irade! Hayal ve hatıralara ürpermeler veren bunca tazyik, tehdit, tâzip ve işkencelere rağmen, o ne eğilmez baş, ne boğulmaz ses ve nasıl kısılmaz nefestir!

Büyük İkbâl’in heyecanlı şiirlerinden aldığım coşkun bir ilham neş’esiyle vaktiyle yazdığım “Mücahid” ünvanını taşıyan bir manzumede, aşağıdaki mısraları okuyanlardan, belki şâirane bir mübalâğada bulunduğumu söyleyenler olmuştur.

Lâkin şu mukaddemesini yazmakla şeref duyduğum şaheseri okuyanlar, vecdle dolu bir hayranlıkla anlayacaklar ki, Allah’ın ne kulları varmış! Eğer bir iman, kemâlini bulursa, neler yapar ve ne harikalar doğururmuş!


[NOT]Dipnot-1 Buharî, İlim: 10; Ebû Dâvud, İlim: 1; İbn-i Mâce, Mukaddime: 17; Dârimî, Mukaddime: 32; Müsned, 5:196.
[/NOT]



Bediüzzaman: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)Büyük İkbâl: (bk. bilgiler – Muhammed İkbal)
ahlâkî: ahlâkla ilgili, ahlâka uygunamelî: amelle ilgili; yaşayış olarak
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesibeyan buyurma: açıklama, anlatma
cihad: din uğrunda çaba harcamaedebî: edebe, terbiyeye dair
fazilet: değer, üstün özellikhadis-i şerif: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hak ve hakikat: doğru, gerçek; asıl ve esasilham: kalbe gelme, gönüle doğma
ilmî: ilimle ilgiliirade: birşeyi yapma veya yapmama konusunda güç ve tercih sahibi olma
i’câzkâr: mu’cizeli; benzerini yapmaktan insanları aciz bırakacak şekildekemâl: olgunluk, mükemmellik
lâkin: ama, fakatmanzume: şiir
meftun: hayranmeziyet: üstün özellik
muazzam: azametli, çok büyükmuhakeme: yargılama
mukaddeme: önsöz, başlangıçmukaddes: her türlü çirkinlik ve eksiklikten arınmış; kutsal
mübalâğa: abartımücahid: cihad eden, din uğrunda çaba harcayan
neşir: yaymasemâ: gök
tazyik: baskıtebliğ: bildirme
tecrid: insanlardan uzaklaştırılmatevkif: tutuklama
tâzip: azap vermevecd: coşku
vâris: mirasçızira: çünkü
âlim: bilgili, ilim sahibiünvan: isim
şâirane: şairce
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ek Bölümler - Sayfa 329

Bir azm, eğer iman dolu bir kalbe girerse,
İnsan da, o imandaki son sırra ererse,
En azgın ölümler ona zincir vuramazlar;
Volkan gibi coşkun akıyor, durduramazlar...
Rabbimden iner azmine kuvvet veren ilham,
Peygamberi rüyada görür belki her akşam.
Hep nur onun iman dolu kalbindeki mihrap,
Kandil olamaz ufkuna dünyadaki mehtap.
Kar, kış demez, irkilmez, üzülmez, acı duymaz;
Mevsim, bütün ömrünce ılık gölgeli bir yaz.
Cennetteki âlemleri dünyada görür de,
Mahvolsa eğilmez sıra dağlar gibi derde.
En sarp uçurumlar gelip etrafını sarsa,
Ay batsa, güneş sönse, ufuklar da kararsa,
Gökler yıkılıp çökse, yolundan yine dönmez,
Ruhundaki imanla yanan meş’ale sönmez!
Kalbinde yanardağ gibi, iman ne mukaddes!
Vicdanına her an şunu haykırmada bir ses:
Ey yolcu! Şafaklar sökecek, durma, ilerle,
Zulmetlere kan ağlatacak meşalelerle...
Yıldızlara bas, çık yüce âlemlere, yüksel,
İnsanlığı kurtarmaya Cennetten inen el!

Sanki bu mısralar iman kahramanı, büyük mücahid Bediüzzaman Hazretleri için yazılmış. Zira bu yüksek sıfatlar, hep onun sıfatlarıdır. Cenâb-ı Hak şu âyet-i kerimede, bakınız, mücahidlere neler vaad ediyor:

وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَاِنَّ اللهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ
blank.gif
1


Meâl-i şerifi: “Bizim uğrumuzda mücahede edenlere mutlaka yollarımızı gösteririz. Ve hiç şüphe yok ki, Allah muhsinlerle (Allah’ı görür gibi ibadet eden mücahidlerle) beraberdir.”

Demek ki, iman ve Kur’ân uğrunda candan ve cihandan geçen mücahidlere, büyük Allah, hakikat ve hidayet yollarını göstereceğini vaad buyuruyor. Hâşâ,


[NOT]Dipnot-1 Ankebût Sûresi, 29:69.
[/NOT]


Bediüzzaman: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
Rab: varlıkları terbiye eden ve her türlü ihtiyacını karşılayan Allahazm: gayret, kararlılık
cihan: dünyahakikat: doğru gerçek
hidayet: doğru yola eriştirmehâşâ: asla
ilham: Allah tarafından kalbe indirilen mânâkandil: lâmba
mehtap: ay ışığımeâl-i şerif: şerefli, yüce meal, mânâ
meş’ale: karanlıkları aydınlatmaya yarayan âlet; lâmbamihrap: câmide cemaatle namaz kılarken imamın bulunduğu yer; bir mekânın en şerefli ve en kıymetli yeri
mukaddes: kutsalmücahede eden: cihad eden, din uğrunda çaba harcayan
mücahid: cihad eden, din uğrunda çaba harcayansıfat: özellik
vaad: sözzulmet: karanlık
âyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın herbir cümlesişafak: güneş doğmadan az önce beliren aydınlık

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ek Bölümler - Sayfa 330

Cenâb-ı Hak vaadinde hulf etmez—yeter ki, bu azim vaad-i İlâhîyi icap ettirecek şartlar tahakkuk etsin.

Bu âyet-i kerime, Üstadın karakter ve şahsiyetini tahlil hususunda bize nurdan bir rehber oluyor ve o nurun billûr ışığı altında artık en ince çizgileri ve en hassasnoktaları görüp sezebiliyoruz. Zira, madem ki bir insan Cenâb-ı Hakkın hıfz ve himayesinde bulunmak nimetine mazhar olmuştur; artık onun için korku, endişe, üzüntü, yılma, usanma ve saire gibi şeyler bahis mevzuu olamaz.

Allah’ın nuruyla nurlanan bir gönlün semasını hangi bulutlar kaplayabilir? Her an huzur-u İlâhîde bulunmak bahtiyarlığına eren bir kulun ruhunu, hangi fâni emel ve arzular, hangi zavallı teveccüh ve iltifatlar ve hangi pespâye gaye ve ihtiraslar tatmin,teskin ve tesellî edebilir?

Allah’tır onun yârı, mürebbîsi, velîsi;
Andıkça bütün nur oluyor duygusu, hissi.
Yükselmededir mârifet iklimine her an,
Bambaşka ufuklar açıyor ruhuna Kur’ân...
Kur’ân ona yâd ettiriyor “Bezm-i Elest“i.
Âşık, o tecellînin ezelden beri mesti...

İşte, Bediüzzaman, böyle harikalar harikası bir inâyete mazhar olan mübarek bir şahsiyettir. Ve bunun içindir ki, zindanlar ona bir gülistan olmuş; oradanebediyetlerin nurlu ufuklarını görür. İdam sehpaları, birer vaiz ve irşad kürsüsüdür. Oradan insanlığa ulvî bir gaye uğrunda sabır ve sebat, metanet ve celâdet dersleri verir. Hapishaneler birer medrese-i Yusufiyeye inkılâp eder. Oraya girerken, bir profesörün üniversiteye ders vermek için girdiği gibi girer. Zira oradakiler, onun feyizve irşadına muhtaç olan talebeleridir. Hergün birkaç vatandaşın imanını kurtarmak ve cânileri melek gibi bir insan haline getirmek, onun için dünyalara değişilmez birsaadettir.

Bediüzzaman: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)Bezm-i Elest: Elest Meclisi; Allah’ın ruhları yarattığında, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” anlamındaki sorusuna, ruhların, “Evet, Rabbimizsin” diye cevap verdikleri an
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allahazim: büyük, yüce
bahis mevzuu: söz konusubahtiyarlık: talihlilik
billûr: kristal; pek duru ve temizcelâdet: kahramanlık, yiğitlik
cânî: cinayet işlemişebediyet: sonsuzluk
emel: arzu, istekezel: başlangıcı olmayan, sonsuzluk
feyiz: mânevî gıda, bereketfâni: geçici
gülistan: gül bahçesihassas: duyarlı
hulf: verdiği sözü tutmamahuzur-u İlâhî: Allah’ın huzuru
hıfz: koruma, saklamaicap ettirme: gerektirme
ihtiras: hırs duymak, şiddetli arzu etmekiltifat: övgü
inayet: lütuf, iyilik, yardıminkılâp etme: dönüşme
irşad: doğru yolu gösterme, uyarmamazhar olma: elde etme, erişme
medrese-i Yusufiye: Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer anlamında hapishanemetanet: sağlamlık
mârifet: Allah’ı tanıma, bilmemübarek: değerli, hayırlı
mürebbî: terbiye edici, eğiticinur: aydınlık
pespâye: aşağı, alçaksaadet: mutluluk
sebat: kararlılıksemâ: gök
tahakkuk etme: gerçekleşmetahlil: çözme, ayrıştırma
talebe: öğrencitecellî: görünüm, yansıma
teskin: sakinleştirmeteveccüh: yönelme, ilgi gösterme
ulvî: yüce, büyükvaad: söz
vaad-i İlâhî: Allah’ın vaadi, sözüvaiz: vaaz eden
ve sâire: ve diğerlerivelî: Allah dostu
yad etme: anma, anlatmazira: çünkü
âyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın herbir cümlesi
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ek Bölümler - Sayfa 331

Böyle bir yüksek iman ve ihlâs şuuruna malik olan insan, hiç şüphesiz ki, zaman ve mekân mefhumlarının fâniler üzerinde bıraktığı yaldızlı tesirleri kesif madde âleminde bırakarak, ruhuyla mâneviyat âleminin pırıl pırıl nurlar saçan ufuklarına yükselmiş bir haldedir.

Büyük mutasavvıfların (r.a.) fenâ fillâh, bekabillâh diye tarif ve tavsif buyurdukları yüksek mertebe, işte bu kudsî şerefe nail olmaktır.

Evet, her mü’minin kendine mahsus bir huzur, huşû, tefeyyüz, tecerrüd ve istiğrakhali vardır. Ve herkes, iman ve irfanı, salâh ve takvâsı, feyiz ve mânevîyatı nisbetinde bu İlâhî hazdan feyizyâb olabilir. Lâkin bu güzel hal, bu tatlı visal ve bu emsalsiz haz, geçen âyet-i kerimedeki ihsan erbabı olan o büyük mücahidlerde her zaman devam ediyor. Ve işte onlar, bu sebepten dolayıdır ki, Mevlâyı unutmak gafletine düşmüyorlar. Nefisleriyle, arslanlar gibi bütün ömürleri boyunca çarpışıyorlar. Ve hayatlarının her lâhzası, en yüksek terakki ve tekâmül hatıraları kaydediyor. Ve bütün varlıkları, o cemâl, kemâl ve celâl sıfatlarıyla muttasıf olan Rabbü’l-Âlemînin rızasında erimiş bulunuyorlar.

Mevlâ, bizleri de o bahtiyarlar zümresine ilhak eylesin. Âmin.



endOfSection.gif
endOfSection.gif



Yukarıdaki sayfalarda, büyük Üstadın, dostlarını meftun ve hayran ettiği kadar da, düşmanlarını dehşetler içerisinde bırakan azametli imanından bahsettik. Biraz da mümtaz şahsiyeti nurdan bir hâle halinde sarmakta olan üstün meziyetlerinden, ahlâk ve kemâlâtından bahsedelim.



Mevlâ: efendi, sahip, koruyucu AllahRabbü’l-Âlemîn: âlemlerin Rabbi; bütün âlemleri idare ve terbiye eden Allah
azamet: çok büyükbahtiyar: talihli, mutlu
bekabillâh: Allah ile var olmacelâl: büyüklük, azamet, haşmet
cemâl: sonsuz derecede güzellikemsalsiz: benzersiz
fenâfillah: kulun kişilik ve sıfatlarından vazgeçip bütünüyle Allah’ın Zât ve sıfatlarında yok olmasıfeyiz: mânevî gıda, bereket
feyizyâb: feyiz almafâni: geçici
gaflet: Allah’tan ve âhiretten habersiz olma, dikkatsizlikhaz: zevk, hoşlanma
huzur: sürekli olarak Allah’ın huzurunda bulunduğunun bilinci içinde olmahuşû: korkuyla karışık sevgiden gelen edepli hâl
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyetihsan erbabı: Allah’ı görür gibi ibadet edenler
ilhak eyleme: dahil etme, eklemeirfan: bilme, anlayış
istiğrak: kulun Allah aşkıyla dünyayı unutup bütün bütün kendinden geçmesikemâl: fazilet, kusursuzluk, mükemmellik
kemâlât: mükemmellikler, üstün özelliklerkesif: katı; şeffaf olmayan, yansıtmayan
kudsî: kutsallâhza: an, göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman
lâkin: fakat, amamahsus: has, özel
mefhum: bir sözden çıkarılan anlammeftun: düşkün
meziyet: üstün özellikmutasavvıf: tasavvuf ehli, kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimseler
muttasıf: vasıflanmışmâlik: sahip
mâneviyat: mânevî âleme ait olan şeylermücahid: cihad eden, din uğrunda çaba harcayan
mümtaz: seçkin, üstünmü’min: iman eden; Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan
nefis: insanı daima kötülüğe, haram olan zevk ve isteklere sevk eden duygunisbetinde: ölçüsünde
rıza: memnuniyet, hoşnutluksalâh: iyileşme, düzelme
sıfat: özellik, vasıftakvâ: Allah’ın emir ve yasaklarına titizlikle uyma
tavsif: vasıflandırma, özelliklerini anlatmatecerrüd: soyutlanma; herşeyden vazgeçip Allah’a yönelme
tefeyyüz: feyizlenme; mânevî bereketten yararlanmatekâmül: ilerleme, mükemmelleşme
terakki: yükselme, ilerlemetesir: etki
visal: kavuşmayaldızlı: parlak
zümre: sınıf, toplulukÜstad: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)
âmin: kabul eyle, ey Allah’ımâyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın herbir cümlesi
İlâhî: Allah tarafından olan
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ek Bölümler - Sayfa 332

Malûm ya, her şahsiyeti, muhtelif ve muayyen meziyetler çerçeveler. Binaenaleyh,Üstadın şahsiyetini tekvin eden başlıca sıfatlar şunlardır:

Feragati:

Bir dâvâ sahibinin ve bilhassa ıslahatçının muvaffakiyet şartlarının en mühimmi feragattir. Zira gözler ve gönüller, bu mühim noktayı en ince bir hassasiyetle tetkik ve takibe meyyaldirler. Üstadın büyük hayatı ise, baştan başa feragatın şaheser misalleriyle dolup taşmaktadır.

Allâme Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi merhumdan, feragate ait şöyle bir söz işitmiştim: “İslâm bugün öyle mücahitler ister ki, dünyasını değil, âhiretini dahi feda etmeye hazır olacak.”

Büyük adamdan sâdır olan bu büyük sözü tamamen kavrayamadığım için,mutasavvıfların istiğrak hallerinde söyledikleri esrarlı sözlere benzeterek, herkese söylememiş ve olur olmaz yerlerde de açmamıştım.

Vaktâ ki aynı sözü Bediüzzaman’ın ateşler saçan heyecanlı ifadelerinde de okuyunca anladım ki, büyüklere göre feragatin ölçüsü de büyüyor... Evet, İslâm için bu kadar acıklı bir feragate katlanmaya razı olan mücahidleri, Erhamürrâhimîn olanAllahü Zü’l-Kerem Tealâ ve Tekaddes Hazretleri bırakır mı? O fedaî kulunu lütuf vekereminden, inâyet ve merhametinden mahrum etmek, şânına—hâşâ—yakışır mı?

İşte, Bediüzzaman, bu müstesna tecellînin en parlak misalidir. Bütün ömrü boyunca mücerred yaşadı. Dünyanın bütün meşru lezzetlerinden tamamen mahrum kaldı. Bir yuva kurmak ve orada mes’ut bir aile hayatı geçirmek sevdasına düşmeye vakit ve fırsat bulamadı. Fakat Cenâb-ı Hak kendisine öyle şeyler ihsan etti ki, fâni kalemlerle tarif olunamayacak kadar muazzam ve muhteşemdir.

Allahü Zü’l-Kerem Tealâ ve Tekaddes Hazretleri: namı ve şerefi yüksek olan, her türlü kusur ve eksikliklerden münezzeh olan, cömertlik ve ikram sahibi AllahCenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
Erhamürrâhimîn: merhametlilerin en merhametlisi olan Allahallâme: büyük âlim
bilhassa: özelliklebinaenaleyh: bundan dolayı
dâvâ: iddiaesrar: sırlar
fedaî: bir ideal uğruna canını esirgemeyen kimseferagat: hakkından isteyerek vazgeçme, fedakarlıkta bulunma
fâni: geçici, ölümlühassasiyet: duyarlı oluş
hâşâ: asla öyle değil!ihsan etmek: bağışlamak
inayet: Allah’ın yardım ve şefkatiistiğrak: kulun Allah aşkıyla dünyayı unutup bütün bütün kendinden geçmesi
kerem: cömertlik, ikramlütuf: iyilik, ihsan
malûm: bilinen, bellimerhamet: şefkat, karşılıksız sevgi
meyyal: meyilli, eğilimlimeziyet: üstün özellik
meşru: helâl olan, haram ve yanlış olmayanmisal: örnek
muayyen: belirlenmiş, kararlaştırılmışmuazzam: azametli, çok büyük
muhtelif: çeşitlimuhteşem: ihtişamlı, görkemli
mutasavvıf: tasavvuf ehli, kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimselermuvaffakiyet: başarı
mücahit: cihad eden, din uğrunda çaba harcayanmücerred: yalnız, tek başına, bekâr
mühim: önemlimüstesna: seçkin, benzeri olmayan
sâdır olan: çıkan, meydana gelensıfat: özellik
tecellî: görünüm, yansımatekvin eden: meydana getiren
tetkik: inceleme, araştırmavaktâ ki: ne vakit ki, ne zaman ki
Üstad: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)âhiret: öteki dünya; öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
ıslahatçı: iyileştirici, düzelticiŞeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi: (bk. bilgiler – Mustafa Sabri Efendi)

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ek Bölümler - Sayfa 333

Bugün dünyada hangi bir aile reisi, mânen Bediüzzaman Hazretleri kadar mes’uttur? Hangi bir baba milyonlarla evlâda sahip olmuştur? Hem de nasıl evlâtlar! Ve hangi bir üstad bu kadar talebe yetiştirebilmiştir?

Bu kudsî ve ruhî rabıta, biiznillâhi teâlâ, dünyalar durdukça duracak ve nurdan bir sel halinde ebediyetlere kadar akıp gidecektir. Çünkü bu İlâhî dâvâ, Kur’ân-ı Kerîminnur deryasında tebellür eden bir varlık olduğu gibi, Kur’ân’dan doğmuş ve Kur’ân’la beraber yaşayacaktır...

Şefkat ve merhameti:

Büyük Üstad, hak ve hakikati tâ çocukluğunda bulmuştu. Kalbinin feryadını ve ruhunun münâcâtını dinlemek için mağaralara kapandığı günlerde bile ibadet vetaatten, tefekkür ve murakabelerden, feyiz ve huzur almanın zevkine ermiş olan birârif-i billâh idi.

Lâkin, karanlık gece dalgalarını andıran korkunç küfür ve ilhad kâbusunun Müslüman dünyasını ve dolayısıyla memleketimizi kaplamak üzere olduğu o tehlikeli günlerde, yatağından fırlayan bir arslan gibi, yanardağları andıran bir kükreyişlecihad meydanına atıldı. Bütün rahat ve huzurunu bu mukaddes dâvâya feda etti. Ve işte bu hikmete mebnidir ki, o günden beri her sözü bir dilim lâv, her fikri bir ateş parçası olmuş, düştüğü gönülleri yakıyor; hisleri, fikirleri alevlendiriyor.

Büyük Üstadın tam bir uzlet ve inzivadan sonra tekrar irşad ve cemiyet hayatına atılması, aynen İmam-ı Gazâlî’nin hayatında geçirmiş olduğu o mühim ve tarihîmerhaleye benzemektedir.

Demek ki, Cenâb-ı Hak, büyük mürşidleri böyle bir müddet inzivada terbiye, tasfiyeve tezkiye ettikten sonra tenvir ve irşad vazifesiyle mükellef kılıyor. Ve bu sebepledir ki, bir mâ-i mukattardan daha temiz ve berrak olan yüreklerinden kopup gelen nefesler, kalblere akseder etmez bam başka tesirler icra ediyor.

Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allahbiiznillâhi teâlâ: herşeyden yüce olan Allah’ın izniyle
cemiyet: topluluk, toplumcihad: din uğrunda çaba harcama, mücadele
dâvâ: iddiaebediyet: sonsuzluk
feyiz: mânevî bereket, bollukhak ve hakikat: doğru, gerçek; asıl ve esas
hikmet: sebep, ince sır, gayeicra etme: yerine getirme
ilhad: inkâr, dinsizlikinziva: yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmama
irşad: doğru yolu gösterme, uyarmakudsî: kutsal
küfür: Allah’ı inkâr etme (k-f-r)lâkin: fakat, ama
lâv: yanardağların ve volkanların ağızlarından püsküren sıvı ateşmebni: bina edilen, ondan dolayı
merhale: aşama, evremerhamet: şefkat, karşılıksız sevgi
mukaddes: kutsalmurakabe: bakma, gözetme
mâ-i mukattar: imbikten geçirilmiş, damıtılmış saf sumânen: mânevî olarak
mükellef: yükümlümünâcât: Allah’a yalvarış, dua
mürşid: doğru yol gösterennur deryası: nur denizi; nurların, aydınlıkların kaynağı olan Kur’ân
rabıta: bağlantıruhî: ruha ait, ruhla ilgili
taat: Allah’ın emirlerine uyma, yasaklarından kaçınmatarihî: tarihe geçmiş, oldukça önemli
tasfiye: saflaştırma, arındırma, temizlemetebellür eden: billurlaşan
tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde derinlemesine düşünmetenvir: aydınlatma
tezkiye: temize çıkarma, arındırmauzlet: yalnızlığa çekilmek
Üstad/Bediüzzaman: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)ârif-i billâh: Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanıyan, bilen
İlâhî: Allah tarafından olanİmam-ı Gazâlî: (bk. bilgiler)
şefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgi
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ek Bölümler - Sayfa 334

Arz ettiğim gibi, İmam-ı Gazâlî’nin bundan dokuz yüz sene evvel ahlâk ve fazilet sahasında yapmış olduğu fütuhatı, bu asırda Bediüzzaman, iman ve ihlâs vâdisinde başarmıştır.

Evet, Hazret-i Üstadı bu müthiş cihad meydanlarına sevk eden, hep bu eşsiz şefkat ve merhameti olmuştur. Ve bunu bizzat kendisinden dinleyelim:

“Bana ‘Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var; alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda birisi beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!”

İstiğnası:

Üstadın, hayatı boyunca cemiyetimizin her tabakasına vermekte olduğu binlerle istiğna örnekleri, dillere destan olmuş bir ulviyeti haizdir.

Mâsivâdan tam mânâsıyla istiğna ederek, uzvî ve ruhî bütün varlığıyla Rabbü’l-Âlemînin bitmez ve tükenmez hazinesine dayanmayı, müddet-i hayatında bir itiyaddeğil, âdeta bir mezhep, meşrep ve meslek olarak kabul etmiştir. Ve bunda da ne pahasına olursa olsun sebat eylemekte hâlâ devam etmektedir.

İşin orijinal tarafı: Bu meslek, kendi şahsına münhasır kalmamış, talebelerine dekudsî bir mefkûre halinde intikal etmiştir. Nur deryasında yıkanmak şerefine mazhar olan bir Nur talebesinin istiğnasına hayran olmamak kabil değildir.

Bakınız, Üstad, Mektubat ünvanını taşıyan şaheserin İkinci Mektubunda, bu mühim noktayı altı vecihle ne kadar asil bir iman ve irfan şuuruyla izah eder:

Birincisi: Ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i cer etmekle ittiham ediyorlar; ilmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Binaenaleyh bunları fiilen tekzip lâzımdır.

Bediüzzaman: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)Hazret-i Üstad/Üstad: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)
Nur deryası: nur denizi; Risale-i Nur KülliyatıRabbü’l-Âlemîn: bütün âlemlerin Rabbi olan Allah
binaenaleyh: bundan dolayıbizzat: doğrudan
cemiyet: toplumcihad: din uğrunda çaba harcama, mücadele
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimselerehl-i ilim: ilimle ilgilenen kişiler, alimler
evvel: öncefazilet: değer, üstün özellik
fiilen: fiili olarak, hareketlerlefütuhat: fetihler, zaferler
haiz: sahiphâdise: olay
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyetintikal etme: geçme, ulaşma
irfan: bilgi, anlayışistiğna: ihtiyaç duymama, kaçınma; Allah’tan başka kimsenin minneti altına girmeme, gönül tokluğu
itiyad: alışkanlıkittiham etme: suçlama
kabil: mümkünkudsî: kutsal
mazhar olan: erişen, kavuşanmedar-ı maişet: geçim kaynağı
mefkûre: gaye, ideal, inançmerhamet: acıma, şefkat
meslek: takip edilen yol, yöntemmezhep: tutulan yol, usül
meşrep: hareket tarzı, metodmâsivâ: Allah’tan başka bütün varlıklar, yaratılmışlar
müddet-i hayat: hayat süresimühim: önemli
münhasır: ait, sınırlıruhî: ruhsal, ruhla ilgili
sebat eyleme: kararlı olmasevk eden: yönelten
talebe: öğrencitekzip: yalanlama
ulviyet: yücelikunvan: isim
uzvî: bedenselvasıta-i cer: birşeyi herhangi bir menfaata veya geçinmeye vasıta yapma
vecih: yön, tarafİmam-ı Gazâlî: (bk. bilgiler)
şefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgi
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ek Bölümler - Sayfa 335

İkincisi: Neşr-i hak için enbiyaya ittibâ etmekle mükellefiz. Kur’ân-ı Hakîmde hakkı neşredenler اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللهِ، اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللهِ
blank.gif
1 diyerek, insanlardan istiğna göstermişler...”

İşte, Risale-i Nur Külliyatının mazhar olduğu İlâhî fütuhat, hep bu enbiya mesleğinde sebat kahramanlığının şaheser misali ve harikulâde neticesidir. Ve bu sayede Üstad, izzet-i ilmiyesini, cihan-kıymet bir elmas gibi muhafaza eylemiştir.

Artık, herkesin, uğrunda esir olduğu maaş, rütbe, servet ve daha nice bin şahsî ve maddî menfaatlerle asla alâkası olmayan bir insan, nasıl olur da gönüller fatihi olmaz? İmanlı gönüller, nasıl onun feyiz ve nuruyla dolmaz?

İktisatçılığı:

İktisat, bundan evvel bahsettiğimiz “istiğna”nın tefsir ve izahından başka birşey değildir. Zaten iktisat sarayına girebilmek için, evvelâ istiğna denilen kapıdan girmek lâzımdır. Bu sebeple iktisatla istiğna, lâzımla mülzem kabilindendir.

Üstad gibi, istiğna hususunda peygamberleri kendine örnek kabul eden bir mücahidin iktisatçılığı, kendiliğinden husule gelecek kadar tabiî bir haslet halini alır ve artık ona günde bir tas çorba, bir bardak su ve bir parça ekmek kâfi gelebilir. Zirabu büyük insan, büyük ve munsif Fransız şairi Lâ Martin’in dediği gibi: “Yemek için yaşamıyor, belki yaşamak için yiyor.”

Üstadın meşrep ve mesleğini tamamen anladıktan sonra, artık onun yüksek iktisatçılığını böyle yemek içmek gibi basit şeylerle mukayese etmeyi çok görüyorum.Zira, bu büyük insanın yüksek iktisatçılığını mânevî sahalarda tatbik etmek ve maddî olmayan ölçülerle ölçmek lâzım gelir.

Meselâ, Üstad, bu yüksek iktisatçılık kudretini sırf yemek, içmek, giymek gibi basit şeylerle değil; bilâkis fikir, zihin, istidat, kabiliyet, vakit, zaman, nefis ve nefes gibi mânevî ve mücerred kıymetlerin israf ve heder edilmemesiyle ölçen


[NOT]Dipnot-1 “Benim mükâfâtımı vermek ancak Allah’a aittir.” Hûd Sûresi, 11:29.
[/NOT]


Fransız şairi Lâ Martin: (bk. bilgiler – Alphonse de Lamartine)Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
alâka: ilgibilâkis: tersine
cihan-kıymet: dünya değerindeenbiya: nebiler, peygamberler
evvel: önceevvelâ: ilk olarak
fatih: fetheden, açanfeyiz: mânevî bereket, bolluk
fütuhat: fetihler, zaferlerhak: doğru, gerçek, esas
harikulâde: olağanüstühaslet: huy, karakter
heder etme: boş yere harcamahusule gelmek: meydana gelmek
iktisat: tutumlulukisraf etme: savurma
istidat: yetenek, beceriistiğna: ihtiyaç duymama, kaçınma
ittibâ etmek: tâbi olmak, bağlanmakizzet-i ilmiye: ilmin izzeti; ilmin gerektirdiği vakar, ağırbaşlılık
kabilinden: türünden, çeşidindenkudret: güç, iktidar
kâfi: yeterlikıymet: değer
mazhar olma: elde etme, erişmemenfaat: fayda
meslek: takip edilen yol, yöntemmeşrep: hareket tarzı, metod
misal: örnekmuhafaza eylemek: korumak
mukayese etmek: kıyaslamak, karşılaştırmakmunsif: insaflı
mücahid: cihad eden, din uğrunda çaba harcayanmücerred: soyut
mükellef: yükümlümülzem: lüzumlu görülmüş
nefis: kendisi; maddî ve hazır lezzetlere düşkün olan duyguneşr-i hak: hakkı yayma
neşreden: yayansebat: kararlılık
tabiî: doğal, normaltefsir: açıklama, yorum
zira: çünküÜstad: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)
İlâhî: Allah tarafından olan
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ek Bölümler - Sayfa 336

bir dâhidir. Ve bütün ömrü boyunca bir karakter halinde takip ettiği bu titiz muhasebe ve murakabe usulünü, bütün talebelerine de telkin etmiştir. Binaenaleyh bir Nur talebesine olur olmaz eseri okutturmak ve her sözü dinlettirmek kolay birşey değildir. Zira, onun gönlünün mihrak noktasında yazılı olan şu “Dikkat!” kelimesi, en hassas bir kontrol vazifesi görmektedir.

İşte Bediüzzaman, kudretli bir ıslahatçı ve harikalar harikası bir pedagog (mürebbî) olduğunu, yetiştirdiği ter temiz nesille fiilen ispat etmiş ve iktisat tarihine nurdan pırıltılarla yazılan bir atlas sayfa daha ilâve eden bir nâdire-i fıtrattır.

Tevazuu ve mahviyetkârlığı:

Nur Risalelerinin bu kadar harikulâde bir şekilde cihana yayılmasında, bu iki hasletin çok faydası olmuş ve pek derin tesirleri görülmüştür.

Çünkü, Üstad, sohbet ve teliflerinde kendine bir “kutbu’l-ârifîn” ve bir “Gavsu’l-vâsılîn” süsü vermediği için, gönüller ona pek çabuk ısınmış, onu ter temiz bir samimiyetle sevmiş ve derhal ulvî gayesini benimsemiştir.

Mesela, ahlâk ve fazilete, hikmet ve ibrete ait olan birçok sohbet ve telkinlerini, doğrudan doğruya nefsine tevcih eder. Keskin ve âteşîn hitabelerinin ilk ve yegâne muhatabı, öz nefsidir. Oradan, merkezden muhite yayılırcasına, bütün nur ve sürura,saadet ve huzura müştak olan gönüllere yayılır.

Üstad, hususî hayatında gayet halim-selim ve son derece mütevazidir. Bir ferdi değil, hiçbir zerreyi incitmemek için âzamî fedakârlıklar gösterir. Sayısız zahmet ve meşakkatlere, ıztırap ve mahrumiyetlere katlanır—fakat imanına, Kur’ân’ına dokunulmamak şartıyla...

Artık o zaman bakmışsınız ki, o sâkin deniz, dalgaları semâlara yükselen bir tufan, sahillere heybet ve dehşet saçan bir umman kesilmiştir. Çünkü o, Kur’ân‑ı Kerimin sadık hizmetkârı ve iman hudutlarını bekleyen kahraman ve fedai bir neferidir. Kendisi bu hakikati veciz bir cümleyle şu şekilde ifade eder:

Bediüzzaman/Üstad: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)Gavsu’l-vâsılîn: hakikate, marifete ermiş kişilerin başı
Nur Risaleleri: Risale-i Nuratlas: ipekten yapılmış kumaş; düz, pürüzsüz
binaenaleyh: bundan dolayıcihan: dünya, âlem
fazilet: değer, üstün özellikfedai: bir ideal uğruna canını esirgemeyen kimse
fiilen: fiille, davranış ve hareketlerlehakikat: birşeyin aslı esası, gerçek mahiyeti
halim-selim: yumuşak huylu ve doğruhaslet: huy, karakter
heybet: hürmetle beraber korku veren hâlhikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerine koyma
hitabe: konuşmahizmetkâr: hizmet yapan kimse
hudut: sınırkudretli: güç ve iktidar sahibi
kutbu’l-ârifîn: âriflerin en büyüğü, en ileri gelenimahrumiyet: yoksun kalma
mahviyetkârlık: alçakgönüllülük, gösterişsizlikmeşakkat: güçlük, zorluk
mihrak noktası: odak noktasımuhasebe: öz eleştiri, hesap yapma, düşünme
muhatab: hitap edilen, kendisine konuşulanmuhit: çevre
murakabe: kendi iç alemine bakma, nefsini kontrol altına alma, Allah tarafından sürekli denetlendiği bilincinde olmamürebbî: terbiye eden, eğiten, yetiştiren
mütevazi: alçakgönüllü, büyüklenmeyenmüştak: arzulu, istekli
nefer: askernefis: kendisi; maddî ve hazır lezzetlere düşkün olan duygu
nâdire-i hilkat: yaratılış olarak benzersiz olansaadet: mutluluk
sadık: içten bağlısemâ: gökyüzü
sürur: sevinçtalebe: öğrenci
telkin: fikrini kabul ettirme, zihinde yer ettirmetevazu: alçak gönüllülük, büyüklenmeme
tevcih etmek: yöneltmektufan: çok şiddetli ve her tarafı kaplayan fırtınalı yağmur
ulvî: yüce, büyükumman: deniz
veciz: kısa ve özlü sözyegâne: tek
âteşîn: ateşliâzamî: en çok, en fazla
ıslahatçı: iyileştirici, düzeltici

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ek Bölümler - Sayfa 337

“Bir nefer nöbette iken, başkumandan da gelse, silâhını bırakmayacak. Ben de Kur’ân’ın bir hizmetkârı ve bir neferiyim. Vazife başındayken karşıma kim çıkarsa çıksın, hak budur derim, başımı eğmem...”

Vazife başında ve cihad meydanındayken şu mısralar lisan-ı halidir:

Şahlanan bir ata benzer, kırarım kanlı gemi,
Sinsi düşmanlara, hâşâ, satamam benliğimi.
Benliğimden uzak olmaktır esaret bence,
Böyle bir zillete düşmek ne hazin işkence!
Ebedî vuslatın aşkıyla geçer her ânım,
Dest-i kudretle yapılmış kaledir imanım,
Bu mukaddes emelimden ne kadar dilşâdım,
Görmek ister beni Cennette şehid ecdadım.
Ruhum oldukça müebbed, ebedîdir ömrüm,
En büyük vuslata Allah’a çıkan yoldur ölüm.

endOfSection.gif
endOfSection.gif



Kitaba girmezden evvel, Üstadı ilmî, fikrî, tasavvufî ve edebî cepheleriyle demütalâa etmek isterdim. Fakat çok derin ve pek şümullü olan bu mevzuların birkaç sayfayla hulâsa edilemeyeceğini kat’î bir surette idrak ettikten sonra, artık adı geçenmevzulara birkaç cümleyle temas etmeyi münasip gördüm.

Rabbim imkânlar lûtfederse, bu derin mevzuları, Risale-i Nur Külliyatı ve Nur talebeleri ile birlikte, büyük ve müstakil bir eserle, tahlilî bir surette tetkik ve mütalâaetmeyi bütün ruhumla arzu ediyorum. Bu hususta, büyük Üstadımızın ve azizkardeşlerimin kıymetli dualarını niyaz eylerim.

Üstadın ilmî cephesi:

Merhum Ziya Paşa, şu

Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz,
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde

beytiyle nesilden nesile bir düstur halinde intikal edecek olan çok büyük bir hakikatı ifade etmiştir.

Rab: bütün varlıkları terbiye eden ve idaresi ve tasarrufu altında bulunduran AllahZiya Paşa: (bk. bilgiler)
aziz: çok değerli, izzetlibenlik: gurur
cephe: yöncihad: din uğrunda çaba harcama, mücadele
dest-i kudret: Allah’ın kudret elidilşâd: gönül hoşluğu
düstur: kâide, kuralebedî: sonu olmayan, sonsuz
ecdad: atalar, dedeleredebî: edebiyata dair
emel: arzu, istekesaret: esirlik
fikrî: düşünceye ait, düşünceyle ilgilihak: doğru gerçek
hazin: hüzün veren, acıklıhizmetkâr: hizmet yapan kimse
hulâsa: özethâşâ: asla öyle değil
ilmî: ilim ile ilgiliintikal: varma, ulaşma
lisan-ı hal: hâl ve beden dililûtuf: ihsan, bağış
merhum: rahmete kavuşmuş, vefat etmişmevzu: bahis, konu
mukaddes: kutsalmüebbed: ebedî, daimî, sonsuz
münasip: uygunmüstakil: bağımsız, başlı başına
mütalâa etmek: dikkatle okumak, incelemeknefer: asker
niyaz etme: isteme, yalvarmarütbe-i akıl: aklın derecesi
sinsi: kötülük yaparken gizli ve kurnaz olansuret: şekil, biçim
surette: şekildetahlilî: çözümleyici, araştırarak
tasavvufî: tasavvufla alâkalı, tasavvufa aittetkik etme: inceleme, araştırma
vuslat: kavuşmakzillet: hor, hakir, aşağılanma
Üstad: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)âyine: ayna
şümullü: kapsamlı
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ek Bölümler - Sayfa 338

Evet, Müslüman ırkımıza Risale-i Nur Külliyatı gibi muazzam bir iman ve irfan kütüphanesini hediye eden, gönüller üzerinde mukaddes bir nur müessesesi kuran mümtaz ve müstesna zâtın kudret-i ilmiyesi hakkında tafsilâta girişmek, öğle vakti güneşi tarif etmek kadar fuzulî bir iştir.

Yalnız, yanık bir şairimizin,

Hüsn olur kim seyrederken ihtiyar elden gider

dediği gibi, hayatının her lâhzasında İlâhî tecellilere mazhar bulunan bu mübarek zâtın, ilim ve irfanından, ahlâk ve kemâlâtından bahsetmek, insana bam başka bir zevk ve İlâhî bir haz veriyor. Bunun için sözü uzatmaktan kendimi alamıyorum.

Üstad, Risale-i Nur Külliyatında dinî, içtimaî, ahlâkî, edebî, hukukî, felsefî vetasavvufî en mühim mevzulara temas etmiş ve hepsinde de harikulâde bir surettemuvaffak olmuştur.

İşin asıl hayret veren noktası, birçok ulemanın tehlikeli yollara saptıkları en çetin mevzuları gayet açık bir şekilde ve en kat’î bir surette hallettiği gibi, en girdaplı derinliklerden, Ehl-i Sünnet ve Cemaatin tuttuğu nurlu yolu takip ederek sâhil-i selâmete çıkmış ve eserlerini okuyanları da öylece çıkarmıştır.

Bu sebeple, Risale-i Nur Külliyatını aziz milletimizin her tabakasına kemâl-i emniyet ve samimiyetle takdim etmekle şeref duyuyoruz. Nur Risaleleri, Kur’ân-ı Kerîmin nur deryasından alınan berrak katreler ve hidayet güneşinden süzülen billûr huzmelerdir. Binaenaleyh, her Müslümana düşen en mukaddes vazife, imanı kurtaracak olan bu nurlu eserlerin yayılmasına çalışmaktır. Zira, tarihte pek çok defalar görülmüştür ki, bir eser nice fertlerin, ailelerin, cemiyetlerin ve sayısız insan kitlelerinin hidayet ve saadetine sebep olmuştur. Ah, ne bahtiyardır o insan ki, bir mü’min kardeşinin imanının kurtulmasına sebep olur!

Ehl-i Sünnet ve Cemaat: (bk. bilgiler)ahlâkî: ahlâkla ilgili
aziz: çok değerli, izzetlibahtiyar: talihli, mutlu
billûr: billûr gibi saf, temiz, beyazbinaenaleyh: bundan dolayı
cemiyet: topluluk, toplumedebî: edebe, terbiyeye dair
felsefî: felsefeyle ilgilifuzulî: lüzumsuz, gereksiz
girdap: suların dönerek çukurlaştığı yer; tehlikeli yerharikulâde: olağanüstü
haz: zevkhidayet: doğru ve hak yolda oluş
hukukî: hukukla ilgilihuzme: demet, deste, bir ışık kaynağından çıkan sütun halindeki ışık
hüsn: güzellikihtiyar: dileme, istek, irade
irfan: bilgi, anlayışiçtimaî: sosyal, toplumsal
katre: damlakat’î: kesin
kemâl-i emniyet: tam emniyet ve güvenlikkemâl-i samimiyet: tam samimiyet ve içtenlik
kemâlât: faziletler, iyilikler, ahlâk ve huy güzelliklerikudret-i ilmiye: ilmî güç, ilimdeki üstünlük
lâhza: göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman, anmazhar olma: erişme, nail olma
muazzam: azametli, çok büyükmukaddes: kutsal
muvaffak olma: başarılı olmamübarek: hayırlı, değerli
müessese: kuruluşmühim: önemli
mümtaz: seçkin, üstünmüstesna: benzeri olmayan, sıra dışı
mü’min: iman eden; Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanannur deryası: nur denizi; nurların, aydınlıkların kaynağı olan Kur’ân
saadet: mutluluksuret: biçim, şekil
sâhil-i selâmet: kurtuluş sahili; güvenli yertafsilât: ayrıntı
takdim etmek: sunmaktasavvufî: tasavvufla alâkalı, tasavvufa ait
tecelli: görünme, yansımaulema: alimler
zira: çünküÜstad: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)
İlâhî: Allah tarafından olan

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ek Bölümler - Sayfa 339

Üstadın fikrî cephesi:

Malûm ya, her mütefekkirin kendine mahsus bir tefekkür sistemi, fikrî hayatında takip ettiği bir gayesi ve bütün gönlüyle bağlandığı bir ideali vardır. Ve onun tefekkür sisteminden, gaye ve idealinden bahsetmek için uzun mukaddemeler serd edilir. Fakat Bediüzzaman’ın tefekkür sistemi, gaye ve ideali, uzun mukaddemelerle filân yorulmaksızın, bir cümleyle hülâsa edilebilir:

Bütün semâvî kitapların ve bilumum peygamberlerin yegâne dâvâları olan “Hâlık-ı Kâinatın ulûhiyet ve vahdaniyetini ilân” ve bu büyük dâvâyı da ilmî, mantıkî ve felsefî delillerle ispat eylemektir.

O halde Üstadın mantık, felsefe ve müsbet ilimlerle de alâkası var?

Evet, mantık ve felsefe, Kur’ân’la barışıp hak ve hakikate hizmet ettikleri müddetçe, Üstad en büyük mantıkçı ve en kudretli bir feylesoftur. Mukaddes ve cihan şümul dâvâsını ispat vâdisinde kullandığı en parlak delilleri ve en kat’î burhanları, Kur’ân-ı Kerîmin Allah kelâmı olduğunu hergün bir kat daha ispat ve ilân eden müsbet ilimdir.

Zaten felsefe, aslında hikmet mânâsına geldikçe, Vâcibü’l-Vücud Tealâ ve Tekaddes Hazretlerini, Zât-ı Bâri’sine lâyık sıfatlarla ispata çalışan her eser en büyükhikmet ve o eserin sahibi de en büyük hakîmdir.

İşte Üstad, böyle ilmî bir yolu, yani Kur’ân-ı Kerîmin nurlu yolunu takip ettiği için, binlerle üniversitelinin imanını kurtarmak şerefine mazhar olmuştur. Hazretin bu hususta hâiz olduğu ilmî, edebî ve felsefî daha pek çok meziyetleri vardır. Fakat onları, eserlerinden misaller getirerek inşaallah müstakil bir eserde arz etmekemelindeyim. Ve minallahi’t-tevfik.

Tasavvuf cephesi:

Nakşibendî meşâyihinden, her harekâtını Peygamber-i Zîşan Efendimiz Hazretlerinin


Hâlık-ı Kâinat: kâinatı ve bütün varlıkları yaratan AllahNakşibendî: (bk. bilgiler – Şâh-ı Nakşibend)
Peygamber-i Zîşan Efendimiz Hazretleri: yüksek şan ve şeref sahibi olan peygamber; Hz. Muhammed (a.s.m.)Vâcibü’l-Vücud Tealâ ve Tekaddes Hazretleri: namı ve şerefi yüksek olan, her türlü kusur ve eksikliklerden münezzeh olan, varlığı zorunlu olup var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
Zât-ı Bâri: herşeye bir kalıp ve bir şekil veren ve güzelce yaratan Zât, Allahalâka: ilgi, bağlantı
bilumum: bütünburhan: kuvvetli delil, kanıt
cephe: yöncihanşümul: dünya çapında, evrensel
dâvâ: iddiaedebî: edebiyata dair
emel: arzu, istekfelsefî: felsefeyle ilgili
fikrî: düşünceye ait, düşünceyle ilgilihak ve hakikat: doğru ve gerçek; asıl ve esas
hakîm: hikmet sahibiharekât: hareketler
hikmet: ilim, yüksek bilgi; kâinattaki ve yaratılıştaki İlâhî gaye ve sırhâiz olmak: sahip olmak
hülâsa etme: özetlemeilmî: ilme ait, bilimsel
inşaallah: Allah dilersekat’î: kesin
kelâm: ifade, sözkudret: güç ve iktidar sahibi
mahsus: has, özelmantıkî: mantıkla ilgili
mazhar olma: bir nimete erişme, nail olmameziyet: üstün özellik
meşâyih: şeyhlermisal: benzer, örnek
mukaddeme: takdim, ilk sözmukaddes: kutsal
mâlum: bilinen, bellimüsbet ilimler: tecrübeye ve deney sonuçlarına dayanan bilimler, pozitif bilimler
müstakil: bağımsız, başlı başınamütefekkir: düşünür
semâvî: İlâhî, Allah tarafından gelenserd etmek: sözü peş peşe sıralamak
sıfat: vasıf, özelliktasavvuf: kalbi dünyanın fâni işlerinden ayırıp, Allah sevgisi ile bağlamak
tefekkür: düşünme, düşünceulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma, ilâhlık
vahdaniyet: Allah’ın bir ve tek oluşu, ortağının bulunmayışıve minallahi’t-tevfik: muvaffakiyet sadece Allah’tandır
yegâne: tek, eşsiz
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ek Bölümler - Sayfa 340

harekâtına tatbik etmeye çalışan ve büyük bir âlim olan bir zâta sordum:

“Efendi Hazretleri, ulema ile mutasavvife arasındaki gerginliğin sebebi nedir?”

“Ulema, Resul-i Ekrem Efendimizin ilmine, mutasavvıflar da ameline vâris olmuşlar. İşte bu sebepten dolayıdır ki, Fahr-i Cihan Efendimizin hem ilmine ve hem ameline vâris olan bir zâta ‘zülcenaheyn,’ yani ‘iki kanatlı’ deniliyor. Binaenaleyh, tarikattan maksat, ruhsatlarla değil, azîmetlerle amel edip ahlâk-ı Peygamberî ile ahlâklanarak bütün mânevî hastalıklardan temizlenip Cenâb-ı Hakkın rızasında fani olmaktır. İşte bu ulvî dereceyi kazanan kimseler, şüphesiz ki ehl-i hakikattirler. Yani, tarikattan maksud ve matlub olan gayeye ermişler demektir. Fakat bu yüksek mertebeyi kazanmak, her adama müyesser olamayacağı için, büyüklerimiz matlub olan hedefe kolaylıkla erebilmek için muayyen kaideler vaz eylemişlerdir. Hülâsa, tarikat, şeriat dairesinin içinde bir dairedir. Tarikattan düşen şeriata düşer, fakat—maazallah—şeriattan düşen ebedî hüsranda kalır.”

Bu büyük zatın beyanatına göre, Bediüzzaman’ın açtığı nur yolu ile, hakikî ve şâibesiz tasavvuf arasında cevherî hiçbir ihtilâf yoktur. Her ikisi de rıza-yı Bârîye ve binnetice Cennet-i âlâya ve dîdar-ı Mevlâya götüren yollardır.

Binaenaleyh, bu asîl gayeyi istihdaf eden herhangi mutasavvıf bir kardeşimizin, Risale-i Nur Külliyatını seve seve okumasına hiçbir mani kalmadığı gibi, bilâkis Risale-i Nur, tasavvuftaki “murakabe” dairesini Kur’ân-ı Kerim yoluyla genişleterek, ona bir de tefekkür vazifesini en mühim bir vird olarak ilâve etmiştir.

Bediüzzaman: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)Cennet-i âlâ: Cennet katlarının en yükseği
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahFahr-i Cihan: cihanın, kâinatın övünç kaynağı
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)ahlâk-ı Peygamberî: Peygamber ahlâkı
amel etme: iş görme, davranmaasîl: seçkin
azîmet: dinî kuralları uygulamada çok titiz davranma, en kuvvetli görüşe uymabeyanat: açıklamalar
bilâkis: aksine, tersinebinaenaleyh: bundan dolayı
binnetice: sonuç olarakcevherî: asıl, temel, öz
dîdar-ı Mevlâ: Allah’ın cennetliklere cemâlini göstermesi, görünmesiebedî: sonu olmayan, sonsuz
ehl-i hakikat: doğru ve hak yolda olan kimselerfani olmak: yok olmak
hakikî: asıl, gerçekharekât: hareketler
hülâsa: kısaca, özetlehüsran: zarar, ziyan, kayıp
ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlıkistihdaf: hedef edinme, gaye edinme, amaçlama
kaide: kural, prensipmaazallah: Allah korusun, Allah esirgesin
maksat: amaç, gayemaksud: kast edilen şey, gaye
matlub: istek, arzumertebe: derece, basamak
muayyen: belirlenmişmurakabe: bakma, gözetme
mutasavvife: mutasavvıflar, tasavvuf ehli olanlarmutasavvıf: tasavvuf ehli olan, kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimse
mühim: önemlimüyesser: kolay, kolayca elde etmek
ruhsat: izin; asıl hükmü yerine getirmeyi zorlaştıran veya imkânsız hâle getiren bir sebep dolayısıyla ikinci derecerede olan hüküme uymarıza: memnuniyet
rıza-yı Bârî: herşeye bir kalıp ve bir şekil veren ve güzelce yaratan Allah’ın rızası, hoşnutluğutarikat: İlâhî hakikatlere ulaşmak için, bir şeyhin gözetiminde takip edilen yol
tasavvuf: kalbi dünyanın fâni işlerinden ayırıp, Allah sevgisi ile bağlama yolutatbik etmek: uygulamak
tefekkür: düşünmeulema: alimler
ulvî: yüce, büyükvaz etme: koyma, yerleştirme
vazife: görevvird: devamlı yapılan zikir
vâris: mirasçızülcenaheyn: iki kanatlı, dünya ve âhireti de mamur olan
âlim: bilgili, ilim sahibişeriat: Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi
şâibesiz: lekesiz, kusursuz
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ek Bölümler - Sayfa 341

Evet, insanın gözüne gönlüne bam başka ufuklar açan bu tefekkür sebebiyle, sadece kalbinin murakebesiyle meşgul olan bir sâlik, kalbi ve bütün letâifiyle birlikte, zerrelerden kürelere kadar bütün kâinatı azamet ve ihtişamıyla seyir ve temaşa, murakabe ve müşahede ederek, Cenâb-ı Hakkın o âlemlerde bin bir şekilde tecellîetmekte olan Esmâ-i Hüsnâsını, sıfât-ı ulyâsını kemâl-i vecd ile görerek, artık sonsuz bir mâbedde olduğunu aynelyakîn, ilmelyakîn ve hakkalyakîn derecesinde hisseder. Çünkü, içine girdiği mabed öyle ulu bir mâbeddir ki, milyarlara sığmayan cemaatin hepsi aşk ve şevk, huşû ve istiğraklar içinde Hâlıkını zikrediyor. Yanık, tatlı ve güzel lisanları, şive, nâğme, ahenk ve besteleriyle bir ağızdanسُبْحَانَ اللهِ وَالْحَمْدُ للهِ وَلاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَاللهُ اَكْبَرُ
blank.gif
1 diyorlar.

Risale-i Nur’un açtığı iman ve irfan ve Kur’ân yolunu takip eden, işte böyle muazzam ve muhteşem bir mâbede girer. Ve herkes de iman ve irfanı, feyiz ve ihlâsı nisbetinde feyizyâb olur.

Edebî cephesi:

Eskiden beri, lâfız ve mânâ, üslûp ve muhteva bakımından, edipler ve şairler, mütefekkirler ve âlimler ikiye ayrılmışlardır. Bunlardan bazıları, sadece üslûp ve ifadeye, vezin ve kafiyeye kıymet vererek, mânâyı ifadeye feda etmişlerdir. Ve bu hal de kendini en çok şiirde gösterir.

Diğer zümre ise, en çok mânâ ve muhtevaya ehemmiyet vererek, özü söze kurban etmemişlerdir.

Artık Bediüzzaman gibi büyük bir mütefekkirin edebî cephesi, bu küçük mukaddeme ile kolayca anlaşılır sanırım. Zira Üstad o kıymetli ve bereketli ömrünü,




[NOT]Dipnot-1 Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Ve Allah’a hamdolsun. Allah’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Allah yüceler yücesidir.
[/NOT]


Bediüzzaman: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleriHâlık: her şeyi yaratan Allah
aynelyakîn: gözle görür derecesinde kesin bilgi edinmeazamet: büyüklük
bereket: Allah’tan gelen bolluk, nimetcemaat: topluluk, grup
cephe: yönedebî: edebiyata dair
edip: edebiyatçıehemmiyet: değer, önem
feyiz: bereket, bollukfeyizyâb: feyiz almak
hakkalyakîn: bizzat yaşamak suretiyle, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilmehuşû: korkuyla karışık sevgiden gelen edepli hâl
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyetihtişam: haşmetlilik, heybetlilik, görkem
ilmelyakîn: ilmî ve sağlam delillere dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak derecede kesin bilmeirfan: bilgi, anlayış
istiğrak: Allah aşkıyla kendinden geçmekafiye: kelime sonlarındaki kelime ve ses uygunluğu
kemâl-i vecd: tam bir aşk ve muhabbetkâinat: evren
letâif: lâtifeler; insanın mânevi yapısındaki ince duygularlisan: dil
lâfız: ifade, kelimemuazzam: azametli, çok büyük
muhteva: içerikmukaddeme: başlangıç
murakabe: bakma, gözetmemâbed: ibadet edilen yer
mânâ: anlammütefekkir: düşünen, tefekkür eden
müşahede: görme, gözlemnisbetinde: ölçüsünde
nâğme: güzel ses, ahenkseyir: yolculuk, gezinti
sâlik: yol alan, bir yol veya meslekte yürüyensıfât-ı ulyâ: yüce, yüksek sıfatlar
tecellî: yansıma, akistefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme
temaşa: gözlemvezin: ölçü
zira: çünküzümre: sınıf, topluluk
Üstad: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)âlem: dünya, evren
âlim: bilgili, ilim sahibiüslûp: ifade tarzı
şevk: çok arzu, şiddetli istekşi
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ek Bölümler - Sayfa 342

kulaklarda kalacak olan sözlerin tanzim ve tertibiyle değil, bilâkis kalblerde, ruhlarda, vicdan ve fikirlerde kudsî bir ideal halinde insanlıkla beraber yaşayacak olan din hissinin, iman şuurunun, ahlâk ve fazilet mefhumunun asırlara, nesilleretelkiniyle meşgul olan bir dâhidir. Artık bu kadar ulvî bir gayenin tahakkuku için candan ve cihandan geçen bir mücahid, pek tabiîdir ki, fâni şekillerle meşgul olamaz.

Bununla beraber, Üstad, zevk inceliği, gönül hassasiyeti, fikir derinliği ve hayal yüksekliği bakımından harikulâde denecek derecede edebî bir kudret ve melekeyi hâizdir. Ve bu sebeple, üslûp ve ifadesi, mevzua göre değişir. Meselâ, ilmî ve felsefî mevzularda mantıkî ve riyazî delillerle aklı ikna ederken, gayet veciz terkipler kullanır. Fakat gönlü mest edip ruhu yükselteceği anlarda ifade o kadar berraklaşır ki, tarif edilemez. Meselâ, semalardan, güneşlerden, yıldızlardan, mehtaplardan ve bilhassa bahar âleminden ve Cenâb-ı Hakkın o âlemlerde tecellî etmekte olan kudret ve azametini tasvir ederken üslûp o kadar lâtif bir şekil alır ki, artık her teşbih, en tatlı renklerle çerçevelenmiş bir levhayı andırır; ve her tasvir, harikalar harikası bir âlemi canlandırır.

İşte bu hikmete mebnîdir ki, bir Nur talebesi Risale-i Nur Külliyatını mütalâasıyla—üniversitenin herhangi bir fakültesine mensup da olsa—hissen, fikren, ruhen, vicdanen ve hayalen tam mânâsıyla tatmin edilmiş oluyor.

Nasıl tatmin edilmez ki, Risale-i Nur Külliyatı, Kur’ân-ı Kerîmin cihanşümul bahçesinden derilen bir gül demetidir. Binaenaleyh, onda, o mübarek ve İlâhî bahçenin nuru, havası, ziyası ve kokusu vardır.

Ruhun bu ihtiyacını söyler akan sular,
Kur’ân’a her zaman beşerin ihtiyacı var.

Ali Ulvi Kurucu


endOfSection.gif
endOfSection.gif

Ali Ulvi Kurucu: (bk. bilgiler)Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
azamet: büyüklükbeşer: insan
bilhassa: özelliklebilâkis: aksine, tersine
binaenaleyh: bundan dolayıcihan: dünya
cihanşümul: dünya çapındadâhi: son derece zeki, dehâ ve hikmet sahibi
edebî: edebiyata dairfazilet: değer ve üstünlük
felsefî: felsefeyle ilgilifâni: geçici, yok olucu
harikulâde: olağanüstühassasiyet: hassas olma, duyarlılık
hikmet: sebep, sır, gayehâiz: sahip
ilmî: ilme ait, bilimselkudret: güç ve iktidar
kudsî: kutsallevha: tablo
lâtif: ince, güzel, hoşmantıkî: mantıkla ilgili
mebnî: bina edilen, ondan dolayımefhum: anlam
mehtap: ay ışığımeleke: yetenek, beceri
mensup: bağlımest: kendinden geçmiş
mevzu: bahis, konumânâ: anlam
mübarek: bereketli, hayırlımücahid: cihad eden
mütalâa: dikkatle okuma, incelemeriyazî: matematikle ilgili
tabiî: doğal, normaltahakkuk: gerçekleşme
tanzim: düzenlemetasvir: anlatma; şekil ve suret verme
tecellî: belirme, görünmetelkin: bir fikri kabul ettirme, aşılama
terkip: birleştirme, sentez, inşatertib: düzenleme
teşbih: benzetmeulvî: yüce, büyük
veciz: kısa, özlü ve çarpıcı sözziya: ışık, parlaklık
Üstad: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)üslûp: ifade tarzı
İlâhî: Allah tarafından olanşuur: bilinç, anlayış
 
Üst