Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri

Huseyni

Müdavim


Ecnebî Filozofların Kur’ân’ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri


(Bu filozofların Kur’ân hakkındaki senalarının bir hülâsası küçük Tarihçe-i Hayat’ta ve Nur Çeşmesi Mecmuasında yazılmıştır.)

Prens Bismarck’ın Beyanatı

Sana muasır bir vücut olamadığımdan müteessirim,
ey Muhammed (a.s.m.)

Muhtelif devirlerde, beşeriyeti idare etmek için taraf-ı Lâhutîden geldiği iddia olunan bütün münzel semavî kitapları tam ve etrafıyla tetkik ettimse de, tahrif olundukları için, hiçbirisinde aradığım hikmet ve tam isabeti göremedim. Bu kanunlar değil bir cemiyet, bir hane halkının saadetini bile temin edecek mahiyetten pek uzaktır. Lâkin Muhammedîlerin (a.s.m.) Kur’ân’ı, bu kayıttan âzâdedir. Ben, Kur’ân’ı her cihetten tetkik ettim, her kelimesinde büyük hikmetler gördüm. Muhammedîlerin (a.s.m.) düşmanları, bu kitap Muhammed’in (a.s.m.) zâde-i tab’ı olduğunu iddia ediyorlarsa da, en mükemmel, hattâ en mütekâmil bir dimağdan böyle harikanın zuhurunu iddia etmek, hakikatlere göz kapayarak kin ve garaza âlet olmak mânâsını ifade eder ki, bu da ilim ve hikmetle kabil-i telif değildir. Ben şunu iddia ediyorum ki, Muhammed (a.s.m.) mümtaz bir kuvvettir. Destgâh-ı kudretin böyle ikinci bir vücudu imkân sahasına getirmesi ihtimalden uzaktır.

Sana muasır bir vücut olamadığımdan dolayı müteessirim, ey Muhammed (a.s.m.)! Muallimi ve nâşiri olduğun bu kitap, senin değildir; o Lâhutîdir. Bu kitabın Lahutî olduğunu inkâr etmek, mevzu ilimlerin butlanını ileri sürmek kadar




Muhammedîler: Müslümanlar; Muhammed Aleyhisselâma tabi olanlarNur Çeşmesi: Bediüzzaman’ın eserlerinden biri
Prens Bismarck: (bk. bilgiler – Bismarck)beyanat: açıklamalar, izahlar
beşeriyet: insanlıkbutlan: bâtıl, geçersiz, asılsız olma
cemiyet: toplum, toplulukcihet: taraf, yön
destgâh-ı Kudret: Allah’ın kudret eli, kudret tasarrufu dimağ: akıl, beyin
ecnebî: yabancıfilozof: felsefe ile uğraşan, felsefeci
garaz: kötü maksat ve istekhikmet: fayda, gaye; ilim, yüksek bilgi
hülâsa: öz, özetihtimal: olasılık
imkân: varlık âlemi, kâinat; bir şeyin var veya yok olabilme ihtimallerini içine alan daireinkâr etme: reddetme, kabul etmeme
kàbil-i telif: bağdaşabilir, uyuşması mümkün lâhutî: İlâhî; Allah tarafından olan
lâkin: ama, fakatmahiyet: temel nitelik, esas özellik
mecmua: belli konuların toplanmasından oluşan derleme eser, kitapmevzu ilimler: hali hazırda bulunan beşerî ilimler
muallim: öğretici, terbiye edicimuasır: çağdaş, aynı dönemde yaşayan
muhtelif: farklı, değişikmümtaz: seçkin, üstün
münzel: indirilmiş, indirilenmüteessir: üzgün, üzüntülü
mütekâmil: olgun, mükemmel nâşir: neşreden, yayan
saadet: mutluluksemâvî: vahiyle gelen, İlâhî
senâ: övme, medihtahrif olunma: değiştirilme, bozulma
taraf-ı Lâhutî: Allah tarafı, İlâhî taraftasdik: doğrulama, onaylama
temin etme: sağlama, güvence altına almatetkik: inceleme, araştırma
vücut olma: bulunma, var olmazuhur: ortaya çıkma
zâde-i tâb: bir kimsenin düşünce mahsûlü olarak kaleminden çıkan, doğanâzâde: hariç, serbest, hür
şehadet: şahidlik, tanıklık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri - Sayfa: 362


gülünçtür. Bunun için, beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra göremeyecektir. Ben, huzur-u mehabetinde kemal-i hürmetle eğilirim.
Prens Bismarck

endOfSection.gif
endOfSection.gif


En temiz ve en doğru din, Müslümanlıktır

Meşhur muharrir, müsteşrik, edebiyat-ı Arabiye mütehassısı ve Kur’ân-ı Kerimin mütercimi Doktor Maurice şöyle diyor:

Bizans Hıristiyanlarını, içine düştükleri bâtıl itikatlar girîvesinden, ancak Arabistan’ın Hıra Dağında yükselen ses kurtarabilmiştir. İlâhî kelimeyi en ulvî makama yükselten ses, bu ses idi. Fakat Rumlar bu sesi dinleyememişlerdi. Bu ses, insanlara en temiz ve en doğru dini tâlim ediyordu. O yüksek din ki, onun hakkında, Gundö Firey Hesin gibi muhakkik bir fâzıl, şu sözleri pek haklı olarak söylüyor: “Bu dinde mukaddes sular, şâyân-ı teberrük eşya, esnâm ve azizler, yahut a’mâl-i sâlihadan mücerred imanı müfit tanıyan akideler, yahut sekerat-ı mevt esnasında nedametin bir fayda vereceğini ifade eden sözler, yahut başkaları tarafından vuku bulacak dua ve niyazların günahkârları kurtaracağına dair ifadeleri yoktur. Çünkü bu gibi akideler, onları kabul edenleri alçaltmıştır.”

endOfSection.gif
endOfSection.gif


Arabistan: (bk. bilgiler)Bizans: (bk. bilgiler – Roma Medeniyeti)
Doktor Maurice: (bk. bilgiler)Gundö Firey Hesin: (bk. bilgiler)
Hıra Dağı: (bk. bilgiler)Hıristiyan: (bk. bilgiler – Hıristiyanlık)
Prens Bısmarck: (bk. bilgiler – Bismarck)Rum: (bk. bilgiler – Roma Medeniyeti)
akide: inançaziz: değerli, izzetli, saygın; Hıristiyan din adamı, rahip
a’mâl-i saliha: dinin emir ve yasaklarına uygun iyi iş ve davranışlarbâtıl: gerçek dışı, boş
edebiyat-ı Arabiye: Arap Edebiyatı esnâm: putlar, tapılan heykeller
fâzıl: faziletli, üstün, değerligirîve: çıkmaz yol, sokak
huzur-u mehâbetinde: büyüklük ve ihtişamının karşısındaitikat: inanç
kemal-i hürmet: tam bir saygı, hürmetkudret: güç ve iktidar
muhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen kimsemuharrir: yazar, gazete yazarı
mukaddes: her türlü çirkinlik ve eksiklikten yüce, kutsalmücerred: soyutlanmış
müfid: faydalı, yararlımümtaz: seçkin, üstün
müsteşrik: Oryantalist; Avrupalı olduğu halde, Doğu milletlerinin tarih, dil, din ve edebiyatıyla ilgili araştırma yapan kimse mütehassıs: ihtisas sahibi, uzman
mütercim: tercüman; bir dilden bir dile çeviri yapan nedamet: pişmanlık
niyaz: dua, yakarış sekerat-ı mevt: ölüm sarhoşluğu, can çekişme anı
talim etme: öğretmeulvî: yüce, yüksek
vuku: gerçekleşme, meydana gelmeİlâhî: Allah tarafından olan
şâyân-ı teberrük: bereketli ve mübarek olmaya lâyık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri - Sayfa: 363


Zamanlar geçtikçe, Kur’ân’ın ulvî sırları inkişaf ediyor

Doktor Maurice, Le Parler Française Roman ünvanlı gazetede, Kur’ân’ın Fransızca mütercimlerinden Selman Runah’ın tenkidatına verdiği cevapta diyor ki:

Kur’ân nedir? Her tenkidin fevkinde bir fesahat ve belâgat mucizesidir. Kur’ân’ın, 350 milyon Müslümanın göğsünü haklı bir gururla kabartan meziyeti, onun, her mânâyı hüsn-ü ifade etmesi itibarıyla, münzel kitapların en mükemmeli ve ezelî olmasıdır. Hayır, daha ileri gidebiliriz:

Kur’ân, kudret-i ezeliyenin, inayetle insana bahşettiği kütüb-ü semaviyenin en güzelidir. Beşeriyetin refahı nokta-i nazarından Kur’ân’ın beyanatı, Yunan felsefesinin ifâdâtından pek ziyade ulvîdir. Kur’ân, arz ve semanın Hâlıkına hamd ve şükranla doludur. Kur’ân’ın her kelimesi, herşeyi yaratan ve herşeyi hâiz olduğu kabiliyete göre sevk ve irşad eden Zât-ı Kibriyanın azametinde mündemiçtir.


Edebiyatla alâkadar olanlar için, Kur’ân, bir kitab-ı edebdir. Lisan mütehassısları için Kur’ân, bir elfaz hazinesidir. Şâirler için Kur’ân, bir âhenk menbaıdır. Bundan başka bu kitap, ahkâm ve fıkıh namına bir muhit-i maariftir.

Davud’un (a.s.) zamanından, Jan Talmus’un devrine kadar gönderilen kitapların hiçbiri, Kur’ân-ı Kerimin âyetleriyle muvaffakiyetli bir şekilde rekabet edememiştir.

Bundan dolayıdır ki, Müslümanların yüksek sınıfları, hayatın hakikatini kavramak nokta-i nazarından ne kadar tenevvür ederlerse, o derece Kur’ân ile alâkadar oluyorlar ve ona o kadar tazim ve hürmet gösteriyorlar.



Davud (a.s.): (bk. bilgiler)Doktor Maurice: (bk. bilgiler)
Hâlık: her şeyi yaratan AllahZât-ı Kibriyâ: sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan Allah
ahkâm: hükümler, esaslaralâkadar: alâkalı, ilgili
arz: yeryüzü, dünyaazamet: büyüklük
belâğat: düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söz söylemebeyanat: açıklamalar, izahlar
beşeriyet: insanlıkelfaz: lâfızlar, sözler
ezelî: başlangıcı olmayan sonsuzfesahat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması
fevkinde: üstündefıkıh: İslâm hukuku
haiz: sahip olmahakikat: gerçek, doğru
hamd: şükür, övgühürmet: saygı
hüsn-ü ifâde: güzel anlatım, maksadını güzelce dile getirme ifâdât: ifadeler
inayet: ihsan, lütuf, yardıminkişaf: açığa çıkma
irşad: doğru yol göstermekitab-ı edeb: edebiyat kitabı
kudret-i ezeliye: Allah’ın ezelden beri var olan sınırsız güç ve kudretikütüb-ü semâviye: vahye dayanan kutsal kitaplar; Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı Kerîm
lisan: dilmenba: kaynak
meziyet: üstün özellikmuhit-i maarif: ilim okyanusu, bilgi denizi, ilim ansiklopedisi
muvaffakiyet: başarımu’cize: benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey
mündemiç: yerleştirilmiş, konulmuşmünzel: indirilmiş, indirilen
mütehassıs: ihtisas sahibi, uzmanmütercim: tercüme eden, bir dilden bir diğerine çeviren
namına: adınanokta-i nazar: bakış noktası, açısı
refah: huzur, rahatlıksemâ: gökyüzü
sevk etme: yönlendirme, göndermetazim: hürmet, saygı gösterme
tenevvür: nurlanma, aydınlanmatenkid: eleştiri
tenkidat: tenkitler, eleştirilerulvî: yüce, yüksek
ziyade: çokâhenk: uygunluk
şükran: minnettarlık, teşekkür

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri - Sayfa: 364


Müslümanların Kur’ân’a hürmetleri daima tezayüd etmektedir. İslâm muharrirleri, Kur’ân âyetlerini iktibasla yazılarını süslerler ve o yazılar o âyetlerden mülhem olurlar. Müslümanlar, tahsil ve terbiye itibarıyla yükseldikçe, fikirlerini o nisbette Kur’ân’a istinad ettiriyorlar. Müslümanlar, kitaplarına âşıktırlar ve onu, kalblerinin bütün samimiyetiyle mukaddes tanırlar. Halbuki, kütüb-ü İlâhiyeye nâil olan diğer milletler, ne kitaplarına ehemmiyet verirler ve ne de onlara hürmet gösterirler.

Müslümanların Kur’ân’a hürmetlerinin sebebi, bu kitap pâyidar oldukça, başka bir dinî rehbere arz-ı ihtiyaç etmeyeceklerini anlamalarıdır. Filhakika, Kur’ân’ın fesahat, belâgat ve nezahet itibarıyla mümtaziyeti, Müslümanları başka belâgat aramaktan vareste kılmaktadır. Edebî dehâların ve yüksek şâirlerin Kur’ân huzurunda eğildikleri bir vâkıadır. Kur’ân’ın hergün daha fazla tecellî etmekte olan güzellikleri, hergün daha fazla anlaşılan, fakat bitmeyen esrarı, şiir ve nesirde üstad olan Müslümanları, üslûbunun nezahet ve ulviyeti huzurunda diz çökmeye mecbur etmektedir. Müslümanlar, Kur’ân’ı tâ rûz-u haşre kadar pâyidar kalacak kıymet biçilmez bir hazine addeylerler ve onunla pek haklı olarak iftihar ederler. Müslümanlar, Kur’ân’ı, en fasih sözlerle, en rakik mânâlarla coşan bir nehre benzetirler.


Şayet Monsieur Renaud İslâm âlemiyle temas etmek fırsatını elde edecek olursa, münevver ve terbiyeli Müslümanların, Kur’ân’a karşı en yüksek hürmeti perverde ettiklerini ve onun evamir-i ahlâkiyesine fevkalâde riayetkâr olduklarını ve bunun haricine çıkmamaya gayret ettiklerini görürdü.

Yeni nesiller ve asrî mekteplerin mezunları da, Kur’ân’a ve Müslümanlığa karşı müstehziyane bir cümlenin sarfına tahammül etmemektedirler. Çünkü Kur’ân, iki sıfatla bu ehliyeti hâizdir.

Bunların birincisi: Bugün ellerde tedavül eden Kur’ân’ın Hazret-i Muhammed’e (a.s.m.)



addetmek: saymak, kabul etmekarz-ı ihtiyaç etme: muhtaç olma, ihtiyacını bildirme
asrî: zamanla ilgili, o döneme ait, modern, yeni tarzbelâğat: düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söz söyleme
daima: süreklidehâ: olağanüstü zekâ ve akıl sahibi kimse
edebî: edebiyatla ilgili ehemmiyet: değer, önem
esrar: sırlar, gizemlerevamir-i ahlâkiye: ahlâkla ilgili emirler
fasih: güzel, açık ve düzgünfesahat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması
fevkalâde: olağanüstü, çok güzel filhakika: gerçekten, doğrusu
hâiz: sahiphürmet: saygı
iftihar: övünmeiktibas: alıntı
istinad ettirme: dayandırmakütüb-ü İlâhiye: İlâhî kitaplar, Allah tarafından gönderilen semavî kitaplar; Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı Kerîm
mektep: okulmuharrir: yazar, gazete yazarı
mukaddes: kutsal, yücemülhem: ilham olunmuş, ilham almış
mümtâziyet: mümtazlık, seçkinlik, üstünlük münevver: aydın, bilgin
müstehziyâne: alay edercesinenesir: düz yazı
nezahet: nezihlik, temizlik, mukaddes olmanisbet: kıyas, oran
nâil: erişenperverde etmek: beslemek
pâyidâr olma: devamlı, sürekli olmarakik: ince, derin
riayetkâr: riâyet eden, gözeten, emir dinleyen rûz-u haşr: insanların öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanacağı gün
tahammül: dayanma, katlanmatahsil: ilim öğrenme, öğrenim
tecellî: açığa çıkma, belirme, görünmetedâvül: elden ele gezmek, dolaşmak
tezâyüd etme: artmaulviyet: yücelik, yükseklik
vâkıa: gerçek, realite vâreste kılma: uzak kılma, kurtarma
âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesiüslûp: ifade ve söyleşi tarzı
üstad: hoca, öğretmen

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri - Sayfa: 365


vahyolunan kitabın aynı olmasıdır. Halbuki, İncil ile Tevrat hakkında birçok şüpheler ileri sürülmektedir.

İkincisi: Müslümanlar, Kur’ân’ı, Arapçanın en kuvvetli muhafızı ve esasat-ı diniyenin amelî bir mahiyet almasının en kuvvetli menbaı telâkki ederler.


Binaenaleyh, Monsieur Renaud eserini tashih edecek olursa, bu tercümesiyle, insanları tenvir hususunda insanlığa büyük bir muavenette bulunur ve bâtıl itikadların hudutlarını tarümar etmeye hâdim olur.
Doktor Maurice

endOfSection.gif
endOfSection.gif


[Nur Çeşmesi’nde ve Risale-i Nur’da yazılan bu nevi filozoflardan kırk altıncısıdır.]

Zat-ı Kibriya hakkındaki âyetlerin ulviyeti ve
Kur’ân’ın kudsî nezaheti

Mister John Davenport, “Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ve Kur’ân-ı Kerim” ünvanlı eserinde Kur’ân-ı Kerimden bahsederken şu sözleri söylüyor:

Kur’ân’ın sayısız hususiyetleri içinde bilhassa ikisi fevkalâde mühimdir.

1. Zât-ı Kibriyayı ifade eden âyâtın âhengindeki ulviyettir. Kur’ân-ı Kerim, beşerî zaaflardan herhangi birisini Zat-ı Kibriya’ya isnaddan münezzehtir.


2. Kur’ân, başından sonuna kadar, gayr-ı beliğ, gayr-ı ahlâkî, yahut terbiyeye muhalif fikirlerden, cümlelerden ve hikâyelerden tamamen münezzehtir.

Halbuki bütün bu nakîsalar, Hıristiyanların ellerindeki muharref Kitab-ı Mukaddeste mebzuliyetle vardır.
John Davenport

endOfSection.gif
endOfSection.gif



Arapça: Arap dili Doktor Maurice: (bk. bilgiler)
Hıristiyan: (bk. bilgiler – Hıristiyanlık)Kitab-ı Mukaddes: Mukaddes Kitap; Tevrat, Zebur ve İncil
Nur Çeşmesi: Bediüzzaman’ın eserlerinden biriTevrat: (bk. bilgiler)
Zât-ı Kibriyâ: sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan Allahamelî: uygulama ile ilgili, tatbikata dair, davranışla ilgili
beşerî: insanla ilgili, insana aitbilhassa: özellikle
binaenaleyh: bundan dolayıbâtıl itikad: gerçek dışı, boş inanç
esasat-ı diniye: dinin esasları, temellerifevkalâde: olağanüstü
filozof: felsefe ile uğraşan, felsefeci gayr-i beliğ: belağatlı olmayan, güzel ve yerinde söylenmeyen söz
gayr-ı ahlâkî: ahlâk dışı, ahlâka uygun olmayanhudut: sınır
hususiyet: özellikhâdim: hizmetçi, hizmet eden
isnad: dayandırmakudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak
mahiyet: asıl nitelik, esas, özellikmebzuliyetle: bolca, çoklukla
menba: kaynakmuavenet: yardım, yardımlaşma
muhafız: koruyucu, bekçimuhalif: aykırı, zıt
muharref: aslı tahrif edilmiş, bozulmuşmünezzeh: arınmış, kusur ve eksiklikten yüce
nakîsa: kusur, noksan, eksiklik nevi: çeşit, tür
nezâhet: nezihlik, temizliktarümar: darmadağınık etme, parçalama
tashih: düzeltmetelâkki: anlama, kabul etme
tenvir: nurlandırma, aydınlatma, parlatmatercüme: bir sözü bir dilden başka bir dile çevirme
ulviyet: yücelik, yükseklikzaaf: zayıflık, güçsüzlük
âhenk: uygunlukâyât: âyetler, deliler, Kur’ân’ın cümleleri
İncil: (bk. bilgiler)

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri - Sayfa: 366


Kur’ân, serapa samimiyet ve hakkaniyetle doludur

Carlyle şöyle diyor:


Kur’ân’ı bir kere dikkatle okursanız, onun hususiyetlerini izhara başladığını görürsünüz. Kur’ân’ın güzelliği, diğer bütün edebî eserlerin güzelliklerinden kabil-i temyizdir. Kur’ân’ın başlıca hususiyetlerinden biri, onun asliyetidir.

Benim fikir ve kanaatime göre, Kur’ân, serapa samimiyet ve hakkaniyetle doludur. Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) cihana tebliğ ettiği davet, hak ve hakikattır.

Carlyle

endOfSection.gif
endOfSection.gif


Müslümanlık, tecessüd ve teslis akîdesini reddeder


İngiltere’nin en meşhur ve en büyük müverrihlerinden Edward Gibbon Roma İmparatorluğunun İnhitat ve Sukutu adlı eserinde şöyle diyor:


Ganj Nehri ile, Bahr-i Muhit-i Atlasî (Atlas Okyanusu) arasındaki memleketler, Kur’ân’ı, bir kanun-u esasî ve teşriî hayatın ruhu olarak tanımışlardır. Kur’ân’ın nazarında, satvetli bir hükümdarla, zavallı bir fakir arasında fark yoktur. Kur’ân, bu gibi esaslar üzerinde öyle bir teşrî vücuda getirmiştir ki, dünyada bir nazîri yoktur.

Müslümanlığın esasatı, teslisiyet ve Allah’ın tecessüdiyetini ve vahdet-i vücut akidesini reddetmektedir. Bu mutasavvifâne akideler üç kuvvetli ulûhiyetin mevcudiyetini ve Mesih’in, Allah’ın oğlu—hâşâ!—olduğunu öğretmektedir. Fakat bu akideler, ancak mutaassıp Hıristiyanları tatmin edebilir. Halbuki Kur’ân, bu gibi karışıklıklardan, iphamlardan âzâdedir.


Kur’ân, Allah’ın birliğine en kuvvetli delildir. Feylesofane bir dimağa mâlik olan bir muvahhid, İslâmiyetin nokta-i nazarını kabul etmekte hiç tereddüt etmez. Müslümanlık, belki bugünkü inkişaf-ı fikrimizin seviyesinden daha yüksek bir dindir.
Edward Gibbon



Bahr-i Muhit-i Atlasî: Atlas OkyanusuCarlyle: (bk. bilgiler)
Edward Gibbon: (bk. bilgiler)Ganj Nehri: (bk. bilgiler)
Hıristiyan: (bk. bilgiler)Mesih: (bk. bilgiler)
Roma İmparatorluğunun İnhitat ve Sukutu: Roma İmparatorluğunun gerilemesi ve düşüşüakide: inanç
cihan: dünyadimağ: akıl, beyin
edebî: edebiyatla ilgili esasat: esaslar, prensipler
filozofane: filozof gibi, felsefeci gibihakkaniyet: hak oluş, doğruluk, gerçekçilik
hususiyet: hususîlik, özellikhâşâ: asla öyle değil
inkişaf-ı fikr: fikrin, düşüncenin gelişmesi, ilerlemesiipham: kapalılık, anlaşılmazlık
izhar: gösterme, açığa çıkarmakabil-i temyiz: ayırt edilebilir
kanaat: görüş, fikirkanun-u esâsî: anayasa, temel kanun
mevcudiyet: var olma halimutaassıp: tutucu
mutasavvıfâne: mutasavvıflar gibi, Hıristiyan mistikleri (tasavvuf ehli) gibi muvahhid: Cenâb-ı Allah’ın varlığına ve birliğine inanan, tevhid inancına sahip kimse
mâlik: sahipmüverrih: tarihçi
nazarında: gözünde, bakışındanazîr: benzer, eş
nokta-i nazar: bakış noktası, açısısatvet: güç, ezici kuvvet
serapa: baştan aşağı, baştan sonatebliğ: bildirme, ulaştırma
tecessüd: cisimleşme; batıl dinlerde, Allah’ın herhangi bir maddi varlık şekline bürünmesi, yaratıklarından birinin bedenine girmesi şeklinde inanılan batıl bir Allah inancıtecessüdiyet: cisimleşmiş olma
teslis akîdesi: üçleme; Hıristiyanların Allah’ın baba, oğul ve mukaddes ruh olmak üzere üç varlıktan mürekkep olduğuna inanmaları teşriî: yasamaya dair, kanunla ilgili, şeriata dair
teşrî: şerîat, yasaulûhiyet: ilâhlık, tanrılık
vahdet-i vücut: “Allah’ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre bir gölge gibidir ve ‘varlık’ adını almaya lâyık değiller” tarzında, Allah’tan başka varlıkları âdeta inkar eden bir tasavvufî görüşâzâde: uzak, beri
İngiltere: (bk. bilgiler)

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri - Sayfa: 367


Hâlıkın hukukuyla mahlûkatın hukukunu en mükemmel surette ancak Müslümanlık tarif etmiştir

Kur’ân’ın telkin ve Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) tebliğ ettiği esâsâttan mükemmel bir ahlâk mecellesi vücut bulur. Esasat-ı Kur’âniyenin muhtelif memleketlerde insanlığa ettiği iyiliği ve ettikten sonra da Allah’a takarrub etmek isteyen insanları Cenab-ı Hakka raptettiğini inkâr etmek mümkün değildir.


Hâlıkın hukuku ile mahlûkun hukuku, ancak Müslümanlık tarafından mükemmel bir surette tarif olunmuştur. Bunu yalnız Müslümanlar değil, Hıristiyanlar da, Mûseviler de itiraf ediyorlar.
Marmaduke Pickthall

endOfSection.gif
endOfSection.gif


Kur’ân ile kavanin-i tabiiye arasında tam bir âhenk vardır


Yeni keşfiyatın veyahut ilim ve irfanın yardımıyla hallolunan, yahut halline uğraşılan mesail arasında bir mesele yoktur ki İslâmiyetin esasâtıyla taarruz etsin. Bizim, Hıristiyanlığı, kavanin-i tabiiye ile telif için sarf ettiğimiz mesaiye mukabil, Kur’ân-ı Kerim ve Kur’ân’ın tâlimiyle kavanin-i tabiiye arasında tam bir âhenk görülmektedir. Kur’ân, her hürmete şâyân olan eserdir.

Levazaune

endOfSection.gif
endOfSection.gif


Kur’ân, bütün iyilik ve fazilet esaslarını muhtevîdir; insanı, her türlü dalâletlerden korur


Kur’ân, insanlara hukukullahı tanıtmış, mahlûkatın Hâlıktan ne bekleyeceğini, mahlûkatın Hâlıkla münâsebâtını en sarih şekilde öğretmiştir. Kur’ân, ahlâk ve felsefenin bütün esasatını câmidir. Fazilet ve rezilet, hayır ve şer, eşyanın mahiyet-i





Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Hâlıkın hukuku: hukukullah, Yaratıcının hukukuHıristiyan: (bk. bilgiler – Hıristiyanlık)
Hıristiyanlık: (bk. bilgiler)Marmaduke Pickthall: (bk. bilgiler)
Mûsevi: [bk. bilgiler – Musa (a.s.)]câmi: toplayan, içine alan
dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlıkesasat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın esasları, temel kuralları
esâsât: esaslar, temel prensipler fazilet: değer, erdem, üstünlük
hukukullah: Allah’a ait haklar, kamu hakları; belirlenmesinde mükellefin müdahele, irade ve tercihinin söz konusu olmadığı, ibadet ve ceza gibi yalnız şahısla ilgili olmayan toplumun yararının gözetildiği haklar; namaz, oruç, zekât, içki, zina kumar gibi emir ve yasaklara uymahürmet: saygı
kavanin-i tabiiye: Allah’ın kâinata koyduğu tabiat kanunları, kâinattaki kanunlarkeşfiyat: keşifler, buluşlar, icatlar
mahlukât: yaratıklar, yaratılanlarmahlûkatın hukuku: hukuk-u ibâd; kul hakları; kişisel haklar
mecelle: kitap, dergi mesai: çalışma, gayret, çaba
mesâil: meseleler, problemlermuhtelif: çeşitli, farklı
muhtevî: ihtiva eden, içine alan mukabil: karşılık
münasebât: münasebetler, ilişkilerraptetmek: bağlamak
rezilet: alçaklık, rezilliksarf etme: harcama
sarih: açık, netsuret: biçim, şekil
taarruz etme: çatışma, çelişmetakarrub: yaklaşma
talim: öğretmetebliğ: bildirme, ulaştırma
telif: iki şeyin arasını bulma, bağdaştırma, uyumlu hale getirmetelkin: fikrini kabul ettirme, aşılama
vücut bulma: meydana gelme, oluşmaâhenk: uygunluk
şer: kötü, çirkinşâyân: lâyık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri - Sayfa: 368


hakikiyesi, hülâsa her mevzu Kur’ân’da ifade olunmuştur. Hikmet ve felsefenin esası olan adalet ve müsavatı öğreten ve başkalarına iyilik etmeyi, faziletkâr olmayı talim eden esaslar, bunların hepsi Kur’ân’da vardır. Kur’ân, insanı iktisat ve itidale sevk eder, dalâletten korur, ahlâkî zaafların karanlığından çıkarır, teâli-i ahlâk nuruna ulaştırır, insanın kusurlarını, hatalarını i’tilâ ve kemâle kalb eyler.
Müsteşrik Sedio

endOfSection.gif
endOfSection.gif


Kur’ân, öyle bir Peygamber sesidir ki, onu bütün dünya dinleyebilir. Bu sesin aksi, saraylarda, çöllerde, şehirlerde, devletlerde çınlar.


Kur’ân şiir midir? Değildir. Fakat onun şiir olup olmadığını tefrik etmek müşkildir. Kur’ân, şiirden daha yüksek birşeydir. Maamafih, Kur’ân ne tarihtir, ne tercüme-i haldir, ne de İsa’nın (a.s.) dağda irad ettiği mev’ize gibi bir mecmua-i eş’ardır. Hattâ Kur’ân, ne Buda’nın telkinatı gibi bir mâba’d e’t-tabiiye, yahut mantık kitabı, ne de Eflâtun’un herkese irad ettiği nasihatler gibidir.


Bu, bir Peygamberin sesidir. Öyle bir ses ki, Onu, bütün dünya dinleyebilir. Bu sesin aksi, saraylarda, çöllerde, şehirlerde, devletlerde çınlar. Bu sesin tebliğ ettiği din, evvelâ nâşirlerini bulmuş, sonra teceddütperver ve îmar edici bir kuvvet şeklinde tecellî etmiştir. Bu sâyededir ki, Yunanistan ile Asya’nın birleşen ışığı, Avrupa’nın zulümat-âbad olan karanlıklarını yarmış ve bu hâdise, Hıristiyanlığın en karanlık devirlerini yaşadığı zaman vuku bulmuştur.
Dr. Johnson

endOfSection.gif
endOfSection.gif



Asya: (bk. bilgiler)Avrupa: (bk. bilgiler)
Buda: (bk. bilgiler)Dr. Johnson: (bk. bilgiler)
Eflâtun: (bk. bilgiler)Hıristiyanlık: (bk. bilgiler)
Yunanistan: (bk. bilgiler)Zulümat-âbad: karanlıklarla dolu
ahlâkî: ahlâkla ilgili, ahlâka uygunaks: yansıma
dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlıkfaziletkâr: erdemli, faziletli, üstün niteliklere sahip
hikmet: felsefe, fen ilimleri, yüksek bilgihülâsa: öz, özet
iktisat: tutumlulukimar: tamir etme, yapıcı olma
irad etme: sunma, söylemeitidal: mutedil olmak, her konuda orta yolu tutmak ve aşırılıklardan kaçınmak
i’tilâ: hata ve kusurlardan arınarak yükselme, yücelmekemâle kalb eyleme: olgunluğa, mükemmele dönüştürme, faziletli yapma
maamâfih: bununla beraber, böyle iken mahiyet-i hakikiye: gerçek mahiyet, nitelik
mecmua-i eş’ar: şiirler mecmuası, kitabımevzu: konu, bahis
mev’ıze: vaaz, öğüt, nasihat mâba’d e’t-tabiiye: tabiat ötesi, metafizik
müsteşrik: Oryantalist; Avrupalı olduğu halde, Doğu milletlerinin tarih, dil, din ve edebiyatıyla ilgili araştırma yapan kimse müsâvat: eşitlik, denklik
müşkil: zor, güçnasihat: öğüt
nâşir: neşreden, yayantalim: eğitim
tebliğ: bildirme, ulaştırmateceddütperver: yenilikçi, yeniliği seven
tecellî: ortaya çıkma, belirme, görünmetefrik: ayırma
telkinât: telkinler, zihne yerleştirmeler, fikir aşılamalar tercüme-i hal: biyografi, hayat tarihi
teâli-i ahlâk: ahlâk yüceliği, yüksek ahlâkvuku bulma: meydana gelme
zaaf: zayıflık, güçsüzlükİsa: [bk. bilgiler – İsa (a.s.)]

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri - Sayfa: 369


Kur’ân’ın cihanşümul hakikati: Kur’ân, Allah’ın birliğine inanmak hakikat-i kübrâsını ilân eder

İngilizce-Arapça, Arapça-İngilizce lügatlerin muharriri Doktor City Youngest Kur’ân hakkında şu sözleri söylüyor:


Kur’ân, insanların yed-i istifadesine geçen eserlerin en büyüklerinden biridir. Kur’ân’da, büyük bir insanın hayal ve seciyesi, en vâzıh şekilde görülmektedir.


Carlyle “Kur’ân’ın ulviyeti, onun cihan-şümul hakikatindedir” dediği zaman, şüphesiz, doğru söylemişti.

Muhammed’in (a.s.m.) doğruluğu, faaliyeti, hakikatı taharride samimiyeti, sarsılmayan azmi, imanı, kendisini dinlemek istemeyenlere ezelî hakikati dinletmek yolundaki sebatı, bana kalırsa, onun, o cesur ve azimkâr Peygamberin hâtem-i risalet olduğunun en kat’î ve en emîn delilleridir.


Kur’ân, akaid ve ahlâkın, insanlara hidayet ve hayatta muvaffakiyet temin eden esasatın mükemmel mecellesidir. Bütün bu esasatın üssü’l-esası, âlemin bütün mukadderatını yed-i kudretinde tutan Zât-ı Kibriyaya imandır.

Allah’ın birliğine iman etmek hakikat-i kübrâsını ilân ediyorken, Kur’ân, lisan-ı belâgatin en yükseğine ve nezahetin şâhikasına varır. Kur’ân, Allah’ın iradesine itaati, Allah’a isyanın neticelerini izah ederken, insanların muhayyilesini elektrikleyen en seyyal lisanı kullanır. Resul-i Kibriyaya tesellî vermek ve onu teşvik etmek, yahut halkı sair Peygamberlerin ahvâliyle, milletlerinin âkıbetiyle korkutmak icap ettiği zaman, Kur’ân’ın lisanı, en kat’î ciddiyeti almaktadır.

Mâdem ki Kur’ân’ın birbirine düşman kabileleri, yekdiğeriyle mücadele eden unsurları derli toplu bir millet haline getirdiğini, onları eski fikirlerinden daha ileri bir seviyeye yükselttiğini görüyoruz; o halde, belâgat-i Kur’âniyenin mükemmeliyetine hükmetmeliyiz. Çünkü, Kur’ân’ın bu belâgati, vahşî kabileleri medenî bir millet haline getirmiş, dünyanın eski tarihine yeni bir kuvvet ilâve etmiştir. Zaman ve mekân itibarıyla birbirinden çok uzak oldukları gibi, fikrî inkişaf



Carlyle: (bk. bilgiler)Resul-i Kibriya: büyüklük ve yücelik sahibi olan peygamber
Zât-ı Kibriyâ: sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan Allahahvâl: haller, durumlar
akaid: inanç akıbet: netice, son
azim: kararlılık, gayret azimkâr: gayretli, kararlı
belâğat: düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söz söylemebelâğat-i Kur’âniye: Kur’ân’ın belâgati
cihanşümul: bütün âlemi kapsayan, evrenselemîn: güvenilir; güvenli
esasat: esaslar, prensiplerezelî: başlangıcı olmayan sonsuzluk
faaliyet: çalışmahakikat-i kübrâ: büyük gerçekler
hidayet: doğru ve hak yol, İslâmiyethâtem-i risalet: peygamberlik zincirinin sonu, mührü
itaat: emre uyma, boyun eğmeizah: açıklama
kabile: topluluk kat’î: kesin bir şekilde
lisan: dillisân-ı belâgat: düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söz söyleme dili, üslûbu
lûgat: sözlükmecelle: dergi, kitap
muharrir: yazarmuhayyile: hayal gücü, hayal duygusu
mukadderat: Allah tarafından takdir olunmuş ileride meydana gelecek haller ve olaylarmuvaffakiyet: başarı
mükemmeliyet: tam olma; eksiksizlik nezahet: nezihlik, temizlik
sair: diğer, başkasebat: kararlı olma
seciye: huy, karakterseyyal: akıcı
taharri: araştırma, incelemeulviyet: yücelik, yükseklik
unsur: soy, kök, ırkvâzıh: açık, âşikar
yed-i istifade: istifade eli, faydalanma eli yed-i kudret: Allah’ın kudret eli
yekdiğer: birbirine, herbiri diğerineüssü’l-esas: temel esas, temelin temeli
şâhika: zirve, doruk

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri - Sayfa: 370


itibarıyla da birbirinden çok farklı insanlara harikulâde bir hassasiyet ilham eden ve muhalefeti hayrete ve istihsana kalb eden Kur’ân, en şâyan-ı hayret eser tanınmaya lâyıktır. Kur’ân, beşerin mukadderatıyla meşgul âlimler için tetebbua şayan en faydalı mevzu sayılır.
Doktor City Youngest

endOfSection.gif
endOfSection.gif


Kur’ân’ın lisanı, nezahet ve belâgat itibarıyla nazirsizdir. Kur’ân, bizatihî muhteşem bir mucizedir.


Kur’ân’ın mutaassıp münekkidi ve mütercimi Corselle diyor ki:


Kur’ân Arapçanın en mükemmel ve pek mevsuk bir eseridir. Müslümanların itikadı veçhile bir insan kalemi, bu i’câzkâr eseri vücuda getiremez. Kur’ân, bizatihî daimî bir mucizedir; hem öyle bir mucize ki, ölüleri diriltmekten daha yüksektir. Bu mukaddes kitabın ta kendisi, menşeinin semavî olduğunu ispata kâfidir. Muhammed (a.s.m.), bu mucizeye istinaden, bir peygamber olarak tanınmasını istemiştir. Arabistan’ın çıplak ve kısır çöllerini aydınlatan, şair ve hatiplere meydan okuyan Kur’ân, bir âyetine bir nazire istemiş; hiçbir kimse bu tahaddîye karşı gelememişti. Burada yalnız bir misal irad ederek, bütün büyük adamların Kur’ân’ın belâgatine baş eğdiklerini göstermek isterim.


Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) zamanında, Arabistan şâirlerinin şehriyarı, şair Lebid idi. Lebid, muallâkattan birinin nâzımıdır. O zaman putperest olan Lebid, Kur’ân’ın belâgati karşısında lâl kalmış, bu belâgati en güzel sözlerle ifade etmişti. Kur’ân’ın belâgati karşısında hayran kalan Lebid, Müslümanlığı kabul etmiş, Kur’ân’ın ancak bir Peygamber lisanından duyulacağını söylemiştir.

Kur’ân’ın lisanı, beliğ ve harikulâde seyyaldir. Cenab-ı Hakkın şan ve celâletini,




Arabistan: (bk. bilgiler)Arapça: Arap dili
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce AllahLebid: (bk. bilgiler)
beliğ: belâgatlibelâğat: düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söz söyleme
beşer: insanlıkbizâtihî: bizzat, kendi başına, başlı başına
daimî: sürekliharikulâde: olağanüstü, hayranlık verici
hassâsiyet: duyarlılık, hassaslık hatip: güzel konuşmacı
ilham: Allah tarafından kalbe atılan mânâinkişaf: gelişme
irad etme: getirmeistihsan: güzel bulma
istinaden: dayanarakitikad: inanç
i’cazkâr: mu’cizeli, benzerini yapmakta başkalarını âciz ve hayrette bırakankalb etme: dönüştürme, çevirme
kâfi: yeterlilisan: dil
lâl: sakin, sessiz, dilsizlâyık: uygun
menşe: kaynakmevsuk: sağlam, güvenilir, itimat edilir
mevzu: konu, bahismisal: örnek, benzer
muallâkat: Câhiliye döneminde meşhur Arap şâirlerinin Kâbe'nin duvarına asılan meşhur şiirlerimuhalefet: karşıt olma, aykırılık
mukadderat: Allah tarafından takdir olunmuş ileride meydana gelecek haller ve olaylarmukaddes: her türlü çirkinlikten ve eksiklikten arınmış, kutsal
mutaassıp: tutucumu’cize: insanların bir benzerini yapma noktasında âciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygambere verilen olağanüstü şey
mükemmel: noksansız, kusursuzmünekkit: tenkitçi, eleştirmen
mütercim: tercüman; bir dilden bir diğerine çeviren nazire: benzer, örnek
nezahet: nezihlik, temizliknâzım: şiir yazan, şâir
semâvî: gökten gelenseyyal: akıcı
tahaddî: meydan okumatetebbu: araştırıp incelemek, derinliğine inceleyip tanımak
veçhile: şekilde, bakımdanŞehriyar: hükümdar, kral
şayan: lâyık, yaraşırşâyân-ı hayret: hayrete değer, hayret verici

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri - Sayfa: 371


azamet sıfatlarını ifade eden âyetlerin ekserîsi, müstesna bir güzelliği hâizdir. Kur’ân’ı bîtarafane tercümeye gayret ettimse de, kàrilerim, Kur’ân’ın metnini sadakatkârâne bir ifadeye muvaffak olamadığımı göreceklerdir. Bu kusuruma rağmen, kàriler tercümemde bahis mevzuu ettiğim muhteşem âyetlerin birçoklarını okuyacaklardır.
Corselle

endOfSection.gif
endOfSection.gif


Kur’ân, beşeriyete ilâhî bir lütuftur. Kur’ân, muzaffer cumhuriyetler meydana getirmiştir.


Kur’ân âyetlerini nüzul tarihine göre tercüme ve tertip eden İngiltere’nin en mutaassıp papazlarından Rodwell, şu hakikatleri itiraf ediyor:


Kur’ân, Arabistan’ın basit bedevîlerini öyle bir istihaleye uğratmıştır ki, bunların âdetâ meşhur olduklarını zannedersiniz. Hıristiyanların telâkkisine göre Kur’ân’ın nâzil olmuş bir kitap olduğunu söyleyecek olsak bile, Kur’ân putperestliği imha; Allah’ın vahdaniyet akîdesini tesis; cinlere, perilere, taşlara ibadeti ilga; çocukları diri diri gömmek gibi vahşî âdetleri izale; bütün hurafeleri istîsal; taaddüd-ü zevcatı tahdit ile, bütün Araplar için İlâhî lütuf ve nimet olmuştur.


Kur’ân bütün kâinatı yaratan, gizli ve âşikâr herşeyi bilen Kadîr-i Mutlak sıfatıyla Zât-ı Kibriyayı takdis ve tebcil ettiğinden, her sitayişe şayandır. Kur’ân’ın ifadesi veciz ve mücmel olmakla beraber, en derin hakikati, en kuvvetli ve mülhem hikmeti takrir eden elfaz ile söylemiştir. Kur’ân, devamlı memleketler değilse de, muzaffer cumhuriyetler vücuda getirmeye hâdim olacak esasları muhtevî olduğunu ispat etmiştir. Kur’ân’ın esaslarıyladır ki, fakr ve sefaletleri ancak




Arabistan: (bk. bilgiler)Hıristiyan: (bk. bilgiler – Hıristiyanlık)
Kadîr-i Mutlak: hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın herşeye gücü yeten sonsuz kudret sahibi AllahRodwell: (bk. bilgiler)
Zât-ı Kibriyâ: sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan Allahakîde: inanç
azamet: büyüklükbahis: konu
bedevî: çölde yaşayan, göçebebeşeriyet: insanlık
bîtarafâne: tarafsız bir şekildecelâlet: yücelik, haşmet, heybet
ekserîsi: çoğunluğuelfaz: lâfızlar, sözler
fakr: fakirlik, ihtiyaç halihakikat: gerçek
hikmet: amaç, gayehurafe: delile dayanmayan saçma inanış
hâdim: hizmetçi, hizmet edenhâiz: sahip
ilga: kaldırmak, lağvetmek, hükümsüz bırakmak imha: yok etme
istihâle: bir halden başka bir hale dönüşme ve değişme, başkalaşmaistîsal: kökünden söküp atmak, kökünü kazımak
izale: giderme, ortadan kaldırmakàri: okuyucu
kâinat: evren, yaratılmış her şeylütuf: iyilik, ihsan, bağış
mevzu: bahis, konumuhtevî: ihtiva eden, içine alan
mutaassıp: tutucumuvaffak: başarılı olma, erişme
muzaffer: zafer kazanmış, galipmücmel: kısa, kısaca
mülhem: ilham olunmuşmüstesna: seçkin
nâzil olan: inen, indirilennüzûl: iniş, inme
putperest: putlara tapansadakatkârâne: sâdık ve bağlı bir tarzda
sefalet: perişanlık, yoksulluksitayiş: övme, medih
taaddüd-ü zevcât: çok eşliliktahdit: sınırlama
takdis: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmetakrir: yerleştirme, sağlamlaştırma
tebcil: yüceltme, saygı göstermetelâkki: anlama, kabul etme
tercüme: bir sözü bir dilden başka bir dile çevirme tertip: sıralama, düzene koyma
tesis: kurma, yerleştirmevahdâniyet: Allah’ın bir ve tek olup ortağının olmayışı
vahşî: medenî olmayan, kabaveciz: kısa, özlü ve çarpıcı söz
âdetâ: sanki, tıpkıâyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi
âşikâr: açıkçaİlâhî: Allah tarafından olan
İngiltere: (bk. bilgiler)şayan: lâyık, yaraşır

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri - Sayfa: 372


cehaletleriyle kabil-i kıyas olan, susuz ve çıplak bir yarımadanın sekenesi, yeni bir dinin hararetli ve samimî sâlikleri olmuşlar, devletler kurmuşlar, şehirler inşa etmişlerdir. Filhakika Müslümanların heybetidir ki, Füsdat, Bağdat, Kurtuba, Delhi, bütün Hıristiyan Avrupa’yı titreten bir azamet ve haşmet ihraz etmişlerdir.
Rodwell

endOfSection.gif
endOfSection.gif


Müslümanlık, dünyanın kıvamı olan bir dindir; cihan medeniyetinin istinad ettiği temelleri muhtevîdir


Fransa’nın en maruf müsteşriklerinden Gaston Care, 1913 senesinde Le Figaro Gazetesinde, yeryüzünden Müslümanlık kalkacak olursa, müsalemetin muhafazasına imkân olup olmadığı hakkında makaleler silsilesi yazmış ve o zaman bu makaleler Şark gazeteleri tarafından tercüme olunmuştu. Fransız müsteşriki diyor ki:


Yüz milyonlarca insanın dini olan Müslümanlık, bütün sâliklerine nazaran, dünyanın kıvamı olan bir dindir. Bu aklî dinin menbaı ve düsturu olan Kur’ân, cihan medeniyetinin istinad ettiği temelleri muhtevîdir. O kadar ki, bu medeniyetin, İslâmiyet tarafından neşrolunan esasların imtizacından vücut bulduğunu söyleyebiliriz.

Filhakika, bu âlî din, Avrupa’ya, dünyanın imarkârâne inkişafı için lâzım olan en esaslı kaynakları temin etmiştir. İslâmiyetin bu fâikiyetini teslim ederek, ona medyun olduğumuz şükranı tanımıyorsak da, hakikatın bu merkezde olduğunda şek ve şüphe yoktur.


Fransız muharriri, daha sonra, Kur’ân’ın umumî müsalemeti muhafaza hususundaki hizmetini bahis mevzuu ederek diyor ki:

İslâmiyet, yeryüzünden kalkacak ve bu suretle hiçbir Müslüman kalmayacak olursa, barışı devam ettirmeye imkân kalır mı? Hayır buna imkân yoktur!
Gaston Care

endOfSection.gif
endOfSection.gif




Avrupa: (bk. bilgiler)Bağdat: (bk. bilgiler)
Delhi: (bk. bilgiler)Fransa: (bk. bilgiler)
Fustat: (bk. bilgiler)Hıristiyan: (bk. bilgiler – Hıristiyanlık)
Kurtuba: (bk. bilgiler)Rodwell: (bk. bilgiler)
azamet: büyüklükbahis mevzuu: söz konusu
cehalet: cahillikcihan: dünya
düstur: yasa, kanun, prensipfilhakika: gerçekten, doğrusu
fâikiyet: üstünlük, başkalarından farklı ve üstün olmak hakikat: gerçek, doğru
hararet: ısı, sıcaklıkhaşmet: heybet, görkem
ihraz: erişmek, kazanmakimarkârâne: imar edici olarak, tamir edici olarak
imtizaç: birleşme, kaynaşmainkişaf: gelişme
istinad: dayanma, dayanakkabil-i kıyas: kıyası mümkün
kıvam: bir şeyin direği, nizamımaruf: bilinen, tanınan
medyun: borçlumenba: kaynak
muhafaza: korumamuharrir: yazar, gazete yazarı
muhtevî: ihtiva eden, içine alan müsalemet: barış ve huzur içinde olma
müsteşrik: Oryantalist; Avrupalı olduğu halde, Doğu milletlerinin tarih, dil, din ve edebiyatıyla ilgili araştırma yapan kimse nazaran: bakarak, –göre
neşr: yazma, yayımlamasamimî: içten
sekene: oturanlar, ikamet edenlersilsile: zincir, soy ağacı
sâlik: yol alan, bir yol veya meslekte yürüyen temin etme: sağlama, güvence altına alma
tercüme: bir sözü bir dilden başka bir dile çevirme umumî: genel
âlî: yüce, yüksekşark: doğu
şek: şüphe, tereddütşükran: minnettarlık, teşekkür

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri - Sayfa: 373


Kur’ân bütün dinî kitaplara fâiktir

Alman âlimlerinden ve müsteşriklerinden Jochahim du Rulpp Kur’ân’ın sıhhate verdiği ehemmiyetten bahsederken şu sözleri söylüyor:


İslâmiyetin, şimdiye kadar Avrupa muharrirlerinden hiçbirinin nazar-ı dikkatini celb etmeyen bir safhasını bahis mevzuu etmek istiyorum. İslâmiyetin bu safhası, onun sıhhati muhafaza için vuku bulan emirleridir. Evvelâ şunu itiraf etmek lâzımdır: Kur’ân, bu nokta-i nazardan bütün dinî kitaplara fâiktir. Kur’ân’ın tarif ettiği basit, fakat mükemmel sıhhî kaideleri nazar-ı dikkate alırsak, bu mukaddes kitap sayesinde, bütün dünyanın bazı kısımlarıyla, haşarat mahşeri olan Asya’nın müthiş bir tehlike olmaktan kurtulduğunu görürüz. Müslümanlık nezafeti, temizliği, nezaheti bütün sâliklerine farz etmekle, birçok tahripkâr mikropları imha etmiştir.

Jochahim

endOfSection.gif
endOfSection.gif


Kur’ân âyetleri İslâmiyetin muhteşem bünyesinde altın bir kordon gibi işlenmiştir


Sembires Encyclopedia namıyla intişar eden İngilizce muhitü’l-maarifte, Müslümanlıktan şu suretle bahsolunmaktadır:

İslâm Peygamberinin seciyesini aydınlatan Kur’ân âyetleri, son derece mükemmel ve son derece müessirdir. Bu kısım âyetler, Müslümanlığın ahlâkî kaidelerini ifade eder. Fakat bu kaideler, bir iki sûreye münhasır değildir. Bu âyetler, İslâmiyetin muhteşem bünyanında, altından bir kordon gibi işlenmiştir. İnsafsızlık, yalancılık, hırs, israf, fuhuş, hıyanet, gıybet, bunların hepsi Kur’ân tarafından en şiddetli surette takbih olunmuş ve bunlar reziletin ta kendisi tanınmıştır.

Diğer taraftan, hüsn-ü niyet sahibi olmak, başkalarına iyilik etmek, iffet, haya, müsamaha, sabır ve tahammül, iktisat, doğruluk, istikamet, sulhperverlik, hakperestlik,





Asya: (bk. bilgiler)Avrupa: (bk. bilgiler)
bahis mevzu: söz konusubünyan: yapı, bünye, saray
celb etme: çekmefarz etmek: şart koşmak, zorunlu tutmak
fâik: üstüngıybet: arkadan çekiştirmek, o anda yanında olmayan birisinin aleyhinde konuşmak
haşarat: zehirli böceklerhüsn-ü niyet: iyi niyet
hıyanet: hainlik, ihanetiffet: namus
iktisat: tutumlulukimha etme: yok etme
intişar: yayılmaisraf: savurganlık
istikamet: doğrulukkaide: düstur, prensip
mahşer: haşir meydanı, kıyametten sonra insanların âhirette tekrar diriltilip toplanacakları yermuhafaza: koruma, saklama
muharrir: yazar, gazeteci muhitü’l-maarif: ilim okyanusu, ilim ansiklopedisi
mukaddes: her türlü çirkinlikten ve eksiklikten arınmış, kutsalmüessir: tesirli, etkili
mükemmel: noksansız, kusursuzmünhasır: ait, mahsus, sınırlı
müsamaha: hoşgörümüsteşrik: Oryantalist; Avrupalı olduğu halde, Doğu milletlerinin tarih, dil, din ve edebiyatıyla ilgili araştırma yapan kimse
nazar-ı dikkat: dikkat içeren bakışnezafet: temizlik
nezahet: nezihlik, temizliknokta-i nazar: bakış noktası, açısı
rezilet: rezillik, aşağılıksafha: merhale, aşama, dönem
seciye: huy, karaktersulhperverlik: barışseverlik
sâlik: yol alan, bir yol veya meslekte yürüyen sıhhat: sağlamlık, doğruluk, sağlık
sıhhî: sağlıklıtahammül: dayanma, katlanma, sabretme
tahripkâr: tahrip ederektakbih: kötüleme, çirkin görme
vuku bulma: meydana gelmeâlim: ilim sahibi

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri - Sayfa: 374


herşeyden fazla Cenab-ı Hakka itimad ve tevekkül, Allah’a itaat, Müslümanlık nazarında hakikî iman esasları ve hakikî bir mü’minin başlıca sıfatları olarak gösterilmiştir.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


Resul-i Ekrem idrak ve şuur timsâlidir


Profesör Edward Monte, “Hıristiyanlığın İntişarı ve Hasmı Olan Müslümanlar” ünvanlı eserinin 17 ve 18’inci sayfalarında diyor ki:


Rasyonalizm, yani “akliye” kelimesinin müfadını ve tarihî ehemmiyetini tevsi edebilirsek, Müslümanlığın aklî bir din olduğunu söyleyebiliriz. Akıl ve mantık mısdâkıyla akaid-i diniyeyi muhakeme eden mektep, rasyonalizm kelimesinin, İslâmiyete tamamıyla mutabık olduğunu teslim etmekte tereddüt etmez.


Resul-i Ekrem şuur ve idrak timsâli olduğu, dimağının iman ışıkları ve kâmil bir yakîn ile pür-nur olduğu muhakkaktır. Resul-i Ekrem, muasırlarını aynı heyecanla alevlemiş, bu sıfatlarla teçhiz etmiştir. Hazret-i Muhammed (a.s.m.), başarmak istediği ıslahatı, İlâhî bir vahiy olarak takdim etmiştir. Bu, İlâhî bir vahiydir. Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) dini ise, akıl kaidelerinin ilhamlarına tamamıyla muvafıktır.
Ehl-i İslâma göre İslâmiyetin esas akaidi, şu suretle hülâsa olunabilir:


Allah birdir; Muhammed (a.s.m.) Onun Peygamberidir. Filhakika, İslâmiyetin esaslarını sükûnetle ve derin bir teemmülle tetkik ettiğimiz zaman, bunların, Allah’ın birliğine ve Muhammed’in (a.s.m.) risaletine, sonra haşir ve neşre ve itikada müntehi olduklarını görürüz. Bizzat dinin esasları tanınan bu iki akide,





Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce AllahHıristiyanlık: (bk. bilgiler)
Rasyonalizm: akılcılık, aklı ön plânda tutan bir felsefî akımResul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
akaid: inanç sistemi; dinin inanılması gereken inançları ve yapılması gereken ibadetlerin tümüakaid-i diniye: dinî inançlar ve ibadetler
akide: inançaklî: akılla ilgili, akla uygun
bizzat: kendisidimağ: akıl, beyin
ehl-i İslâm: İslâma tabi olan, Müslümanlarfilhakika: gerçekten, doğrusu
hakiki: gerçekhakperestlik: doğruluk, gerçekçilik
hasm: rakiphaşir ve neşr: öldükten sonra âhiret âleminde tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma ve sonra tekrar dağılma
hülâsa olunma: özetlenmeidrâk: anlayış, kavrayış
ilham: Allah tarafından kalbe atılan mânâlarintişar: yayılma
itaat: emre uyma, boyun eğmeitikad: inanç
itimad: güvenmekaide: düstur, prensip
kâmil: olgun, mükemmelliğe ulaşmışmektep: ekol, akım
muasır: çağdaşmuhakeme: değerlendirme, yargılama
muhakkak: gerçekliği kesin olarak bilinenmutabık: uygun
muvafık: lâyık, uygunmüfad: ifade edilen mânâ, bir şeyden çıkan mânâ
müntehî olma: bir fikre, inanca vs. varma, neticeye ulaşma mü’min: iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan
mısdâk: doğrulayıcı delil, ölçüt, kriternazarında: gözünde, bakışında
pür-nur: çok nurlu, çok aydınlıkrisalet: elçilik, peygamberlik
sükûnet: dinginliktakdim: sunma
teemmül: düşünme, inceden inceye araştırmatetkik: inceleme, araştırma
tevekkül: kulun üzerine düşeni yaptıktan sonra sonucunu Allah’a bırakması; Allah’a güvenme ve Onu vekil kabul etmetevsi: genişletme, kuşatma, ihata etme, kavrama
teçhiz: cihazlandırma, donatmatimsal: sembol, örnek, nümune
vahiy: Allah tarafından peygambere gelen bilgileryakîn: kesin ve doğru bilgi
İlâhî: Allah tarafından olanıslahat: iyileştirme, düzeltme
şuur: bilinç, anlayış, idrak
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri - Sayfa: 375


bütün dindar insanlarca akıl ve mantığa müstenid telâkki olunmakta ve bunlar Kur’ân’ın akidelerinin hülâsası bulunmaktadır.

Kur’ân’ın ifadesindeki sadelik ve berraklık, Müslümanlığın intişar ve i’tilâsını bilâ-tevakkuf temâdi ettiren sâik kuvvet olmuştur. Resul-ü İslâm tarafından tebliğ olunan mukaddes talimatın cihanşümul terakkisine rağmen, Müslümanların ilham kaynağı ve en kuvvetli ilticagâhı Kur’ân olmuştur. En takdiskâr ve kanaat-bahş bir lisanla, başka bir kitab-ı münzelin tefevvuk edemeyeceği bir ifade ile takrir eden kitap, Kur’ân’dır. Bu kadar mükemmel ve esrarengiz, her insanın tetkikine bu kadar açık olan bir din, muhakkak, insanları kendisine meclûb eden i’câzkâr kudreti hâizdir. Müslümanlığın bu kudreti hâiz olduğunda şüphe yoktur.

Edward Monte

endOfSection.gif
endOfSection.gif



Resul-ü İslâm: İslâm Peygamberiakide: inanç
bilâ-tevakkuf: duraksamadan, durmaksızıncihanşümul: dünya çapında, evrensel
esrarengiz: sırlı, gizemlihaiz: sahip olma
hülâsa: öz, özetilham: Allah tarafından insanın kalbine indirilen mânâ
ilticâgâh: sığınak intişar: yayılma
i’cazkâr: mu’cizeli, benzerini yapmakta başkalarını âciz ve hayrette bırakani’tilâ: yükselme, yücelme
kanaat-bahş: kanaat verici, tatmin eden, doyurucukitab-ı münzel: indirilen, indirilmiş kitap
kudret: güç ve iktidarlisan: dil
meclûb etme: celb etme, çekmemukaddes: her türlü çirkinlikten ve eksiklikten arınmış, kutsal
müstenid: dayanansâik: sevk edici sebep, neden
takdîskâr: takdis eden, mukaddes ve kusurlardan uzak olduğunu ifade eden takrir: ifade etme, bildirme
talimat: bildiriler, emirlertebliğ: bildirme, ulaştırma
tefevvuk: üstün gelmetelâkki: anlama, kabul etme
temâdi: devamlıterakki: ilerleme
tetkik: inceleme, araştırma

 
Üst