dava ettiği hakikat bir gün milletçe benimsenecek

Ahmet.1

Well-known member
dava ettiği hakikat bir gün milletçe benimsenecek; bir Said, binler belki yüzbinler Said olacak. İnsanlık câmiasında neşrettiği hakaik-i imaniyenin fütuhatı ve inkişafı başlayacak..

Isparta'daki hayatından muhtelif safalar kısmından

Üstad'ın Barla'ya Gidişi
Üstad, Barla'dan yirmibeş sene evvel ayrılmış ve o zamana kadar hiç gitmemişti. Barla ile, kendi Nurs köyünden ziyade alâkadardı. Çünki, hayat-ı maneviyesi olan Risale-i Nur burada te'lif edilmeye başlamıştı. Kur'an-ı Hakîm'in hidayet nurlarını temsil eden "Sözler" ve "Mektubat" ve "Lemaat-ı Nuriye" buradan etrafa yayılmıştı. Bu itibarla Barla, Risale-i Nur dershanesinin ilk merkezi idi.

Barla'daki hayatı gerçi nefiy ve inziva içinde ve tarassud altında geçmekle acı idi; fakat Risale-i Nur hakikatlarının te'lif yeri olduğundan Üstad'ın en tatlı ve şirin hayatı da yine Barla hayatıdır denilebilir. Bu defa Barla'ya nefiy ile değil, hapis ile değil, kendi rızası ile ve serbest olarak gidiyordu. Güzel bir bahar günü Barla'ya geldi. Barla'daki talebelerinin mühim bir kısmı Üstad'ı karşıladılar. Üstad, sekiz senelik ikametgâhı olan Medrese-i Nuriyesine yaklaşırken kendini tutamadı, mübarek gözlerinden yaşlar boşandı. Haşmetli çınar ağacı da âdeta kendisini selâmlıyordu. Bir vakitler, yani Barla'da sekiz sene ikametten sonra Isparta'ya celb edilmişti. O zamanki gidişinde mübarek çınar ağacı Üstad'ı manen teşyi' etmiş, haşmetli kanatları olan dallarının Cenab-ı Hakk'a olan secdevari ubudiyetiyle Üstad'ı uğurlamıştı. Bu defa da yine uzun bir müfarakattan sonra tekrar Üstad'a kavuşmanın süruru içinde Hâlık-ı Rahman'a secde-i şükrana kapanıyordu. Üstad, o mübarek çınar ağacına sarılmış, yanındaki talebelerine ve ahaliye kendisini yalnız bırakmalarını söylemişti; zâten göz yaşlarını tutamıyordu. Sonra, Nur Dershanesi olan odasına girdi ve iki saat kadar kaldı, hazîn ağlayışı dışarıdan işitiliyordu.

Evet, şübhesiz rahmet-i İlahiyenin nihayetsiz tecellilerine mazhardı. Bir zamanlar Şarkî Anadolu'dan Isparta havalisine sürülmüştü... Isparta'dan da, dağlar arasındaki Barla Nahiyesine nefyedilmişti. Burada ölüp gidecekti. Eski tarihçe-i hayatının şehadetiyle çok kahraman ve fedakâr olan bu zât, doğrudan doğruya Kur'an-ı Hakîm'in hakikatlarını benimseyen; ferdî ve millî saadeti, İslâmiyet hakikatlarına sarılmakta gören ve bunu haykıran ve delail-i akliye ile ilim meydanına çıkan bir kimse idi.

Üç devir geçirmiş, cebbar kumandanlara boyun eğmemiş, kudsî davasından dönmemiş; yaralanmış, zehirlenmiş, ölmemiş; dağlar gibi hâdiselerin dalgalarından yılmamıştı...

Milletleri, kavimleri içine alan, zihniyet ve telakkileri değiştiren, asr-ı hazırın cereyanları, bu zâtı Kur'an ve iman davasındaki yolundan çevirememişti. O, ruhundaki şecaat-ı imaniye ile kat'î inanıyordu ki, dava ettiği hakikat bir gün milletçe benimsenecek; bir Said, binler belki yüzbinler Said olacak. İnsanlık câmiasında neşrettiği hakaik-i imaniyenin fütuhatı ve inkişafı başlayacak.. ve âfâk-ı İslâmı saran zulmet bulutları Kur'andan eline verilen bu meş'ale-i hidayetle dağıtılacak.. ölmeye yüz tutmuş zannedilen iman ruhu yeniden canlanacak.. canlara can katacak.. manen ölmeye yüz tutan millet-i İslâmiyeyi ihya edecek.. âleme efendi olan İslâmiyetin -biiznillah- cihana efendiliğinin maddî manevî mübeşşiri olacaktı.

İşte, bu kudsî hakikatın hâmili ve naşiri olan ve hakikatta bugünkü beşeriyetin medar-ı iftiharı bulunan bu aziz zât, din düşmanlarının plânıyla -vaktiyle- bu beldeye gönderilmiş, Anadolu'da tesis ettirilen rejimin aleyhinde bulunmasına, fiilî müdahalesine mümanaat olunmuştu. Heyhat! Esasen kendisi siyasetten çekilmişti; ehl-i dünyanın dünyasına karışmıyordu. O, istikbali nurlandıracak bir hakikatın te'lif ve neşrine çalışıyordu. Kâinatın sahibi ve hâdiselerin mutasarrıfı olan Allah; onun hâmisi, muini ve yardımcısı idi.

İşte otuz sene sonra tekrar Barla'ya döndüğü zaman, hizmet-i imaniyesinde nail olduğu büyük ikramları, inayetleri düşünerek, müşahede ederek mesrur oldu ve sürurundan ağlıyordu, secde-i şükrana varıyordu.

Hal-i hazırda Üstad Isparta'da ikamet eder. Bazan Emirdağı'na, bazan Barla'ya gider. Buraları, Risale-i Nur'un te'lif ve inkişaf merkezleri olduğu için ruhen çok alâkadardır. Hem kendisi doksan yaşına yaklaştığı ve birçok defalar zehirlendiği için, rahatsızdır. Hastalığı tarif edilmeyecek derecede ağırdır ve şiddetlidir. Ruhen, hissiyatı kuvvetli; ve âlem, bahusus âlem-i İslâm, bilhâssa Risale-i Nur dairesi, vücud-u manevîsi hükmünde olduğundan, her iki vücudundaki ızdırab şediddir. Gerçi talebelerinin duaları ve neşr-i envâr-ı imaniye o ızdırabına bir merhem ve deva ise de, yine de pek vâsi' şefkatı itibariyle zaman zaman ızdırabı şiddetlenmektedir. Bu itibarla, tebdil-i havaya çok muhtaçtır. Bir yerde fazla kalamıyor. Tebdil-i havaya çıktığı zaman hastalığı kısmen azalıyor, rahat nefes alabiliyor.

Üstad, Risale-i Nur kesretle intişar ettiğinden ve her yerde pek çok Nur talebeleri mevcud olduğundan halklarla konuşmayı tamamıyla terk etmiştir. "Risale-i Nur, benimle sohbetten on derece ziyade faidelidir." deyip ziyaretçi de kabul etmemektedir. Hattâ yanındaki talebeleriyle dahi zaruret halinde konuşmaktadır.

Artık hayatının son safhasına geldiğini söylemekte, daima içinde yaşadığı ayı çıkarabileceğinden şübhe eder bir vaziyette ecelini beklemektedir. Nurların neşriyatından memnun ve müteşekkirdir. Millet ve devletçe, İslâmiyet ve saadet yolunda atılan her adımı takdir ve tasvible karşılamakta, Hak yolunda yürüyen, İslâmî şeairi ihya edenlere dua etmektedir. Aynı zamanda, âlem-i İslâmın maddeten ve manen selâmet ve saadetini dilemekte ve bu yolda girişilen dâhil ve hariçteki gayretlerden hadsiz derecede sevinç ve memnuniyet duymaktadır.

Risale-i Nur'u Kur'an-ı Hakîm'in bu zamana mahsus bir mu'cizesi bilmekte, bu vatanı komünizm tehlikesinden Risale-i Nur'daki hakikat-ı Kur'aniye muhafaza ettiğini beyan etmekte ve âlem-i İslâmla hakikî kardeşliğe ve uhuvvete ve ittifaka medar olacağını, dünyevî ve uhrevî saadetimizin bu hakikata yapışmamızda bulunduğunu duyurmaktadır.

Risale-i Nur'un Anadolu'dan başka diğer Müslüman memleketlerde yayılmasının elzem olduğu kanaatindedir. Siyasî gayret ve faaliyetlerden evvel, Risale-i Nur'un neşrolmasının daha menfaatdar olacağını ihbar etmektedir.


Tarihçe-i Hayat
 
Üst