Ceylan ÇALIŞKAN Abiden Hatıralar

Hersiniyen

Well-known member
Ceylan ÇALIŞKAN
Ağabeyden Hatıralar



Ceylan ÇALIŞKAN Kimdir ?
Abdülkadir Ceylân Çalışkan l929 yılında Emirdağ'da dünyaya gelmişti. Babası Mehmed Çalışkan, annesi ise Ayşe Çalışkan'dı. Küçük yaşta annesini kaybeden Ceylân Çalışkan annesiz, öksüz olarak büyüyordu. l944'ün yaz sonlarında Emirdağ'a gelen Üstada bütün Çalışkan ailesi yardıma ve hizmete koşmuştu.
Mehmed Çalışkan, oğlu Ceylân'la birlikte Üstada nasıl gittiğini şöyle anlatmaktadır: "Bir gün Ceylân'la beraber Üstadı ziyarete gitmiştim. Üstad: "Oğlun mu?' "Evet.' "Fırsat düşmüşken çocuğun mektep işini danışayım dedim: "Efendim, çocuk çalışkan ve zeki, onu yüksek mekteplere vermek istiyorum, ne buyurursunuz?" "İyi! Zeki ve çalışkan olduğu için evvelâ benden iman dersi alsın, sonra yüksek mektebe devam etsin' diye buyurdu. "Böyle bir cevap beklememekle beraber, hemen razı oldum. Zaten Üstadın her emrini yerine getirmeye çalışırdık. Ev işlerimizi olduğu gibi, hususî meselelerimizi dahi hep kendisine danışırdık.

Hatıralar
“Ceylanı Bana Ver”

Bir gece evde kaldıktan sonra ertesi gün, Üstad. "Bak kardaşım, senin çok evlâdın var; bunu da bana ver' dedi. "Üstadım, biz Ceylân'ı daha evvel size vermiştik' dedim. "Böylece, Ceylân yatağını evden toplayıp, Üstadın yanına gitti." İşte bundan sonra, Ceylân Çalışkan, zekâsıyla, dehasıyla, eşsiz kabiliyetleriyle, asrın sultanına, dâhi-i âzam Üstada talebe, hizmetkâr ve manevî bir evlât olmuştu-tıpkı kardeşlerinin evlâtları Abdurrahman ve Fuad gibi..

“Askerliği”

"Ceylân'ın askerlik çağı geldiğinde, Üstad onun biraz geç asker olmasını istemişti. Müracaatlarımızı yapamadık ve Ceylân asker oldu. "Üstadına 'Allaha ısmarladık' diye veda ederken, hakikaten maddi-manevî hastalıklarımızın derin ilmiyle ve derya gibi olan şefkatiyle tedavi eden Nur'ların Müellifi yavruma şu nasihatı vermişti: 'Sen Risale-i Nur'un esaslarını hareketlerinle yaşa!" "Sonra bir not verdi. Bu notlarda, 'Benim şarktaki dostlarıma ve talebelerime selâm olsun!' diye yazmıştı. "Ceylân Urfa'ya gidince bunu bir Nakşî şeyhine verince, şeyh kağıdı cebine koymuş. 'Bunu benim için yazmış' demiş. "Aradan epeyce zaman geçti. Ceylân, usta asker oldu. izin sırası gelince iznini almış, fakat zekâ ve çalışkanlığından dolayı, mükâfat izniyle beraber iki ay! Durumu bana bildirdi, 'Baba, ne yapayım?' diye soruyordu. Tabiî, biz de Üstada sorduk. "Tamam tamam kardaşım, Ceylân Urfa medresesinde kalsın' diyerek cevap vermişti. "Biz biraz üzüldük. Aylar sonra çocuğu görecektik, o da olmadı. Tabiî emir Üstadımızındı. Ceylân Urfa medresesinde kalmıştı. "Bir ara o medreseye polisler gelip Ceylân'ın ifadesini almışlarsa da neticede birşey çıkmadı. "Nihayet askerliğini bitirdi ve geldi.

“Ceylân'a verdiği ilk ders: Sıdk!”

"Buyurdu ki: "Daima doğru olacaksın. Hiç yalan söylemeyeceksin. Sana bir milyon lira verirler, sen bana ihanet edebilirsin, fakat ismin ebediyyen kötü anılır.
"Ceylân'ın vazifesi, Üstadın söyleyip kendisinin yazdığı mektupları, sonra eve gelerek daktilo etmektir. "Üstad, 'Bu usûl zor' demişti. 'Sana on beş günde İslâm yazısını öğreteceğim.' Ve hakikaten öğretti. Nasıl öğretti, hangi usûlü takip etti, bilmiyorum.
"l948 senesinde tevkif edildiğimiz zaman sadece bizim Çalışkan ailesinden altı kişi vardı. Ceylân o zaman l9 yaşlarındaydı. Yani Ceylân genç ve körpe yaşında zindanlara atılmıştı...

“Babası Mehmet ÇALIŞKAN anlatıyor:”

Ceylân'ın Üstadla alâkası pek çok hatıraları bulunmaktadır.. Bunlardan tesbit edebildiklerimi anlatayım:

“Kavunun başına gelenler”
Üstad bir gün kavunun başını kesmiş, içinin yumuşağını kaşıkla yemiş, kalan sert kısmı da "Bunu götürün, teberrüken yiyin" demiş. Bakraç gibi olan bu kavunu Ceylân bir rafa koymuş, bir-iki gün sonra bu kavunu almış, ipten kulp takmış ve iki katlı evin üst penceresinden, kuyuya sarkıtır gibi aşağıya sarkıtmış, çekmiş, böylece oynamış. Üstad kavunu ne yaptıklarını Ceylân'a sorduğu zaman, olduğu gibi anlatınca, "Peki," demiş, "Doğru söylediğin için bu sefer sizi affettim."

"Ziya Nurun erkânlarıyla meşveret etsin"

Asiye Mülâzımoğlu, yakınlarından bir kızı Yusuf Ziya Arun'a vermek istemiş, bu maksatla Üstada bir mektup yazmıştı. Üstad da Ceylân Çalışkan'a şunları yazmıştı: "Ceylân! "Bu mektup, kimindir bilemedim. Ziya'yı aynen Zübeyir gibi bütün hayatını Nur'lara, iman hizmetine fedakârane verecek bir mahiyette bilirim. Dünya ile, hususen kadınlarla, evlenmekle alâkadar olup bağlanmaz zannederim. Selâhaddin, Nur'un bir kahramanı iken, tezevvücü onu dünyaya esir eyledi. Ona ve Nur'lara çok zarar oldu. Eğer Ziya dünya ile, evlenmekle alâkadar olmaya niyeti kat'î var ise, Nur'un erkânları ile meşveret etmek ona lâzımdır. Ben bu meselede fikir beyan edemem. Ziya gibi Nur kahramanı dünya ile zincirlerle bağlanmasına, hizmet-i Nuriye fetva vermesiyle olur."
Ceylân Çalışkan l947 senesinde Eskişehir'de Gençlik Rehberi'ni bastırmıştı. Emirdağlı bozuk bir adam Ceylân Çalışkan'a hakaretler edip, hadise çıkarmak istemişti. Çok mecbur ve muztar kalan Ceylân Çalışkan adamı ağzından vurmuştu. Adam bir müddet konuşamamış ve kendisini kimin vurduğunu söyleyememişti. Ancak hadiseden bir sene sonra kendisi Ceylân Çalışkan'la uğraşmaya başlayarak, onun ceza almasını sağlamıştı"
Talebe-i ulûmun ölümü şehadettir" Sabahleyin bir seher vakti, Barla dağlarında giderken, üstad önden giden Zübeyir Gündüzalp ile Ceylân Çalışkan'ı göstererek, "Bu ikisi şehittir" demişti. Mustafa Sungur, "Üstadım, dua et de ben de şehit olayım," deyince, Üstad "Talebe-i ulûmun ölümü şehadettir" diye buyurmuştu.

Latifeler

Küçük yaşta Üstada manevî bir evlat olan Ceylân Çalışkan, hiçbir kimsenin yapmadığı ve yapamadığı lâtifeleri, şakaları yapmıştı. Yine bunlardan tesbit edebildiklerimi, lâtif lâtifelerini anlatayım: Üstad bir gün arabada giderken Ceylân Çalışkan'a radyoyu açtırmış. Mustafa Sungur bu durumu bilmediği için, Ceylân hem radyoyu kapamıyor, hem de gülüyormuş. Mustafa Sungur'un ısrarıyla Ceylân radyoyu kapatınca, Üstad, "Ceylân, radyoyu aç, Sungur da dinlesin!" demiş ve "Kardaşlarım, ben sizin dinlediğiniz gibi dinlemiyorum" diyerek radyodaki hava zerrelerinin vazifeleriyle alâkalı dersler vermiş.

Bir meseleden dolayı Ceylân'ın canı sıkılınca, Üstad gönlünü almak için iltifat ederek, "Ceylân, size malta eriği alacağım" deyince, Ceylân, "Üstadım, gönlümüzü mü alıyorsun, yoksa yeni dünya mı alıyorsun?" diyerek mukabele etmiş.

"Ben oklava yedim"

Üstad bir yanlışlıktan dolayı hiddet edip, küçük kulunç değneği ile vurduktan sonra, "Size baklava alacağım yemeniz için" deyince, "Ben oklava yedim Üstadım" diye, yine üstadı tebessüm ettirmiş.

"Nine ihtiyardır"

Bahar günü arabayla kır gezintisi yaparken otlayan koyunların, kuzuların yanından geçerken. Üstad, "Ceylân, sana bir koyun alacağım, bir de nine alacağım. Nine koyunu sağar, sen de sütünü içersin" deyince, Ceylân "Nine ihtiyardır, bu işleri yapamaz Üstadım" diye cevap vermiş.

"Zekeriya'nın dolmuşu "

Bir gün babasının yazdığı hasret ve şikâyet mektupları üzerine Zekeriya Kitapçı, Abdullah Yeğin'e hitaben Emirdağ'a, Üstada gelmesi için mektup yazmış. Bunun üzerine Yeğin Urfa'dan kalkıp, Emirdağ'a, Üstadın yanına gelmiş. Üstad , böyle durup dururken niçin geldiğini sorarak hiddet etmiş. Zekeriya Kitapçı'nın mektubu üzerine bu işin olduğunu anlayan Ceylân Çalışkan, zekâsından fışkıran cevabını biraz da argoya sarsarak, hemen cevap vermiş: "Zekeriya'nın dolmuşuna binmiş. Üstadım."

"Bir huri bana yeter"

Üstad iman ve Kur'ân hizmetini ehemmiyetini, bu zamandaki fedakârlığı anlatarak, "Size yirmi huri de verilse, yine bu hizmeti terk etmemeniz lâzım deyince, Ceylân Çalışkan yine lâtifesini yapmış: "Üstadım, bir tanesi yeter bana."

l96l yazında Nur talebeleriyle birlikte Ceylân Çalışkan'ı birinci şubede nezarete koymuşlardı. Hadisede mühim bir unsur olan Said Özdemir, elindeki içinde Nur'un matbaa klişeleri, formaları da çantasıyla birlikte, fırsatını bulup firar etmişti. Yirmi üç gün kadar Nur talebeleri nezarette kalınca Ceylân Çalışkan şu mısraları yazmıştı:

Ağustos'un dördüncü haftası
Said ve çantası
Birinci şubeden bırakıp kaçtı
Başımıza sevaplı belâlar açtı.

Bu şiiri eline alıp okuyan Birinci Şube Müdürü, "Bunu kim yazdı?" diye sormuştu. "İçinizden en eski kimse onunla konuşalım" diyen Birinci Şube Müdürü Muzaffer Yılmaz'a Ceylân Çalışkan, "Eskilere itibar olsa, bit pazarına nur yağardı" diye şaka yapmıştı.
Harbiyede sabahleyin kapılar geç açılınca, içerde sıkışıp kalan Ceylân Çalışkan şu lâtifeleri satırları yazmıştı:

Saat on bire geldi
Yemeğe hâcet kalmadı
Halimizi demeye hacet kalmadı
Herkes hacetini içerde görür
Hacetim var demeye hacet kalmadı
Burası bir sivri adadır
Yassıada' ya gitmeye hacet kalmadı.​



_________________________________________________
Sinekten kısas

Kafası pek çalışmayan, sâfi kalb, hemen aldatılabilen kimselere zeki ve nükteli buluşuyla "Kardeşimiz fazla mübarek" diye takılan Ceylân Çalışkan, çok konuşan, çenesi kuvvetli kimseleri de "Kardeşimiz az konuşmanın faziletine dair beş saat konuşabilir" diye şakayla hicvedermiş.
Çalışkanlar hanedanının asil bir mensubu olan Ceylân Çalışkan bahsini rahmetlere ve dualara vesile olması dileğiyle lâtifeli hatıraları ile bağlıyalım:
Barla'nın Çam dağlarında yabani ve iri bir sivrisinek Ceylân'ın eline konmuş emerken, Çalışkan elindeki makasla sineğin ayağını kesmek istemiş, Üstad ise "Keçeli ne yapıyorsun?" deyince Ceylân Çalışkan, "Kısas yapıyorum Üstadım" demiş. Üstad ise "O seni hacamat yapıyor" diye mukabele etmiş.

"Top ne işe yarar?"

Yine bir gün, Ceylân Çalışkan'ın amcası oğlu Zeki Çalışkan, Ceylân çalışkan'ın üvey kardeşi Sadık Çalışkan ile reyahin çiçekleri toplamış, Keçili köyü civarında üstada götürmek, hem de orada top oynamak için, yol kenarından giderken Üstad faytonda, Ceylân Çalışkan ise arabanın atını sürmekte iken, yol kenarında giden kardeşini ve amca oğlunu görmüş. Arabayı durdurarak, iki çocuğu da arabaya almışlar. Utanarak topu arkalarına saklamak istemişler. Bu esnada Üstad "Bu nedir?" diye topu sormuş. Zeki Çalışkan utanç içinde cevap verememiş, sadece ve sessizce, suçluluk psikolojisi içinde "Top!" diyebilmiş. Üstad ise "Bu ne işe yarar?" deyince Zeki Çalışkan daha da utanmış, ama yine Ceylân Çalışkan imdada yetişerek, topu tarif etmeye başlamıştı: "Üstadım, bu topu atarlar, tekrar yakalamak için peşinden koşarlar" deyince Üstad "Fesübhanallah" diye tebessümle karşılamış.
_________________________________________________Zübeyr ağabeyin Ceylan ağabeye yazdığı bir mektup:

Zübeyir Gündüzalp'in bir notunda ise Ceylân Çalışkan'a hitaben şunları okumaktayız:
Aziz, kahraman Ceylân!
Bugün ne halde olduğunuzu bilemiyoruz. Yalnız hadsiz şükür diyebiliyoruz. "Hazret-i Üstadımız eve yerleşti. Size ve umuma selâm getirmek için gönderdi. Sizde Meyve varmış, onu verin, göndereceğim. Binler selâm ellerinizden öperim. Bütün ruhumuzla beraber sizinle beraberiz.
Zübeyir​
_________________________________________________Üstadın Notları

Üstadın kendi el yazılı notlarının bulunduğu bir başka pusulada ise Ceylân Çalışkan'ın şu cevabını okumaktayız: "Çok muhterem, sevgili Üstadım Efendim, "Emir buyurduğunuz yazı acele ve yalnız yazdığımdan matluba muvafık olamadı. Af buyurun. "Saniyen: Asiye Hanım hatm-i Kur'ân etmiş. Sûre-i Fil'den itibaren okunarak Efendimizden hatim duası rica ediyor. "Salisen: Ziya teklif edilen iş hakkında kat'î red kararı vermiş. Gücendirmeden Asiye'ye bildireceğiz. Ellerinizden öperim. Ceylân. Üstad Bediüzzaman'ın kendi el yazısıyla Ceylân Çalışkan'a hitaben birkoç pusula ve notları bulunmaktadır. Bunların bir kısmını takdim ediyorum:
Bunlar "Üçüncü medrese-i Yusufiye hatıratından vecize ve lâtif mektuplar" başlığı altında takdim edilmektedir. Bunlardan Ceylân'a hitaben yazılanlar:
"Ceylân! "Bir sene çamaşırlarımı yıkayan Rabia bana bir gömlek, bir parça kömür göndermiş. Ben bir senede ona çok minnettar olduğumdan, onun hediyesini geri çevirmem. Fakat faidem bulunmak için bana Mekke'den gelen zemzemi ve hurmaları ona mukabil çok selâmla beraber gönderiniz."
"Ceylân! "Bana ve Nur'lara ait kırk küsur sahife kararnameden benim için yazılan ve tashih ettiğim iki parça zayi olmasın. Ve size lüzumu kalmadığı vakit bana gönderiniz. Hem son yazdığım pusulayı benim defterime göre küçük yapraklarda yazınız. Belki bana lâzım olur. Bana gönderiniz. "Mehmed Ali dilimi anlamıyor. Ben demiştim ki; Zübeyir ile Sungur Nur'un kahramanlarıdır. Her biri yirmi-otuz yeni talebelerden ziyade ehemmiyetleri vardır. Ben bir sebepten telâş ettim. Acaba hiç sarsılmayan bu iki Abdurrahman'larım bunlardan aldanabilir mi? Tam Ceylân gibi çalışmadılar."
"Ceylân! "Son yazdığım ve bu dehşetli ve zehirli hastalık tekmiline mâni olmuş parçayı Hüsrev'e gönder. O benim bedelime 'Hülâsatü'l-Hülâsa'daki ilim, irade ve kudret kısmının bir nevi tercümesini yazsın. Eğer isterse yazdığını bana tashih için göndersin. Hem bana çok dua etsinler"
"Ceylan! "Bu gönderdiğin temyiz lâyihasını Emirdağ'da baban ve amcaların yazdıysa, elbette onlardan birisi Ankara'ya gidecek ve orada dostların tensibiyle mahkemeye verebilirler. Fakat bize karşı muameleleri ne kanunîdir, ne de hakikattır. Onun için bizim kanunî ve hakikatlı müdafaalarımızı nazara almıyorlar. Bir kısmını aksülamel ile aleyhimize çeviriyorlar. Şimdi merak ettim. Acaba bizim bütün evrak ve müdafaalarımızı mahkeme-yi temyize göndermişler mi? Yoksa bunda da bizi aldatmışlar mı?"
"Ceylân! "Eğer münasip ise, Asiye ve Rabia peynirimi salamur yapsınlar. Tâ yumuşak kalsın. Hem bu tuzsuz parçayı bu şekerle beraber Asiye'ye ver. Tâ tatlı yapsınlar. "Yanımda Hüsrev'in hattıyla bir Meyve var idi. Çabuk suretini almak için Ahmet Feyzi'ye gönderdim. O koğuşta güzel yazılar var. Nöbetle yazsınlar. Ormancı güzel yazısıyla yardım etsin. Her biri bir kısmını yazsın."
Üstadın Ceylân'ın yazdığı duaların sonuna kendi el yazısıyla kaydettiği duası: "Yâ Erhamerrahimîn, ism-i azam ve Cevşen'deki isimlerini hürmetine, bu nüshayı yazan Ceylân'ı ve babası Mehmed Çalışkan'ı cennetü'l Firdevsde saadet-i ebediyeye mazhar eyle ve hizmet-i imaniyede daima muvaffak eyle. Âmin, âmin, âmin."
"Ceylân! "Hakikaten Nur kahramanı çok güzel yazmış. Hem o tarz lâzımdı. Ben çok sevindim. Kararnameye mukabil büyük müdafaatım meydana çıkması gerektir. Ve Hüccet dahi Meyve gibi resmî bir ilmî müdafaa olur. Nur'ların teksirine ve bir nümune ve vesiledir."
"Ceylân! "Senin yazı faaliyetinde bir noksan, bir tevakkuf hissediyorum. Senin gibilerin az bir sarsıntıları şimdilik beni meraklandırıyor. Sakın sakın, yoksa bir kederin mi var?"
4 Haziran l949, Cumartesi​
"Ceylân! "Sen hem Hüsrev, hem bir Abdurrahman, hem de Fuad'sın. Ve vazifeni tam yapmışsın. Ve manen daima yanımdasın. Her nereye gitsen benim ve Nur'un hizmetindesin. Yanımda aynen Hüsrev gibi hazırsın, müfarakat yok. Hemen müracaatla o dördüncü medreseye gitmeye çalış,"
"Ceylân! "Isparta'dan Diyanet Riyasetine verilmek üzere bana gönderilen ve tevkifimizden sonra, Emirdağ'a gelen kitaplardan Darü'l-Fünûn parasına mukabil Ziya'ya verilsin. Hem Hacı Nazif'in ve Âtıf'ın hediyeleri Zübeyir ve Ziya ve Ceylân ve hissesine mukabil bir nevi fiyat verecek Said ortasında taksim edeceksiniz. Emirdağ'daki Hatice çoktan beridir Sultan, Fethiye ve Şadiye, vesair hemşirelerimin isimlerini beraber söylerken bu Hatice daima beraberdir."
"Ceylân! "Ben onu unutmuştum. Emirdağ'daki Isparta'dan gelen kitaplar benim tashihimden geçmemişler. Tahliyemden sonra veya ona bir çare bulunsa tashih edilecek, inşaallah."
"Ceylân! "Şiddetli bir ihtar ile bildim ki; sen ve Ahmed Feyzi Nur'un mesleği olan mübareze etmemek ve ehl-i dünya ile uğraşmamak ve siyasete ve yalnız lüzum-u kat'i olduğu zaman kısaca müdafaa etmek haricinde pek ziyade zararlı, mübarezekârane ve siyasetvari mahkemedeki okuduğunuz parçalar Nur'lara çok zarar vermiş. Hattâ bizim cezamıza ve benim sıkıntılarıma sebebiyet vermiş. Ben senden ve Ahmed Feyzi'den gücendim. Fakat bana evvelce göstermek lâzımdır. Feyzi dahi bütün kuvvetiyle siyasî müdafaatı bırakıp Nur'larla ve Tahirî gibi yeni talebelerle meşgul olmak elzemdir.
"Ceylân! "Sana hizmeti sebebiyle burada Nur'lara ehemmiyetli bir faidesi bulunan Süleyman'ı bir parça mahzun, perişan gördüğümde merak ettim. O da senin gibi bir evlâdımdır. Hem bugün bir saat evvel hafif bir zelzele oldu. Siz de hissettiniz mi?"
"Ceylân! "Yağımı gönderdim. Ta tuzlansın, bozulmasın. Bir kısmı tenekeye konulsun. Ve bana mahsus üç kitabı gönderdim. Okusunlar, muattal kalmasın. Bir Ayetül'l-Kübra'yı ben okuyorum. Sonra onu da sana göndereceğim. Benim destilerimi su doldurmaya geldiği vakit dikkat ediniz. Hem kapılarım, hem yemeğe ait şeylerime dikkat. Bana suikast ihtimali kavîdir. Düşmanlar parmaklarını buraya sokmuşlar. "Abdülkadir merak etmesin. Mahkemeye vermesini işittim. Şahidsiz, emaresiz, dâvâsız mütecaviz adamın cüzî yaralanmasından size iftira edilmesinin ehemmiyeti yok. Eğer faraza bütün bütün haksız bir surette zulmen bir senelik ceza verilse dahi zararı yok. Başka hapse nakil ile Nur'lara hizmet edebilirsin."
"Ceylân! "Bir işaret gördüm, telâş ettim. Altıncıdaki kardaşlarımızın tam muhabbet ve tesanütleri devam eder mi? Ve başka kardaşlarımızın hapislerinde soğukluk var mı, yok mu? Merak ediyorum. Çünkü hariçten bir parmak aleyhimizde hapse sokulmuş. Usanç ve sıkıntıdan sarsıntı vermek ister. "Saniyen: Matara kırıldı. Onun misli Emirdağ'daki menzilimde vardı. Yaz, onu bize göndersinler!" "Kardaşlarım, masumlara gelecek mahkememizdeki vaziyete göre iki eski avukatımızın meşveretiyle bir karar vereceğiz. Şimdiden mahremce müdafaatımızın tam tetkik etsin. Benim bazı meselelerde tevilli ve kapalı söylediğimin sebebi siyasete girmemek, hem masum arkadaşlarımı çabuk kurtarmak için. Yoksa ben çok şiddetli konuşacaktım.
"Ceylân! "Emirdağ'da karyolamdaki yorgan köylü Hayrı'nın idi. Ve büyük minder babanın idi. Ve karyolayı Hasan getirmişti. Bunlar sahiplerine iade edilmiş midir?"
Ceylân Çalışkan Üstada şu notu yazmış: "Mübarek Üstadım! istemiş olduğunuz parçaları gönderiyorum. Yalnız yeni olarak Sebilü'r-Reşad ve Sünnet gazeteleri gelmemişler. Geldiğinde güzel parçalarını yazıp, sevgili Üstadımıza takdim edeceğimizi ellerinden öperek arz ediyoruz."
Ceylân Çalışkan'ın bu notunun arkasına Üstad kendi el yazısıyla şunu yazıvermiş:
"Yeni Posta gazetesine cevap yazdığım parça bende yok."
Yine bir notta Ceylân Çalışkan, Üstadına şunları ifade ediyordu:
"Çok mübarek sevgili Üstadım, "Talebelerin bütün müdafaatı Zübeyr'e verildiği için ancak bu kadarını yazabildim. Emir buyurursanız tekrar yazarım. Ellerinizden hürmetle öper, validemin, pederimin en derin hürmetlerini arz ederim. Ceylân."
Üstad ise aynı notun kenarına şunu ifade etmişti:
"Ceylân! "Sen avukatlara buradaki temyiz müdafaatlarını yazdın mı? Bu dört gün bunu bekledim.""Ziya Nurun erkânlarıyla meşveret etsin" Asiye Mülâzımoğlu, yakınlarından bir kızı Yusuf Ziya Arun'a vermek istemiş, bu maksatla Üstada bir mektup yazmıştı. Üstad da Ceylân Çalışkan'a şunları yazmıştı:
"Ceylân! "Bu mektup, kimindir bilemedim. Ziya'yı aynen Zübeyir gibi bütün hayatını Nur'lara, iman hizmetine fedakârane verecek bir mahiyette bilirim. Dünya ile, hususen kadınlarla, evlenmekle alâkadar olup bağlanmaz zannederim. Selâhaddin, Nur'un bir kahramanı iken, tezevvücü onu dünyaya esir eyledi. Ona ve Nur'lara çok zarar oldu. Eğer Ziya dünya ile, evlenmekle alâkadar olmaya niyeti kat'î var ise, Nur'un erkânları ile meşveret etmek ona lâzımdır. Ben bu meselede fikir beyan edemem. Ziya gibi Nur kahramanı dünya ile zincirlerle bağlanmasına, hizmet-i Nuriye fetva vermesiyle olur."
_________________________________________________Nur Dersinden Tespit Edilen “Üstad’ın Ceylan Ağabey’e tavsiyeleri:

1-İktisada tam riayet et.
2-Nazar-ı dikkati kendine celbetme.Hevesatına uyma
3-Herkese açılma.
Avam-ı nas’ın imanı kurtarma vazifesini şefkatkarane yükleneceğiz. Risale-i nur’la ilgili ilgili her şeye sahip çıkacağız. Bu dava benim,sözleri ben yazdım anlayışına sahip çıkacağız. Bu dava benim;sözleri ben yazdım anlayışına sahip olacağız.
Hizmet-i nuriyeyi hayatımızın birinci vazifesi bileceğiz.
Risale-i Nur vazife-i fıtratım.
Risale-i Nur gaye-i hilkatim.
Risale-i Nur sebebi saadetim.
Bir nur talebesini makam-ı sıddıkiyete götüren iki yol vardır:
1-Sadakat
2-Fedakarlık
İhlas kelimelerin ruhu manevisidir. İhlas olmadığı zaman,kelimeler eğitim mermisi gibi hedefi bulsa da tesir etmez. İhlas olmayınca attığın fikir mermileri hedefi bulamaz.
Bir nur talebesinin manevi dengesi onun hizmetidir. Ne nisbette hizmet edersek,o nisbette dengedeyiz demektir.
Allah bizi dava-yı Kuraniye’de büyütsün,yürütsün,çürütsün.Amin
Bizim hizmetimizde ihtilafların çok önemli nedenlerinden birisi de DENKLİKTİR.
Aynı seviyedeki kardeşler arasında ihtilaflar olabilir. Bu durumda ikisinden birisinin fedakarlık yapıp diğerine inkiyad etmesi lazımdır. Böyle yapan bir nur talebesini melekler bile alkışlar.
Mesele-i Risale-i Nur’daki hakikatları ezberlemek olmak değildir;mesele o hakikatları yaşayabilmektir.
Diş merhemi göze sürülmez.Bir söz dermandır ama kimisine iyi gelir,kimisine kötü gelir. Hakikaları yerli yerinde kullanmalıyız.
Risale-i Nur’da merhaleler vardır. Bunlar: 1-Şevk devresi:Ruhun hakikatları kapmasıyla olur.
2-Muhabbet devresi:Risale-i Nur kalpte mekan tutar. Bu devrede tehlike yoktur. Evinde tavuk pişer,fakat o medresede çorbaya koşar.
3-Sebat Devresi:Tehlikeli olan devredir. Ülfetle kırılarak zuhur eder. Enaniyet ve süfli arzular çok olur. Bu devre sebat etmekle geçirilmelidir. Gaye en az zayiatla bu devreyi atlatmaktır. İrtibat azalır,ictimai meseleler aklını kurcalar. Sebat günahlardan çekinmek,ve Risale-i Nurun kutsiyetine inançla olur.
4-Sadakat Devri:En son merhaledir. Arabistan’da Kutbu Azamda çıksa ona ittiba etmez. Risale-i Nura koşar.
5-Sıddıkiyet Makamı:Niyet ve nazar ile olur.
Hizmette başarılı olmak için:
Anlatılan hakikatın muhatabın kalbine yerleştirilmesinin iki sebebi vardır.
1. Sebeb-i zahiri,2. Sebeb-i manevi.
Sebebi zahirinin bazı şartları vardır:
1.Fiziki yapı:Tebliğin süreten müesirine tesir eden faktörlerden birisi simanın güzelliği(Saç sakal birbirine karışmış olmama.)
2.Libas:Giyiniştir. Bir insan bir muhitte giyinişiyle karşılanır. Fikirleriyle ağırlanır. Üstadımız onun için kıravat takın demiş.
3.Yaş
4.Şahsiyet
5.Fiziki yapı,endam
6.Lisan hakimiyeti. Müdellel konuşmak,terkip kabiliyeti,cümle kurma,mantıki ilmi konuşmak,beliğ fasığ konuşmak. Bunun içinde ilim şattır.
Sebebi manevi (Hakiki)Sebepleri şöyledir:
1.İHLAS:İvazsız sırf rıza-i ilahi için konuşmak.
2.FENA:Hakikatta fena olmak. Nefsini ıslah edemeyen,başkasını ıslah edemez. Önce
nefsini öldürki,nefisleri öldüresin. Anlattın anlattın tesir etmedi,diyeceksin ki ihlassız anlatmışım. Manen kirliyim.
3.SALAHAT:Takva sahibi oldukça sözüm müessiriyeti artar. Fakat takva azaldıkça lafızlar kalpten çıkmaz,ıslatsa ıslatsa dili ıslatır. Kalpten gelmez. Onun için manevi hayatın temizliği tahir olması şattır.
Nefsi emmare yavaş yavaş,aldata aldata kendine uyduruyor.Elli sene evvelki dede kabirden çıkıp şimdikileri görse kafir der. Bu insanlar bu hale nasıl geldi?
....yavaş,yavaş.
Anlamak iki çeşittir:
1.İbareyi anlamak,
2.Hakikatını anlamak.
Uhuvvet risalesini okuduğu halde dövüşen insan ibareyi anlamıştır. Hakikatını anlamamıştır. Çünkü hakikatını anlayan insan kardeşiyle dövüşmez.
Kardeşin seni tahkir ettiği halde sen ona muhabbet gösterebiliyorsan;işte o zaman sırr-ı uhuvvet tezahür eder.
Bütün peygamberlerin,kutupların,evliyaların yolu ihlas yoludur.
Bir tezgahtar,dükkana gelen müşteriye iltifat ediyor. Gururu,enaniyeti terk ediyor..
Dünyevi işlerde bu gerekiyorsa,uhrevi işlerde çok daha fazlası lazımdır.
Risale-i Nurun yolu sırrı ihlastır.,kulluktur. Bu hakikatları en başta iç dünyamızı mamur etmek etmek için kullanacağız.
Az değiliz. Az olduğumuza üzülmeyeceğiz. Çünkü kainat kuruldu kurulalı bu böyledir.
Cemadat fazla,nebatat az;nebatat fazla,hayvanat az;hayvanat fazla,insanlar az;kafirler fazla,müslimler az;amiler fazla,veliler az;veliler fazla;veliler fazla,asfiyalar az;asfiyalar fazla,enbiyalar az....
Üstad lahikaların satırları ile sadık nur talebelerinin vasıflarını çiziyor.(modelini)İşte o modele kavuşamayan,maksada vasıl olamaz.
Her nur talebesine manevi müzaheret vardır. İlk intikal devresine de manen hep müzaharet vardır. Tutuşma devresinden sonra,şevk derecesine giriyor. 30 yaşına doğru o müzaharet kesiliyor. Artık kendi ceht ve gayretiyle ilerliyor. Müzaheret devam ederken kendimizi iyi yetiştirmemiz elzemdir.
Bu kutsî hizmette durmak,düşmek demektir. Durmadan,yılmadan hizmet ,daima hizmet...
Fedainin feda edemeyeceği hiçbir şeyi yoktur.
Üstad”Biz muhabbet fedaileriyiz”diyor.
Öyle ise muhabbet için feda edemeyeceğimiz hiçbir şeyimiz olmamalı.(Şerefimiz,Haysiyetimiz,Enaniyetimiz,vs,....)

lillah içi muhabbete nefsin menfaatin hiçbir faydası yoktur. Karşılık beklenmez.
Hizmet ALLAH rızası içindir,o ruh yok ise,hizmette yoktur.
Risale-i Nur’a köle gibi makamsız hizmet eden,manevi makamatın en müntehası olan Sıddıkiyete vasıl olur. Bu ise tam mahviyetle olur.
Niye biz Risale-i Nurun sarhoşu olamıyoruz?Çünkü içmiyoruz.
Sarhoş sıhhati pahasına alkolik oluyor.
Biz de NURKOLİK olmalıyız,Nuru içip içip sızmalıyız. Neticede ebedi bir sıhhat ve saadet kazanacağız.

Risale-i NUR hizmeti hem cihaddır,hem ubudiyettir. Bu ikisini de beraber götürmemiz lazımdır.
_________________________________________________
Üstadın Duası
Ceylân Çalışkan'ın yazdığı Nur'lara Üstadın yaptığı ve yazdığı dualardan iki misal: "Yâ Erhamerrahimîn, ism-i âzamın hürmetine, bu nüshayı yazan Ceylân'ı cennetü'l Firdevste mesud eyle ve belâlardan muhafaza eyle. Âmin...âmin..âmin."
 

memluk

Hatim Sorumlusu
Üstadın Ceylân'a ikazları
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ceylân Çalışkan küçük yaşta Üstadın hizmetine girdiği zaman bilemediği bazı noktalarda Üstad yazdığı pusulalarla kendisini ikaz ediyordu:[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Ceylan! Zaman naziktir. Nur'ların faaliyeti vaktin çok dikkat lâzımdır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Nur'un ve bizim Nurcuların selâmeti ve münafıkların şerrinden kurtulması için sen bu üç maddeyi bil:[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Birincisi: iktisada tam riayet etmek lâzımdır. Tâ validen ve baban senden gücenip hizmet-i Nuriyeye zarar gelmesin. Dükkâncılık eden mertlik etmez. On paraya dikkat eder. Mal senin değil. İkram etsen caiz değil.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"İkincisi: Şimdilik nazar-ı dikkati kendine celb etme ve gösteriş yapmaya çalışma. Tâ senin elindeki Nur emanetlerine zarar gelmesin. Hevesatını, faidesiz eğlencelerini bırak. Hizmet-i Nuriyenin sana verdiği zevkler yeter.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Üçüncüsü: Bize gelmek için buraya gelenlerden herkese açılma. Lüzumsuz onlara esrarımızı bildirme. Çünkü içlerinden ya safdil veya kurnaz veya aptal bulunabilir, ifşa eder, habbeyi kubbe yapar. Ondan da münafıklar ve casuslar istifade eder. Hususan bu kasabada daha çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır."[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
ceylanabitoplu.jpg
"Ceylan! Dün posta için sabahtan akşama kadar seni bekledim, görünmedin. Kalben dedim, 'Eğer Risale-i Nur'un hizmetiyle ve okunmasıyla meşgul olmuş ise aff edilir. Yoksa onun hayatı Risale-i Nur'a aittir. Hevesatına sarf etse şiddetli tokat yiyecek. Acaba o mânâsız gezmeyi bu soğukta sen mi yaptın? Yoksa başkası mı hatıra getirdi? Hem yanınızda daha kim vardı? Risale-i Nur hesabına merak ediyorum. Dikkat et, çocukluk yapma, tokat yiyenler pek çok. [/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Ceylân! Sen bahtiyardın ki, bu acib zamanda Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir hizmeti ve onun manevî hazinesinin bir anahtarını aldın. Benim de anahtarımı aldın. Ve küçük bir Abdurrahman ve küçücük bir Husrev namını aldın. Bu kudsî ve ehemmiyetli vazifeye lâyık olacağını gayet kuvvetli bir sadakat ve metanet ve ihtiyat ile isbat edersin. Gerçi çocuksun, fakat sende kuvvetli bir sadakat hissettiğimizden küçülmüş kuvvetli bir ihtiyar nazarıyla bakıyoruz.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Sen de dikkat et! Çocukluk hevesatına aldanma, kapılma! On adamın şimdiki benim hizmetimde vazifeleri mecburiyetle sana yüklenmiş. Az bir yanlışın büyük bir zarar verir. Bunu kat'iyyen bil ki, senin hizmet ettiğin hakikatın sana vereceği hem dünyada, hem âhirette menfaate mukabil dünyada hiçbir şey gelemez. Tâ ki, bir elmas hazinesini şişe gibi çabucak kırılacak fâni dünya lezzetleriyle kaçırma. Çocukluk kulağıyla cin, ins şeytanlarının vesveselerine kapılma."[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]İslâm fedaisi Ceylân Çalışkan acı bir trafik kazasından sonra ebediyete intikal edince, 3l Ağustos l963 tarihinde Emirdağ'da Osman Aydın "Şehit kardeşimiz Ceylân Çalışkan'ın ruhuna ithaf" ettiği "Çok selâm söyle" başlıklı manzumesinde hislerini şu mısralarla ifade ediyordu:[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Acı haberlerin kalbimi yaktı.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kardeşim, üstada çok selâm söyle[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Nurculara derin acı bıraktı[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kardeşim, Üstada çok selâm söyle[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Yüreğim yanıyor, gözlerimde yaş,[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Nur'un hizmetinde her zaman bir baş[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kederli günlerde vefalı kardaş,[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kardeşim, üstada çok selâm söyle.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Üstad daim sana şefkatle baktı,[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Firakın kalbimi nasıl da yaktı[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Büyük Ceylân diye ismini taktı[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kardeşim, Üstada çok selâm söyle.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Yürür Nur kervanı her an ileri,[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Hizmet-i Kur'ân'da kalır mı geri,[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bir gül bahçesi mi yattığın yeri[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Orada Üstada çok selâm söyle..[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif].....................................................[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ceylân ağabey Ağustos l963'te Bakırköy istikametinde meydana gelen trafik kazasında, bindiği minibüste vefat ettiğinde nüfus cüzdanının arasından şu vesika çıkmıştı:[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Ceylân benim vekilimdir.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Nur'a ait işleri benim hesabıma yapar." Said Nursî[/FONT]
 
Üst