Bu mektub gayet ehemmiyetlidir...(önemlidir)

Ahmet.1

Well-known member
(Bu mektub gayet ehemmiyetlidir)
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bugünlerde Kur'an-ı Hakîm'in nazarında imandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i sâlih esaslarını düşündüm. Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i sâlih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def'-i şer, celb-i nef'a racih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan def'-i mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüchaniyet kesbetmiş.


Ehemmiyetli: Önemli.
Aziz: İzzetli, çok nurlu, temiz ahlaklı.
Sıddık: İnandığı değerlere devamlı doğruluk üzere ve gönülden benimseyerek bağlı olan.
Kur'an-ı Hakîm: Hikmetlerle dolu Kur’an.
Nazar: Bakmak, göz atmak. *Düşünce, anlayış. *Göz değmesi.
Ziyade: Fazla, çok.
Esas:Temel, kök, şart.
Takva: Bütün günahlardan ve hertürlü yasaklardan kendini koruma.
Amel-i Sâlih: Dinde emredilen güzel ve faydalı iş.
Menhiyat: İslam dinine göre yasak olanlar.
İçtinab: Çekinme, sakınma, kaçınma.
Hayrat: Hayırlar, iyilikler.
Def'-i şer: Şerri defetmek, kötülüğü kovmak.
Celb-i nef': Faydayı çekmek, faydayı elde etmek.
Racih: Üstün, değerli.
Tahribat: Yıkımlar, bozmalar.
Sefahet: Günah olan zevk ve eğlencelere düşkünlük.
Cazibedar: Çekici, beğenilen, hoş.
Hevesat: Hevesler, gelip geçici istekler.
Def'-i mefasid: Fesatlıkları defetme, bozgunculukları engelleme.
Terk-i kebair: Büyük günahları bırakmak.
Üss-ül esas: En önemli ve sağlam temel.
Rüchaniyet: Üstünlük, üstün oluş.
Kesb: Kazanma, işi gerçekleştirmek için yönelme.


Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takva bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i sâlihin ihlasla muvaffakıyeti pek azdır. Hem az bir amel-i sâlih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.

Tahribat: Yıkımlar, bozmalar.
Menfî: Olumsuz.
Cereyan: Akan, gidiş.* Meydana gelme, olup bitme.
Farz: Yapılması Allah’ın(cc) açık ve kesin hükmüyle emredilmiş olan.
Kebire: Büyük günahlar.
Kebair-i azîme: Çok büyük günahlar.
Amel-i Sâlih: Dinde emredilen güzel ve faydalı iş.
İhlas: İçten, gönülden, samimi, Allah’ın(cc) emirlerini Allah(cc) emrettiğinden dolayı
rızası için yapmak.
Muvaffakıyet: Başarı gösterme, başarma, başarılı olma.
Amel-i Sâlih: Dinde emredilen güzel ve faydalı iş.
Şerait: Şartlar.
Hükm: Hüküm, karar.

Hem takva içinde bir nevi amel-i sâlih var. Çünki bir haramın terki vâcibdir. Bir vâcibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva, böyle zamanlarda, binler günahın tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî ibadetten gelen ehemmiyetli a'mal-i sâlihadır.

Takva: Bütün günahlardan ve hertürlü yasaklardan kendini koruma.
Nevi: Çeşit.
Amel-i Sâlih: Dinde emredilen güzel ve faydalı iş.
Haram: Yasak ve günah, Allah’ın(cc) kesin ve açık olarak yasakladıkları.
Vâcib: Dindeki farz derecesine yakın farz ile sünnet arasındaki emirler.
Tehacüm: Hücum etme, saldırma.
İçtinab: Çekinme, sakınma, kaçınma.
Amel: İş, çalışma, görevi yerine getirme.
Ehemmiyetli: Önemli.
Menfî: Olumsuz.
A'mal-i Sâliha: Salih ameller, İslam dinindeki güzel işler.


Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüz günah insana karşı geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüz amel-i sâlih işlemiş hükmündedir. Malûmdur ki; bir adamın bir günde harab ettiği bir sarayı, yirmi adam yirmi günde yapamaz ve bir adamın tahribatına karşı yirmi adam çalışmak lâzım gelirken; şimdi binler tahribatçıya mukabil, Risale-i Nur gibi bir tamircinin bu derece mukavemeti ve tesiratı pek hârikadır. Eğer bu iki mütekabil kuvvetler bir seviyede olsaydı, onun tamirinde mu'cizevari muvaffakıyet ve fütuhat görülecekti.

Risale-i Nur: Nur risalesi. Bediüzzaman Said Nursinin(ra) Kur’anın imanla ilgili ayetlerini kaynak alarak imanın bütün şartlarını açıklayıp delillerle ispat ettiği çok değerli eserlerinin hepsine birden verilen isim.
Şakird: Talebe, öğrenci.
Mühim: Önemli.
Vazife: Görev, yapılması gereken iş.
Tahribat: Tahripler, yıkımlar, bozmalar.
Takva: Bütün günahlardan ve hertürlü yasaklardan kendini koruma.
Tarz-ı hayat-ı içtimaiye: Toplum hayatı şekli, sosyal hayat biçimi.
Niyet-i içtinab: Kaçınma düşüncesi, Allah(cc) yasakladığı için çekinme düşüncesi.
Amel-i Sâlih: Dinde emredilen güzel ve faydalı iş.
Hükm: Hüküm, karar.
Mukabil: Karşılık.
Mukavemeti: Karşı koyması, dayanması, direnmesi, karşı gelmesi.
Tesiratı: Tesirleri, etkileri.
Mütekabil: Karşılıklı.
Mu'cizevari: Mucize gibi.
Muvaffakıyet: Başarı gösterme, başarma, başarılı olma.
Fütuhat: Zaferler, galibiyetler.


Ezcümle:
Hayat-ı içtimaiyeyi idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış. Bazı yerlerde gayet elîm ve bîçare ihtiyarlar ve peder ve vâlideler hakkında dehşetli neticeler veriyor. Cenab-ı Hakk'a şükür ki; Risale-i Nur bu müdhiş tahribata karşı, girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor. Sedd-i Zülkarneyn'in tahribiyle, Ye'cüc ve Me'cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi; şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) olan sedd-i Kur'anînin tezelzülüyle Ye'cüc ve Me'cüc'den daha müdhiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.

Hayat-ı içtimaiye:Toplum hayatı.
Mühim: Önemli.
Esas: Temel, kök, şart.
Elîm: Acı veren.
Bîçare: Çaresiz.
Peder: Baba.
Vâlide: Doğuran, ana.
Cenab-ı Hakk: Allah(cc).
Risale-i Nur: Nur risalesi. Bediüzzaman Said Nursinin(ra) Kur’anın imanla ilgili ayetlerini kaynak alarak imanın bütün şartlarını açıklayıp delillerle ispat ettiği çok değerli eserlerinin hepsine birden verilen isim.
Müdhiş: Dehşetli.
Tahribat: Tahripler, yıkımlar, bozmalar.
Mukavemet: Karşı koyma, dayanma, direnme, karşı gelme.
Sedd-i Zülkarneyn: Zülkarneyn’in setti.
Tahrib: Yıkma, bozma.
Ye'cüc - Me'cüc: Kısa boylu olacakları söylenen ve Kur’anda sözü geçen ve ortalığı fitne ve anarşiliğe boğacak olan bir kavmin adı.
Fesad: Bozgunculuk, karıştırıcılık, fenalık ve kötülük, karışıklık.
Şeriat-ı Muhammediye: Hz. Muhammedin(asm) bildirdiği Allah’ın(cc) emir ve yasaklarından oluşan kanun düzeni.
Sedd-i Kur'an: Kur’ana ait set, Kur’anla ilgili set.
Tezelzül: Sarsıntı, sarsılma.
Zulmet: Karanlık. *Sıkıntı.
İfsad: Fesat çıkarma, bozma, azdırma, karıştırma.

Risale-i Nur'un şakirdleri, böyle bir hâdisede manevî mücahedeleri, inşâallah zaman-ı Sahabedeki gibi az amelle, pek çok büyük sevab ve a'mal-i sâlihaya medar olur.

Risale-i Nur'un şakirdleri: Risale-i Nur’un talebeleri (öğrencileri.)
Hâdise: Olay.
Mücahede: Din için çalışma ve uğraşma. *Çalışma, çaba gösterme.
Zaman-ı Sahabe: Peygamberimizi(asm) görüp iman etmiş ilk müslümanlar zamanı.
Amel: İş, çalışma, görevi yerine getirme.
A'mal-i Sâliha: Salih ameller, İslam dinindeki güzel işler.
Medar: Sebep, vesile.


Aziz kardeşlerim! İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisata karşı, ihlas kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz; iştirak-i a'mal-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemler ile, herbirinin a'mal-i sâliha defterine hasenat yazdırdıkları gibi, lisanlarıyla herbirinin takva kal'asına ve siperine kuvvet ve imdad göndermektir. Ve bilhâssa fırtınalı tehacüme hedef olan bu fakir ve âciz kardeşinize, bu mübarek şuhur-u selâsede ve eyyam-ı meşhurede yardımına koşmak, sizin gibi kahraman ve vefadar ve şefkatkârların şe'nidir. Bütün ruhumla bu imdad-ı manevîyi sizden rica ediyorum. Ve ben dahi, iman ve sadakat şartlarıyla, Risale-i Nur talebelerini bütün dualarıma ve manevî kazançlarıma, yirmidört saatte, iştirak-i a'mal-i uhreviye düsturuyla, bazan yüz defadan ziyade Risale-i Nur talebeleri ünvanıyla hissedar ediyorum.

Aziz: İzzetli, çok nurlu, temiz ahlaklı.
Hâdisat: Olaylar, hadiseler.
İhlas: İçten, gönülden, samimi, Allah’ın(cc) emirlerini Allah(cc) emrettiğinden dolayı
rızası için yapmak.
iştirak-i a'mal-i uhrevî: Ahiretle ilgili yapılan işlere ortak olma.
Düstur: Genel kural, temel prensip.
A'mal-i Sâliha: Salih ameller, İslam dinindeki güzel işler.
Hasenat: İyilikler, sevaplar.
Takva: Bütün günahlardan ve hertürlü yasaklardan kendini koruma.
Kal'a: Kale.
İmdad: Yardım.
Bilhâssa: Özellikle.
Tehacüm: Hücum etme, saldırma.
Âciz: Güçsüz, gücü yetmez.
Şuhur-u selâse: Üç aylar. (Recep, Şaban, Ramazan ayları.)
Vefadar: Vefalı, sözünde ve dosluğunda devamlı.
Şefkatkâr: Şefkatli.
Şe'n: İş. *Hal, tavır.
imdad-ı manevî: Manevi yardım.
Sadakat: Bağlılık, gönülden bağlılık.
Ziyade: Fazla, çok.
Hissedar: Hisseli, pay sahibi.

Said Nursî
KASTAMONU LAHİKASI
 

akna

Well-known member
Şu zamanda en büyük sıkıntımız önceliklerimizin yanlışlığından kaynaklanıyor bence
El ne der diyoruz da Rabbim cc ne der demiyoruz
Misal, bir düğüne giderken HARAM olduğunu bile bile, “ama şimdi gitmezsem ayıp olur” deniliyor da
Ya hu buraya gidersem elimle ayağımla gözümle kulağımla, hatta tutamayıp dilimle harama giricem, “Rabbime nasıl hesap veririm” denilmiyor
Ehl-i dalaletin uğraşları ve cahil halkın alakası neticesi medyayla, televizyonla, özentiyle frenkmeşrep ne kadar fesatlık, aykırılık varsa sanki örf anane gibi yerleştirilmiş hayatımıza
İşte bu nedenle günahlardan içtinab etmek, faydalı ve hayırlı şeylere yakınlaşmaya çalışmaktan üstündür. Şerleri, fesatlıkları def etmek, haramdan kaçmak, salih amel işlemekten daha önemlidir, daha doğrusu üstünlüğü vardır.
Aslında iki durum da aynı cihete bakıyor, haramdan, günahtan kaçan (Lillah için), zaten hayatındaki adi işleri de ihlaslı yapması gerektiğini bilir, neticede adi işleri de ibadete dönüşür, o adi işlerde ihlasla yapıldığı için Salih Amel listesine dahil olur.
Ama günahlardan içtinab edilmez ise şayet, sahip olunan salih amelleride alır götürür


Böyle kebair-i azîme içinde amel-i sâlihin ihlasla muvaffakıyeti pek azdır. Hem az bir amel-i sâlih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.

İhlas kelimesine mukabil nefs kelimesi uyanıyor aklımda hep..
Yani nefsi azdıracak o kadar çok şey var ki etrafımızda, zaten yoldan çıkmaya çok müsait, Malik-ül Mülk olan Cenab-ı Hak (cc) kendi mahlukunu bildiği için Kur’an’da harama yaklaşmayın buyuruyor. Yani haram fiil işleme, içine girme demeden daha yaklaşma diyor. Biliyor ki yaklaşsa içine çekecek, zehirli bal misali cezb edip sonra acısıyla, cezasıyla baş başa bırakacak.

Elhasıl benim anladığım; bunca günaha bulaşmadan yaşamak, hepsinden kaçınmak zaten zorken, bir de hem kaçınıp, içine girmeyip hem de salih amel işleyebilmek (onu da ihlaslı, riyasız, menfaatsiz yapmak) hepten meşakkatli. Bu sebepten ihlaslı az bir amel batmanlarla ihlassız amele müreccahtır.

Elhamdülillah ki ferdi olarak altında ezilebileceğimiz bu gibi durumların altından şahs-ı manevi kuvveti ile zorlanmadan kalkabiliriz. Bir dil ile değil binler dille kazanç sağlayabiliriz. Yani Sahabelerdeki gibi az ameller ile çok büyük sevaplar kazanabiliriz. Dakikalarımızı, seneler hükmüne tebdil edebiliriz
.
"Risale-i Nur'un şakirdleri" hitabına liyakat kesbedebilirsek.
 

akna

Well-known member
1. Yukarıdaki konuya ilaveten aklıma gelen ve sıkça işittiğim bir cümle ki: "Haramdan kaçınmak için icab ederse farz bile terk edilebilir" denilir hep, buna ne gibi misaller verilebilir? Yani günlük hayatımızda farz ile haram nasıl çakışabilir ki seçim yapmak durumunda kalalım?

2. ..Ve ben dahi, iman ve sadakat şartlarıyla, Risale-i Nur talebelerini bütün dualarıma ve manevî kazançlarıma, yirmidört saatte, iştirak-i a'mal-i uhreviye düsturuyla, bazan yüz defadan ziyade Risale-i Nur talebeleri ünvanıyla hissedar ediyorum
...

Buradaki şartı nasıl değerlendirmeliyiz, bunun üzerinde durabilir miyiz biraz
Mesela sadakat kelimesinden ne anlamalıyız?
Risale-i Nur hizmetinde sadakat nasıl olur?
Sadece derslere gitmek ve okumak kafi sayılmalı mıdır?
Bunu hayatımıza oturtmak için dikkat etmemiz gereken özel şeyler var mı?
mesela kışın elhamdülillah istikrarlı giden ders ve virdlerimizde yazın atalet gösterebiliyoruz
buradan yola çıkacak olursak yazın ölürsek iştirak-i a'mal-i uhreviye düsturundan istifademiz zayıf mı olur :)
hülasa kişinin her daim aynı ruh halini, iştiyakını muhafaza etmesi mümkün değilken, her daim sebatkar nasıl olunur? Hizmetteki kardeşlerimizden mes'ul olduğumuzu düşünerek, tesbihatında, derslerde ya da virdlerinde atalet gösteren kardeşlere nasıl yaklaşmalıyız?
şimdilik bu kadar :)

 

faris

Well-known member
Böyle kebair-i azîme içinde amel-i sâlihin ihlasla muvaffakıyeti pek azdır. Hem az bir amel-i sâlih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.

Bu kısım da tezatlık yok mu? ne demek istenilmiş?

Zahiren ve tek başına bakıldığında bir karışıklık söz konusu olabilir lakin, tümüyle veya batinı ile bakıldığında bu söz ruchaniyet kesb etmekte. Mesela Ustad r.a. diyor madem takva günahtan içtinab ve hayra meyl ise öyle ise bu amellerde salih amel hükmüne geçer ve madem takva vaciptir öyle ise salih amel sünnetten vacibe çıkar ve kuvvetli olur demekte. Yani ameli salih tek başına bir kuvvet kazanamaz ancak sevabı çoktur. Yani sadece salih amel ile cehennem azabından felah bulamayız onun için illa takva illa takva..
 

faris

Well-known member
1. Yukarıdaki konuya ilaveten aklıma gelen ve sıkça işittiğim bir cümle ki: "Haramdan kaçınmak için icab ederse farz bile terk edilebilir" denilir hep, buna ne gibi misaller verilebilir? Yani günlük hayatımızda farz ile haram nasıl çakışabilir ki seçim yapmak durumunda kalalım?



[BILGI]Her zaman def'-i şer, celb-i nef'a racih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan def'-i mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüchaniyet kesbetmiş.[/BILGI]

Ehli Sünnet itikadında her zaman faydası daha çok olan faydası az olana tercih edildiği gibi günahın terki sevap kazanmaktanda önce gelmektedir. Mesela mekruhun terki sünnetten önce gelebileceği gibi haramın terkide farzdan önce gelebilmektedir. Yani bir emri yapmak haramı işlemeye sebeb olursa, haramı işlememek için o emir uygulanmaz veya terkedilir..

Ancak bunun da şartları vardır mesela bir adam günah işliyorum önce ben günahı terk edeyim sonra farz ibadetleri yaparım dese ve bunu delil gösterse hata eder. Çünkü islam akaidinde hangi günahı işliyorsan işle namaz gibi ibadetler terk edilemez demektedir. Hem namaz, oruç gibi ibadetler günahtan alıkoyan ibadetler iken önce günahı terk edeyim sonra ifa ederim dersen hata üstüne hata etmiş oluruz ki bu ibadetleri yaparak ancak terkini daha kuvvetli hala getiririz. Aksi halde ancak kendimizi kandırırız. Peki koşullarda bu mesele geçerlidir derseniz : Mesela haram kazançla elde edilen gelirden zekat olmaz önce o haram terk edilmeli sonra zekat verilmelidir. Aynı şekilde mesela hacda böyledir.

Daha özet bir cevap verirsek aslında farz ve haram arasında buradaki meselede, haramdan kasıt Allah'ın yasakladığı günahlar değil, Bir farzın bir başka farzı iptali söz konusudur veya bir sünnetin başka bir sünneti iptali söz konusudur. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi önce günahı ve haramı terk edeyimde sonra farzları sünnetleri yerine getiririm demek değildir. Ama bu demek değildir ki haramıda yapayım farzıda bu ehli sünnete uygun bir iman olmadığı gibi yapılan ibadetlerinde bir anlamı olmaz çünkü bir tarafdan imar ediyon diğer tarafdan yıkıyon yani herhalikarda takva ehli olmak zorundayız.. Yine bununla beraber şunuda ifade etmekte fayda vardır. Ayeti Kerimenin hükümleri hakkında hadis-i şerif varsa ayet ile amel edilmez hadis-i şerif ile amel edilir, Hadis-i Şerifin hükümleri hakkında içtihad varsa hadis-i şerif ile amel edilmez içtihad ile amel edilir bu böyle gider.
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici


2. ..Ve ben dahi, iman ve sadakat şartlarıyla, Risale-i Nur talebelerini bütün dualarıma ve manevî kazançlarıma, yirmidört saatte, iştirak-i a'mal-i uhreviye düsturuyla, bazan yüz defadan ziyade Risale-i Nur talebeleri ünvanıyla hissedar ediyorum
...

Buradaki şartı nasıl değerlendirmeliyiz, bunun üzerinde durabilir miyiz biraz
Mesela sadakat kelimesinden ne anlamalıyız?
Risale-i Nur hizmetinde sadakat nasıl olur?
Sadece derslere gitmek ve okumak kafi sayılmalı mıdır?
Bunu hayatımıza oturtmak için dikkat etmemiz gereken özel şeyler var mı?
mesela kışın elhamdülillah istikrarlı giden ders ve virdlerimizde yazın atalet gösterebiliyoruz
buradan yola çıkacak olursak yazın ölürsek iştirak-i a'mal-i uhreviye düsturundan istifademiz zayıf mı olur :)
hülasa kişinin her daim aynı ruh halini, iştiyakını muhafaza etmesi mümkün değilken, her daim sebatkar nasıl olunur? Hizmetteki kardeşlerimizden mes'ul olduğumuzu düşünerek, tesbihatında, derslerde ya da virdlerinde atalet gösteren kardeşlere nasıl yaklaşmalıyız?
şimdilik bu kadar :)


Sadakat aslında hepimizin çok iyi bildiği lakin bu bilmenin taklidi ve tahkiki olduğunu unutuyoruz. Mesela ustad r.a. sadakat ifadesini tek başına kullanmamış ya iman ile sadakatı veya ihlas ile sadakatı birlikte kullanarak. Birbirine perçinlenmiş ifadeler olduğunu görmekteyiz. Onun için bizde taklidi ve tahkiki iman gibi taklidi ve tahkiki sadakatı anlamamız mümkündür.

Risale-i Nur eserleri bütünü ile beraber Risale-i Nurdur bundan dolayı tek bir eser ile kifayet ettiğimizde ölçülerimizde eksik olması muhtemeldir. Bu bağlamda bütün eserlerdeki muazzam programa bakmadan sadık olamayız. Eğer sadece bazı sözleri okumak ile sadakat ölçümüzü farklı olarak algılayacağız. Daha net bir örneklerle ifade edecek olursak :

Ustad Bediüzzaman r.a. bir meseleyi ifade ederken kapalı olan pencereleri başka meselelerde açmaktadır. Zati bunu da; onlara havale ederek gibi, o risalede beyan etmiştik gibi ifadelerden bu perspektifi gayet net görmekteyiz. Hal böyle iken kapalı kalan pencereler ışığında Risale-i Nurlara sadece bazı meseleler gözlüğünden bakıldığından kapalı kalan pencereleri akıl kendisine farklı metod veya kaynaklardan esinlerek yol bulmaya çalışıyor. İşte burada sadakat bitiyor, başka sadakatlar başlıyor. Eğer sadakattan söz ediyor isek o programa ve anlattıklarına uymalı, bakmalıyız.

Bunun en açık ve net örneği çok yakın zamanımızda Risale-i Nurların sadeleştirme adı altında tahrifleştirmesinde görerek, Risale-i Nurları ucundan köşesinden tutanların farklı düşüncelere meylettiklerini gördük..

Yine başka bir örnekte :

Bir gün Ustad Bediüzzaman r.a. , Zübeyir ağabeye; Zübeyir ben Risale-i Nurlar haricinde yeni bir yol tutsam benim peşimden gelir misin diye sorar. Zübeyir ağabey ben Risale-i Nurlardan ayrılmam diye cevap verir.

Yani, herşey'in vücud-u zahirîsinden ziyade aslına, nesline ve köklerine ve tohumlarına bakar.



Adam diyor deistim yani Allah'a inanıyorum ama peygambere inanmıyor sonra diyor peygamberede inanıyorum ama sünnete inanmıyorum sonra diyor sünnete inanıyorum ama hadis-i şerif sadece rivayettir sahihi belli değil..

Sadakat işte ince bir çizgidir ne kendini nede başkasını kandırmadan inanmak ve itikad etmektir..
 
Üst