Birinci Kısım - Meyve Risalesi - Sekizinci Meselenin Bir Hülâsası

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Sekizinci Meselenin Bir Hülâsası

Yedincide haşri çok makamattan soracaktık. Fakat Hâlıkımızın isimleriyle verdiği cevap o derece kuvvetli yakîn ve kanaat verdi ki, daha başka sorgulara ihtiyaç bırakmadığından, orada kısa kestik. Şimdi bu meselede,âhiret imanının, hem âhiretin saadetine, hem dünya saadetine dair temin ettiği faideler ve neticelerinden yüzden biri hülâsa edilecek. Saadet-i uhreviyeye ait kısmı, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın izahatı daha hiç birbeyana ihtiyaç bırakmamış. Onu ona havale ederek ve saadet-i dünyeviyeye ait kısmı izah cihetini Risale-i Nur’a bırakıp, yalnız kısa birhülâsa ile insanın hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyesine ait yüzer neticelerinden üç-dört tanesini beyan ederiz.

Birincisi

İnsan, sair hayvanata muhalif olarak, hanesiyle alâkadar olduğu misillü, dünya ilealâkadardır. Ve akaribiyle münasebettar olduğu gibi, nev-i beşer ile de ciddî ve fıtrîmünasebettardır. Ve dünyada muvakkat bekàsını arzuladığı gibi, bir dâr‑ı ebedîdebekàsını, aşk derecesinde arzuluyor. Ve midesinin gıda ihtiyacını temin etmeye çalıştığı gibi, dünya kadar geniş, belki ebede kadar uzanan sofraları ve gıdaları, akıl ve kalb ve ruh ve insaniyet mideleri için tedarik etmeye fıtraten mecburdur, çabalıyor. Ve öyle arzuları ve matlapları var ki, ebedî saadetten başka hiçbir şey onları tatmin etmiyor. Hattâ, Onuncu Sözde işaret edildiği gibi, bir zaman, küçüklüğümde, hayalimden sordum: “Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, bâki fakat âdive meşakkatli bir vücudu mu istersin?” dedim. Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden “Ah!” çekti. “Cehennem de olsa bekà isterim” dedi.

İşte, madem mahiyet-i insaniyenin bir hizmetkârı olan kuvve-i hayaliyeyi bu dünya lezzetleri tatmin etmiyor; elbette gayet câmi’ mahiyet-i insaniye, ebedi-yetle


Hâlık: her şeyi yaratan AllahKur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan, mu’cize olan Kur’ân
adem: hiçlik, yoklukakarib: akrabalar, yakınlar
alâkadar: alâkalı, ilgilibekà: kalıcılık, süreklilik
beyan: açıklamabâki: kalıcı, devamlı
cihet: taraf, yöncâmi’: kapsamlı, içine alan
dar-ı ebedî: sonsuzluk yurduebed: sonsuzluk
ebediyet: sonsuzlukebedî: sonu olmayan, sonsuz
fıtraten: yaratılış gereğifıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
gayet: son derecehayat-ı içtimaiye: sosyal hayat
hayat-ı şahsiye: kişisel hayathayvanat: hayvanlar
haşr: insanların öldükten sonra âhirette diriltilip muhakeme için Allah‘ın huzurunda toplanmasıhizmetkâr: hizmetçi
hülâsa: öz, özet, esasinsaniyet: insanlık
izah: açıklamaizahat: açıklamalar
kuvve-i hayaliye: hayal gücümahiyet-i insaniye: insanın mahiyeti, iç yüzü
makamat: makamlarmatlap: istek
meşakkatli: sıkıntılımisillü: gibi
muhalif olmak: zıt, aykırı olmakmuvakkat: geçici
münasebettar: ilgili, bağlantılınev-i beşer: insanlar, insanlık
saadet: mutluluksaadet-i dünyeviye: dünya hayatındaki mutluluk
saadet-i uhreviye: âhiret hayatındaki mutluluksair: diğer, başka
tatmin etmek: ikna etmektedarik etmek: elde etmek
vücud: varlık, var oluşyakîn: şüphesiz ve kesin olarak bilme
âdi: basit, değersizâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 58

fıtraten alâkadardır. İşte bu hadsiz arzu ve emellere bağlı olduğu halde, sermayesi bircüz’î cüz-ü ihtiyarî ve fakr-ı mutlak bir insana, âhirete iman ne derece kuvvetli ve kâfive vâfi bir hazine, bir medar-ı saadet ve lezzet, bir medar-ı istimdat, bir merci ve dünyanın hadsiz gamlarına karşı bir medar-ı tesellî olduğu öyle bir meyve ve faidedir ki, onu kazanmak yolunda dünya hayatını feda etse yine ucuzdur.

İkinci meyvesi ve hayat-ı şahsiyeye bakan bir faidesi:

Üçüncü Meselede izah edilen ve Gençlik Rehberinde bir haşiye bulunan çokehemmiyetli bir neticedir.

Evet, her insanın, her zaman düşündüğü en ehemmiyetli endişesi, mezaristana giren kendi dostları ve akrabaları gibi o idamhaneye girmek keyfiyetidir. Birtek dostu için ruhunu feda eden o bîçare insanın, binler, belki milyonlar, milyarlar dostlarıebedî bir müfarakat içinde idam olmalarını tevehhüm edip Cehennem azabından beter bir elem, o düşünmek ucundan göründüğü vakit, âhirete iman geldi, gözünü açtırdı ve perdeyi kaldırdı... “Bak” dedi. O, imanla baktı. Cennet lezzetinden haber veren bir lezzet-i ruhâniyeyi, o dostları ebedî ölümlerden ve çürümelerden kurtulupmesrurâne bir nuranî âlemde onu da bekliyorlar vaziyetinde müşahedesiyle aldı.

Risale-i Nur’da bu netice hüccetlerle izahına iktifaen kısa kesiyoruz.

Hayat-ı şahsiyeye ait üçüncü bir faidesi:

İnsanın sair zîhayatlar üstündeki tefevvuku ve rütbesi ise, yüksek seciyeleri vecemiyetli istidatları ve küllî ubudiyetleri ve geniş vücudî daireleri itibarıyladır. Halbuki o insan hem mâdum, hem ölü, hem karanlık olan geçmiş ve gelecek zamanların ortasında sıkışmış bir kısa zaman olan hazır vaktin mikyasıyla, ölçüsüyle hamiyeti,muhabbeti, kardeşliği, insaniyeti gibi seciyeler alır.

Meselâ, eskiden tanımadığı ve ayrılıktan sonra da hiç göremeyeceği babasını, kardeşini, karısını, milletini ve vatanını sever, hizmet eder. Ve tam sadakate ve


alâkadar: alakalı, ilgilibîçare: çaresiz
cemiyetli: kapsamlı, genişcüz-i ihtiyarî: insandaki irade, seçme gücü
cüz’î: ferdî, az, küçükebedî: sonu olmayan, sonsuz
ehemmiyetli: önemlielem: acı, keder
emel: arzu, istekfakr-ı mutlak: mutlak, sınırsız fakirlik
fıtraten: yaratılış gereğigam: sıkıntı, üzüntü
hadsiz: sayısız, sınırsızhamiyet: din gibi mukaddes değerleri ve aile ve vatanı koruma duygusu ve gayreti
hayat-ı şahsiye: kişisel hayathaşiye: dipnot, açıklayıcı not
hüccet: güçlü delilidamhane: idam yeri
iktifaen: yetinerekinsaniyet: insanlık
istidat: kàbiliyet, yetenekitibarıyla: özelliğiyle
izah: açıklamaizale etmek: gidermek, ortadan kaldırmak
keyfiyet: durum, nitelikkâfi: yeterli
küllî: büyük ve kapsamlı, türlezzet-i ruhâniye: ruhun aldığı lezzet
medar-ı istimdat: medet, yardım isteme kaynağımedar-ı saadet: mutluluk sebebi
medar-ı tesellî: teselli kaynağı, vesilesimerci: kaynak, başvurulacak yer
mesrurâne: sevinçli bir şekildemezaristan: mezarlık
mikyas: ölçümuhabbet: sevgi
mâdum: yok, ölümüfarakat: ayrılık
müşahede: gözlemnuranî: nurlu, aydınlık
sadakat: bağlılık, doğruluksair: diğer, başka
seciye: huy, karaktersermaye: servet, varlık
tefevvuk: üstünlüktevehhüm etmek: kuruntuya kapılmak, zannetmek
ubûdiyet: Allah’a kullukvâfi: yeterli
vücudî: varlıkla ilgilizîhayat: canlı, hayat sahibi
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 59

ihlâsa pek nâdir muvaffak olabilir; o nisbette kemâlâtı ve seciyeleri küçülür. Değil hayvanların en ulvîsi, belki baş aşağı, akıl cihetiyle en biçaresi ve aşağısı olmak vaziyetine düşeceği sırada, âhirete iman imdada yetişir. Mezar gibi dar zamanını, geçmiş ve gelecek zamanları içine alan pek geniş bir zamana çevirir ve dünya kadar, belki ezelden ebede kadar bir daire-i vücut gösterir.

Babasını dâr-ı saadette ve âlem-i ervahta dahi pederlik münasebetiyle ve kardeşini tâ ebede kadar uhuvvetini düşünmesiyle ve karısını Cennette dahi en güzel bir refika-i hayatı olduğunu bilmesi haysiyetiyle sever, hürmet eder, merhamet eder, yardım eder. Ve o büyük ve geniş daire-i hayatta ve vücuttaki münasebetler için olanehemmiyetli hizmetleri, dünyanın kıymetsiz işlerine ve cüz’î garazlarına vemenfaatlerine âlet etmez. Ciddi sadakate ve samimi ihlâsa muvaffak olarak, kemâlâtı ve hasletleri, o nisbette, derecesine göre yükselmeye başlar, insaniyeti teâli eder. Hayat lezzetinde serçe kuşuna yetişmeyen o insan, bütün hayvanat üstünde,kâinatın en müntehap ve bahtiyar bir misafiri ve Sahib‑i Kâinatın en mahbup vemakbul bir abdi olmasıdır. Bu netice dahi Risale-i Nur’da hüccetlerle izahına iktifaenkısa kesildi.

Dördüncü bir faidesi ki, insanın hayat-ı içtimaiyesine bakıyor:

Risale-i Nur’dan Dokuzuncu Şuâda beyan edilen o neticenin bir hülâsası şudur:

Nev-i insanın dörtten birini teşkil eden çocuklar, âhiret imanıyla insanca yaşayabilirler ve insaniyetin istidatlarını taşıyabilirler. Yoksa, elîm endişeler içinde, kendini uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklarıyla, haylâz bir hayatla yaşayacak. Çünkü, her vakit etrafında onun gibi çocukların ölmesiyle onun nazikdimağında ve ileride uzun arzuları taşıyan zayıf kalbinde ve mukavemetsiz ruhunda öyle bir tesir yapar ki, hayatı ve aklı o biçareye âlet-i azap ve işkence edeceği zamanda, âhiret imanının dersiyle, görmemek için oyuncaklar altında onlardan saklandığı o endişeler yerinde, bir sevinç ve genişlik hissederek der:

Sahib-i Kâinat: evrenin ve herşeyin sahibi olan Allahabd: kul
bahtiyar: talihli, mutlubeyan etmek: açıklamak
biçare: çaresizcihet: taraf, yön
cüz’î: ferdî, az, küçükdaire-i hayat: hayat dairesi
daire-i vücut: varlık dairesidimağ: akıl, bilinç, beyin
dâr-ı saadet ve ebediyet: sonsuzluk ve mutluluk yeriebed: sonu olmayan, sonsuzluk
ehemmiyetli: önemlielîm: acıklı, üzücü
ezel: başlangıcı olmayan, sonsuzlukgaraz: kötü kasıt
haslet: huy, özellik, karakterhayat-ı içtimaiye: sosyal hayat
haysiyetiyle: özelliğiylehayvanat: hayvanlar
hüccet: güçlü delilhülâsa: öz, özet
ihlâs: içtenlik, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetmeiktifaen: yetinerek
imdat: yardımistidat: kàbiliyet, yetenek
izah: açıklamakemâlât: faziletler, iyilikler, mükemmel özellikler
kâinat: evren, yaratılan herşeymahbup: sevgili
makbul: kabul gören, geçerlimenfaat: fayda, yarar
mukavemetsiz: karşı konulmaz, direnilmezmuvaffak olmak: başarılı olmak
münasebet: bağlantı, ilişkimüntehap: seçilmiş
nev-i insan: insanlar, insanlıknisbet: oran, ölçü
refika-i hayat: hayat arkadaşı, eşsadâkat: bağlılık, doğruluk
seciye: huy, karaktertesir: etki
teâli etmek: yücelmek, yükselmekteşkil etmek: meydana getirmek
uhuvvet: kardeşlikulvî: yüce, yüksek
vücut: varlıkâhiret âlemi: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
âlem-i ervah: ruhlar âlemiâlet-i azap: azap âleti, sıkıntı veren unsur
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 60

“Bu kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennetin bir kuşu oldu. Bizden daha iyi keyf eder, gezer. Ve validem öldü, fakat rahmet-i İlâhiyeye gitti, yine beni Cennette kucağına alıp sevecek ve ben de o şefkatli anneciğimi göreceğim” diye insaniyete lâyık bir tarzda yaşayabilir.

Hem insanın bir rub’unu teşkil eden ihtiyarlar, yakında hayatlarının sönmesine ve toprağa girmelerine ve güzel ve sevimli dünyalarının kapanmasına karşı tesellîyi, ancak ve ancak âhiret imanında bulabilirler. Yoksa o merhametli muhterem babalar ve fedakâr şefkatli analar, öyle bir vâveylâ-yı ruhî ve bir dağdağa‑i kalbî çekeceklerdi ki, dünya onlara meyusâne bir zindan ve hayat işkenceli bir azap olurdu. Fakat âhiret imanı onlara der:

“Merak etmeyiniz. Sizin ebedî bir gençliğiniz var, gelecek ve parlak bir hayat venihayetsiz bir ömür sizi bekliyor. Ve zâyi ettiğiniz evlât ve akrabalarınızla sevinçlerle görüşeceksiniz. Ve ettiğiniz bütün iyilikleriniz muhafaza edilmiş; mükâfatlarını göreceksiniz” diye, iman-ı âhiret onlara öyle bir tesellî ve inşirah verir ki; her birinin yüz ihtiyarlık birden başlarına toplansa onları meyus etmez.

Nev-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesatları galeyanda, hissiyatamağlûp, cüretkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimaiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı, bir dakika lezzeti için bir mes’ut hanenin saadetini mahveder ve bu gibi, hapiste dört beş sene azap çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer. Eğer iman-ı âhiret onunimdadına gelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâlin melâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım” diye, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar. Bu mânânın dahi Risale-i Nur’da burhanlarıyla izahınaiktifaen kısa kesiyoruz.

Hem nev-i beşerin ehemmiyetli bir kısmı, hastalar ve mazlumlar ve bizim gibi musibet zedeler ve fakirler ve ağır ceza alan mahpuslar, eğer iman-ı âhiret onların


Padişah-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Padişah, Allahcüretkâr: cesur, atılgan
dağdağa-i kalbî: kalp sıkıntısı, huzursuzluğuebedî: sonsuz, sonu olmayan
ehemmiyetli: önemliehl-i namus: namusuna düşkün olanlar
fenalık: kötülükgaleyan: coşup taşma, azgınlık
hafiye: gizli çalışan polis, ajanhane: ev
hayat-ı içtimaiye: sosyal hayathaysiyet: şeref, onur, itibar
hevesat: heves ve arzularhissiyat: duygular, hisler
iktifaen: yetinerekiman-ı âhiret: âhirete iman
imdad: yardıminşirah: ferahlama, rahatlık, huzur
izah: açıklamamahpus: hapsedilmiş, mahkum
mahvetmek: yok etmekmağlûp: yenilen
melâike: meleklermes’ut: mutlu
meyus: ümitsizmeyusâne: ümitsizce
muhafaza etmek: korumakmuhterem: hürmete lâyık, saygıdeğer
musibetzede: felâkete uğrayanmükâfat: ödül
nev-i beşer: insanlar, insan türünev-i insan: insanlar, insanlık
nihayetsiz: sınırsız, sonsuzrahmet-i İlâhiye: Allah’ın rahmeti
rub’: dörtte birsaadet: mutluluk, huzur
tahattur etmek: hatırlamaktecavüz etmek: saldırmak, sataşmak
teşkil etmek: yapmak, meydana getirmekvaveylâ-i ruhî: ruhun feryadı
vazifedar: görevlizayi: ziyan, kayıp
âhiret âlemi: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayatırz: şan ve şeref, nâmus
şefkat: acıma, merhamet
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 61

imdadına yetişmezse, her vakit hastalığın ihtarıyla gözü önüne gelen ölüm ve intikamını alamadığı ve namusunu elinden kurtaramadığı zâlimin mağrurâne ihaneti ve büyük musibetlerde boşu boşuna malını, evlâdını kaybetmekle gelen elîmmeyusiyeti ve bir-iki dakika veya bir iki saat keyif yüzünden beş on sene böyle bir hapis azabını çekmekten gelen kederli sıkıntı, elbette o biçarelere dünyayı zindan ve hayatı bir işkenceli azaba çevirir. Eğer âhirete iman imdatlarına yetişse, birden onlar nefes alırlar; sıkıntıları, meyusiyetleri ve endişeleri ve intikam hiddetleri, derece-i imanına göre kısmen ve bazan tamamen zâil olur.

Hattâ diyebilirim ki, benim ve bir kısım kardeşlerimin bu sebepsiz hapsimizde vedehşetli musibetimizde, eğer iman-ı âhiret yardım etmeseydi, bir gün dayanmak, ölüm kadar tesir edip bizi hayattan istifa etmeye sevk edecekti. Fakat hadsiz şükür olsun, benim canım kadar sevdiğim pek çok kardeşlerimin bu musibetten gelenelemlerini de çektiğim ve gözüm kadar sevdiğim binler Risale-i Nur risaleleri ve benim yaldızlı ve süslü ve çok kıymettar kitaplarımın ziyaları ve ağlamalarından teessüflerini çektiğim ve eskiden beri az bir ihaneti ve tahakkümü kaldıramadığım halde; sizikasemle temin ederim ki, iman-ı bil’âhiret nuru ve kuvveti bana öyle bir sabır vetahammül ve tesellî ve metanet, belki mücahidâne, kârlı bir imtihan dersinde daha büyük mükâfatı kazanmak için bir şevk verdi ki, ben bu risalenin başında dediğim gibi, kendimi medrese-i Yusufiye ünvanına lâyık bir güzel ve hayırlı medresede biliyorum. Arasıra gelen hastalıklar ve ihtiyarlıktan neş’et eden titizlikler olmasaydı, mükemmel ve rahat-ı kalb ile derslerime daha ziyade çalışacaktım. Her ne ise, bu makam münasebetiyle saded harici girdi; kusura bakılmasın.

Hem her insanın küçük bir dünyası, belki küçük bir cenneti dahi kendi hanesidir. Eğer iman-ı âhiret o hanenin saadetinde hükmetmezse, o aile efradı, herbiri şefkat ve muhabbet ve alâkadarlığı derecesinde elîm endişeler ve azaplar çeker. O cenneti, cehenneme döner veyahut muvakkat eğlenceler ve sefahetlerle aklını tenvim edip uyutur. Devekuşu gibi avcıyı görür, kaçamıyor, uçamıyor. Başını kuma sokar, tâ görünmesin. Başını gaflete sokar, tâ ölüm ve zevâl ve firak onu görmesin. Divanece,muvakkat iptal-i his nev’inden bir çare bulur. Çünkü, meselâ


alâkadarlık: ilgili olmabiçare: çaresiz
dehşetli: korkunç, ürkütücüderece-i iman: iman derecesi
divanece: akılsızca, deliceefrad: fertler, bireyler
elem: acı, kederelîm: acıklı, üzücü
firak: ayrılıkgaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlık
hadsiz: sayısız, sınırsızhane: ev
hükmetmek: hâkim olmak, egemen olmakihtar: hatırlatma, uyarıp ikaz etme
iman-ı bil’âhiret: “âhiret gününe iman”iman-ı âhiret: âhirete iman
imdad: yardımiptal-i his: hisleri uyuşturma, duyguları vazifelerini yapamaz hâle getirme
kasem: yeminkıymettar: kıymetli, değerli
mağrurâne: gururlu bir şekildemedrese-i Yusufiye: Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishaneye verilen ad
metanet: sağlamlık, kararlılıkmeyusiyet: ümitsizlik
muhabbet: sevgimusibet: belâ, dert, felâket
muvakkat: geçicimücahidâne: cihad edercesine
mükâfat: ödülnev’î: tür
neş’et etmek: çıkmak, yetişmekrahat-ı kalb: kalp rahatlığı
saadet: mutluluksaded: asıl mevzu, konu
sefahet: gayrı meşru zevk ve eğlenceye düşkünlüktahakküm: baskı, zorbalık
tahammül: dayanma, katlanmateessüf: eseflenme, üzülme
tenvim etmek: uyutmak, uyuşturmakzevâl: geçip gitme, yok olma
ziya: ışıkziyade: çok, fazla
zâil olmak: geçip gitmek, yok olmak
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 62

valide, ruhunu feda ettiği evlâdını daima tehlikelere mâruz gördükçe titrer. Ve pederini ve kardeşini eksik olmayan belâlardan kurtaramayan evlâtlar, daim bir keder, bir korkaklık hisseder. Buna kıyasen, bu dağdağalı, kararsız hayat-ı dünyeviyede, o mes’ut zannedilen aile hayatı çok cihetlerle saadetini kaybeder. Ve kısacık bir hayattaki münasebet ve karâbet dahi, hakiki sadakati ve samimî ihlâsı vegarazsız bir hizmeti ve muhabbeti vermez. Ahlâk o nisbette küçülür, belki sukut eder.

Eğer âhirete iman o haneye girse, birden ışıklandıracak. Ortalarındaki münasebetve şefkat ve karâbet ve muhabbet, kısacık bir zaman ölçüsüyle değil, belki dâr-ı âhirette, saadet-i ebediyede dahi o münasebetlerin devamı ölçüsüyle samimî hürmet eder, sever, şefkat eder, sadakat eder, kusurlarına bakmaz gibi ahlâk yükseklenir.Hakikî insaniyet saadeti o hanede başlar inkişafa.

Bu mânâ dahi hüccetlerle Risale-i Nur’da beyanına binaen kısa kesildi.

Hem herbir şehir kendi ahalisine geniş bir hanedir. Eğer iman-ı âhiret o büyük aileefradında hükmetmezse, güzel ahlâkın esasları olan ihlâs, samimiyet, fazilet,hamiyet, fedakârlık, rıza-yı İlâhî, sevab-ı uhrevî yerine garaz, menfaat, sahtekârlık,hodgâmlık, tasannu, riya, rüşvet, aldatmak gibi haller meydan alır. Zâhirî âsâyiş veinsaniyet altında anarşistlik ve vahşet mânâları hükmeder; o hayat-ı şehriyezehirlenir. Çocuklar haylâzlığa, gençler sarhoşluğa, kavîler zulme, ihtiyarlar ağlamaya başlarlar.

Buna kıyasen, memleket dahi bir hanedir ve vatan dahi bir millî ailenin hanesidir. Eğer iman-ı âhiret bu geniş hanelerde hükmetse, birden samimî hürmet ve ciddî merhamet ve rüşvetsiz muhabbet ve muavenet ve hilesiz hizmet ve muaşeret veriyâsız ihsan ve fazilet ve enâniyetsiz büyüklük ve meziyet o hayatta inkişafa başlarlar.

Çocuklara der: “Cennet var, haylazlığı bırak.” Kur’ân dersiyle temkin verir.



anarşistlik: kural tanımama, her türlü düzen ve otoriteye karşı çıkmabeyan: açıklama
binaen: -dayanarakcihet: taraf, yön
dağdağalı: karışık, sıkıntılı, gürültülüdâr-ı âhiret: öteki dünya, âhiret yurdu
efrad: fertler, bireylerenaniyetsiz: kendinini beğenmeme, gurursuz
fazilet: değer ve üstünlükgaraz: kötü kasıt, art niyet
hakiki: gerçekhamiyet: din gibi mukaddes değerleri ve aile ve vatanı koruma duygusu ve gayreti
hane: evhayat-ı dünyeviye: dünya hayatı
hayat-ı şehriye: şehir hayatıhodgâmlık: bencillik
hüccet: güçlü delilihlâs: içtenlik, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ihsan: bağış, ikramiman-ı âhiret: âhirete iman
inkişaf: açığa çıkma, ortaya çıkmainsaniyet: insanlık
karâbet: yakınlıkkavî: güçlü, kuvvetli
menfaat: fayda, çıkarmeziyet: üstün özellik
muavenet: yardımmuaşeret: birlikte yaşayıp iyi geçinme, görgü
muhabbet: sevgimâruz: birşeyle karşı karşıya kalma, tesir ve etkisinde kalma
münasebet: ilgi, bağlantınisbet: kıyas, ölçü
riya: gösterişrızâ-yı İlâhî: Allah’ın rızası
saadet: mutluluksaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk
sadâkat: bağlılık, doğruluksamimiyet: içtenlik
sevab-ı uhrevî: âhiret sevabısukut etmek: düşmek, alçalmak
tasannu: yapmacık hareket, zorla birşeyi daha iyi göstermeye çalışmatemkin: ağırbaşlılık, ölçülü heraket
vahşet: ürküntü, korkuvalide: anne
zâhirî: görünürdeâhiret âlemi: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
âsâyiş: huzur, emniyetşefkat: acıma, merhamet
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 63

Gençlere der: “Cehennem var, sarhoşluğu bırak.” Aklı başlarına getirir.

Zâlime der: “Şiddetli azap var, tokat yiyeceksin.” Adalete başını eğdirir.

İhtiyarlara der: “Senin elinden çıkmış bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimî biruhrevî saadet ve taze, bâki bir gençlik seni bekliyorlar. Onları kazanmaya çalış.” Ağlamasını gülmeye çevirir.

Bunlara kıyasen, cüz’î ve küllî herbir taifede hüsn-ü tesirini gösterir, ışıklandırır.Nev-i beşerin hayat-ı içtimaiyesiyle alâkadar olan içtimaiyyun ve ahlâkıyyûnların kulakları çınlasın! İşte, iman-ı âhiretin binler faidelerinden, işaret ettiğimiz beş altı nümunelerine sairleri kıyas edilse, kat’î anlaşılır ki, iki cihanın ve iki hayatın medar-ısaadeti yalnız imandır.

Risale-i Nur’da, Yirmi Sekizinci Sözde ve başka risalelerinde, haşrin cismaniyeticihetinde gelen zayıf şüphelere kuvvetli cevaplarına iktifaen burada yalnız bir kısa işaretle deriz ki:

Esmâ-i İlâhiyenin en cemiyetli âyinesi cismâniyettedir. Ve hilkat-i kâinattakimakàsıd-ı İlâhiyenin en zengini ve faal merkezi cismaniyettedir. Ve ihsanat-ı Rabbâniyenin en çok çeşitleri ve rengârenkleri cismaniyettedir. Ve beşerin ihtiyacat dilleriyle Hâlıkına karşı dualarının ve teşekküratının en kesretli tohumları yinecismaniyettedir. Mâneviyat ve ruhâniyat âlemlerinin en mütenevvi çekirdekleri yinecismaniyettedir.

Bunlara kıyasen, yüzer küllî hakikatler cismaniyette temerküz ettiğinden, Hâlık-ı Hakîm, zemin yüzünde cismaniyeti çoğaltmak ve mezkûr hakikatlere mazhar eylemekiçin, öyle sür’atli ve dehşetli bir faaliyetle kàfile kàfile arkasına mevcudata vücut giydirir, o meşhere gönderir. Sonra onları terhis eder, başkalarını gönderir.Mütemadiyen kâinat fabrikasını işlettirir. Cismanî mahsulâtı dokuyup, zemini âhirete ve Cennete bir fidanlık bahçesi hükmüne getirir. Hattâ insanın


Hâlık: her şeyi yaratan AllahHâlık-ı Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
ahlâkiyyun: ahlâk bilimcileralâkadar: alâkalı, ilgili
beşer: insanbâki: devamlı, kalıcı
cemiyetli: kapsamlı, genişcihan: dünya
cihet: taraf, yöncismaniyet: bedenle, maddî vücutla ilgili oluş
cismanî: maddi vücuda sahipcüz’î: ferdî, az, küçük
dehşetli: korkunç, ürkütücüesmâ-i İlâhiye: Cenâb-ı Allah’ın isimleri
faal: çalışkan, hareketlihakikat: doğru, gerçek
hayat-ı içtimaiye: sosyal hayathaşrin cismaniyeti: insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah‘ın huzurunda toplanmasının hem beden, hem de ruh itibariyle olması
hilkat-i kâinat: kâinatın, evrenin yaratılışıhüsn-ü tesir: iyi, güzel tesir
ihsânât-ı Rabbâniye: Allah’ın lütuf ve bağışlarıiktifaen: yetinerek
iman-ı âhiret: âhirete imaniçtimaiyyun: sosyologlar
kat’î: kesin bir şekildekesretli: çok sayıda
kàfile: grup, toplulukküllî: büyük, geniş, kapsamlı, tür
mahsulat: ürünlermakàsıd-ı İlâhiye: Allah’ın gözettiği yüce maksatlar, gayeler
mazhar eylemek: eriştirmek, ayna yapmakmedar-ı saadet: mutluluk, huzur kaynağı, vesilesi
mevcudat: varlıklarmezkûr: anılan, sözü geçen
meşher: sergimâneviyat: mânevî âleme ait olan şeyler
mütemadiyen: sürekli olarakmütenevvi: çeşitli
nev-i beşer: insanlar, insanlıkruhâniyat âlemleri: ruhanî olanların âlemleri
saadet: mutluluksair: diğer, başka
taife: grup, topluluktemerküz etmek: odaklaşmak, toplanmak
terhis etmek: göreve son vermekteşekkürat: teşekkürler
uhrevî: âhirete aitvücut giydirmek: var etmek, bir bedene sokmak
zemin: yerâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 64

cismânî midesini memnun etmek için o midenin hâl diliyle bekàsına dair duasınıkemâl-i ehemmiyetle dinleyip kabul ederek fiilen cevap vermek için, hadsiz ve hesapsız ve yüz binler tarzlarda ve binler çeşit çeşit lezzetlerde gayet san’atlı taamları ve gayet kıymetli nimetleri cismaniyete ihzar etmek, bedahetle ve şeksiz gösterir ki,dâr-ı âhirette Cennetin en çok ve en mütenevvi lezzetleri cismanîdir. Ve saadet-iebediyenin en ehemmiyetli ve herkesin istediği ve ünsiyet ettiği nimetleri cismanîdir.

Acaba hiçbir cihet-i ihtimali ve imkânı var mı ki, bu âdi midenin hal diliyle bekàduasını kabul edip nihayetsiz mu’cizatlı maddî taamlarla onu minnettar ederek, her vakit tesadüfsüz, kastî olarak fiilen cevap veren bir Kadîr-i Rahîm, bir Alîm-i Kerîm, kâinatın en ehemmiyetli neticesi ve arzın halifesi ve o Hâlıkın güzidesi veperestişkârı olan nev-i insanın insaniyet mide-i kübrâsı ile küllî ve yüksek ve daimaarzu ettiği ve ünsiyet ettiği ve fıtraten istediği cismanî lezzetleri, dâr-ı bekàda verilmesine dair hadsiz umumî duaları kabul olmasın ve haşr-i cismânî ile fiilen cevap verilmesin, onu ebedî minnettar etmesin? Adeta sineğin sesini işitsin, gök gürültüsünü işitmesin! Ve âdi bir neferin kemâl-i ehemmiyetle techizatına baksın; orduya hiç bakmasın, ehemmiyet vermesin! Bu yüz derece muhal ve bâtıldır.

Evet,
blank.gif
1 وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ اْلأَنْفُسُ وَتَلَذُّ اْلاَعْيُنُ âyetinin sarahat-i kat’iyesiyle, insan, en ziyade ünsiyet ettiği ve dünyada nümunesini tatmış olduğu cismanî lezzetleri Cennete lâyık bir tarzda görecek, tadacak. Ve lisan, göz ve kulak gibi âzâların ettikleri hâlis şükürler ve hususî ibadetlerin mükâfatları, o uzuvlara mahsus cismânîlezzetler ile verilecektir. Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan, o derece


[NOT]Dipnot-1 “Orada canların çekeceği, gözlerin zevk alacağı herşey vardır.” Zuhruf Sûresi, 43:71.
[/NOT]


Alîm-i Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi ve her şeyi hakkıyla bilen, ilmi herşeyi kuşatan AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Kadîr-i Rahîm: gücü herşeye yeten, rahmetinin çok özel tecellîleri olan ve sonsuz şefkat ve merhamet sahibi AllahKur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan, mu’cize olan Kur’ân
arz: dünyabedâhet: apaçıklık
bekà: kalıcılık, devamlılıkbâtıl: doğru olmayan, yalan, yanlış
cihet-i ihtimal: ihtimal yönücismaniyet: bedenle, maddî vücutla ilgili olarak; maddî vücudu olan varlık
cismanî: bedenle ilgili, bedenseldâr-ı bekà: devamlı ve kalıcı olan yer, âhiret
dâr-ı âhiret: öteki dünya, âhiret yurduebedî: sonu olmayan, sonsuz
ehemmiyet: önemfıtraten: yaratılış gereği
gayet: son derecegüzide: seçilmiş, seçkin
hadsiz: sayısız, sınırsızhalife: yeryüzünde Allah namına hareket eden insan
haşr-i cismanî: insanların öldükten sonra âhirette diriltilip Allah‘ın huzurunda toplanmasının hem beden, hem de ruh itibariyle olmasıhususî: özel
hâlis: içten, katıksız, samimiihzar etmek: hazırlamak
insaniyet: insanlıkkastî: bilerek ve isteyerek yapma
kemâl-i ehemmiyet: tam ve mükemmel bir önemküllî: büyük, geniş, kapsamlı
lisan: dilmide-i kübrâ: büyük mide
minnettar etmek: nimetlendirmek, borçlu kılmakmuhal: imkansız
mu’cizât: mu’cizeler; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şeylermükâfat: ödül
mütenevvi: çeşit çeşitnefer: asker, er
nev-i insan: insanlar, insanlıknihayetsiz: sınırsız, sonsuz
nümune: örnek, misalperestişkâr: tapan, ibadet eden
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluksarahat-i kat’iye: kesin açık mânâ
taam: gıda, yiyecektechizat: donanım
umumî: genel, herkese aituzuv: organ
ziyade: çok, fazlaâdi: basit, normal
âzâ: azalar, organlarünsiyet etmek: alışmak
şeksiz: kuşkusuz, şüphesiz
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 65

cismanî lezzetleri sarih bir surette beyan eder ki, başka te’villerle mânâ-yı zâhirîyi kabul etmemek imkân haricindedir.

İşte, iman-ı âhiretin meyveleri ve neticeleri gösteriyorlar ki, nasıl ki âzâ-yı insanîden midenin hakikati ve ihtiyacatı, taamların vücuduna kat’î delâlet eder; öyle de, insanın hakikati ve kemâlâtı ve fıtrî ihtiyacatı ve ebedî arzuları ve iman-ı âhiretinmezkûr netice ve faidelerini isteyen hakikatleri ve istidatları daha kat’î olarak âhirete ve Cennete ve cismanî bâki lezzetlere delâlet ve tahakkuklarına şehadet ettiği gibi, bukâinatın hakikat-i kemâlâtı ve mânidar tekvînî âyâtı ve insaniyetin mezkûrhakikatlerle alâkadar bütün hakikatleri, dâr-ı âhiretin vücuduna ve tahakkukuna vehaşrin gelmesine ve Cennet ve Cehennemin açılmasına delâlet ve şehadetettiklerini, Risale-i Nur eczaları ve bilhassa Onuncu ve Yirmi Sekizinci (iki makamı), Yirmi Dokuzuncu Sözler ve Dokuzuncu Şuâ ve Münacât risaleleri hüccetlerle, parlak ve şüphe bırakmaz bir tarzda ispat etmişler. Onlara havale ederek bu uzun kıssayı kısa kesiyoruz.

Cehenneme dair beyanat-ı Kur’âniye o kadar vâzıh ve zâhirdir ki, başka izahata ihtiyaç bırakmamış. Yalnız bir iki zayıf şüpheyi izale edecek iki üç nükteyi, tafsiliniRisale-i Nur’a havale edip gayet kısa bir hülâsasını beyan edeceğiz.

Birinci Nükte

Cehennem fikri, geçmiş iman meyvelerinin lezzetlerini korkusuyla kaçırmıyor. Çünkü, hadsiz rahmet-i Rabbâniye, o korkan adama der: “Bana gel, tevbe kapısıyla gir. Tâ Cehennemin vücudu, değil korkutmak, belki sana Cennetin lezzetlerini tam bildirsin ve senin ve hukuklarına tecavüz edilen hadsiz mahlûkatın intikamlarını alsın, sizi keyiflendirsin.”

Eğer sen dalâlette boğulup çıkamıyorsan, yine Cehennemin vücudu bin dereceidam-ı ebedîden hayırlıdır ve kâfirlere de bir nevi merhamettir. Çünkü insan,


alâkadar: alakalı, ilgilibeyan etmek: açıklamak
beyanat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın açıklamalarıbilhassa: özellikle
bâki: devamlı, kalıcıcismanî: bedenle ilgili, bedensel
dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlıkdelâlet: delil olma, işaret etme
dâr-ı âhiret: âhiret yurduebedî: sonu olmayan, sonsuz
ecza: kısımlar, parçalarfıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
hadsiz: sayısız, sınırsızhakikat: gerçek yapı, mahiyet
hakikat-i kemâlât: mükemmelliklerin esası, gerçeğihavale etmek: göndermek
haşr: insanların öldükten sonra âhirette diriltilip muhakeme için Allah‘ın huzurunda toplanmasıhüccet: delil
hülâsa: özetidam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluş
ihtiyacat: ihtiyaçlariman-ı âhiret: âhirete iman
insaniyet: insanlıkistidat: kàbiliyet, yetenek
izahat: açıklamalarizale etmek: gidermek, ortadan kaldırmak
kat’î: kesin bir şekildekemâlât: faziletler, iyilikler, mükemmel özellikler
kâinat: evren, yaratılan herşeykıssa: ibretli hikâye
mahlukât: yaratıklarmezkûr: anılan, sözü geçen
mânidar: anlamlımânâ-i zâhirî: görünürdeki mânâ
münâcât: Allah’a yalvarış, duanevi: tür
nükte: ince anlamlı sözrahmet-i Rabbâniye: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın sonsuz merhamet ve rahmeti
risale: mektup; Risale-i Nur Külliyatı’ndan her bir bölümsarih: açık
suret: biçim, şekiltaam: gıda, yiyecek
tafsil: ayrıntıtahakkuk: gerçekleşme
tekvînî âyât: kâinattaki âyetler, delillerte’vil: yorum
vücud: varlık, var oluşzâhir: açık, görünen
âzâ-yı insanî: insanın azaları, organlarışehadet: şahitlik, tanıklık
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 66

hattâ yavrulu hayvanat dahi, akrabasının ve evlâdının ve ahbabının lezzetleriyle vesaadetleriyle lezzetlenir, bir cihette mes’ut olur. Şu halde, sen ey mülhid, dalâletinitibariyle ya idam-ı ebedî ile ademe düşeceksin veya Cehenneme gireceksin. Şerr-i mahz olan adem ise, senin bütün sevdiklerin ve saadetleriyle memnun ve bir derecemes’ut olduğun umum akraba ve asıl ve neslin, seninle beraber idam olmasından, binler derece Cehennemden ziyade senin ruhunu ve kalbini ve mahiyet-i insaniyeni yandırır. Çünkü Cehennem olmazsa Cennet de olmaz. Herşey senin küfrünle ademe düşer. Eğer sen Cehenneme girsen, vücut dairesinde kalsan, senin sevdiklerin ve akrabaların ya Cennette mes’ut veya vücut dairelerinde bir cihette merhametleremazhar olurlar. Demek, herhalde Cehennemin vücûduna taraftar olmak sana lâzımdır. Cehennem aleyhinde bulunmak ademe taraftar olmaktır ki, hadsizdostlarının saadetlerinin hiç olmasına taraftarlıktır.

Evet, Cehennem ise, hayr-ı mahz olan daire-i vücudun Hâkim-i Zülcelâlininhakîmâne ve âdilâne bir hapishane vazifesini gören dehşetli ve celâlli bir mevcutülkesidir. Hapishane vazifesini de görmekle beraber, başka pek çok vazifeleri var. Ve pek çok hikmetleri ve âlem-i bekàya ait hizmetleri var. Ve zebâni gibi pek çokzîhayatın celâldarâne meskenleridir.

İkinci Nükte

Cehennemin vücudu ve şiddetli azabı, hadsiz rahmete ve hakiki adalete ve israfsız,mizanlı hikmete zıddiyeti yoktur. Belki rahmet ve adalet ve hikmet, onun vücudunu isterler. Çünkü, nasıl bin mâsumların hukukunu çiğneyen bir zâlimi cezalandırmak ve yüz mazlum hayvanları parçalayan bir canavarı öldürmek, adalet içinde mazlumlara bin rahmettir. Ve o zâlimi affetmek ve canavarı serbest bırakmak, birtek yolsuz merhamete mukàbil, yüzer biçarelere yüzer merhametsizliktir.

Aynen öyle de, Cehennem hapsine girenlerden olan kâfir-i mutlak, küfrüyle hemesmâ-i İlâhiyenin hukukuna inkâr ile tecavüz, hem o esmâya şehadet eden


Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi olan ve herşeyi hikmetle yapan Allahadem: yokluk, hiçlik
ahbab: dostlar, sevilenlerbiçare: çaresiz
celâl: büyüklük, azamet ve haşmetcelâldarâne: haşmetlice, heybetli ve görkemli bir şekilde
cihet: şekil, yöndaire-i vücut: varlık dairesi
dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlıkdehşetli: korkunç, ürkütücü
esmâ: isimleresmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri
hadsiz: sayısız, sınırsızhakiki: gerçek
hakîmâne: hikmetli bir şekildehayr-ı mahz: mutlak hayır, hayrın tâ kendisi
hayvanat: hayvanlarhikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olma
idam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluşitibariyle: özelliğiyle
kâfir-i mutlak: hiçbir dinî değere inanmayan inkârcımahiyet-i insaniye: insanın niteliği, iç yüzü
mazhar olmak: erişmek, nail olmakmazlum: zulme uğramış, suçsuz
mesken: ev, mekânmes’ut: mutlu
mevcut: varmizanlı: ölçülü, dengeli
mukàbil: karşılıkmülhid: dinsiz
nükte: ince anlamlı sözrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
saadet: mutlulukvücud: varlık, var oluş
zebâni: cehennemlikleri Cehenneme atmakla vazifeli meleklerziyade: çok, fazla
zîhayat: canlı, hayat sahibizıddiyet: zıtlık, karşıtlık
âdilâne: adaletli bir şekildeâlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi
şehadet: şahitlik, tanıklıkşerr-i mahz: mutlak kötülük, kötülüğün ta kendisi

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 67

mevcudatın şehadetlerini tekzip ile hukuklarına tecavüz ve mahlûkatın o esmâya karşı tesbihkârâne yüksek vazifelerini inkâr etmekle hukuklarına tecavüz ve kâinatıngaye-i hilkati ve bir sebeb-i vücudu ve bekàsı olan tezâhür-ü rububiyet‑i İlâhiyeye karşı ubûdiyetlerle mukabelelerini ve âyinedarlıklarını tekzip ile hukukuna bir nevitecavüz ettiği haysiyetiyle öyle azîm bir cinayet, bir zulümdür ki, affa kàbiliyeti kalmaz,
blank.gif
1 إِنَّ اللهَ لاَيَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ .. âyetinin tehdidine müstehak olur. Onu Cehenneme atmamak, bir yersiz merhamete mukàbil, hukuklarına taarruz edilenhadsiz dâvâcılara hadsiz merhametsizlikler olur. İşte o dâvâcılar Cehenneminvücudunu istedikleri gibi, izzet-i celâl ve azamet-i kemâl dahi kat’î isterler.

Evet, nasıl bir serseri âsi ve raiyete tecavüz eden bir adam, oranın izzetli hâkimine dese, “Beni hapse atamazsın ve yapamazsın” diye izzetine dokunsa, elbette o şehirde hapis olmasa da o edepsiz için bir hapis yapacak, onu içine atacak. Aynen öyle de, kâfir-i mutlak, küfrüyle izzet-i celâline şiddetle dokunuyor. Ve azamet-i kudretine inkâr ile dokunduruyor. Ve kemâl-i rububiyetine tecavüzüyle ilişiyor. Elbette Cehennemin pek çok vazifeler için pek çok esbab-ı mucibesi ve vücudununhikmetleri olmasa da, öyle kâfirler için bir Cehennemi halk etmek ve onları içine atmak, o izzet ve celâlin şe’nidir.

Hem mahiyet-i küfür dahi Cehennemi bildirir. Evet, nasıl ki imanın mahiyeti eğertecessüm etse, lezzetleriyle bir cennet-i hususiye şekline girebilir ve Cennetten bu noktadan gizli haber verir. Aynen öyle de, Risale-i Nur’da delilleriyle ispat ve baştaki meselelerde dahi işaret edilmiş ki, küfrün ve bilhassa küfr-ü mutlakın ve nifakın veirtidadın öyle karanlıklı ve dehşetli elemleri ve mânevî azapları var, eğer tecessümetse, o mürted adama bir hususî cehennem olur ve

[NOT]Dipnot-1 “Muhakkak ki Allah, Kendisine ortak koşulmasını affetmez.” Nisâ Sûresi, 4:48.



[/NOT]
azamet-i kemâl: kusursuzluk ve mükemmelliğin büyüklüğüazamet-i kudret: güç ve iktidarın büyüklüğü, yüceliği
azîm: büyükbilhassa: özellikle
celâl: büyüklük, haşmetcennet-i hususiye: özel cennet
dehşetli: korkunç, ürkütücüelem: acı, keder
esbab-ı mucibe: gerektirici sebepleresmâ: isimler
gaye-i hilkat: yaratılış gayesihadsiz: sayısız, sınırsız
halk etmek: yaratmakhaysiyetiyle: itibariyle, özelliğiyle
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasıhususî: özel
hâkim: idâreci, yöneticiirtidad: dinden dönme, İslâm dinini terk ederek başka bir dini seçme
izzet: itibar, mağlubiyeti kabul etmeyen bir yücelikizzet-i celâl: haşmet, azamet ve yüceliğin izzeti
kemâl-i rububiyet: Allah’ın varlıkları terbiye ve idare edişindeki mükemmellikkàbiliyet: kabul edilebilirlik
kâfir-i mutlak: hiçbir dinî değere inanmayan inkârcıküfr-ü mutlak: tam bir küfür, inkâr; hiçbir dinî değere inanmamak
mahiyet: esas nitelik, özellikmahiyet-i küfür: küfrün iç yüzü, esası
mahlukât: yaratılmışlarmevcudat: varlıklar
mukabele: karşılıkmukàbil: karşılık
mürted: dinden çıkanmüstehak: lâyık, hak etmiş
nevi: türnifak: münafıklık, ikiyüzlülük
raiyet: halk, tabi olanlarsebeb-i vücud ve bekà: varlık ve varlığın kalıcılık sebebi
taarruz etmek: saldırmaktecessüm etmek: cisimleşmek, maddi yapı kazanmak
tekzip: yalanlamatesbihkârâne: tesbih ederek
tezâhür-ü rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının açıkça görülmesiubûdiyet: Allah’a kulluk
vücud: varlık, var oluşâsi: isyan eden
âyinedarlık: aynalık, yansıtmaşehadet: şahitlik, tanıklık
şe’n: bir şeyin gereği
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 68

büyük Cehennemden bu cihette gizli haber verir. Ve bu fidanlık dünyamezraasındaki hakikatçikler âhirette sümbüller vermesi noktasında bu zehirli çekirdek, o zakkum ağacına işaret eder, “Ben onun bir mâyesiyim,” der. “Ve beni kalbinde taşıyan bedbaht için o zakkum ağacının bir hususi nümunesi, benim meyvem olur.”

Madem küfür hadsiz hukuka bir tecavüzdür; elbette hadsiz bir cinayettir. Öyle isehadsiz bir azaba müstehak eder. Madem bir dakika katl, on beş sene cezada (sekiz milyona yakın dakikada) hapis azabını çekmesini adalet-i beşeriye kabul edipmaslahata ve hukuk-u âmmeye muvafık görür. Elbette bir küfür bin katl kadar olmasıcihetiyle, bir dakika küfr-ü mutlak, sekiz milyara yakın dakikalarda azap çekmesi, okanun-u adalete muvafık geliyor. Bir sene ömrünü o küfürde geçiren, iki (2) trilyon sekiz yüz seksen (880) milyara yakın dakikada azaba müstehak ve
blank.gif
1 خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا sırrına mazhar olur.

Her ne ise... Kur’ân-ı Hakîmin Cennet ve Cehennem hakkındaki mu’cizâne izahatı ve Kur’ân’ın tefsiri ve ondan gelen Risale-i Nur’un Cennet ve Cehenneminvücutlarına dair hüccetleri, daha başka beyana ihtiyaç bırakmamışlar.

وَيَتَفَكَّرُونَ فِى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَاْلأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
blank.gif
2

رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَ اِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا اِنَّهَا سَاۤءَتْ مُسْتَقَرّاً وَمُقَامًا
blank.gif
3


gibi pek çok âyetlerin ve başta Resul-i Ekrem (a.s.m.) ve umum peygamberler ve ehl-ihakikatın, her vakit dualarında en ziyade,

[NOT]Dipnot-1
“Onlar orada ebedî olarak kalıcıdırlar.” Nisâ Sûresi, 4:169.

Dipnot-2
“Göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler. ‘Bu kâinatı boş yere yaratmadın, ey Rabbimiz,’ derler. ‘Seni bütün noksanlardan tenzih ederiz. Sen bizi Cehennem ateşinin azâbından koru.” Âl-i İmran Sûresi, 3:191.

Dipnot-3
“Cehennem azâbını bizden uzaklaştır. Onun azâbı dâimî bir helâktır. Gerçekten de orası ne kötü bir durak, ne kötü bir konaktır!” Furkan Sûresi, 25:64-65.[/NOT]


Kur’ân-ı Hakim: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ânResul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
adalet-i beşeriye: insanlığın adaletibedbaht: kötü bahtlı, talihsiz
beyan: açıklamacihet: taraf, yön
ehl-i hakikat: hak ve doğruluk üzere olan kimselerhadsiz: sayısız, sınırsız
hakikat: doğru, gerçekhukuk-u âmme: kamusal haklar, umumun hukuku
hususi: özelhüccet: güçlü delil
izahat: açıklamalarkanun-u adalet: adalet kanunu
katl: öldürmeküfr-ü mutlak: tam bir küfür, inkâr; hiçbir dinî değere inanmamak, dinsizlik
maslahat: fayda, gayemazhar olmak: erişmek, nail olmak
mezra: tarlamuvafık: uygun
mu’cizâne: mu’cizeli bir şekildemâye: maya
müstehak: hak etmiş, lâyıknümune: örnek, misal
tefsir: açıklama, yorumumum: bütün
vücut: varlıkzakkum: Cehennemde bir ağacın ismi
ziyade: çok, fazla
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 69

اَجِرْنَا مِنَ النَّارِ.. نَجِّنَا مِنَ النَّارِ.. خَلِّصْنَا مِنَ النَّارِ ve vahiy ve şuhuda binaen onlarcakat’iyet kesb eden “Cehennemden bizi hıfz eyle” demeleri gösteriyor ki, nev-i beşerin en büyük meselesi Cehennemden kurtulmaktır. Ve kâinatın pek çokehemmiyetli ve muazzam ve dehşetli bir hakikati Cehennemdir ki, bir kısım o ehl-işuhud ve keşif ve tahkik onu müşahede eder. Ve bir kısmı tereşşuhatını ve gölgelerini görür, dehşetinden feryat ederler, “Bizi ondan kurtar” derler.

Evet, bu kâinatta hayır-şer, lezzet-elem, ziya-zulmet, hararet-bürudet, güzellik-çirkinlik, hidayet-dalâlet birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmetiçindir. Çünkü şer olmazsa hayır bilinmez. Elem olmazsa lezzet anlaşılmaz. Zulmetsizziya, ehemmiyeti olmaz. Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder. Çirkinlikle,hüsnün tek bir hakikati, bin hakikat ve binler çeşit hüsün mertebeleri vücut bulur. Cehennemsiz, Cennetin pek çok lezzetleri gizli kalır. Bunlara kıyasen, herşey, bircihette zıddıyla bilinebilir. Ve birtek hakikatı, sümbül verip çok hakikatler olur.

Madem bu karışık mevcudat dâr-ı fâniden dâr-ı bekàya akıp gidiyor. Elbette, nasıl ki hayır, lezzet, ışık, güzellik, iman gibi şeyler Cennete akar; öyle de, şer, elem, karanlık, çirkinlik, küfür gibi zararlı maddeler Cehenneme yağar. Ve bu mütemadiyençalkanan kâinatın selleri o iki havza girer, durur.

Kerametli Yirmi Dokuzuncu Sözün âhirindeki remizli nüktelerine havale ederek kısa kesiyoruz.

Ey bu medrese-i Yusufiyede benim ders arkadaşlarım!

Bu dehşetli haps-i ebedîden kurtulmanın kolayı, çaresi, bu dünyevî hapsimizdenistifade ederek, elimiz mecburiyetle yetişmeyen çok günahlardan kurtulduğumuzla beraber, eski günahlardan tevbe edip farzlarımızı edâ ederek herbir saat bu hapisteki ömrümüzü bir gün ibadet hükmüne getirmekle o ebedî hapisten


binaen: -dayanarakbürudet: soğukluk
cihet: taraf, yöndalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık
dar-ı fâni: gelip geçici yer, dünyadehşet: korku, ürküntü
dâr-ı bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret yurduebedî: sonu olmayan, sonsuz
edâ etmek: yerine getirmekehemmiyet: önem
ehl-i şuhud ve keşf ve tahkik: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini Allah’ın lütuf ve ihsanıyla gözleme yeteneğine sahip, hakikatleri delilleriyle bilen veli zâtlarferyat etmek: bağırıp çağırmak
hakikat: doğru, gerçekhaps-i ebedî: sonsuz bir hapis, Cehennem
hararet: ısı, sıcaklıkhavale etmek: göndermek
hayır: iyilikhidayet: doğru ve hak yolu gösterme
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılmasıhüsn: güzellik
hıfz eylemek: korumakistifade etmek: faydalanmak, yararlanmak
kat’iyet: kesinlikkeramet: Allah’ın bir ikramı olarak sevgili kullarında görünen olağanüstü hâl
kesb etmek: kazanmakkâinat: evren, yaratılan herşey
lezzet-elem: tatlı-acımecburiyet: zorunluluk
medrese-i Yusufiye: Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishanemevcudat: varlıklar
muazzam: azametli, çok büyükmütemadiyen: sürekli olarak
müşahede etmek: görmek, gözlemlemeknev-i beşer: insanlar, insanlık
nükte: ince anlamlı sözremizli: işaretli
tahakkuk etmek: gerçekleşmektereşşuhat: sızıntılar, izler
vahiy: Cenâb-ı Hak tarafından Cebrail (a.s.) vasıtası ile peygamberlere gelen bilgivücut bulmak: var olmak
ziya: ışık, aydınlıkzulmet: karanlık
âhir: sonşer: kötülük, fenalık
şuhud: kalp gözüyle görme
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 70

necatımız ve o nuranî cennete girmemiz için en iyi bir fırsattır. Bu fırsatı kaçırırsak, dünyamız ağladığı gibi âhiretimiz dahi ağlayacak
blank.gif
1 خَسِرَ الدُّنْيَا وَاْلاٰخِرَةَ tokadını yiyeceğiz.

Bu makam yazıldığı zaman Kurban Bayramı geldi.

Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber’lerle nev-i beşerin beşten birisine, üç yüz milyon insanlara birden Allahu ekber dedirmesi; koca küre-i arz, büyüklüğünisbetinde o Allahu ekber kelime-i kudsiyesini semâvâttaki seyyârât arkadaşlarına işittiriyor gibi, yirmi binden ziyade hacıların Arafat’ta ve iydde beraber birden Allahu ekberdemeleri, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bin üç yüz sene evvel âl vesahabeleriyle söylediği ve emrettiği Allahu ekber kelâmının bir nevi aks-i sadâsı olarak, rububiyet-i İlâhiyenin Rabbü’l-Arz ve Rabbü’l-Âlemîn azamet-i ünvanıyla küllîtecellisine karşı geniş ve küllî bir ubûdiyetle bir mukabeledir diye tahayyül ve his ve kanaat ettim.

Sonra, acaba bu kelâm-ı kudsînin bizim meselemizle dahi münasebeti var mı diyetahattur ettim. Birden hatıra geldi ki:

Başta bu kelâm olarak sâir bâkiyat-ı salihat ünvanını taşıyan Lâ ilâhe illâllah, ve’l-hamdü lillâh ve Sübhanallah gibi şêairden çok kelâmlar cüz’î ve küllî, meselemiziihtar ve tahakkukuna işaret ederler.

Meselâ; Allahu ekber‘in bir vech-i mânâsı Cenâb-ı Hakkın kudreti ve ilmi herşeyinfevkinde büyüktür; hiçbir şey daire-i ilminden çıkamaz, tasarruf-u kudretinden kaçamaz ve kurtulamaz. Ve korktuğumuz en büyük şeylerden daha büyüktür. Demekhaşri getirmekten ve bizi ademden kurtarmaktan ve saadet-i ebediyeyi vermekten daha büyüktür. Her acip ve tavr-ı aklın haricindeki herşeyden


[NOT]Dipnot-1 “O, dünyayı da, âhireti de kaybetmiştir.” Hac Sûresi, 22:11.
[/NOT]


Allahu ekber: “Allah en büyüktür”Arafat: (bk. bilgiler)
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahLâ ilâhe illâllah: “Allah’tan başka ilâh yoktur”
Rabbü’l-Arz: dünyanın Rabbi olan AllahRabbü’l-Âlemîn: âlemlerin Rabbi olan Allah
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)Sübhânallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir”
acip: hayret verici, şaşırtıcıadem: hiçlik, yokluk
aks-i sadâ: yankıazamet-i ünvan: ünvanın büyüklüğü
bâkiyât-ı sâlihat: ebedî âlemde sevap olarak bâki kalan kutsal sözler, dine uygun iyi ve yararlı işlercüz’î: ferdî, az, küçük
daire-i ilim: ilim dairesifevkinde: üstünde
haşr: insanların öldükten sonra âhirette diriltilip muhakeme için Allah‘ın huzurunda toplanmasıihtar: hatırlatma, uyarı
iyd: bayramkelime-i kudsiye: kutsal söz
kelâm: ifade, sözkelâm-ı kudsî: kutsal kelâm, söz
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarıküllî: büyük, kapsamlı, geniş tür
küre-i arz: yerküre, dünyanecat: kurtuluş
nev-i beşer: insanlar, insanlıknevi: tür
nisbetinde: ölçüsündenuranî: nurlu, aydınlık
rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasısaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk
sahâbe: Hz. Peygamber’i (a.s.m.) dünya gözüyle gören ve onun yolundan giden Müslümanlarsemâvât: gökler
seyyarat: gezegenler, gök cisimleritahakkuk: gerçekleşme
tahattur etmek: hatırlamaktahayyül: hayal etme
tasarruf-u kudret: Allah’ın sonsuz kudretinin işleyişitavr-ı akıl: akıl ölçüsü, çizgisi
tecellî: yansıma, görünmeubûdiyet: Allah’a kulluk
vech-i mânâ: mânâ ve anlamlarının bir yönüve’lhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah’a mahsustur”
ziyade: çok, fazlaâl: soy, aile
şeâir: işaretler, İslâm’a sembol olmuş iş ve ibadetler
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 71

daha büyüktür ki,
blank.gif
1 مَا خَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ إِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ âyetinin sarahat-i kat’iyesiyle, nev’i beşerin haşri ve neşri, birtek nefsin icadı kadar o kudrete kolay gelir. Bu mânâ itibarıyledir ki, darb-ı mesel hükmünde büyük musibetlere ve büyük maksatlara karşı, herkes “Allah büyüktür, Allah büyüktür” der, kendine tesellî ve kuvvet ve nokta-i istinat yapar.

Evet, nasıl ki Dokuzuncu Sözde, bu kelime iki arkadaşıyla bütün ibâdâtın fihristesi olan namazın çekirdekleri ve hülâsaları ve içinde ve tesbihatında tekrar ile namazın mânâsını takviye için Sübhânallah, Elhamdü lillâh, Allahu ekber üç muazzamhakikatlere ve insanın kâinatta gördüğü medar-ı hayret, medar-ı şükran ve medar-ı azamet ve kibriyâ, acip ve güzel ve büyük, pek çok fevkalâde şeylerden aldığı hayret ve lezzet ve heybetten neş’et eden suallerine pek kuvvetli cevap verdiği gibi, On Altıncı Sözün âhirinde izah edilen şu: Nasıl bir nefer, bayramda bir müşir ile beraberhuzur-u padişaha girer; sair vakitte, zabitinin makamıyla onu tanır. Aynen öyle de, her adam hacda bir derece velîler gibi Cenâb-ı Hakkı Rabbü’l-Arz ve Rabbü’l-Âlemînünvanı ile tanımaya başlar. Ve o kibriyâ mertebeleri kalbine açıldıkça, ruhunu istilâeden mükerrer ve hararetli hayret suallerine yine Allahu ekber tekrarıyla umumuna cevap verdiği misillü, On Üçüncü Lemanın âhirinde izahı bulunan ki, şeytanların en ehemmiyetli desiselerini köküyle kesip cevab-ı kat’î veren yine Allahu ekber olduğu gibi, bizim âhiret hakkındaki suâlimize de kısa fakat kuvvetli cevap verdiği misillü,Elhamdû lillâh cümlesi dahi haşri ihtar edip ister. Bize der: “Mânâm âhiretsiz olmaz. Çünkü, ezelden ebede kadar her kimden ve her kime karşı bütün hamd ve şükür


[NOT]Dipnot-1 “Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, sadece tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir.” Lokman Sûresi, 31:28.




[/NOT]
Allahu ekber: “Allah en büyüktür”Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
Elhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah’a mahsustur”Rabbû’l-Arz: dünyanın Rabbi olan Allah
Rabbü’l-Âlemîn: bütün âlemlerin Rabbi olan AllahSübhânallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir”
acip: hayret verici, şaşırtıcıcevab-ı kat’i: şüphe bırakmayacak kesin cevap
darb-ı mesel: meşhur söz, atasözüdesise: hile, aldatma
ebed: sonu olmayan, sonsuzlukezel: başlangıcı olmayan, sonsuzluk
fevkalâde: olağanüstüfihriste: içindekiler, içerik
hamd: övgü ve minnet duymahaşir ve neşir: öldükten sonra âhirette âhirette diriltilerek muhakeme için Allah’ın huzurunda toplanma ve tekrar dağılıp yayılma
haşr: yeniden diriliş; insanların öldükten sonra âhirette diriltilip muhakeme için Allah‘ın huzurunda toplanmasıhuzur-u padişah: padişahın huzuru
hülâsa: kısaca, özetibâdât: ibadetler
icad: var etme, vücuda getirmeihtar etmek: hatırlatmak
istilâ etmek: kuşatmakitibarıyle: özelliğiyle
izah etmek: açıklamakkibriyâ: yücelik, büyüklük
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarılem’a: parıltı
makam: konum, rütbe, derecemedar-ı azamet ve kibriyâ: haşmet, yücelik ve büyüklük sebebi, kaynağı
medar-ı hayret: hayret sebebimedar-ı şükran: teşekkür sebebi
misillü: gibimuazzam: azametli, çok büyük
musibet: belâ, dert, felâketmükerrer: tekrar tekrar, defalarca
müşir: mareşalnefer: asker, er
nefs: can, hayat, kişinin kendisinev’i beşer: insan türü, insanlık
neş’et etmek: çıkmak, yetişmeknokta-i istinad: dayanak noktası
sair: diğer, başkasarahat-i kat’iye: tam bir açıklıkla mânâ ifade etmesi
tesbihat: tesbihler; Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmaumum: bütün
veli: Allah dostuzabit: subay
âhir: sonâhiret: öteki dünya
şükür: teşekkür
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 72

ona mahsustur, ifade ettiğimden, bütün nimetlerin başı ve nimetleri hakikî nimetyapan ve bütün zîşuuru ademin hadsiz musibetlerinden kurtaran, yalnız saadet-iebediye olabilir ve benim o küllî mânâma mukabele eder.”

Evet, her mü’min, namazlardan sonra, hergün hiç olmazsa yüz elliden ziyadeElhamdü lillâh, Elhamdü lillâh şer’an demesi ve mânâsı da, ezelden ebede kadar birhadsiz geniş hamd ve şükrü ifade etmesi, ancak ve ancak saadet-i ebediyenin ve Cennetin peşin bir fiyatı ve muaccel bir bahasıdır. Ve dünyanın kısa ve fânielemlerle âlûde olan nimetlerine münhasır olmaz ve mahsus değil; ve onlara da,ebedî nimetlere vesile olmaları cihetiyle bakar, şükreder. Sübhânallah kelime-ikudsiyesi ise, Cenâb-ı Hakkı şerikten, kusurdan, noksaniyetten, zulümden, aczden, merhametsizlikten, ihtiyaçtan ve aldatmaktan ve kemâl ve cemâl ve celâline muhalifolan bütün kusurattan takdis ve tenzih etmek mânâsıyla, saadet-i ebediyeyi ve celâlve cemâl ve kemâl-i saltanatının haşmetine medar olan dâr-ı âhireti ve ondaki Cenneti ihtar edip delâlet ve işaret eder. Yoksa, sâbıkan ispat edildiği gibi, saadet-iebediye olmazsa, hem saltanatı, hem kemâli, hem celâl, hem cemâl, hem rahmeti, kusur ve noksan lekeleriyle lekedar olurlar.

İşte bu üç kudsî kelimeler gibi, Bismillâh ve Lâ ilâhe illâllah ve sâir kelimat-ı mübareke, herbiri erkân-ı imaniyenin birer çekirdeği ve bu zamanda keşfedilen ethülâsası ve şeker hülâsası gibi, hem erkân-ı imaniyenin, hem Kur’ân hakikatlarınınhülâsaları ve bu üçü namazın çekirdekleri oldukları gibi, Kur’ân’ın dahi çekirdekleri ve parlak bir kısım sûrelerin başlarında pırlanta gibi görünmeleri ve çok sünûhatıtesbihatta başlayan Risale-i Nur’un dahi hakiki madenleri ve esasları vehakikatlerinin çekirdekleridirler. Ve velâyet-i Ahmediye ve ubudiyet-i


Bismillâh: Allah’ın adıylaCenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, sonsuz şeref sahibi Allah
Elhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”Lâ ilâhe illâllah: Allah’tan başka ilâh yoktur
Sübhânallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir”acz: acizlik, güçsüzlük
adem: hiçlik, yoklukbaha: değer, kıymet, fiyat
celâl: haşmet, görkemcemâl: güzellik
cihetiyle: yönüyledelâlet: işaret etme, delil olma
dâr-ı âhiret: öteki dünya, âhiret yurduebed: sonu olmayan, sonsuzluk
ebedî: sonu olmayan, sonsuzelem: acı, keder
erkân-ı imaniye: imanın esasları, şartlarıezel: başlangıcı olmayan, sonsuzluk
fâni: geçici, ölümlühadsiz: sayısız, sınırsız
hakikat: doğru, gerçekhakikî: asıl, gerçek
hamd: övgü ve şükürhaşmet: büyüklük, yücelik
hülâsa: öz, özetihtar etmek: hatırlatmak
kelimat-ı mübareke: mübarek, bereketli kelimelerkelime-i kudsiye: kutsal kelime
kemâl: kusursuzluk, mükemmellikkemâl-i saltanat: saltanatın mükemmelliği, kusursuzluğu
keşfetmek: açığa çıkarmakkudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, kutsal
kusurat: kusurlar, eksikliklerküllî: büyük, kapsamlı
lekedar: lekelimedar olmak: dayanak olmak, sebep olmak
muaccel: peşinmuhalif: aykırı, zıt
mukabele etmek: karşılık vermekmusibet: belâ, dert, felâket
münhasır: ait, mahsus, sadece ona bağlınimet: iyilik, ihsan
noksaniyet: noksanlık, eksiklikrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluksâbıkan: bundan önce
sâir: diğer, başkasünûhat: Allah’ın lütfuyla kalbe gelen mânâlar
takdis ve tenzih etmek: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmektesbihat: tesbihler; Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
velâyet-i Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) velilik yönüziyade: çok, fazla
zîşuur: şuur sahibi, bilinçliâlûde: bulaşık, karışık
şerik: ortakşer’an: şeriata göre
şükr: teşekkür, övgü
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 73

Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm cihetinde, öyle bir daire-i zikirde, namazdan sonraki tesbihatta bir tarîkat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) virdidirler ki, her namaz vaktinde yüz milyondan ziyade mü’minler beraber, o halka-i kübrâ-yı zikirde, ellerinde tesbihler Sübhânallah otuz üç, Elhamdü lillâh otuz üç, Allahu ekber otuz üç defa tekrar ederler.

İşte böyle gayet muhteşem bir halka-i zikirde, sabıkan beyan ettiğimiz gibi, hem Kur’ân’ın, hem imanın, hem namazın hülâsaları ve çekirdekleri olan üç kelime-i mübarekeyi namazdan sonra otuzüçer defa okumak ne kadar kıymettar ve sevaplı olduğunu elbette anladınız.

Bu risalenin başında Birinci Meselesi namaza dair güzel bir ders olduğu gibi, hiç düşünmediğim halde, adeta ihtiyarsız olarak, onun âhiri de namaz tesbihatına dairehemmiyetli bir ders oldu.


اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰۤى اِنْعَامِهِ
blank.gif
1

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2




endOfSection.gif
endOfSection.gif



[NOT]Dipnot-1
“Verdiği nimetten dolayı Allah’a hamd olsun.”

Dipnot-2
“Seni her tülü noksandan tenzih ederiz, Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.[/NOT]



Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunAllahu ekber: “Allah en büyüktür”
Elhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”Sübhânallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir”
beyan etmek: açıklamakcihet: şekil, yön
daire-i zikir: zikir dairesiehemmiyetli: önemli
gayet: son derecehalka-i kübrâ-yı zikir: büyük zikir halkası
halka-i zikir: zikir halkasıhülâsa: öz, özet, esas
kelime-i mübareke: mübarek kelimekıymettar: kıymetli, değerli
risale: mektup; Risale-i Nur Külliyatı’ndan her bir bölümsabıkan: bundan önce
tarîkat-ı Muhammediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) yolu, sünnetitesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tesbihat: tesbihler; Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmaubudiyet-i Muhammediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Allah’a olan mükemmel kulluğu ve ibadeti
vird: devamlı yapılan zikir, duaziyade: çok, fazla
âhir: son
 
Üst