Birinci Kısım - Meyve Risalesi - Dokuzuncu Mesele

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Dokuzuncu Mesele

besmele.jpg


اٰمَنَ الرَّسُولُ بِمَا اُنْزِلَ إِلَيْهِ مِنْ رَبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ اٰمَنَ بِاللهِ وَمَلٰۤئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَنُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِنْ رُسُلِهِ...
blank.gif
1

ilâ âhiri’l-âye...

Bu âyet-i ecma’ ve âlâ ve ekberin bir küllî ve uzun nüktesini beyan etmeye, birdehşetli mânevî suâl ve bir azametli ve İlâhî bir nimetin inkişafından neş’et eden bir hal sebebiyet verdiler. Şöyle ki:

Mânen ruha geldi: Neden bir cüz-ü hakikat-ı imaniyeyi inkâr eden kâfir olur ve kabul etmeyen Müslüman olmaz? Halbuki, Allah ve âhirete iman, birer güneş gibi o karanlığı izale etmek lâzım geliyor. Hem neden bir rükün ve hakikat-i imaniyeyi inkâr eden mürted olur, küfr-ü mutlaka düşer ve kabul etmeyen İslâmiyetten çıkar? Halbukisair erkân-ı imaniyeye imanı varsa, onu küfr-ü mutlaktan kurtarmak lâzım geliyor.

Elcevap: İman, altı rüknünden çıkan öyle bir vahdânî hakikattir ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki, tecezzî kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki, kabil-i inkısam olmazlar. Çünkü, herbir rükn-ü imanî, kendini ispat eden hüccetleriyle, sair erkân-ı imaniyeyi ispat eder. Herbiri herbirisine gayet kuvvetli bir hüccet-i âzam olur. Öyle ise, bütün erkânı bütün delilleriyle sarsmayan bir fikr-i bâtıl, hakikat nazarında birtekrüknü, belki bir hakikati iptal edip inkâr edemez. Belki adem-i kabul perdesi altında gözünü kapamakla, bir küfr-ü inadî yapabilir.


[NOT]Dipnot-1
“Peygamber, kendisine Rabbinden indirilen Kur’ân’ı tasdik edip ona îmân etti. Mü’minler de onunla beraber îmân ettiler. Onların hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine îmân etti. Onlar, ‘Biz Allah’ın peygamberlerinden hiçbirini ayırmayız; birine inandığımız gibi hepsine de inanırız’ diyerek îmân getirdiler.” Bakara Sûresi, 2:285.
[/NOT]

adem-i kabul: kabule yanaşmama, bir hükme varmamaazametli: büyük
beyan etmek: açıklamakcüz-ü hakikat-ı imaniye: iman hakikatinin bir parçası, iman esaslarının biri
dehşetli: korkunç, ürkütücüelcevap: bu sorunun cevabı
erkân: esaslar, şartlarerkân-ı imaniye: imanın esasları, şartları
fikr-i bâtıl: yanlış fikir, sapık düşüncegayet: son derece
hakikat: doğru, gerçekhakikat-i imaniye: iman hakikatı, gerçeği
hüccet: delilhüccet-i âzam: en büyük delil
ilâ âhiri’l-âye: âyetin sonuna kadarinkişaf: açığa çıkma, ortaya çıkma
izale etmek: ortadan kaldırmak, gidermekkabil-i inkisam: bölünebilir, kısımlara ayrılabilir
küfr-ü inadî: inada dayalı küfürküfr-ü mutlak: tam bir küfür ve inkâr, hiçbir dinî değere inanmamak
küll: bütün, genelküllî: büyük, kapsamlı, geniş
mânen: mânevî olarakmürted olmak: dinden çıkmak
nazar: bakış, dikkatneş’et etmek: doğmak, meydana çıkmak
nükte: ince anlamrükn: esas, şart
rükn-ü imanî: imanın şartı, esasırükün: esas, şart
sair: diğer, başkatecezzî: bölünme, parçalanma
tefrik: birbirinden ayırmavahdânî: birlik sahibi, birliğe ait
âyet-i ecma’: kapsamlı âyetâyet-i ecma’ ve âlâ ve ekber: kapsamlı, yüce ve büyük âyet

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 75

Git gide küfr-ü mutlaka düşer, insaniyeti mahvolur; hem maddî, hem mânevî Cehenneme gider. İşte biz bu makamda, gayet muhtasar işaretlerle ve Meyve Risalesinde haşrin ispatında, sair erkân-ı imaniye haşri de ispat ettiklerini kısacıkhülâsalarla beyanı gibi, bu makamda dahi mücmel fezleke ve muhtasar hülâsalarla,Cenâb-ı Hakkın inâyetiyle bu nükte-i âzam Altı Noktada beyan edilecek.

BİRİNCİ NOKTA

İman-ı billâh, kendi hüccetleriyle hem sair rükünlerini, hem iman-ı bil’âhireti ispat eder ki, Meyve Risalesinin Yedinci Meselesinde güzelce göstermiş. Evet, bu hadsizkâinatı bir saray, bir şehir, bir memleket gibi bütün levazımıyla idare eden ve mizanve intizam dairesinde çeviren ve hikmetlerle değiştiren ve zerrâtı ve seyyârâtı ve sinekleri ve yıldızları birer muntazam ordu gibi beraber techiz ve idare eden ve emir ve iradesi dairesinde mütemadiyen bir ulvî manevra içinde talim ve tavzifatla faaliyete ve seyir ü cevelâna ve ubudiyetkârâne bir resm-i küşada ve seyahate getiren ezelî vebâki bir saltanat-ı rububiyet ve ebedî ve daimî bir hâkimiyet-i ulûhiyet, hiç mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ve hiçbir ihtimal var mı ki, o ebedî ve sermedî ve bâkive daimî saltanatın bâki bir makarrı ve daimî bir medarı ve sermedî bir mazharı olandâr-ı âhiret olmasın? Bin defa hâşâ!

Demek Cenâb-ı Hakkın saltanat ve rububiyeti ve—Yedinci Meselede beyan edildiği gibi—ekser isimleri ve vücub-u vücudunun hüccetleri, âhirete şehadet ederler ve isterler. Ve bu kutb-u imanî ne kadar kuvvetli bir nokta-i istinadı var; gör, bil, görür gibi inan.

Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahbeyan: açıklama
bâki: kalıcı, devamlı, süreklidaimî: devamlı, sürekli, zaman üstü
dâr-ı âhiret: âhiret yurduebedî: sonu olmayan, sonsuz
ekser: pek çokerkân-ı imaniye: iman rükünleri, temel esasları
ezelî: başlangıcı olmayan, sonsuzfezleke: hülasa, öz
gayet: son derecehadsiz: sınırsız
haşr: yeniden diriliş; insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah‘ın huzurunda toplanmasıhikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
hâkimiyet-i ulûhiyet: Allah’ın sınırsız egemenliğihâşâ: asla, kesinlikle öyle değil
hüccet: kesin delilhülâsa: öz, özet
iman-ı billâh: Allah’a imaniman-ı bil’âhiret: âhirete iman
inayet: yardıminsaniyet: insanlık
intizam: düzen, tertipkutb-u imanî: imanın kutbu, esası
kâinat: evren, yaratılan herşeyküfr-ü mutlak: kesin ve tam bir inkâr, hiçbir dinî değere inanmamak
levazım: ihtiyaçlarmakarr: karargâh, merkez, payitaht
mazhar: ayna, görünme yerimedar: dayanak noktası, eksen
mizan: ölçümuhtasar: kısa, özet
muntazam: düzenli, intizamlımücmel: kısa, özet
mütemadiyen: sürekli olaraknokta-i istinad: dayanak noktası
nükte-i âzam: büyük nükte; ince ve derin anlamlı sözresm-i küşat: açılış merasimi
rükün: esas, şartsair: diğer, başka
saltanat-ı rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasısermedî: daimi, sürekli
seyr ü cevelân: dolaşma, gezinmeseyyarat: gezegenler
talim: eğitmek, öğretmektavzifat: vazifelendirmeler
techiz etmek: donatmak, cihazlandırmakubûdiyetkârâne: kulluk ederek
ulvî: yüce, yüksekvücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
zerrât: atomlar, en küçük madde parçalarışehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmek

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 76

Hem nasıl iman-ı billâh âhiretsiz olmaz; öyle de, Onuncu Sözde kısa işaretlerlebeyan edildiği gibi, hiçbir cihette mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ki, ulûhiyetve mâbudiyetin tezahürü için bu kâinatı öyle bir mücessem kitab-ı Samedânî ki, her sahifesi bir kitap kadar ve her satırı bir sahife kadar mânâları ifade eder ve öylecismânî bir Kur’ân-ı Sübhânî ki, herbir âyet-i tekvîniyesi ve herbir kelimesi, hattâ herbir noktası, herbir harfi birer mu’cize hükmündedir ve öyle muhteşem ve içihadsiz âyâtla ve mânidar nakışlarla tezyin edilmiş bir mescid-i Rahmânîdir ki, herbir köşesinde bir tâife, bir nevi ibadet-i fıtriye ile iştigal eder bir şekilde halk eden bir Allah, bir Mâbud-u Bilhak, o kitab-ı kebîrin mânâlarını ders verecek üstadları ve oKur’ân-ı Samedânînin âyetlerini tefsir edecek müfessirleri elçi olarak göndermesin ve o mescid-i ekberde hadsiz tarzlarda ibadet edenlere imamları tayin etmesin ve o üstadlara ve müfessirlere ve imamlara fermanları vermesin? Hâşâ, yüz bin hâşâ!

Hem cemâl-i rahmetini ve hüsn-ü şefkatini ve kemâl-i rububiyetini zîşuurlara göstermek ve onları şükre ve hamde sevk etmek için bu kâinatı öyle bir ziyafetgâh ve bir teşhirgâh ve öyle bir seyrangâh ki, hadsiz çeşit çeşit, leziz nimetler ve gayetantika, hadsiz harika san’atlar içinde dizilmiş bir tarzda halk eden bir Sâni-i Rahîm veKerîm, hiç mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ki, o ziyafetgâhtaki zîşuurmahlûklarla konuşmasın ve onlara o nimetlere mukàbil elçileri vasıtasıyla vazife-i teşekküriyeyi ve tezahür-ü rahmetine ve sevdirmesine karşı vazife-i ubudiyeti bildirmesin. Hâşâ, binler hâşâ!

Hem hiç mümkün müdür: Bir Sâni san’atını sever, beğendirmek ister, hattâ ağızların bin çeşit zevklerini nazara alması delâletiyle, takdir ve tahsinlerle karşılanmak



Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi AllahKur’ân-ı Samedânî: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde, kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın Kur’ân’ı, kâinat kitabı
Kur’ân-ı Sübhânî: her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın Kur’ân’ı, kâinat kitabıMâbûd-u Bilhak: hakkıyla ibadete lâyık olan Allah
Sâni: herşeyi mükemmel bir san’atla yaratan AllahSâni-i Rahîm: özel şefkat ve merhamet tecellîsi olan, herşeyi san’atla yaratan Allah
beyan etmek: açıklamakcemâl-i rahmet: rahmetin güzelliği
cihet: şekil, yöncismanî: maddi yapısı olan
delâlet: işaret etme, delil olmaferman: buyruk, emir
gayet: son derecehadsiz: sayısız, sınırsız
halk etmek: yaratmakhamd: övgü ve şükür
hâşâ: asla, kesinlikle öyle değilhüsn-ü şefkat: şefkatin güzelliği
ibadet-i fıtriye: yaratılıştan gelen ibadetiman-ı billâh: Allah’a iman
iştigal etmek: meşgul olmak, ilgilenmekkemâl-i rubûbiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının mükemmelliği
kitab-ı Samedânî: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde, Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın kitabı, kâinatkitab-ı kebir: büyük kitap, kâinat
kâinat: evren, yaratılan herşeyleziz: lezzetli
mahlûk: yaratıkmescid-i Rahmânî: çok merhametli olan Allah’ın yarattığı mescid
mescid-i ekber: en büyük mescidmukàbil: karşılık
mu’cize: benzerini yapma noktasında başkalarını âciz bırakan olağanüstü şeymâbudiyet: ibadet edilmeye lâyık olma
mânidar: anlamlımücessem: cisimleşmiş, maddi yapısı olan
müfessir: açıklayan, yorumlayan kimsenevi: tür
seyrangâh: gezinti yeritahsin: beğenme, güzelliğini ilân etme
tefsir etmek: açıklamak, yorumlamaktezahür: belirme, görünme
tezahür-ü rahmet: rahmet belirmesi, görünmesitezyin etmek: süslemek
teşhirgâh: sergi yeritâife: topluluk, grup
ulûhiyet: ilâhlıkvazife-i teşekküriye: teşekkür vazifesi, şükür görevi
vazife-i ubudiyet: ibadet vazifesi, kulluk göreviziyafetgâh: ziyafet yeri
zîşuur: şuur sahibi, bilinçliâyât: âyetler, deliller
âyât-ı tekvîniye: yaratılışa ait deliller, bütün varlıklar
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 77

arzu eder ve herbir san’atıyla kendini hem tanıttırmak, hem sevdirmek, hem bir çeşit mânevî cemâlini göstermek ister bir tarzda bu kâinatı antika san’atlarla süslendirdiği halde kâinattaki zîhayatın kumandanları olan insanlara onların büyüklerinden bir kısmıyla konuşup elçi olarak göndermesin; güzel san’atları takdirsiz ve fevkalâde hüsn-ü esmâsı tahsinsiz ve tanıttırması ve sevdirmesi mukabelesizkalsın? Hâşâ, yüz bin hâşâ!

Hem bütün zîhayatın ihtiyacat-ı fıtriyeleri için dualarına ve hâl diliyle edilen bütünilticalara ve arzulara vakti vaktine, kast ve ihtiyar ve iradeyi gösterir bir tarzda hadsizin’âmlarıyla ve nihayetsiz ihsanatıyla fiilen ve halen sarih bir surette konuşan birMütekellim-i Alîm, hiç mümkün müdür, hiç akıl kabul eder mi, en cüz’î bir zîhayat ilefiilen ve halen konuşsun ve tam derdine derman yetiştiren ihsanıyla derdini dinlesin ve ihtiyacını görsün ve bilsin; ve bütün kâinatın en müntehap neticesi ve arzın halifesi ve ekser mahlûkat-ı arziyenin kumandanları olan insanların mânevî reisleriyle görüşmesin? Onlarla, belki her zîhayatla fiilen ve halen konuştuğu gibi, onlarlakavlen ve kelâmen konuşmasın ve onlara fermanları ve suhuf ve kitapları göndermesin? Hâşâ, hadsiz hâşâ!

Demek, iman-ı billâh, kat’iyetiyle ve hadsiz hüccetleriyle ve bikütübihî ve rusülihî,yani peygamberlere ve mukaddes kitaplara imanı ispat eder.

Hem hiç bir cihet-i imkânı var mı ve hiç akıl kabul eder mi ki, bütün masnuatıyla kendini tanıttırana ve sevdirene ve teşekküratı fiilen ve halen isteyene mukàbil,kâinatı velveleye veren hakikat-i Kur’âniye ile Zülcelâl o San’atkârı ekmel bir tarzda tanıyıp ve tanıttırıp ve sevip ve sevdirip ve teşekkür edip ve ettirip ve Sübhânallah,Elhamdü lillâh, Allahu ekber’lerle küre-i arzı semâvâta işittirecek derecede konuşturup ve kara ve denizleri cezbeye getirecek bir vaziyetle,

Allahu ekber: “Allah en büyüktür”Elhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”
Mütekellim-i Alîm: gizli ve âşikâr her şeyi bilen ve kendi Zâtına lâyık şekilde konuşan AllahSan’atkâr: herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah
Sübhanallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir” anlamında bir tesbihZülcelâl: büyüklük, haşmet ve yücelik sahibi
arzın halifesi: yeryüzünde Allah’ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insanbikütübihî: Onun kitaplarına
cemâl: güzellikcezbe: Allah sevgisiyle kendinden geçer bir hale gelme, çekilme
cihet-i imkan: mümkün olma yönücüz’î: ferdî, az, küçük
ekmel: en mükemmel, kusursuzekser: pek çok
ferman: buyruk, emirfevkalade: olağanüstü
fiilen: davranışla, gerçekte; bizzat, fiilî olarakhadsiz: sınırsız
hakikat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın gerçeği, esas mânâsıhalen: hareket ve davranışla
hâşâ: asla, kesinlikle öyle değilhüccet: kesin delil
hüsn-ü esmâ: isimlerin güzelliğiihsan: bağış, ikram
ihsanat: bağışlar, iyiliklerihtiyac-ı fitrî: yaratılıştan gelen ihtiyaç
ihtiyar: dileme, istek, tercihiltica: sığınma
iman-ı billâh: Allah’a imanin’am: nimetlendirme
irade: dileme, istek, kast etmekast: amaç, hedef
kat’iyet: kesinlikkavlen: sözle
kelâmen: söz ve konuşma ilekâinat: evren, yaratılan herşey
küre-i arz: yer küre, dünyamahlûkat-ı arziye: yeryüzündeki yaratıklar, varlıklar
masnuat: san’at eseri varlıklarmukabelesiz: karşılıksız
mukaddes: her türlü çirkinlik ve eksiklikten arınmışmukàbil: karşılık
müntehap: seçilmiş, seçkinnihayetsiz: sonsuz
rusulihî: Onun peygamberlerinesarih: açık
semâvât: göklersuhuf: bâzı peygamberlere gelen sahife halindeki kitaplar
suret: biçim, şekiltahsin: takdir etme, beğenme
teşekkürat: teşekkürlervelvele: coşku, haykırış
zîhayat: canlı, hayat sahibi
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 78

bin üç yüz sene zarfında nev-i beşerin kemiyeten beşten birisini ve keyfiyeten veinsaniyeten yarısını arkasına alıp o Hâlıkın bütün tezahürat-ı rububiyetine geniş veküllî bir ubudiyetle mukabele eden ve bütün makàsıd-ı İlâhiyesine karşı Kur’ân’ın sûreleriyle kâinata ve asırlara bağıran, ders veren, dellâllık eden ve nev-i insanın şerefini ve kıymetini ve vazifesini gösteren ve bin mu’cizatıyla tasdik edilen Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, en müntehap mahlûku ve en mükemmel elçisi ve en büyük resûlü olmasın? Hâşâ ve kellâ, yüz bin defa hâşâ!

Demek, Eşhedû en lâ ilâhe illâllah hakikati, bütün hüccetleriyle ve eşhedû enne Muhammede’r-Resulullah hakikatini ispat eder.

Hem hiç imkân var mı ki, bu kâinatın Sânii, mahlûkatını yüz bin dillerle birbiriyle konuştursun ve onların konuşmalarını işitsin ve bilsin ve kendisi konuşmasın? Hâşâ!

Hem hiç akıl kabul eder mi ki, kâinattaki makàsıd-ı İlâhiyesini bir fermanla bildirmesin? Ve muammâsını açacak ve “Mahlûkat ne yerden geliyorlar? Ve ne yere gidecekler? Ve niçin böyle kàfile kàfile arkasında buraya gelip bir parça durup geçiyorlar?” diye üç dehşetli sual-i umumîye hakiki cevap verecek Kur’ân gibi bir kitabı göndermesin? Hâşâ!

Hem hiç mümkün müdür ki, on üç asrı ışıklandıran ve her saatte yüz milyonlisanlarda kemâl-i hürmetle gezen ve milyonlar hâfızların kalblerinde kudsiyetiyle yazılan ve nev-i beşerin keyfiyeten kısm-ı âzamını kanunlarıyla idare eden ve nefislerini ve ruhlarını ve kalblerini ve akıllarını terbiye ve tezkiye ve tasfiye ve talimeden ve Risale-i Nur’da kırk vech-i i’cazı ispat edilen ve kırk taife ve tabaka-i nâsa ve her tabakaya karşı bir nevi i’câzını gösterdiği kerametli ve harikalı


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunEşhedü en lâ ilâhe illâllah: “Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur”
Hâlık: her şeyi yaratan AllahSâni: herşeyi mükemmel bir san’atla yaratan Allah
dehşetli: korkunç, ürkütücüdellâllık: ilan edicilik, duyuruculuk
eşhedû enne Muhammede’r-Resulullah: “Şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın resulüdür”ferman: buyruk, emir
hakikat: esas, gerçekhakiki: gerçek
hâfız: Kur’ân’ı ezberleyenhâşâ: asla, kesinlikle öyle değil
hâşâ ve kellâ: asla ve asla, kesinlikle öyle değilhüccet: kesin delil
insaniyet: insanlıki’câz: mu’cize oluş
kemiyet: sayısal çokluk, nicelikkemâl-i hürmet: tam bir saygı ve hürmet
keramet: Allah’ın bir ikramı olan olağanüstü halkeyfiyet: durum, nitelik
kudsiyet: kusur ve noksandan uzak oluş, kutsallıkkàfile: grup, topluluk
kâinat: evren, yaratılan herşeyküllî: büyük, kapsamlı, tür
kısm-ı âzam: büyük bir kısmılisan: dil
mahlûk: yaratıkmahlûkat: yaratılmışlar
makàsıd-ı İlâhiye: Allah’ın gözettiği yüce maksatlar, gayelermuammâ: anlaşılması zor sır, gizem
mukabele etmek: karşılık vermekmu’cizât: mu’cizeler; Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü hal ve işler
müntehap: seçilmiş, seçkinnev-i beşer: insanlar
nev-i insan: insan türü, insanlıknevi: tür
resul: peygamber, elçisual-i umumîye: genel soru
tabaka-i nâs: halk tabakasıtaife: grup, topluluk
talim etmek: öğretmektasfiye: arındırma, süzme
terbiye: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırmatezahür-ü Rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliğinin bütün varlıklarda açıkça görünmesi, yansıması
tezkiye: temize çıkarma, arındırmaubûdiyet: Allah’a kulluk
vech-i i’câz: mu’cizelik yönüzarfında: içinde
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 79

On Dokuzuncu Mektupta beyan olunan ve Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm binmu’cizatıyla onun bir mu’cizesi olarak hak kelâmullah olduğu kat’î ispat edilen Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan, hiçbir cihette imkânı var mı ki, o Mütekellim-i Ezelî ve oSâni-i Sermedînin kelâmı ve fermanı olmasın? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ!

Demek, iman-ı billâh, bütün hüccetleriyle, Kur’ân’ın kelâmullah olduğunu ispat ediyor.

Hem hiç mümkün müdür ki, zeminin yüzünü mütemadiyen zîhayatlarla doldurup boşaltan ve kendini tanıttırmak ve ibadet ve tesbihat ettirmek için bu dünyamızızîşuurlarla şenlendiren bir Sultan-ı Zülcelâl, semâvâtı ve yıldızları boş ve hâlibıraksın; onlara münasip ahâliyi yaratıp, o semâvî saraylarda iskân etmesin vesaltanat-ı rububiyetini en büyük memleketinde hademesiz, haşmetsiz, memursuz, elçisiz, yâversiz, nâzırsız, seyircisiz, âbidsiz, raiyetsiz bıraksın? Hâşâ, melekler sayısınca hâşâ!

Hem hiçbir cihette imkânı var mı ki, bu kâinatı öyle bir kitap tarzında yazar ki, herbir ağacın bütün tarihçe-i hayatını bütün çekirdeklerinde kaydeden ve herbir otun ve çiçeğin bütün vazife-i hayatiyesini bütün tohumlarında yazan ve herbir zîşuurun bütün sergüzeşte-i hayatiyesini hardal gibi küçük kuvve-i hafızasında gayet mükemmel yazdıran ve bütün mülkünde ve devâir-i saltanatında her ameli ve her hâdiseyi müteaddit fotoğraflarla alarak muhafaza eden ve rububiyetin enehemmiyetli bir esası olan adalet, hikmet ve rahmetinin tecellîleri ve


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunKur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan
Mütekellim-i Ezelî: ezelî kelâm sıfatına sahip olan ve konuşması, hiçbir varlığın konuşmasına benzemeyen AllahSultan-ı Zülcelâl: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi, herşeyin sultanı olan Allah
Sâni-i Sermedî: zaman üstü ve yüce olmakla beraber her şeyi san’atla yaratan Allahbeyan: açıklama
cihet: şekil, yöndevâir-i saltanat: saltanat daireleri
ehemmiyetli: önemliferman: buyruk, emir
hademesiz: hizmetçisizhak: doğru, gerçek
hardal: çok küçük tohumları olan bir bitkihaşmet: büyüklük, ihtişam
haşâ ve kellâ: asla ve asla, kesinlikle öyle değilhikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
hâli: boş, ıssızhâşâ: asla, kesinlikle öyle değil
hüccet: kesin deliliman-ı billâh: Allah’a iman
iskân etmek: yerleştirmekkat’î: kesin bir şekilde
kelâm: ifade, sözkelâmullah: Allah’ın kelamı
kuvve-i hafıza: hafıza duygusu, bellekkâinat: evren, yaratılan herşey
muhafaza etmek: korumakmu’cizât: mu’cizeler; Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını âciz ve hayrette bırakan olağanüstü şeyler
münasip: uygunmüteaddit: bir çok, çeşitli
mütemadiyen: sürekli olaraknâzırsız: gözlemcisiz
rahmet: İlâhî şefkat, merhametraiyet: halk
rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasısaltanat-ı Rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
semâvât: göklersemâvî: göğe ait, gökteki
sergüzeşt-i hayat: hayat serüvenitarihçe-i hayat: hayat hikâyesi, biyografi
tecellî: görünme, yansımatesbihat etmek: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmak
vazife-i hayat: hayat vazifesi, göreviyâversiz: yardımcısız
zemin: yerzîhayat: canlı, hayat sahibi
zîşuur: şuur sahibi, bilinçliâbid: Allah’a ibadet eden, kul

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 80

tahakkukları için koca Cennet ve Cehennemi ve sırat ve mizan-ı ekberi yaratan birHâkim-i Hakîm ve bir Alîm-i Rahîm, insanların kâinatı alâkadar eden amellerini yazdırmasın ve mücâzât ve mükâfat için fiillerini kaydettirmesin ve seyyiat vehasenatlarını kaderin levhalarında yazmasın? Hâşâ, kaderin Levh-i Mahfuzunda yazılan harfleri adedince hâşâ!

Demek, iman-ı billâh hakikatı, hüccetleriyle hem melâikeye iman, hem kadere iman hakikatlerini dahi kat’î ispat eder. Güneş gündüzü ve gündüz güneşi gösterdiği gibi, imanın rükünleri birbirini ispat ederler.

İKİNCİ NOKTA

Başta Kur’ân, bütün semâvî kitaplar ve suhuflar ve başta Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olarak, bütün peygamberler (aleyhimüsselâm), bütün dâvâları beş altı esas üzerine dönüyorlar, mütemadiyen o esasları ders vermeye ve ispat etmeye çalışıyorlar. Onların peygamberliklerine ve doğruluklarına şehadet eden bütünhüccetler ve deliller, o esaslara bakıyorlar. Onların hakkaniyetlerine kuvvet veriyorlar. O esaslar ise, iman-ı billâh ve iman-ı bil’âhiret ve sâir rükünlere imandır.

Demek imanın altı rüknü birbirlerinden ayrılmaları mümkün değildir. Herbirisiumumunu ispat eder, ister, iktiza eder. O altı, öyle bir küll ve küllîdir ki, tecezzî kabul etmez ve inkısamı imkân hâricindedir. Nasıl ki, kökü göklerde tûbâ ağacı gibi, herbir dalı, herbir meyvesi, herbir yaprağı, o koca ağacın küllî, tükenmez hayatına dayanıyor. O kuvvetli ve güneş gibi zâhir o hayatı inkâr edemeyen, birtek muttasılyaprağın hayatını inkâr edemez. Eğer etse, o ağaç, dalları ve meyveleri ve yaprakları sayısınca o münkiri tekzip edecek, susturacak. Öyle de, iman, altırükünleriyle aynı vaziyettedir.

Bu makamın başında, altı nokta ve herbir nokta dahi beş nükte olarak altı erkân-ı imaniyeyi, otuz altı nüktede beyan etmek niyet edilmişti. Ve baştaki dehşetli


Aleyhimüsselâm: Allah’ın selâmı onların üzerine olsunAleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
Alîm-i Rahîm: herşeyi hakkıyla bilen ve rahmetinin çok özel tecellîleri olan sonsuz şefkat ve merhamet sahibi AllahHâkim-i Hakîm: herşeyi hikmetle yapan ve herşeyi hükmü altında tutan Allah
Levh-i Mahfuz: herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhası, Allah’ın ilminin bir adıalâkadar: alâkalı, ilgili
amel: davranış, işbeyan etmek: açıklamak
dehşetli: korkunç, ürkütücüerkân-ı imaniye: imanın esasları, şartları
hakikat: doğru, gerçekhakkaniyet: doğruluk, gerçekçilik
hasenat: iyilikler, güzelliklerhâşâ: asla, kesinlikle öyle değil
hüccet: deliliktiza etmek: gerektirmek
iman-ı billâh: Allah’a imaniman-ı bil’âhiret: âhirete iman
inkısam: bölünme, kısımlara ayrılmakader: Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlaması
kâinat: evren, yaratılan herşeyküll: bütün
küllî: büyük, kapsamlı, türmakam: konu, konum
melâike: meleklermizan-ı ekber: mahşer günü amellerin ölçüleceği büyük terazi
muttasıl: yapışık, bitişikmücâzât: ceza verme
mükâfat: ödül vermemünkir: inkâr eden, inançsız
mütemadiyen: sürekli olaraknükte: ince anlam
rükün: esas, şartsemâvî: Allah tarafından olan, İlâhî
seyyiat: kötülükler, günahlarsuhuf: bâzı peygamberlere gelen sahife hâlindeki kitaplar
sâir: diğer, başkasırat: Cennete gidebilmek için herkesin üzerinden geçmesi gereken Cehennem üzerinde kurulmuş köprü
tahakkuk: gerçekleşmetecezzî: bölünme, parçalanma
tekzip etmek: yalanlamakumum: bütün
zâhir: açık, görünenşehadet etmek: şahitlik, tanıkl
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Birinci Kısım - Sayfa 81

suale izahatla cevap vermek murad etmiştim. Fakat bazı ârızalar meydan vermediler. Tahmin ederim ki, Birinci Nokta kâfi bir mikyas olmasından, daha, zekîlere ziyade izaha ihtiyaç kalmadı. Ve tam anlaşıldı ki, bir Müslüman bir hakikat-ı imaniyeyi inkâr etse, küfr-ü mutlaka düşer. Çünkü, başka dinlerin icmallerine mukàbilİslâmiyette tam izahat verilmiş, rükünler birbiriyle zincirlenmiş. MuhammedAleyhissalâtü Vesselâmı tanımayan, tasdik etmeyen bir Müslüman, Allah’ı da sıfâtıyla daha tanımaz ve âhireti bilmez. Bir Müslümanın imanı o kadar kuvvetli ve sarsılmaz hadsiz hüccetlere dayanıyor ki, inkârda hiçbir özür kalmıyor, âdeta akıl kabulde mecbur oluyor.

ÜÇÜNCÜ NOKTA

Bir zaman Elhamdü lillâh dedim, onun hadsiz geniş mânasına mukàbil gelecek bir nimet aradım. Birden bu cümle hatıra geldi:

اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلَى اْلاِيمَانِ بِاللهِ، وَعَلٰى وَحْدَانِيَّتِهِ، وَعَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ وَعَلٰى صِفَاتِهِ، وَاَسْمَاۤئِهِ، حَمْدًا بِعَدَدِ تَجَلِّيَاتِ اَسْمَاۤئِهِ مِنَ اْلاَزَلِ اِلَى اْلاَبَدِ
blank.gif
1


Ben de baktım, tam mutabıktır. Şöyle ki: ………

endOfSection.gif
endOfSection.gif



[NOT]Dipnot-1 “Allah’a iman için ve vahdâniyeti için ve vücub-u vücudu için ve sıfâtı ve esmâsı için, ezelden ebede bütün esmâsının tecelliyâtı adedince Ona hamd olsun.”
[/NOT]

Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunElhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”
hadsiz: sınırsızhakikat-ı imaniye: iman hakikatı, gerçeği
hüccet: güçlü delilicmal: kısaca, özet olarak
inkâr: inanmama, reddetmeizah: açıklama
izahat: açıklamalarkâfi: yeterli
küfr-ü mutlak: tam bir küfür, inkâr ve inançsızlık, hiçbir kutsal değere inanmamamikyas: ölçek
mukàbil: karşılıkmurad etmek: istemek, dilemek
mutabık: uygunrükün: esas, şart
tasdik: doğrulamaziyade: çok, fazla
 
Üst