Bir Sosyal Köprü: Zekât

Huseyni

Müdavim
Sosyolojinin genel tesbitlerinden birisi, her devirde geçerli olan bu tesbite göre her toplumda anahatlarıyla zengin ve fakirler olmak üzere iki tabaka bulunduğudur.

Bu iki tabaka arasında âhenk, dayanışma bulunduğu sürece toplumun yüzü gülmüş, aksi durumlarda da cemiyet alt üst olmuştur. Bu gerçek dün olduğu gibi bugün de hükmünü yürütmekte.

Eğer, bir toplumda, zenginler egoizm ve bencillikle yalnız kendilerini düşünür; eğlence ve sefahetlere dalar; beraber yaşadıkları fakirleri düşünmezlerse, hem maddî, hem de mânevî felâketler cemiyeti bekliyor demektir.

İslâm, bu iki tabaka arasındaki uçurumu, “Zekât İslâmın köprüsüdür” 1 hadisini yürürlüğe koymakla kapatmıştır.

Zenginlerin elde ettikleri servette fakirlerin de katkısı olduğu açık. Şöyle veya böyle hakları geçmektedir. Zekâtını veren zengin, bir mânâda bu katkılarından dolayı fakire teşekkür etmiş olmaktadır.

Eğer bir toplumda zekât verilmiyorsa, fakirler, zenginlerin malına göz dikerler. Çünkü, bir ölçüde hakları vardır. Eğer haklarını alamazlarsa, kin ve nefret beslerler. Kin ve nefretlerin doğurduğu tepki, Rusya’da, Avrupa ülkelerinde ve Türkiye’de anarşi ve terör halinde kendisini gösterdiğini, asrımızı çalkaladığını hepimiz biliyoruz.

Zekât, fakirlerle zenginler arasındaki bu uçurumu nasıl kapatmakta, köprüyü nasıl kurmaktadır?
Zekât zengini şefkate getirmekte, bunu fakire zekât vermek, yardım elini uzatmakla göstermektedir. Bu yardıma muhatap olan fakir ise, kin ve nefret duygularını bir tarafa atıp zengine karşı teşekkür ve hürmet duyguları beslemeye başlamakta, ekmek yediği tekneyi tekmeleme gibi bir densizliğe düşmemektedir. Böylece köprü kurulmuş olmaktadır. Zenginden fakire şefkat ve merhamet, fakirden zengine karşı da sevgi ve hürmet köprüsü! Böyle bir toplumda kin ve nefrete, düşmanlığa, anarşiye yer yoktur.

Bu aynı zamanda zenginin malını koruma altına alması demektir.
Bu durumda zekât,
kişi için bir emniyet sübabı,
bir bekçi,
bir İlâhî çelik kasa,
bir yed-i emin olmaktadır.
Demek zekât, aynı zamanda sosyal şiddeti önleyen bir iksir olmaktadır.

Demek oluyor ki, Peygamber Efendimizin (a.s.m.), “Zekâtla mallarınızı koruyunuz” 2 tavsiyesinde, sosyal çalkantıları, emek-sermaye çatışmalarının önleme açısından büyük bir mânâ ifade etmektedir.

Zekât, aynı zamanda bir “temizlik”tir. Kur’ân’da zekâtla namazın çoğu kere birlikte zikredilmeleri, namaz ile maddî ve mânevî temizliğini yapanların zekât ile de bunu pekiştirdiklerini göstermektedir.

Zekât cimrilik, hasislik, pintilik, tamahkârlık gibi yaraların da merhemidir. Cömertlik ve merhamet duygusunu geliştiren, kuvvetlendiren bir ilâç özelliği de taşımaktadır.

Bu noktada şu âyet-i kerîme, ömür boyu mü’minlerin kulağında ve vicdanında yankılanıp durmaktadır:

“Allah’ın ve ihsanıyla onlara verdiği şeyde cimrilik edenler, bu cimrilikleri kendileri için bir hayırdır sanmasınlar. Cimrilik ettikleri şey, Kıyamet gününde ateşten bir halka olarak boyunlarına dolanacaktır. Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır ve sonunda O'na döner. Allah sizin yaptıklarınızdan da hakkıyla haberdardır.”3


Dipnotlar:
1- Keşf’ül-Hafâ, 1:439.;
2- Keşfü’l-Hafâ, 1:36.;
3- Al-i İmrân, 180.

Ali FERŞADOĞLU
16.09.2009
Yeniasya
 
Üst