Bediüzzaman, kendi kitabını niye para ile aldı ?

Muvahhid1

Well-known member
Said Özdemir ağabey anlatıyor:


Risaleler 600 bin nüsha el yazısı ve teksir ile çoğaltılmıştı. Biz 1953’de Üstad Hazretlerine mülâki olduğumuzda “Kardeşim artık biz yetiştiremiyoruz, bundan sonra bu risaleler matbaa lisanıyla basılacak ve bütün Türkiye’ye, bütün dünyaya yayılacak” dedi. Kendisi biriktirmiş, 1200 lira verdi. Belki tab masraflarının yüzde doksan beşi, yüzde doksan sekiziydi bu para. “Bunu alın, kâğıt alıp risaleleri matbaalarda bastırın” dedi. Büyük Sözler kitabını daktilo yapmışlardı kardeşler; bunu Ankara’ya götürdüm. Diğer kardeşlerle birlikte birkaç yerden de biraz borç aldık ve Sözler kitabını bastırdık.


Sözler kitabını bastırıp Üstada götürdüğüm zaman, o kadar sevindi ki sanki dünyayı bağışlamışız gibi bize kalktı, sarıldı, kitabı bağrına bastı. Odada böyle dönüyor “Kardeşim ben şimdi âhirete gitsem gözüm artık arkada kalmaz; çünkü şimdiki neslin okuyacağı, anlayacağı bir lisanla onların ellerine bu Kur’an hakikatleri geçti. Elhamdülillah ben vazifemi yaptım” dedi.


Üstad hemen keseyi çıkarttı “Sadaka almak istemiyorum. Parasız almak istemiyorum” dedi.“Üstad’ım bu kendi eseriniz, aynı zamanda da bu işin içinde paranız var, para mı vereceksiniz?” deyince “Evet kardeşim, bu işin ihlâsla olması için ben kendi eserimi kendi paramla almam lâzım.”(*) dedi. O zaman Sözler’in fiyatı yirmi beş liraydı, yirmi beş lira verdi ve bir Sözler aldı.


Düşünün bir müellif kendi eserini yazıyor, parasıyla bastırıyor, sonra parasını vererek o eseri satın alıyor. İhlâsın derecesine bakın… Tabi bu bir örnek oldu hepimize. O gün, bu gün biz bu eserleri matbaalarda basarız, çeşitli yerlere, memleketlere göndeririz; biz de diğer kardeşlerimiz de maaş almayız.


Üstad bize dedi ki: “Risaleleri herkese vermeyin. Her yirmi beş lira verene vermeyin. Yirmi beş kişiye okutturacağım diyenlere verin, çünkü bunun esas fiyatı okutturmaktır.”


Ve sonradan Mektûbat, Lem’alar, İşârat-ül İ’caz, Tarihçe-i Hayatı ve diğerlerini verdi. Bu şekilde neşriyatı bizzat takip ediyordu. Bir forma çıktığı zaman kendisine bir kurye ile ya Emirdağ’a ya Isparta’ya gönderiyorduk. Meselâ Zübeyir ağabeye veriyor, kendisi de eski yazılı nüshayı alıyor “Oku bakalım” diyor. Bu şekilde tedkik ve tashih ediyordu. Eğer bir yanlışlık varsa bize geri gönderiliyordu. Biz de baskıyı düzeltiyorduk. Bütün eserler bizzat kendi tashihatından geçtikten sonra basılmıştır. O zamandan beri hiçbir kelimesi değişmemiştir.


İşte bu şekilde bütün eserlerin baskısı ikmal edilince, Üstad Urfa’da 23 Mart 1960 da dar-ı bekaya gittiler.


(Ömer Özcan, Ağabeyler Anlatıyor-1)

Bilirsiniz ki, kendim sadaka ve yardımları kabul etmediğim gibi, öyle yardımlara da vesile olamadığımdan, kendi elbisemi ve lüzumlu eşyamı satıp o para ile kendi kitablarımı, yazan kardeşlerimden satın alıyorum. Tâ Risale-i Nur'un ihlasına dünya menfaatleri girmesin, bir zarar vermesin ve başka kardeşler de ibret alıp hiçbir şeye âlet edilmesin.
(Emirdağ Lâhikası, 273)
 
Üst