Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 182


göz kamaştıran demektir. Yahut ra’d ve berkin nekre ve meçhuliyetlerini ifade içindir. Çünkü yolcular gözlerini yummuş, kulaklarını tıkamış olduklarından, ra’d ve berki olduğu gibi görmüş ve tamamıyla işitmiş değillerdir ki, onları hakkıyla bilsinler.


﴿ يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ فِۤى اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ
blank.gif
1


Bu cümle müste’nifedir. Yani mâkabliyle bağlı değildir. Ancak mukadder bir suale cevaptır. Şöyle ki:

Vakta ki sâmi şu ikinci kıssa-i temsiliyeyi işitti; şüphesiz, musibetin keyfiyetini anlamak için şiddetli bir meyli uyandı. Vakta ki Kur’ân-ı Kerimin tasvirinden malûmat aldı; musibetzede olan yolcuların da hallerini ve o musibete karşı ne yaptıklarını anlamak istedi. Kur’ân-ı Kerim 2يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ فِۤى اٰذَانِهِمْ ﴿ demekle, onları kurtaracak bir melce kalmadığına ve (necat bulmak hülyasıyla denizde ellerini otlara uzatan boğulanlar gibi) semavî top ve mancınıklardan kurtulmak için kulaklarını tıkamaktan mâadâ çareleri kalmadığına işaret etmiştir.

Sual: Makamın iktizası hilâfına يُدْخِلُونَ
blank.gif
3
’nin yerine يَجْعَلُونَ kullanılması neye binaendir?


Elcevap: Yolcular necatlarını intaç edecek hakikî sebepleri arayıp bulmaktan meyus olduktan sonra kulaklarını tıkamak gibi ca’lî ve zannî şeylere müracaat etmek mecburiyetinde kaldıklarına işarettir.

Sual: Geçen vak’aları zaman-ı hale ihzar için kullanılan muzâri sigasıyla يَجْعَلُونَ ’nin zikri neye işarettir?


Elcevap: Hayretleri arttıran şu makamın, sâmie verdiği dehşetten dolayı yolcuların


[NOT]Dipnot-1 “Yıldırımların verdiği dehşetle, ölüm korkusundan, parmaklarını kulaklarına tıkarlar.” Bakara Sûresi, 2:19.
Dipnot-2 “Parmaklarını kulaklarına tıkarlar.” Bakara Sûresi, 2:19.
Dipnot-3 Sokuyorlar.
[/NOT]

berk: şimşekbinaen: -dayanarak
ca'lî: yapay, sun’îdehşet: korku, ürkme
hakikî: doğru, gerçekhilâfına: aksine, tersine
ihzar: hazıra getirme, şimdiki zamana getirmeiktiza: bir şeyin gereği, gerektirme
intaç etmek: sonuç vermek, netice vermekkeyfiyet: durum, nitelik, özellik
kıssa-i temsiliye: temsil tarzındaki kıssa, ibretli hikâyemalûmât: bilgiler
melce: sığınak, sığınılacak yermeyl: eğilim, istek ve arzu
meyus: ümitsizmeçhuliyet: belirsizlik, bilinmezlik
mukadder: gr. lâfız olarak zikredilmediği halde gizli olarak kastedilmiş olanmusibet: belâ, sıkıntı
musibetzede: felâkete uğrayanmuzârî sigası: gr. Arapçada şimdiki, geniş ve gelecek zamanı birden ifade eden fiil kipi
mâadâ: başkamâkabli: öncesi
müracaat etmek: başvurmakmüste’nife: yeni başlayan; önceki cümlelere bağlı olmayıp ilerde gelmesi muhtemel olan sorulara cevap teşkil eden cümle
necat: kurtuluşnekre: gr. başına “el” takısı almamış, mânâsı kapalı, belirsiz isim
ra’d: gök gürültüsüsemâvî: gökten gelen, İlâhî
sâmi: dinleyicitasvir: anlatım, ifade etme
vakta ki: ne vakit kivak’a: hadise, olay
zaman-ı hal: şimdiki zaman zannî: zanna ait, şüpheli
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 183


hadisesini—velev hayalî olsun—görmek arzusunda bulunan sâmiin arzusunu tatmin için siga-yı muzâri ile geçen o vak’a, zaman-ı hale getirilerek sâmiin hayaline tasvir edilmiştir. Ve keza, muzâri sigası, ikide bir kesilip tazelenmekle beraber istimrarı ve devamı iktiza eder. Ve bunun istimrarından bulutun gürültüsünün de devamına ima vardır.


اَصَابِعَهُمْ
blank.gif
1
﴿ Kulaklara sokulabilen ancak parmak uçları iken, burada parmak mânâsında olan اَصَابِعَ
blank.gif
2
’in kullanılması, onların hayret ve dehşetlerinden dolayı son derece şaşkınlıklarına işarettir.


فِۤى اٰذَانِهِمْ
blank.gif
3
﴿ Bu kelâm ra’dın sadâsından onların uğradıkları öyle bir şiddet-i havfe işarettir ki, eğer ra’d onların kulaklarının penceresinden içeri girecek olursa derhal ruhları ağızlarının kapısından dışarı kaçacaktır. Ve keza, bu kayıtta çok güzel ve lâtif bir imâ vardır ki:

Vakta ki onlar kendilerine edilen nasihatleri ve nidâ-yı hakkı, kulaklarını açıp içerisine almadılar; semavat cihetinden kulaklarının cephesi ra’d ve berkin top ve mancınıklarına tutuldu. Onlar o zaman hayır için tıkadıkları kulaklarını şimdi de şer ve azap için tıkamaya mecbur oldular.

اَلْجَزَآءُ مِنْ جِنْسِ الْعَمَلِ
blank.gif
4
Evet, sirkat elle yapıldığından, el kesilir. Fena sözler ağızla söylendiğinden, ağıza vurulur. Öyleler de nedamet için sağ elini ağzına ve hacalet için sol elini gözlerine korlar.

مِنَ الصَّوَاعِقِ
blank.gif
5
﴿ Bu makamda ra’d ve berkin yolculara zarar vermekte müttehid olduklarına işareten, yalnız berkin sıfatı olan saikanın zikriyle iktifa edilerek ra’dın sıfatı terk edilmiştir. Fakat saika şiddetli bir savtla yakıcı bir


[NOT]Dipnot-1 Parmaklarını.
Dipnot-2 Parmaklar.
Dipnot-3 Kulaklarının içine.
Dipnot-4 Ceza, yapılan işin cinsinden olur.
Dipnot-5 Şiddetli yıldırımlardan dolayı.[/NOT]

azap: acı, sıkıntı, cezaberk: şimşek
cihet: taraf, yöndehşet: korku, ürkme
fena: kötü, çirkinhacâlet: utanma, utangaçlık
iktifa etmek: yetinmekiktiza etmek: gerektirmek
ima: işaretistimrar: devam etme, süreklilik
kelâm: ifade, sözkeza: bunun gibi
lâtif: ince, hoş, güzelmancınık: eskiden kale kuşatmalarında kalelere ağır taşlar fırlatmak için kullanılan savaş âleti
muzârî sigası/siga-i muzârî: gr. Arapçada şimdiki, geniş ve gelecek zamanı birden ifade eden fiil kipimüttehid: birleşmiş
nedamet: pişmanlıknidâ-yı hak: hakkın nidası, hakkın seslenişi
ra’d: gök gürültüsüsadâ: ses
saika: yıldırımsavt: ses
semavat: göklersirkat: hırsızlık
sâmi: işiten, dinleyicisıfat: özellik, vasıf
tasvir etme: anlatma, ifade etmevakta ki: ne vakit ki
vak’a: hadise, olayvelev: hattâ, olsa da, olsa bile
zaman-ı hal: şimdiki zaman şer: kötü
şiddet-i havf: şiddetli korku
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 184


ateşten ibaret olduğu cihetle, ra’dın gürültüsünü de tazammun etmiş bulunuyor. Bu itibarla ra’dın sıfatı da zikredilmiş demektir.


حَذَرَ الْمَوتِ
blank.gif
1
﴿ Yani, yolcuların saikalara karşı parmaklarıyla yaptıkları o gülünç müdafaaları mal, evlât, eşya vesaire gibi şeylerin korkusundan değildir. Ancak canlarını Cehenneme teslim edecek olan ölümün korkusundandır. Çünkü musibetin bıçağı kemiğe dayanmıştır. Onlar sevdikleri şeylerden hiçbirisine kederlenmezler, merak etmezler. Ancak ölümü ve hıfz-ı hayatı düşünürler.

وَاللهُ مُحِيطٌ بِالْكَافِرِينَ
blank.gif
2
﴿ Bu cümlede bulunan kelimelerin birbiriyle münasebetlerine ve ifade ettikleri nüktelere gelince:

و aralarında münasebet bulunan iki şeyi birbirine atfeden bir âlettir. Burada ise mâkabliyle mâbadi arasında bir münasebet görünmüyor. Fakat birinci temsille ikinci temsilin arasındaki münasebete bakarak şöyle silsileli birkaç cümleyi ihtar ediyor: Onlar şenlikli olan yerlerden firar ettiler. Şehirlilikten nefret ettiler. Gecenin istirahat zamanı olduğuna dair kanuna muhalefet ettiler. Hem nasihatlere itaat etmeyerek sanki necatları çöllerdeymiş gibi sahrâlara düştüler. En nihayet haybet ve hüsrana uğrayarak her taraftan Allah’ın belâsına maruz kaldılar.

اَللهُ Bu kelime-i mübareke ise, onların son ümit ve recalarının kesildiğine işarettir. Çünkü musibetzede olan bir adam, evvel ve âhir Allah’ın merhametine iltica etmekle mütesellî olur. Halbuki Allah’ın kahır ve gadabına müstehak olanın elbette ve elbette necatından ümidi ve recası kesilir.

مُحِيطٌ
blank.gif
3
kelimesi, onları ihata eden musibetlerin, Allah’ın asar-ı azameti olduğuna işarettir. Yani, gökler, bulutlar, yağmurlar, geceler, onlara cihât-ı sitteden hücum ettikleri gibi, Allah’ın da gazap ve beliyyâtı onları her taraftan ihata etmiştir.



[NOT]Dipnot-1 Ölüm korkusundan.
Dipnot-2 Şüphesiz ki Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.
Dipnot-3 Kuşatan.[/NOT]

atfetme: bağlama, göndermede bulunma; bir bağlaç vasıtasıyla kendinden öncekiyle sonraki kelime veya cümle grupları arasındaki bağlantıyı göstermebeliyyat: belâlar, sıkıntılar
cihet: taraf, yöncihât-ı sitte: altı yön
firar etmek: kaçmakhaybet: kayıp, zarar, yıkım
hüsran: zarar, ziyanhıfz-ı hayat: hayatı koruma
ihata etmek: kuşatmak, kapsamakihtar etmek: hatırlatmak
iltica etme: sığınmaistirahat: rahatlama, dinlenme
itibar: özellikkahır: azap, ceza
kelime-i mübareke: bereketli, hayırlı kelimemuhalefet etmek: aykırı davranmak
musibet: belâ, sıkıntımusibetzede: felâkete uğrayan
mâbadi: sonrasımâkabli: öncesi
münasebet: bağlantı, ilişkimüstehak: hak etmiş, lâyık
mütesellî olma: tesellî bulmanecat: kurtuluş
nükte: ince ve derin mânâra'd: gök gürültüsü
recâ: ümitsahrâ: çöl
saika: yıldırımsilsileli: zincirleme, peşpeşe
tazammun etmek: içermek, içine almak, kapsamaktemsil: analoji, kıyaslama tarzında benzetme
âhir: son âsâr-ı azamet: Allah’ın büyüklüğünü, haşmet ve yüceliğini gösteren eserler, deliller
و: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 185

Ve keza, Allah’ın bütün kâinatı ihata eden ilim ve kudreti ve bütün zerrata şâmil olan emirleri göz önüne getirilirse مُحِيطٌ
blank.gif
1
kelimesinden şöyle bir ihtar fışkırmaya başlar: Ey kâfirler! Semavat ve arzın dışarısına çıkamazsınız. Dahilde ise her nereye kaçacak olursanız olunuz, Allah, ilim ve kudretiyle her yerde hazır ve nâzırdır.

بِالْكَافِرِينَ
blank.gif
2
Bu kelimeyi مُحِيطٌ lafzına bağlayan ب harf-i cerri, Allah’ın gadabından kaçan kâfirler, yine Allah’ın gadabına rast gelip musibet oklarına hedef olduklarına işarettir.

كَافِرِينَ
blank.gif
3
ünvanı ise üç işareti taşıyor.
Birincisi: Temsil içerisinde mümesselleri, yani münafıkları göstermekle, sâmiin temsil ile meşgul olup mümesselden ve maksattan gafil olmamasını temin etmek içindir.

İkincisi: Temsil ile mümessellerin, yani yolcuların durumuyla münafıkların durumu arasında son sistemde bulunan müşabehetin kuvvetinden dolayı, birbirinin sıfatını ve yekdiğerinin lâkabını ve soyadını taşıdıklarına işarettir.Üçüncüsü: Kâfirlerin kalbleri gibi, münafıkların da kalbleri zulmet ve azap içinde bulunduğuna işarettir. Zira yaptıkları cinayet ve kusurlarından dolayı, vicdanları dahi onları tazip etmekten geri kalmıyor. Evet, bizzat yaptığı cinayetin cezasını gören bir adamın vicdanı müsterih olmaz. يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْ
blank.gif
4
﴿ Bu cümledeki kelimelerin işgal ettikleri yerlerle münasebetleri ve herbirinin taşıdığı işaretleri ise, evvelâ bu cümle müste’nifedir. Yani mâkabliyle bağlı değildir. İstinafı ise mukadder bir suale cevaptır.



[NOT]Dipnot-1 Kuşatan.
Dipnot-2 Kafirleri.
Dipnot-3 Kafirler.
Dipnot-4 “Neredeyse şimşeğin ışığı onları kör edecek.” Bakara Sûresi, 2:20.[/NOT]

arz: dünyagadab: gazap, hiddet
gafil: vurdum duymaz, habersiz, dikkatsizharf-i cer: cer harfi; gr. cümlede kendinden önceki fiilin veya ismin mânâsını kendinden sonraki kelime veya kelime guruplarına taşıyan harfler “an, min, be” gibi
ihata etme: kuşatma, kaplamaihtar: hatırlatma, ikaz
isti’naf: önceki cümlelere bağlı olmayıp ilerdeki muhtemel, sorulara cevap teşkil etmekeza: bunun gibi
kudret: güç, iktidarkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
mukadder: gr. lâfız olarak zikredilmediği halde gizli olarak kastedilmiş olanmusibet: belâ, sıkıntı
mâkabli: öncesimümessel: temsile konu olan, haklarında kıyaslama tarzında benzetme yapılan
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimsemünasebet: bağlantı, ilişki
müsterih olma: rahat, huzurlu olmamüste’nife: yeni başlayan; önceki cümlelere bağlı olmayıp ilerdeki muhtemel, sorulara cevap teşkil eden cümle
müşabehet: benzeyişnâzır: bakan, gören, gözetici
semavat: göklersâmi: işiten, kulak veren dinleyici
tazip etmek: azap vermek, eziyet etmektemin etmek: sağlamak
temsil: analoji, kıyaslama tarzında benzetmevicdan: kalbe ait hislerin mazharı, aynası
yekdiğeri: bir diğeri, bir başkasızerrat: zerreler, atomlar
zira: çünküzulmet: karanlık
şâmil: içine alan, kapsamlıب: (bk. ḥ-r-f

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 186


Sual:
Berk, zulmetleri dağıtan ziyadar bir ateştir. Onlar onun ziyasından istifade etmediler mi?

Elcevap: Bir faide ve bir menfaat görmeleri şöyle dursun, berkin zararından ve belâsından korktular diye Kur’ân-ı Kerim bu cümle ile o mukadder suale cevap vermiştir.

Kurbiyeti ve yakınlığı ifade eden يَكَادُ
blank.gif
1
kelimesinin bu cümlede delâlet ettiği mânâ şöyledir: Gözlerini hatfedecek, yani kaptıracak ve kör edecek esbap mevcut olduğuna rağmen, her nasılsa bir mâniden dolayı henüz kör olmamışlardır. Kaptırmak mânâsını ifade eden يَخْطَفُ kelimesinde pek güzel ve lâtif bir belagat vardır. Şöyle ki:


Eşyanın suretlerini alıp getirmek için gözün gönderdiği ziya, esnâ-yı rahta eşyaya yetişmezden evvel, birden bire şimşek çakar; o şimşek kapıcı bir kuş gibi gözdeki o ziyayı alır, götürür. Veya gözün şuaı, eşyanın şekillerini alıp getirirken, gecenin gözü hükmünde olan şimşek kemal-i sür’atle hücum ederek gözün elinden o şekilleri alır, götürür. Sanki, zulmeti kaldırmakla eşyayı gösteren şimşek, o bedbahtların eşyayı görmelerine razı olmadığından, onların gözlerinin şuaından o şekilleri alıp götürüyor.

عُيُونٌ
blank.gif
2
kelimesine tercihen zikredilen اَبْصَارَهُمْ
blank.gif
3
ünvanı, Kur’ân’ın beyan ettiği kat’î burhanlara karşı körlük gösteren münafıkların basiret ve kalblerindeki kötü niyetlerini ve amellerini yad ettirmekle teşhir etmek içindir. Zira, göz kalbin âyinesidir. Kalbin muzmeratı gözde görünür.


كُلَّمَاۤ اَضَاۤءَ لَهُمْ مَشَوْا فِيهِ وَاِذَاۤ اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُوا
blank.gif
4
﴿ Bu âyeti teşkil eden kelimelerin işaretleri:


[NOT]Dipnot-1 Neredeyse.
Dipnot-2 Gözler.
Dipnot-3 Onların gözleri.
Dipnot-4 “Onlar, her bir aydınlıkta orada biraz yürürler. Karanlık üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar.” Bakara Sûresi, 2:20.
[/NOT]

amel: davranış, işbasiret: kalp gözü
bedbaht: kötü bahtlı, talihsizbelâgat: sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
berk: şimşekbeyan etmek: açıklamak
burhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delildelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
esbap: sebepleresnâ-yı rah: yolculuk esnasında
eşya: şeyler, varlıklarhatfetme: kamaştırma, kapma
istifade: faydalanma, yararlanmakat’î: kesin, şüphesiz
kemal-i sür’at: hızlı bir şekildekurbiyet: yakınlık
lâtif: ince, hoş, güzelmevcut: var
mukadder: gr. lâfız olarak zikredilmediği halde gizli olarak kastedilenmuzmerat: örtülü, gizli şeyler
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimseteşhir etmek: sergilemek
teşkil eden: oluşturan, meydana getirenyad ettirmek: hatırlatmak
zira: çünküziya: ışık
ziyadar: parlak, aydınlıkzulmet: karanlık
şua: ince ışık huzmesi
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 187


Evvelâ, bu cümle yine müste’nife olup, mâkabliyle alâkadar değildir. Ancak, sâmiin hatırına gelen şu suali cevaplandırıyor.

Sual: Onların musibeti tebeddül ve taaddüd ettikçe, acaba her iki hâlette halleri nasıl oluyor?

Elcevap: “Şimşeğin ziyasıyla yolları göründüğü zaman yürürler, zulmet çöktüğü zaman dururlar” diye Kur’ân-ı Kerim şu cümle ile samiin o şüphesini izale etmiştir.

Sual: كُلَّمَا istiğrak ve istimrarı, yani umumiyet ve devamı ifade eden bir edattır. اِذاَ ise ne umumiyeti ve ne devamı ifade etmez. Bu itibarla şimşeğin ziyalandırmasında كُلَّمَا ’nın, zulmetin çöktüğünde اِذاَ ’nın kullanılması neye binaendir?

Elcevap: Onların ziyaya fazlaca hırs ve ihtiyaçları olduğu için en az bir ziyayı bile fırsat bilip kaçırmak istemediklerine işareten ziya üzerinde كُلَّمَا istimal edilmiştir.

Sebebiyet ve menfaate delâlet eden اَضَاۤءَ لَهُمْ
blank.gif
1
deki ل harfinden anlaşılır ki, bayılmak üzere olan bir musibetzede nefsine ait şeylerden mâadâ hiçbir şeyi düşünmez. Hattâ kudret-i İlâhiyenin binlerle hikmetleri için kâinatta neşrettiği ziyanın menfaati, tamamen kendisine ait olduğunu ve kendisi için gönderildiğini zanneder.

Ziyanın adem-i devamı yüzünden sür’atli bir yürüyüşle yollarına devam etmeleri mukteza-yı hal ve makam iken, süratsiz, âdi bir yürüyüş ifade eden مَشَوْا
blank.gif
2
tabiri, musibetin şiddetinden neş’et eden zafiyet yüzünden, sür’at-i seyre kàdir olamadıklarına işarettir.



[NOT]Dipnot-1 Onları aydınlattığında.
Dipnot-2 Yürüdüler.
[/NOT]

adem-i devam: devam etmeme
binaen: -dayanarak
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekhikmet: fayda, gaye, sır
hâlet: durum, hâlistimal etmek: kullanmak
istimrar: devamlılık, süreklilikistiğrak: kapsamlılık, umumilik; bir kelimenin mânâsının bütün kısım ve fertleri içine alması
itibar: özellikizale etmek: gidermek, ortadan kaldırmak
kudret-i İlâhiye: Allah’ın sınırsız güç ve iktidarıkàdir: gücü yeten
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarmenfaat: çıkar, yarar, fayda
mukteza-yı hâl: hâlin gereğimusibet: belâ, sıkıntı
musibetzede: felâkete uğramışmâadâ: başka
mâkabli: öncesimüste’nife: yeni başlayan; önceki cümlelere bağlı olmayıp ilerdeki muhtemel, belirli sorulara cevap teşkil eden cümle
nefs: can, hayat, kişinin kendisineşretmek: yaymak
neş’et etmek: doğmak, meydana gelmeksâmi: işiten, dinleyici
sür’at-i seyr: hızla hareket etme, yürüme taaddüd: çeşitli olma, birden fazla olma
tabir: ifade, açıklamatebeddül: değişme, değişim
umumiyet: genellik, bütünlükzafiyet: zayıflık, güçsüzlük
ziya: ışık, aydınlıkziyalandırmak: ışıklandırmak, aydınlatmak
zulmet: karanlıkâdi: normal, sıradan
اِذَا: ...ğü zaman, zaman bildirirكُلَّمَا: (bk. ḥ-r-f
ل: (bk. ḥ-r-f

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 188


Sual: İnsanlar yerde yürüdükleri gibi, onların da yürümeleri yerde olmalıdır. Halbuki فِيهِ
blank.gif
1
’deki zamirin ziyaya raci olması cihetiyle, onların yürümeleri ziyada olduğu anlaşılır.


Elcevap: Onların ziya haricinde yürümeleri mümkün olmadığı için, sanki mesafeleri ve medâr-ı hareketleri yalnız ziyaya münhasırdır.

وَاِذَا
blank.gif
2
’deki و yolcuların evvelce gördükleri zulmet musibetini tazelemek için ikinci bir zulmet daha atıf ve ilâve edildiğine işarettir. اِذاَ ’nın ifade ettiği cüz’iyet ve kıllet ise, yolcuların zulmete karşı besledikleri nefret ve gösterdikleri körlük şiddetinden, fikren zulmeti düşünmediklerine, ancak aleddevam ziya için bir fırsat beklerlerken, birden bire zulmetin hücumuna mâruz kaldıklarına işarettir.

اَظْلَمَ
blank.gif
3
’nin berke olan isnadı, berkin ziyasından sonra hücum eden zulmetin, başka zulmetlerden şedit olduğuna işarettir. Ve keza, musibetzede olan yolcuların tahayyüllerine göre, güya berkin ziyasından sonra şu boşluğu dolduran zulmetler hep berk ateşinin sönmesinden meydana gelen dumanlar olduğuna da hayalî bir imadır.

Zarar için kullanılan عَلَيْهِمْ
blank.gif
4
’deki عَلٰى kelimesi, zulmet musibetinin tesadüfî olmayıp, ancak onların ceza-yı amelleri olduğuna işarettir. Ve musîbetzede olan yolcuların, şu boşluğu dolduran zulmetler ve bütün insanlar içerisinden onları kast ve onlara zarar vermek için gönderilmiş olduklarını tahayyül ettiklerine bir remizdir.

Zulmet çöktüğü vakit sükûnetle durup depreşmemeleri icap ederken, “ayağa kalktılar” mânâsını ifade edenقَامُوا tabiri, musibetin şiddetinden ve musibetle çok uğraştıklarından, rükû vaziyetini andıran bellerinde bir tekavvüs peydâ olduğuna



[NOT]Dipnot-1 Onun içinde.
Dipnot-2 ..dığı zaman, vakit (bk. ḥ-r-f: Şart edatları).
Dipnot-3 Karanlık çöktüğünde.
Dipnot-4 Üzerlerine.
[/NOT]

aleddevam: devamlı olarakatıf: bağlama, yönlendirmede bulunma
berk: şimşekceza-yı amel: yapılan amelin, işin karşılığı, cezası
cihet: taraf, yöncüz’iyet: azlık, küçüklük
isnad: dayandırmakeza: bunun gibi
kıllet: azlık medâr-ı hareket: hareket sahası, alanı
musibet: belâ, sıkıntımusibetzede: felâkete uğramış
mâruz kalma: uğrama, tesirinde kalmamünhasır: ait, mahsus
raci: dönük, aitremiz: gizli bir mânâyı ince bir işaretle gösterme
rükû: namazda eğilmesükûnet: sessizlik, sakinlik, durgunluk
tabir: ifade, söztahayyül etmek: hayal etmek
tekavvüs: eğilme, bükülmezamir: gr. ismin yerini tutan kelime
ziya: ışık, aydınlıkzulmet: karanlık
şedit: şiddetliعَلٰى: (bk. ḥ-r-f
و: (bk. ḥ-r-f

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 189


ve zulmetin âni hücumundan tiksinerek ayağa kalkıp kaçanlar gibi, bellerini doğrulttuklarına işarettir.

وَلَوْ شَآءَ اللهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْ
blank.gif
1
﴿ Bu cümledeki kelimelerin işaretlerine gelince:

Evvelki cümlelerde gözlerini kör, kulaklarını sağır etmek şânında olan esbap zikredildikten sonra, bu cümlede müsebbebatı, meşiet-i İlâhiye ile bağlar. Sonra, evvelki cümlelere atfeden و harfi, esbabın perdesi altında tasarruf eden ve bütün esbap ve illetler üzerinde murakebe eden bu kudretin, ancak nazar-ı hikmet olduğuna işarettir.لَوْ
blank.gif
2
Bu kelimenin tazammun ettiği kıyas-ı istisnaî şöyle tasvir edilebilir: Meşiet-i İlâhiyenin olmaması; zehab-ı sem’ ve basarın olmamasına illettir. Zehab-ı sem’ ve basarın olmaması da meşietinin olmadığını bildirmeye bir delil ve bir illettir. Ve keza meşiet-i İlâhiyeden mâadâ bütün esbap tekemmül etmiş de olsa, ancak meşiet-i İlâhiyenin taallûkuyla göz ve kulaklarının işi bitmiş olacağına işarettir.
شَآءَ
blank.gif
3
tabiri, müsebbebatı esbapla bağlayan, meşiet ve irade-i İlâhiye olduğuna delâlet eder. Öyleyse tesir kudretindir. Esbab ise, kudretin, nazar-ı zahirîde umur-u hasise ile mübaşereti görünmemesi için vaz edilmiş perdelerdir.
اَللهُ Lâfza-i Celâlinin sarahatle zikri, halkı fazlaca esbaba ehemmiyet vermekten zecir ve men etmekle, esbabın perdesi altında tasarruf eden yed-i Kudreti görmeye fikirleri dâvet eder.


[NOT]Dipnot-1 “Eğer Allah dileseydi, onların işitme ve görme özelliklerini giderirdi.” Bakara Sûresi, 2:20.
Dipnot-2 Şayet (bk. ḥ-r-f: Şart edatları).
Dipnot-3 Diledi, istedi.
[/NOT]

atfetme: bağlama, göndermede bulunma
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
esbap: sebeplerillet: asıl sebep, maksat
keza: bunun gibikudret: Allah’ın güç ve iktidarı
kıyâs-ı istisnâî: bir kıyasın sonucunun aynı yahut karşıt halinin öncüllerde hem anlam hem de şekil bakımından bulunmasıyla meydana gelen kıyaslâfza-i Celâl: Allah lafzı, kelimesi
men etmek: yasaklamakmeşiet: dileme, irade, istek
meşiet ve irade-i İlâhiye: Allah’ın iradesi ve dilemesimeşîet-i İlâhiye: Allah’ın dilemesi, iradesi
murakebe etme: gözetleme, kontrol etmemâadâ: başka
mübaşeret: temas etme, meşgul olmamüsebbebat: sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan şeyler, neticeler, sonuçlar
nazar-ı hikmet: hikmet bakışınazar-ı zahirî: görünüşe ait bakış açısı
peyda olmak: belirmek, meydana çıkmaksarahat: açıklık
taallûk: ilgili olma, bağlanma, bitişmetabir: ifade, söz
tasarruf: kullanma ve faaliyettazammun etmek: içermek, kapsamak
tekemmül etmek: mükemmelleşmek, olgunlaşmakumur-u hasise: basit, sıradan işler
vaz etmek: koymak, yerleştirmekyed-i kudret: Allah’ın kudret eli
zecir: sakındırmazehab-ı sem' ve basar: görme ve işitme duyusunun gitmesi, ortadan kalkması
zulmet: karanlıkو: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 190


شَآءَ
blank.gif
1
fiilinin bir mef’ul ile takyid edilmeyerek mutlak bırakılması, meşiet ve irade-i İlâhiyenin kâinatın ahvâlinden müteessir olmadığına ve mevcudatın sıfât-ı İlâhiyeye tesirleri bulunmadığına işarettir. Yani, beşerin iradesi ve sair sıfatları, mevcudatın hüsün ve kubuh, büyüklük ve küçüklük gibi ahvâlinden müteessir olduğu gibi, sıfât-ı İlâhiye müteessir olmaz. Sıfât-ı İlâhiyeye göre hepsi müsavidir.


Götürmek mânâsını ifade eden لَذَهَبَ ’den anlaşılıyor ki, esbap müsebbebat üzere musallat ve müstevlî değildir. Yani, esbabın irtifaı zamanında, esbapla bağlı ve kaim olan müsebbebatın adem deryasına düşmesi ihtimali yoktur. Ancak, esbabın arkasında hazır bulunan yed-i kudret o müsebbebatı hıfz eder. Ve hikmet-i İlâhiye muvazene ve nizam kanunu mucibince başka mevkilere gönderir, ihmal etmez. Evet, hararet suyu kaynatmakla suyun bünyesini tahrip ettiği zaman, o tahrip neticesi vücuda gelen buhar ademe gitmez, belki nizamat-ı havaiye mucibince muayyen bir mecrâya sevkedilir ve muayyen bir mevkie çıkar, emr-i İlâhiyeye intizaren orada durur.

Ve keza, ذَهَبَ
blank.gif
2
tabirinden anlaşılır ki, havass-ı hamse denilen duygular, sağır, kör, câmid tabiattan neş’et etmiş değildirler. Ancak o duygular, Cenâb-ı Haktan ihsan edilen hediyelerdir. Yalnız göz, kulak tabirleri adi birer isimdirler.


Ve keza, ذَهَبَ ’nin harf-i cer olan ب ile beraber gelmesinden anlaşılıyor ki,


[NOT]Dipnot-1 Diledi, istedi.
Dipnot-2 Götürdü.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahadem: hiçlik, yokluk
adi: normal, sıradanahvâl: haller, durumlar
beşer: insanlıkcâmid: donuk, cansız
derya: denizemr-i İlâhiye: Allah’ın emri
esbap: sebeplerharf-i cer: cer harfi; gr. cümlede kendinden önceki fiilin veya ismin mânâsını kendinden sonraki kelime veya kelime gruplarına taşıyan harfler “an, min, be” gibi
havass-ı hamse: beş duyguhikmet-i ilâhiye: Allah’ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatı
hüsün: güzellikhıfz: koruma
ihsan etme: ikram etme, bağışlamaintizaren: bekleyerek, gözleyerek
irade: dileme, istek, tercihirtifa: yükselme
kaim: ayakta duran, var olankeza: bunun gibi
kubuh: çirkinlik, kötülükmecrâ: kanal
mef'ul: gr. nesne, tümleç; failin fiiline bağlı olarak ortaya çıkan, yapılanmevcudat: varlıklar
meşiet ve irade-i İlâhiye: Allah’ın iradesi ve dilemesimuayyen: belirlenmiş, tayin edilmiş
mucibince: gereğincemusallat: sataşan, ilişen
mutlak: kayıtsız, sınırsız; teklik, çokluk veya nitelik gibi şeylere bakılmaksızın kullanıldığı mânâya delâlet eden lâfız; kitap kelimesi gibimuvazene: ölçü, denge
müsavi: eşit, denkmüsebbebat: sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan şeyler, neticeler, sonuçlar
müstevlî: istila eden, işgalcimüteessir olma: etkilenme, tesiri altında kalma
neş’et etmek: meydana gelmeknizam: düzen, kanun
nizâmât-ı havâiye: hava atmosfer sistemleri sair: diğer, başka
sıfât-ı İlâhiye: Allah’ın sıfatları, mukaddes özellikleri, nitelikleritabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğa, maddî âlem
tabir: ifade, söztahrip etmek: bozmak, harap etmek
takyid: sınırsız, genel bir mânâ ifade eden bir sözü, nitelik, durum, gaye ve belirli şartlara bağlı olarak bir mânâya gelecek şekilde sınırlamavücûda gelme: oluşma, meydana gelme
yed-i kudret: Allah’ın kudret eliب: (bk. ḥ-r-f

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 191

müsebbebat esbaptan ayrıldığı zaman başıboş bırakılmaz, yine bir nizam altına alınır. Çünkü ذَهَبَ بِهِ “beraberce götürmek” mânâsını ifade eder. Beraber götürülen birşey sahipsiz, başıboş bırakılmaz.

İhtar: Sem’in müfred olarak, basarın cem olarak zikirleri işitilen bir, görünen çok olduğuna işarettir. Evet, söylenilen sözler birer birer kulağa girer, öyle işitilir. Fakat çok şeyler bir defa bakmakla göze görünür.

اِنَّ اللهَ عَلٰى كُلّ ِ شَىْءٍ قَدِيرٌ
blank.gif
1
﴿ Bu cümledeki nükteler ve işaretler:

Evvelâ, bu cümle münafıkları ve yolcuları istilâ eden dehşetin hakikat olduğuna bir fezleke ve bir hülâsadır. Ve bu hülâsadan anlaşılır ki, yolcuların ahvâli, münafıkların ahvâlini tamamıyla temsil ettiği ve herbir halleri yolcuların hallerinde göründüğü gibi, herbir zerrede ve herbir halde kudret-i İlâhiyenin de tasarrufu görünür.

Tahkiki ifade eden اِنَّ dahil olduğu hükmün sabit ve sarsılmaz hakîkatlerden olduğuna delâlet ettiği gibi, meselenin azametini ve vüs’atini ve dikkatini ve nev-i beşerin bu gibi meselelerde aciz, zayıf ve kàsır olduğunu remzen gösteriyor. Çünkü bu gibi yakinî meselelerde tereddüdü intaç eden, ancak vehimlerdir. Vehimleri tevlit eden zafiyet, acz, kusurdur; bunlar ise insanın tıynetiyle yoğrulmuş sıfatlardır.


اَللهُ Lâfza-i Celâlinin burada sarahaten zikredilmesi, bu cümledeki hükmü ispat eden delile işarettir. Çünkü bütün mevcudat, taht-ı tasarrufunda ve daire-i şumulünde bulunan kudret, sair sıfatlar gibi Ulûhiyetin lâzimesidir.

عَلٰى kelimesinden anlaşılır ki, ademden eşyayı çıkaran kudret, o eşyayı mühmel


[NOT]Dipnot-1 “Şüphesiz ki Allah'ın her şeye gücü yeter.” Bakara Sûresi, 2:20.
[/NOT]

Lâfza-i Celâl: “Allah” kelimesiacz: acizlik, güçsüzlük
adem: hiçlik, yoklukahvâl: haller, durumlar
azamet: büyüklük, yücelikbasar: görme
cem: gr. çoğuldaire-i şumul: kapsam dairesi
delil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şeydelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
esbap: sebeplereşya: şeyler, varlıklar
fezleke: fihriste, özethakikat: asıl, gerçek
hülâsa: özetihtar: hatırlatma, ikaz
intaç etmek: sonuç vermekistilâ etmek: işgal etmek, kaplamak
kasır: zayıf, eksik, yetersizkudret: Allah’ın güç ve iktidarı
kudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve iktidarılâzime: gereği, birbirinden asla ayrılmaz iki şeyden birisi
mevcudat: varlıklarmüfred: gr. tekil
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimsemüsebbebat: sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan şeyler, neticeler, sonuçlar
nev-i beşer: insanlık, insan türünizam: düzen, kanun
nükte: ince ve derin mânâremzen: gizli bir mânâyı ince bir işaretle göstererek
sarahaten: açıkçasem’: işitme
tahkik: kesinilk; muhakkak olma, şüphesizliktaht-ı tasarruf: tasarrufu altında
tasarruf: dilediği gibi kullanma, icraat ve faaliyet göstermetevlit etmek: doğurmak
tıynet: huy, yaratılışulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma, ilâhlık
vehim: kuruntu, zanvüs’at: genişlik
yakinî: şüphe edilmeyecek derecede kesinzerre: atom, maddenin en küçük parçası
âciz: güçsüz, zayıfاِنَّ: (bk. ḥ-r-f
عَلٰى: üstünlük bildirir
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 192


ve başıboş bırakmaz. Ancak hikmetin murakabesi ve nezareti altında terbiye eder ve ettirir.

كُلِّ
blank.gif
1
edatından anlaşılır ki, esbabın bütün eserleri ve hâsıl-ı bilmasdar denilen ef’âl-i ihtiyariyeye terettüp eden eserler, tamamen kudrete bağlıdır. Mevcuda ve mevcudata, şey ve eşya denilmesi meşiet-i ilâhiyenin taallûkundan neş’et ettiğine nazaran شَىْءٍ
blank.gif
2
tabirinden anlaşılır ki, eşya vücuda geldikten sonra da Saniden alâkası kesilmez. Vücudun tekerrüründen ibaret olan bekaları için daima Sanie muhtaçtırlar.


قَادِرٌ
blank.gif
3
kelimesine bedel, sübut ve devamı ifade eden قَدِيرٌ
blank.gif
4
sigasından anlaşılır ki, kudret, makdurat nisbetinde olmayıp, kudretin daire-i tasarrufu pek geniştir. Hem kudret zâtiyedir, tagayyürü kabul etmez. Hem aynı zamanda kudret lâzimedir, ziyade ve noksan olmaz. Hem kudret, Rezzak, Gaffar, Muhyî, Mümit gibi sıfât-ı fiiliyenin mercii ve mizanıdır.


endOfSection.gif
endOfSection.gif

[NOT]Dipnot-1 Her, hep.
Dipnot-2 Şey.
Dipnot-3 Dilediği gibi yapmaya gücü yeten, dilerse yapan, dilemezse yapmayan, hiçbir surette âciz olmayan kudret ve iktidar sahibi Allah.
Dipnot-4 Kudreti sınırsız olan, dilediğini dilediği şekilde yapan Allah.
[/NOT]

Gaffâr: ne kadar çok ve büyük olursa olsun, dilediği kullarının her türlü suç ve günahını defalarca bağışlayan AllahMuhyî: bütün canlılara hayat veren Allah
Mümît: ölümü yaratan, diriltip can verdiği varlıkları vakti gelince öldüren AllahRezzâk: bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah
Sâni: herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allahbekà: devamlılık, kalıcılık
daire-i tasarruf: tasarruf etme, dilediği şeyi yapma dairesiedat: tek başına bir anlam ifade etmeyen, kullanıldığı kelimelerle sebep, sonuç, vasıta benzerlik vb. bakımlardan ilişkisi olan kelime (dahi, gibi, için vs.)
ef’âl-i ihtiyariye: kulun irade ve isteğiyle yapılan davranışlar, fiilleresbab: sebepler
eşya: şeyler, varlıklarhikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hâsıl-ı bilmasdar: bir şeyin kaynağından ortaya çıkan, gerçek tesir sahibinden meydana gelen sonuç; varmak fiili masdar, acı ise hâsıl-ı bilmasdardırkudret: Allah’ın güç ve iktidarı
lâzime: gereklilik, zorunlu olarak ayrılmaz nitelikmakdûrat: kader programıyla takdir edilen, belirlenen şeyler
merci: başvurulacak, sığınılacak yermevcud: var
mevcudat: varlıklarmeşiet-i ilâhiye: Cenâb-ı Hakkın irade ve dilemesi
mizan: ölçümurakabe: gözetim, kontrol
mühmel: ihmal edilmiş, başıboş bırakılmışnazaran: bakarak, –göre
nezaret: gözetimneş’et etmek: doğmak, meydana gelmek
nisbet: bağsiga: kip, kalıp
sübut: sabit olma, kesin olarak var olmasıfât-ı fiiliye: Cenab-ı Hakka mahsus fiili sıfatlar
taallûk: bağlanmak, ilişme, ilişik olmatagayyür: değişme
tekerrür: tekrarlanmaterbiye etme: yetiştirme, ihtiyaçları karşılama
terettüp etmek: sonuç olarak ortaya çıkmak, neticelenmekvücud: varlık, var oluş
ziyade: fazlazâtiye: bizzat var olan öz nitelik; sıcaklığın, ateşin kendi zâtında var olması gibi

 
Üst