Huseyni
Müdavim
﴿ اِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا سَوَاۤءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لاَيُؤْمِنُونَ
Bu cümlenin mâkabliyle cihet-i nazmı:
Arkadaş! Cenâb-ı Hakkın sıfât-ı ezeliye âleminde biri celâlî, diğeri cemalî, iki türlü tecellîsi vardır.
Celâl ile cemâlin sıfât-ı ef’al âleminde tecellîsinden lütuf ve kahır, hüsün ve heybet tezahür eder.
Ef’al âlemine tecellî edince, tahliye تَحْلِيَه ile tahliye تَخْلِيَه, (tezyin ile tenzih) doğar.
Âsâr ve a’mâl âleminden âlem-i âhirete intıba’ edince, lütuf Cennet ve nur olarak, kahır da Cehennem ve nar olarak tecellî eder.
Sonra âlem-i zikre in’ikâs edince, biri hamd, diğeri tesbih olmak üzere iki kısma ayrılır.
Sonra âlem-i kelâmda tecellî edince, kelâmın emir ve nehye taksimine sebep olur. Sonra âlem-i irşada intikal edince, irşadı tergib ve terhib, tebşir ve inzara taksim eder.
Sonra vicdana tecellî edince, reca ve havf husule gelir.
Sonra irşadın iktizasındandır ki, havf ile reca arasındaki müvazene devamla muhafaza edilsin ki, reca ile doğru yollara sülûk edilsin, havf ile de, eğri yollara gidilmesin; ne Allah’ın rahmetinden me’yus, ne de azabından emin olunsun.
[NOT]Dipnot-1 “İnkâr edenlere gelince, sen onları inkârlarının âkıbetinden sakındırsan da birdir, sakındırmasan da...” Bakara Sûresi, 2:6.
[/NOT]
Celâl: Allah’ın sonsuz azamet, haşmet ve yücelik sahibi olması | Cemâl: Allah’ın sonsuz güzellik, rahmet, merhamet ve lütuf sahibi olması |
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah | celâlî: Allah’ın sonsuz büyüklük, yücelik, haşmet ve heybetine dair, isim ve sıfatlarının tecellisiyle ilgili; kudret ve kahr tecellisi gibi |
cemalî: Allah’ın sonsuz lütuf, ihsan, rahmet ve merhametine dair isim ve sıfatlarının tecellisiyle ilgili; lütuf ve cemal tecellisi gibi | cihet-i nazm: tertip ve diziliş yönü, alâkası, irtibatı |
hamd: şükür, övgü | havf: korku; Allah’tan korkarak azabına ve gazabına uğrayabileceğini düşünme |
heybet: saygıyla beraber korku duygusunu uyandıran hal, haşmet | husule gelme: meydana gelme |
hüsün: güzellik | iktiza: gereklilik |
intikal: geçme | intıba’: aksetme, damgasını vurma |
inzar: uyarma, ikaz etme | in’ikas: yansıma |
irşad: doğru yolu gösterme, uyarma | kahır: üstünlük, galebe |
kelâm: söz, kelime | lütuf: ihsan, ikram, bağış |
me’yus: ümitsiz | mâkabli: öncesi |
müvazene: ölçü, denge | nar: ateş |
nehy: yasak | rahmet: şefkat, merhamet, bağış |
reca: ümit; Allah’ın lütfuna ve nimetine erişebileceğini ümit etme | sülûk etmek: yönelmek, yola girmek |
sıfât-ı ef’al âlemi: Cenâb-ı Hakkın fiillerinin sıfatları âlemi | sıfât-ı ezeliye âlemi: ezelden beri Allah’ın zatında bulunan nitelikler âlemi |
tahliye تَحْلِيَه: tezyin; güzel özelliklerle donatmak, süslemek | tahliye تَخْلِيَه: tenzih; noksanlardan uzak tutma |
tebşir: müjdeleme | tecellî: yansıma |
tenzih: kusur ve çirkinlikten uzak tutma | tergib: isteklendirme, şevklendirme |
terhib: dehşete düşürme, korkutma | tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma |
tezahür: görünmek, ortaya çıkmak | tezyin: süslemek |
vicdan: kalbe ait hislerin mazharı, aynası | âlem-i irşad: irşat, doğru yolu gösterme âlemi |
âlem-i kelâm: söz dünyası | âlem-i zikre in’ikâs etme: zikir dünyasına yansıma |
âlem-i âhiret: öldükten sonraki hayat, âhiret âlemi | âsâr ve a’mâl âlemi: eserler ve ameller âlemi, dünyası |