Bakara Sûresi - Mahiyet-i Küfür

Huseyni

Müdavim

﴿
اِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا سَوَاۤءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لاَيُؤْمِنُونَ
blank.gif
1


Bu cümlenin mâkabliyle cihet-i nazmı:

Arkadaş! Cenâb-ı Hakkın sıfât-ı ezeliye âleminde biri celâlî, diğeri cemalî, iki türlü tecellîsi vardır.

Celâl ile cemâlin sıfât-ı ef’al âleminde tecellîsinden lütuf ve kahır, hüsün ve heybet tezahür eder.

Ef’al âlemine tecellî edince, tahliye تَحْلِيَه ile tahliye تَخْلِيَه, (tezyin ile tenzih) doğar.

Âsâr ve a’mâl âleminden âlem-i âhirete intıba’ edince, lütuf Cennet ve nur olarak, kahır da Cehennem ve nar olarak tecellî eder.

Sonra âlem-i zikre in’ikâs edince, biri hamd, diğeri tesbih olmak üzere iki kısma ayrılır.

Sonra âlem-i kelâmda tecellî edince, kelâmın emir ve nehye taksimine sebep olur. Sonra âlem-i irşada intikal edince, irşadı tergib ve terhib, tebşir ve inzara taksim eder.

Sonra vicdana tecellî edince, reca ve havf husule gelir.

Sonra irşadın iktizasındandır ki, havf ile reca arasındaki müvazene devamla muhafaza edilsin ki, reca ile doğru yollara sülûk edilsin, havf ile de, eğri yollara gidilmesin; ne Allah’ın rahmetinden me’yus, ne de azabından emin olunsun.


[NOT]Dipnot-1 “İnkâr edenlere gelince, sen onları inkârlarının âkıbetinden sakındırsan da birdir, sakındırmasan da...” Bakara Sûresi, 2:6.
[/NOT]

Celâl: Allah’ın sonsuz azamet, haşmet ve yücelik sahibi olmasıCemâl: Allah’ın sonsuz güzellik, rahmet, merhamet ve lütuf sahibi olması
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahcelâlî: Allah’ın sonsuz büyüklük, yücelik, haşmet ve heybetine dair, isim ve sıfatlarının tecellisiyle ilgili; kudret ve kahr tecellisi gibi
cemalî: Allah’ın sonsuz lütuf, ihsan, rahmet ve merhametine dair isim ve sıfatlarının tecellisiyle ilgili; lütuf ve cemal tecellisi gibicihet-i nazm: tertip ve diziliş yönü, alâkası, irtibatı
hamd: şükür, övgühavf: korku; Allah’tan korkarak azabına ve gazabına uğrayabileceğini düşünme
heybet: saygıyla beraber korku duygusunu uyandıran hal, haşmethusule gelme: meydana gelme
hüsün: güzellikiktiza: gereklilik
intikal: geçmeintıba’: aksetme, damgasını vurma
inzar: uyarma, ikaz etmein’ikas: yansıma
irşad: doğru yolu gösterme, uyarmakahır: üstünlük, galebe
kelâm: söz, kelimelütuf: ihsan, ikram, bağış
me’yus: ümitsizmâkabli: öncesi
müvazene: ölçü, dengenar: ateş
nehy: yasakrahmet: şefkat, merhamet, bağış
reca: ümit; Allah’ın lütfuna ve nimetine erişebileceğini ümit etmesülûk etmek: yönelmek, yola girmek
sıfât-ı ef’al âlemi: Cenâb-ı Hakkın fiillerinin sıfatları âlemisıfât-ı ezeliye âlemi: ezelden beri Allah’ın zatında bulunan nitelikler âlemi
tahliye تَحْلِيَه: tezyin; güzel özelliklerle donatmak, süslemektahliye تَخْلِيَه: tenzih; noksanlardan uzak tutma
tebşir: müjdelemetecellî: yansıma
tenzih: kusur ve çirkinlikten uzak tutmatergib: isteklendirme, şevklendirme
terhib: dehşete düşürme, korkutmatesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tezahür: görünmek, ortaya çıkmaktezyin: süslemek
vicdan: kalbe ait hislerin mazharı, aynasıâlem-i irşad: irşat, doğru yolu gösterme âlemi
âlem-i kelâm: söz dünyasıâlem-i zikre in’ikâs etme: zikir dünyasına yansıma
âlem-i âhiret: öldükten sonraki hayat, âhiret âlemiâsâr ve a’mâl âlemi: eserler ve ameller âlemi, dünyası
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Mahiyet-i Küfür - Sayfa: 99


İşte böylece teselsül eden şu hikmetten dolayı, Kur’ân-ı Kerim, aleddevam, tergibden sonra terhib; ve ebrarı medhettikten sonra füccârı zemmetmiştir.

S - Bu cümle ile
blank.gif
1
اِنَّ اْلاَبْرَارَ لَفِى نَعِيمٍ وَاِنَّ الْفُجَّارَ لَفِى جَحِيمٍ cümlesi arasında ne gibi bir fark vardır ki, orada atıf var, burada yoktur?


C - Atfın hüsnü, münasebetin hüsnüne bakar. Hüsn-ü münasebet, her iki cümleden takip edilen arz ve maksadın bir olmasına mütevakkıftır. Halbuki oradaki maksat, burada yoktur. Burada birinci cümledeki maksat, Kur’ân’ın medhine incirar eden mü’minlerin medhidir. İkinci cümleden maksat, yalnız tahvif ve terhib için kâfirlerin zemmidir. Bu ise Kur’ân’ın medhiyle alâkadar değildir.

Sonra bu cümlenin ihtiva ettiği eczanın nazmında tezahür eden letaif cihetine bakalım.

اِنَّ ile اَلَّذِينَ
blank.gif
2
mevkilere göre ifade ettikleri nüktelerden maada, belâgatçe kıymetli sayılan iki nükteyi daha tazammun etmişlerdir ki, Kur’ân, pek çok yerlerinde اِنَّ ile اَلَّذِينَ ’yi mükerreren zikretmiştir.

Tahkiki ifade eden اِنَّ ’deki nükte şöyle tasvir edilebilir ki: اِنَّ herhangi bir cümlede bulunursa, o cümlenin damını deler, hakikate nüfuz eder. Ve o dâvâyı veya hükmü aşağıya indirir. Hakikate yapıştırmakla, o hükmün hayalî veya zannî veya mevzu veya hurafe hükümlerden olmadığını ve ancak hakaik-i sâbiteden olduğunu ispat eder.

Bu cümlede اِنَّ ’nin hususî nüktesi: Bu âyetin muhatabı olan Hazret-i Muhammed’e (a.s.m.) şek ve inkâr bulunmadığı halde şek ve inkârı ref etmek şe’ninde


[NOT]Dipnot-1 “İhlas ile kulluk edenler, nimetlerle dolu Cennet içindedir. Günaha dalan kâfirler ise Cehennem ateşindedir.” İnfitar Sûresi, 82:13-14.
Dipnot-2 O kimseler ki (bk. n-ḥ-v: İsm-i mevsûl).
[/NOT]

aleddevam: devamlı, sürekliatıf: (Ar. gr.) bağlaç; kendinden öncesiyle sonraki kelime veya cümle grubu arasındaki irtibatı sağlayan edat; “vav” harfi gibi
belâgat: sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesicihet: yön, taraf
dam: tavan, çatı dâvâ: iddia
ebrar: iyiler; fazilet sahibi kimselerecza: cüzler, bölümler, parçalar
füccâr: günahkârlar, açıktan günah işleyenlerhakaik-i sâbite: sabit, değişmez hakikatler, gerçekler
hakikat: gerçek mahiyet, asılhikmet: sır, sebep
hurafe: delile dayanmayan asılsız, batıl, boşhüsn: güzellik
hüsn-ü münasebet: irtibatın güzelliğiihtiva etme: içine alma, kapsama
incirar etmek: bağlanmak, çekilip bir yerde durmakinkâr: reddetme, kabul etmeme
letaif: sırlar, güzellikler, ince mânâlarmaada: başka, -in dışında
medh: övgümevzu: uydurma
muhatap: kendisiyle konuşulan, seslenilenmükerreren: tekrar tekrar, tekrarla
mütevakkıf: -e bağlı, -in üzerine durmanazm: dizme, tertip edip düzenleme; Kur'ân-ı Kerîmin Allah Teâlâ tarafından dizilen mübârek sözleri, ifadeleri
nükte: ince ve derin mânâref: kaldırma
tahkik: gr. pekiştirmetahvif: korkutma
tasvir: anlatma, ifade etmetazammun etme: kapsama, içine alma
tergib: isteklendirme, şevklendirmeterhib: dehşete düşürme, korkutma
teselsül etme: sürüp gitme, zincirleme peş peşe devam etmetezahür etme: ortaya çıkma, görünme
zannî: kesin olmayan, zanna dayalızem: kötüleme, çirkin görme
şek: şüpheşe’n: durum, hal
اِنَّ: gr. pekiştirme edatı olup muhakkak, kesinlikle anlamına gelir

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Mahiyet-i Küfür - Sayfa: 100


olan اِنَّ ile karşılanması, onların iman etmesi için Peygamberin (a.s.m.) şiddet-i hırsına işarettir.

اَلَّذِينَ
blank.gif
1
kelimesi ise, göze görünmezden evvel akla görünen garip ve yeni hakikatlere bir vasıta-i işarettir. Bunun içindir ki, hakikatleri tebdil ve tecdid eden ve inkılâpları tasvir için kullanılan işaret ve vasıtalardan en çok kullanılan اَلَّذِينَ ve emsalidir.
Kur’ân’ın tecellîsiyle çok neviler silindi, hakikatler yıkıldı. Onlara bedel, yeni yeni neviler, hakikatler teşekkül etti. Evet, zaman-ı cahiliyete bak: O zamanda bütün neviler millî rabıtalar üzerine teşekkül ettiği gibi, içtimaî hakikatler de taassub-u kavmî üzerine bina edilmişti. Kur’ân’ın tecellîsiyle o rabıtalar kesildi, o hakikatler tahrip edildi. Onlara bedel, dinî rabıtalar üzerine yeni neviler ve hakikatler ihdas edildi.

Evet, Şems-i Kur’ân’ın tulûu ile, bazı kalbler, onun ziyasıyla tenevvür etti. Ve mü’minlerin nev’ini temyiz ve tayin eden bir hakikat-i nuraniye meydana geldi. Kezalik, o keskin ziya karşısında, mezbeleye benzeyen bazı pis kalbler de yanıp kömür oldular. Ve o kâfirlerin nev’ini ilân eden zehirli bir hakikat-i küfriye husule geldi. İşte bu hakikat-i küfriyeye işaret için اَلَّذِينَ zikredilmiştir.Maahâzâ, her iki اَلَّذِينَ arasında tam bir münasebet vardır. Çünkü, herbirisi birbirine zıt olan bir hakikate işarettir.

Ve keza, harf-i tarif olan اَلْ ’in ifade ettiği beş mânâyı اَلَّذِينَ ’de ifade ediyor. O mânâların en meşhuru, ahiddir. Yani, gerek اَلْ ’den, gerek اَلَّذِينَ ’den, mâhut ve malûm birşey kasdedilir. Binaenaleyh, Ebu Cehil, Ebu Leheb,


[NOT]
Dipnot-1 O kimseler ki (bk. n-ḥ-v: İsm-i mevsûl).
[/NOT]

Ebu Cehil: (bk. bilgiler)Ebu Leheb: (bk. bilgiler)
ahid: belirlilik, bilinen bir şey olmaemsal: benzerler, arkadaşlar
hakikat: gerçek mahiyet, asılhakikat-i küfriye: küfrün hakikati, inkâr ve inançsızlığın gerçeği
hakikat-i nuraniye: nurlu, aydınlık gerçekharf-i târif: gr. Arapça’da isimlerin başına gelen ve o ismi belirli, bilinen bir isim yapan “el” takısı
husule gelmek: ortaya çıkmak, meydana gelmekihdas: icad etme, bir şeyi meydana getirme
inkılâp: değişimiçtimaî: sosyal, toplumsal, topluma ait
keza: böylece, bunun gibikezalik: bunun gibi, böylece
maahâzâ: bununla birliktemalûm: bilinen
mezbele: çöplükmâhut: bilinen, tayin edilmiş
mü’min: iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanannevi: tür, çeşit
rabıta: bağtaassub-u kavmî: aşırı milliyetçilik, ırkçılık
tahrip edilme: yıkılma, yok edilmetasvir: anlatma, ifade etme
tayin: belirtme, belirleme tebdil: değiştirme
tecdid: yenileme, tazelemetecellî: ortaya çıkma, yansıma
temyiz: üstün tutma, ayırmatenevvür: aydınlanma
teşekkül: oluşma, meydana gelmetulû: doğma
vasıta-i işaret: işaret vasıtası, aracızaman-ı cahiliye: cahiliye dönemi
ziya: ışıkŞems-i Kur’ân: Kur’ân güneşi
şiddet-i hırs: aşırı hırs, şiddetli istek, arzuاَلْ: (bk. ḥ-r-f
اِنَّ: (bk. ḥ-r-f

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Mahiyet-i Küfür - Sayfa: 101


Ümeyye ibni Halef ve saire gibi mâhut ve meşhur büyük kâfirlere اَلَّذِينَ
blank.gif
1
ile işaret edilmiş olduğu ihtimali pek kavîdir. Bu ihtimale binaen, şu âyet, gaybdan ihbar eden âyetlerden biri olur. Çünkü onlar küfür üzerine ölmüşlerdir. Ve aynı zamanda, i’câz‑ı mânevînin dört nev’inden bir nev’i, şu gaybî ihbarlardan tezahür eder.


S - Kur’ân, zaruriyat-ı diniyedendir. Zaruriyatta ihtilâf olamaz. Halbuki müfessirlerce verilen ayrı ayrı mânâların bir kısmı birbirine muhaliftir.

C - Azizim! Kur’ân’ın herbir kelâmı, üç kaziyeyi müştemildir.

Birincisi: Bu, Allah’ın kelâmıdır.


İkincisi: Allah’ca murad olan mânâ, haktır.

Üçüncüsü: Mânâ-yı murad, budur.

Eğer Kur’ân’ın o kelâmı, başka bir mânâya ihtimali olmayan muhkemattan olursa veya Kur’ân’ın başka bir yerinde beyan edilmişse, birinci ve ikinci kaziyeleri aynen kabul etmek lâzımdır ve inkârları da küfürdür. Şayet Kur’ân’ın o kelâmı, başka bir mânâya ihtimali olan bir nass veya zâhir olursa, üçüncü kaziyeyi kabul etmek lâzım olmadığı gibi, inkârı da küfür değildir. İşte, müfessirlerin ihtilâfları, ancak ve ancak şu kısma aittir.
İhtar: Mütevatir hadîsler de, bu hususta, âyetler gibidir. Yalnız birinci kaziye, teemmül yeridir. Çünkü هٰذَا ile işaret edilen hadîsin hakikaten hadîs olup olmadığında tereddüt yeri vardır.

S - Küfür, cehildir. Halbuki kâfirler,Hazret-i Muhammed’i (a.s.m.) evlâtları kadar tanıyorlardı.


[NOT]
Dipnot-1 O kimseler ki (bk. n-ḥ-v: İsm-i mevsûl).
[/NOT]

aziz: çok değerli, izzetli, saygınbeyan edilme: açıklanma
cehil: bilgisizlikgaybdan: bilinmeyen, görünmeyen âlemden
gaybî ihbar: bilinmeyen, görünmeyen şeyleri haber vermehadîs: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hak: doğruhakikaten: gerçekten
ihbar: haber verme, bildirmeihtimal: olasılık
inkâr: reddetmei’câz-ı mânevî: mânevî mu’cizelik
kavî: kuvvetli, güçlükaziye: önerme, hüküm
kelâm: söz, ifadeküfür: inkâr etme, kabul etmeme
muhalif: farklı, aykırımuhkemât: İslâmiyetin sağlam ve kuvvetli kanunları, emirleri; yoruma ihtiyaç bırakmayacak derecede mânâsı açık olan ve nesh edilme imkânı olmayan sözler, hükümler
murad: maksat, istenilenmâhut: bilinen, tayin edilmiş
mânâ-yı murad: kastedilen, istenilen mânâmüfessir: Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından tefsir eden, yorumlayan âlim kimse
mütevatir hadis: yalanda birleşmeleri mümkün olmayan toplulukların birbirinden ve ilk topluluğun da Peygamber Efendimizden (a.s.m.) aktardığı hadîsmüştemil: kapsayan, içine alan
nass: kesin hüküm; söyleyen kişideki bir mânâ sebebiyle zâhirden daha açık olan lafız; meselânev’i: tür, çeşit
saire: başkaları, diğerleriteemmül: etraflıca düşünme, tefekkür etme
tereddüt: kararsızlık, kuşkutezahür: ortaya çıkma, görünme
zahir: açık, görünen; söyleyenin maksadı, düşünülmeye muhtaç olmaksızın anlaşılmakla birlikte mânâsı, tevil ve yoruma açık olan sözzaruriyât-ı diniye: din ve dünya işlerinin kıvamının kendilerine bağlı zorunlu hususlar; dinî esaslar
Ümeyye ibni Halef: (bk. bilgiler)هٰذَا: (bk. n-ḥ-v

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Mahiyet-i Küfür - Sayfa: 102


C - Küfür iki kısımdır. Bir kısmı, bilmediği için inkâr eder; ikincisi, bildiği halde inkâr eder. Bu da, birkaç şubedir. Birincisi, bilir, lâkin kabul etmez. İkincisi, yakîni var, lâkin itikadı yoktur. Üçüncüsü, tasdiki var, lâkin vicdanî iz’ânı yoktur.

S - Şeytanın kalbinde marifet var mıdır?


C - Yoktur. Çünkü, san’at-ı fıtriyesi iktizasınca, kalbi daima idlâl ile telkin için, fikri, daima küfrü tasavvur etmekle meşgul olduğundan, kalbinde veya fikrinde boş bir yer marifet için kalmıyor.

S - Küfür, kalbe ait bir sıfattır. Kalbde o sıfat bulunmadığı takdirde, zünnar bağlanmasından veya ona kıyas edilen şapkanın giyilmesinden niçin küfür hasıl olsun?

C - Gizli olan umura, şeriat, emarelere göre hükmeder. Hattâ illet olmayan esbab-ı zahirîyi, illet yerine kabul eder. Binaenaleyh itmam-ı rükûa mâni olan bir kısım zünnarların bağlanması ve secdenin ikmâline mâni olan bazı şapkaların giyilmesi, ubudiyetten istiğna ve küfre teşebbüh etmeye emarelerdir. Gizli olan o sıfat-ı küfriyenin yok olduğuna kat’iyetle hükmedilemediğinden, bu gibi emarelere göre hükmedilir.

S – Eğer inzar fayda vermeyecekse teklif niçin yapılıyor?

C - İnzar yapılmadığı takdirde teklif de yapılmazsa, adem-i tecziyelerine bir hüccet olur. Zira, “Biz ne yapalım? Ne tebliğat yapıldı ve ne tekliften haberimiz var” diye mücazattan kurtuluşlarına bir medar olur.

S - Cenâb-ı Hakkın onların küfür ve temerrüdlerinden yaptığı ihbar, onların imana gelmelerini imtinâ derecesine çıkarıyor. Mümteni ve muhal birşey teklif edilir mi?

C - Cenâb-ı Hakkın ihbarı, ilmi ve iradesi, sebepten kat-ı nazarla yalnız küfürlerine taallûk etmez. Ancak ihtiyarlarıyla küfürlerine birlikte taallûk eder. Bu ise ihtiyarlarını nefyetmez ki, teklif-i bilmuhal olsun. Bu bahsin tafsilâtı gelecektir.



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahadem-i tecziye: cezalandırmama
emare: işaret, alâmet, belirtiesbab-ı zahirî: görünürdeki sebepler
hasıl olmak: meydana gelmekhüccet: delil
idlâl: saptırma, yoldan çıkarmaihbar: haber verme, bildirme
ihtiyar: irade, istek, tercihikmâl: tamamlama, tam olarak yapma
iktiza: gereklilikillet: hükmün gerekçesi olan asıl sebep, neden
imtinâ: imkânsızlıkinkâr: reddetme
inzar: uyarı, ikazirade: Allah’ın iradesi, dilemesi
istiğna: ihtiyaç hissetmeme, uzak durmaitikad: inanç
itmam-ı rükû: namazda rükûyu tamamlama, tam olarak yapmakat-ı nazar: bakmamak, dikkate almamak
küfür: nimeti örtme, nankörlük, inkârkıyas etme: karşılaştırma, mukayese etme
lâkin: ama, fakat marifet: Allah’ı bilme, tanıma
medar: sebepmuhal: olması imkânsız şey
mâni: engelmücâzât: cezalandırma
mümteni: olması imkânsız, muhalnefyetmek: uzaklaştırmak, kovmak, tesirsiz hâle getirmek
san’at-ı fıtriye: yaratılıştaki san’at, doğal yapısıfat-ı küfriye: küfre ait özellikler, inkârâ ait nitelikler
taallûk etme: ilgili olma, bağlı olmatafsilât: ayrıntılar, detaylar
tasavvur: düşünme, zihinde şekillendirme, tasarlamatasdik: doğrulama, onaylama
tebliğat: tebliğler, bildirilen şeylerteklif: tebliğ, bildirme
teklif-i bilmuhal: imkânsız ve olmayacak birşeyi teklif etmetelkin: fikrini kabul ettirme, bir şeyi zihnine yerleştirme çabası
temerrüd: inat, direnmeteşebbüh etme: benzeme
ubudiyet: Allah’a kullukumur: işler, haller
vicdanî iz’ân: kalbe ait hislerin aynası olan vicdanın kesin kabulüyakîn: şüphe edilmeyecek derecede kesin bilgi
zünnar: papazların beline bağladığı demir kuşakşeriat: Allah tarafından bildirilen İlâhî hükümlerin hepsi, İslâmiyet

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Mahiyet-i Küfür - Sayfa: 103


S - İman etmeyeceklerini ifade eden لاَيُؤْمِنُونَ
blank.gif
1
ve emsali âyetlere, onları iman etmeye dâvet etmekten, adem-i imana iman çıkıyor. Bu ise, muhal-i aklîdir.


C - Onlara teklif edilen iman, icmalîdir, tafsilî değildir. “Herbir âyete, herbir hükme ayrı ayrı, birer birer iman ediniz” diye teklif yapılmıyor ki bu mahzur lâzım gelsin.

Sonra, küfürlerini sîga-i mâzi ile zikretmek, Hakkın izhar ve ispatından evvel onların, küfrü kucaklayıp kabul etmelerine işarettir. Bunun içindir ki, onlara karşı inzarın adem-i inzar gibi faidesiz kaldığına, سَوَۤاءٌ
blank.gif
2
kelimesiyle işaret yapılmıştır.


Sonra, fevkaniyeti ifade eden عَلَيْهِمْ
blank.gif
3
’deki عَلَى onların yüzleri yere yapışmış gibi, başlarını kaldırıp âmirlerinin sözünü dinleyemediklerine işarettir.

Ve keza mânâya bir zarar ve bir halel iras etmeyen ve terkine tercih edilen عَلَيْهِمْ ’in zikri, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma nazaran, inzarın, adem-i inzar gibi olmadığına işarettir. Zira inzarda ecr ü sevap vardır.

ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ
blank.gif
4
cümlesindeki hemze ile اَمْ müsavatı ifade ettiğinden سَوَۤاءٌ kelimesine tekittir. Yahut سَوَاۤءٌ kelimesinden müsavatın bir mânâsı, hemze ile اَمْ ’den ikinci mânâsı irade edilir. Çünkü, müsavatın medarı ya adem-i faidedir veya mûcibin adem-i vücududur.


S - İstifham şekliyle müsavatı ifade etmekte ne mânâ vardır?

C - Yapmış olduğu fiilinde bir faidesi olmayan muhatabın fiilinin faidesiz olduğuna


[NOT]Dipnot-1 İman etmezler.
Dipnot-2 Eşittir.
Dipnot-3 Onlar üzerinde.
Dipnot-4 “O inkar edenleri korkutarak ikaz etsen de, etmesen de...” Bakara Sûresi, 2:6.
[/NOT]

Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun Hak: her şeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah
adem-i fayda: faydasızlıkadem-i iman: iman etmeme, imansızlık
adem-i inzar: uyarmama, ikaz etmemeadem-i vücud: var olmama
ecr ü sevap: iyilik ve sevapemsal: benzerler
fevkaniyet: üstte, üst tarafta olmahalel: eksiklik, zarar
hemze: Arap albesinin ilk harfi, harekeli elificmalî (iman): Resûl-i Ekremin (a.s.m.) tebliğ ettiği İslâmî esasların tamamına, ayrıntılara girmeden topluca inanma
inzar: haber vererek uyarma, ikazistifham: soru, sual
izhar: gösterme, açığa çıkarmakeza: bunun gibi, böylece
küfr: inkâr, reddetmemahzur: sakıncalı
medar: sebepmuhal-i aklî: akıl yoluyla imkânsız görme, aklen muhal olan şey
muhatab: kendisiyle konuşulan, seslenilenmûcib: gerektirici sebep
müsavat: eşitlik, aynı olmanazaran: bakarak, –göre
sîga-i mâzi: gr. geçmiş zaman fiil kipitafsilî (iman): Resûl-i Ekrem‘in (a.s.m.) tebliğ ettiği İslâmî esasların her bir hükmüne ayrıntılı olarak inanma
tekit: pekiştirme, kuvvetlendirmeâmir: yönetici, lider
îras etme: netice verme, sebep olmaاَمْ: (bk. ḥ-r-f
عَلَى: (bk. ḥ-r-f

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Mahiyet-i Küfür - Sayfa: 104


lâtif ve mukniâne bir vecihle ikaz edilmesi ancak istifham ile olur ki, muhatap, fiilini düşündükten sonra, kötü neticesini nazara alarak kalbi mutmain olsun.

S - سَوَاۤءٌ
blank.gif
1
kelimesi inzar ve adem-i inzardan mecaz ise, aralarındaki alâka nedir?


C - İstifhamın müsavatı tazammun etmesidir. Zira istifham eden adamın bilgisine göre vücut ile adem mütesavidir. Maahaza bu gibi istifhamlara verilen cevaplar, alelekser şu müsavat-ı zımniye ile verilir.

S - Mâzi sigasıyla inzardan yapılan tabir neye işarettir?

C - İkinci ve üçüncü inzarlara lüzum kalmadığına işarettir. Yani “Yaptığın inzar faide vermedi, bundan sonra da faidesiz kalır.”

S - İnzar etmemekte faidenin bulunmaması zâhirdir. اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ
blank.gif
2
kaydında ne faide vardır?


C - Sükût etmek, bazan muhatabın insafa gelip matlup işe muvafakatine sebep olur.

S - Kur’ân-ı Kerim, başka makamlarda terhibden sonra tergib de yaptığı halde, burada tergibi terketmiştir. Esbabı nedir?

C - Küfür makamına, ancak terhib ve tahvif münasiptir. Hem de küfür gibi mazarratları def etmek, Cenneti kazanmak gibi menfaatlerin celbinden daha evlâ ve daha tesirlidir. Maahâzâ, buradaki terhib, tergibi de andırıyor. Çünkü, inzar ve adem-i inzarı gören hayal, zıddiyet münasebetiyle, derhal tebşir ve adem‑i tebşire intikal eder.

Azizim! Herbir hükmün başka şeylere hizmet eden çok mânâları olduğu ve herbir hükümden takip edilen gizli maksatlar bulunduğu ve bu kelâmın da Hazret-i Muhammed’e (a.s.m.) işaret eden mânâları olduğu gibi, küfrü takbih etmek maksadıyla büyük bir ölçüde tenkiratta bulunmuştur.


[NOT]Dipnot-1 Eşittir.
Dipnot-2 Uyarmasan da.
[/NOT]
adem: yoklukadem-i inzar: uyarmama, haber verip ikaz etmeme
adem-i tebşir: müjdelememealelekser: çoğunlukla, genellikle
celb: çekmedef etmek: uzaklaştırmak
esbab: sebeplerevlâ: daha iyi, güzel
harfî (mânâ): başkalarına hizmet eden ve onlara işaret eden mânâikaz: uyarı
intikal: geçmeinzar: uyarı, ikaz
istifham: sorukavl: söz, ibare
küfür: inkâr, inançsızlıklâtif: ince, hoş, güzel
maahaza: bununla birliktematlup: istek, arzu edilen şey
mazarrat: zararlar, zararlı, kötü ve çirkin şeylermecaz: bir ilgi veya benzetme sonucu gerçek mânâsından başka mânâda kullanılan söz
mukniâne: ikna ederek, ikna edici bir şekildemutmain: kalbi hoş ve rahat
muvafakat: başarımâzi sigası: gr. geçmiş zaman kipi
müsavat: eşitlikmüsavat-ı zımniye: gizli eşitlik
mütesavi: eşitsükût: susma, suskunluk
tahvif: korkutmatakbih: çirkin görme, gösterme
tazammun: içine alma, kapsamatebşir: müjdeleme
tenkirat: hoş görmeme, yasaklamatergib: istek uyandırma, şevklendirme
terhib: dehşete düşürme, korkutmavecih: yön, şekil, tarz
vücut: varlık, var olma
zâhir: açık, âşikâr
zıddiyet: terslik, zıtlık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Mahiyet-i Küfür - Sayfa: 105


Ezcümle, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın görmekte olduğu zahmetlerin tahfifine ve göstermekte olduğu hırs ve şiddetin tehvinine medar olmak için, mânâ-yı harfî kabilinden bazan imalarda bulunmuş ve eski resullerin hallerini nazara alarak, onlara iktida ile tesellî yollarını göstermişse de, bu bir kanun-u fıtrîdir, tahammül ve inkıyad lâzımdır diye lisan-ı hal ile ilân etmiştir.

Bu âyet وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
blank.gif
1
cümlesine kadar bütün eczasıyla küfrü takbih, ve tenfir ile nehyeder. Ve ehl-i küfrü, tehdit ve tahvifle küfürden terhib eder. Ve keza, bütün kelimatıyla, küfrün büyük bir musibet olmakla beraber, lezzeti yok, elemi var; nimeti yok, nikmeti var diye ilân eder. Ve keza, bütün cümleleriyle küfrün herşeyden zararlı olduğunu tasrih eder.


Evet, onlar iman etmediklerinden ve cevher-i ruhu ifsad ve bütün elemleri içine alan küfür musibetine maruz kaldıklarından
blank.gif
2
لَمْ يُؤْمِنُوا ’ya bedel كَفَرُوا
blank.gif
3
tabiriyle işaret edilmiştir. Ve keza
blank.gif
4
لاَيَتْرُكُونَ الْكُفْرَ kelimesine bedel لاَيُؤْمِنُونَ
blank.gif
5
tabiriyle, onların büyük musibete maruz kaldıkları gibi, pırlanta gibi cevher-i imanîyi de kaybettiklerine işarettir.


Ve keza, خَتَمَ اللهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ
blank.gif
6
cümlesiyle, kalb ile vicdan, nur-u iman sayesinde hakaik-i İlâhiyenin tecellîsine mazhar olmakla menba-ı kemâlât, hayattar ve ziyadar oldukları halde; küfrün ihtiyar edilmesiyle zulmetli, ıssız haşarat-ı



[NOT]Dipnot-1 Onlar için çok büyük bir azap vardır. Bakara Sûresi, 2:7.
Dipnot-2 İmân etmediler.
Dipnot-3 Onlar Allah'ı inkâr ettiler.
Dipnot-4 Küfrü terk etmezler.
Dipnot-5 İman etmezler.
Dipnot-6 Allah onların kalpleri üzerine mühür vurmuştur. Bakara Sûresi, 2:7[/NOT].

Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
cevher-i imanî: imana ait öz, cevher, iman hakikati
cevher-i ruh: ruh cevheri, ruh hakikatiecza: bölümler, kısımlar
ehl-i küfür: inkârcılar, inançsızlar, kâfirlerezcümle: örneğin
hakâik-i İlâhiye: İlahî hakikatler; Allah’ın Kur’ân’da açıkladığı ince hakikatler, gerçeklerhayattar: canlı, hayat dolu
ifsad: bozmaihtiyar edilme: tercih edilme, seçilme
iktida: uyma, tabi olmaima: işaret
inkıyad: boyun eğmekabilinden: türünden, çeşidinden
kanun-u fıtrî: yaratılışa ait kanunkeza: bunun gibi, böylece
küfr: peygamber Efendimizin (a.s.m.) kesin olarak bildirdiği bir şeyi inkâr etme, inançsızlıklisan-ı hal: hal dili
maruz: tesiri altında kalma, uğramamazhar: ayna
medar: sebepmenba-ı kemâlât: mükemmelliklerin kaynağı
mânâ-yı harfî: harf gibi başka bir şeyin mânâsını gösterennazara almak: dikkate alma, gözününde bulundurma
nehyetmek: yasaklamaknikmet: musibet, belâ
nur-u iman: iman ışığı, iman aydınlığıresul: peygamber
tahammül: yüklenmetahfif: hafifleme, hafifletme
tahvif: korkutmatakbih: çirkinliğini göstermek, kötüleme
tasrih etme: açıkça bildirmetecellî: yansıma
tehvin: kolay gösterme, küçük göstermetenfir: nefret ettirme
terhib: korkutma, dehşete düşürmeziyadar: ışıklı, parlak
zulmet: karanlık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Mahiyet-i Küfür - Sayfa: 106


muzırra yuvasına inkılâp ettikleri için mühürlenmiş, kilitlenmiş ki, o korkunç yuvadaki akreplerden veya yılanlardan içtinap edilmesine işaret edilmiştir.

Ve keza وَعَلٰى سَمْعِهِمْ
blank.gif
1
kelimesiyle, küfür sebebiyle kulağa ait pek büyük bir nimeti kaybettiklerine işaret edilmiştir. Hattâ kulaktaki zar, nur-u iman ile ışıklandığı zaman, kâinattan gelen mânevî nidaları işitir. Lisan-ı hal ile yapılan zikirleri, tesbihatları fehmeder. Hattâ o nur-u iman sayesinde rüzgârların terennümatını, bulutların nâralarını, denizlerin dalgalarının nağamatını ve hâkezâ yağmur, kuş ve saire gibi her neviden Rabbânî kelâmları ve ulvî tesbihatı işitir. Sanki kâinat, İlâhî bir musikî dairesidir. Türlü türlü avazlarla, çeşit çeşit terennümatla kalblere hüzünleri ve Rabbânî aşkları intiba ettirmekle kalbleri, ruhları, nuranî âlemlere götürür, pek garip misalî levhaları göstermekle o ruhları ve kalbleri lezzetlere, zevklere garkeder.


Fakat o kulak, küfürle tıkandığı zaman, o leziz, mânevî, yüksek savtlardan mahrum kalır. Ve o lezzetleri îras eden avazlar, mâtem seslerine inkılâp eder. Kalbde, o ulvî hüzünler yerine, ahbabın fıkdanıyla ebedî yetimlikler, mâlikin ademiyle nihayetsiz vahşetler ve sonsuz gurbetler hasıl olur.

Bu sırra binaendir ki, şeriatça bazı savtlar helâl, bazıları da haram kılınmıştır. Evet, ulvî hüzünleri, Rabbânî aşkları îras eden sesler helâldir. Yetimâne hüzünleri, nefsânî şehevâtı tahrik eden sesler haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.

وَعَلٰى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ
blank.gif
2
Bu cümle ile rüyete, yani göze ait büyük bir nimet-i basariyenin küfürle kaybolduğuna işaret edilmiştir. Zira, gözün nuru, nur-u imanla ışıklanırsa ve kavîleşirse, bütün kâinat gül ve reyhanlarla müzeyyen bir




[NOT]Dipnot-1 Kulakları üzerine de.
Dipnot-2 “Gözlerinde de bir çeşit perde vardır.” Bakara Sûresi, 2:7.
[/NOT]

Nuranî âlem: nurlu, aydınlık âlemRabbânî: Rabbe ait ve Ona yönelik
adem: yok olma, yoklukahbab: dostlar, sevgililer
avaz: ses, sada; seslenişebedî: sonu olmayan sonsuz
fehmetmek: anlamakfıkdan: kaybolma
garip: şaşırtıcı, harikagarketmek: boğmak
hasıl olma: meydana gelmehaşerat-ı muzırra: zararlı böcekler
hâkezâ: işte bunun gibi, böyleceinkılâp etme: dönüşme
intiba ettirmek: basmak, nakşetmek; iz ve tesir bırakmakiçtinap: kaçınma
kavîleşmek: güçlenmek, kuvvetlenmekkeza: bunun gibi, böylece
küfür: nimeti örtmek, inkâr, inançsızlıklisan-ı hal: hal dili
mahrum: yoksunmisalî: görüntüye dayalı
mâlik: sahipmânevî: mânâ ile ilgili, maddî olmayan
mâtem: yasmüzeyyen: süslü
nağamat: nağmeler, hoş ve güzel seslernefsânî: nefse ait, nefsin hoşuna gider şekilde
nevi: çeşit, türnidâ: ses, sesleniş
nimet-i basariye: görme nimetinur-u iman: iman nuru, ışığı
reyhân: hoş ve güzel koku veren çiçek
ruh: canlı, şuurlu, çevresini görüp gösteren hayat kaynağı olan nurlu varlık
rüyet: görme, görüşsaire: diğer, başka
savt: sestahrik etme: harekete geçirme
terennümat: terennümler; dile getirilen seslertesbihat: Allah’ı her türlü noksan ve kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
ulvî: yüce, yüksekvicdan: kalbe ait hislerin mazharı, aynası
îras etmek: netice vermekİlâhî: Allah’a ait ve Ona yönelik
şeriat: Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi, İslâmiyet

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Mahiyet-i Küfür - Sayfa: 107


cennet şeklinde görünür. Gözün gözbebeği de, balarısı gibi, bütün kâinat safhalarında menkuş gül ve çiçek gibi delillerinden, burhanlarından alacağı ibret, fikret, ünsiyet gibi usare ve şıralarından vicdanda o tatlı imanlı balları yapar.

Eğer o göz küfür zulmetiyle kör olursa, dünya, genişliğiyle beraber bir hapishane şekline girer. Bütün hakaik-i kevniye, nazarından gizlenir. Kâinat ondan tevahhuş eder. Kalbi ahzan ve ekdar ile dolar. وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
blank.gif
1
cümlesiyle, küfür şeceresinin âhirete ait zakkum gibi semeresine işaret edilmiştir. لاَيُؤْمِنُونَ
blank.gif
2
kelimesi ise, inzar ile adem-i inzar arasındaki müsavata nassederek سَوَاۤءٌ
blank.gif
3
kelimesine tekittir.


endOfSection.gif
endOfSection.gif



[NOT]Dipnot-1 Onlar için büyük bir azap vardır. Bakara Sûresi, 2:7.
Dipnot-2 İman etmezler.
Dipnot-3 Eşittir.
[/NOT]

adem-i inzar: uyarmama, ikaz etmemeahzan: hüzünler
burhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delildelil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şey
ekdar: kederlerfikret: fikir, düşünce
hakaik-i kevniye: kâinattaki hakikatleriinzar: uyarma, ikaz
küfür: inkâr, imansızlıkmenkuş: nakışlı
müsavat: eşitliknassetmek: delil olmak, kesin olarak açıklamak
nazar: göz, görüş, bakışsafha: sayfa, yüz
semere: meyvetekit: pekiştirme
tevahhuş: vahşete düşme, ürkme, korkmausare: öz su, sıkılmış meyve suyu
zakkum: meyvesi acı olan cehennem ağacızulmet: karanlık
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayatünsiyet: alışkanlık, yakınlık
şecere: ağaçşıra: meyveden sıkılan su

 
Üst