Bakara Sûresi - Delâil-i Haşir

Huseyni

Müdavim

﴾ ﴿ وَبِاْلاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
blank.gif
2
Bu âyet, haşir meselesine işarettir. Haşrin ispatı hakkında feyz-i Kur’ân’dan fehmettiğim ve başka bir risalede
blank.gif
3
tafsilâtıyla zikrettiğim on burhanın hülâsasına burada işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Kast ve iradeden doğan bir nizam-ı ekmel vardır. Hilkat ve yaratılışta tam bir hikmet hükümfermâdır. Âlemde abes yok, fıtratta israf yok. Bu şahitleri tezkiye eden, istikrâ-ı tamdır ki, her fen, mevzuu bulunduğu nev’in nizamına bir şahid-i âdildir.


[NOT]Dipnot-2 “Onlar âhirete de kesin olarak inanırlar.” Bakara Sûresi, 2:4.
Dipnot-3 Bu burhanlar, Mesnevi-i Nuriye’nin Lâsiyyemalar bölümünde, Yirmi Dokuzuncu ve Onuncu Sözlerde daha geniş bir şekilde açıklanmıştır.
[/NOT]

Hâtemü’l-Enbiyâ: peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (a.s.m.)abes: gayesiz, faydasız, boş
adem-i ihtiyaç: ihtiyaçsızlık, ihtiyacı olmamaburhan: güçlü ve sarsılmaz delil
cereyan etmek: akmak; gerçekleşmek, meydana gelmekdelâlet etme: işaret etme, gösterme; söz ile kullanılmış olduğu mânâ arasındaki bağlantı
emare: işaret, alâmetfehmetmek: anlamak
feyz-i Kur’ân: Kur’ân’ın verdiği ilham, bereket ve ilim bolluğufıtrat: yaratılış
hazret: saygıdeğer mübarek; burada peygamberimiz (a.s.m.) kastedilirhaşir: yeniden diriliş; insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah‘ın huzurunda toplanması
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılmasıhilkat: yaratılış
hükümfermâ: hüküm sürenhülâsa: özet
intihâ: son, neticeintikal: geçme
iptidâ: başlama, başlangıçisraf: savurganlık
istikrâ-ı tam: bütün cüz’î olaylardan hareket ederek küllî bir hükme varma; tümevarım; endüksiyon; burada bütün ilimlerin hep birlikte aynı sonuca parmak basmaları kastediliyoriçtima: toplanma
kast ve irade: yönelme ve isteme; burada herşeyi kuşatan, Allah’ın küllî iradesi kastediliyorletâif: incelikler, güzellikler
maahaza: bununla birliktemazhar: görünme yeri
mevzu: konumâkes: yansıma yeri,
nazar-ı belâgat: belâgat ilminin bakışınev’i: tür, çeşit
nizam: düzen, kanunnizam-ı ekmel: en mükemmel ve eksiksiz düzen
resul: peygamberrisale: küçük kitap mektup; Risale-i Nur’un her bir bölümü
sath: yüzey, dıştafsilât: ayrıntılar, detaylar
tahsis: hâs kılma, özelleştirme, ait kılmatereşşuh: sızıntı
tezkiye: iyi hâl üzere şahitlik etme, temize çıkarma, haklı çıkarmavech-i in’ikâs: aksetme, yansıma yönü
âlem: kâinat, evren, yaratılmış herşeyâlem-i insaniyet: insanlık âlemi
âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesişahid-i âdil: adaletli tanık, delil
مِنْ: (bk. ḥ-r-f

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Delâil-i Haşir - Sayfa: 83


Ve keza, yevm ve sene vesaire gibi her nevide, nev’î bir kıyamet-i mükerrere vardır.

Ve keza, beşerdeki istidat, kıyamete bir remizdir.


Ve keza, beşerin gayr-ı mütenahi meyil ve emelleri, kıyameti ister.

Ve keza, Sâni-i Hakîmin rahmet hazinesinin mahall-i sarfı, ancak kıyamet ve haşirdir.

Ve keza, sıdk ve emanetle maruf Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, sarahaten ilân ediyor.

Ve keza, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan
blank.gif
1
وَقَدْ خَلَقَكُمْ اَطْوَارًا 2 وَمَا رَبُّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ âyetleriyle ve bu âyetlerin emsaliyle haşrin vukuunu kat’iyetle ispat ediyor.

İşte, tam 10’a baliğ olan şahitler, saadet-i ebediyenin anahtarı olup, o cennetin kapılarını açarlar.


Birinci burhan: Evet, kâinat saadet-i ebediyeyi intaç etmese, akılları hayrette bırakan kâinatta görünen en bâriz, en mükemmel şu nizam, aldatıcı zayıf bir suretten ibaret kalır. Ve bütün mâneviyat ve alâkalar, rabıtalar ve nispetler hep hebâ olur. Öyleyse, o nizamın nizam olması, ancak ve ancak saadet-i ebediyeyi intaç etmekle olur. Yani, o nizamdaki mâneviyat ve nükteler, ancak âlem-i âhirette sümbüllenecektir. Yoksa, bütün mâneviyat söner, rabıtalar kesilir, nispetler darma dağınık olur, nizam da berhava olur. Halbuki o nizamda bulunan kuvvet, bütün kuvvetiyle o nizamın berhava edilmeyeceğini ilân ediyor.

İkinci burhan: Herbir nevide, herbir fertte hikmetlere, maslahatlara riayet



[NOT]Dipnot-1 “Oysa, sizi türlü merhalelerden geçirerek O yaratmıştır.” Nuh Sûresi, 71:14.
Dipnot-2 “Rabbin, kullara zulmedici değildir.” Fussilet Sûresi, 41:46.
[/NOT]

Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunKur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: ifade ve açıklamalarıyla mu’cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)Sâni-i Hakîm: her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah
baliğ: ulaşanberhava: havaya savrulma, boşa gitme
burhan: güçlü ve sarsılmaz delilbâriz: açık, apaçık görünen
emsal: benzerlergayr-ı mütenahi: sonsuz
haşir: yeniden diriliş; insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah‘ın huzurunda toplanmasıhebâ olma: boş ve faydasız olma
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılmasıintaç: netice verme, doğurma
istidat: potansiyel kabiliyetkat’iyet: kesinlik
keza: böylece, bunun gibikıyamet: kâinatın ölümünden sonra, bütün ölülerin dirilip ayağa kalkmaları, mahşerde toplanmaları
kıyamet-i mükerrere: tekrarlanan kıyamet, defalarca ölüp dirilmemahall-i sarf: harcama, kullanma alanı; burada rahmetin tecellî ettiği yer kastediliyor
maruf: bilinenmaslahat: fayda, yarar
nev’i: tür, çeşitnizam: düzen
nükte: ince ve derin mânâ, sırrabıta: bağ
rahmet: merhamet, şefkat, acıma, esirgemeremiz: gizli bir mânâyı ince bir işaretle gösterme
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluksarahaten: açıkça, açık olarak
sıdk: doğrulukvesaire: ve diğerleri
vuku: meydana gelme, olmayevm: gün
âlem-i âhiret: âhiret âlemi

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Delâil-i Haşir - Sayfa: 84


eden ve inayet-i ezeliyenin timsâli olan hikmet-i tâmme, saadet-i ebediyenin gelmesini tebşir ediyor. Çünkü, aksi halde, bedahetle ikrar ve tasdik ettiğimiz şu hikmetleri ve faideleri inkâr etmemiz lâzım gelir. Çünkü, o faidelerin, o hikmetlerin, o maslahatların herbirisi zıddına inkılâp ederler. Bu hal ise safsatadır.

Üçüncü burhan: İkinci burhanı tefsir eder. Fennin de şehadet ettiği gibi, Sâni‑i Hakîm, herşeyde en kısa yolu, en yakın ciheti, en güzel ve en hafif sureti ihtiyar etmiştir. Bu ihtiyar, kâinatta abesiyetin bulunmadığına delâlet eder. Bu ise ciddiyete delâlet eder. Ciddiyet ise, saadet-i ebediyenin gelmesiyle olur; yoksa bu varlık adem sayılır ve herşey abesiyete tehavvül eder. Halbuki abes ve israf gibi bâtıldan pâk ve münezzeh olduğunu şu
blank.gif
1
سُبْحَانَكَ مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلاً kelâmiyle i’lâm ve tâlim eden Zât-ı Zülcelâl, sözüne nasıl muhalefet eder?


Dördüncü burhan: Üçüncü burhanı izah eder. Bütün fenlerin şehadetiyle, fıtratta israf yoktur. Eğer insan-ı ekber denilen âlemdeki hikmetleri idrakten âciz isen, âlem-i asgar denilen insandaki nüktelere, hikmetlere dikkat et.

Evet, fenn-i menâfiü’l-a’zânın şerh ve beyan ettiği vecihle, insanın cisminde, herbirisi bir menfaat için takriben iki yüz küsur kemik vardır. Ve herbirisi bir faide için altı bin damar vardır. Ve hüceyrata hizmet eden yirmi dört bin mesame ve pencere vardır. O hüceyratta câzibe, dâfia, mümsike, musavvire, müvellide namıyla, herbirisi bir maslahat için beş kuvvet çalışıyor.

Âlem-i asgar böyle olsa, insan-ı ekber ondan geri kalır mı? Ruha nisbeten ehemmiyetsiz olan ceset bu derece israftan uzak bulunsa, ne suretle cevher-i



[NOT]Dipnot-1 “(Rabbimiz) Seni bütün noksanlardan tenzih ederiz. Bunu (kâinatı ve içindeki varlıkları) boşuna yaratmadın.” Âl-i İmran Sûresi, 3:191.

[/NOT]

Sâni-i Hakîm: her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan AllahZât-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük, yücelik ve haşmet sahibi olan Zât, Allah
abes: faydasız, boşabesiyet: faydasızlık, boşluk
bedahet: apaçık olmabeyan: açıklama
burhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delilbâtıl: hak olmayan, gerçek dışı, boş
cihet: yön, tarafcâzibe: çekim gücü
delâlet: işaret etme, gösterme; söz ile sözün kullanıldığı mânâ arasındaki bağlantıdâfia: itme gücü, itici güç
fen: ilim, bilimfenn-i menâfiü’l-a’zâ: insan organlarının faydalarını konu alan ilim; anatomi
fıtrat: yaratılışhikmet: gaye, fayda; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
hikmet-i tâmme: tam ve mükemmel hikmethüceyrat: hücreler
idrak: anlama, kavramaihtiyar: seçme, tercih etme
ikrar: kabul etmeinayet-i ezeliye: Ezelî olan Allah’ın, bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan ezelî nizamı, düzeni
inkılâp etmek: değişmek, dönüşmekinsan-ı ekber: büyük insan; âlem, kâinat
israf: savurganlıkizah etmek: açıklamak
i’lâm: bildirmekelâm: söz, ifade
maslahat: fayda, yararmenfaat: fayda, yarar
mesame: gözenek, delikmuhalefet etme: karşı gelme, itiraz etme
musavvire: şekil verici güçmümsike: tutan güç, tutucu güç
münezzeh: beri, arınmış, temizmüvellide: meydana getiren, üreten güç
nükte: ince ve derin mânâ, sırpâk: temiz
riayet etme: gözetme, uygun hareket etmeruh: canlının hayat kaynağı, öz, cevher
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluksafsata: temelsiz, asılsız, uydurma söz
takriben: yaklaşık olaraktalim: öğretme
tasdik: onaylamatebşir: müjdeleme
tefsir: açıklama, izah etmetehavvül: dönüşme
timsâl: görüntü, yansımavecih: yön, yüz
âciz: güçsüz, zavallıâlem-i asgar: küçük âlem
şehadet: tanıklık etme, delil olmaşerh: açıklama, izah etme

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Delâil-i Haşir - Sayfa: 85


ruhla âsârında, emellerinde, efkârında ve maneviyatında israf olur. Çünkü, saadet-i ebediye olmasa, bütün maneviyat kurur. O hakikatler, israf memleketine kaçarlar. Acaba dünya kadar kıymetli olan bir cevhere mâlik olmakla, hem daima onun zarfını ve gılâfını muhafaza ettikten sonra, o cevheri birden bire yere vurup kırmak ihtimali var mıdır? Hangi akıl kabul eder?

Hem bir şahsın bünyesindeki kuvvet, âzâsındaki sıhhat, istidadındaki kabiliyet, o şahsın yaşayışına ve tekemmülüne delil olduğu gibi, kâinatın ruhuna kadar nüfuz eden hakikat-i sâbite ve devam ile yaşayışını imâ eden intizamındaki kuvvet-i kâmile ve tekemmülüne giden nizamındaki kemâl acaba haşr-i cismanî yoluyla saadet-i ebediyeye delil olmaz mı? Zira intizamını ihtilâlden ve bozulmaktan kurtaran, saadet-i ebediyedir. Ve tekemmüle vasıta olur. Ve o kuvveti inkişaf ettiren odur.


Beşinci burhan: Evet, her nevi mahlûkatta bir nevi kıyametin ve bir çeşit haşrin tekrarla vukua gelmekte olduğu, büyük kıyametin vukuuna ve geleceğine işarettir. Buna bir misal:

Evet, haftalık saate bak. O saatte saniyeleri, dakikaları, saatleri, günleri sayan ibrelerden ve millerden saniyeleri sayan ibre, dakikaları sayan ibrenin hareketini ihbar ediyor. Dakikaları sayan ibre, saatleri sayan ibrenin hareketini ilân ediyor. Saatleri sayan ibre de, günleri gösteren ibrenin hareketini husule getiriyor ve i’lâm ediyor. İşte, birincinin hareketinin tamam olması, ikincisinin de hareketinin tamam olacağına ve ikincinin tamam-ı hareket etmesi, üçüncünün de itmam‑ı hareket edeceğine işarettir.

Kezalik, Sâni-i Hakîmin kâinat denilen büyük bir saati vardır. Bu saatin milleri, feleklerin çeşit çeşit deveranından ibarettir. İşte bu deveranlar günleri, seneleri, ömr-ü beşeri, dünyanın beka müddetini gösteriyorlar. Binaenaleyh, her geceden sonra sabahın, her kıştan sonra baharın gelmesi gibi, haşrin sabahı, o büyük saatten doğacağına delil ve işarettir.




Sâni-i Hakîm: her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allahbeka müddeti: kalma müddeti, süresi
binaenaleyh: bundan dolayı, bunun üzerineburhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delil
cevher: değerli şey, özcevher-i ruh: ruh cevheri; şuurlu olan çevresini görüp gösteren nurlu varlık
delil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şeydeveran: dönme
efkâr: fikirlerfelek: gök cisminin yörüngesi
gılâf: kap, kılıfhakikat: gerçek
hakikat-i sabite: sabit ve değişmez gerçekhaşr: öldükten sonra tekrar diriltilip toplanma
haşr-i cismanî: insanların öldükten sonra âhirette bedenle birlikte yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanmasıhusule getirmek: meydana getirmek, oluşturmak
ihbar etme: bildirme, haber vermeihtilâl: karışma, bozulma
inkişaf: geliştirmeintizam: düzenli olma; düzenlilik
israf: savurganlıkistidat: kabiliyet
itmam-ı hareket: hareketi tamamlamak, bitirmeki’lâm: bildirme
kemâl: mükemmellik, olgunluk, kıvamkezalik: böylece, bunun gibi
kuvvet-i kâmile: mükemmel güç, kıvam ve zirvesinde olan güçkıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması, kâinatın ölümünden sonra, bütün ölülerin diriltilip ayağa kalkmaları
mahlûkat: yaratılmışlar, varlıklarmuhafaza: koruma
mâlik: sahipnevi: tür, çeşit
nizam: düzensaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk
tamam-ı hareket: hareketin tamam olmasıtekemmül: olgunlaşma, mükemmelleşme
vukua gelme: meydana gelmezarf: kılıf
âsâr: eserlerâzâ: organlar
îma: gizli ve ince bir mânâyı işaret etme, göstermeömr-ü beşer: insan ömü

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Delâil-i Haşir - Sayfa: 86


Sual: Kâinatta görünen şu nev’î kıyametlerde eşya ayniyle iade edilmiyor. Halbuki büyük kıyamette neden ecsam ayniyle iade edilir?

Elcevap: İnsanın bir ferdi, başka mahlûkatın bir nev’i gibidir. Zira insandaki o nur-u fikir, emellerine, ruhuna öyle bir inkişaf, öyle bir inbisat vermiştir ki, bütün zamanları yutsa doymaz. Zira ondaki o yüksek fikir, insanın mahiyetini ulvî, kıymetini umumî, nazarını küllî, kemâlini gayr-ı mahsur, lezzet ve elemini daimî kılmıştır. Başka nevilerin fertleri ise böyle değildir. Onların mahiyetleri cüz’î, kıymetleri şahsî, nazarları mahdut, kemâlleri mahsur, lezzet ve elemleri ânidir. Bundan anlaşılıyor ki, insanın bir ferdi, sair mahlûkatın bir nev’i hükmündedir. Binaenaleyh, o nevilerde görünen şu kıyametlerin ve haşir ve neşirlerin keyfiyetleri nasıl ise, efrad-ı insaniye de öyledir.


Altıncı burhan: Saadet-i ebediyeye işaret eden burhanlardan biri de, insandaki gayr-ı mütenahi istidatlardır.

Evet, Cenâb-ı Hak tarafından mükerrem kılınan insanın cevher-i ruhunda ekilen ve rakamlara sığmayan istidatlar var.

Bu istidatların altında, hesaba gelmeyen kabiliyetler var.

Ve bunlardan neş’et eden, hadde gelmeyen meyiller var.

Ve bunlardan husûle gelen gayr-ı mütenâhî efkâr ve tasavvurat var.

İşte bunların herbirisi haşr-i cismanînin arkasındaki saadet-i ebediyeye, şehadet parmaklarını uzatarak gösteriyorlar.

Yedinci burhan: Evet, Rahmân ve Rahîm olan Sâni-i Hakîmin rahmeti, rahmetlerin en büyüğü olan saadet-i ebediyenin geleceğini tebşir ediyor. Zira rahmet, ancak saadet-i ebediye ile rahmet olur. Ve nimet, ancak o saadetle nimet olur.

Evet, bütün nimetleri nıkmetlere çeviren ebedî ayrılmaktan doğan ve umumî mâtemlerden yükselen o belâlardan kâinatı, bilhassa şuurlu olan mahlûkatı kurtaran şey,



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahRahmân: yarattıklarını şefkatle esirgeyip koruyan ve rızıklandıran sonsuz rahmet sahibi Allah
Rahîm: merhametli; rahmetinin çok özel tecellîleri olan ve sonsuz şefkat ve merhamet sahibi AllahSâni-i Hakîm: her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah
binaenaleyh: bundan dolayıburhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delil
cevher-i ruh: canlı, şuurlu olan ve çevresini görüp gösteren nurlu varlıkcüz’î: ferdî, ferdle sınırlı
ebedî: sonu olmayan sonsuzecsam: cisimler, bedenler
efkâr: fikirlerefrad-ı insaniye: insan fertleri, insanlar
gayr-ı mahsur: sınırsızgayr-ı mütenahi: sonsuz
haşir ve neşir: varlıkların yeniden dirilip toplanmaları ve yayılmaları; kışın ölenlerin baharda dirilip yayılmaları gibihaşr-i cismanî: insanların öldükten sonra âhirette bedenle birlikte yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanması
husule gelmek: ortaya çıkmak, meydana gelmekiade edilme: aynıyla yapılma
inbisat: açılma, açılım, genişlemeinkişaf: geliştirme
istidat: kabiliyetkemâl: mükemmellik, kusursuzluk
keyfiyet: nitelik, nasıllıkkâinat: yaratılmış her şey, evren
küllî: geniş, kapsamlıkıyamet: varlıkların bozulup dağılmaları, ölümünden sonra tekrar dirilip ayağa kalkmaları
mahdut: sınırlımahiyet: asıl, gerçek esas
mahlûkat: yaratıklarmahsur: ferde özel, belli bir alanla sınırlanmış
matem: yasmükerrem: şerefli; ikram ve lûtfa mazhar
nazar: bakış, görüşnev’î: tür, çeşit
neş'et etmek: meydana gelmek, doğmaknur-u fikir: düşünce ışığı, aydınlığı
nıkmet: azap, cezarahmet: İlâhî şefkat ve merhamet
ruh: şuurlu olan ve çevresini görüp gösteren nurlu varlık, cevhersaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk
sair: diğer, başkatasavvurat: düşünceler, tasavvurlar
tebşir: müjdelemetevellüd: doğmak
ulvî: yüksek, yüceumumî: genel, kapsamlı

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Delâil-i Haşir - Sayfa: 87


saadet-i ebediyenin gelmesidir. Çünkü bütün nimetlerin, rahatların, lezzetlerin ruhu olan saadet-i ebediye gelmezse, umum kâinatın şehadetiyle sabit olan ve güneş gibi parlayan rahmet ve şefkat-i İlâhiyenin bedahetine karşı mükâbere ile inkâr lâzım gelir.

Ey Habib-i Şefik ve ey Şefik-i Habib! Ey Said-i Mecid ve ey Mecid-i Said! Rahmet-i İlâhiyenin en lâtifi, en zarifi, en lezizi olan muhabbet ve şefkatine bakınız. O muhabbet ve şefkati, firak-ı ebedî ve hicran-ı lâyezalî ile karşıladığınız takdirde, vicdan, hayal ve ruh ne hale gireceklerdir? O muhabbet ve o şefkat en büyük, en tatlı bir nimet iken, en azîm bir musibete, bir belâya inkılâb eder.


Acaba göz önünde bilbedahe görünen rahmet-i İlâhiye, firak-ı ebedînin muhabbet ve şefkat aleyhine hücum etmesine müsaade eder mi? لاَ وَاللهِ Vallahi hayır!

Ancak o rahmetin şe’nindendir ki, firak-ı ebedîyi hicran-ı lâyezalîye, hicran-ı lâyezalîyi firak-ı ebedîye ve adem-i mutlakı da her ikisine musallat eder ki, o firakların, o hicranların kökleri ortadan kalksın.

Sekizinci burhan: Bütün âlemce her hususta sıdkı ve doğruluğu malûm ve müsellem olan Hazret-i Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, parmağıyla kameri şak ettiği gibi, lisanıyla da saadet-i ebediyenin kapılarını açmıştır. Ve bütün enbiya-yı izâmın bu hakikat üzerine icmaları, bir hüccet-i katıadır.

Dokuzuncu burhan: On üç asırdan beri yedi vecihle
blank.gif
1
i’câzı tasdik edilen Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanın haşir hakkındaki beyanatı, saadet-i ebediyenin geleceğine kâfi bir delil değil midir? Başka bir delile ihtiyaç var mıdır?




[NOT]Dipnot-1 Bu vecihler Yirmi Beşinci Sözde daha geniş açıklanmıştır.
[/NOT]


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunHabib-i Şefik: şefkatli Habib
Hazret-i Muhammed-i Arabî: Arap olan anne ve babadan dünyaya gelmiş Hz. Muhammed (a.s.m.)Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: ifade ve açıklamalarıyla mu’cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
Mecid-i Said: (bk. bilgiler – Abdülmecid Nursî)Said-i Mecid: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)
adem-i mutlak: nisbî olmayan kesin yokluk (varlığın mutlak mânâda zıttı)azîm: büyük
bedahet: delile muhtaç olmama, apaçık olmabeyanat: açıklamalar
bilbedahe: açıkça, apaçıkburhan: sarsılmaz kesin delil
delil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şeyenbiya-yı izâm: büyük pemgamberler; Âdem (a.s.), Nuh (a.s.), İbrahim (a.s.), Mûsâ (a.s.),Îsâ (a.s.), ve Hz. Muhammed (a.s.m.)
firak: ayrılıkfirak-ı ebedî: sonsuz ayrılık
haşir: insanın öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanmasıhicran: ayrılık yarası, acısı
hicrân-ı lâyezâlî: yok olmayan sonsuz ayrılık acısıhüccet-i katıa: kesin delil
icma: görüş birliğiinkâr: kabul etmeme
inkılâb etmek: dönüşmeki’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülük
kamer: aykâinat: yaratılmış her şey, evren
lisan: dillâtif: ince, hoş, güzel
malûm: bilinenmuhabbet: sevgi
musallat etme: iliştirme, belâ etmemükâbere: büyüklük taslayarak doğruyu kabul etmeme, göz göre göre inkâr etme
müsellem: herkes tarafından kabul edilenrahmet: İlâhî şefkat ve merhamet
rahmet-i İlâhiye: Allah’ın sonsuz rahmeti, şefkat ve merhametisaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk
sıdk: doğruluktasdik etmek: doğruluğunu kabul etmek, onaylamak
vecih: şekil, tarzvicdan: kalbe ait hislerin mazharı, aynası
zarif: ince, nazikŞefik-i Habib: sevgili Şefik
şak etmek: ikiye ayırmakşefkat: acıma, merhamet
şefkat-i İlâhiye: Allah’ın sonsuz merhameti ve esirgemesişehadet: tanıklık etme
şe’n: özellik, nitelik

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Delâil-i Haşir - Sayfa: 88


Onuncu burhan: Bu burhan, binlerce burhanları müçtemidir. Bu burhanları, çok âyetler tazammun etmişlerdir.

Evet, Kur’ân-ı Kerim, çok âyetlerinden haşre nâzır pencereler açmıştır.

Ezcümle,
blank.gif
1
وَقَدْ خَلَقَكُمْ اَطْوَارًا âyetiyle, saadet-i ebediyeye yol açan bir kıyas-ı temsilîye işaret etmiştir.


Kezâlik,
blank.gif
2
وَمَا رَبُّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ âyet-i kerimesiyle, o saadeti gösteren bir kıyas-ı adlîye işaret etmiştir.


Birinci âyetle işaret edilen kıyas-ı temsilî: Evvelâ insanın vücuduna bak. Nasıl tavırdan tavıra, yani nutfeden alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan et ve kemiğe, et ve kemikten insan suretine bir kast, bir irade ve bir ihtiyar altında mahsus kanunlarla, muayyen nizamlarla, muntazam hareketlerle intikal ettiğini ve kalıptan kalıba girip çıktığını gör.

Sonra insanın bekàsına dikkat et. İnsan, bu vücut libasını her sene değiştirir. Bu vücut değişmesi, bedendeki hüceyratın yıkılıp yapılmasıyla olur. Bu tamirat da, bütün âzânın erzak mahzeni hükmünde olan Cenâb-ı Hakkın bir kanun-u mahsusla ihzar ettiği o madde-i lâtifeden alınan ecza ile yapılır.

Sonra o madde-i lâtifenin ahvaline bak. Nasıl âzânın ihtiyaçlarına göre muayyen bir kanunla taksim edilir ve bedenin her tarafına mahsus bir nizamla muntazaman dağıtılır.

Yine şâyân-ı dikkattir ki, o madde-i lâtife, dört matbahta pişirildikten sonra ve dört inkılâptan geçtikten sonra ve dört süzgeçten tasfiye edildikten sonra rızık olarak taksim edilir.

Hem yine şâyân-ı dikkattir ki, o madde-i lâtife, yemeklerin ruhu ve hülâsasıdır. O yemekler âlem-i anasırda dağınık menbalardan muntazam bir düstur ile, mahsus bir nizam ile cem’ ve tahsil edilirler.


[NOT]Dipnot-1 “Oysa, sizi türlü merhalelerden geçirerek O yaratmıştır.” Nuh Sûresi, 71:14.
Dipnot-2 “Rabbin, kullara zulmedici değildir.” Fussilet Sûresi, 41:46.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahahval: haller, durumlar
alaka: zigot; döllenmiş hücrebekà: kalıcılık, süreklilik
burhan: sarsılmaz kesin delilcem’ ve tahsil edilme: toplanma ve meydana gelme
ecza: parçalar, kısımlarerzak: rızıklar; Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecek ve içecekler
haşir: insanın öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanmasıhüceyrat: hücrecikler
hülâsa: esas, özihtiyar: irade, istek, tercih
ihzar: hazırlama, getirmeinkılâp: değişim, dönüşüm
intikal etmek: hareket etmek, bir durumdan başka bir duruma geçmekkanun-u mahsus: özel kanun
kezâlik: böylece, bunun gibikıyas-ı adlî: adaletle ilgili kıyas; Allah’ın kâinata koymuş olduğu adalet ve düzeni göstererek âhiretin varlığına ulaşma
kıyas-ı temsilî: kıyaslamaya dayanan benzetme, analojilibas: elbise
madde-i lâtife: lâtif, ince maddemahzen: depo
matbah: mutfakmenba: kaynak
muayyen: belirlimudga: et parçası; embriyo; döllenmiş hücrenin, bütün organlar oluşuncaya kadar geçirdiği dönem
muntazam: düzenlimuntazaman: düzenil olarak
müçtemi: toplamışnizam: düzen, sistem
nutfe: meni; erkek üreme hücresinâzır: bakan, yönelik
rızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecek ve içeceklersaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk
tasfiye edilme: süzülme, temizlenmetazammun etmek: içine almak, kapsamak
âlem-i anasır: unsurlar âlemi; elementler, atomlar dünyasıâzâ: organlar
şâyân-ı dikkat: dikkate değer, ilginç

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Delâil-i Haşir - Sayfa: 89


İşte bütün bu nizamlar, bu kanunlar, bu intizamlar, hep bir kast, bir irade, bir hikmetten çıkıyor. Evet, meselâ Habib’in gözünde yerleşen bir zerrenin, unsur-u havadan veya unsur-u türabdan o garip, acip tavırlarda, inkılâplarda yaptığı muntazam hareketinden anlaşılır ki, o zerre, toprakta iken Habib’in gözüne tayin edilmiş ve bir memur gibi mahall-i memuriyetine muntazaman i’zam kılınmıştır (yükseltilmiştir).

Evet, fennî bir nazarla dikkat edilirse anlaşılır ki, o zerrenin hareketi, körü körüne, tesadüf eseri değildir. Çünkü o zerre, hangi mertebeye girerse, o mertebenin nizamına tâbi olur. Ve hangi bir tavra intikal etmişse, onun muayyen kanunuyla amel etmiştir. Ve hangi bir tabakaya misafir gitmişse, muntazam bir hareketle sevk edilmiştir.


Hülâsa, neş’e-i ûlâya dikkat edenin, neş’e-i uhrâ hakkında tereddüdü kalmaz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın emrettiği gibi, “Neş’e-i ûlâyı gören adam, neş’e-i uhrâyı inkâr edebilir mi?” Çünkü ikinci teşekkül, yani ikinci yapılış, birinci teşekkülden daha kolaydır. Bunu yapan, onu daha kolay yapar.

Meselâ, bir fırka askerin ilk teşekkülünde, efradın birbiriyle ünsiyetleri, muarefeleri olmadığından ve talim ve terbiye görmemeleri yüzünden yontulmamış taşlar gibi olduklarından, o efrad, o fırkanın bünyesinde yerleştirilinceye kadar çok zahmetler vardır. Fakat ba’de’t-teşekkül terhis edilip de bir daha taht-ı silâha dâvet edildiği zaman, pek kolay içtima eder ve fırkayı teşkil ederler. Bu teşekkül, evvelki teşekkülden daha kolay olur.

Kezalik, birbiriyle ülfet peyda eden ve herbirisi yerini tanıyan ve bir derece yontulmuş taşlar gibi kesb-i letafet eden bedenin zerratı, ölümle dağıldıktan sonra, haşirde, Hâlıkın izniyle, İsrafil’in borusuyla o zerrat-ı asliye ve esasiye içtimaa dâvet edildikleri zaman, pek kolay içtima ederler ve beden-i insanîyi yine eskisi gibi teşkil ederler. Maahâzâ, kudret-i ezeliyeye nisbeten en büyük, en küçük gibidir; hiçbir şey o kudrete ağır gelemez.



Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun Habib: (bk. bilgiler – Molla Habip)
Hâlık: herşeyin yaratıcısı olan Allahacip: şaşırtıcı
amel etmek: uymak, yerine getirmekba’de’t-teşekkül: yapıldıktan sonra, oluşum sonrası
beden-i insanî: insanın bedeniefrad: fertler, bireyler
fennî bir nazar: ilmî, bilimsel bir bakışfırka: tümen
garip: tuhafhaşir: insanın öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanması
hikmet: Cenâb-ı Hakkın her şeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatıhülâsa: kısaca, özetle
inkılâp: dönüşümintikal etmek: geçmek, göçmek
intizam: düzenlilik, disipliniçtima: toplanma
içtimaa davet edilmek: toplanmak için çağrılmakkesb-i letafet: incelik, nuraniyet kazanma
kezalik: böylece, bunun gibikudret: güç, iktidar
kudret-i ezeliye: ezelden beri var olan Allah’ın ezelî kudreti, güç ve iktidarımaahâza: bununla beraber, böyle olmakla birlikte
mahall-i memuriyet: görev yerimuarefe: tanışma
muayyen: belirlimuntazam: düzenli
muntazaman: düzenli olarakneş’e-i ûlâ: insanın ilk yaratılışı
neş’e-yi uhrâ: öldükten sonra âhirette ikinci kez yaratılışnizam: düzen, sistem
sevk edilme: gönderilme, yönlendirilmetaht-ı silâh: silâh altı
talim ve terbiye: eğitim ve öğretimtayin edilme: görevlendirilme
teşekkül: yapılış, oluşumtâbi olma: uyma
unsur-u hava: hava unsuru, maddesiunsur-u türab: toprak unsuru
zerrat-ı asliye ve esasiye: asıl ve temel zerreler, hücreler, atomlarzerre: atom, hücre
ülfet peyda etme: alışkanlık, yakınlık kazanmaünsiyet: yakınlaşma, alışma
İsrafil: (bk. bilgiler)

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Delâil-i Haşir - Sayfa: 90


Arkadaş! Zâhire nazaran, haşirde, ecza-yı asliye ile ecza-yı zâide birlikte iade edilir. Evet, cünüp iken tırnakların, saçların kesilmesi mekruh ve bedenden ayrılan herbir cüz’ün bir yere gömülmesi sünnet
blank.gif
1
olduğu, ona işarettir. Fakat tahkike göre, nebatatın tohumları gibi “acbü’z-zeneb” tabir edilen bir kısım zerreler, insanın tohumu hükmünde olup, haşirde o zerreler üzerine beden-i insanî neşv ü nema ile teşekkül eder.
blank.gif
2

İkinci âyetle işaret edilen delil-i adlî ise: Evet, görüyoruz ki, alelekser, gaddar, fâcir zâlimler lezzetler, nimetler içinde pek rahat yaşıyorlar. Yine görüyoruz ki, mâsum, mütedeyyin, fakir mazlumlar zahmetler, zilletler, tahkirler, tahakkümler altında can veriyorlar. Sonra ölüm gelir, ikisini de götürür. Bu vaziyetten bir zulüm kokusu gelir. Halbuki kâinatın şehadetiyle, adalet ve hikmet-i İlâhiye zulümden pâk ve münezzehtirler. Öyleyse, adalet-i İlâhiyenin tam mânâsıyla tecellî etmesi için haşre ve mahkeme-i kübraya lüzum vardır ki, biri cezasını, diğeri mükâfatını görsün.



وَبِاْلاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
blank.gif
3



Bu cümledeki kelimelerin arasında bulunan nazm ve nizam:


1. Bu cümlenin mâkabliyle bağlanmasını ifade eden وَ bu rükn-ü imaniyenin burada sarahaten zikredilmesi için, âmm olarak zikredilen evvelki cümleden bu cümlenin tahsis lüzumuna binaen atıf yapılmıştır.


[NOT]Dipnot-1 “Siz, kan, saç ve tırnaklarınızı toprağa gömünüz ki, büyücüler onlarla sihir yapmasınlar.” Müsnedü’l-Firdevs, 1:102; Fethü’l-Kebîr, 2:375; Kenzü’l-Ummal, 17245; Cem’u’l-Cevâmi’, no: 885.
Dipnot-2 “İnsanda bir kemik (kemikte bir hücre) hariç, hepsi çürür. Bu çürümeyen, acbü'z-zeneb denilen kuyruk sokumu kemiğidir. Kıyamet günü yeniden yaratılış bundan terkip edilecektir.” Buhari, Tefsir: 39:3, 78:1; Müslim, Fiten: 141; Muvatta, Cenaiz: 48; Ebu Davud, Sünnet: 24; Nesai, Cenaiz: 117e; Müsned, 2:322, 428, 499, 3:28.
Dipnot-3 Onlar âhirete de kesin olarak inanırlar. Bakara Sûresi, 2:4.
[/NOT]

acbü’z-zeneb: insanın tekrar yaratılışında çekirdek görevini görecek olan hücre; bir tür genetik şifre
adalet: hak sahibine hakkını verme, haksızı terbiye etme ve cezalandırma
adâlet-i İlâhîye: Allah’ın adaletialelekser: çoğunlukla, genellikle
beden-i insanî: insan bedenicüz’: parça, kısım
delil-i adlî: adaletle ilgili delil; Allah’ın kâinata koymuş olduğu adalet ve düzeni gösteren delilecza-yı asliye: asıl parçalar; vücuttaki el, ayak, göz gibi
ecza-yı zâide: asıl olmayan parçalar; bedendeki tırnak ve saç gibifâcir: günahkâr
gaddar: acımasız, çok zulmedenhaşir: insanın öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanması
hikmet-i ilâhiye: Allah’ın her şeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratmasımahkeme-i kübrâ: öldükten sonra âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme
mekruh: dinen kesin bir şekilde haram edilmeyen, ancak yapılması da hoş görülmeyen şeymâkabli: öncesi, önceki
münezzeh: temiz, beri, arınmışmütedeyyin: dindar
nazaran: bakışla, bakmakla, -göre nazm: dizme, tertip edip düzenleme; Kur'ân-ı Kerîmin Allah Teâlâ tarafından dizilen mübârek sözleri, ifadeleri
nebatat: bitkilerneşv ü nema: büyüyüp gelişme
nizam: düzen, sistemrükn-ü imaniye: imana dair rükün, esas, şart
sarahaten: açıkça, açık olaraksünnet: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler
tahakküm: baskıtahkir: aşağılama
tahsis: hâs kılma, özelleştirme; genel bir mânâ ve hüküm ifade eden bir sözü, belirli bir hükme mahsus kılma, belirli bir mânâda kullanmatecellî etme: ortaya çıkma, yansıma
teşekkül etme: oluşma, yapılmazerre: atom, hücre
zillet: alçalma, aşağılanmazâhir: dış görünüş
zâlim: zulmeden, haksızlık edenâmm: genel; sayısız şeyleri içine alan, aynı cinsten bir çok fertlere birden delâlet eden lâfız; cemaat, kavm lâfızları gibi
şehadet: tanıklıkوَ: (bk. ḥ-r-f

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Delâil-i Haşir - Sayfa: 91


2. Takdimiyle hasrı ifade eden بِاْلاٰخِرَةِ
blank.gif
1
kelimesi, bazı ehl-i kitabın iman ettikleri âhiret, hakikî bir âhiret olmadığına târizdir. Çünkü, onların
2 لَنْ تَمَسَّنَا النًّارُ اِلاَّۤ اَيَّامًا مَعْدُودَةً âyet-i kerimesinin hikâye ettiği gibi, “Cehennem ateşi, bizi daima yakacak değil ya! Ancak birkaç gün yakacaktır” gibi sözleriyle ve bir cihette lezaiz-i cismaniyeyi nefiy ve inkâr ettiklerinden anlaşıldığına göre, bildikleri âhiret, mecazî bir âhiret imiş.

3. Malûm ve mâhut olan şeye işaret için vaz edilen اَلْ edatı, bütün kütüb-ü semâviyenin lisanlarında deveran eden mâhut âhirete işarettir. Veyahut mezkûr delâil-i fıtriye ile akılların gözleri önünde hazır olan ve âhiret ile anılan hakikate işarettir.

4. Mukadder bulunan neş’enin sıfatına âhiret tabiri, zihinleri neş’e-i ûlâya çevirip, ondan neş’e-i uhrâya bil’intikal, imkân yolunu göstermek için ihtiyar edilmiştir.

5. Yakîn ile beraber tasdiki birlikte ifade eden يُؤْمِنُونَ
blank.gif
3
kelimesine bedel يُوقِنُونَ
blank.gif
4
tabiri, haşir meselesi şek ve şüphelere bir mahşer ve bir mecma’ olduğu için, tasdikten fazla îkan ve yakîn daha ehemmiyetli olduğuna işarettir. Veya ehl-i kitabın iddia ettikleri iman, yakînden hâli olduğundan, onların imanı, iman olmadığına işarettir.


endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1 Âhirete.
Dipnot-2 “Sayılı birkaç gün müstesna ateş bize dokunmayacaktır.” Bakara Sûresi, 2:80.
Dipnot-3 İnanırlar.
Dipnot-4 Kesin olarak inanırlar.
[/NOT]

bil’intikal: geçerek, geçmekledelâil-i fıtriye: yaratılıştaki deliller
deveran: dönme, dolaşmaehl-i kitap: semavî kitaba inanan Hıristiyan ve Yahudiler
hakikat: gerçek, esashasr: sınırlandırma, ait kılma; bir hükmün yalnızca bir şeye, veya bir şahsa verilmesi
haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanmahâli: beri, uzak
ihtiyar edilme: tercih edilme, seçilmeimkân: olabilirlik; varlığı ile yokluğu eşit olan ve varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olan
inkâr: reddetme, kabul etmemekütüb-ü semâviye: vahye dayanan mukaddes kitaplar; Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı Kerîm
lezaiz-i cismaniye: vücudun hissettiği zevk ve lezzetlerlisan: dil
mahşer: toplanma yerimalûm: bilinen
mecazî: gerçek olmayan, kendi mânâsı dışında başka bir mânâyı gösterenmecma’: toplanma yeri
mezkûr: zikredilenmukadder: gr. lâfız olarak zikredilmediği halde gizli olarak kastedilen mânâ; Kur’ân’da geçen “De ki” ifadelerinin altında “Ey Muhammed kullarıma de ki” mânâsının bulunması gibi
mâhut: belirli, muayyennefiy: inkâr etme, uzak tutma
neş’e: yaratılış, doğmaneş’e-i ûlâ: ilk yaratılış
neş’e-yi uhrâ: öldükten sonra âhirette ikinci kez yaratılıştabir: ifade, söz
takdim: öne alma, öne geçirmetasdik: kabul etme, doğrulama, onaylama
târiz: dokundurma, iğneleme, taşlama; sözde bir yönü göstererek başka bir yönü kastetme sanatı, meselâ; insanlara zarar veren kimseye “İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır.” diyerek o kimsenin hayırlı biri olmadığını söylemek gibivaz edilme: konulma
yakîn: şüphe edilmeyecek derecede kesinlikâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
âyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın her bir cümlesiîkan: bir şeyi şüphe edilmeyecek derecede bilme
şek: şüpheاَلْ: (bk. ḥ-r-f

<tbody>
</tbody>

 
Üst