Altıncı Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici


besmele.jpg


اِنَّ اللهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ
blank.gif
1

NEFİS VE MALINI Cenâb-ı Hak
ka satmak ve Ona abd olmak ve asker olmak ne kadar kârlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciği dinle:


Bir zaman bir padişah, raiyetinden iki adama, herbirisine emaneten birer çiftlik verir ki, içinde fabrika, makine, at, silâh gibi herşey var. Fakat fırtınalı bir muharebe zamanı olduğundan hiçbir şey kararında kalmaz; ya mahvolur veya tebeddül eder, gider. Padişah, o iki nefere, kemâl-i merhametinden, bir yaver-i ekremini gönderdi. Gayet merhametkâr bir ferman ile onlara diyordu:
“Elinizde olan emanetimi bana satınız; ta sizin için muhafaza edeyim, beyhude zayi olmasın. Hem muharebe bittikten sonra size daha güzel bir surette iade edeceğim. Hem güya o emanet malınızdır; pek büyük bir fiyat size vereceğim. Hem o makine ve fabrikadaki aletler benim namımla ve benim destgâhımda işlettirilecek; hem fiyatı, hem ücretleri birden bine yükselecek. Bütün o kârı size vereceğim. Hem de siz, âciz ve fakirsiniz. O koca işlerin masârifâtını tedarik edemezsiniz. Bütün masarifatı ve levâzımatı, ben deruhte ederim. Bütün varidatı ve menfaatı size vereceğim. Hem de terhisat zamanına kadar elinizde bırakacağım. İşte beş mertebe kâr içinde kâr!

“Eğer bana satmazsanız, zaten görüyorsunuz ki, hiç kimse elindekini muhafaza edemiyor. Herkes gibi elinizden çıkacak. Hem beyhude gidecek; hem o yüksek fiyattan mahrum kalacaksınız. Hem o nazik, kıymettar aletler, mizanlar, istimal


[NOT]Dipnot-1 “Allah mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında Cenneti onlara vermek suretiyle satın almıştır.” Tevbe Sûresi, 9:111.[/NOT]


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)abd: kul (bk. a-b-d)
beyhude: boşunaderuhte etmek: yerine getirmek
ferman: buyrukistimal etmek: kullanmak
kemâl-i merhamet: merhametin mükemmelliği (bk. k-m-l; r-ḥ-m)kıymettar: kıymetli, değerli
levâzımat: gerekli olan şeylermahrum: yoksun (bk. ḥ-r-m)
masârifât: giderlermenfaat: yarar
merhametkâr: merhametli, şefkatli (bk. r-ḥ-m)mertebe: derece
mizan: tartı, terazi (bk. v-z-n)muhafaza etmek: korumak (bk. ḥ-f-ẓ)
muharebe: savaşnam: ad
nefer: asker, ernefis: kişinin kendisi; ruh, can, hayat (bk. n-f-s)
raiyet: halksuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tebeddül etmek: değişmektedarik etmek: elde etmek
temsilî: kıyaslamalı benzetme şeklinde, analojik (bk. m-s̱-l)terhisat: askerliğin bitişiyle salıverilme
varidat: gelirleryaver-i ekrem: çok değerli, yüksek rütbeli memur (bk. k-r-m)
zayi: kayıpâciz: güçsüz (bk. a-c-z)

<tbody style="margin: 0px; padding: 0px;">
</tbody>
 
Son düzenleme:

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Altıncı Söz - Sayfa 53

edilecek şahane madenler ve işler bulmadığından, bütün bütün kıymetten düşecekler. Hem idare ve muhafaza zahmeti ve külfeti başınıza kalacak. Hem emanette hıyanet cezasını göreceksiniz. İşte beş derece hasâret içinde hasâret!

“Hem de bana satmak ise, bana asker olup benim namımla tasarruf etmek demektir. Adi bir esir ve başıbozuğa bedel, âli bir padişahın has, serbest bir yaver‑i askeri olursunuz.”

Onlar şu iltifatı ve fermanı dinledikten sonra, o iki adamdan aklı başında olanı dedi: “Başüstüne! Ben maaliftihar satarım, hem bin teşekkür ederim.”

Diğeri mağrur, nefsi firavunlaşmış, hodbin, ayyaş, güya ebedî o çiftlikte kalacak gibi dünya zelzele ve dağdağalarından haberi yok, dedi: “Yok yok, padişah kimdir? Ben mülkümü satmam, keyfimi bozmam.”

Biraz zaman sonra birinci adam öyle bir mertebeye çıktı ki, herkes haline gıpta ederdi. Padişahın lûtfuna mazhar olmuş; has sarayında saadetle yaşıyor. Diğeri öyle bir hale giriftar olmuş ki, herkes ona acıyor, hem “Müstehak!” diyor. Çünkü hatasının neticesi olarak, hem saadeti ve mülkü gitmiş, hem ceza ve azap çekiyor.

İşte, ey nefs-i pürheves! Şu misalin dürbünüyle hakikatin yüzüne bak. Amma o padişah ise, Ezel-Ebed Sultanı olan Rabbin, Hâlıkındır. Ve o çiftlikler, makineler, aletler, mîzanlar ise, senin daire-i hayatın içindeki mâmelekin ve o mâmelekin içindeki cisim, ruh ve kalbin ve onlar içindeki göz ve dil, akıl ve hayal gibi zahirî ve batınî hasselerindir. Ve o yaver-i ekrem ise, Resul-i Kerîmdir. Ve o ferman-ı ahkem ise, Kur’ân-ı Hakîmdir ki, bahsinde bulunduğumuz ticaret-i azîmeyi şu âyetle ilân ediyor:

اِنَّ اللهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ

Ezel-Ebed Sultanı: başlangıcı ve sonu olmayıp bütün zamanlara egemen olan Allah (bk. e-z-l; e-b-d; s-l-ṭ)Hâlık: herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
Resul-i Kerîm: Allah’ın çok şerefli ve değerli elçisi Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)ayyaş: sarhoş
batınî: iç, görünmeyendaire-i hayat: hayat alanı (bk. ḥ-y-y)
dağdağa: karışıklık, gürültüebedî: sonsuz (bk. e-b-d)
ferman: buyrukferman-ı ahkem: sağlam esaslar içeren buyruk (bk. ḥ-k-m)
firavunlaşmak: kendisini ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük görmek (bk. bilgiler-Firavun)giriftar: tutulmuş, yakalanmış
gıpta: özenme, hayranlıkhakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
has: özelhasse: duyu, organ
hasâret: zarar, kayıphodbin: bencil, kibirli
hıyanet: hainlik, ihanetiltifat: gönül okşayıcı güzel söz
külfet: yük, ağırlıklûtuf: iyilik, ihsan, bağış (bk. l-ṭ-f)
maaliftihar: iftiharla, memnuniyetlemazhar olmak: erişmek (bk. ẓ-h-r)
mağrur: gururlu, kendini beğenmişmertebe: derece
mâmelek: sahip olunan herşey (bk. m-l-k)mîzan: tartı, ölçü (bk. v-z-n)
mülk: sahip olunan şey (bk. m-l-k)müstehak: layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
nam: adnefis: insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nefs-i pürheves: heveslerinin peşinde koşan nefis (bk. n-f-s)saadet: mutluluk
tasarruf etmek: dilediği gibi kullanmak (bk. ṣ-r-f)ticaret-i azîme: büyük ticaret (bk. a-ẓ-m)
yaver-i asker: önemli, gözde askeryaver-i ekrem: çok değerli, yüksek rütbeli memur (bk. k-r-m)
zahirî: dış, görünen (bk. ẓ-h-r)zelzele: sarsıntı, deprem

<tbody style="margin: 0px; padding: 0px;">
</tbody>
 
Son düzenleme:

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Altıncı Söz - Sayfa 54

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Ve o dalgalı muharebe meydanı ise, şu fırtınalı dünya yüzüdür ki, durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: “Madem herşey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdil edip ibkà etmek çaresi yok mu?” deyip düşünürken, birden semâvî sadâ-yı Kur’ân işitiliyor. Der:

“Evet, var. Hem beş mertebe kârlı bir surette, güzel ve rahat bir çaresi var.”

Sual: Nedir?

Elcevap: Emaneti sahib-i hakikîsine satmak. İşte o satışta beş derece kâr içinde kâr var.

Birinci kâr: Fânî mal bekà bulur. Çünkü Kayyûm-u Bâkî olan Zât-ı Zülcelâle verilen ve Onun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zâil, bâkîye inkılâb eder, bâkî meyveler verir. O vakit ömür dakikaları, adeta tohumlar, çekirdekler hükmünde, zahiren fena bulur, çürür; fakat âlem-i bekàda saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler ve âlem-i berzahta ziyâdâr, mûnis birer manzara olurlar.

İkinci kâr: Cennet gibi bir fiyat veriliyor.

Üçüncü kâr: Her âzâ ve hasselerin kıymeti birden bine çıkar. Meselâ akıl bir alettir. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş’um ve müz’iç ve muacciz bir alet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinanesini ve gelecek zamanın ehvâl-i muhavvifanesini senin bu biçare başına yükletecek; yümünsüz ve muzır bir alet derekesine iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz’aç ve tacizinden kurtulmak için, galiben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikîsine satılsa ve Onun hesabına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini saadet-i ebediyeye müheyya eden bir mürşid-i Rabbânî derecesine çıkar.

Meselâ göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, geçici, devamsız bazı güzellikleri,


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Kayyûm-u Bâki: sürekli hayat sahibi olan ve herşeyi her an ayakta tutan Allah (bk. ḳ-v-m, b-ḳ-y)
Mâlik-i Hakikî: herşeyin gerçek sahibi olan Allah (bk. m-l-k; ḥ-ḳ-ḳ)Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
bekà bulmak: kalıcı ve sürekli hâle gelmek (bk. b-ḳ-y)biçare: çaresiz
bâkî: kalıcı, sürekli (bk. b-ḳ-y)define: hazine, gizli servet
dereke: aşağı dereceehval-i muhavvifane: dehşetli korkular
fena bulmak: yok olmak (bk. f-n-y)fânî: geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
fâsık: günahkârgaliben: çoğunlukla
hasse: duyuhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ibkà etmek: kalıcı ve sürekli hale getirmek (bk. b-ḳ-y)inkılab etmek: dönüşmek
iz’âç: sıkıntı, rahatsızlıkkâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
meş’um: kötü, uğursuzmuacciz: sıkıcı, rahatsız edici
muharebe: savaşmuzır: zararlı
mûnis: dost, canayakınmüheyyâ eden: hazırlayan
mürşid-i Rabbânî: Allah’a yönelten yol gösterici (bk. r-ş-d, r-b-b)müz’iç: sıkıntı veren
nefis: insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden güç (bk. n-f-s)nihayetsiz: sonsuz
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)saadet: mutluluk
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. v-b-d)sadâ-yı Kur’ân: Kur’ân’ın sesi
sahib-i hakiki: gerçek sahip (bk. ḥ-ḳ-ḳ)sarf edilmek: harcanmak
semâvî: vahiyle gelen, İlâhî (bk. s-m-v)suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
taciz: rahatsız etmetebdil etmek: değiştirmek
tılsım: sır, gizemyümün: uğur, bereket
zahiren: görünüşte (bk. ẓ-h-r)ziyadar: ışıklı
âlem: dünya (bk. a-l-m)âlem-i bekà: sonsuz ve kalıcı olan âhiret âlemi (bk. a-l-m; b-ḳ-y)
âlem-i berzah: dünya ile âhiret arasındaki kabir âlemi (bk. a-l-m)âlâm-ı hazinane: hüzün veren elemler, acılar
âzâ: organömr-ü zail: geçici ömür (bk. z-v-l)

<tbody style="margin: 0px; padding: 0px;">
</tbody>
 
Son düzenleme:

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Altıncı Söz - Sayfa 55

manzaraları seyirle şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve Onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütalâacısı ve şu âlemdeki mucizât-ı san’at-ı Rabbaniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar.

Meselâ dildeki kuvve-i zâikayı Fâtır-ı Hakîmine satmazsan, belki nefis hesabına, mide namına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzâk-ı Kerîme satsan, o zaman dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i İlâhiye hazinelerinin bir nâzır-ı mâhiri ve kudret-i Samedâniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.

İşte, ey akıl, dikkat et! Meş’um bir alet nerede, kâinat anahtarı nerede? Ey göz, güzel bak! Adi bir kavvad nerede, kütüphane-i İlâhînin mütefennin bir nâzırı nerede? Ve ey dil, iyi tat! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazine-i hassa-i rahmet nâzırı nerede?

Ve daha bunlar gibi başka aletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü’min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvafık bir mahiyet kesb eder. Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü’min imanıyla Hâlıkının emanetini Onun namına ve izni dairesinde istimal etmesidir. Ve kâfir hıyanet edip nefs-i emmâre hesabına çalıştırmasıdır.
Dördüncü kâr: İnsan zayıftır; belâları çok. Fakirdir; ihtiyacı pek ziyade. Âcizdir; hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâle dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdanı daim azap içinde kalır. Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş ya canavar eder.

Beşinci kâr: Bütün o âzâ ve aletlerin ibadeti ve tesbihâtı ve o yüksek ücretleri,


Hâlık: herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)Rezzak-ı Kerim: bütün yaratılmışların rızıklarını veren ve pek büyük ikram sahibi olan Allah (bk. r-z-ḳ; k-r-m)
Sâni-i Basîr: herşeyi gören ve sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; b-ṣ-r)dereke: aşağı derece
elem: acı, üzüntühakikaten: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hazine-i hassa-i rahmet nâzırı: İlahi rahmetin çok özel hazinelerinin gözlemcisi (bk. r-ḥ-m; n-ẓ-r)heves-i nefsaniye: nefsin yasak arzu ve istekleri (bk. n-f-s)
hıyanet: ihanet, hainlikistimal etmek: kullanmak
itimad etmek: güvenmekkavvad: kötü ve çirkin işler için yol gösterici
kesb etmek: kazanmakkitab-ı kebîr-i kainat: büyük kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-b-r; k-v-n)
kudret-i Samedaniye matbahları: rızıkların İlâhî kudretle olgunlaştırıldığı mutfaklar (bk. ḳ-d-r; ṣ-m-d)kuvve-i zaika: tad alma duygusu
kâfir: inanmayan, inkâr eden (bk. k-f-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
küre-i arz: yerküre, dünyakütüphane-i İlâhî: İlâhi kütüphane, kâinat (bk. k-t-b; e-l-h)
mahiyet: özellik, nitelikmeşakkat: güçlük, zorluk
meş’um: kötümuvafık: layık, uygun
mu’cizât-ı san’at-ı Rabbaniye: Allah’ın san’at mu’cizeleri (bk. a-c-z; ṣ-n-a; r-b-b)mübarek: bereketli, uğurlu (bk. b-r-k)
müfettiş-i şâkir: şükreden denetleyici (bk. ş-k-r)mütalaacı: etraflıca inceleyip dü-şünen
mütefennin: bilgili, fen ilimlerine sahipmü’min: imanlı, Allah’a inanan (bk. e-m-n)
nam: adnefs-i emmâre: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu (bk. n-f-s)
nâzır: gözlemci (bk. n-ẓ-r)nâzır-ı mâhir: becerikli gözlemci (bk. n-ẓ-r)
rahmet-i İlâhiye: Allah’ın rahmeti, şefkat ve merhameti (bk. r-ḥ-m; e-l-h)semere: meyve, sonuç
sukut etmek: düşmektavla: ahır
teessüf: üzüntü, hayıflanmatesbihat: Allah’ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)
tevekkül etmek: Allah’a dayanmak ve güvenmek (bk. v-k-l)ziyade: çok
âciz: güçsüz (bk. a-c-z)âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)
âzâ: organlar

<tbody style="margin: 0px; padding: 0px;">
</tbody>
 
Son düzenleme:

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Altıncı Söz - Sayfa 56

en muhtaç olduğun bir zamanda Cennet yemişleri suretinde sana verileceğine, ehl-i zevk ve keşif ve ehl-i ihtisas ve müşahede ittifak etmişler.

İşte bu beş mertebe kârlı ticareti yapmazsan, şu kârlardan mahrumiyetten başka, beş derece hasâret içinde hasârete düşeceksin.

Birinci hasâret:O kadar sevdiğin mal ve evlât ve perestiş ettiğin nefis ve hevâ ve meftun olduğun gençlik ve hayat zayi olup kaybolacak, senin elinden çıkacaklar. Fakat günahlarını, elemlerini sana bırakıp boynuna yükletecekler.

İkinci hasâret:Emanete hıyanet cezasını çekeceksin. Çünkü en kıymettar aletleri en kıymetsiz şeylerde sarf edip nefsine zulmettin.

Üçüncü hasâret: Bütün o kıymettar cihazât-ı insaniyeyi hayvanlıktan çok aşağı bir derekeye düşürüp hikmet-i İlâhiyeye iftira ve zulmettin.
Dördüncü hasâret:Acz ve fakrınla beraber, o pek ağır hayat yükünü zayıf beline yükleyip zevâl ve firak sillesi altında daim vâveylâ edeceksin.
Beşinci hasâret: Hayat-ı ebediye esasatını ve saadet-i uhreviye levazımatını tedarik etmek için verilen akıl, kalb, göz, dil gibi güzel hediye-i Rahmâniyeyi, Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir surete çevirmektir.

Şimdi satmaya bakacağız. Acaba o kadar ağır birşey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar?
Yok, kat’a ve asla! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye ise hafiftir, azdır. Allah’a abd ve asker olmak öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise, yalnız bir asker gibi, Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse, istiğfar etmeli.

“Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin” demeli ve Ona yalvarmalı.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)abd: kul (bk. a-b-d)
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)cihazât-ı insaniye: insanın cihazları, duyu ve organları
dereke: aşağı dereceehl-i ihtisas ve müşahede: görünmeyen âlemlere ait hakikatleri bizzat gözleyen ve bu konuda uzmanlaşan kimseler (bk. ş-h-d)
ehl-i zevk ve keşif: iman hakikatleri kendilerine açılan ve bu hakikatlerin zevkine erişen kimseler (bk. k-ş-f)elem: acı, üzüntü
emin: güvenilir (bk. e-m-n)esasat: esaslar, temeller
fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)ferâiz-i İlâhiye: Allah’ın zorunlu kıldığı görevler, farzlar (bk. e-l-h)
firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)haram: dinen yasaklanmış şey (bk. ḥ-r-m)
hasaret: zarar, ziyanhayat-ı ebediye: sonu olmayan, sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
hediye-i Rahmâniye: sonsuz rahmet sahibi Allah’ın hediyesi (bk. r-ḥ-m)helâl: dinen yapılmasına ve yenmesine izin verilen şey
hevâ: kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme (bk. h-v-y)hikmet-i İlâhiye: Allah’ın hikmeti (bk. ḥ-k-m; e-l-h)
hıyanet: ihanet, hainlikistiğfar: Allah’tan bağışlanma dileme (bk. ğ-f-r)
ittifak: birleşme, fikir birliğikabzetmek: almak
kat’a: kesinlikle, aslakâfi: yeterli
levazımat: gerekli şeylermahrumiyet: yoksun kalma (bk. ḥ-r-m)
meftun: düşkün, tutkun, aşıknam: ad
nefis: kişinin kendisi; insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)perestiş etmek: taparcasına sevmek
saadet-i uhreviye: âhiret hayatındaki mutluluk (bk. e-ḫ-r)sarf etmek: harcamak
sille: tokat, şamarsuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
sükûnet: sakinlik, rahatlık (bk. s-k-n)tedarik etmek: elde etmek
vaveyla: feryatzayi olmak: kaybolup gitmek
zevâl: gelip geçicilik (bk. z-v-l)âmin: Allahım kabul eyle (bk. e-m-n)

<tbody>
</tbody>
 
Son düzenleme:
Üst