Allah'ı İsimleriyle Tanıyalım.El Esmaül Hüsna.

ademyakup

Well-known member
Cevap: Başka bakışla Adl ismini Okumak

Ey iman edenler, Allah’tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah’tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”(Haşr Sûresi, 59/18)

Niçin haberdardır?

Çünkü yaratanı olarak herşeyden haberi vardır.o dilemedikçe hiçbir fiil oluşmaz.
Tüm oluşan fiilleri yaratanı olması ile habirdir.
 

ademyakup

Well-known member
El Halim

El-Halim

“Cezalandırmaya gücü yettiği halde, hemen ceza vermeyen.”
“Kullarının isyanlarına karşı, hemen öfkeye kapılmayan.”
“Şüphesiz Allah, Ğafur’dur, Halîm’dir.” (Âl-i İmran Sûresi, 3/155)
Hikmet dünyası olan bu âlemde, eşyayı yaratmakta acele etmeyen, mahlukatı safha safha yaratan Allah, bu imtihan dünyasında küfür ve isyanlara da hemen ceza vermez.
Kudreti yettiği halde, bu cezayı tehir eder. Kullara böylece tövbe kapısını açar ve onlara pişmanlık fırsatı verir.
Bu isimden kulun alacağı ders, işlediği günahlardan tövbe etmesi, Halîm ismi gereği, cezasının tehir edilmesini bir fırsat bilip, Allah Resûlünün(a.s.m.) tavsiyelerine uyarak, o günahlara kefaret olmak üzere güzel ameller işlemesidir.
Bir de, Allah’ın Halîm ve Ğafur olduğunu hatırlatarak onu isyana teşvik eden nefsine, Alîm, Rakîb, Hasîb ve Muntakim isimlerini hatırlatması ve böylece o nefsi yanlış yola girmekten men etmesidir. (Prof.Dr.Alaaddin Başar)
 

ademyakup

Well-known member
El Azim

El-Azim

“Hem zâtı hem de sıfatları sonsuz kemâlde olan.”
“Büyüklüğü akıl ve fehmin ihatasından münezzeh bulunan.”
“Göklerde ve yerde olanlar O’nundur. O, Aliyy’dir (yücedir), Azîm’dir.” (Şûrâ Sûresi, 42/4)
Azîm ismi, hem zâtın hem de sıfatların kemâline birlikte delalet eder. Azamette, heybet ve celâl mânâsı vardır.
Kur’ân’dan bir sûre okuduğumuzda bu tilavetimizi ‘sadakallahü’l-Azîm’ diye sona erdiririz; “Azîm olan Allah doğruyu ifade etti, hakikati ders verdi” deriz.
Böylece Kur’ân’ın da azametini hatırlar, “bütün insanlar ve cinler toplansa bir tek sûresinin bile mislini getiremeyeceğini” düşünür, onun belagatındaki azamete hayran oluruz.
Azîm olan Allah’ın kelamı taklide müsaade etmez. Bu hakikat, kâinat kitabı için de geçerlidir. Onun da ne sûrelerini, ne cümlelerini, ne de kelimelerini beşer taklit edememiştir ve edemez de.
Bir çiçekteki ilâhî sanatın azameti, herkesi aciz ve hakir bırakır; kimse onun taklidini yapamaz.
Azîm ismini çok yâd ettiğimiz bir mevki de rükûdur. Rükûda, ‘sübhane rabbiye’l-Azîm’, yani ‘beni en güzel şekilde terbiye eden Rabbim, Azîmdir, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir’ demekle, insan terbiyesindeki azameti hatırlamış oluruz.
Bu azamet karşısında eğilme ihtiyacı duyan bir ruh ve bu ihtiyaca cevap verecek şekilde yaratılmış bir beden...
İşte, ruhun ve bedenin böyle en güzel bir şekilde terbiye edilmeleri, ancak Azîm olan Allah’a mahsustur. (Prof.Dr.Alaaddin Başar)
 

ademyakup

Well-known member
El-Ğafur

“Affediciliği tam olan.”
“Kulların kusurlarını melaike ve ruhanîlere karşı örten.”
“... Muhakkak ki, Allah bütün günahları bağışlar.
O Ğafur ve Rahîm’dir.” (Zümer Sûresi, 39/53)
Bir âyet-i kerîmede, mealen şöyle buyrulmuştur:
“De ki: Ey nefislerinde israfa giren (haddi aşarak günah işlemekle nefislerine zulmeden) kullarım. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Muhakkak ki, Allah bütün günahları bağışlar. O Ğafur ve Rahîm’dir.” (Zümer Sûresi, 39/53)
Âyette geçen ‘nefis’ kelimesi, ‘zât’ mânâsına gelir ve insana emanet olarak verilen bütün organları, duyguları, hissiyatı, akıl ve kalbi içine alır.
Nur Külliyatı'nda şöyle bir cümle geçer:
“En kıymetdar âletleri, en kıymetsiz şeylerde sarfedip nefsine zulmettin.” (Sözler)
Aklını yanlış fikirlerle meşgul eden, kalbine bâtıl sevgileri yerleştiren, gözüyle harama bakan, diliyle yalan söyleyen, kısacası kendisine emanet verilen bütün o kıymetli aletleri ve duyguları, yanlış yolda kullanan insanlar ‘nefislerinde israfa girmiş’ kullardırlar. Bu âyet-i kerîme ile, insanların böyle bir israftan sakınmaları gereğine işaret edilmiş ve şeytana uyarak böyle bir hataya düşmeleri halinde de ümitsizliğe kapılmayarak, Allah’ın mağfiretine sığınmaları ders verilmiştir.
Her ikisi de ‘affedicilik’ mânâsını ifade eden Ğaffar ismiyle Ğafur ismi arasındaki ince farkı, İmam Gazâlî Hazretleri şöyle açıklar:
“Ğaffar, tekrar tekrar affeden demektir. Ğafur ise, affediciliği tam olup, afv ve mağfiretin en ileri derecesinde bulunan mânâsına gelir.”
Bu iki isimden kulun alacağı nasip, iki maddede özetlenebilir:
İnsan nefis ve şeytana uyarak bir günah işlediğinde, derhal tövbe etmeli ve ümitsizliğe düşmemek için Allah’ın Ğafur olduğunu hatırlamalıdır.
Kulun bu isimden alacağı diğer nasip ise, mü’minlerin hatalarını örtmesi, başkalarına anlatmaması ve onları bağışlamasıdır.
İnsan, kendi cüz’î izzetine karşı işlenen küçük hataları affedebilmelidir ki, sonsuz izzet ve azamet sahibi olan Allah’a karşı işlediği isyanların affını dilemeye yüzü olabilsin. (Prof.Dr.Alaaddin Başar)
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: El Azim

Eş-Şekûr

“Kendisine yapılan şükre, çok ecirle mukabele eden.”
“Cüz’î ibadetlere karşı küllî mükâfatlar, yüksek dereceler ve çok sevaplar veren.”
“Eğer Allah’a güzel bir borç verecek olursanız, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Allah Şekûr’dur, Halîm’dir.” (Teğâbün Sûresi, 64/17)
Bir âyet-i kerîme:
“And olsun ki, şükrederseniz elbette size daha fazla veririm. Ve eğer nankörlük ederseniz, haberiniz olsun ki azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim Sûresi, 14/7)
Şükretmek Allah’ın sonsuz nimet ve ihsanlarının kıymetini bilmek demektir ve küfranın zıddıdır.
Cenâb-ı Hak, bu insanlık görevini yerine getiren mü’min kullarına kat kat mükâfat vereceğini bu âyet-i kerîmeyle müjde veriyor.
Nur Külliyatı'nda, “Fıtrat-ı beşeriyede cemâle karşı bir muhabbet ve kemâle karşı perestiş etmek ve ihsana karşı sevmek vardır.” buyrularak, şükretmenin insanın yaratılışında mevcut olduğu ders verilir.
Bu dünyada bir çekirdeğe karşılık bir ağaç ihsan eden Allah, dünyada yapılan ibadet ve şükürlere öyle mükâfatlar verecektir ki, Allah Resûlünün(a.s.m.) ifadesiyle, “Ne gözler görmüş, ne kulaklar işitmiş ne de insanın kalbine, hatırına gelmiştir.”
Şekûr isminin Cennetteki tecellisi işte böyle muhteşem, böyle harika ve böyle azim olacaktır.
Kula yakışan ve yaraşan, fırsatı çok iyi değerlendirip şu kısa dünya hayatını şükür ve ibadetle geçirmek, böylece ebedî saadete mazhar olmaktır.
Bu isimden nasiplenen bir kul, insanlardan gördüğü iyiliklere karşı da teşekkürle mukabele eder. Nankörlükten ve nimeti küçümsemekten sakınır.
Nitekim, Allah Resûlü(a.s.m.) “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a şükretmez.” buyurmuşlardır. (Prof.Dr.Alaaddin Başar)

 

ademyakup

Well-known member
Cevap: El Azim

El-Aliyy

“Kemâl derecelerinin en yücesinde bulunan.”
“Allah bir insanla ancak bir vahy yoluyla ya da perde arkasından konuşur veya bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyeder. Gerçekten O, Aliyy’dir, Hakîm’dir.” (Şûrâ Sûresi, 42/51)
Allah’ın varlığı vaciptir. Yani varlığı zâtındandır, yokluğu muhaldir. Bu ulvî mertebe sadece Aliyy olan Allah’a mahsustur. O’ndan gayrı ne varsa, hepsi mümkindirler, yani bunların olup olmamaları eşittir; hepsi mahlukturlar, fanidirler, acizdirler. Bu varlıkların varlık mertebeleri, Vacib’in âlî mertebesi yanında çok aşağı ve süflî kalır.
Allah’ın bütün sıfatları mutlaktır, kayıt altına alınamazlar. Ve yine bütün sıfatları sonsuzdur; onların tecellileri için bir son düşünülemez.
İşte bu âlî mertebe de Allah’a mahsustur.
Mahlukatın ise, evvelleri olduğu gibi sonları da vardır. Öncesi ve sonrası olan bu varlıkların sıfatları da sınırlı ve kayıtlıdır. İşte bu sınırlı ve kayıtlı sıfatlar, sonsuz ve mutlak sıfatlar yanında çok süflî ve çok aşağı kalırlar.
Aliyy ismi bize bu gibi dersleri verir; sonsuz ve mutlak kemâlin ancak Allah’a ait olduğunu bildirir.
“O’nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O Aliyy’dir, Azîm’dir.” (Bakara Sûresi, 2/255)
Bir mü’min, Allah’ın sıfatlarının ulviyeti hakkındaki marifette ne kadar inkişaf ederse, Aliyy isminden o kadar fazla feyiz alır.
Kul, böylece manen terakki etmekle ulvî dereceler kazanır ve bu isme daha parlak bir ayna olur.
Ve yine, bir kul süflî, bayağı ve aşağı şeylerden uzak kaldığı ölçüde yükselir ve bu isimden alacağı feyiz de o nisbette artar. (Prof.Dr.Alaaddin Başar)


 

ademyakup

Well-known member
Cevap: El Azim

El-Kebir

“Büyüklükte kendisinden daha üstünü düşünülemeyen.”
“Celâli ve şânı pek yüce.”
“O, gaybı da, müşahede edileni de bilendir, Kebîr’dir, Müteâl’dir.” (Ra’d, 13/9)
Kebîr ismi, “Allah’ın zâtının kemâline delalet eder” denilmiştir. Büyüklük, kemâl ile yakından ilgilidir. İlmi kemâle ermiş kimselere ‘büyük insan’ deriz. Keza, irfan, ahlâk, takva ve salahatta üstün olan insanlar da büyüktürler.
Bunlardan söz ederken, ‘ilmi büyük’ yahut ‘irfanı büyük’ demez, sadece ‘büyük’ demekle yetiniriz. Böylece, büyüklüğü sıfatlara değil, doğrudan zâta vermiş oluruz.
Allah’ın bütün sıfatlarının, isimlerinin ve fiillerinin sonsuzluğu Allah’ın zâtının büyüklüğünü gösterirler. (Prof.Dr.Alaaddin Başar)
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: El Azim

Azîm, Kebîr ve Aliyy isimleri arasındaki fark nedir?

Azîm, Kebîr ve Aliyy isimleri arasındaki ince farkı bir derece anlamak için bunların karşılığı olarak kullanılan ‘yüce, büyük ve yüksek’ kelimelerine bakmak gerekir. Bu kelimeler, o isimlerin mânâlarını tam ifade etmeseler de, aralarındaki fark hususunda bize bir fikir verebilirler. Yani, bu üç kelime aynı mânâya gelmedikleri gibi, bu isimler de aynı değildirler.
Bir de bu isimlerin zıtlarına baktığımızda, ‘azîm’ kelimesinin zıddı 'hakir', ‘kebîr’in zıddı küçük, ‘âlî’nin zıddı 'aşağı' veya 'alçaktır.'
Bilindiği gibi, Güneş’le Dünya arasındaki mesafe, yaklaşık yüz elli milyon kilometredir ve ışık, bu uzun mesafeyi sekiz dakikada kat ettiği halde, ışığı hâlâ dünyaya ulaşmamış yıldızlar vardır.
Bu bilginin ışığında, ‘azamet, kibriya ve ulviyet’ mefhumları arasındaki farka bir derece bakmaya çalışalım.
Semanın bu uçsuz bucaksız genişliğini ve yüksekliğini gözlerin ihatadan ve akılların idrakten aciz kalması noktasında, sema azimdir.
Semanın büyüklüğü yanında yeryüzündeki bütün büyük cisimlerin küçük kalması yönüyle, sema kebîrdir.
Semanın yüksekliği yanında yeryüzündeki bütün yüksekliklerin süflî kalacağı cihetiyle de sema âlîdir.
Bu misal, maddeden münezzeh olan Allah’ın azamet, ulviyet ve kibriyasını anlamakta, elbette tam bir ölçü olamaz. Zira, hiçbir cihetle mahlukuna benzemeyen Allah’ın büyüklüğü, azameti ve ulviyeti de kendine hastır ve bunların bir benzeri düşünülemez. Ancak, bu misal ile sözkonusu isimlerin aynı olmadıkları, bir derece anlaşılabilirse maksat hasıl olmuş demektir.
Azamet, ulviyet ve kibriya, bütün sıfatlar için olduğu gibi bütün şuunât, fiiller ve isimler için de sözkonusudur.
Sadece bir misal olarak merhamet üzerinde duralım:
Nur Müellifi, “Bütün validelerin şefkatleri rahmet-i ilâhiyenin bir lem’asıdır” buyurur.
Merhametli olmak bir üstünlüktür ve bu sıfatın kemâli ancak Kebîr olan Allah’a mahsustur.
Allah’ın o azim rahmetinin genişliğini ve şümûlünü akıllar idrak edemezler.
Ve Allah’ın mahlukatına ettiği merhamet, bütün merhametlerden çok daha âlîdir, yüksektir. (Prof.Dr.Alaaddin Başar)
 

ademyakup

Well-known member
El-Hafiz

“Koruyan, muhafaza eden.”
“Varlıkları, kaderle tayin edilmiş bir ecele kadar, zevale uğramaktan koruyan.”
“…Hem Rabbim sizin yerinize başka bir kavmi geçirir de siz O’na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, her şeyi gözetleyip koruyandır, Hafîz’dir.” (Hûd Sûresi, 11/57)
Hafîz: “Bütün varlık âleminin plan ve programını nur-u Muhammedî’de saklayan.”
“Bir ağacın bütün özelliklerini çekirdeğinde derceden.”
“Birçok canlı türünün planlarını yumurtalarında, birçoklarını da spermalarında muhafaza eden.”
“İnsanın bütün amellerini onun hafızasında kaydeden.”
“Hafaza meleklerine insanın bütün iyi ve kötü işlerini kaydettiren.”
“İnsan-ı ekber denilen kâinattaki her şeyi ve her hadiseyi Levh-i Mahfuzda yazan.”
Bütün bu saydıklarımız, hafîziyetin yani hıfz edip korumanın en çok kullanılan mânâlarıdır.
Hıfzın diğer bir mânâsı da, “hayata düşman olan unsurları dizginleyip, belli bir ecele kadar yaşama fırsatı tanıyan” demektir.
Bu hıfz ve muhafaza olmasaydı, ormanlarda vahşi hayvanlardan başkasının yaşamaması gerekirdi. Ama, gerçek hiç de öyle değil. Aslanlara, parslara, kaplanlara rağmen, tavşanından tilkisine, ceylanından keçisine kadar nice hayvan türleri aynı mekân içinde hayatlarını sürdürürler.
Bu hal bir hıfzedicinin varlığını, bütün akıllara net biçimde gösterir.
Bu isimden kulun alacağı en önemli ders, bir muhasebe gününe doğru her gün bir adım daha attığını düşünerek, günahlardan, haramlardan ve hatalardan uzak kalmasıdır. Bedenini zararlı maddelerden koruduğu gibi, ruhunu, kalbini ve aklını da şeytanın ve şeytan vazifesi gören dessas insanların şerrinden korumasıdır. (Prof.Dr.Alaaddin Başar)
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: El Azim

El-Hasib

“Kulların yaptıklarını muhasebeye tâbi tutan.”
“Amellerin karşılığını verme hususunda kâfi olan.”
“Onlar (peygamberler) Allah’ın gönderdiklerini tebliğ edenler, O’ndan korkanlar ve Allah’tan başka hiç kimseden korkmayanlardır. Hasîb olarak Allah yeter.”( Ahzâb33/, 39)
Bu ism-i şerif ‘Alîm, Habîr ve Hafîz’ isimleriyle yakından ilgilidir.

İnsanı yaratan Allah, elbette onun her şeyini, her fikrini, her inancını, her niyetini yakînen bilir. Allah’ın bildiği, haberdar olduğu ve hıfzettiği bu gibi hal ve hareketlerden, insanın cüz’î iradesine bırakılan ve hakkında emir ve yasak bulunanlar, ahirette Hasîb isminin tecellisiyle, muhasebeye konu olacaklar ve insan, bütün bunlardan hesaba çekilecektir.

Hesap sormak, ‘bilmekten, haberdar olmaktan ve hıfzetmekten’ farklıdır. Bundan dolayı, Hasîb ismi, Alîm, Habîr ve Hafîz isimlerinden ayrıdır ve müstakil bir isimdir.


Nur Külliyatından bir ikaz cümlesi:
“İnsan bu keramete, bu şerefe nâil olduğu halde, kendisini başıboş ve gayr-ı mes’ul zannetmesin. Onun da divan-ı muhasebatta pek karışık hesabları vardır. Ondan kurtulduktan sonra, müstehak olduğu yere gidecektir.” (Mesnevî-i Nuriye)

Hasîb isminin bir başka mânâsı da ‘kâfi gelen, yeten’ şeklindedir.
“Hasbiyallahu lâ ilâhe illa hu,” yani “Allah bana yeter, O’ndan başka ilâh yoktur.” (Tövbe, 9/129) âyet-i kerîmesi, Hasîb isminin insan kalbindeki kâmil tecellisini bize haber vermektedir. “Allah bana yeter” cümlesi bir hükümdür, “O’ndan başka ilâh yoktur” cümlesi ise bu hükmün delilidir.

Bütün mü’minler, ‘Hasbünallah’ yani ‘Allah bize yeter’ derler. Çünkü O’nu, “her şeyin dizgini elinde, herşeyin hazinesi yanında, herşeyin yanında nâzır, her mekânda hazır, mekândan münezzeh, aczden müberra, kusurdan mukaddes, nakstan mualla bir Kadîr-i Zülcelâl, bir Rahîm-i Zülcemâl, bir Hakîm-i Zülkemâl” (Nur Külliyatı'ndan, Sözler) olarak tanırlar ve böylece iman ederler.

Kulun bu isimden alacağı ders,

ölümle birlikte hesap döneminin başlayacağını,

kabir âleminde sorguya çekileceğini,

kıyamet ve haşir safhalarından sonra her amelinden en ince teferruatına kadar hesap vereceğini bilmesi

ve ömrünü ona göre tanzim etmesidir.

Bu kısa dünya dönemine aldanmaması, ana rahminde olduğu gibi kabir âleminde ve daha sonrasında kimseden bir yardım görmeyip, ancak Allah’a sığınacağını bilerek, bu dünya hayatında da “Allah bana kâfidir” deyip, teslim ve tevekkül dairesinde yaşamaya çalışmasıdır. (Prof.Dr.Alaaddin Başar)
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: El Azim

El-Celil

“Sıfatları sonsuz kemâlde bulunan.”
“Mâlikiyet, hâkimiyet, kudret, azamet gibi bütün celâl sıfatlarına sahip olan.”
“Heybeti, akılları dehşette bırakan.”
Celîl ismi, Azîm ismine yakın bir mânâ taşır. Aralarındaki ince farkı İmam Gazâlî Hazretleri şöyle ifade eder:
“Celîl ismi sıfatların kemâline delalet eder. Azîm ismi ise, hem zâtın hem de sıfatların kemâline birlikte delalet eder.” Nur Külliyatından bir hakikat dersi:
“İsm-i Celâl, alelekser nevilerde, külliyatta tecelli eder. İsm-i Cemâl ise mevcudatın cüz’iyatına tecelli eder... Ve keza celâl, vâhidiyetin tecellisinden, cemâl dahi ehadiyetin tecellisinden zahir olur.” (Mesnevî-i Nuriye)
Bir çiçeğe baktığımızda ondaki güzelliğe, ince sanata, renklerindeki ahenge hayran kalırız. Bu güzellik Allah’ın Cemîl isminin bir tecellisidir. Bütün çiçeklere birden nazar edebilsek, bu hayranlığımız hayrete dönüşür. Bu kadar çiçeği ayrı ayrı süslemek, aralarında hoş bir ahenk kurmak azim bir tasarruftur, harika bir icraattır. İşte bu azamet, haşmet ve büyüklük mânâları, Celîl isminin tecellisiyledir.
Bir kuşun, bulduğu bir taneyi zevkle ve heyecanla yemesinde, Rezzak isminin bir tecellisini seyrederiz. Bir milyonu aşkın canlı türünün, rakamlara sığmayacak kadar çok fertlerinin birlikte rızıklanmalarını düşündüğümüzde, karşımızda bir celâl tablosunu buluruz. Ve o muhteşem ziyafette Celîl isminin bir tecellisini okuruz.
Yıldızlar âlemini ve büyük denizleri seyrettiğimizde de nazarımıza öncelikle celâl tecellisi çarpar. Bu haşmetli tablolarda Celîl ismini okuruz. Ancak, bunların gözleri kamaştıran bir güzellikleri de vardır. Her iki tabloda da celâl içinde bir cemâl tecellisiyle karşılaşırız. Nur Müellifi bu hakikati, ‘celâlin gözünde cemâl’ şeklinde ifade buyurur.
Kısacası, her biri sonsuz kemâlde bulunan ilâhî isimlerin, bütün mahlukatı kaplayan o muhteşem tasarruflarının her biri, vahidiyetin tecellisiyledir ve Celîl ismini bir başka pencereden bize gösterir dururlar. Bir tecellide, Allah’ın ‘celîl hâlıkiyetini,’ bir başkasında ‘celîl hâkimiyetini’ bir diğerinde ise ‘celîl mâlikiyetini...’ müşahede ederiz.
Hâlıkiyet, mâlikiyet ve hâkimiyetin, bütün varlık âlemini ihata etmeleri ve hükümleri altına almaları, vahidiyet tecellileridir ve Celîl ismini fikir ehline okutturur, ders verirler.
Kulun bu isimden alacağı ders:
İnsan, kendi varlığını sonsuz varlıklardan bir nokta, simasını sonsuz simalardan bir sima, sofrasını sonsuz sofralardan bir sofra... olarak görüp, ilâhî isimlerin o celîl tecellileri karşısında hayretle secde etmeli, haddini bilmeli ve isyandan sakınmalıdır. (Prof.Dr.Alaaddin Başar)
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: El Azim

El-Kerim

“Keremi ve bağışı bol olan.”
“Cömertliği daimî olan.”
“Bir karşılık gözetmeden inayetiyle ihsan eden.”
“...Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Ğani‘dir (hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır), Kerîm’dir.” (Neml, 27/40)
Allah’ın bütün varlıklara, özellikle canlılara yaptığı sonsuz ihsan ve ikramlar herkesin malûmudur. Hava nimetinden, bütün canlıları faydalandıran Allah, bu yardımlarını ve bağışlarını karşılıksız olarak yapmakta, böylece sonsuz kereminin sayısız örneklerini sergilemektedir.
Bu isim, insanlar için kullanıldığında, ‘şerefli, itibarlı, cömert’ gibi mânâlara gelir. Şu var ki, insanlar çoğu zaman yardımlarını karşılıksız yapmaz, maddî veya manevî bir ücret beklerler. Halbuki, kerîm olan zât, yaptığı yardıma, karşılık beklemez. Bir fakirin karnını doyurduktan sonra, ondan iş talebinde bulunan insana ‘kerîm’ denmez.
Bir ömür boyu, nefislerinin tatminiyle uğraşan ve şahsî menfaat peşinde durmadan koşan kimseler, Kerîm isminin feyzinden nasipsizdirler; insanlar arasında makbul sayılmadıkları gibi Allah katında da değersizdirler.
Cömertlikle ilgili şu hadis-i şerif bu noktada çok ibretlidir:
“Cömert, Allah’a yakın, Cennete yakın, insanlara yakın, Cehennemden uzaktır.” (Prof.Dr.Alaaddin Başar)
 

ademyakup

Well-known member
Er-Rakib

“Kullarının her şeylerini gözeten, müşahedesi altında tutan.”
“Her şey, ilmi, nazarı ve murakabesi altında bulunan.”
“Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde Rakîb’dir.” (Nisâ, 4/1)
Bu ilâhî isim, Alîm, Basîr ve Şehîd isimleriyle yakından ilgilidir. Her şeyi gören, bilen ve her hadisenin şahidi olan Allah, elbette bütün varlıkları ve bilhassa insanları daimî bir murakabe altında bulundurur. Bilhassa insanları diyoruz; çünkü insan, kendisine cüz’î irade verilmesi sebebiyle ihtiyarî fiillerde serbest bırakıldığından, bu murakabe en ileri mânâda onda merkezleşir.
Bu ismi düşünen bir kul, kendi nefsini daima gözetler, kontrol eder. Onu başıboş bırakmamaya, günah ve isyan sahasına sokmamaya çalışır.
Kendisini, Allah Resûlünün (a.s.m.) ifadesiyle, bir çoban olarak bilir ve güttüklerinden sorumlu olduğunu idrak ederek, nefsini, aile fertlerini ve sorumluluk sahasına giren herkesi ve her şeyi murakabe altında tutmaya çalışır.
Duygularını, haramdan ve şüpheli şeylerden korur.
Gözünü harama yönlendirmez, kulağına her şeyin girmesine izin vermez.
Aklını gereksiz ve zararlı şeylere yormaz.
Kalbini de murakabe altında tutar; imanına zarar verecek, itikadına ters düşecek düşünce ve meyillerden hassasiyetle sakınır.
Sevgi ve korkusunun sadece Allah için olmasına azami dikkat eder. (Prof.Dr.Alaaddin Başar)
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: El Azim

[h=2]
icon1.png
[/h]
Madem şu Kâinat Sahibinin böyle bir ilmi vardır. Elbette insanları ve insanların amellerini görür ve insanlar neye lâyık ve müstehak olduklarını bilir; hikmet ve rahmetinin muktezasına göre onlarla muamele eder ve edecek. Ey insan! Aklını başına al, dikkat et: Nasıl bir Zât seni bilir ve bakar, bil ve ayıl!

Mektubat | Yirminci Mektup | 236



Evet, hiçten, birden harika bir gürültüyle cevvi konuşturmak ve fevkalâde bir nur ve nar ile zulmetli cevvi ışıkla doldurmak ve dağvarî pamukmisâl ve dolu ve kar ve su tulumbası hükmünde olan bulutları ateşlendirmek gibi hikmetli ve garabetli vaziyetlerle baş aşağı gafil insanın başına tokmak gibi vuruyor,

"Başınıkaldır, kendini tanıttırmak isteyen fa'al ve kudretli bir Zâtın hârika işlerine bak. Sen başıboş olmadığın gibi, bu hadiseler de başıboş olamazlar. Herbirisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar. Bir Müdebbir-i Hakîm tarafından istihdam olunuyorlar"


diye ihtar ediyorlar.

Asa-yı Musa | İkinci Kısım | 90
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: El Azim

El-Mucib

“Dua ve isteklere cevap veren.”
“Rabbiniz buyurdu: Bana dua edin. Size cevap vereyim.”(Mü’min, 40/60)
Dua, ‘istemek, talep etmek’ demektir. Dua denilince, aklımıza, öncelikle, el açıp yalvarmak gelir. Bu, duanın sadece bir şeklidir ve ‘kavlî dua’ olarak adlandırılır.
Nur Külliyatında, “istidad lisanıyla bütün tohumlar tarafından ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla bütün hayvanlar tarafından ve lisan-ı ızdırarî ile bütün muztarlar tarafından edilen duaların makbuliyeti”nden söz edilir.
Bu ifadeden, duanın diğer üç çeşidini de öğrenmiş bulunuyoruz: ‘İstidat lisanıyla dua’, ‘fıtrî ihtiyaç lisanıyla dua’ ve ‘ızdırar lisanıyla dua.’
Bütün çekirdekler, tohumlar, yumurtalar, nutfeler istidat lisanıyla dua ederek, bu istidatlarının kuvveden fiile çıkmasını talep ederler. Yeryüzünde sergilenen bütün hayvan ve bitki türleri, bu dualara cevap verildiğini ilan eder ve Mucîb isminden birer tecelli taşırlar.
Fıtrî ihtiyaçlarla yapılan dualara iki misal:

Göz, görme fıtratındadır, yani yaratılışında görme vardır ve görmek için de ışığa muhtaçtır. Keza mide, hazmetme fıtratındadır ve rızka ihtiyacı vardır. İşte bu dualara da cevap verilmiş ve güneş bir ışık kaynağı yapılırken, yeryüzü de rızıklarla doldurulmuştur.
Izdırar lisanıyla yapılan dua ise çaresizlik içinde kıvranan, tutunacak hiçbir dalı kalmayan ruhların halis bir iltica ile Allah’tan medet dilemeleridir. Bunun en çarpıcı misali, Yunus aleyhisselâmın balığın karnında yaptığı duadır ve bu dua hemen kabul edilmiştir.
İşte bütün bu dualara, Allah cevap verir. Hakiki Mucîb ancak O’dur.
Dil, kalbin tercümanıdır. Kalpteki bir istek, henüz kelimelere dökülmeden, bir arzu, bir iştiyak yahut bir ızdırap halinde iken Allah’ın malûmudur.
Nur Külliyatı'nda duaya cevap vermekle, duanın kabulünün farklı şeyler olduğu enfes bir misalle şöyle açıklanır:
“Cevab vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevab vermek var; fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek Cenâb-ı Hakk’ın hikmetine tâbidir. Meselâ: Hasta bir çocuk çağırır: ‘Ya Hekim! Bana bak.’ Hekim: ‘Lebbeyk’ der.. ‘Ne istersin?’ cevab verir. Çocuk: ‘Şu ilâcı ver bana’ der. Hekim ise; ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez. İşte Cenâb-ı Hak, Hakîm-i Mutlak hâzır, nâzır olduğu için, abdin duasına cevab verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevaperestane ve heveskârane tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbaniyenin iktizasıyla ya matlubunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.” (Sözler)
Bu isimden kulun alacağı ders, herşey için ve daima Allah’a muhtaç olduğunu hatırdan çıkarmayarak, ihtiyaçları için ancak O’nun kapısını çalmak, O’ndan medet dilemektir.
Ayrıca, “Veren el, alan elden hayırlıdır” hadis-i şerifini de düşünüp, kendisinden isteyenlere vermeye çalışmaktır. (Prof.Dr.Alaaddin Başar)
 
Üst