Aleni Davet

müdavim

Üye Sorumlusu
İLK AKABE BÎATI

(Bi'setin 12. senesi / Milâdî 621)

Bi'setin 11. yılında Akabe mevkiinde İslâmiyetle şereflenen altı Medineli, bir sene sonra aynı yerde buluşacaklarına dair Resûli Ekrem Efendimize söz vermişlerdi.

İlk görüşmelerinin üzerinde bir sene geçip hacc mevsimi gelince, içlerinde bir sene önce İslâm'la şereflenmiş bulunan altı kişinin de bulunduğu Medineli 12 kişilik bir kafile Mekke'ye çıkıp geldi.

Akabe denen küçük ve dar vadide bir gece vakti, gizlice Resûli Ekrem'le buluşarak görüştüler.

Bu görüşme sonunda da:

Allah'a hiçbir şeyi eş ve ortak koşmamak,

Hırsızlık yapmamak,

Zinada bulunmamak,

Çocuklarını öldürmemek,

Kimseye iftira etmemek,

Hiçbir hayırlı işe karşı çıkmamak,
üzere Peygamber Efendimize bîat ettiler.
366

Bu bîattan sonra Peygamber Efendimiz, kendilerine hitaben şöyle konuştu:

"Sizden, verdiği sözde duranın ücret ve mükâfatını Allah, tekeffül etmiş, onlara Cennet hazırlamıştır! Kim, insanlık icabı bunlardan birini işler de ondan dolayı dünyada cezaya uğratılırsa, bu ona keffaret olur! Kim de, yine bunlardan, insanlık haliyle birini irtikâb eder de işlediği o şeyi Allah gizler, açığa vurmazsa, onun işi de Allah'a kalır. Dilerse onu bağışlar, dilerse azaba uğratır!"367

Ayrıca, bu Müslümanlar, Resûli Ekrem'le aralarında şu şekilde bir anlaşma da akdettiler:

"Gerek sıkıntı ve darlıkta ve gerekse refah ve sevinç hâlinde (söz) dinlemek ve itaat etmek (başta gelir.) Ve sen bizzat, bizim üstümüzde bir tercihe sahip olacaksın ve senin hiçbir iyi hareketinde sana karşı itaatsizlik etmeyeceğiz."368

İlk Akabe Bîatında bulunanların yapmayacaklarına dair söz verdikleri—yukarıdaki—hususlar, huzurlu bir cemiyet hayatının temelini teşkil eden unsurlardır. Bu çirkin hareketlerin hâkim olduğu cemiyetlerde elbette emniyet ve âsâyiş olamazdı.


Akabe Biatinin yapıldığı yer ve Akabe Mescidi.İnsanlığı huzur ve saadete kavuşturmak ve cemiyet hayatını âsâyiş temeli üzerine oturtmak için gelen İslâm, elbette bu hususları vazgeçilmez birer esas olarak kabul edecek ve bu hususta müntesiplerinden kesin söz alacaktı.

Bîatta Bulunanlar

Bu ilk Akabe Bîatında bulanan Medineli 12 Müslüman şunlardı:

1) Es'ad b. Zürare, 2) Avf b. Haris, 3) Muaz b. Haris, 4) Rafı' b. Mâlik, 5) Zekvan b. Kays, 6) Ubade b. Sâmit, 7) Yezid b. Salebe, 8) Abbas b. Ubade, 9) Kutbe b. Âmir, 10) Ukbe b. Âmir, 11) Uveyn b. Saide, 12) Ebû'lHeysem Mâlik b. Teyyihan
.369

Medineli bu Müslümanlar, görüşmelerden sonra yurtlarına geri döndüler. Orada kendi kabileleri arasında İslâm'ın nurunu ve sesini duyurmaya ve yaymaya devam ettiler.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Mus 'ab b. Umeyr 'in Gönderilmesi

Bir müddet sonra, Medineli Müslümanlar, Resûlullah'tan kendilerine İslâm âdab ve erkânını öğretecek bir Kur'ân muallimi göndermesini istediler. Resûli Ekrem, onların bu tekliflerini, fıtraten oldukça nâzik ve medenî, aynı zamanda güzel bir sımaya sahip, Kureyş'in eşrafından genç sahabî olan Mus'ab b. Umeyr Hazretlerini göndererek derhâl yerine getirdi.370

İSLÂM NURU MEDİNE'DE PARLIYOR

Esad b. Zürare Hazretleri, Medineli Müslümanların bir nevi önderliğini yapıyordu. Bu sebeple genç sahabî, Kur'ân muallimi Mus'ab b. Umeyr (r.a.), Medine'ye gelince, onun evinde kalmaya başladı. Artık bu ev, Müslümanların buluşmaları için merkezî bir yer teşkil ediyordu.

Bizzat Resûli Kibriya'dan dersini almış bulunan Hz. Mus'ab, zamanı ve şartlan çok iyi değerlendirebilen, fırsatları çok güzel kullanabilen bir sahabî idi. Bütün gayret ve himmetini, Medine'de İslâm'ın yayılmasına hasretmişti. Kabîlelerin hatırı sayılır kimseleriyle görüşüyor, konuşuyor, onlara "Kavli Leyyîn"le İslâm'ı anlatıyordu.

ÜSEYYİD B. HUDAYR İLE SA'D B. MUAZTN MÜSLÜMAN OLMASI

Medineli Müslümanların Kur'ân muallimi Hz. Mus'ab b. Umeyr, onların reisleri olan Es'ad b. Zürare (r.a.) evinde kalıyor ve İslâm'ı tebliğ ve yayma hizmetini buradan yürütüyordu.

Medine'de birçok kimse Müslüman olmuştu, ama İslâm'ın daha da hızlı intişarı için bazı mâniler vardı. Evs Kabilesinin Reisi Sa'd b. Muaz ile yine reislerden bulunan Üseyyid b. Hudayr, henüz Müslüman olmamışlardı. Onların bu durumu haliyle halka da tesir ediyordu.

Sa'd b. Muaz, Esa'd b. Zürare Hazretlerinin halasının oğlu idi.

Bir gün Mus'ab ile Es'ad Hazretleri, Benî Zafer'e âit bir evin bostanındaki Merak Kuyusunun başında oturmuş, sohbet ediyorlardı. Etraflarında Müslümanlardan da birçok kimse vardı.

Bu sırada elinde mızrağı olduğu hâlde, Üseyyid b. Hudayr yanlarına çıkageldi. Hiddet ve şiddetle, "Siz, bize neye geldiniz? Birtakım aklı ermez ve zaîf kimseleri aldatıp azdırıyorsunuz! Hayatınızdan olmak istemiyorsanız, derhâl buradan ayrılın!" dedi.

Hz. Mus'ab, "Hele biraz dur, otur! Sözümüzü dinle, maksadımızı anla! Beğenirsen kabul edersin, beğenmezsen o zaman engel olursun." diye gayet nâzikçe mukabelede bulundu.

Üseyyid, "Doğru söyledin!" dedi ve mızrağını yere saplayarak yanlarına oturdu.

Hz. Mus'ab, ona İslâmiyet hakkında bir konuşma yaptı ve Kur'ânı Kerîm okudu.

Üseyyid kendisini tutamayarak, "Bu ne kadar güzel, ne kadar iyi bir söz!" diye konuştu ve, "Bu dine girmek için ne yapmalı?" diye sordu.

Mus'ab (r.a.), ona İslâm'ı anlattı. O da şehâdet kelimesini getirerek İslâmiyetle müşerref oldu.371

Sonra da, "Ne yaptın?" diye sordu. Üseyyid şöyle konuştu:

"O iki adama, söylenmesi gerekeni söyledim! Vallahi, ben onlardan bir itaatsizlik, bir inat görmedim!"

Sa'd b. Muaz, "Vallahi, sen de beni tatmin edici bir malûmat getirmedin." dedi ve doğruca Mus'ab ile Esa'd'ın (r.a.) yanına vardı. Hiddetli hiddetli, "Ey Es'ad!.. Eğer seninle aramızda akrabalık olmasa, böyle kabilemiz içine soktuğunuz çirkin işlere sabr ve tahammül edemezdim!" diye tekdir ve tehdit etti.

Mus'ab (r.a.) aynı şekilde ona da, "Hele biraz durunuz! Oturup dinleyiniz! Anlayınız da... Beğenirseniz kabul edersiniz, beğenmezseniz biz de size çirkin gördüğünüz işi tekliften vazgeçeriz." diye nâzikçe cevap verdi.

Onun üzerine, Sa'd oturdu ve Hz. Mus'ab'in sözlerini dinlemeye başladı.

Hz. Mus'ab, ona, İslâm Dininin ne demek olduğunu anlattı ve Zuhruf Sûresinin baş kısımlarından okudu.

Kur'ân okunurken, Sa'd'in yüzü birdenbire değişiverdi. Sîmasında îman alâmetleri bir anda belirdi. Dinledikleri, o âna kadar duymadığı, bilmediği şeylerdi. Kur'ân'ın eşsiz belagatı ve tatlı üslûbu karşısında derhâl, "Siz bu dine girerken ne yapıyordunuz?" diye sordu.

Mus'ab (r.a.), ona İslâm Dininin esas ve âdabını anlattı. O da orada şehâdet getirerek Müslüman oldu.372

Sonra da kendi kavmi olan Benî Abdû'lEşhel cemaatinin yanına döndü. Onlara, "Ey topluluk!.. Beni nasıl biliyorsunuz?" diye sordu.

"Sen bizim büyüğümüz, en üstünümüzsün." diye cevap verdiler.

Bunun üzerine Sa'd Hazretleri, "Öyle ise siz de Allah Resulüne îman etmelisiniz." dedi ve ilâve etti: "îman etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana haram olsun!"

Bu söz üzerine, Benî Abdû'lEşhel aşireti içinde o gün îman etmedik hiç kimse kalmadı.

Es'ad b. Zürare Hazretleri de, Mus'ab'la (r.a.) birlikte evine döndü.

Artık, Mus'ab Hazretleri, Medine'de İslâm'ı tebliğ ve neşirde yalnız değildi. Evs ve Hazreç Kabilelerinin reisleri de yanında yer almışlardı. Olanca gayretleriyle İslâm'ın yayılmasına çalışıyorlardı.

Yine, İslâm'ı tebliğ ve neşir merkezi, Es'ad b. Zürare Hazretlerinin evi idi. Mus'ab ile Sa'd b. Muaz Hazretleri, el ele vererek, burada insanları hak dine davetle meşgul oluyorlardı.

Kısa zamanda, İslâmiyet, Medine'de büyük bir inkişaf kaydetti. Öyle ki, Evs ve Hazreç Kabileleri içinde Benî Ümeyye b. Zeyd'in hanesinden başka İslâm ve Kur'ân nuruyla aydınlanmayan ev kalmadı. Bir müddet sonra bu evde de İslâm'ın nuru parlamaya başladı!
 

müdavim

Üye Sorumlusu
İKİNCİ AKABE BÎATI

(Bi'setin 13. senesi/Milâdî622).

Bu senenin hacc mevsiminde Kur'ân muallimi Mus'ab b. Umeyr Hazretleri, hem Medine'deki İslâmî gelişmeyi bizzat Peygamber Efendimize bildirmek, hem de haccetmek üzere Evs ve Hazreç Kabilelerine mensup ikisi kadın 75 Müslümanla Mekke'ye geldi.

Bunları temsilen bir grup, Mescidi Haram'da amcası Hz. Abbas'la oturan Resûli Ekrem Efendimizin yanına vardılar ve şu teklifte bulundular:

"Yâ Resûlallah!.. Biz oldukça kalabalığız. Seni yanımıza almak, size yardımcı olmak, uğrunuzda canımızı feda etmek, şahsımızı koruduğumuz şeylerden zâtınızı da esirgemeyip korumak üzere söz birliği etmiş bulunuyoruz! Bu hususta sizinle daha geniş konuşmak için nerede buluşalım?"

Resûli Kibriya, yine Akabe'de buluşmayı uygun gördü.

Bu buluşma, gece yarısı olacak ve kimseye duyurulmayacaktı. Hattâ, karargâhlarından ayrılırken ve dikkatleri çekmemek için küçük küçük gruplar hâlinde Akabe'ye geleceklerdi.373

Medineli Müslümanlar, bu talimat gereği gece yarısı hiç kimseye hissettirmeden ve kimsenin dikkatini çekmeden Akabe yanındaki vadide bir araya geldiler.

Peygamber Efendimiz de buraya, henüz Müslüman olmamış amcası Hz. Abbas'la geldi. Hz. Abbas'ın maksadı, yeğenini bu mühim meselede yalnız bırakmamak, yapılanları ve verilen sözleri bizzat görüp işitmekti.

Önce, Hz. Abbas söz aldı. Medineli Müslümanlara hitaben, Allah Resulünü koruma hususunda kendilerine güvenleri varsa bu işe girişmeleri, aksi takdirde daha şimdiden bu işten vazgeçmeleri gerektiğini belirten bir konuşma yaptı.

Ancak, Medineli Müslümanlar, bizzat Resûlullah'ın konuşmasını istiyorlardı. "Yâ Resûlallah!.. Sen de konuş! Kendin ve Rabbin için arzu ettiğin ahdi al." dediler.

O esnada Medineli Müslümanların önderi durumunda olan Es'ad b. Zürare Hazretleri, Resûlullah'tan konuşmak için müsaade aldı ve, "Yâ Resûlallah!.." dedi, "Her davetin bir yolu var: O yol ya kolay olar ya da zor!.. Bugün senin yaptığın davet, insanların çok zor kabul edecekleri çetin bir davettir! Sen, bizi takib ettiğimiz dini bırakmaya ve kendi dinine tâbi olmaya davet ettin. Bu, çok güç ve zor bir işti. Buna rağmen biz bu teklifini kabul ettik. Biz, yurdumuzda, şerefli ve her tecavüzden korunmuş, orada değil kavminden ayrılan ve amcaları tarafından düşmanlarına teslim edilmek istenilen bir zâtın, hattâ kendimizden başka hiç kimsenin de hâkim olmak için göz dikemeyeceği bir cemaattik. Bu çok zor bir iş olduğu hâlde, biz senin bu yoldaki teklifini de kabul ettik! Hâlbuki, bütün bunlar—Allah Teâlâ, doğru yolu bulma azmini ve sonunda hayra ulaşma ümidini ihsan etmedikçe—insanların hiç de hoşlanacakları şeylerden değildi. Fakat, biz bunları dillerimizle ikrar, kalblerimizle tasdik, ellerimizi uzatmak suretiyle kabul ettik! Allah'tan getirdiklerine bilerek ve inanarak sana bîat ediyoruz! Biz, Rabbimize ve Rabbine bîat ediyoruz! Allah'ın kudret eli, ellerimizin üzerindedir! Kanlarımız kanınla, ellerimiz elinledir! Kendimizi, evlâdlarımızı, kadınlarımızı esirgeyip koruduğumuz şeylerden seni de esirgeyip koruyacağız! Eğer bu ahdimizi bozarsak, Allah'ın ahdini bozan bedbaht insanlar olalım!"

Es'ad b. Zürare Hazretleri, konuşmasının sonunu şöyle bağladı:

"Yâ Resûlallah!.. Kendin için arzu ettiğin ahdini bizden al, Rabbin için de istediğin şartı koş!"

Resûli Ekrem Efendimiz, önce onlara Kur'ânı Kerîm'den bazı âyetler okudu. Onları Allah'a davet, İslâmiyete teşvik ettikten sonra da kendisi ve Rabbi için arzu ettiği hususları şöyle sıraladı:

"Yüce Allah için size söyleyeceğim şartım şudur:

"O'na hiçbir şeyi eş ve ortak koşmadan ibâdet etmeniz. Namazı kılmanız, zekâtı vermenizdir.

"Kendim için isteyeceğim ise şudur:

"Allah'ın peygamberi olduğuma şehâdet etmeniz; kendinizi, çocuklarınızı ve kadınlarınızı koruduğunuz şeylerden beni de korumanız.
"374

Bu sırada, Abdullah b. Revaha söz alarak, "Yâ Resûlallah!.. Bunları söylediğiniz tarzda yaparsak bize ne var?" diye sordu.

Resûli Ekrem, "Cennet var!" diye cevap verdi.

Bu cevabı alınca, gözlerinde parlayan pırıl pırıl sevinçlerini, "O hâlde, bu, kazançlı ve kârlı bir alış veriştir!"375 diyerek sözleriyle de te'yid ettiler.

Sonra, Peygamber Efendimize, "Yâ Resûlallah!.. Sana ne yolda bîat edelim, söz verelim?" diye sordular.

Resûli Ekrem Efendimiz, "Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve benim de Allah'ın Resulü olduğuma şehâdet getirerek, namazı kılacağınıza, zekâtı vereceğine; neşeli neşesiz zamanlarınızda sözlerime itaat edeceğinize, emirlerime tamamıyla boyun eğeceğinize; darlıkta da varlıkta da muhtaçlara yardımda bulunacağınıza; hiçbir kınayıcının kınamasından korkmaksızın, Allah yolunda, Allah için hak ve gerçeği söyleyeceğinize, iyiliği emredip kötülükten alıkoyacağınıza bey'at etmeli, bana kesin söz vermelisiniz! Şahsıma gelince... Bana her yönden yardım edeceğinize; yanınıza vardığımda, kendinizi, kadınlarınızı ve çocuklarınızı esirgeyip koruduğunuz şeylerden beni de esirgeyip koruyacağınıza kat'î söz vermelisiniz!"376 dedi.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
On İki Temsilci

Bundan sonra Resûli Kibriya Efendimiz, onlara, "Aranızdan, her hususta kavimlerinin benim yanımda temsilcisi olacak 12 kişi seçiniz. Musa da, İsrail Oğullarından 12 temsilci almıştı."377 buyurdu.

Medineli Müslümanlar, Hazreç Kabilesinden dokuz, Evslilerden de üç temsilci seçtiler.

Hazreçlilerden seçilen zâtlar şunlardı:

1) Ebû Ümame Es'ad b. Zürare, 2) Sa'd b. Rebi, 3) Rafı b. Mâlik, 4) Abdullah b. Ravaha, 5) Abdullah b. Amr, 6) Bera b. Marur, 7) Sa'd b. Ubade, 8) Ubade b. Sâmit, 9) Münzir b. Amr.


Evslileri ise şu zâtlar temsil edecekti:

1) Useyyid b. Hudayr, 2) Sa'd b. Hayseme, 3) Ebû'lHaysem Mâlik b. Tayyihan.378


Bu temsilcilerin hepsi de Medine'nin ileri gelen, hatırı sayılır kimseleri ve okuma yazmasını bilen âlim zâtlardı.

Peygamber Efendimiz, seçilen temsilcilere, "Havariler, Meryem oğlu İsa'ya karşı kavimlerinin kefili oldukları gibi, siz de sizden olanların kefilisiniz, ben de Mekkeli muhacirlerin kefiliyim."379 dedi.

Onlar da, "Evet." deyip tasdik ettiler.

Ayrıca, Resûli Ekrem Efendimiz, 12 temsilci seçildikten sonra Es'ad b. Zürare Hazretlerini de, seçilen 12 temsilcinin başkanı tâyin etti.

Temsilciler, temsil ettikleri topluluklarla konuşup, bey'atın ehemmiyetini anlattılar ve onları Resûlullah'a bey'ata hazırladılar.

Bundan sonra Resûli Ekrem Efendimiz, mübarek ellerini uzattı. Medineliler teker teker bîat ettiler. Sâdece iki kadına Efendimiz elini vermedi ve onları da kendisine bîat etmiş kabul etti.

Yapılan bey'at, bir mânâda Medineli ve Mekkeli Müslümanlar arasında bir ittifaktı.

MÜŞRİKLERİN DURUMU SEZMELERİ!

Bîat, gecenin karanlığında, çağırılanların dışında kimsenin göremeyeceği tenha bir yerde cereyan etmişti.

Buna rağmen, bîat biter bitmez kulaklarına bir ses geldi: "Ey Kureyş!.. Muhammed ile atalarının dininden çıkmış Medineliler, sizinle savaşmak için toplanıp sözleştiler!"

Gecenin karanlık ve sükûtunu yırtan bu ses kimindi ve nereden geliyordu? Herkesi bir merak ve telâş sardı.

Bu ses, Münebbih b. Haccac'ın sesine benziyordu. Resûli Ekrem, "Derhâl konak yerlerinize dönünüz!" emrini verdi.

O sırada Medineli Abbas b. Ubade, "Yâ Resûlallah İstersen sabah olur olmaz kılıçlarımızı kınından sıyırır ve Mina'da bulunan halkın üzerine yürür, onları kılıçtan geçiririz!" diyerek konuştu.

Ancak, Resûli Ekrem, henüz sabır silâhım kullanmakla vazifeliydi. Şöyle buyurdular:

"Hayır, hayır... Bize henüz bu şekilde hareket etmemiz emrolunmadı. Hepiniz yerlerinize dönünüz."380

Bunun üzerine, Medineliler konak yerlerine döndüler.

Sabah olunca, durumu sezmiş bulunan Kureyşli müşrikler, kendilerince mahiyeti henüz meçhul bulunan hâdiseyi tam öğrenmek üzere tahkike başladılar. Kendileri gibi putperest olan Medinelilerden sordular. Ancak, onların böyle bir meseleden haberleri olmadığından dolayı yemin ederek, "Böyle bir şey olmadı. Biz, böyle bir şey bilmiyoruz." dediler.

Medineli Müslümanlar ise, doğru yolun sükût olduğunu düşünerek, tek kelime konuşmuyorlardı!

Kureyşli müşrikler, bu sefer Abdullah b. Übey b. SelüPe gidip sordular. O da aynı şekilde, "Bu, büyük bir iştir! Böyle bir şey olmamıştır! Söylenenler boş lâf olsa gerek! Kavmim, bana böyle bir şey danışmadı. Onlar, Yesrib'te iken bana danışmadan hiçbir iş yapmazlardı." dedi.

Bunun üzerine Kureyşli müşrikler, Medineli putperestlerin bu hususta herhangi bir bilgileri olmadığı kanaatine vardılar.

Şayet Resûli Ekrem Efendimiz, "Bu işi sizden başkasına duyurmayın." dememiş olsaydı ve Medineli Müslümanlar da bu işi müşrik hemşehrilerinden gizlememiş olsalardı, elbette bu olay Mekkeli müşriklere onlar tarafından duyurulacak ve kuvvetli ihtimalle orada Müslümanların başına büyük bir gaile açılacaktı. Belki de, Medine'ye henüz açılmış bulunan İslâmiyet için büyük bir mâni ortaya çıkacaktı.

Hacc mevsimi sona erince, Medineli Müslümanlar da yurtlarına geri dönmek üzere yola koyuldular.

Medineli Müslümanların Mekke'den ayrılışlarından az zaman sonra, müşrikler böyle bir anlaşmanın cereyan etmiş olduğunu öğrendiler. Derhâl Müslümanları takibe koyuldular. Ancak Medineliler çoktan o civardan uzaklaşmış bulunuyorlardı. Sâdece iki kişiyi yakalayabildiler: Sa'd b. Ubade ve Münzir b. Amr... Bu iki zât her nasılsa Medine kafilesinden geri kalmışlardı. Daha sonra Münzir Hazretleri bir yolunu bulup ellerinden kurtuldu. Müşrikler, sâdece Sa'd b. Ubade'yi Mekke'ye getirdiler ve âdeta hınçlarını bu sahabîden almak istercesine kendisine eza ve işkencelerde bulundular. Sonunda, Sa'd b. Ubade Hazretleri, kendisini daha önceden tanıyan ve Medine'den geçerken evinde misafir olan iki müşrik tarafından himayeye alınarak bu eziyet ve işkencelerden kurtuldu.

Yurtlarına dönen Medineli Müslümanlar, artık dört gözle muhacirleri ve Resûli Zîşan Efendimizin yolunu bekliyorlardı!


--------------------------------------------------------------------------------

362 İbn-i Hişam, Sîre, c. 2, s. 70; Ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 217; Taberî, Tarih c. 2, s. 234.

363 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 70; ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 217; Taberî, A.g.e., c. 2, s. 234.

364 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 71; Taberî, A.g.e., c. 2, s. 234.

365 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 71; Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 218-219; Taberî, A.g.e., c. 2, s. 234-235.

366 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 75-76; Taberî, Tarih, c. 2, s. 235.

367 Doç. Dr. Salih Tuğ, İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı, s. 27 (Ank. 1963).

368 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 75-76; Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 220; Taberî, A.g.e., c. 2, s. 235.

369 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 73; Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 220.

370 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 76; Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 220.

371 İbn-i Hişam, Sîre, c. 2, s. 77-78; Ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 3, s. 420; Taberî, Tarih, c. 2, s. 236.

373 İbn-i Hişam, Sîre, c. 2, s. 83-84; ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 221; Taberî, Tarih, c. 2, s. 228.

376 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 97; Halebî, A.g.e., c. 2, s. 175.

377 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 85; Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 222; Taberî, Tarih,c. 2, s. 239; ibn-i Seyyid, Uyûnû'l-Eser, c. 1, s. 164; Halebî, İnsanû'l-Uyun,c. 2, s. 176-177.

378 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 86-87; Ibni-i Seyyid, A.g.e., c. 1, s. 164.

379 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 88; Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 223.

380 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 90; ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 223.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Medine'ye Hicret'in Başlaması Ve Hz. Ömer'in Hicreti

MEDİNE'YE HİCRETİN BAŞLAMASI

Peygamber Efendimiz ile Medineli Müslümanlar arasında cereyan eden Akabe Bîatları ve yapılan anlaşmalar, Müslümanlar önünde yepyeni emniyetli bir saha açıyordu. İnançlarını burada serbestçe söyleyebilecek, ibâdetlerini serbestçe îfa edebilecek, dinlerini korkmadan ve çekinmeden yayabileceklerdi. Çünkü, Medine'nin iki güçlü kabilesi olan Evs ve Haz-reç, onlara kucaklarını açmış, her hâl-ü kârda kendilerini koruyacaklarına ve yardımlarını esirgemeyeceklerine dair vaadde bulunmuşlardı. İslâm güneşinin Medine'de bütün haşmetiyle parlayacağı, şimdiden gözüküyor gibiydi!

Müşrikler, Müslümanların bu emniyetli yere göç edeceklerinden endişe duyarken, Resûl-i Ekrem, hızla İslâmlaşan bu yeni yurdun İslâm merkezi hâline bir an evvel gelmesi için her türlü gayreti gösteriyordu.

Mekke'de oldukça nâzik bir devre yaşanıyordu. Hz. Resû-lullah'ın Medinelilerle anlaşma akdettiğini duyan müşrikler, Müslümanlara karşı olan zulüm ve işkencelerini daha da artırdılar. Mesele, âdeta bir ölüm kalım meselesi hâline gelmişti!

Mekke'de hayat, onlar için bir azab; içilen su, teneffüs edilen hava, sanki yakıcı bir ateş olmuştu.

Müslümanlar, bu sıkıntılı ve acı durumlarını Peygamber E-fendimize arzettiler ve hicret için izin istediler. Resûl-i Ekrem, ilk önce, kendisine böyle bir müsaadenin henüz verilmemiş olduğunu belirtti. Ancak, bu açıklamasının üzerinden daha birkaç gün geçmişti ki, sevinç içinde hicret müsaadesinin verildiğini, Müslümanlara şöyle bildirdi:

"Sizin hicret edeceğiniz yurdun, iki kara taşlık arasında hurmalık bir şehir olduğu, bana gösterildi ve bildirildi. Mekke'den ayrılmak isteyen oraya gitsin, Medineli Müslüman kardeşlerle birleşsin. Yüce Allah, onları size kardeş yaptı ve Medine'yi size emniyet ve huzur bulacağınız bir yurt kıldı!"381

Görüldüğü gibi, Kureyşli müşriklerin Müslümanlar üzerindeki tehdit ve baskısı, İslâm'ı "yaşamak" ve "neşretmek" şartlarıyla hayatta kalmaya imkân vermeyecek bir dereceye ulaşınca, Resûl-i Kibriya Efendimiz hicrete izin vermişti.382 Hz. Âişe'nin, "Mü'min, dini için Allah'a veya Resulüne hicret etmek zorunda idi. Zîra, dinini yaşamaktan menedilmesi korkusu vardı." sözü, bu durumu ifade eder.383

"Şu hâlde hicret, bazı kereler yanlış olarak ifade edildiği gibi bir kaçış değil, bir arayıştır. Dinin, tamamen yok edilme noktasına gelen tehdit ve tehlikelerden kurtarılarak, yaşatılmasına müsait vasatın aranmasıdır. Din, kendisine gaye olarak, fiilen yaşanmayı tesbit etmiştir. Bulunulan yerin şartları, bu gayenin tahakkukuna imkân vermeyecek duruma geldi ise, oradan hicret etmek, şarttır, dinen vecibedir, vazifedir. Bu duruma düşen kimseleri, hicret etmediği takdirde Kur'ân-ı Kerîm mazur addetmiyor ve kesinlikle sorumlu tutuyor.384 Bunlar, dinlerini yaşayabilecekleri uygun bir yer aramakla mükelleftirler."385

Resûl-i Kibriya Efendimiz, bu müsaadeden sonra "dini yaşayıp neşredebilmek için müsait yer arama gayreti" olan hicret hareketini inceden inceye düşündü. Müslümanlara, hicret e-derken ihtiyatlı ve tedbirli davranmalarını sıkı sıkıya tenbihetti. Müşriklerin dikkatini çekmemek için küçük gruplar hâlinde yola çıkmalarını tavsiye buyurdu.

Peygamber Efendimizin bu müsaade ve tavsiyelerinden sora Müslümanlar, bu hareketlerine engel olacak müşriklerin dikkatlerini çekmeyecek şekilde bire ikişer veya küçük gruplar hâlinde Medine'nin yolunu tuttular!

Herkesten önce Mekke'den Medine'ye hicret etmek üzere ayrılan sahabî, Ebû Seleme İbn-i Abdi'l-Esed idi.

İşin farkına varan Mekkeli müşrikler, görebildiklerini ve ya-kalayabildiklerini geri çeviriyorlardı. İslâm Dininden vazgeçirmek için her türlü çâreye başvuruyorlardı. Öyle ki, gerektiğinde kadınları kocalarından ayırıyor ve kocalarıyla beraber göç etmelerine karşı çıkıyorlardı. Bazıları da hapsi boyluyordu. Fakat, dahilî bir harbin patlamasına sebebiyet verebilir diye kimseyi öldürme cihetine gitmek istemiyorlardı. Bunun dışında akla hayâle gelecek her türlü eziyet ve işkencelerle Müslümanları hicret etmekten vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Fakat, Müslümanlar kat'î kararlarını vermişlerdi ve ne pahasına olursa olsun Medine'ye göç edeceklerdi. Nitekim, her engeli aşarak hicretlerine devam ettiler.

Onlara nurlu ufuklar şimdiden gülümsüyordu. Baskı ve zulüm çemberinden kurtulup hür ufuklara doğru kanat açıyorlardı. Zâten, Medine ve Medineliler de onları dört gözle bekliyorlardı.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
HZ. ÖMER'İN HİCRETİ

Şâir Müslümanlar gizli gizli hicret ederken, Hz. Ömer, kılıcını kuşandı. Yayını, oklarını ve mızrağını alıp Kabe'ye gitti. Açıkça Kabe'yi yedi sefer tavaf etti. Orada bulunan müşrik elebaşlarına cesaretle şöyle seslendi:

"İşte, ben de dinimi korumak için Allah yolunda hicret ediyorum! Karısını dul bırakmak, anasını ağlatmak, çocuklarını öksüz bırakmak isteyen varsa, şu vadide önüme çıksın!"386

Bu pervasızca seslenişten sonra, 20'ye yakın Müslümanla gündüz ortasında Medine'nin yolunu tuttu. Müşriklerden hiçbiri arkalarına düşme cesaretini gösteremedi.

Böylece, birkaç ay içinde Müslümanların büyük bir kısmı Medine'ye yerleşmek üzere Mekke'den ayrıldı. Geride Peygamber Efendimiz, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali ile yol tedariki göremeyecek kadar yoksul olanlar, yolculuk yapmaya takati bulunmayanlar ve müşrikler tarafından hapsedilenler kaldı.

Resûl-i Ekrem Efendimiz de hicret etmek niyetinde idi. Fakat, bu hususta Cenâb-ı Hakk'ın iznini bekliyordu. Hattâ, Hz. Ebû Bekir, Medine'ye hicret etmek arzusunu izhar ettikçe, o, "Sabret! Umulur ki, Allah Teâlâ, sana bir refik ihsan eyleye." buyurdu.

MÜŞRİKLERİN TELÂŞI

Peyderpey Medine'ye hicret eden Müslümanları, Evs ve Hazreç Kabileleri son derece güzel karşıladılar. Kendilerine yer gösterip barındırdılar. Evli muhacirler, evli Medineli Müslümanlar tarafından misafir edildiler. Bekâr muhacirler ise, Küba'da oturan bekâr sahabî Sa'd b. Hayseme'ye misafir oldular.

Kureyş müşrikleri, hicret eden Müslümanların Medineli Müslümanlar tarafından korunduklarını, yardıma mazhar olduklarını ve onlarla birleşip kuvvetlendiklerini görünce telâşa kapıldılar. Hele, Peygamber Efendimizin de bir gün hicret edip başlarına geçeceğini, kendilerine karşı savaşabileceğini ve gerektiğinde Şam ticaret yollarını bile kesebileceğini düşününce telâşları büsbütün arttı.

Dârû 'n-Nedve 'de Toplantı

Derhâl bu hususu görüşüp tedbir almak için Dârû'n-Nedve'-de toplanmayı kararlaştırdılar.

Dârû'n-Nedve, Resûl-i Ekrem Efendimizin atalarından Ku-say b. Kâb'ın yaptırdığı, kapısı Kabe'ye bakan konağı idi. Kureyş ileri gelenleri, mühim işlerini hep burada toplanıp konuşur, meşveret ederlerdi.

Peygamber Efendimizin işini görüşmek üzere de daha önceden kararlaştırdıkları günün sabahında Dârû'n-Nedve'de bir araya geldiler.

Bu sırada düzgün giyimli, cin bakışlı bir ihtiyarın kapıda dikilip durduğunu gördüler. Tanımadıkları bu adama, "Kimsin?" diye sordular.

"Necidli bir ihtiyarım." diye cevap verdi adam, "Böyle bir toplantının yapılacağını duymuştum. Ben de katılıp fikirlerimi söylemek istedim. Uygun görüp görmediğim tedbirler hususunda mütalâalarımı beyan etmek istiyorum!"

Kureyşliler, "Olur, gir!" dediler ve onu içeri aldılar. Aslında ihtiyar, insan suretine girmiş Şeytan'dı!

VERİLEN KORKUNÇ KARAR!

Toplantıda 100 kadar Kureyşli bulunuyordu. Alınacak karardan hemen haberleri olmasın diye, Haşîm Oğullarından sâdece İslâm düşmanı Ebû Leheb alınmıştı.

"Muhammed için ne gibi bir tedbir almamız lâzımdır?" diyerek meseleyi görüşmeye açtılar.

Bazıları, "Onu zincere vurup hapsettirelim." fikrini ileri sürdüler.

Necidli bir ihtiyar suretine girmiş olan Şeytan, "Hayır!.." dedi, "Vallahi bu görüşünüz uygun değildir. Siz, onu hapsedecek olursanız, bunu duyan arkadaşları üzerinize yürürler. Onu elinizden çekip alırlar. Onun telkin ve propagandası ile çoğalarak, bu işte size galib gelirler! Siz başka bir tedbir düşününüz!"

Bunun üzerine bazıları, "Onu aramızdan, memleketimizden sürüp çıkaralım! Aramızdan ayrıldıktan sonra nereye giderse gitsin!" dediler.

Necidli ihtiyar tekrar söz aldı ve, "Hayır, vallahi bu düşünceniz de yerinde değildir! Onun sözünün güzelliğini, tatlılığını, getirdikleri ve tebliğ ettiği şeylerin insanların kalblerine hâkim olup durduğunu görmüyor musunuz? Onu aranızdan kovacak olursanız, o da Arap kabileleri arasında dolaşır ve onlara hâkim olur. Sonra da üzerinize yürüyerek, size istediğini yapabilir. Onun için siz başka bir şey düşününüz!" dedi.

Sonunda Ebû Cehil söz aldı ve, "Vallahi ben, onun hakkında hiçbir zaman düşünemeyeceğiniz bir tedbir düşündüm!" dedi.

"Nedir o?.." diye sordular.

Ebû Cehil, "Onu öldürmekten başka çâre yoktur! Bunun için de aramızda her kabileden güçlü kuvvetli birer delikanlı seçeriz. Sonra onların her birine keskin birer kılıç veririz. Hepsi birden onu vurup öldürürler. Böylece ondan kurtulmuş oluruz. Böylece kimin öldürdüğü de belli olmaz. O hâlde, Haşîmîler, bütün kabilelerle çarpışmayı göze alamazlar ve çarnâçar diyete razı olurlar. Biz de diyetini ödeyip meseleyi hallederiz!" diye konuştu.

Necidli ihtiyar kılığına girmiş olan Şeytan ileri atıldı ve, "En doğru fikir ve uygun çâre budur!" dedi.

Diğerleri de Ebû Cehil'in bu görüşünü kabul ettiler ve dağıldılar.387


--------------------------------------------------------------------------------

381 Ibn-i Hişam, Sîre, c. 2, s. 111; ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 226; Buharî,Sahih, c. 2, s. 330; Halebî, Insanû'l-Uyun, c. 2, s. 180.

382 Doç. Dr. İbrahim Canan, Tebliğ Terbiye ve Siyasî Taktik Açılarından Hicret,s. 17.

383 Buharî, Sahih, c. 3, s. 65.

384 Bkz.: Nisa, 97.

385 Doç. Dr. ibrahim Canan, A.g.e., s. 17-16.

386 Halebî, fnsanû'l-Uyun, c. 2, s. 183-184.

387 ibn-i Hişam, Sîre, c. 2, s. 124-126; ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 227; Taberî, Tarih, c. 2, s. 242-243; Süheylî, Ravdû'l-Ünf, c. 1, s. 290-291; ibn-i Seyyid, Uyûnû'l-Eser, c. 177-178; Halebî, Insanû'l-Uyun, c. 2, s. 189-190.
 
Üst