Abdullah Yeğin: Gaye bir ise hepimiz biriz

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Abdullah Yeğin: Gaye bir ise hepimiz biriz





abdullahyegintevhidgenqd7.jpg


Bediüzzaman Hazretlerinin vefat ettiği 23 Mart 1960 tarihinden bugüne baktığımızda, Türkiye’de ve dünyada hizmetlerimiz nereye gelmiştir. Kısaca değerlendirir misiniz?


Ben 1951’de Emirdağ’da Üstadın yanında ve hizmetindeydim. 1940 senesinde de Üstadı Kastamonu’da ziyaret ettim. O zaman ortaokulda talebeydim. O zamandan beri bu işin içindeyim. Elbette ki hizmet çok ilerledi. O zamanla bu zamanı mukayese edecek olursak, o dönem bir vilayette bir-iki Nur Talebesi ya var, ya yoktu. Fakat şimdi elhamdülillah nereye gidersek gidelim—başta Türkiye’nin her yerinde—Risale-i Nur dersaneleri açıldı, Risale-i Nurlar okunmaya başlandı. Siyasîler de bu işi ele almak istediler. Fakat neticede Risale-i Nur’daki delilli-bürhanlı hakikatler, hiç siyasete ihtiyaç kalmadan kendi kendine intişar ediyor ve etti elhamdülillah.

Şimdi o zamanı düşünecek olursak çok ilerleme var. Dünyanın her tarafında—ben Amerika’ya da gittim, Almanya’ya da gidiyorum, Kazakistan vs. Rusya’ya da gittim—elhamdülillah Risale-i Nur’un dersaneleri faaliyette ve bir ilerleme mevcut. Şimdi bu işe kendini tamamen veren bir çok talebe, Risâle-i Nur’a kendini adamış yüzlerce vakıf talebe var. Öğretmen gibi dersanede çalışanlar da var. Her bakımdan Risale-i Nur—hatta biliyorsunuz o sempozyumdan sonra gazetelerin neşriyatı, vs. gösteriyor ki—bu millete en büyük hizmeti yapıyor; komünizmden, anarşiden, imansızlıktan, dinsizlikten memleketin halâsını, kurtuluşunu temine vesile olmuştur ve oluyor elhamdüllilah.

Şimdi aleyhimize çalışanlar yok gibi görünüyor. Tabiî gizli din düşmanları durmazlar, çalışırlar, onlar başka... Fakat şimdi açıkça görülmüyor, çünkü Risale-i Nur’un hakkaniyeti sayesinde onlar susturuluyor. Her tarafta Risale-i Nur galip geliyor.
Almanya’da bile ben kaç kişiye Risâle-i Nur verdim; papazına, profesörüne, öğretmenine, çeşitli münevver kısımlarına verdik. Hiçbirinin itirazını görmedim. “Biz buna karşı bir şey diyemeyiz” diyorlar. Çünkü aklî, mantıkî, ilmî... Sonra Risâle-i Nur “Dünyada şu gayemiz var” diye bir hedef göstermiyor. Diyor ki: “Bizim esas vazifemiz imana hizmettir.” “Allah’ın işine karışmayacak şekilde, Cenab-ı Hakkın emirlerine teslim olarak bizim vazifemiz imana hizmet etmek” diyor. Ve her tarafta elhamdüllah asayişe hizmet eder tarzda müsbet hareketi Nur Talebeleri esas yapmışlar. Kimseye bir zarar vermemeyi, kimseden birşey istemeden sırf lillah için Risale-i Nur’a hizmet etmeyi gaye edinmişler. Çünkü bir insan dinî bir hizmeti Allah rızası için yaparsa o hakikî halis ibadettir. Eğer dünyevî bir maksat, herhangi bir makam, menfaat ve şan-şöhret için yaparsa o dünyevîdir. O adamın ihlâsı bozuktur ve zaten o tesir etmez de. Vesveseden hâlî değildir. Risale-i Nur bize daima hiçbir karşılık beklemeden ihlâsla Risale-i Nur’u tanıtmayı, Risale-i Nur’a hizmet etmeyi öğretiyor.

O zamandan bu zamana çok ilerleme var elhamdülillah. Şimdi dünyada dine karşı bir hareket yoksa ben bunu başta Risale-i Nur’a veriyorum. Evet her cemaat çalışıyor; Risale-i Nur’u program yapan da var, kendilerine göre başka yol tutanlar da var. Fakat hepsinin hizmeti nihayet aynı gayeye götürüyor. Milleti yavaş yavaş imana, Kur’ân’a, hakikatlere doğru götürüyor elhamdülillah.

Nur Talebeleri arasındaki gruplaşmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Birleşme olmayacak mı?
Üstadımız derdi ki mesleklerde ve meşreplerde ittihad mümkün olmadığı gibi caiz de değildir. Gaye bir ise hepsi bir demektir. Meselâ siz ne yapıyorsunuz: Risale-i Nur’dan anladığınızı tatbike çalışıyorsunuz. Risale-i Nur’u program yapmışsınız. Hocaefendi mektep açmış, dersane açmış, kolej açmış. Orada da mümkün mertebe kendi anlayışları, kabiliyetleri ve güçlerinin yettiği kadar Risale-i Nur’u, birşeyleri öğretmeye çalışıyorlar. Herkesin gayesi neticede imana hizmet olduğu için hepsinin gayesi birdir. Ben hepsi dinsizliğin karşısında bir yumruktur diyorum. Bunlar ayrı ayrı gibi görünüyorlar, ama işbölümü yapmış durumdalar. Meselâ ben Urfa’ya gidiyorum. Gittiğim zaman 1951’di, Urfa’da ancak iki yerde (yazın başka, kışın başka yerde oturuyorduk) ders okunuyordu. Şimdi ise sayısı belli değil. İstanbul, İzmir, Adana, Erzurum da öyle. Her tarafta böyle. Demek ki bu umumî bir ihtiyacın neticesi, gelişmesi oluyor elhamdülillah.

Risale-i Nur bütün aklımıza gelenleri cevaplandırıyor. Bu hizmette olanlar Risale-i Nur’u iyi okumalı. İhlas, Uhuvvet Risalelerini okumalı ve mü’minler arasında birliği beraberliği temine çalışmalı. Arayı açmaya değil, yaklaştırmaya çalışmalı. Mü’mine, Müslümana düşen en büyük vazife ehl-i imanın ittihadı, birliği, beraberliğidir. Bugün bir milyardan fazla Müslüman var. Ecnebîler aramıza girmişler, bizi birbirimizle uğraştırıyorlar, İslâmiyete zarar verecek faaliyetler ortaya koyuyorlar. Bunlara karşı ancak yekvücut, bir vücudun azası gibi olmakla galip gelinebilir. İmansız Cennete giden yok, imansız dünya saadeti de yoktur. Onun için en büyük ve esas mesele imanı kurtarmaktır.

Elhamdülillah Nur Talebeleri arasında şimdi eskiden daha ziyade birlik, beraberlik, yaklaşmak, samimiyet, birbirlerine gelmek-gitmek devam ediyor, daha da sıklaşacak. Nereye gidersek gidelim, hep birbirimize kardeş nazarıyla bakıyoruz. Sempozyumda da söyledim, 1940-41 senesinde Denizli hadisesinden dört-beş ay evvel Üstad şöyle demişti: “Ben gittiğim yerlerde sekiz sene kadar kalıyorum. Şimdi sekiz sene yaklaştı. Ben ya öleceğim, ya buradan gideceğim. Siz hakikî kardeşsiniz. Siz Risale-i Nur’u devamlı okuduğunuz ve yazdığınız için sizi kardeş kabul ediyorum. Birbirinizden ayrılmayacaksınız. Risale-i Nur’dan da ayrılmayacaksınız. Bir zaman gelecek, her tarafta Risale-i Nur’un talebeleri olacak. Belki bir daha görüşürüz, belki görüşemeyiz.” Böyle bir ihtimal de söyleyince çok müteessir olduk. O zaman “Merak etmeyin, tekrar görüşeceğiz” dedi. Üstad senelerce evvel “Siz kardeşsiniz, birbirinizden ayrılmayın, Risale-i Nur’dan ayrılmayın” diyor. Şimdi elhamdülillah görüyoruz ki birbirini tanımak, birbirine yaklaşmak ve müsbet hareket etmek artıyor.

Yaratılış itibariyle kimsenin kimseye benzemediğini görüyoruz. Düşüncelerde de farklılıklar var, hizmetlerde de var. Görüşler, anlayışlar birbirinden ayrı oluyor. Onun için benden darılan, mecbur ötekine gidiyor, ötekinden darılan ötekine gidiyor, böylece milletin arasına Risale-i Nur daha çok giriyor elhamdülillah. Yani bunlar hep hikmetli hadiseler.

a_yegin.jpg


ALTINCI MESELE’DEKİ
CEVAP ÇOK MÜHİM
Meyve Risalesi’nin 6. Meselesinde bahsedilen “Kastamonu’daki lise talebelerinden” birinin de siz olduğunu biliyoruz. “Muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar…” sualinize karşılık Üstadın verdiği cevap, geçenlerde Sabah Gazetesinden Emre Aköz’ün de çok dikkatini çekmişti. Din eğitimi meselesinin de gündemde olduğu bir vasatta Üstadın size verdiği cevap açısından değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?

Evet, ben sordum o suali. Daha evvel Üstadımızın bize verdiği ilk ders On Üçüncü Sözün İkinci Makamı. “Cazibedar bir fitne içerisinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bazı gençlerle bir muhaveredir” tarzında bir ders var ya. “Kabir var, kimse inkâr edemez. Herkes ister istemez oraya girecek. Oraya girmek için de üç tarzda üç yoldan başka yol yok...” Bu birinci dersimizdir. Altıncı Meseledeki dersi de bundan bir-iki sene sonra verdi. O dönem Hasan Ali Yücel Maarif Vekili idi. Her tarafta Köy Enstitüleri açarak köy öğretmenleri yetiştirme ve bunları tamamen inkılâpçı yetiştirip, milleti dinden arındırma teşebbüsüne geçtiler. Demokrat Parti geldi, elhamdülillah, onların hepsini kaldırdı. Altıncı Mesele’deki cevap çok makul ve mühim bir cevap. Hatta Üstad derdi ki; “Fizik, kimya, tarih, coğrafya vesâire dersleri eğer siz Allah’a inanarak okursanız, aynı Risale-i Nur gibi onlardan istifade edersiniz.” Çünkü hepsi aklımızı çalıştırıyor, tefekküre sevk ediyor. Kâinattaki nizamı-intizamı öğretiyor. Cenâb-ı Hakkın isimlerinin tecellilerini gösteriyor. Hepsi faydalı. Üstad en büyük düşmanımız cehalet demiyor mu zaten. Allah cümlemizi ehl-i iman dairesi içerisinde muhafaza buyursun.

Üstadla ilgili, hatırladığınızda sizi en çok etkileyen, hiç unutamadığınız bir hatıranızı bizimle paylaşır mısınız?
Herşeyi bırakıp, okulu vesâiresini hiçbir şeyi düşünmeden—Dil Tarih son sınıfa gelmiştim o zaman—Üstadımızın yanına gittiğimde, yanında kalmak istedik. Bize şöyle bir şey söyledi: “Benim yanımda herkes kalamaz. Şartlarım var. Benden duâ dahi istemeyeceksiniz, hiçbir karşılık istemeyeceksiniz. ‘Biz bu zata hizmet ediyoruz, duâsını alırız, ilminden istifade ederiz’ gibi bir niyetle duramazsınız. Ancak ‘Bu adam ihtiyardır, hastadır, gariptir, kimsesizdir, bakıma muhtaçtır’ diye Allah rızası için hizmet ederseniz kalabilirsiniz” demişti. Bunu unutamam hiç.
Yine bir ara ziyaretine gitmiştim. “Üstadım, Ankara’ya, Konya’ya, İstanbul’a, çok yerlere gidiyorsunuz. Urfa’ya da geleceğinizi vaad ettiniz. Urfalılar şimdi sizi bekliyorlar. Ne zaman geleceksiniz?” diye sordum. Dedi ki: “Risale-i Nur orada yok mu?” “Var” dedim. “Orada Risale-i Nur varsa benim gelmeme lüzum yok” dedi. Ama “Gelmeyeceğim” de demedi. Ben aklımdan diyordum ki, Üstad gelecek, ama söylemiyor. Çünkü on sene evvel bizi gönderirken “Ben de Urfa’ya geleceğim” dedi. Hatta “Sana başın sağolsun diyecekler” dedi. Hep böyle işaret etti o. Fakat bizde kafa yok, düşünemedik. Düşünsek bile ehemmiyet vermedik. Orada vefat edeceğine bile işaret etmişti. Cenab-ı Hak kusurumuzu affetsin.

Gazetemiz aracılığıyla okuyuculara vermek istediğiniz son bir mesaj var mı?
Ben diyorum ki, Risale-i Nur okuyanlara konuşmaya fazla lüzum yok. Risale-i Nur’da her istediklerini bulabilirler. Risale-i Nur’u iyi okunsunlar. Üstadımız “Ben derse muhtacım. Risale-i Nur’u kendim için yazdım, kendim için okuyorum” diyordu. Her nefis derse muhtaçtır. Başta nefsimizi ıslâh ile mükellefiz. Allah bizi kendine güvenenlerden etmesin. Allah’tan başka hiç kimseye güven yok. Üstadımız onun için bizi hakikatlere bağlamış, delillere bağlamış. Kendine bağlamamış, “İnsanların peşinde gidin” demiyor, “Benim peşimde gelin” demiyor. Son zamanında demişti: “Bana bağlanma, Risale-i Nur’a bağlan. Risale-i Nur yeter.”
M. İsmail TEZER
23.03.2005

Vakit Gazetesinde çıkan röportajı
 

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Abdullah Yeğin: Ayrılıklar işbölümüne döndü


- Bediüzzaman ile nasıl tanıştınız?
- Bediüzzaman ile 1940 senesinde ortaokul talebesi iken Kastamonu’da görüştüm. Bir arkadaş ile ziyaret ettik. Bize o zaman, “Cazibedar bir fitne içinde bulunan, fakat daha aklını kaybetmeyen bazı gençlerle bir muhveredir” diye bir ders yaptı. İlk dersi o zaman aldım. Hutbe-i Şamiye’nin tercümesinde Emirdağ’da bulundum. Üstad’ın söylediklerini dört kişi yazdık. Üstad, bu eserinde İslâm âlemindeki sorunlardan bahsediyor. Müslümanlarda bir ümitsizlik hastalığının olduğunu belirterek, bunun aşılması gerektiğini vurguluyor. Bu eserdeki mesaj ve tesbitler şimdi yaşanan kargaşayı ortadan kaldıracaktır. Çünkü Üstad, herkesi tek olan Allah’ın etrafında toplanmaya çağıran bir âlim.

- Risale-i Nur’un dili çok ağır, sadeleştirilse daha iyi olmaz mı?
- Risale-i Nur’a kalem karıştırmak ve sadeleştirmeye kesinlikle Üstadımız taraftar değil. Kendisi sağ iken bile bu teklifle karşılaşmış, ancak ‘Ben Risale-i Nur’a kalem karıştıramam’ diye cevap vermiştir. Risale-i Nurlar’ın ilhamla geldiği için kalem karıştırıldığı zaman, aslı ve esası bozulur. Risale-i Nurlar’ın esasını korumakla görevliyiz.

“DİNSİZLERE KARIŞMAYAN DEVLET, DİNDARLARA DA KARIŞMAMALI...”
- Bediüzzaman, ilmen küfrün belini kırdığını söylüyor. Burada Müslümanlar küfre karşı somut olarak ne elde etti? Risale-i Nur, İslâm âlemine ne getirdi?
- İslâm âlemi Risale-i Nur’dan şunu öğrendi. “ Türkiye laik bir devlettir. Ama halkı dindardır. Halkı dine kıymet veriyor. Her tarafta
Risale-i Nur medreseleri, İmam Hatip liseleri, İlahiyat fakülteleri açıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı her tarafta Kur’an kursları açtı. Türkiye gittikçe İslâmî bakımdan uyanıyor. Laikliği din düşmanı olarak algılayanlar değişmeli. Eskiden laikliği din düşmanlığı şeklinde anlatıyorlardı. Bazı devlet adamları İslâmiyete zarar vermek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Fakat şimdi anlaşıldı ki; laiklik başkadır, din düşmanlığı başkadır. Laiklik devlet işlerine dinin karışmaması manasında anlaşılması gerek. Devlet nasıl ki dinsizlere karışmıyorsa, dindarların faaliyetine de karışmaması gerek.

- Risale-i Nur hizmeti hedefine ulaştı mı?
- Bediüzzaman, davasında mavaffak olmuştur. Risale-i Nur bütün dünyada tanınmış, bütün ilim adamları Risale-i Nur’u kabul etmiş, bu eserlerin faydalı olduğunu beyan etmişlerdir. Bu sempozyumlarda konuşuluyor. Üstadımızın Hutbe-i Şamiye’de istediği İslâm âleminin birlik ve beraberlik içinde olmasıdır. Bu da zamanla olacak. İnşallah bu ileride tahakkuk edecektir. İslâm ve Hıristiyan âlemi Tevhid anlayışı etrafında birleşecek. Üstadımız hiçbir zaman aklın kabul etmeyeceği bir şey söylememiştir.

-Nur cemaatleri çok parçalı görünüyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
- Zahirde parçalanmak gibi görünüyor. Ancak bu ayrılıklar adeta iş bölümüne döndü. Herkes kendi grubuyla risale okudu. Bu parçalanmalar bize zarar vermedi. Bizi siyasiler ve MİT böldüyse de, bizim programımız değişmedi. Her yerde söylüyorum. Beş parmağın hepsi bir değil. Bunlar dinsizliğin karşısında birleşir. Teferruatta bazı ayrılıklar varsa da, hepimizin hedefi aynıdır. Üstad, meslek ve meşreplerde birliğin olmayacağını ve bunun caiz olmadığını söylüyor. Gaye bir ise, hepsi birdir. Gayemiz İslâm’ın tanınması değil mi? İslâm’ın hak olduğunu söylemek değil mi? Mehmet Kutlular da, Mehmet Fırıncı da, hiç siyasete karışmayan kardeşlerimiz de aynı şeyleri söylüyor. Üstad bana siyasete karışmamamı söyledi. Ben karışmıyorum. Bu ayrılıkların bir önemi yok. Ayrılıklar Nurların halk arasında yayılmasını sağladı.

- Eski Said dönemi de Nurculuk içinde ele alınmalı mı?
- Eski Said, siyasete çok karışıyor. Bütün cemiyetlere ve partilere gidip orda İslâmiyeti anlatıyordu. Üstad, Yeni Said dönemide ise siyaset ile dine hizmet edilemeyeceğini ve siyasetin tarafgirlik fikrini doğurduğunu gördüğü için, manevi alanda hizmet etmeye başladı. Kendisi ‘Biz ehli dünyanın dünyalarına karışmıyoruz. Karışsak bile onlara yardımcı olmak için karışıyoruz’ diyor. Yeni Said döneminde kendini tamamen manevi sahaya verdi. Bazı dönemler siyate karıştığı olduysa da komünizme âlet olmasın diye hükümeti uyarmak amacıyla bunu yaptı. Bunun için Adnan Menderes’i destekledi. Menderes’e oy verin dedi. Menderes çok büyük hizmetler yapmışsa da, tam anlamıyla Üstad’ın dediği gibi hareket etmedi. Müslümanların en büyük gayesi olan şehadet mertebesi, Menderes’e nasip oldu. Menderes şehit oldu.

- Bediüzzaman’ın mezar yeri bilinmiyor? Bu konuyla ilgili neler söyleyeceksiniz?
- Bu önemli değil. Üstad’ımız kendine ve mezarına kıymet vermiyor. Üstad’ımız fikirlere ve Kur’an’dan aldığı hakikatlere değer veriyor. Binaenaleyh kendisi vefafından 4 sene evvel vasiyetinde mezarının gizli olacağını yazdı. Üstad’ın mezarı yıkıldığı zaman üzülmedik. Üstad’ımızın bir kerameti daha çıktı diye sevindik. Üstad’ın şahsına değil; fikirlerine, yazdığı eserlere ve ilkelerine bağlıyız. Birçok insan mezar ziyaretini bilmiyor. Urfa’da Üstad’ımızın mezarı başında nöbet beklerken, köylülerin mezarının toprağını cebine koyup götürdüğünü gördük. Üstad bundan hoşlanmaz. O kendisine hürmet edilmesini istemezdi. İnsanların Allah ve Resulü’ne hürmet etmesini istiyordu. Üstad’ın yanında hürmetkâr bir vaziyette durduğumuz zaman bize öfkeleniyordu. ‘Ben hürmet istemiyorum’ diyordu.

- Dinlerarası diyalog, misyonerlere hizmet mi ediyor?
- İnsanlar konuşa konuşa anlaşır. Biz Hıristiyanlığın hak din olduğunu biliyoruz. Hz. Musa ve İsa’nın peygamber olduğuna bütün Müslümanlar inanır. Bizim temelimiz, İbrahim’in yoludur. Bir tek Allah’ın yolundayız. Şimdi Avrupa’da birçok akademisyen ve papazlar tevhide inanmaya başladı. Bir nevi İslâm olmuşlardır. Papa’nın en yakınındakiler bile İslâmîyet’in hak din olduğunu ilan ediyor. Risale-i Nur’da geçen birlik ve beraberliği teşvik eden konuları siyasetçilerin okuması gerek. ‘Nurcular misyonerlere hizmet ediyor’ iddiası kesinlikle doğru değil. Maalesef dini açıdan Hıristiyan âlemi bilgi sahibi değil. Çok noksanları var. İslâmiyeti hiç bilmiyorlar. İslâmiyet’in onlara anlatmak gerek. Eskiden İslâmiyeti çok kötü biliyorlardı. Şimdi bu değişti. Avrupa’da binlerce camii yapıldı. Hollanda’da İslâm üniversitesi açıldı. Müslümanlara hürmet ediyorlar. Eskisi gibi Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında düşmanlık kalmadı. Bu düşmanlığı, siyasiler ve tarafgirlik yapanlar yapıyor. Hıristiyanların bütün istedikleri Kur’an da mevcuttur. Bizim Kur’an’ı okumamız ve anlamamız gerek. İsa peygamber de bir Müslümandı’

- Türkiye’nin AB’ye girmesi Müslümanların lehine olur mu?
- Eğer biz kuvvetli ve imanlı bir Müslüman olursak, AB’ye girmemizde bir zarar yok. Ancak dinimize sahip çıkmazsak Avrupa’ya İslâm ve Risale-i Nur’u tanıtmazsak, zararlı olabilir. Risale-i Nur bütün meseleleri çözecek.
 
Üst