ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ

Ahmet.1

Well-known member
ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ

ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ Yani: Bütün mevcudatta sebeb-i medh ü sena olan kemalât onundur. Öyle ise, hamd dahi ona aittir. Ezelden ebede kadar her kimden her kime karşı gelen ve gelecek medh ü sena ona aittir. Çünki sebeb-i medih olan nimet ve ihsan ve kemal ve cemal ve medar-ı hamd olan herşey onundur, ona aittir. Evet âyât-ı Kur'aniyenin işaratıyla, bütün mevcudattan daimî bir surette dergâh-ı İlahiyeye giden bir ubudiyettir, bir tesbihtir, bir secdedir, bir duadır ve bir hamd ü senadır ki; daimî o dergâha gidiyor. Şu hakikat-ı Tevhidi isbat eden bir bürhan-ı a'zama şöyle işaret ederiz ki:

Şu kâinata baktığımız vakit, bağistan şeklinde; sakfı ulvî yıldızlarla yaldızlanmış, zemini zînetli mevcudatla şenlenmiş surette görünüyor. İşte şu bağistandaki muntazam nuranî ecram-ı ulviye ve hikmetli ve zînetli mevcudat-ı süfliye, umumen herbiri lisan-ı mahsusuyla derler ki: Biz bir Kadîr-i Zülcelal'in mu'cizat-ı kudretiyiz. Bir Hâlık-ı Hakîm ve bir Sâni'-i Kadîr'in vahdetine şehadet ederiz.

Ve şu bağistan-ı âlem içindeki Küre-i Arz'a bakıyoruz, görüyoruz ki: Bir bahçe şeklinde rengârenk yüzbinler süslü çiçekli nebatat taifeleri onda serilmiş ve çeşit çeşit yüzbinler enva'-ı hayvanat onda serpilmiştir.

İşte şu zemin bahçesinde bütün o süslü nebatat ve zînetli hayvanat, muntazam suretleriyle ve mevzun şekilleriyle ilân ediyorlar ki: Biz bir tek Sâni'-i Hakîm'in san'atından birer mu'cizesi, birer hârikasıyız ve vahdaniyetin birer dellâlı, birer şahidiyiz.

Hem o bahçedeki ağaçların başlarına bakar görürüz ki: Gayet derecede alîmane, hakîmane, kerimane, latifane, cemilane yapılmış muhtelif suretlerde meyveleri, çiçekleri görüyoruz. İşte şunlar bil'umum bir lisan ile ilân ederler ki: Biz, bir Rahman-ı Zülcemal'in ve bir Rahîm-i Zülkemal'in mu'ciznüma hediyeleriyiz, hayretnüma ihsanlarıyız.


Said Nursi



Sebeb-i medh ü sena: Övgü sebebi ve birisinin iyiliklerini iyi özelliklerini söylemek ve övmek.
Kemalât: Kemaller, mükemmellikler, üstünlükler.
Ezel: Başlangıcı olmayan geçmiş zaman.
Cemal: Güzellik.
Medar-ı hamd: Şükür sebebi, şükretmeye sebep.
Âyât-ı Kur'aniye: Kur'anın âyetleri.
Hamd ü sena: Şükretme ve övme.
Bürhan-ı a'zam: En büyük delil.
Bağistan: Bağlık ve bahçelik yer.
Ecram-ı ulviye: Yüksek yıldızlar, gök cisimleri.
Mevcudat-ı süfliye: Süfli mevcudat, alçaktaki varlıklar, aşağıdaki varlıklar.
Lisan-ı mahsus: Mahsus lisan, özel dil.
Kadîr-i Zülcelal: Sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi ve her şeye kudreti (gücü) yeten Allah (cc).
Mu'cizat-ı kudret: Kudret mucizeleri, Allah'ın (cc) sonsuz gücünün mucizeleri (harika eserleri).
Hâlık-ı Hakîm: Hikmetli yaratıcı, her şeyi gayeli ve faydalı olarak yaratan Allah (cc).
Sâni'-i Kadîr: Her şeye gücü yeten sonsuz güç sahibi sanatkar yaratıcı.
Vahdet: Birlik, teklik, Allah'a (cc) ait birlik.
Nebatat: Bitkiler.
Enva'-ı hayvanat: Hayvanların çeşitler.
Zînet: Süs, güzellik.
Mevzun: Ölçülü.
Sâni'-i Hakîm: Hiçbir şeyi gayesiz ve faydasız bırakmayıp herşeyde sayısız gayeler ve faydalar gözeten sanatkar yaratıcı.
Alîmane: Âlimlere (bilenlere) yakışır şekilde.
Kerimane: Kerimce, cömertçe.
Cemilane: Güzelce, güzel şekilde.
Rahman-ı Zülcemal: Cemal sahibi Rahman, sonsuz güzelliklerin sahibi olup bütün varlıkların her türlü ihtiyaçlarını karşılayan Allah (cc).
Rahîm-i Zülkemal: Kemal sahibi çok merhametli olan Allah (cc), sonsuz mükemmellikler ve kusursuz üstünlüklerin sahibi çok acıyıcı ve şefkatli olan Allah (cc).
Mu'ciznüma: Mucize gösteren.
 

Ahmet.1

Well-known member
Cevap: ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ

İşte bağistan-ı kâinattaki ecram ve mevcudat ve Küre-i Arz bahçesindeki nebatat ve hayvanat ve eşcar ve nebatatın başlarındaki ezhar ve semerat; nihayet derecede yüksek bir sadâ ile şehadet eder, ilân eder, derler ki:

Bizim Hâlıkımız ve Musavvirimiz ve bizi hediye veren Kadîr-i Zülcemal, Hakîm-i Bîmisal, Kerim-i Pür-neval herşey'e kàdirdir. Hiçbir şey ona ağır gelmez. Hiçbir şey daire-i kudretinden hariç olamaz. Kudretine nisbeten, zerreler yıldızlar birdir. Küllî, cüz'î kadar kolaydır. Cüz', küll kadar kıymetlidir. En büyük, en küçük kadar kudretine nisbeten rahattır. Küçük, büyük kadar san'atlıdır.. belki san'atça bazı küçük, büyükten daha büyüktür. Bütün mazideki acaib-i kudreti olan vukuat şehadet eder ki; o Kadîr-i Mutlak, bütün istikbaldeki acaib-i imkânata muktedirdir. Dünü getiren, yarını getirdiği gibi; maziyi icad eden o Zât-ı Kadîr, istikbali dahi icad eder. Dünyayı yapan o Sâni'-i Hakîm, âhireti de yapar. Evet Mabud-u Bilhak yalnız o Kadîr-i Zülcelal olduğu gibi, Mahmud-u Bil'ıtlak yine yalnız odur. İbadet ona mahsus olduğu gibi, hamd ü sena dahi ona hastır.

Hiç mümkün müdür ki: Semavat ve Arz'ı halkeden bir Sâni'-i Hakîm, Semavat ve Arz'ın en mühim neticesi ve kâinatın en mükemmel meyvesi olan insanları başıboş bıraksın, esbab ve tesadüfe havale etsin, hikmet-i bahiresini abesiyete kalbetsin? Hâşâ!..



Ecram: Ruhsuz ve cansız büyük varlıklar, yıldızlar.
Eşcar: Ağaçlar.
Ezhar: Çiçekler.
Semerat: Meyveler, neticeler, sonuçlar.
Hâlık: Yaratıcı Allah (cc), yoktan en güzel şekilde yaratan Allah (cc).
Musavvir: Tasvir eden, şekil veren. Her şeye güzel şekil ve biçim veren Allah (cc).
Kadîr-i Zülcemal: Sonsuz güzellikler sahibi ve her şeye kudreti (gücü) yeten Allah (cc).
Hakîm-i Bîmisal: Eşsiz hikmet sahibi, eşi ve benzeri olmayan ve herşeyi gayeli ve faydalı olarak yerli yerinde yapan Allah (cc).
Kerim-i Pür-neval: Çok lütuf ve iyilik eden sonsuz cömertlik ve bağış sahibi olan Allah (cc).
Daire-i kudret: Allah'ın (cc) sonsuz gücünün sahası.
Acaib-i kudret: Allah'ın (cc) sonsuz gücünün hayret verici iş ve eserleri.
Vukuat: Hadiseler, olaylar, olanlar.
Kadîr-i Mutlak: Sınırsız ve sonsuz kudret sahibi Allah (cc).
Acaib-i imkânat: Olabilir olan şaşırtıcı şeyler.
Mabud-u Bilhak: Gerçek ibadet (kulluk) edilmeye layık olan Allah (cc).
Mahmud-u Bil'ıtlak: Sonsuz medhedilmeye (övülmeye) layık olan Allah (cc).
Semavat: Gökler.
Esbab: Sebepler.
Hikmet-i bahire: Apaçık görünen gayeler ve faydalar.
Abesiyet: Faydasız ve boş şeyler.
 

Ahmet.1

Well-known member
Cevap: ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ

Hiç mümkün müdür ki: Hakîm, Alîm bir zât, bir ağacı gayet ehemmiyetle tedbir ve tasvir edip ve gayet derecede hikmetle idare ve terbiye ettiği halde; o ağacın gayesi, faidesi olan meyvelerine bakmayıp ehemmiyet vermesin; hırsız ellere, boş yerlere dağılsın, zayi' olsun? Elbette bakmamak, ehemmiyet vermemek olamaz. Çünki ağaca ehemmiyet vermek, meyveleri içindir.

İşte, şu kâinatın zîşuuru ve en mükemmel meyvesi ve neticesi ve gayesi, insandır. Şu kâinatın Sâni'-i Hakîm'i mümkün müdür ki, şu zîşuur meyvelerin meyveleri olan hamd ve ibadeti, şükür ve muhabbeti başkalara verip hikmet-i bahiresini hiçe indirsin veyahut kudret-i mutlakasını acze kalbettirsin veyahut ilm-i muhitini cehle çevirsin? Yüzbin defa hâşâ!

Hiç mümkün müdür ki: Şu kâinat sarayının binasındaki makasıd-ı Rabbaniyenin medarı olan zîşuur ve zîşuurun serfirazı olan nev'-i insanın mazhar olduğu nimetlere mukabil izhar ettikleri şükür ve ibadeti, o saray-ı kâinatın Sâni'inden başkasına gitsin. Ve o Sâni'-i Zülcelal, o gayet-ül gaye olan şükür ve ibadeti başkalara gitmesine müsaade etsin?



Hakîm: Hikmet sahibi.
Alîm: Sonsuz ilim sahibi.
Tasvir: Şekil verme. * Anlatma, ifade etme.
Zîşuur: Şuur sahibi.
Sâni'-i Hakîm: Hikmet sâhibi olan yaratıcı. Allah (cc).
Kudret-i mutlaka: Sınırsız ve sonsuz kudret (güç).
İlm-i muhit: Herşeyi kuşatan sonsuz ilim.
Makasıd-ı Rabbaniye: Herşeyin terbiyecisi ve sahibi olan Allah'ın (cc) gayeleri.
İzhar: Açığa vurma, meydana çıkarma.
Saray-ı kâinat: Kâinat sarayı.
Sâni': Sanatkar yaratıcı.
Sâni'-i Zülcelal: Sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi sanatkar yaratıcı.
Gayet-ül gaye: Gayenin gayesi, en son gaye.
 

Ahmet.1

Well-known member
Cevap: ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ

Hem hiç mümkün müdür ki: Hadsiz enva'-ı nimetiyle kendini zîşuurlara sevdirsin; ve hadsiz mu'cizat-ı san'atıyla kendini onlara tanıttırsın; sonra onların şükür ve ibadetlerini, hamd ve muhabbetlerini, marifet ve minnetdarlıklarını esbaba ve tabiata terkedip ehemmiyet vermesin; hikmet-i mutlakasını inkâr ettirsin; saltanat-ı rububiyetini hiçe indirsin! Yüzbin defa hâşâ ve kellâ!..

Hiç mümkün müdür ki: Bir baharı halkedemeyen ve bütün meyveleri icad edemeyen ve yer yüzünde sikkeleri bir olan bütün elmaları inşa edemeyen; onların bir misal-i musaggarı olan bir elmayı halkedip ve o elmayı nimet olarak birisine yedirsin, şükrünü kazansın, Mahmud-u Bil'ıtlak'a hamd noktasında iştirak etsin? Hâşâ!.. Çünki bir elmayı halkeden kim ise, bütün dünyaya gelen elmaları icad eden yine o olabilir. Çünki sikke birdir. Hem elmaları icad eden kim ise, bütün dünyada medar-ı rızk olan hububat ve semeratı halkeden yine odur. Demek en küçük cüz'î bir zîhayata, en cüz'î bir nimeti veren, doğrudan doğruya kâinatın Hâlıkıdır ve Rezzak-ı Zülcelal'dir. Öyle ise şükür ve hamd, doğrudan doğruya ona aittir. Öyle ise hakikat-ı kâinat, daima hak lisanıyla der:


ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻣِﻦْ ﻛُﻞِّ ﺍَﺣَﺪٍ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﺎَﺯَﻝِ ﺍِﻟَﻰ ﺍﻟْﺎَﺑَﺪِ Her kimden gelirse gelsin ve kime giderse gitsin, ezelden ebede bütün hamdler Ona mahsustur.)


Enva'-ı nimet: Nimet çeşitleri.
Mu'cizat-ı san'at: Sanat mucizeleri.
Hikmet-i mutlaka: Sınırsız ve sonsuz hikmet.
Saltanat-ı rububiyet: Sahiplik ve terbiyeciliğin hakimiyeti.
Hâşâ: Asla, öyle değil, kesinlikle.
Kellâ: Asla, hayır, olamaz.
Sikke: Ait olduğu yeri belirten ve gösteren damga, mühür, işaret.
Misal-i musaggar: Küçültülmüş örnek.
Mahmud-u Bil'ıtlak: Sonsuz medhedilmeye (övülmeye) layık olan Allah (cc).
Medar-ı rızk: Rızık sebebi.
Hububat: Habbeler, tohumlar, taneler.
Hâlık: Yaratıcı Allah (cc), yoktan en güzel şekilde yaratan Allah (cc).
Rezzak-ı Zülcelal: Celal sahibi Rezzak, sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan rızık verici Allah (cc).
 

Ahmet.1

Well-known member
Cevap: ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ

Şükür içinde, safi bir iman var, hâlis bir tevhid bulunur. - Mektubat
 

Ahmet.1

Well-known member
Cevap: ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ

Şükür ve muhabbet ve hamd ve ibadet ise; hayatın meyvesi olduğu gibi, kâinatın gayesidir. - Lemalar
 

Ahmet.1

Well-known member
Cevap: ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ

Kâinata dikkat edilse görünüyor ki kâinatın teşkilatı şükrü intac edecek bir surette her bir şey, bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor. Güya şu şecere-i hilkatin en mühim meyvesi, şükürdür. Ve şu kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulatın en a’lâsı, şükürdür. Mektubat
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ

Şükür içinde, safi bir iman var, hâlis bir tevhid bulunur. - Mektubat

Şükreden insan nimeti bir tek Mün'imden biliyor. Teşekkürünü ona yapıyor. Diğerlerini sebep olarak görüyor, telakki ediyor. Şükretmeyen, şükrü hatıra getirmeyen ise nimetleri sebeblere veriyor, rızkının sebebini kendi gibi insan olanlardan bilebiliyor. "Filan olmasaydı bugünlere gelemezdim, falan olmasaydı bu nimetlere kavuşamazdım" gibi çok tehlikeli sözleri işitiyoruz. Yalnız burda şöyle de bir durum var. Birisine mesela "neyin var haline şükret" dediğimizde "ya o başka Allaha şükür tabi" diyor. Ya da diliyle şükür deyip gerçek manada ise sebeplere sığınanları görüyoruz. Belki imanı da kalben sağlam ama tavırlarıyla uyuşmuyor. Bu durumda da halis bir tevhidden, safi bir imandan bahsedebilir miyiz?
 

derun-zéde

New member
Cevap: ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ

Birisine mesela "neyin var haline şükret" dediğimizde "ya o başka Allaha şükür tabi" diyor. Ya da diliyle şükür deyip gerçek manada ise sebeplere sığınanları görüyoruz. Belki imanı da kalben sağlam ama tavırlarıyla uyuşmuyor. Bu durumda da halis bir tevhidden, safi bir imandan bahsedebilir miyiz?

O zaman o kişinin imanı kalben sağlam olmuyor Allahu a'lem. Bu dediğiniz örnek iman zafiyetinden kaynaklanıyor. "İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül ise saadet-i dareyni iktiza eder." Tevhid ilmini yaşatacak olan imandır, esbaba tesir veren kişide safi bir iman olamıyor maalesef.
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ

O zaman o kişinin imanı kalben sağlam olmuyor Allahu a'lem. Bu dediğiniz örnek iman zafiyetinden kaynaklanıyor. "İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül ise saadet-i dareyni iktiza eder." Tevhid ilmini yaşatacak olan imandır, esbaba tesir veren kişide safi bir iman olamıyor maalesef.

ama fıtraten bi taraftarlık üstadın tabiriyle iltizam var yani bu tesir verme işini de bilinçli yapmıyor aslında henüz bizim algıladığımız şekilde bir iman algısı yok hocam.
 

derun-zéde

New member
Cevap: ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ

ama fıtraten bi taraftarlık üstadın tabiriyle iltizam var yani bu tesir verme işini de bilinçli yapmıyor aslında henüz bizim algıladığımız şekilde bir iman algısı yok hocam.

Şimdi İstanbul'da -daha dehşetli bir fikirde- anarşi fikirli küfr-ü mutlaka düşmüş bir kısım münafıklar, Risale-i Nur gibi, ekmek ve suya ihtiyaç derecesinde herkes muhtaç olduğu imanî hakikatlarına ihtiyacı düşürmek desisesiyle diyorlar ki: "Her millet, herkes Allah'ı bilir. Onu, daha yeni ders almağa ihtiyacımız çok yok." diye mukabele etmek istiyorlar. Halbuki Allah'ı bilmek, bütün kâinata ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz'î ve küllî herşey onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat'î iman etmek ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve "Lâ ilahe illallah" kelime-i kudsiyesine, hakikatlarına iman etmek, kalben tasdik etmekle olur. Yoksa "Bir Allah var" deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnad etmek, hâşâ hadsiz şerikleri hükmünde esbabı merci' tanımak ve herşeyin yanında hazır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah'a iman hakikatı onda yoktur. Belki küfr-ü mutlaktaki manevî cehennemin dünyevî tazibinden kendini bir derece teselliye almak için o sözleri söyler.

Evet inkâr etmemek başkadır, iman etmek bütün bütün başkadır.

Evet kâinatta hiçbir zîşuur, kâinatın bütün eczası kadar şahidleri bulunan Hâlık-ı Zülcelal'i inkâr edemez. Etse, bütün kâinat onu tekzib edeceği için susar, lâkayd kalır. Fakat ona iman etmek: Kur'an-ı Azîmüşşan'ın ders verdiği gibi, o Hâlık'ı sıfatları ile, isimleri ile umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tövbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir. Her ne ise...
(Emirdağ Lahikası 1)

Bu meseleyi izah eden çok kıymettar bir mektup kanaatimce. İltizamın olması yeterli olamıyor. Zaten Üstadın risalelerde Allah'ın varlığı ve birliği hakkında bu kadar tahşidat yapmasının sebebi de o ya, bilerek bilmeyerek bizden sudur eden şirk kokan halleri izale etmek. Rabbim bilinçli, müdakkik, istikametli, sadık Nur talebelerinden olabilmeyi nasip etsin inşaAllah..
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ

Bu meseleyi izah eden çok kıymettar bir mektup kanaatimce. İltizamın olması yeterli olamıyor. Zaten Üstadın risalelerde Allah'ın varlığı ve birliği hakkında bu kadar tahşidat yapmasının sebebi de o ya, bilerek bilmeyerek bizden sudur eden şirk kokan halleri izale etmek. Rabbim bilinçli, müdakkik, istikametli, sadık Nur talebelerinden olabilmeyi nasip etsin inşaAllah..

Yani ki asrın maddi manevi ilaçlarına ecnebi kalmanın mazereti yok. Evet bu kısım sorumuza tam cevap olmuş. Allah cc razı olsun. Amin..
 

Ahmet.1

Well-known member
Cevap: ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ

Kâinata dikkat edilse görünüyor ki kâinatın teşkilatı şükrü intac edecek bir surette her bir şey, bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor. Güya şu şecere-i hilkatin en mühim meyvesi, şükürdür. Ve şu kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulatın en a’lâsı, şükürdür. Mektubat
 

Ahmet.1

Well-known member
Cevap: ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ

Ona teşekkür etmek; o nimetleri doğrudan doğruya ondan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur. Mektubat
 
Üst