On Dördüncü Reşha

Huseyni

Müdavim

Mu’cize-i Kübradan birkaç katreyi tazammun eden

On Dördüncü Reşha

BİRİNCİ KATRE:
Nübüvvet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ispat eden deliller ne tâdât ve ne tahdit edilemez. Ehl-i tahkik ve yüksek insanlarca, beyanları hakkında yapılan tasnifler pek çoktur. Acz ve kusurum ile Şuâat adlı eserimde o şemsin bazı şuâları beyan edildiği gibi, Lemeat adlı ikinci bir eserimde Kur’ân’ın i’câz dereceleri, kırka iblâğ edilmiştir. Ve o vücuh-u i’câzdan belâgat-i nazmiyeye ait bir vecih de İşârâtü’l-İ’câz nâm eserimde beyan edilmiştir. İştihası olanlara o üç kitabı tavsiye ediyorum.


İKİNCİ KATRE: Geçen derslerden anlaşıldığı üzere, Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın, nev-i beşerin ıslâh ve terbiyesi için inzâl ettiği Kur’ân’ın pek çok vazife ve makamları vardır.

Evet, Kur’ân kâinatın bir tercüme-i ezeliyesidir. Ve kâinatın kendi lisanlarıyla okudukları âyât-ı tekviniyenin tercümanıdır. Ve şu kitab-ı âlemin tefsiri olduğu gibi, arz, semâvat sahifelerinde müstetir Esmâ-i Hüsnânın definelerini keşşaftır. Ve şu âlem-i şehadete âlem-i gaybdan bir lisandır. Ve âlem-i İslâmın güneşi olduğu gibi, âlem-i âhiretin de haritasıdır. Ve Cenâb-ı Hakkın zâtına, sıfâtına, esmâsına,




Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
Hâlık-ı Arz ve Semâvât: gökleri ve yeri yaratan Allah
Lemeat: parıltılar; 1921 yılında Telif edilen ve bazı Nur risalelerinin özetleri hükmünde olan bir eserdir, Sözler’in sonuna konulmuşturNübüvvet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği
acz: acizlik, güçsüzlükarz: yer, dünya
belâgat-i nazmiye: dizilişe ait belâgat; şiirin düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesibeyan: açıklama, izah
define: hazinedelil: kanıt
ehl-i tahkik: gerçeği araştıran ve delilleriyle bilen âlimlereser: emek sonucu ortaya konan ürün
esmâ-i hüsnâ: Allah’ın güzel isimleriiblâğ edilmek: belli bir seviyeye ulaştırılmak, çıkarılmak
inzâl etme: indirme, Peygambere (a.s.m.) göndermeispat: kanıt göstererek birşeyin gerçek yönünü ortaya çıkarma
iştah: istek, arzui’câz: mu’cize oluş, bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakma
katre: damlakeşşaf: bilinmeyen bir şeyi keşeden, buluş yapan, ortaya çıkaran
kitab-ı âlem: âlem kitabı, kâinatkâinat: evren
lisan: dilmakam: derece
mûcize-i kübra: büyük mu’cize; burada Kur’ân kastedilmektedirmüstetir: gizli, örtülü
nev-i beşer: insanlar, insanlık türünâm: ad, isim
reşha: sızıntı, damlasemâvat: gökler
sıfât: nitelikler, özelliklertahdit: sınırlama
tasnif: sınıflandırma, ayırmatavsiye etmek: bir şeyin yapılmasını veya yapılmamasını öğütlemek
tazammun etmek: içermek, içine almaktefsir: açıklama, yorum
terbiye: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırmatercüman: çeviren, çevirici
tercüme-i ezeliye: ezelden gelen tercümetâdât: sayma
vecih: yön, tarafvücuh-u i’câz: mu’cizelik yönleri
zât: bir kimsenin kendisiâlem-i gayb: gayb âlemi, görünmeyen âlem
âlem-i âhiret: âhiret âlemi, öteki dünyaâlem-i İslâm: İslâm dünyası
âlem-i şehadet: görünen âlemâyât-ı tekviniye: yaratılışa ait âyetler, deliller
İşârâtü’l-İ’câz: Kur’ân’ın mu’cizeliğine dair Üstad Bediüzzaman’ın yazdığı bir tefsirıslâh: düzeltme, iyileştirme
Şuâat: ışınlar, ışık hüzmeleri; Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliğinin isbatına dair bir eser olup, 1921 yılında Üstad Said Nursî tarafından telif edilmiştirşems: güneş
şuâ: ışın, güçlü ışık huzmesi

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: On Dördüncü Reşha - Sayfa: 299


şuûnatına bir burhan ve bir tercümandır. Ve keza, nev-i beşerin şeriat kitabı, hikmet kitabı, dua kitabı, dâvet kitabı, ibadet kitabı, emir kitabı, zikir kitabı, fikir kitabı olmakla, zahiren bir kitap şeklinde ise de, ihtiva ettiği fünun ve ulûm cihetiyle binlerce kitap hükmündedir.

ÜÇÜNCÜ KATRE: Tekrarat-ı Kur’âniyedeki i’câzın bir lem’asını beyan zımnında altı noktadan ibarettir.


Birinci nokta: Kur’ân bir zikir kitabı, bir dua kitabı, bir dâvet kitabı olduğuna nazaran, sûrelerinde vukua gelen tekrar, belâgatça ayn-ı isabet ve ayn-ı hikmettir. Çünkü, zikir ve duadan maksat sevaptır ve merhamet-i İlâhiyeyi celb etmektir. Malûmdur ki, bu gibi hususlarda fazlasıyla tekrar lâzımdır ki, o nisbette sevap kazanılsın ve merhamet celb edilsin. Hem de zikrin tekrarı kalbi tenvir eder. Duanın tekrarı bir takrirdir. Dâvet dahi, tekrarı nisbetinde tesiri, tekidi vardır.

İkinci nokta: Kur’ân bütün beşerin tabakatına hitap ve deva olduğu için, zeki-gabî, takî-şakî, zâhid-gayr-ı zâhid, bütün insan tabakaları şu hitab-ı İlâhiyeye mazhar ve bu eczâhane-i Rahmâniyeden ilâç almaya hakları vardır. Halbuki, Kur’ân’ı tamamen ve daima okumak herkese müyesser değildir. Bunun için, lüzumlu olan maksatlar, hüccetler bilhassa uzun sûrelerde tekrar edilmiştir ki, herbir sûre hemen hemen bir küçük Kur’ân hükmünde olsun ki, herkes suhuletle istediği vakit istediği sûreyi okumakla tam Kur’ân’ın sevabını kazanabilsin. Evet, 1 وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ olan âyet-i kerime bu hakikatı ispat ediyor.



[NOT]Dipnot-1 “And olsun ki düşünülmesi, anlaşılması ve ezberlenmesi için Biz Kur’ân’ı kolaylaştırdık.” Kamer Sûresi, 54:32.
[/NOT]


ayn-ı hikmet: hikmetin kendisiayn-ı isabet: tam isabet, tam yerinde
belâgat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesibeyan: açıklama, izah
beşer: insanbilhassa: özellikle
burhan: güçlü delilcelb etmek: çekmek
cihet: yöndevâ: ilâç, çare
dâvet: çağırma, çağrıeczâhane-i Rahmâniye: Rahmân’ın eczanesi “Kur’ân müminler için rahmet ve şifadır”
esmâ: isimlerfünun: fenler, bilimler
gabî: anlayışı kıt, zekâsı azgayr-ı zâhid: dünyanın zevk ve süslerine dalan ve kulluk görevini ihmal eden
hakikat: her bir şeyin aslı, gerçekhikmet: ilim, irfan; her şeyin asıl gayesini ve faydasını gösteren ilim
hitap: konuşmahitâb-ı İlâhiye: Allah’ın sözü, konuşması
husus: konu, maddehüccet: kanıt, delil
hükmünde: birşeyle aynı hükmü taşımakibaret: meydana gelen, oluşan
ihtiva etmek: içermeki’câz: mu’cize oluş, bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakma
katre: damlakeza: bunun gibi
lem’a: parıltılâzım: gerekli
lüzûm: gerek, ihtiyaçmalûm: bilinen, belli
mazhar: erişme, nail olma; aynamerhamet: şefkat, rahmet
merhamet-i İlâhiye: Allah’ın merhameti, rahmetimüyesser: kolaylaştırılmış, kolay gelen nasip
nazaran: bakarak, –görenev-i beşer: insanlar, insanlık türü
nisbet: kıyas, oransuhulet: kolaylık
sûre: Kur’ân-ı Kerimin ayrıldığı 114 bölümden her biritabakat: tabakalar
takrir: yerleştirme, sağlamlaştırmatakî: Allah’tan korkan, emir ve yasaklarını gözeten
tekid: vurgu, sağlamlaştırma, kuvvetlendirmetekrarat-ı Kur’âniye: Kur’ân’daki tekrarlar; Kur’ân’da tekrar edilen bazı kıssa ve âyetler
tenvir etmek: aydınlatmak, nurlandırmakulûm: ilimler
vukua gelme: gerçekleşmezahiren: dış görünüş itibariyle
zikir: Allah’ı anmazâhid: dünya zevklerinden ve süslerinden uzak durup ibadet ve takvâ içinde yaşayan
zımnında: içindeâyet-i kerime: Kur’ân’ın herbir cümlesi
şakî: haydut, yol kesici; mutsuz, günahkârşeriat: Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi
şuûnat: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes nitelikler, özellikler

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: On Dördüncü Reşha - Sayfa: 300


Üçüncü nokta: Cismanî ihtiyaçlar vakitlerin ihtilâflarıyla tebeddül eder, noksan ve fazlalaşır. Meselâ, havaya olan ihtiyaç her anda var. Suya olan ihtiyaç, midenin harareti zamanlarında olur. Gıdaya olan hâcet, her günde olur. Ziyaya olan ihtiyaç, alelekser haftada bir defa lâzımdır. Ve hâkezâ...

Kezalik mânevî ihtiyaçlar da vakitleri muhtelif ve mütefavittir. Her anda Allah kelimesine ihtiyaç vardır. Her vakit Besmeleye, her saatte Lâ ilâhe illallâh’a ihtiyaç vardır. Ve hâkezâ...


Binaenaleyh, âyetlerin, kelimelerin tekrarı, ihtiyaçların tekrarından ileri geliyor. Ve keza, o gibi hükümlere olan ihtiyacın şiddetine işarettir.

Dördüncü nokta: Bilirsiniz ki, Kur’ân bu metin din-i azîmin esasatını ve İslâmiyetin erkânını tesis ettiği gibi, içtimâat-ı beşeriyeyi tebdil eden bir kitaptır. Mâlumdur ki, müessis olan zât, vaz ettiği esasları güzelce yerleştirmek için tekrarlara çok ihtiyacı olur. Evet, tekrar edilen şey sabit kalır, takarrur eder, unutulmaz.

Ve keza, Kur’ân beşerin muhtelif tabakalarından kalî veya hâli yapılan suallere lâzım olan cevapları veren umumî bir mürşîd-i mûcîbdir. Malûm ya, sual tekerrür ederse cevap da tekerrür eder.

Beşinci nokta: Bilirsiniz ki, Kur’ân pek büyük meselelerden bahseder. Ve kalbleri iman ve tasdike dâvet eder. Ve çok ince hakikatlerden bahis açar. Akılları, mârifete, dikkate tahrik eder. Binaenaleyh o mesâilin, o ince hakaikin, kalblerde, efkârda tesbit ve takriri için suver-i muhtelifede türlü türlü üslûplarla tekrara ihtiyaç vardır.

Altıncı nokta: Bilirsiniz ki, her âyet için bir zahir var, bir bâtın var; bir had var, bir muttala’ var. Ve herbir kıssa için çok vecihler, hükümler, faideler, maksatlar vardır. Binaenaleyh, muayyen bir âyet her yerde öbür münasip bir vecih için, bir faide için zikredilebilir. Bu itibarla, zahiren tekrar görünse bile hakikatte tekrar değildir.




Lâ ilâhe illallâh: Allah’tan başka ilâh yokturalelekser: çoğunlukla, genellikle
bahsetmek: bir konu üzerinde söz söylemek, konuşmakbesmele: Bismillahirrahmanirrahim’in kısaltılmış ifadesi
beşer: insanoğlubinaenaleyh: bundan dolayı
bâtın: görünmeyen tarafcismanî: bedenle ilgili
din-i azîm: büyük dinefkâr: fikirler
erkân: rükünler, esaslaresas: temel
esasat: esaslar, prensiplerhad: sınır, kapsam
hakaik: hakikatler, gerçeklerhakikat: gerçek
hararet: ısı, sıcaklıkhâcet: ihtiyaç
hâkezâ: böylece, bunun gibihâlî: hâl ile
hüküm: kararihtilâf: farklı farklı olma
itibarla: özellikle
içtimaat-ı beşeriye: insanlığın toplum hayatı
keza: bunun gibikezâlik: bunun gibi, böylece
kâlî: sözlekıssa: ibretli hikâye
malûm: bilinen, bellimesâil: meseleler
metin: sağlam, kuvvetlimuayyen: belirlenmiş, kararlaştırılmış
muhtelif: çeşitlimuttala’: anlam çerçevesi
mânevi: mânâya ait, maddî olmayanmârifet: Allah’ı tanıma, bilme
müessis: tesis edici, kurucumünasip: uygun
mürşid-i mucîb: sorulara cevap verip irşad eden, aydınlatıcı cevap verenmütefavit: çeşitli, farklı farklı
sual: sorusuver-i muhtelife: çeşitli sûreler
tahrik etmek: harekete geçirmektakarrur etmek: karar kılmak, sağlamca yerleşmek
takrir: yerleştirme, sağlamlaştırmatebdil etmek: değiştirmek
tebeddül etmek: değişmektekerrür etme: tekrarlanma
tesbit: sağlam şekilde yerleştirmetesis etmek: kurmak
umumî: genelvaz etmek: koymak
vecih: yön, tarafzahir: açık, görünen
zahiren: dış görünüş itibariylezikredilmek: anılmak, belirtilmek
ziya: ışıkzât: kişi, kimse
âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesiüslûp: ifade ve söyleşi tarzı

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: On Dördüncü Reşha - Sayfa: 301


DÖRDÜNCÜ KATRE: Kur’ân’ın felsefî mesâil-i kevniyenin bir kısmında ihmal ile, bir kısmında ipham ile, öteki kısmında icmal ile işaret ettiği derece-i i’câzı altı nükte zımnında izah ediyoruz.

Birinci nükte:


S: Niçin Kur’ân da hikmet ve felsefe gibi kâinattan bahsetmiyor?

C: Felsefe hakikattan udûl etmiş, kâinata mânâ-yı ismiyle bakarak, kâinatı kâinat hesabına istihdam ediyor. Kur’ân ise, Haktan hak ile nâzil olmuş, hakikate gidiyor. Mevcudata mânâ-yı harfiyle bakarak Hâlıkının hesabına istihdam ediyor.

S: Ulvî ve süflî ecramın mahiyetleri, şekilleri, hareketleri hakkında fennin verdiği beyanat gibi beyan lâzımken müphem bırakılmıştır.

C: Bu gibi meselelerde ipham daha mühimdir. Ve icmal daha cemîl ve güzeldir. Çünkü, Kur’ân, istitradî ve tebeî olarak; Cenâb-ı Hakkın zâtına, sıfâtına istidlâl için kâinattan bahsediyor. İstidlâlin birinci şartı, delilin neticeden daha zahir ve malûm olması lâzımdır. Eğer fencilerin iştihası gibi “Şemsin sükûnuna, arzın hareketine bakmakla Allah’ın azametini anlayınız” demiş olsaydı, delil müddeadan daha hafî olurdu. Ve insanların ekserisi, ekser zamanlarda fehmedemediklerinden inkâra zehab ederlerdi. Halbuki, irşad ve hidayet zamanlarında cumhurun derece-i fehimleri nazara alınarak ona göre söz söylemek icab eder. Maahaza, ekseriyete yapılan mürâattan, ekalliyette kalanın mahrumiyeti neş’et etmez. Çünkü onlar da istifade ediyorlar. Amma mesele mâkûse olursa, ekseriyet mahrum kalır, istifade edemez. Çünkü fehimleri kasırdır.



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
Hakk: doğru, gerçek. Cenâb-ı Allah’ın ismi
Hâlık: herşeyi yaratan Allaharz: yer, dünya
azamet: büyüklük, yücelikbahsetmek: bir konu üzerinde söz söylemek, konuşmak
beyan: açıklama, izahbeyanat: açıklamalar, izahlar
cemil: güzelcumhur: çoğunluk
delil: kanıtderece-i fehim: anlayış derecesi
derece-i i’câz: mu’cizelik derecesiecram: gök cisimleri
ekalliyet: azınlıkekser: çoğunluk
ekseriyet: çoğunlukfehim: anlayış, kavrayış
fehmetmek: anlamakfelsefî: felsefeyle ilgili, felsefeye ait
fen: bilimfenci: bilimle uğraşan
hafî: gizlihakikat: asıl, gerçek
hidayet: doğru ve hak olan yol, İslâmiyethikmet: eşyanın faydalarını gösteren ilim
icab: gerektirme, lüzumicmal: özet
ihmal: önemsememe, terk etmeinkâr: reddetme, kabul etmeme
ipham: gizleme, üstü kapalı bırakmairşad: doğru yolu gösterme, uyarma
istidlâl: delil getirme, akıl yürütmeistihdam etmek: çalıştırmak, kullanmak
istitradî: asıl konunun dışında söz gelişi anlatılan başka bir konukasır: eksik, noksan
katre: damlakâinat: evren
maahaza: bununla beraber, bununla birliktemahiyet: bir şeyin aslı, öz nitelik, özellik
mahrum: yoksunmahrumiyet: yoksun kalma
malûm: bilinen, bellimesâil-i kevniye: yaratılışla ilgili meseleler
mevcudat: var edilenler, varlıklarmâkûse: ters
mânâ-yı harfî: harf gibi; birşeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bildirip tanıtan mânâsımânâ-yı ismî: isim gibi; bir şeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı
müddeâ: iddia edilen şeymüphem: kapalı
mürâât: gözetme, korumanazara almak: göz önünde bulundurmak
neş’et etmek: çıkmak, yetişmeknâzil olmak: inmek
nükte: ince anlamsüflî: alçak, küçük
sükûn: hareketsiz durma, sabit olmasıfât: nitelikler, özellikler
tebeî: başka birşeye tabi olan, ikinci derecedeudûl: ayrılma, yoldan çıkma, sapma, vazgeçme
ulvî: yüksek, büyükzahir: açık, görünen
zehab: yanlış düşünce, zihnen bir yola sapmakzât: kendi
zımn: içşems: güneş

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: On Dördüncü Reşha - Sayfa: 302


Ve saniyen: Belâgat-ı irşadiyenin şe’nindendir ki, avâmın nazarına, âmmenin hissine, cumhurun fehmine göre hareket yapılsın ki, nazarları tevahhuş, fikirleri kabulden imtinâ etmesin. Binaenaleyh, cumhura olan hitabın en beliği, zahir, basit, sehl olmasıdır ki âciz olmasınlar. Muhtasar olsun ki melûl olmasınlar. Mücmel olsun ki, lüzumlu olmayan tafsilden nefret etmesinler.

Ve salisen: Kur’ân mevcudatın ahvalinden ancak Hâlıkları için bahseder. Mevcudatın zâtlarına ait değildir. Bu itibarla, Kur’ân’ca en mühim, kâinatın Hâlıka nâzır olan ahvalidir. Fen ise, Hâlıkı işe katmıyor, kâinatın ahvalinden bizâtihâ bahsediyor. Ve keza, Kur’ân bütün insanlara hitap eder. Ve ekseriyetin fehmini mürâat eder ki, tahkikî bir mârifet sahibi olsunlar. Fen ise, yalnız fencilerle konuşur, avâmı nazara almıyor; avâm taklitte kalıyor. Bu itibarla, fennin tafsilâtını ihmal veya ipham, maslahat-ı âmme ve menfaat-i umumiyeye nazaran, ayn‑ı isabet ve ayn-ı hikmettir.


Ve rabian: Kur’ân bütün zamanları tenvir ve bütün insanları irşad eden bir kitaptır. Bu itibarla, irşadın belâgatı icabınca, ekseriyeti, nazarlarında bedihî olan meselelere karşı mükâbereye, mugalâtaya ika ve icbar etmemek lâzımdır. Ve onlarca mahsus, meşhud, mâruf olan birşeyi lüzumsuz yerde tağyir etmemek lâzımdır. Ve keza, vazife-i asliyece ekseriyete lâzım olmayan şeyin ihmal veya icmâli lâzımdır. Mesele, şemsin zâtından, mâhiyetinden bahsetmek değildir. Ancak, âlemi tenvir etmekle hilkatin nizam merkezi ve âleme mihver olması gibi harika şeyleri ihtiva eden vazifesinden bahsetmekle, Hâlıkın azamet-i kudretini efkâr-ı âmmeye ibraz etmektir.



Hâlık: herşeyi yaratan Allah
ahval: haller
avâm: halk tabakası, sıradan insanlarayn-ı hikmet: hikmetin kendisi
ayn-ı isabet: doğruluğun kendisiazamet-i kudret: Allah’ın kudretinin büyüklüğü
bedihî: açık, aşikârbeliğ: maksada en uygun olan
belâgat: sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesibelâgât-ı irşadiye: doğru yolu göstermek için sözün muhataba ve amaca uygun olarak söylenmesi
binaenaleyh: bundan dolayıbizâtihâ: kendileri için
cumhur: çoğunlukefkâr-ı âmme: halkın fikir ve düşünceleri, kamuoyu
ekseriyet: çoğunlukfehim: anlayış, kavrayış
fen: bilimfenci: bilimle uğraşan, bilim adamı
hilkat: yaratılışhitab: konuşma
hitap etmek: konuşmakibraz etmek: göstermek
icab: gerektirme, lüzumicbar: zorlama
icmâl: özet, kısaltılmışihmal: önemsememe, göz ardı etme
ihtiva etmek: içermekika: düşürme
imtinâ: çekinme, yapmamaipham: gizleme, üstü kapalı bırakma
irşad: doğru yolu göstermeitibar: özellik
itibarla: özelliklekeza: bunun gibi
kâinat: evrenlâzım: gerekli
maslahat-ı âmme: herkesin faydasımelûl: usanmış
menfaat-i umumiye: herkesin yararı, umumun menfaatimevcudat: var edilenler, varlıklar
meşhud: görünen, bilinenmihver: eksen, yörünge
mugalâta: demagoji; aldatmak maksadıyla yanlış sözler söylememuhtasar: kısa, özet
mâhiyet: öz nitelik, özellikmârifet: Allah’ı tanıma, bilme
mâruf: bilinen, tanınmış, belli, meşhurmücmel: kısa, kısaca
mükâbere: büyüklük taslayarak bile bile doğruyu kabul etmeme, inkâr etmemürâat etmek: gözetmek
nazar: bakış, bakış açısı, düşüncenazara almak: göz önünde bulundurmak
nazaran: bakarak, –görenizam: düzen
nâzır: bakanrabian: dördüncü olarak
salisen: üçüncü olaraksaniyen: ikinci olarak
sehl: kolaytafsil: ayrıntı
tafsilât: ayrıntılartahkikî: delillerle doğrulanmış, araştırmaya dayanan şekilde
taklit: hakikatini araştırmadan kabul etmetağyir: değiştirme
tenvir: aydınlatmatenvir etmek: aydınlatmak, ışıklandırmak
tevahhuş: korkma, ürküntüvazife-i asliye: asıl görev
zahir: açık, görünenâciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyen
âlem: dünya, evrenâmme: umum
şems: güneşşe’n: bir şeye ait ve lâyık olan şey; belirleyici nitelik

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: On Dördüncü Reşha - Sayfa: 303


İkinci nükte:
blank.gif
1 وَجَعَلْنَا الشَّمْسَ سِرَاجًا


S: Niçin şems sirac ile tavsif edilmiştir? Halbuki ehl-i fence şems arza tâbi değildir ki ona sirac olsun. Belki arz ile seyyarat kendisine tâbi olan bir merkezdir.


C: Sirac tâbiri şöyle bir tasvire işarettir ki: Âlem bir saray gibidir. Mevcudatı, o sarayın müştemilâtı, tezyinatı makamında olduğu gibi, şems de, o saray halkını tenvir eden İlâhî bir lüküstür. Ve keza, sirac tâbiri, Cenâb-ı Hakkın rububiyetinden doğan vüs’at-i rahmetine ve o rahmet içinde derece-i in’am ve ihsanına bir ihtar ve azamet-i saltanatı içinde vahdaniyetine bir ilândır ki, müşriklerin mâbud ittihaz ettikleri kocaman şems, âlem sarayında lüküs vazifesiyle muvazzaf, musahhar bir memur ve bir hizmetkârdır. Malûmdur ki, lâmba hizmetini gören câmid birşeyin ibadete, yani mâbud olmaya hiç liyakati var mıdır?

Üçüncü nükte: Kur’ân’ın takip ettiği makasıd-ı esasiye ve anâsır-ı asliye, ubudiyetle tevhid, risalet, haşir, adalet olmak üzere dörttür. Diğer bahsettiği meseleler ancak bu maksatlara vesilelerdir. Bu itibarla, vesilelerde yapılacak tafsilât, ol babdaki kavâide muhaliftir. Çünkü mâlâyaniyle iştigal, maksadı geri bırakıyor. Bunun içindir ki, bazı mesâil-i kevniyede Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan ihmal veya ipham veya icmal yapmıştır. Ve keza, Kur’ân’ın muhataplarından kısm-ı ekseri avâmdır. Avâm sınıfının hakaik-i İlâhiyenin ince ve müşkül kısmına fehimleri




[NOT]Dipnot-1 “Güneşi de bir lamba yaptık.” Nuh Sûresi, 71:16.

[/NOT]


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahKur’ân-ı Mucizü’l Beyan: açıklaması ve ifadesi mu’cize olan Kur’ân
adalet: hak sahibine hakkını verme, haksızı terbiye etme ve cezalandırmaanâsır-ı asliye: temel unsurlar, ana maddeler
arz: yer, dünyaavâm: halk tabakası, sıradan insanlar
azamet-i saltanat: egemenliğin büyüklüğübâb: bölüm, kısım
câmid: cansız, katıderece-i in’am: nimetlendirme derecesi
ehl-i fen: bilim adamlarıfehim: anlayış, kavrayış
hakaik-i İlâhiye: Allah’ın zât ve sıfatlarına ait gerçeklerhaşir: insanın öldükten sonra tekrar âhirette diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanması
hizmetkâr: hizmetçiicmal: özet; özetleme
ihmal: önemsememe, terketmeihsan: bağış, ikram, lütuf
ihtar: hatırlatma, ikazilân: duyuru
ipham: gizlemeitibar: özellik
ittihaz etmek: edinmek, kabullenmekiştigal: meşgul olma, uğraşma
kavâid: kurallarkeza: bunun gibi
kısm-ı ekser: büyük kısımliyakat: lâyık olma
makam: derece, yermakasıd-ı esasiye: esas maksatlar, asıl gayeler
malûm: bilinen, bellimesâil-i kevniye: kâinatla, yaratılışla ilgili meseleler
mevcudat: var edilenler, varlıklarmuhalif: aykırı, zıt
muhatap: kendisiyle konuşulanmusahhar: boyun eğen, emre uyan
muvazzaf: vazifelimâbud: kendisine ibadet edilen, tapılan
mâlâyani: faydasız, mânâsız, boşmüşkül: anlaşılması zor
müşrik: Allah’a ortak koşanmüştemilât: içindekiler
nükte: ince anlamrahmet: şefkat ve merhamet
risalet: peygamberlik, nübüvvetrububiyet: Rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
seyyarat: gezegenlersirac: kandil, lâmba
tafsilât: ayrıntıtasvir: anlatmak, ifade etmek
tavsif: nitelendirmetenvir: aydınlatma
tevhid: birleme; her şeyi bir olan Allah’a verme, ona ait kılmatezyinat: süslemeler
tâbi: bağlı, uyantâbir: ifade, adlandırma
ubudiyet: kullukvahdâniyet: Allah’ın benzersiz ve bir oluşu ve ortağının bulunmayışı
vesile: aracı, vasıtavüs’at-i rahmet: rahmetin genişliği, bolluğu
âlem: dünya, evrenİlâhî: Allah tarafından olan
şems: güneş

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: On Dördüncü Reşha - Sayfa: 304


kàdir değildir. Ancak, temsil ve icmallerle fehimlerine yakınlaştırmak lâzımdır. Bunun içindir ki, Kur’ân, kesretle temsilleri zikrediyor. Ve istikbalde keşfedilecek bazı mesâilde de icmal yapıyor.

Dördüncü nükte: Bu nükte mütercim tarafından tayyedilmiştir.


Beşinci nükte: Müellif-i muhteremi tarafından tayyedilmiştir.

ALTINCI KATRE: Kur’ân başka kelâmlar ile mukayese edilmez. Aralarında münasebet yoktur. Evet, kelâmın ulviyetine, kuvvetine, hüsnüne, cemâline kuvvet veren mütekellim, muhatap, maksat, makam olmak üzere dört şeydir. Ediplerin zannettikleri gibi yalnız makam değildir. Demek, bir kelâmın derece-i kuvvetini anlamak istediğin zaman, fâiline, muhatabına, gayesine, mevzuuna bak. Bunların dereceleri nisbetinde kelâmın derecesi anlaşılır.

Evet, meselâ, o kelâm emir veya nehiy olursa, irade ve kudreti tazammun, ettiğinden, derecesine göre tezâuf ediyor. Meselâ, Kur’ân’ın 1 يَاۤ اَرْضُ ابْلَعِى مَاءَكِ وَيَا سَمَاۤءُ اَقْلِعِى âyetiyle, semâ ve arza verdiği emrin tazammun ettiği yüksek ve kat’î irade ve kudret ile derhal semâî sehab çekilir, arz da suyunu yutar.

Ve keza, arz ve semâya
blank.gif
2 اِئْتِيَا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا âyetiyle verilen emri itaatle kabul etmelerinden, o emirdeki irade ve kudretin derece-i kuvveti ve dolayısıyla kelâmın derece-i ulviyeti tebarüz eder. Fakat, insanların câmidâta verdikleri emirler, mütekellimîndeki irade ve kudretin zaafiyeti nisbetinde ruhsuz, hayalî hezeyanlardan farkları yoktur.


İ’lem eyyühe’l-aziz: Cenâb-ı Hakk’ın “A’lem, Ekber, Erham, Ahsen” gibi esmâ ve sıfat ve ef’alinde kullanılan ism-i tafdil tevhide naks değildir. Çünkü



[NOT]

Dipnot-1
“Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu kes.” Hûd Sûresi, 11:44.
Dipnot-2 “Ey yeryüzü ve gökyüzü! İsteseniz de, istemeseniz de, ikiniz birden emrime uyun.” Fussilet Sûresi, 41:11.
[/NOT]


Ahsen: en güzel, AllahA’lem: en iyi bilen, Allah
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahEkber: en büyük, Allah
Erham: en merhametli, Allaharz: yer, dünya
cemal: güzellikcâmidât: cansız varlıklar
derece-i kuvvet: güç derecesiderece-i ulviyet: yücelik derecesi
edip: edebiyatçı, yazaref’al: fiiller
emir: buyrukesmâ: isimler, Allah’ın isimleri
fehim: anlayış, kavrayışfâil: bir işi yapan; fiilin sahibi
gaye: amaçhayalî: hayale dayalı
hezeyan: boş söz, saçmalamahüsün: güzellik
icmal: özet; özetlemeirade: dileme, istek
ism-i tafdil: “en üstün, daha üstün, daha iyi” gibi karşılaştırma ve üstünlük ifâde eden sözleristikbal: gelecek
i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!kadir: gücü yeten
kelâm: sözkesret: çokluk
keşfetmek: açığa çıkarmak, bulmakkudret: güç ve iktidar
lâzım: gereklimakam: konum
mesâil: meselelermuhatap: kendisi ile konuşulan, hitap edilen
mukayese: kıyaslamamüellif-i muhterem: saygıdeğer yazar
münasebet: bağlantı, bağmütekellim: konuşan
mütekellimîn: konuşanlar, söyleyenlermütercim: tercüme eden, bir dilden bir diğerine çeviren
naks: eksiklik, noksanlıknehiy: yasak
nisbet: kıyas, orannükte: ince anlam
sehab: bulutsemâ: gök, gökyüzü
semâî: gökle ilgili, gökyüzüne aittayyedilmek: atlanmak
tazammun: kapsama, içine almatazammun etmek: içermek, içine almak
tebarüz: belli olma, görünmetemsil: benzetme, örnek
tevhid: birleme; her şeyin bir olan Allah’a verilmesi, Ona ait kılınmasıtezâuf: katlanarak artmak
ulviyet: yücelikzaafiyet: zayıflık, güçsüzlük
zikretmek: anlatmak, belirtmekâyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: On Dördüncü Reşha - Sayfa: 305


maksat, bizzat ve hakikî bir mevsufu gayr-ı hakikî veya aklî bir imkânla veya vehmî bir mevsufa tafdil etmektir.

Ve keza, izzet-i İlâhiyeye de münâfi değildir. Çünkü, maksat, sıfât ve ef’âl-i İlâhîye ile mahlûkatın sıfât ve ef’âli arasında bir muvazene yapmak değildir. Yani, ikisini bir seviyede tuttuktan sonra, bunu ona tafdil etmek değildir ki, sıfât-ı İlâhiyeye bir naks olsun.


Evet, masnuattaki kemâlât, Cenâb-ı Hakkın kemâlinden in’ikâs eden bir gölge olduğuna nazaran, masnuat, sıfât-ı İlâhiye ile muvazene hakkına malik değildir.


endOfSection.gif
endOfSection.gif



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahaklî: akılla ilgili, akla uygun
bizzat: doğrudanef’âl: fiiler
ef’âl-i İlâhîye: İlâhî fiillergayr-ı hakikî: gerçek olmayan
hak: doğru, gerçekhakikî: asıl, gerçek
imkân: mümkün olma, olabilirlikin’ikâs etmek: yansımak
izzet-i İlâhiye: Allah’ın her şeyden üstün ve yüce olmasıkemâl: mükemmellik
kemâlât: mükemmellikler, üstün değerlerkeza: bunun gibi
mahlûkat: yaratıklarmasnuat: san’at eseri varlıklar
mevsuf: nitelendirilen, vasıflandırılanmuvazene: denk tutma, karşılaştırma
mâlik: sahipmünâfi: aykırı, zıt
naks: eksiklik, noksanlıknazaran: bakarak, –göre
sıfât-ı İlâhiye: Allah’ın sıfatları, mukaddes özellikleri, nitelikleritafdil etmek: üstün tutmak
vehmî: varsayılan, olmadığı halde var gibi düşünülen

 
Üst