Onuncu Risale

Huseyni

Müdavim

Onuncu Risale


besmele.jpg



وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطِينِ 1


İ’lem eyyühe’l-aziz! Şu âyet-i kerimenin yüksek semâsına çıkıp sırrını fehmetmek için yedi basamaklı bir merdiven kuruyoruz.


Birinci basamak: Semâvâtın, melâike ile tesmiye edilen münasip sakinleri vardır. Çünkü, küre-i arzın semâya nisbeten küçüklüğü ve hakaretiyle beraber zevilhayatla dolu olması, semâvâtın o müzeyyen burçları zevi’l-idrak ile dolu olmasını tasrih ediyor. Ve keza, semâvâtın bu kadar ziynetler ile tezyin edilmesi, behemehal zevi’l-idrâkin takdir ve istihsan ile nazar-ı hayretlerini celb etmek içindir. Çünkü, hüsn-ü ziynet, âşıkların celbi içindir. Yemek ve taam da aç olanlara yapılır. Maahaza, ins ve cin o vazifeyi ifâya kâfi değillerdir. Ancak, gayr-ı mahdut, oraya münasip melâike ve ruhânîler o vazifeyi ifâ edebilir.

İkinci basamak: Arzın semâvat ile alâkası, muamelesi olup aralarında çok büyük irtibat vardır. Evet, arza gelen ziya, hararet, bereket ve saire semâvattan geliyor. Arzdan da semâya dualar, ibadetler, ruhlar gidiyor. Demek, aralarında cereyan eden ticarî muameleden anlaşılıyor ki, arzın sakinleri için semâya çıkmaya bir yol vardır ki, enbiya, evliya, ervah, cesetlerinden tecerrüd ile semâvâta uruç ederler.





[NOT]Dipnot-1 “Şeytanlar için o yıldızları birer mermi yaptık.” Mülk Sûresi, 67:5.

[/NOT]



alâka: bağlantıarz: yeryüzü, dünya
behemehal: ister istemez; mutlakaburç: belli bir şekil ve surete benzeyen sabit yıldız kümesi
celb: çekmecelb etmek: çekmek
cereyan eden: meydana gelenceset: beden
enbiya: nebiler, peygamberlerervah: ruhlar
evliya: Allah dostları velîlerfehmetmek: anlamak
gayr-ı mahdut: sınırsızhakaret: küçüklük
hararet: ısı, sıcaklıkhüsn-ü ziynet: süsteki güzellik, güzel süsleme
ifâ: yerine getirmeifâ etmek: yerine getirmek
ins: insanlarirtibat: bağ, ilişki
istihsan: güzel bulmai’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki
keza: bunun gibikâfi: yeterli
küre-i arz: yerküre, dünyamaahaza: bununla beraber
melâike: meleklermuamele: iş, alışveriş
münasip: uygunmüzeyyen: ziynetli, süslenmiş
nazar-ı hayret: hayret içinde kalmış şaşkın ve hayran bakışnispeten: kıyasla
ruhânî: maddî yapısı olmayan, ruh âlemine ait varlıksair: diğer, başka
sakin: ikâmet eden, yerleşmiş olansemâ: gök; yücelik
semâvât: göklertaam: yiyecek
tasrih etmek: açıkça ifade etmektecerrüd: soyutlanma
tesmiye edilen: isimlendirilentezyin edilmek: süslenilmek
uruç etmek: yükselmekzevilhayat: hayat sahipleri, canlılar
zevi’l-idrak: düşünebilen varlıklar, idrak sahipleriziya: ışık
ziynet: süsâyet-i kerime: Kur’ân’ın her bir cümlesi
âşık: çok seven, şiddetli sevgi besleyen

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 267



Üçüncü basamak: Semâvatta devam ile cereyan eden sükûn, sükût, nizam, intizam, ıttıraddan hissedildiğine nazaran, semâvat ehli, arz sakinleri gibi değildirler. Evet, arzda bulunan nifak, şikak, ihtilâf, ezdâdın içtimâı, hayır ve şerrin ihtilâtı gibi şeyler, semâvatta yoktur. Bu sayede, semâvatta nizam ve intizamı bozacak bir hal yoktur. Sakinleri, verilen emirlere kemâl-i itaatle imtisal ediyorlar.

Dördüncü basamak: Cenâb-ı Hakkın, iktizâları, hükümleri mütegayir bazı esmâları vardır. Meselâ, Bedir gibi bazı gazâlarda Ashab-ı Kirama yardım etmek üzere, küffar ile muharebe etmek için melâikenin semâdan inzâlini iktiza eden ismi, melâike ile şeyâtin (yani semâvî olan ahyar ile arzî eşrar) arasında muharebenin vukuunu istib’ad değil, iktizâ eder. Evet, Cenâb-ı Hak melâikeye bildirmeksizin şeytanları def veya ihlâk edebilir. Fakat satvet ve haşmetin iktizâsı üzerine, bu kabil mücâzâtın müstehaklarına ilân ve teşhiri, azametine lâyıktır.

Beşinci basamak: Ruhânîlerin ahyârı semâda bulunduklarından, eşrarı da letâfetlerine güvenerek onları takliden iltihak etmek istediklerinde, ehl-i semâ, onları şerâretleri için kabul etmeyerek def ediyorlar. Maahaza, bu gibi mânevî mübârezeleri âlem-i şehadete, bilhassa vazifesi şehadet ve müşahede olan insana ilân ve teşhirine recm-i nücum alâmet ve nişan kılınmıştır.


Altıncı basamak: Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, nev-i beşeri itaate irşad, isyandan zecr ve men etmek üzere kullandığı üslûb-u âlisine bak:


يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَاْلاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ فَانْفُذُوا لاَ تَنْفُذُونَ اِلاَّ بِسُلْطَانٍ
blank.gif
1



[NOT]Dipnot-1 Rahmân Sûresi, 55:23.
[/NOT]



Ashab-ı Kiram: (bk. bilgiler)Bedir: (bk. bilgiler)
Cenab-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahKur’ân-ı Mucizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
ahyâr: hayırlı kimseleralâmet: belirti, işaret
arz: yer, dünyaarzî: dünyaya âit, dünyalı
azamet: büyüklükcereyan eden: meydana gelen
def: uzaklaştırmadef etmek: uzaklaştırmak
ehl-i semâ: gök ehli, melekler ve ruhanîleresmâ: isimler
ezdâd: zıtlareşrar: şerliler, kötüler
gazâ: savaşhayır: iyilik
haşmet: büyüklük, ihtişamhüküm: karar
ihlâk etmek: helâk etmek, yok etmekihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık
ihtilât: karışıklıkiktizâ: bir şeyin gereği
iltihak etmek: katılmakimtisal etmek: uymak, yerine getirmek
intizam: düzenlilikinzâl: indirme
irşad: doğru yolu göstermeistib’ad: akıldan uzak görme
içtimâ: bir araya gelmekabil: gibi
kemâl-i itaat: tam itaat, emre uymaküffar: kâfirler
letâfet: hafiflik, incelikmaahaza: bununla beraber
melâike: meleklermen etmek: yasaklamak
muharebe: harp, savaşmübâreze: karşı koyma
mücâzât: cezalandırmamüstehak: hak etmiş
mütegayir: değişik, birbirine zıtmüşahede: görme, gözlem
nazaran: bakarak, –görenev-i beşer: insanlar
nifak: münafıklık, ikiyüzlülüknizam: düzen
nişan kılmak: işaret yapmak, işaret olarak koymakrecm-i nücum: yıldızlarla taşlama
ruhânî: maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âlemine ait varlık; melek ve cin gibi varlıklarsakin: ikâmet eden, yerleşmiş olan
satvet: güç, ezici kuvvetsemâ: gökyüzü
semâvat: göklersemâvat ehli: semâda yaşayan varlıklar; melekler, ruhaniler
semâvî: gökle ilgili, uzaylısükûn: durgunluk
sükût: sessizlikteşhir: ilân etme, duyurma
vuku: gerçekleşme, meydana gelmezecr: sakındırma, yasaklama, kovma
âlem-i şehadet: görünen alemüslûb-u âli: yüksek ifade tarzı
ıttırad: saat gibi düzenli ritmik olmaşehadet: şahidlik, tanıklık
şer: kötülükşerâret: şerlilik, kötülük
şeyâtin: şeytanlarşikak: ayrılık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 268


Yani, “Ey ins ve cin cemaati! Mülkümden hariç bir memlekete çıkıp kurtulmak için semâvat ve arzın aktarından çıkmaya kuvvetiniz varsa çıkınız. Amma ancak bir sultan ile çıkarsınız.”

Kur’ân-ı Kerim bu âyet ile, pek geniş saltanat-ı rububiyete karşı ins ve cinnin aczlerini ilân zımnında nidâ ediyor: “Ey insan-ı hakîr, sağîr, âciz! Ne suretle, şeytanları recmeden melâike ile necimlerin, şemslerin, kamerlerin itaat ettikleri Sultan-ı Ezele isyan ediyorsun. Nasıl kocaman yıldızları mermi, kurşun yerinde kullanabilen bir askere sahip olan bir sultana karşı isyan etmeye cesaret ediyorsun?”


Yedinci basamak: Yıldızların pek küçük efradı olduğu gibi, pek büyükleri de vardır. Semânın veçhini, yüzünü ziyalandıran herşey yıldızdır. Bu neviden bir kısmı, semâya ziynet olmuştur. Bir kısmı da şeytanları recmetmek için semâvî mancınıklardır. Semâda yapılan bu recim, semâ gibi en vâsi dâirelerde bile vukua gelen mübareze hâdisesini insanlara göstermekle, insanların mutîlerini âsiler ile mübarezeye teşvik ile alıştırmaktır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanı hayvandan ayıran şeylerden,

Biri: Mazi ve müstakbel ile alâkadar olmasıdır. Hayvan bu iki zamanı bihakkın düşünecek bir idrâke mâlik değildir.

İkincisi: Gerek enfüsî, gerek âfâkî, yani dahilî ve haricî şeylere taallûk eden idrâki, küllî ve umumîdir.

Üçüncüsü: İnşaata lâzım olan mukaddemeleri keşif ve tertip etmektir: Meselâ, bir evin yapılması için lâzım olan taş, ağaç, çimento misilli lüzumlu mukaddemeleri ihzar ve tertip etmek gibi.

Binaenaleyh, insanın en evvel ve en büyük vazifesi, tesbih ve tahmiddir. Evvelâ mazi, hal ve istikbal zamanlarında görmüş veya görecek nimetler lisanıyla,




acz: acizlik, güçsüzlük, zayıflıkaktar: bölgeler, dört bir taraf
alâkadar: alâkalı, ilgiliarz: yer, dünya
bihakkın: hakkıyla, gerçek anlamıylabinaenaleyh: bundan dolayı
cemaat: toplulukdahilî: iç
efrad: fertler, bireylerenfüsî: iç dünyamıza ait
hadise: olayhal: şimdiki zaman
haricî: dışidrâk: anlama, kavrama
ihzar: hazırlamains: insan
insan-ı hakîr: ufak tefek olan insanistikbal: gelecek zaman
i’lemeyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil kikamer: ay
keşf etmek: bulup ortaya çıkarmakküllî: geniş
lisan: dilmancınık: eskiden kale kuşatmalarında ağır taşlar fırlatmak için kullanılan bir savaş âleti
mazi: geçmiş zamanmelâike: melekler
misilli: gibi, benzerimukaddeme: ön hazırlık
mutî: itaat eden, emre uyanmâlik: sahip
mübareze: karşı koyma, çarpışmamülk: sahip olunan ve hükmedilen şey
müstakbel: gelecek zamannecim: yıldız
nev: çeşit, türnidâ etmek: seslenmek
recim: taşlamasaltanat-ı rububiyet: rablık saltanatı; Allah’ın her varlığa, yaratılış gayelerine ulaşmaları için zarar verici şeylerden koruyup, muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye etmesi, tedbir, tasarruf ve egemenliği altında bulundurması
sağîr: küçüksemâ: gökyüzü
semâvat: göklersemâvî: gökle ilgili; gayb âlemiyle ilgili
sultan-ı Ezel: Ezel Sultanı; bütün zamanlara hâkim olan zaman üstü Sultan, Allahsuret: şekil
taallûk etmek: ilgilendirmek, ait olmaktahmid: Allah’a övgü, minnet ve şükürlerini sunma
tertip etmek: sıralamak, düzenlemektesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
teşvik: şevklendirme, isteklendirmeumumî: genel
vech: yüzvukua gelen: gerçekleşen
vâsi: genişziyalandıran: ışıklandıran
ziynet olmak: süs olmakzımnında: açıkça olmayıp, dolayısıyla üstü kapalı olarak içinde var olan
âciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyenâfâkî: dış dünyaya ait
âsi: isyan eden, başkaldıranâyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi
şems: güneş

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 269


sonra nefsinde veya haricinde görmekte olduğu in’amlar lisanıyla, sonra mahlûkatın yapmakta oldukları tesbihatı şehadet ve müşahede lisanıyla Sânii hamd ü senâ etmektir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenâb-ı Hakkın atâ, kazâ ve kader namında üç kanunu vardır. Atâ, kazâ kanununu; kazâ da, kaderi bozar.


Meselâ: Birşey hakkında verilen karar, kader demektir. O kararın infazı, kazâ demektir. O kararın iptaliyle hükmü kazâdan affetmek, atâ demektir. Evet, yumuşak bir otun damarları katı taşı deldiği gibi, atâ da kazâ kanununun kat’iyetini deler. Kazâ da ok gibi kader kararlarını deler. Demek, atânın kazâya nisbeti, kazânın kadere nisbeti gibidir. Atâ, kazâ kanununun şümulünden ihraçtır. Kazâ da kader kanununun külliyetinden ihracıdır. Bu hakikate vakıf olan ârif, “Yâ İlâhî! Hasenatım senin atândandır. Seyyiatım da senin kazândandır. Eğer atân olmasaydı helâk olurdum” der.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Esmâ-i Hüsnâyı tazammun eden bazı fezlekeler ile âyetlere hâtime verilmekte ne gibi bir sır vardır?

Evet, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, bazan âyât-ı kudreti âyetlerde basteder, sonra içerisinden esmâyı çıkarır. Bazan mensucat toplar gibi açar, dağıtır; sonra toplar, esmâda tayyeder. Bazan da ef’âlini tafsil ettikten sonra, isimler ile icmal eder. Bazan da, halkın a’mâlini tehdidâne söyler; sonra rahmete işaret eden isimler ile tesellî eder. Bazan da bazı makasıd-ı cüz’iyeyi zikrettikten sonra, o makasıdı takdir ve ispat için, burhan olarak kavâid-i külliye hükmünde olan isimleri zikrediyor. Bazan da maddî cüz’iyatı zikreder, sonra esmâ-i külliye ile icmal eder. Ve hâkezâ...




Cenab-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahKur’ân-ı Mucizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmaktan akılları âciz bırakan Kur’ân, açıklamaları mu’cize olan Kur’ân
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan AllahYa İlâhî: ey Allah’ım
atâ: bağış; ihsana’mâl: ameller, işler ve davranışlar
bast etmek: yaymak, genişletmekburhan: güçlü, açık delil, kanıt
cüz’iyat: ferdî, bireysel şeyleref’âl: fiiler, işler
esmâ: Allah’ın isimleriesmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri
esmâ-i külliye: bütün varlık âleminde yansımaları görünen Allah’ın isimlerifezleke: hülasa, öz
hakikat: gerçekhamd ü senâ etmek: hamd etmek ve övmek
haricinde: dışındahasenat: güzellikler, iyilikler
helâk olmak: mahvolmak, yok olmakhâkezâ: böylece, bunun gibi
hâtime: sonicmal etmek: özetlemek
ihraç: çıkarılmainfaz: bir hükmü yerine getirme
in’am: nimetleri’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kadreşim bil ki
kader: Allah’ın meydana gelecek şeyleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlamasıkanun: emirden gelen ve varlıkların ve tabiat olaylarının fiil, hareket ve hallerini düzen altında tutmasına vesile olan kurallardır
kat’iyet: kesinlikkavâid-i külliye: herşey hakkında tatbik edilebilen genel kurallar
kazâ: olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılmasıkülliyet: bütünlük, kapsamlılık
lisan: dilmahlûkat: yaratılmışlar, yaratılmış varlıklar
makasıd: gayeler, istenilen şeylermakasıd-ı cüz’iye: ferdî, bireysel gayeler
mensucat: dokunmuş mamüllermüşahede: gözlem
namında: isminde, adındanefis: bir kimsenin kendisi
nisbet: oran, kıyasrahmet: İlâhî şefkat ve merhamet
seyyiat: günahlar, kötülüklertafsil etmek: ayrıntılı olarak açıklamak
tayyetmek: sarıp dürmektazammun etmek: içermek, içine almak
tehdidâne: tehdit ederektesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tesellî etmek: avutmak, acıyı dindirmekvakıf olma: bütün yönleriyle bilme, haberdar olma
zikretmek: anmak, belirtmekârif: bilgide ileri olan
âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesiâyât-ı kudret: kudret âlemi olan kâinat belgeleri, delilleri
şehadet: şahidlik, tanıklıkşümul: kapsamlılık, kuşatıcılık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 270



İ’lem eyyühe’l-aziz! Acz de aşk gibi Allah’a isal eden yollardan biridir. Amma acz yolu, aşktan daha kısa ve daha selâmettir.

Ehl-i sülûk, tarîk-i hafâda letâif-i aşere üzerine, tarîk-i cehirde nüfus-u seb’a üzerine sülûk etmişlerdir. Bu fakir, âciz ise dört hatveden ibâret, hem kısa, hem sehl bir tarîki, Kur’ân’ın feyzinden istifade etmiştir.

Birinci hatveyi
blank.gif
1 فَلاَ تُزَكُّوا اَنْفُسَكُمْâyetinden,

İkinci hatveyi
blank.gif
2 وَلاَ تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْ âyetinden,

Üçüncü hatveyi مَا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللهِ وَمَا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ 3 âyetinden,
Dördüncü hatveyi
blank.gif
4 كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ âyetinden ahzetmiştir. Bunların izahı:


Birinci hatve: İnsan yaratılışında kendi nefsine muhib olarak yaratılmıştır. Hattâ bizzat nefsi kadar birşeye sevgisi yoktur. Kendisini, ancak mâbûda lâyık senâlar ile medhediyor. Nefsini bütün ayıplardan, kusurlardan tenzih etmekle—haklı olsun haksız olsun—kemâl-i şiddetle müdafaa ediyor. Hattâ Cenâb-ı Hakkı hamd ü senâ için kendisinde yaratılan cihazatı, kendi nefsine hamd ve senâ için sarf ediyor ve
blank.gif
5 مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوَيهُ ’deki
blank.gif
6 مَنْ şümulüne dahil oluyor. Bu mertebede nefsin tezkiyesi, ancak adem-i tezkiyesiyle olur.





[NOT]Dipnot-1 “Nefislerinizi temize çıkarmayın.” Necm Sûresi, 53:32.
Dipnot-2 “Allah’ı unutanlar gibi olmayın ki, Allah da onlara kendi nefislerini unutturmuştur.” Haşir Sûresi, 59:19.
Dipnot-3 “Sana her ne iyilik erişirse Allah’tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi nefsindendir.” Nisâ Sûresi, 4:79.
Dipnot-4 “Onun zatından başka herşey helâk olup gidicidir.” Kasas Sûresi, 28:88.
Dipnot-5 “Nefsinin arzusunu kendine mâbud edinen kimse.” Furkan Sûresi, 25:43.
Dipnot-6 Kim, kimse.

[/NOT]



Cenab-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahacz: acizlik, güçsüzlük
adem-i tezkiye: temize çıkarmama; hoş görmemeahzetmek: almak
bizzat: kendicihazat: cihazlar, duyu ve organlar
ehl-i sülûk: tarikat yolunda yürüyenlerfakir: muhtaç
feyz: ihsan, bağış, keremhamd: teşekkür ve övgülerini sunma
hamd ü senâ: şükür ve övgühatve: basamak, mertebe
ibâret: meydana gelmiş, toplanmışisal etmek: ulaştırmak, eriştirmek
istifade etmek: faydalanmak, yararlanmakkemal-i şiddet: çok şiddetli
letâif-i aşere: on lâtife veya duygumedh etmek: övmek
mertebe: derece, makammuhib: seven
mâbûd: kendisine ibadet edilenmüdafaa etmek: savunmak
nefis: bir kimsenin kendisinüfus-u seb’a: nefsin yedi mertebesi
sarf etmek: harcamaksehl: kolay
selâmet: esenlikli, güvenlisenâ: övme, methetme
sülûk etmek: yol almaktarik: mânevî yol
tarik-i hafâ: gizli olarak zikir yapılan tarikattarîk-i cehir: açık olarak ve yüksek sesle zikir eden tarikat
tenzih etmek: eksik ve çirkinliklerden arınmış tutmaktezkiye: temizleme, arındırma
âciz: güçsüzâyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi
İlem eyyühe’l-aziz: ey aziz kadreşim bil kişümul: kapsam

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 271


İkinci hatve: Nefis hizmet zamanında geri kaçar. Ücret vaktinde ileri safa hücum ediyor. Bu mertebede onun tezkiyesi, yaptığı fiili aksetmekle olur. Yani işe, hizmete ileriye sevk edilmeli, ücret tevziinde geriye bırakılmalıdır.

Üçüncü hatve: Kendi nefsinde, torbasında, kusur, naks, acz, fakrdan mâadâ birşeyi bırakmamalıdır. Bütün mehâsin, iyilikler, Fâtır-ı Hakîm tarafından in’am edilen nimetler olup hamdi iktiza eder. Fahri istilzam etmediklerini itikad ve telâkki edilmelidir. Bu mertebede onun tezkiyesi, kemâlinin adem-i kemâlinde, kudretinin aczinde, gınasının fakrında olduğunu bilmekten ibarettir.


Dördüncü hatve: Kendisi istiklâliyet halinde fâni, hâdis, mâdum olduğunu ve esmâ-i İlâhiyeye ayinedarlık ettiği halde şahit, meşhud, mevcut olduğunu bilmekten ibarettir. Bu mertebede onun tezkiyesi, vücudunda ademini, ademinde vücudunu bilmekle
blank.gif
1 لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ ’yü kendisine vird ittihaz etmektir.


Ve keza, Vahdetü’l-vücud ehli, kâinatı nefyetmekle idam ediyorlar. Vahdetü’ş-şühud halkı ise, bütün mevcudatı, kürek cezalıları gibi nisyan zindanında ebedî hapse mahkûm ediyorlar.

Kur’ân’ın ifham ettiği tarik, kâinatı, mevcudatı hem idamdan, hem hapisten kurtarır. Esmâ-i Hüsnâya mazhariyet ile ayinedarlık etmek gibi vazifelerde istihdam ediyor. Fakat kâinatı, istiklâliyetten ve kendi hesabına çalışmaktan azlediyor.

Ve keza, insanın vücudunda birkaç daire vardır. Çünkü, hem nebatîdir, hem hayvanîdir, hem insanîdir, hem imanî. Tezkiye muamelesi bazan tabaka-i imaniyede




[NOT]Dipnot-1 Mülk umumen Onundur; hamd de Ona mahsustur.
[/NOT]


Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri
Fâtır-ı Hakîm: herşeyi hikmetle ve benzersiz şeyleri üstün san’atıyla yaratan Allah
Vahdetü’l-vücud ehli: “Allah’ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre bir gölge gibidir ve ‘varlık’ adını almaya lâyık değiller” tarzındaki tasavvufî görüş sahipleriVahdetü’ş-şühud: İlâhi tecellilerin karşısında Allah’tan başka bir şeyin görülmemesi ve Allah’tan başka herşeyin unutkanlık perdesiyle örtülmesi
acz: acizlik, güçsüzlükadem: yokluk, hiçlik
adem-i kemal: kemalsizlik, mükemmel olmamaaksetmek: tersine çevirmek
ayinadarlık: birşeyin özelliklerini yansıtma, aynalık görevi yapmaazletmek: ayırmak, uzaklaştırmak
ebedî: sonsuzesmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri
fahr: gurur, övünmefakr: fakirlik, muhtaçlık
fâni: geçici olan, ölümlügına: zenginlik
hamd: minnet, teşekkür ve övgülerini sunmahatve: basamak, mertebe
hayvanî: hayvansalhâdis: sonradan olan
idam: yokluğa mahkum etmeifham etmek: anlatmak, bildirmek
iktiza etmek: gerektirmekinsanî: insana ait
in’am edilen: nimet olarak verilenistihdam etmek: belli bir görevde çalıştırmak, kullanmak
istiklâliyet: bağımsızlık, birşeye bağlı olmayışistilzam etmek: gerektirmek
itikat etmek: inanmakittihaz etmek: edinmek, kabullenmek
kemal: fazilet, iyilik, mükemmellikkeza: aynı, aynı biçimde
kudret: güç, iktidarkâinat: evren
mahkûm: cezalandırılmamahsus: özel, has
mazhariyet: ayna olmamehâsin: güzellikler, iyilikler
mertebe: makammevcudat: varlıklar, var edilenler
mevcut: varmeşhud: şahit olunan, görülen, gözlemlenen
muamele: davranışmâadâ: -den başka, gayri
mâdum: yokmülk: hükmedilen yer, sahip olunan şey
naks: eksiklik, noksanlıknebatî: bitkisel
nefis: bir kimsenin kendisi; insanı zevkli ve lezzetli şeylere sevk eden güç, duygunefyetmek: inkâr etmek, reddetmek
nisyan: unutkanlıksevk etmek: yöneltmek
tarik: mânevî yoltelâkki etmek: kabul etmek
tevzi: dağıtmatezkiye: temizleme, arındırma
umumen: genelliklevird: devamlı yapılan zikir
vücud: varlık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 272


olur. Sonra tabaka-i nebatiyeye iner. Bazan da yirmi dört saat zarfında her dört tabakada muamele vaki olur. İnsanı hatâ ve galata atan, bu dört tabakadaki farkı riayet etmemektir.

blank.gif
1 خَلَقَ لَنَا مَا فِى اْلاَرْضِ جَمِيعًا ’ya istinaden insaniyetin mide-i hayvaniye ve nebatiyeye münhasır olduğunun zannıyla galat ediyor. Sonra bütün gayelerin nefsine ait olduğunun hasriyle galat ediyor. Sonra, herşeyin kıymeti, menfaati nisbetinde olduğunun takdiriyle galat ediyor. Hattâ Zühre yıldızını kokulu bir zühreye mukabil almaz. Çünkü kendisine menfaati dokunmuyor.


İ’lem eyyühe’l-aziz! Ubudiyet, sebkat eden nimetin neticesi ve onun fiyatıdır. Gelecek bir nimetin mükâfat mukaddemesi ve vesilesi değildir. Meselâ, insanın en güzel bir surette yaratılışı, ubudiyeti iktizâ eden sâbık bir nimet olduğu ve sonra da, imanın îtâsıyla kendisini sana tarif etmesi, ubudiyeti iktiza eden sabık nimetlerdir. Evet, nasıl ki midenin îtâsıyla bütün mat’ûmat îtâ edilmiş gibi telâkki ediliyor; hayatın îtâsıyla da, âlem-i şehadet müştemil bulunduğu nimetler ile beraber îtâ edilmiş gibi telâkki ediliyor.

Ve keza, nefs-i insanînin îtâsıyla, bu mide için mülk ve melekût âlemleri nimetler sofrası gibi kılınmıştır. Kezâlik, imanın îtâsıyla, mezkûr sofralarla beraber, Esmâ-i Hüsnâda iddihar edilen defineleri de sofra olarak verilmiş oluyor. Bu gibi ücretleri peşin aldıktan sonra, devamile hizmete mülâzım olmak lâzımdır. Hizmet ve amelden sonra verilen nimetler, mahzâ Onun fazlındandır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Envâın efradında, bilhassa haşerat ve hevâm kısmında görünen fevkalâde çoklukta müşahede edilen, hârikulâde gayr-ı mütenâhi bir cûd u sehâvet vardır. Kemâl-i ittikan ve intizamla bütün envâda bulunan şu kesret-i efrad, tecelliyat-ı İlâhiyenin gayr-ı mütenâhi olduğuna ve Cenâb-ı Hakkın




[NOT]Dipnot-1 Yerdeki herşeyi bizim için yarattı.
[/NOT]



Cenab-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahEsmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri
Zühre yıldızı: (bk. bilgiler)amel: iş, davranış
cûd: cömertlik, el açıklığıefrad: fertler, bireyler
envâ: çeşitler, türlerfazl: cömertlik, ihsan, yardım
fevkalâde: olağanüstügalat: hatâ, yanlış
gayr-ı mütenâhi: sınırsız, sonsuzhasr: sınırlama, bir şeye mahsus kılma
hayvaniye: hayvanîhaşerat: böcekler
hevâm: küçük hayvanlar, küçük böceklerhârikulâde: olağanüstü, şaşırtıcı derecede
iddihar edilen: biriktirilen, depolananiktizâ eden: gerektiren
insaniyet: insanlıkintizam: düzen
istinaden: dayanaraki’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kadreşim bil ki!
kemal-i itkan: tam bir sağlamlıkkesret-i efrad: fertlerin çokluğu
keza: aynı, aynı şekildekezâlik: bunun gibi
mahzâ: tam, sırf
mat’ûmat: yiyecekler
mebde: başlangıç, ilk yaratılışmezkûr: anılan, sözü geçen
mide-i hayvaniye ve nebatiye: hayvanî ve bitkisel midemuamele: davranış
mukabil: karşılıkmukaddeme: başlangıç
mülk ve melekût âlemi: Allah’ın sahip olduğu ve hükmettiği görünen ve görünmeyen âlemlermülâzım: birşeyden ayrılmama, aralıksız devam etme
münhasır: ait, mahsusmüşahede edilen: görülen
müştemil: içine alan, kavrayannebatiye: bitkisel
nefis: kişinin kendisi; hazır lezzet ve zevklere düşkün olan duygunefs-i insanî: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
nisbetinde: ölçüsünderiayet etmek: uymak, gözetmek
sebkat eden: daha önceden verilensehâvet: cömertlik
suret: biçim, görünüşsâbık: önceki, geçmiş
tabaka-i imaniye: iman tabakası, derecesitabaka-i nebatiye: insanın bitkisel yönü
tecelliyat-ı İlâhiye: İlâhi tecelliler, İlâhî isimlerin varlıklarda eserini göstermesitelâkki edilen: kabul edilen
ubudiyet: kullukzühre: çiçek
âlem-i şehadet: görünen âlemîtâ: ihsan, verme

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 273



mâhiyeti herşeye mübâyin olduğuna ve bütün eşya onun kudretine nisbeten mütesâvi olduğuna sarahaten delâlet eder.

Evet bu cûd-u icad Sâniin vücubundandır. Nevide celâlîdir, fertte cemâlîdir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanın yaptığı san’atların suhulet ve suubet dereceleri, onun ilim ve cehliyle ölçülür. Ne kadar san’atlarda, bilhassa ince ve lâtif cihazatta ilmî mahareti çok olursa, o nisbette kolay olur. Cehli nisbetinde de zahmet olur. Binaenaleyh, eşyanın hilkatinde sür’at-i mutlaka ile vüs’at-i mutlaka içinde görünen suhulet-i mutlaka, Sâniin ilmine nihayet olmadığına hads-i kat’î ile delâlet eder.


وَمَا اَمْرُنَاۤ اِلاَّ وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ
blank.gif
1



İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanın fıtraten mâlik olduğu câmiiyetin acâibindendir ki: Sâni-i Hâkim şu küçük cisimde gayr-ı mahdut envâ-ı rahmeti tartmak için gayr-ı mâdut mizanlar vaz etmiştir. Ve Esmâ-i Hüsnânın gayr-ı mütenâhi mahfî definelerini fehmetmek için, gayr-ı mahsur cihâzat ve âlât yaratmıştır. Meselâ, mesmûat, mubsırat, me’kûlât âlemlerini ihata eden insandaki duygular, Sâniin sıfât-ı mutlakasını ve geniş şuûnatını fehmetmek içindir.

Ve keza, hardaleden daha küçük kuvve-i hâfızasında öyle bir lâtife-i müdrike bırakılmıştır ki, o hardalenin tazammun ettiği geniş âlemde o lâtife daimî seyir ve cevelân etmekte ise de, sahiline vâsıl olamaz. Maahaza, bazan bu büyük





[NOT]Dipnot-1 “Bizim birşeyi yapmamız, gözün bir bakışı gibi kolay ve sür’atli tek bir emirledir.” Kamer Sûresi, 54:50.

[/NOT]



Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleriSâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah
Sâni-i Hâkim: herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allahacâib: şaşırtıcı, garip şeyler
binaenaleyh: bundan dolayıcehl / cehil: câhillik, bilgisizlik
celâlî: Allah’ın büyüklük ve azametinin tecellîsine aitcemalî: Allah’ın lütuf ve ihsanının tecellîsine ait
cevelân etmek: dolaşmak, gezmekcihazat: cihazlar, duyular ve organlar
cisim: bedencâmiiyet: kapsamlılık
cûd-u icad: bolca, çokça yaratmadaimî: devamlı, sürekli
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekenvâ-ı rahmet: rahmet çeşitleri
eşya: varlıklarfehmetmek: anlamak
fert: tek, bireyfıtraten: yaratılış gereği
gayr-ı mahdut: sınırsızgayr-ı mahsur: kuşatılamayacak kadar
gayr-ı mâdut: sayısızgayr-ı mütenâhi: sınırsız, sonsuz
hads-i kat’î: doğru ve kesin sezgihardale: çok küçük tohumları olan bir bitki
hilkat: yaratılışihata eden: kuşatan
i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil kikeza: aynı, aynı biçimde
kudret: güç, iktidarkuvve-i hâfıza: hafıza gücü, bellek
lâtif: incelâtife: duygu; burada hafıza merkezindeki idrak duygusu kastediliyor
lâtife-i müdrike: idrâk etme duygusu, anlama ve kavrama hassesimaahaza: bununla beraber
maharet: beceri, hünermahfî: gizli
mesmûat âlemi: işitilen ve duyulan varlıklar dünyasıme’kûlât âlemi: yenilen şeyler, yiyecekler dünyası
mizan: ölçümubsırat âlemi: görülen varlıklar dünyası
mâhiyet: brişeyin neden ibaret olduğu, aslı, esası, hakikatimâlik: sahip
mübâyin: farklı; diğerinin zıddımütesâvi: birbirine eşit
nevi: çeşit, türnihayet: son
nisbet: oran, kıyasnisbeten: göre, oranla
sarahaten: açıkçaseyir: yolculuk, gezinti
suhulet: kolaylık
suhulet-i mutlaka: sınırsız kolaylık
suubet: zorluksür’at-i mutlaka: son derece hız
sıfât-ı mutlaka: sınırsız sıfatlar, vasıflar, niteliklertazammun etmek: içermek, içine almak
vaz etmek: koymak, yerleştirmekvâsıl olmak: ulaşmak
vücub: Allah’ın varlığının zorunlu oluşuvüs’at-i mutlaka: sınırsız genişlik
âlem: dünyaâlât: âletler, organlar
şuûnat: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 274


âlem o lâtifeye o kadar darlaşır ki, âlem o lâtifenin karnında bir zerre gibi olur. Ve o lâtifeyi, bütün seyahat meydanlarıyla, mütalâa ettiği kitaplarıyla o hardale dahi yutar, yerinde oturur, karnı da ağrımaz.

İşte, insanın mütefâvit mertebeleri bu sırdan anlaşılır.

Evet, bazı insanlar zerrede boğulurlar. Bazısında da dünya boğulur. Bazılar da, kendilerine verilen anahtarlardan birisiyle kesretin en geniş bir âlemini açar, fakat içinde boğulur. Sahil-i vahdet ve tevhide zorla vasıl olur. Demek, insanın seyr-i ruhânîsinde çok tabakalar vardır. Bir tabakada, insanlara huzur-u tevhid pek suhuletle nasip ve müyesser olur. Bir tabakasına da gaflet ve evham öyle istilâ eder ki, kesret içinde gark olmakla, tam mânâsıyla tevhidi unutmuş olur. Sukutu suûd, tedennîyi terakki, cehl-i mürekkebi yakîn, uykunun son perdesini intibah zan ve tevehhüm eden bir kısım medenîler, ikinci tabakadaki insanlardandır. Onlar, hakaik-i imâniyeyi derk etmekte bedevîlerin bedevîleridir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! İsm-i Celâl, alelekser nevilerde, külliyatta tecellî eder. İsm-i Cemâl ise, mevcudatın cüz’iyatına tecellî eder. Bu itibarla, nevilerdeki cûd-u mutlak, celâlin tecellîsidir. Cüz’iyatın nakışları, eşhasın güzellikleri cemâlin tecellîyatındandır.

Ve keza, celâl, vahidiyetin tecellîsinden, cemâl dahi ehadiyetin tecellîsinden zahir olur. Bazan da cemâl, celâlden tecellî eder. Evet, cemâlin gözünde celâl ne kadar cemîldir; celâlin gözünde dahi cemâl o kadar celîldir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Basar masnuatı görüp de, basiret Sânii görmezse çok garip ve pek çirkin düşer. Çünkü, o halde Sâniin mânen, kalben görünmemesi, ya basiretin fıkdânındandır veya kalb gözünün kör olmasındandır. Veya pek dar olduğundan,





Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allahalelekser: çoğunlukla
basar: görme duyusubasiret: feraset, seziş
bedevî: çölde yaşayan, köylücehl-i mürekkeb: bilmediği halde kendini bilmiş sayma; katmerli cehalet
celâl: azamet, yücelik, haşmetcelîl: yüce, haşmetli
cemal: güzellikcemîl: güzel
cûd-u mutlak: sınırsız cömertlikcüz’iyat: ferdler, bireyler
derk etmek: anlamakehadiyet: Allah’ın birliği ve İlâhî isimlerin her bir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi
evham: kuruntular, şüphelereşhas: şahıslar, fertler
fıkdân: yokluk, kayıpgaflet: dalgınlık, umursamazlık
gark olmak: boğulmakhakaik-i imâniye: iman hakikatleri, esasları
hardale: çok küçük tohumları olan bir bitkihuzur-u tevhid: her şeyin bir olan Allah’a ait olduğuna kesin olarak inandıktan sonra kendini herzaman Allah’ın huzurunda hissetme
intibah: uyanmaism-i Celâl: büyüklük, haşmet ve görkem ifade eden isim
ism-i Cemal: güzelliği ifade eden isim, Cemal ismiistilâ etmek: ele geçirmek
itibar: özelliki’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kadreşim bil ki
kalben: kalp yoluylakesret: çokluk
keza: aynı şekildekülliyat: bütün fertler, bütün türler
lâtife: duygumasnuat: san’atla yaratılmış varlıklar
mevcudat: varlıklarmânen: mânevî olarak
mütalâa etmek: dikkatle okumak, incelemekmütefâvit: çeşitli, farklı
müyesser: kolaynakış: işleme, süsleme
nasip (olma): elde etmenev: çeşit, tür
sahil-i vahdet ve tevhid: vahdet ve tevhid sahili; insanların mânevî kurtuluşuna ve ebedî saadet sahiline ulaştıran tevhid ve vahdet inancıseyahat: yolculuk
seyr-i ruhânî: ruhanî ve mânevî âlemlerdeki seyir, gezintisuhulet: kolaylık
sukut: alçalış, düşüşsuûd: yükseliş
tabaka: derece, katmantecellî: görünüm, yansıma
tecellîyat: yansımalar, görünmelertedennî: alçalma, gerileme
terakki: ilerleme, yükselmetevehhüm eden: kuruntuya kapılan, zanneden, sanan
tevhid: birleme; her şeyin bir olan Allah’a ait kılınmasıvahdet: birlik; Allah’ın birliği
vahidiyet: Allah’ın birliği ve birliğin her tarafı kaplamasıvasıl olmak: ulaşmak
yakîn: kesin ve doğru bilgizahir olmak: görünmek
zan: şüphe, sanma, zannetmezerre: maddenin en küçük parçası
âlem: dünya

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 275


meseleyi azametiyle kavramadığındandır. Veya bir hızlandır. Ve illâ, Sâniin inkârı, basarın şuhudunu inkârdan daha ziyade münkerdir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Bir tarlaya zer edilen bir tohum, mânevî bir sur ve bir duvardır; o tarlayı tohum sahibine mal eder, başkasının tasarrufuna mâni olur. Kezâlik, küre-i arz tarlasına zer edilen nebatat, hayvanat tohumları, mânevî bir sur ve bir seddir ki, şirketi men ediyor; gayrı, müdahaleden tard eder.


İ’lem eyyühe’l-aziz! Tabiatları lâtif, ince ve lâtif san’atlara meftun bazı insanlar, bilhassa has bahçelerinde pek güzel hendesevâri bir şekilde şekilleri, arkları, havuzları, şadırvanları yaptırmakla, bahçelerine pek muntazam bir manzara verirler. Ve o letâfetin, o güzelliğin derecesini göstermek için, bazı çirkin kaya, kaba, gayr-ı muntazam mağara ve dağ heykelleri gibi şeyleri de ilâve ediyorlar ki, onların çirkinliğiyle, adem-i intizamıyla bahçenin güzelliği, letâfeti fazlaca parlasın. Çünkü,
blank.gif
1 اِنَّمَا اْلاَشْيَاۤءُ تُعْرَفُ بِاَضْدَادِهَا Lâkin, müdakkik bir kimse, o ezdadı cem eden bahçenin manzarasına baktığı zaman anlar ki, o çirkin, kaba şeyler kasten yapılmıştır ki, güzellik, intizam, letâfet artsın. Zira, güzelin güzelliğini arttıran, çirkinin çirkinliğidir. Demek bahçenin tam intizamını ikmal eden, o çirkinlerdir. Ve o çirkinlerin adem-i intizamı nisbetinde bahçenin intizamı artar.


Kezalik, dünya bahçesinde nizam ve intizamın son sisteminde bulunan mahlûkat ve masnuat arasında—hayvanlarda olsun, nebatatta olsun, cemâdatta olsun-bazı çirkin, intizamdan hariç şeyler bulunur. Bunların çirkinliği, intizamsızlıkları, dünya bahçesinin güzelliğine, intizamına bir ziynet, bir süs olmak üzere Sâni‑i Hakîm tarafından kasten yapılmış olduğunu, pek yüksek, geniş, şâirâne bir hayal ile dünyanın o bahçe manzarasını nazar altına alabilen adam, görebilir.

Maahaza, o gibi şeyler kastî olmasaydı, şekillerinde hikmetli tehâlüf olmazdı.




[NOT]Dipnot-1 Eşyânın hakikati, ancak zıtlarıyla bilinir.
[/NOT]



Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan AllahSâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yapan Allah
adem-i intizam: düzensizlikark: su kanalı
azamet: büyüklükbasar: göz, görme duyusu
bilhassa: özelliklecem eden: toplayan, bir araya getiren
cemâdat: cansız varlıklarezdad: zıtlar
gayr: diğer, başkagayr-ı muntazam: muntazam olmayan
hakikat: her bir şeyin aslı, esasıhas: özel
hayvanat: hayvanlarhendesevâri: plânlı
hikmet: herşeyi bir gayeye yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerine koymahızlan: rezalet, rezil rüsvay olma; iflâs etme
ikmal eden: tamamlayanillâ: ancak
intizam: düzenlilik, düzgün olma hâlii’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki
kasden: amaçlı olarak, bilerekkezâlik: bunun gibi
küre-i arz: yerküre, dünyaletâfet: şirinlik, güzellik
lâkin: ancak, fakatlâtif: güzel, ince
maahaza: bununla berabermahlûkat: yaratılmışlar, yaratıklar
mal etmek: mülk olarak vermek, isnad etmekmanzara: bakılıp seyredilen yer
masnuat: san’atla yaratılmış varlıklarmeftun: düşkün
men etmek: yasaklamakmuntazam: düzenli, tertipli
mâni olmak: engellemekmüdahale: karışma
müdakkik: dikkatli bir şekilde araştıranmünker: çirkin şey; istenmeyen durum
nazar: bakışnebatat: bitkiler
nisbet: orannizam: düzen
sed: engeltard etmek: kovmak, uzaklaştırmak
tasarruf: kullanımzer edilen: ekilen
ziyade: fazlaziynet: süs
şirket: ortaklıkşuhud: görme, şahid olma
şâirâne: şâirce, şâirler gibi

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 276


Evet, tehâlüfte kast ve ihtiyar vardır. Her insanın bütün insanlara simâca muhalefeti buna delildir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanı fıtraten bütün hayvanlara tefevvuk ettiren câmiiyetinin meziyetlerinden biri, zevilhayatın Vâhibü’l-Hayata olan tahiyye ve tesbihlerini fehmetmektir. Yani, insan kendi kelâmını fehmettiği gibi, iman kulağıyla zevilhayatın da, belki cemâdâtın da bütün tesbihlerini fehmeder. Demek, herşey sağır adam gibi yalnız kendi kelâmını anlar. İnsan ise, bütün mevcudatın lisanlarıyla tekellüm ettikleri Esmâ-i Hüsnânın delillerini fehmeder. Binaenaleyh, herşeyin kıymeti kendisine göre cüz’îdir. İnsanın kıymeti ise küllîdir. Demek bir insan, bir fert iken, bir nevi gibi olur.


وَاللهُ اَعْلَمُ بِالصَّوَابِ
blank.gif
1

İ’lem eyyühe’l-aziz! Zâhir ile bâtın arasında müşabehet varsa da, hakikate bakılırsa aralarında büyük uzaklık vardır.


Meselâ, âmiyâne olan tevhid-i zâhirî, hiçbirşeyi Allah’ın gayrısına isnad etmemekten ibarettir. Böyle bir nefiy sehil ve basittir. Ehl-i hakikatin hakikî tevhidleri ise, herşeyi Cenâb-ı Hakka isnad etmekle beraber, herşeyin üstünde bulunan mührünü, sikkesini görüp okumaktan ibarettir. Bu huzuru ispat, gafleti nefyeder.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Hayat-ı dünyeviyeye kasten ve bizzat teveccüh edip bağlanan kâfirin, imhâl-i ikabında ve bilâkis terakkiyat-ı maddiyede muvaffakiyetindeki hikmet nedir?



[NOT]Dipnot-1 En doğrusunu Allah bilir.
[/NOT]


Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi AllahEsmâ-i Hüsnâ: Cenab-ı Hakkın güzel isimleri
Vâhibü’l-Hayat: hayatı veren Allahbilâkis: tersine
binaenaleyh: bundan dolayıbizzat: doğrudan
bâtın: içcemâdât: cansız varlıklar
câmiiyet: kapsamlılık, kapsamlı oluşcüz’î: bireysel; az, sınırlı
ehl-i hakikat: hakikate ve her hangi bir şeyin aslına ve gerçeğine araştırarak ulaşanlarfehmetmek: anlamak
fert: bireyfıtraten: yaratılış itibarıyla
gaflet: habersiz davranma; Allah’ın bildirdiği şeylere karşı duyarsız olmagayr: başka
hakikat: asıl, esashakikî: gerçek
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatıhikmet: fayda, gaye
ihtiyar: dileme, iradeimhâl-i ikab: cezanın sonraya bırakılması
isnad etmek: dayandırmaki’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki
kasıt: bir maksat gözetmekelâm: ifade, söz
kâfir: Allah’ı veya Allah’ın kesin olarak bildirdiği birşeyi inkâr eden kimseküllî: geniş ve kapsamlı; bir tür veya bir sınıf kadar
kıymet: değerlisan: dil
mevcudat: varlıklarmeziyet: üstün özellik
muhalefet: başkalarından farklı olma, farklılıkmuvaffakiyet: başarı
müşabehet: benzeyişnefiy: inkar, reddetme; hiçbirşeyi Allah’tan başkasına isnad etmeme, vermeme
nevi: türsehil: kolay
sikke: damga, mühürsimâ: yüz, çehre
tahiyye: selâm, hediyetefevvuk: üstün gelme
tehâlüf: birbirinden farklı olmatekellüm etmek: konuşmak
terakkiyat-ı maddiye: maddî ilerlemelertesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
teveccüh etmek: yönelmektevhid: birleme
tevhid-i zâhirî: yüzeysel bir bakış açısıyla “Allah’ın ortağı yok ve bu kâinat Onun mülküdür” şeklindeki taklidî tasdikzevilhayat: hayat sahipleri, canlılar
zâhir: dış görünümâmiyâne: körü körüne

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 277


Evet, o kâfir, kendi terkibiyle, sıfâtıyla Cenâb-ı Hakça nev-i beşere takdir edilen nimetlerin tezâhürüne, şuuru olmaksızın hizmet ediyor. Ve güzel masnuat-ı İlâhiyenin mehasinini bilâ-şuur tanzim ediyor. Ve kuvveden fiile çıkartmakla garâbet-i san’at-ı İlâhiyeye nazarları celb ediyor. Ne faide ki, farkında değildir. Demek, o kâfir, saat gibi kendi yaptığı amelden haberi yok. Amma, vakitleri bildirmek gibi nev-i beşere pek büyük bir hizmeti vardır. Bu sırra binaen dünyada mükâfatını görür.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Tevfik-i İlâhî refiki olan adam, tarikat berzahına girmeden zahirden hakikate geçebilir. Evet, Kur’ân’dan, hakikat-i tarikati, tarikatsiz feyiz suretiyle gördüm ve bir parça aldım. Ve keza, maksud-u bizzat olan ilimlere ulûm-u âliyeyi okumaksızın isâl edici bir yol buldum.

Serîüsseyir olan bu zamanın evlâdına, kısa ve selâmet bir tarîki ihsan etmek rahmet-i hâkimenin şânındandır.


İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanı gaflete düşürtmekle Allah’a ubudiyetine mâni olan, cüz’î nazarını cüz’î şeylere hasretmektir. Evet, cüz’iyat içerisine düşüp cüz’îlere hasr-ı nazar eden, o cüz’î şeylerin esbabdan sudûruna ihtimal verebilir. Amma başını kaldırıp nev’e ve umuma baktığı zaman, ednâ bir cüz’înin en büyük bir sebepten sudûruna cevaz veremez. Meselâ, cüz’î rızkını bazı esbaba isnat edebilir. Fakat menşe-i rızk olan arzın, kış mevsiminde kup kuru, kıraç olduğuna, bahar mevsiminde rızıkla dolu olduğuna baktığı vakit, arzı ihya etmekle bütün zevilhayatın rızıklarını veren Allah’tan maadâ kendi rızkını verecek birşey bulunmadığına kanaati hasıl olur. Ve keza, evindeki küçük bir ışığı veya kalbinde bulunan küçük bir nuru bazı esbaba isnat edebilirsin. Amma, o ışığın, şemsin ziyasıyla, o nurun da Menbâü’l-Envârın nuruyla muttasıl olduğuna vakıf




Cenab-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi AllahMenbâü’l-Envâr: nurların kaynağı
amel: iş, davranışarz: yeryüzü
berzah: geçitbilâ-şuur: şuursuzca; körü körüne
binaen: dayanarakcelb etmek: çekmek
cevaz: izin, müsaâde, ruhsatcüz’iyat: bireyler, ferdler
cüz’î: ferd, birey; ferdî, bireysel; az, sınırlıednâ: en basit, en küçük
esbab: sebeplerevlâd: çocuklar, nesil
feyiz: mânevî gıda, bereketfiil: hareket, iş, etki
gaflet: dalgınlık; dünya ile ilgili şeylere dalıp mânevî sorumluluklarından habersiz olmagarâbet-i san’at-ı İlâhiye: Allah’ın hayranlık uyandıran san’atı
hakikat: her bir şeyin aslı, esasıhakikat-i tarikat: tarikatin özü, tarikatle ulaşılan hakikat ve eşyanın gerçeği
hasr-ı nazar: dikkati yöneltmehasretmek: sadece bir tek şeye bakmak
hasıl olmak: meydana gelmekihsan etmek: bağışlamak, ikram olarak sunmak
ihya etmek: hayat vermekisnat etmek: bir şeye dayandırmak
isâl edici: ulaştırıcıi’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kadreşim bil ki
kanaat: inanma, razı olmakeza: aynı, aynı biçimde
kuvve: güç, duyu veya duygukâfir: Allah’ı veya Allah’ın kesin olarak bildirdiği birşeyi inkâr eden kimse
maadâ: başka, dışındamaksud-u bizzat: asıl gaye
masnuat-ı İlâhiye: Allah’ın san’atla yarattığı varlıklarmehasin: güzellikler
menşe-i rızk: rızkın kaynağımuttasıl: yapışık, bitişik
mükâfat: ödülnazar: bakış, görüş
nev-i beşer: insanlık, insan türünev’: çeşit, tür
rahmet-i hâkime: Allah’ın herşeye hükmeden rahmetirefik: arkadaş; bir kimsenin beraberinde olan
selâmet: güvenserîüsseyir: çok hızlı olan, süratle akan
sudûr: bir şeyden çıkma, meydana gelmesuret: biçim, şekil
sıfât: sıfatlar, niteliklertarikat: mânevî yol; mânevî alanda ilerleme sağlayan yol
tarîk: yol, usulterkib: birleşme, sentez
tevfik-i İlâhî: Allah’ın yardımı ve başarıya ulaştırmasıtezâhür: ortaya çıkma
ubudiyet: kullukulûm-u âliye: yüksek ilimler
umum: genelzahir: dış görünüş
zevilhayat: canlılarziya: ışık
şems: güneşşuur: bilinç
şân: bir şeyin gereği, özelliği

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 278


olduğun zaman anlarsın ki, kalıbını ışıklandıran, kalbini tenvir eden, ancak leyl ve neharı birbirine kalb eden Fâtır-ı Hakîmdir.

Ve keza, senin vücudunun zuhur ve vuzuhça Hâlıkın vücuduna nisbeti, Hâlıkın vücuduna delâlet edenlerin nisbeti gibidir. Çünkü, sen, bir vecihle kendi vücuduna delâlet ediyorsun. Amma Hâlıkın vücuduna, bütün mevcudat, bütün zerratıyla delâlet ediyor. Öyleyse, onun vücudu senin vücudundan âlemin zerratı adedince zuhur dereceleri vardır.


Ve keza, seni nefsini sevmeye sevk eden esbab:

“1. Bütün lezzetlerin mahzeni nefistir.

“2. Vücudun merkezi ve menfaatin madeni nefistir.

“3. İnsana en karib (yakın) nefistir” diyorsun. Pekâlâ. Fakat, o fâni lezzetlere mukabil, lezâiz-i bâkiyeyi veren Hâlıkı daha ziyade ubudiyetle sevmek lâzım değil midir? Nefis vücuda merkez olduğundan muhabbete lâyık ise, o vücudu icad eden ve o vücudun kayyûmu olan Hâlık, daha fazla muhabbete, ubudiyete müstehak olmaz mı? Nefsin maden-i menfaat ve en yakın olduğu sebeb-i muhabbet olursa, bütün hayırlar, rızıklar elinde bulunan ve o nefsi yaratan Nâfi’, Bâki ve daha karib olan, daha ziyade muhabbete lâyık değil midir? Binaenaleyh, bütün mevcudata inkısam eden muhabbetleri cem ve muhabbetinle beraber mahbub-u hakikî olan Fâtır-ı Hâkîme ihdâ etmek lâzımdır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Senin önünde çok korkunç büyük meseleler vardır ki, insanı ihtiyata, ihtimama mecbur eder.

Birisi: Ölümdür ki, insanı dünyadan ve bütün sevgililerinden ayıran bir ayrılmaktır.


İkincisi: Dehşetli, korkulu ebed memleketine yolculuktur.

Üçüncüsü: Ömür az, sefer uzun, yol tedariki yok, kuvvet ve kudret yok, acz-i mutlak gibi elîm elemlere mâruz kalmaktır. Öyleyse, bu gaflet ü nisyan nedir? Devekuşu gibi başını nisyan kumuna sokar, gözüne gaflet gözlüğünü takarsın ki




Bâki: Kendi varlığı sonsuza kadar devam eden ve dilediği varlığa bekà veren, onları sonsuz ve kalıcı hâle getiren, AllahFâtır-ı Hakîm: herşeyi hikmetle ve benzersiz olarak yaratan Allah
Hâlık: herşeyi yaratan AllahNâfi’: bütün yararlı şeyleri ihsan eden, Allah
acz-i mutlak: sınırsız güçsüzlükbinaenaleyh: bundan dolayı
cem: bir araya gelmedelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
elem: acı, keder
elîm: acı ve sıkıntı veren
esbab: sebeplerfâni: gelip geçici, ölümlü
gaflet: dalgınlık, dünya ile ilgili şeylere dalarak mânevî sorumluluklarına karşı habersiz olmaicad eden: var eden
ihdâ etmek: hediye etmek, hediye olarak sunmakinkısam eden: bölünen
kalb eden: dönüştürenkarib: yakın
kayyûm: her bir şeyi ayakta tutan ve varlıklarını devam ettirenkeza: aynı, aynı biçimde
kudret: güç, iktidarleyl: gece
lezâiz-i bâkiye: bâki, sonsuz lezzetlermaden-i menfaat: menfaat kaynağı
mahbub-u hakikî: gerçek sevgili, sevilmeye lâyık olanmahzen: kaynak
menfaat: faydamevcudat: varlıklar
muhabbet: sevgimukabil: karşılık
mâruz kalmak: etkisi altına girmekmüstehak: hak etmiş, lâyık
nefis: maddî, geçici lezzetlere düşkün olan duygunehar: gündüz
nisbet: orannisyan: unutkanlık
rızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyeceklersebeb-i muhabbet: sevginin sebebi
sevk eden: yönlendirentedarik: hazırlık
tenvir eden: aydınlatanubudiyet: kulluk
vakıf olmak: bilgi sahibi ve farkında olmakvecih: yön
vuzuh: açık, açık olmavücud: varlık
zerrat: zerrelerziyade: fazla
zuhur: ortaya çıkma, görünmeâlem: dünya, evren

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 279


Allah seni görmesin. Veya sen Onu görmeyesin. Ne vakte kadar zâilât-ı fâniyeye ihtimam ve bâkiyat-ı dâimeden tegafül edeceksin?

İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenâb-ı Hakka hamdler, şükürler olsun ki, mesâil-i nahviyeden isim ile harf arasındaki mânevî fark ile çok mühim meseleleri bana öğretmiştir. Şöyle ki:


Harf, gayrın mânâsını izah için bir âlet, bir hâdim olduğu gibi, şu mevcudat da Esmâ-i Hüsnânın tecelliyatını izhar, ifham, izah için birtakım İlâhî mektuplardır ki, içlerinde yazılı delâil, berâhin, havârık, mu’cize-i kudrettir. Mevcudat bu vecihle nazara alınması, ilim, iman, hikmettir. Şayet isim gibi müstakil ve maksud-u bizzat cihetiyle bakılırsa, küfran ve cehl-i mürekkep olur.

Ve keza, mesâil-i mantıkıyeden “küllî” ile “küll” arasındaki fark ile rububiyete dair çok meseleleri öğrenmiş bulunuyorum. Cemâl ile ehadiyet كُلِّىٌّ ذُو جُزْئِيَّاتٍ 1 şümulüne dahildir. Celâl ile Vâhidiyet كُلٌّ ذُو اَجْزَاۤءٍ 2 unvanına dahildir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Dünya, âlem-i âhirete bir fihriste hükmündedir. Bu fihristede âlem-i âhiretin mühim meselelerine olan işaretlerden biri, cismânî olan rızıklardaki lezzetlerdir. Bu fâni, rezil, zelil dünyada bu kadar nimetleri ihsas ve ifaza etmek için insanın vücudunda yaratılan havâs, hissiyat, cihazat, azâ gibi alât ve edevatından anlaşılır ki, âlem-i âhirette de
blank.gif
3 تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا اْلاَنْهَارُ kasırların altında, ebediyete lâyık cismanî ziyafetler olacaktır.




[NOT]Dipnot-1 Fertleri içinde barındıran küllî; bireyler sahibi tür.
Dipnot-2 Cüz’leri içinde barındıran küll.
Dipnot-3 “Altlarından ırmaklar akar.” Bakara Sûresi, 2:25.
[/NOT]


Cenab-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi AllahEsmâ-i Hüsnâ: Cenab-ı Hakkın güzel isimleri
Vâhidiyet: birlik; İlâhî isimlerin bütün varlıkları kaplamasıalât: aletler, araçlar
azâ: uzuvlar, organlarberâhin: güçlü deliller
bâkiyat-ı dâime: daimî, bâki şeylercehl-i mürekkep: bilmediğinden habersiz olan kimsenin cehaleti
celâl: haşmet, görkem, yücelik; Allah’ın büyüklük ve haşmetini bildiren ismicemal: sonsuz derecede güzellik sahibi, Allah
cihazat: cihazlar, duyular, organlarcismânî: maddî yapısı olan
dahil: içindedelâil: deliller
ebediyet: sonsuzlukedevat: takımlar, gereçler
ehadiyet: birlik; İlâhî isimlerin her bir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesifihriste: içindekiler, özet bilgiler, nümuneler
fâni: gelip geçici, ölümlügayr: başka
hamd: övgü ve şükürhavârık: harikalar
havâs: duyular; duyu organlarıhikmet: fayda, gaye
hissiyat: hisler, duygularhâdim: hizmetçi
ifaza etmek: feyizlendirmekifham: anlatmak
ihsas etmek: hissettirmekihtimam: önem verme
izhar: açığa çıkarmak, göstermeki’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kadreşim bil ki!
kasır: saraykeza: aynı, aynı biçimde
küfran: nankörlükküll: bütün; parcalardan, bölümlerden oluşan bütün
küllî: sınıf, tür; bireylerden oluşan sınıf, türmaksud-u bizzat: asıl gaye
mesâil-i mantıkıye: mantık meselelerimesâil-i nahviye: Arapça dilbilgisi konuları
mevcudat: varlıklarmu’cize-i kudret: Allah’ın kudret mu’cizesi
müstakil: bağımsıznazara almak: göz önünde bulundurmak
rububiyet: rablık; Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği idaresi ve terbiyesirızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler
tecelliyat: tecelliler, yansımalartegafül etmek: gaflet ediyormuş gibi davranmak, zorla unutmak
unvan: isim, advecih: yön
zelil: alçak, aşağızâilât-ı fâniye: geçici, yok olucu şeyler
âlem-i âhiret: âhiret âlemi, öteki dünyaâlet: araç, vasıta
İlâhî: Allah tarafından gönderilen, bildirilenşümul: kapsam

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 280


İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanın havf ve muhabbeti halka teveccüh ettiği takdirde, havf bir belâ, bir elem olur. Muhabbet bir musibet gibi olur. Zira o korktuğun adam, ya sana merhamet etmez veya senin istirhamlarını işitmez. Muhabbet ettiğin şahıs da ya seni tanımaz veya muhabbetine tenezzül etmez. Binaenaleyh, havfın ile muhabbetini dünya ve dünya insanlarından çevir. Fâtır-ı Hakîme tevcih et ki, havfın Onun merhamet kucağına—çocuğun anne kucağına kaçtığı gibi—leziz bir tezellül olsun. Muhabbetin de saadet-i ebediyeye vesile olsun.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Sen şecere-i hilkatin ya bir semeresi veya bir çekirdeğisin. Cismin itibarıyla küçük, âciz, zayıf bir cüzsün. Lâkin Sâni-i Hakîm lütfu ile, lâtif san’atı ile seni cüz’lükten küllîliğe çıkartmıştır.


Evet cismine verilen hayat sayesinde, geniş duyguların ile âlem-i şehadet üzerinde cevelân etmekle filcümle cüz’iyet kaydından kurtulmuşsun. Ve keza, insaniyet itâsıyla bilkuvve “küll” hükmündesin. Ve keza, iman ve İslâmiyet ihsanıyla bilkuvve “küllî” olmuşsun. Ve keza, mârifet ve muhabbetin in’âmıyla muhit bir nur olmuşsun.

Binaenaleyh, dünyaya ve cismanî lezâize meyledersen, âciz, zelil bir “cüz’î” olursun. Eğer cihazatını insaniyet-i kübrâ denilen İslâmiyet hesabına sarf edersen, bir “küllî” ve bir “küll” olursun.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Bu kadar elîm firak ve ayrılıklara mâruz kalmakla çektiğin elemlerin sebebi ve kabahati sendedir. Çünkü o muhabbetleri gayr yerinde sarf ediyorsun. Eğer o muhabbetleri cem’ edip Vâhid-i Ehade tevcih ve Onun hesabıyla, izniyle sarf edersen, bütün mahbuplarınla beraber bir anda birleşip sevinçlere, memnuniyetlere mazhar olacaksın.

Evet, bir sultana intisab eden bir adam, o sultanın herşeyle alâkadar, her mekânda



Fâtır-ı Hakîm: her şeyi hikmetle ve eşi benzeri olmayan san’atıyla yaratan AllahSâni-i Hakîm: her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah
Vâhid-i Ehad: bir ve tek olan, birliği bütün varlıkları kuşattığı gibi herbir varlıkta da tecellî eden Allahalâkadar: alâkalı, ilgili
belâ: büyük sıkıntı, musibetbilkuvve: potansiyel; yetenek ve kabiliyet halinde
binaenaleyh: bundan dolayıcem' etmek: toplamak, içine almak
cevelân etmek: dolaşmak, gezmekcihazat: cihazlar, duyu ve organlar
cisim: maddî varlıkcismanî: maddî, bedenî
cüz: parçacüz’iyet: bireylik, ferdîlik, küçüklük
cüz’î: ferd, bireyelem: acı, keder
elîm: acı verenfilcümle: kısmen
firak: ayrılıkgayr: diğer, başka
havf: korkuihsan: bağış, ikram
insaniyet: insanlıkinsaniyet-i kübrâ: en büyük insanlık
intisab etmek: bağlanmakin’âm: nimetlendirme
istirham: merhamet dilemeitibarıyla: bakımından
itâ: ihsan etme, vermei’lem eyyühe'l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!
keza: aynı, aynı biçimdeküll: bütün
küllî: bir tür veya bir sınıf kadar kapsamlı; kapsamlı varlıkleziz: lezzetli, tatlı
lezâiz: lezzetlerlâtif: ince, güzel
lütuf: ihsan, ikrammahbup: sevgili
mazhar olmak: erişmek, nail olmakmerhamet: acıma, şefkat
meyletmek: eğilim göstermekmuhabbet: sevgi
muhit: her şeyi içine alan, kuşatanmusibet: felaket, dert
mârifet: Allah’ı tanıma, bilmemâruz kalmak: yüzyüze gelmek
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluksarf etmek: harcamak, kullanmak
semere: meyvetenezzül etmek: inmek, tevazu göstermek
tevcih etmek: yöneltmekteveccüh etmek: yönelmek
tezellül: boyun eğme, alçak gönüllülükzelil: aşağı, alçak
âciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyenâlem-i şehadet: görünen âlem
şecere-i hilkat: yaratılış ağacı

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 281


herkes ile muhaberesi, alâkası zımnında, o adam da bir cihette, bir derece alâkadar olabilir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Meselâ, kamerin ahvaline veya istikbalin hakikatine dair itâ-i malûmat eden adama, bütün mâmelekini ona feda etmeye hazırsın. Amma daire-i mülkünde bir arı hükmünde bulunan kamerin Hâlıkından haber getiren ve ezel, ebede, hayat-ı ebediyeye, hakaik-i esasiyeye, azîm meselelere dair malûmat itâ eden ve seni mânevî perişaniyetlerden, dalâletlerden kurtarıp kesretten vahdete doğru yol gösteren ve hayat-ı ebediyeye iman ile mâülhayatı sana içirtmekle firak ve ayrılmak ateşlerinden kurtaran ve Hâlıkın marziyatını, metalibini tarif eden ve Sultan-ı Ezel, Ebedin muhaberesine tercümanlık yapan Resul-i Rahmân’ı dinlemeye ve o Muhbir-i Sadıka iman ile teslim olmaya mâni olan nefsin hevâ ve hevesini terk etmiyorsun.


İ’lem eyyühe’l-aziz! Görüyoruz ki, Sâni-i Hakîm, kemâl-i hikmetiyle, pek âdi şeylerden pek harika, mu’cize-i mensucat yapıyor. Ve keza, abesiyet ve israfa mahal bırakılmamak üzere, bir ferdi envâen vazifelerle tavzif ediyor. Hattâ, insanın başında, insanın muvazzaf olduğu vazifeleri görmek için her vazifeye göre birer tırnak kadar maddî birşeyin bulunması icab etseydi, bir başın Cebel-i Tûr büyüklüğünde olması lâzım gelirdi ki, ashab-ı vezâife yer olsun.

Ve keza, lisan sair vezâifiyle beraber, erzak hazinesine ve kudretin matbahında pişirilen bütün taamlara müfettiştir. Ve bütün taamların tatlarını yakîn eden, bilen bir ehl-i vukuftur.

İşte bu faaliyet-i hakîmiyeden anlaşılır ki, zamanın seyliyle beraber gelip geçen eşya-yı seyyâleden ve geçen günlerden, senelerden, asırlardan, leyl ve neharın




Cebel-i Tûr: (bk. bilgiler – Tûr Dağı)Hâlık: her şeyi yaratan Allah
Muhbir-i Sadık: doğru haber veren, Peygamber Efendimiz (a.s.m.)Resul-i Rahmân: rahmet ve şefkati bütün varlıkları kaplayan Allah'ın elçisi, Hz. Muhammed (a.s.m.)
Sultan-ı Ezel, Ebed: başlangıç ve sonu olmayan, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, AllahSâni-i Hakîm: her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah
abesiyet: faydasız ve gayesiz oluşahval: haller
alâka: ilgi, bağlantıalâkadar: alâkalı, ilgili
ashab-ı vezâif: görevli kişilerazîm: büyük, yüce
cihet: yöndaire-i mülk: sahip olunan şeylerin dairesi; her şeyin sahibi olan Allah'ın yarattığı varlıklar âlemi
dalâlet: sapkınlık, doğru ve hak yoldan ayrılma,ebed: sonu olmayan gelecek zaman, sonsuz
ehl-i vukuf: bilirkişienvâen: çeşitli
erzak: rızıklar, yenilecek ve içilecek şeylerezel: başlangıcı olmayan sonsuzluk
eşya-yı seyyâle: akıp giden ve sürekli değişen şeylerfaaliyet-i hakîmiye: hikmetli işler
ferd: birey, şahısfirak: ayrılık
hakaik-i esasiye: esas hakiketler, temel gerçeklerhakikat: gerçek
hayat-ı ebediye: sonsuz âhiret hayatıheves: gelip geçici arzu ve istek
hevâ: boş, faydasız ve gelip geçici arzulari'lem eyyühe'l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!
icab etmek: gerekli olmakistikbal: gelecek
itâ etmek: ihsan etmek, vermekitâ-i malûmat: bilgi verme
kamer: aykemal-i hikmet: eksiksiz ve mükemmel hikmet
kesret: çoklukkeza: aynı, aynı biçimde
kudret: güç ve iktidarleyl: gece
lisan: dilmahal: yer
malûmat: bilgilermarziyat: Allah’ın rızasına uygun işler
metalib: istekler, arzularmuhabere: haberleşme
muvazzaf: görevlimu’cize-i mensucat: mu’cize dokumalar; nakış nakış dokunmuş olan ve her birisi Allah'ın mu'cizesi olan varlıklar
mâmelek: sahip olunan herşeymâülhayat: hayat suyu
nefis: insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duyguperişaniyet: perişanlık
sair: diğer, başkaseyl: akım
taam: gıda, yiyecektavzif etmek: görevlendirmek
teslim olmak: kabul etmekvahdet: birlik, teklik
vezâif: görevleryakîn: şüphesiz ve kesin bilgi
zımnında: içindeâdi: basit, önemsiz

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 282


takallübü ile pek çok mensucat-ı gaybiye ve uhreviye yapılmaktadır. Evet, âlemin fihristesi hükmünde olan insan fabrikasında dokunan mensucat o hakikati tenvir eder. Öyleyse, bu fani dünyada mevt, fena, devâir-i gaybiyede sâfi bir bekaya intikal ederek bâki kalır. Evet, rivâyetlerde vardır ki, “İnsanın ömür dakikaları insana avdet ederler. Ya gaflet ile muzlim olarak gelirler veya hasenat-ı muzîe ile avdet ederler.”

İ’lem eyyühe’l-aziz! Görüyoruz ki, Sâni-i Hakîmin, efrad ve cüz’iyatın tasvirinde büyük büyük tefennünleri vardır. Evet, hayvanların pek büyük ve pek küçükleri olduğu gibi, kuşlarda, balıklarda, meleklerde ve sair ecramda, âlemlerde dahi pek küçük ve pek büyük fertleri vardır. Cenâb-ı Hakkın şu tefennünde takip ettiği hikmet:


1. Tefekkür ve irşad için bir lütuf, bir teshilattır.

2. Kudret mektupları okunup fehmetmekte bir kolaylıktır.

3. Kudretin kemâlini izhar etmektir.

4. Celâlî ve cemâlî her iki nevi san’atı ibraz etmektir.

Maahaza, pek ince yazıları herkes okuyamaz ve pek büyük şeyler de nazar-ı ihataya alınamaz. İşte irşadı teshil ve tâmim için bir kısmını küçük harflerle, bir kısmını da büyük harflerle yazmakla irşadın iktizâsı yerine getirilmiştir.

Amma şeytanın talebesi olan nefs-i emmâre, cismin küçüklüğünü san’atın küçüklüğüne atfetmekle, esbabdan sudûrunu tecviz ediyor. Ve pek büyük cisimler dahi hikmetle yaratılmamış iddiasında bulunarak, bir nevi abesiyete isnat ediyor.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Gerek vücutta, gerek rızıkta ifrat derecesinde mebzuliyet vardır. Bu ise, hikmetten uzak, abesiyete yakın görünür. Evet, eğer yaratılan şey



Cenab-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi AllahSâni-i Hakîm: her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah
abesiyet: faydasız ve gayesiz oluşatfetmek: vermek, bağlamak
avdet etmek: dönmekbeka: devamlılık, kalıcı olma
bâki kalmak: kalıcı ve sürekli olmakcelâlî: Allah’ın azamet, haşmet, kahır ifade eden isimlerine ait
cemalî: Allah’ın rahmet, lütuf, ihsan ifade eden isimlerine aitcisim: varlık
cüz’iyat: ferdler, bireylerdevâir-i gaybiye: gaybî, görünmeyen daireler
ecram: gök cisimleri, yıldızlarefrad: fertler, bireyler
esbab: sebeplerfani: ölümlü, geçici
fehmetmek: anlamakfena: gelip geçicilik
fert: bireyfihriste: özet
gaflet: dalgınlık, umursamazlıkhasenat-ı muzîe: aydınlatıcı güzellikler, iyilikler
hikmet: fayda, gaye, sır; bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmaibraz etmek: göstermek
ifrat: aşırılıkiktizâ: bir şeyin gereği
intikal etmek: geçmek, ulaşmakirşad: doğru yol gösterme
isnat etmek: dayandırmakizhar etmek: açıklamak, göstermek
i’lem eyyühe'l-aziz: Ey aziz kardeşim bil ki!kemal: kusursuzluk, mükemmellik
kudret: güç ve iktidarlütuf: iyilik, bağış
maahaza: bununla berabermebzuliyet: bolluk, çokluk
mensucat: dokumalarmensucat-ı gaybiye ve uhreviye: gayba ve âhirete ait dokumalar
mevt: ölümmuzlim: karanlıklı
nazar-ı ihata: her şeyi içine alan, kuşatan bakışnefs-i emmâre: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu
nehar: gündüznevi: çeşit, tür
rivâyet: nakledilen haber; Peygamber’e (a.s.m.) ait nakledilen haberler, hadislerrızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler
sair: diğer, başkasudûr: olma, meydana gelme
sâfi: arınmış, temiztakallüb: çevrilme; dönüşme
tecviz etmek: uygun bulmak, izin vermektefekkür: etraflıca ve derinlemesine düşünme
tefennün: çeşitliliktenvir etmek: aydınlatmak, ışıklandırmak
teshil: kolaylaştırmateshilat: kolaylıklar
tâmim: genelleştirme, yaymavücud: var olma
âlem: dünya, evren

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 283



bir gaye için yaratılıyorsa hakkın var; amma gayeler pek çoktur. Binaenaleyh, bir gayeye nazaran abesiyet hissedilse bile, gayelerin mecmuuna nazaran ayn-ı hikmet ve ayn-ı adalettir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanın san’atıyla Hâlıkın san’atı arasındaki fark: İnsan kendi san’atının arkasında görünebilir; amma Hâlıkın masnuu arkasında yetmiş bin perde vardır. Fakat, Hâlıkın bütün masnuatı def’aten bir nazarda görünebilirse, siyah perdeler ortadan kalkar, nuranîler kalır.


İ’lem eyyühe’l-aziz! Hayvanattan olsun, nebatattan olsun, tevellüd ile tenasül şümulüne dahil olan her fert, veçh-i arzı istilâ ve tasallut etmek niyetindedir ki, arzı kendisine ve zürriyetine has ve hâlis bir mescid yapmakla Fâtır-ı Hakîmin esmâ-i hüsnâsını izharla Hâlıkına gayr-ı mütenâhi bir ibadette bulunsun.

Evet, kuşların, balıkların, karıncaların, yumurtalarında, eşcar ve sebzevatın semeratında ve o semeratın tohumlarındaki ifrat derecesini bulan kesret o vaziyeti tenvir eder. Lâkin âlem-i şehadetin darlığına ve müstakbel ibadetlerin Allamü’l-Guyûbun ilminde mevcut olduğuna binaen, niyetten fiile henüz çıkmayan onların ibadetleri kabul edilmiştir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Kur’ân-ı Kerim, bazan birşeyin müteaddit gayelerinden insanlara ait bir gayeyi zikre tahsis eder. Bu ihtar içindir, inhisar için değildir. Yani, o şeyin gayeleri, zikredilen gayeye münhasır değildir. Ancak o şeyin nizam ve intizam ve sair faidelerine insanın nazar-ı dikkatini celbetmek için insanlara râci o faideyi zikrediyor. Meselâ: وَاْلقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ
blank.gif
1 لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ 2
âyet-i kerimeyle zikredilen faide, takdir-i kamerin binlerce faidelerinden biridir.



[NOT]Dipnot-1 “Ay için de menziller takdir ettik.” Yâsin Sûresi, 36:39.
Dipnot-2 “Yılları ve hesabı bilesiniz diye.” Yûnus Sûresi, 10:5.
[/NOT]


Allamü'l-Guyûb: gaybı, görünmeyen her şeyi bilen AllahFâtır-ı Hakîm: her şeyi hikmetle ve benzersiz şeyleri üstün san’atıyla yaratan Allah
Hâlık: her şeyi yaratan Allahabesiyet: faydasız ve gayesiz oluş
arz: yer, dünyaayn-ı adalet: adaletin tâ kendisi
ayn-ı hikmet: hikmetin tâ kendisibinaen: -dayanarak
binaenaleyh: bundan dolayıcelbetmek: çekmek
def’aten: birden bireesmâ-i hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri
eşcar: ağaçlarfert: birey
gayr-ı mütenâhi: sınırsız, sonsuzhas: özel
hayvanat: hayvanlarhâlis: katıksız, saf
ifrat: aşırılıkihtar: hatırlatma, ikaz
inhisar: bir şeyle sınırlanmaintizam: düzenlilik, tertip
istilâ etmek: kuşatmakizhar: gösterme
i’lem eyyühe'l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!kesret: çokluk
masnu: san’atlı şekilde yaratılmış varlıkmasnuat: san’at eseri varlıklar
mecmu: bütün, genelmevcut: var
münhasır: sadece bir şeye ait, bir şeye özelmüstakbel: gelecek
müteaddit: bir çok, çeşitlinazar: bakış, düşünce
nazar-ı dikkat: dikkatli bakışnazaran: bakarak, –göre
nebatat: bitkilernizam: düzen
nuranî: nurlu varlıklarrâci: ait, dönen
sair: diğer, başkasebzevat: sebzeler
semerat: meyveler, neticelertahsis etme: bir şeye ait kılma, ayırma
tasallut etmek: baskı kurmak, hâkim olmaktenasül: üreme
tenvir etmek: aydınlatmak, ışıklandırmaktevellüd: doğum, doğma
vaziyet: durum, hâlveçh-i arz: yeryüzü
zikretmek: bildirmek, anmakzürriyet: soy, nesil
âlem-i şehadet: görünen alemâyet-i kerime: Kur’ân’ın herbir cümlesi
şümul: kapsamlılık, kapsam

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 284


Yoksa, takdir-i kamer bu faideye münhasır değildir. Yani, kamer yalnız bu gaye için değildir. Bu gaye onun gayelerinden biridir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenâb-ı Hakka mahsus taklidi mümkün olmayan en bâhir tevhid sikke ve mühürlerinden biri, gayr-ı mâdud muhtelif eşyayı basit bir şeyden halk etmektir. Evet, pek basit olan şu topraktan binlerce envâ, muhtelif nebatat, gayr-ı mütenâhi bir kudretle, bir ilimle, pek büyük bir itkan, bir suhuletle yaratılmakta olduğu tevhidin öyle bir burhanıdır ki, hem taklidi, hem tenkidi imkân haricidir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Hayat-ı insaniyenin vezâifinden biri de, kendi cüz’î sıfatlarını, şuûnatını, Hâlıkın küllî sıfatlarını, şuûnatını fehmetmek için bir mikyas yapmaktır. Amma, âlem-i âhirette, haşirdeki şuûnat-ı azîmesini ve kıyamette emvatın ihyâsıyla ahvâl-i umumiyesini fehmetmek için, ancak güz mevsiminin kıyametiyle baharların haşri, haşir ve kıyamet-i kübrâda Hâlıkın şuûnatına mikyas olabilir.


İ’lem eyyühe’l-aziz! Müslümanları lehviyat-ı nevmiye mesabesinde olan dünya hayatına davet etmekle, Cenâb-ı Hakkın helâl ettiği tayyibat dairesinden, haram ettiği habîsat mezbelesine teşvik eden adamın meseli öyle bir sarhoşa benzer ki:

Parçalayıcı arslan ile, ünsiyetli ehlî atı birbirinden tefrik edemiyor. Sehpa ağacıyla jimnastik ağacını birbirinden ayıramıyor. Kanlı yarayı kırmızı gülden temyiz edemediği halde, kendisini mürşid bilerek irşad ve nasihata çıkıyor.

Esnâ-yı irşadda bir adama rastgelir. Zavallı adamın arka tarafında korkunç bir arslan duruyor. Ön tarafında da sehpa ağacı kurulduğu gibi, her iki yanında da dehşetli yaralar var. Fakat adamcağızın elinde iki ilâç vardır. Ve lisanıyla kalbinde




Cenab-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
ahvâl-i umumiye: genel haller, durumlarburhan: güçlü delil
bâhir: açıkcüz’î: ferdî, bireysel
ehlî: evcilemvat: ölüler
envâ: çeşitler, türleresnâ-yı irşad: doğru yolu gösterme, uyarma esnası, ânı
eşya: varlıklarfehmetmek: anlamak
gayr-ı mâdud: sayılamayacak kadar çokgayr-ı mütenâhi: sınırsız, sonsuz
güz: sonbaharhabîsat: pis ve çirkin şeyler
halk etmek: yaratmakhariç: dış
hayat-ı insaniye: insan hayatıhaşir: öldükten sonra âhiret âleminde tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
ihyâ: ediriltme, hayat vermeimkân hârici: olabilir ihtimalinin dışında, mümkün olmama
irşad: doğru yolu göstermeitkan: san’atta kusursuzluk, pürüzsüzlük
i’lem eyyühe'l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!kamer: ay
kudret: güç ve iktidarküllî: kapsamlı
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılmasıkıyamet-i kübrâ: büyük kıyâmet, bütün varlığın bozulup dağılması
lehviyat-ı nevmiye: insanları uyutucu zevk ve eğlencelerlisan: dil
mahsus: has, özelmesabe: derece
mesel: örnekmezbele: çöplük
mikyas: ölçümuhtelif: çeşitli
münhasır: sadece bir şeye ait, bir şeye özelmürşid: doğru yolu gösteren
nasihat: öğütnebatat: bitkiler
sikke: damga, mühürsuhulet: kolaylık
sıfat: nitelik, özelliktakdir-i kamer: aya nizam verilmesi; konaklar takdir edilmesi
tayyibat: temiz, güzel ve helâl şeylertefrik etmek: birbirinden ayırmak
temyiz etmek: birbirinden ayırmaktenkid: eleştiri
tevhid: birleme; her şeyi bir olan Allah’a verme ve Ona ait kılmateşvik eden: şevklendiren, isteklendiren
vezâif: görevlerâlem-i âhiret: âhiret âlemi
ünsiyetli: canayakın, dostşuûnat: işler, hâller; Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait kutsal nitelikler, özellikler
şuûnat-ı azîme: büyük işler, fiiller, haller, icraatlar

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 285


iki tılsım vardır. Onları istimal ederse şifâyab olur. Ve o arslan ata inkılâp eder. Burak gibi bineği olur. O sehpa ağacı da daima teceddüd etmekte olan ahvâl-i âlemi, seyyal manzaraları seyretmeye âlet ve vasıta olur. O sarhoş herif, o zavallı adamcağıza diyor:

“Yâhu, nedir o ilâçları, tılsımları saklıyorsun? Onları at, keyfine bak.”


Adamcağız:

“Yok baba! Bu ilâçlar ve tılsımların hıfz ve himayelerindeyim. Onlardan almakta olduğum haz, lezzet, keyif bana kâfidir. Fakat o arslan gibi parçalayıcı ölümü öldürebilirsen ve sehpayı kırmakla kabir ağzını kapatabilirsen ve hayatımın mâruz kaldığı fenâ ve zeval yaralarını bir hayat-ı bâkiyeye tebdil etmekle tedavi edebilirsen, pekâlâ, seninle beraber dans oynayalım. Ve illâ gözümün önünden def ol, git. Sen ancak kendin gibi sarhoşları kandırabilirsin. Ben sarhoş değilim. Dünyanıza, keyfinize ihtiyacım yok. Çünkü,
bana yeter.” حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ 1 نِعْمَ الْمَوْلىَ وَنِعْمَ النَّصِيرُ 2

İ’lem eyyühe’l-aziz! Felsefe talebesiyle medeniyet tilmizleri, Müslümanları ecnebî âdetlerine ittibâ ile şeâir-i İslâmiyeyi terk etmeye davet ettiklerinde, Kur’ân Nurcuları böylece müdafaada bulunurlar: “Eğer dünyadan zeval ve ölümü ve insandan acz ve fakrı kaldırmaya iktidarınız varsa, pekâlâ, dini de terk ediniz, şeâiri de kaldırınız. Ve illâ dilinizi kesin, konuşmayınız. Bakınız arkamızda pençelerini açmış hücuma hazır ecel arslanı tehdit ediyor. Eğer iman kulağıyla Kur’ân’ın sadâsını dinleyecek olursan, o ecel arslanı bir burak olur. Bizleri rahmet-i Rahmâna ulaştıracaktır. Ve illâ o ecel, yırtıcı bir hayvan gibi bizleri parçalar. Bâtıl itikadınız gibi, ebedî bir firak ile dağıtacaktır. Ve keza, önümüzde idam sehpaları kurulmuştur. Eğer imân ile, îkanla Kur’ân’ın irşadını dinlersen, o sehpa ağaçlarından, sefine-i Nuh gibi sahil-i selâmete, yani âlem-i âhirete ulaştırıcı bir sefine yapılacaktır.




[NOT]Dipnot-1 “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.
Dipnot-2 “O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır.” Enfâl Sûresi, 8:40.
[/NOT]


acz: güçsüzlükahvâl-i âlem: âlemin halleri, dünyanın durumu
burak: Cennete ait bir binekbâtıl: doğru olmayan, din açısından bir gerçeği olmayan
ebedî: sonsuzecel: ölüm vakti
ecnebî: yabancıfakr: muhtaçlık
fenâ: geçip gitme, kaybolmafirak: ayrılık
hayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı hayathaz: zevk, hoşlanma
himaye: koruma altına almahücum: saldırı
hıfz: saklanmaidam sehpası: hayata son vermek için kurulan sehpa, darağacı
ikan: iyi ve kesin olarak bilmekiktidar: güç, kudret
illâ: aksi haldeinkılâp etmek: dönüşmek
irşad: doğru yol göstermeistimal etmek: kullanmak
itikad: inançittibâ: tâbi olmak, bağlanmak
i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!keza: bunun gibi
kâfi: yeterlimâruz kalmak: birşeyin tesirine uğramak
müdafaa: savunmanurcu: Risale-i Nur talebeleri
rahmet-i Rahmân: rahmet ve şefkat tecellîsi bütün varlıkları kuşatan Allah’ın rahmetisadâ: ses
sahil-i selâmet: kurtuluş sahilisefine: gemi
sefine-i Nuh: Nuh’un gemisiseyyal: akıcı, akıp giden
talebe: öğrencitebdil etmek: değiştirmek
teceddüd etmek: yenilenmektilmiz: öğrenci
tılsım: olağanüstü kuvvet ve tesire sahip bulunan şeyzeval: geçip gitme, sona erme
âdet: alışkanlıkâlem-i âhiret: âhiret âlemi, öldükten sonraki hayat
âlet: araç, vasıtaşeâir: işaretler; İslâm’a sembol olmuş şeyler, iş ve ibâdetler
şeâir-i İslâmiye: İslâm’a sembol olmuş şeyler, iş ve ibâdetlerşifâyab: şifa bulma

 
Üst