Zerre

Huseyni

Müdavim
Zerre

Hidayet-i Kur’âniyenin şuâından


besmele.jpg



İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenâb-ı Hakka nâzır ve Ona vasıl olan yollar, kapılar, âlemin tabakaları, sahifeleri, mürekkebatı nisbetinde bir yekûn teşkil etmektedir. Âdi bir yol kapandığı zaman bütün yolların kapanmış olduğunu tevehhüm etmek, cehaletin en büyük bir şahididir. Bu adamın meseli, gayet büyük askerî bir karargâhı hâvi büyük bir şehirde, karargâhın bayrağını görmediğinden, sultanın ve askeriyeye ait bütün şeylerin inkârına veya teviline başlayan adamın meseli gibidir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Herşeyin bâtını zahirinden daha âli, daha kâmil, daha lâtif, daha güzel, daha müzeyyen olduğu gibi, hayatça daha kavî, şuurca daha tamdır. Ve zahirde görünen hayat, şuur, kemâl ve saire, ancak bâtından zahire süzülen zayıf bir tereşşuhtur. Yoksa bâtın câmid, meyyit olup da ilim ve hayatı dışarıya vermiş olduğuna zehaba ihtimal yoktur.


Evet, karnın (miden) evinden, cildin gömleğinden ve kuvve-i hâfızan senin kitabından, nakış ve intizamca daha yüksek ve daha gariptir. Binaenaleyh, âlem-i melekût âlem-i şehadetten, âlem-i gayb dünya ve âhiretten daha âli ve daha yüksektir.





Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahbinaenaleyh: bundan dolayı
bâtın: bir şeyin görünmeyen tarafı, iç yüzücehalet: cahillik
câmid: cansız, sert, katıgarip: hayret verici, şaşırtıcı
gayet: çokhidayet-i Kur’âniye’nin şuâsı: Kur’ân’ın hak ve doğru yolu gösteren hakikatlerinin parıltısı
hâvi: ihtiva eden, içine alaninkâr: inanmama, kabul etmeme, yok sayma
intizam: disiplin, düzeni’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!
karargâh: karar yeri, merkezkavî: kuvvetli, güçlü
kemal: mükemmellik, olgunlukkuvve-i hâfıza: hâfıza gücü; bellek
kâmil: mükemmel, olgunlâtif: hoş, ince, güzel
mesel: örnek, benzermeyyit: ölü
mürekkebat: birleşiklermüzeyyen: ziynetli, süslenmiş
nakış: işleme, süslemenisbetinde: oranında
nâzır: bakantabaka: derece
tereşşuh: sızıntıtevehhüm etmek: kuruntuya kapılmak, zannetmek
tevil: yorumteşkil etmek: meydana getirmek, oluşturma
vasıl olma: ulaşma, varmayekûn: bütün, toplam
zahir: dış, bir şeyin görünen yüzüzehab: bir düşünceye sahip olma, bir fikre kapılıp gitme
zerre: atom, maddenin en küçük parçasıâdi: basit, normal, sıradan
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayatâlem: dünya, kâinat
âlem-i gayb: bilinmeyen, görünmeyen, fakat mahiyeti ancak Allah tarafından bilinen veya Onun bildirdiği başka âlemlerâlem-i melekût: İlâhî hükümranlığın tam olarak tecellî ettiği, görünmeyen mânâ âlemi
âlem-i şehadet: gözle gördüğümüz âlemâli: yüce, yüksek
şahit: delilşuur: bilinç, anlayış, idrak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Zerre - Sayfa: 236


Maalesef, nefs-i emmâre, hevâ-i nefisle baktığı için, zahiri, hayatlı, ünsiyetli bir perde gibi meyyit ve zulmetli ve vahşetli zannettiği bâtın üstüne serilmiş olduğunu görüyor.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Senin yüzün, veçhin o kadar küçüklüğüyle beraber, geçmiş ve gelecek bütün insanların adedince kendisini onlardan ayıran ve tarif eden nişan ve alâmetleri hâvi olduğu gibi, yüzünü teşkil eden esas ve erkânında da bütün insanlar ittifaktadır. Bütün insanlarda, biri tevafuk, diğeri tehalüf olmak üzere iki cihet vardır. Tehalüf ciheti Sâniin muhtar olduğuna, tevafuk ciheti ise Sâniin Vahid-i Ehad olduğuna delâlet ederler. Bu iki cihetin bir Kasıdın kasdıyla, bir Muhtarın ihtiyarıyla, bir Mürîdin iradesiyle, bir Alîmin ilmiyle olmadığını tevehhüm etmek, muhâlâtın en acibidir. Fesübhanallah! Yüzün o küçük sahifesinde nasıl gayr-ı mütenahi nişanlar derc edilmiştir ki, gözle okunur da nazarla, yani akılla görünmez.


İnsan nevinde şu tehalüf ile beraber buğday, üzüm, arı, karınca nevilerindeki tevafuk, kör tesadüfün işi olmadığı güneş gibi âşikârdır. Madem ki kesretin böyle uzak, ince, geniş ahval ve etvarında da tesadüfün müdahalesine imkân yoktur. Ve tesadüfün elinden mahfuzdur. Ve ancak bir Hakîmin kasdı ve bir Muhtarın ihtiyarı ve Semî, Basîr bir Mürîdin iradesinin dâire-i tasarrufundadır.

Tesadüf, şirk ve tabiattan teşekkül eden fesat şebekesinin âlem-i İslâmdan nefiy ve ihracına Risale-i Nurca verilen karar infaz edilmiştir.





Alîm: küçük büyük, görünen görünmeyen, gelmiş ve gelecek herşeyi hakkıyla bilen ve ilmi herşeyi kuşatan AllahBasîr: her şeyi gören ve müşahede eden ve varlıklara görme kabiliyeti veren Allah
Fesübhanallah: “Allah’ı her türlü kusur, ayıp ve eksiklerden tenzih ederim” mânâsında kullanılıp hayret ve şaşkınlık ifadesi olarak kullanılırHakîm: herşeyi hikmetle belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
Kasıd: sonsuz ilim, irade ve ihtiyarıyla her şeyi bir gaye için yaratan AllahMuhtar: ihtiyar ve irade sahibi Allah
Mürîd: her şeyi istediği gibi, istediği zamanda ve keyfiyette yapan ve bir anda sonsuz şeyleri dilemekten âciz olmayan AllahSemî: her şeyi işiten ve her bir varlığa kabiliyetine göre işitme duyuları veren Allah
Sâni: her şeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan AllahVâhid-i Ehad: bir ve tek olan, birliği bütün varlıkları kuşattığı gibi her bir varlıkta da tecellî eden Allah
acib: hayret vericiahval: haller, davranışlar
alâmet: belirti, işaretbâtın: bir şeyin görünmeyen, iç yüzü
cihet: yön, tarafdelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
derc etmek: içine yerleştirmekdâire-i tasarruf: dilediği gibi tasarruf etme, tedbir ve idare etme dâiresi, bütün yaratılmışlar dâiresi olan kâinat
erkân: rükünler; bir şeyi oluşturan esaslar, temel unsurlaresas: temel
etvar: haller, tavırlarfesat şebekesi: bozgunculuk ve fenalık yapan düşünce ağı, akımı
gayr-ı mütenahi: sonu olmayanhevâ-i nefis: nefsin hoşuna giden faydasız ve gelip geçici arzular
hâvi: ihtiva eden, içine alanihrac: çıkarma
ihtiyar: iradeimkân: olabilirlik, olasılık, ihtimal
infaz edilme: yerine getirilme, uygulanmairade: dileme, istek, kast etme
ittifak: birleşme, birliki’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!
kesret: çoklukmeyyit: ölü
muhâlât: olması imkânsız, akla uzak şeylernazar: akıl; akıl gözüyle bakmak, görmek
nefiy: sürgün etme, uzaklaştırmanefs-i emmâre: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu
nev: çeşit, türnişan: işaret
tabiat: (tabiat fikri) materyalist düşünce; tabiat için, “insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç” düşüncesitehalüf: birbirinden farklı olma
tevafuk: denk gelme, uygunluktevehhüm etmek: kuruntuya kapılmak, zannetmek
teşekkül etme: oluşma, ortaya çıkmateşkil etmek: oluşturmak
vahşetli: ürküten, korku hissi veren bir şeyveçh: yüz
zahir: açık, görünenzulmetli: karanlıklı
âlem-i İslâm: İslam dünyasıâşikâr: ap açık
ünsiyetli: alışılan yakınlık hissi verenşirk: Allah’a ortak koşma

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Zerre - Sayfa: 237


İ’lem eyyühe’l-aziz! Şeytanın ilka etmekte olduğu vesveselerden biri:

“Yahu, şu koyun veya inek, eğer Kadîr ve Alîm-i Ezelînin nakşı, mülkü olmuş olsaydı, bu kadar miskin, biçare olmazlardı. Eğer bâtınlarında, içlerinde Alîm, Kadîr, Mürîd bir Sâniin kalemi çalışmış olsaydı, bu kadar câhil, yetim, miskin olmazlardı” diyen ve cinnî şeytanlara üstad olan ey şeytân-ı insî! Cenâb-ı Hak, herşeye lâyıkını veriyor. Ve maslahata göre veriyor. Eğer atâsı, in’âmı bu kaideden hariç olsaydı, senin eşeğinin kulağı senden ve senin üstadlarından daha akıllı, daha âlim olması lâzımdı. Ve senin parmağın içinde senin şuur ve iktidarından daha çok bir şuur, bir iktidar yaratırdı. Demek herşeyin bir haddi var. O şey, o had ile mukayyeddir.

Kader, herşeye bir miktar ve o miktara göre bir kalıp vermiştir. Feyyaz-ı Mutlaktan aldığı feyze olan kabiliyeti o kalıba göredir. Mâlûmdur ki, dahilden harice süzülen cüz-ü ihtiyarî mizanıyla, ihtiyaç derecesiyle, kabiliyetin müsaadesiyle, hâkimiyet-i Esmânın nizam ve tekabülüyle feyz alınabilir. Maahaza, şemsin azametini bir kabarcıkta aramak, akıllı olanın işi değildir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsan, hikmetle yapılmış bir masnûdur. Ve Sâniin gayet hakîm olduğuna, yaptığı vuzuh-u delâletle, sanki mücessem bir hikmet-i nakkaşedir. Tecessüd etmiş bir ilm-i muhtardır. İncimad etmiş bir kudret-i basîre olduğu gibi, öyle bir fiilin mahsulüdür ki, istidadı irade ettiği şeyi kendisine veriyor.




Alîm: küçük büyük, görünen görünmeyen, gelmiş ve gelecek herşeyi hakkıyla bilen ve ilmi herşeyi kuşatan AllahAlîm-i Ezelî: her şeyi hakkıyla bilen, ilmi her şeyi kuşatan Allah
Cenab-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahFeyyaz-ı Mutlak: yarattığı varlıklara pek çok feyiz, sınırsız bolluk ve bereket veren Allah
Kadîr: her şeye gücü yeten, her şeyi yapabilen, sonsuz güç ve kudret sahibi AllahMürîd: her şeyi istediği gibi, istediği zamanda ve keyfiyette yapan ve bir anda sonsuz şeyleri dilemekten âciz olmayan Allah
Sâni: her şeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allahatâ: lütuf, bağış
azamet: büyüklük, yücelikbiçare: çaresiz
bâtın: bir şeyin görünmeyen iç yüzücinnî: cin taifesinden, cinlerden olan
cüz-ü ihtiyarî: çok az irade serbestliği, seçim gücüdahilden harice: içten dışa
feyz: ihsan, bağışgayet: çok
had: sınırhakîm: hikmetle iş yapan, hikmet sahibi
hariç: dışındahikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde yaratılma
hikmet-i nakkaşe: nakış yapan bir hikmet, nakış ustası olan bir hikmethâkimiyet-i Esmâ: Allah’ın isimlerinin egemenliği, hâkim olması
iktidar: güç, kudretilka etmek: atma, bırakma, verme
ilm-i muhtar: seçim serbestliği bulunan ve bağımsız hareket eden bir ilim sahibiincimad etmek: donmak, katılaşmak; maddi yapıya bürünmek
in’âm: nimet vermeirade etmek: dilemek, istemek
istidad: mimarlık, aşçılık, kulluk gibi sayısız yetenekleri’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!
kabiliyet: yetenekkader: Allah’ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak her şeyi bilip takdir etmesi, plânlaması
kaide: düstur, prensipkudret-i basîre: görünen kudret, iktidar
maahaza: bununla berabermahsul: hasıl olmuş, meydana gelmiş, netice, ürün
maslahat: fayda, gayemasnû: san’at eseri varlık
miskin: zavallı, muhtaç, çaresizmizan: ölçü, denge
mukayyed: sınırlımâlum: bilinen
mücessem: cisimleşmiş, maddî yapıya bürünmüşmülk: sahip olunan ve hükmedilen şey
müsaade: izinnakış: işleme, süsleme
nizam: düzentecessüd etmek: ceset şeklinde maddî varlık kazanmış, cisimleşmiş
tekabül: birbirine karşılık olma, bir ayna gibi karşısında olmavesvese: kuruntu, şüphe
vuzuh-u delâlet: ap açık gösterme, işaret etme, delil olmaâlim: bilgin
üstad: hocaşems: güneş
şeytân-ı insî: insanlardan olan şeytan, şeytan gibi olan insanşuur: bilinç, anlayış, idrak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Zerre - Sayfa: 238


Öyle bir in’âm ve ihsanın kesîfidir ki, bütün hâcâtına vakıftır. Öyle bir kaderin tersim ettiği bir surettir ki, bünyesine lâzım ve münasip şeyleri bilir, bu malûmatla herşeyin mâliki olan Mâlikinden nasıl tegafül eder? Ve bütün cinayetlerini bilen, hâcâtını gören, vâveylâlarını işiten Semî, Basîr, Alîm, Mücîb olarak üstünde bir Rakîbin bulunmamasını nasıl tevehhüm edebilir?

Ey nefs-i emmâre! Ne için kendini hariç tevehhüm ediyorsun? Eğer evâmire imtisal dairesinden çıkarsan, ya herkesin ayağını öpercesine müraat ve ihtiram etmeye mecbur olursun. Veya ehemmiyet vermeyerek zâlim-i ale’l-küll olacaksın. Bu yük ağırdır, taşıyamayacaksın, en iyisi, ecnebî olan şirki terk ile mülküllahın dairesine gir ki, rahat edesin. Ve illâ, sefineye binip yükünü arkasına alan ebleh adam gibi olacaksın.


İ’lem eyyühe’l-aziz! Bir insanı yaratan Hâlıkın, âlemi müştemilâtıyla beraber yaratmasında bir bu’d, bir garabet yoktur. Zira, bir insanın yaratılışı, içerisinde bulunan eşyanın yaratılmasından ibaret olduğu gibi, âlemin de yaratılışı müştemilâtının yaratılışından ibarettir. Ve keza, insan, âleme bir enmuzec ve küçük bir fihristedir. Çünkü kavunun hâlıkı, çekirdeğinin hâlıkından başkası olması mümtenidir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Senin iktidarın kısa, bekan az, hayatın mahdut, ömrünün günleri mâdud ve herşeyin fânidir. Öyleyse, şu kısa, fâni ömrünü fâni şeylere sarf etme ki, fâni olmasın. Bâki şeylere sarf et ki, bâki kalsın.

Evet, yaşadığın ömürden dünyada göreceğin istifade ancak yüz sene olur. Bu yüz sene ömrünü yüz tane hurma çekirdeği farz edelim. Bu çekirdekler iska edilip




Alîm: küçük büyük, görünen görünmeyen, gelmiş ve gelecek herşeyi hakkıyla bilen ve ilmi herşeyi kuşatan AllahBasîr: her şeyi gören ve müşahede eden ve varlıklara görme kabiliyeti veren Allah
Hâlık: her şeyi yaratan AllahMâlik: görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah
Mücîb: bütün varlıkların her türlü istek ve ihtiyaçlarına cevap veren AllahRakîb: bütün varlıkları görüp gözeten, koruyan, kendisinden hiçbir şey gizlenip kaybolmayan ve yarattıklarından bir an bile gafil olmayan Allah
Semî: her şeyi işiten ve her bir varlığa kabiliyetine göre işitme duyuları veren Allahbeka: kalıcılık; dünyada kalma
bu’d: uzakbâki: devamlı, kalıcı, sonsuz
bünye: yapı; insanın maddi ve mânevî yapısıebleh: ahmak, akılsız
ecnebî: yabancıenmuzec: örnek, model
evâmir: emirlerfarz etmek: var saymak
fihriste: bir şeyin özeti, kapsamını gösteren özfâni: geçici, yok olucu
garabet: gariplik, şaşılacak durumhariç: dışarıda, emir dairesinin dışında
hâcât: ihtiyaçlarihsan: bağış, ikram, lütuf
ihtiram: saygı göstermeiktidar: güç, kudret
illâ: aksi haldeimtisal: emre uyma, itaat etme
in’âm: nimetlendirmeiska edilmek: sulanmak
istifade: faydalanma, yararlanmai’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!
kader: Allah’ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak her şeyi bilip takdir ettiği, plânkesîf: yoğun; burada bütün nimetlerin insana bolca verilmesi, insanda yoğunlaşması kastediliyor
keza: aynı, bunun gibi, böylecemahdut: sınırlı
malûmat: bilgilermâdud: sayılı
mâlik: sahipmülküllah: Allah’ın mülkü
mümteni: olması imkânsız olan şeymünasip: uygun
müraat: gözetme, uymamüştemilât: içindekiler
nefs-i emmâre: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere sevk eden duygusarf etmek: harcamak, kullanmak
sefine: gemisuret: biçim, şekil
tegafül etmek: gaflet etmek, habersiz olma; Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranmatersim etmek: resimlemek, çizmek
tevehhüm etmek: kuruntuya kapılmak, zannetmekvakıf: bilen
vâveylâ: çığlık, feryadzâlim-i ale’l-küll: bütün varlıklara ve herşeye zulmeden
âlem: dünya, kâinatşirk: Allah’a ortak koşma

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Zerre - Sayfa: 239


muhafaza edilirse, ilâ-mâşaallah semere verecek yüz tane ağaç olur. Aksi takdirde, ateşe atıp yakmaktan başka bir istifadeyi temin etmez. Kezâlik, senin o yüz senelik ömrün de, şeriat suyu ile iska ve âhirete sarf edilirse, âlem-i bekada ilelebed semerelerinden istifade edeceksin. Binaenaleyh, semeredar yüz tane hurma ağacını terk ve yüz tane çekirdeklerine kanaat ile aldanırsa, o adam, hutameye (Cehenneme) hatab olmaya lâyıktır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Evham, şübehat, dalâletin menşe’ ve mahzenlerinden biri: Nefis, kendisini kader ve sıfât-ı İlâhiyenin tecelliyat dairesinden hariç addeder. Sonra tecelliyata mazhar olanlardan birisinin mevkiinde kendisini farz eder, onda fenâ olur. Sonra, başlar, bazı tevillerle o şeyi de Allah’ın mülkünden, tasarrufundan çıkartır. Kendisinin girmiş olduğu şirk-i hafîye girdirir. Ve şirk-i hafîden aldığı bazı halleri o mâsuma da aksettirir.


Hülâsa: Nefs-i emmâre, devekuşu gibi aleyhine olan şeyi lehine zanneder. Veya Sofestâî gibi münakaşa edenleridir ki, vekilleri birbirini reddeder. Teâruzan, tesâkutan kabilinden, “Hiçbirisi de hak değildir” diye hükmeder.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Gafil nefis, âhireti dünyanın bitişiğinde ve dünya ile bağlı bir menzil zannediyor. Bu itibarla nefsin elinde iki silâh vardır. Dünyanın zeval ve fenasının eleminden kurtulmak için âhireti düşünmekle ümitvar olur. Âhiret için lâzım olan a’mâl külfetine gelince, gaflet veya tegafül ile ondan da kendisini kurtarır. Ölmüş olanların hayatta olmadıklarını düşünmüyor. Ancak, sefere gidenler gibi, görünmüyorlarsa da hayattadırlar, diye zanneder. Ve ölüme o kadar ehemmiyet vermiyor. Bazı dünyevî işlerini ebedîleştirmek için şöyle bir desisesi de vardır ki, “Matluplarımın dünyada semereleri olmasa da esasları âhiretle muttasıl ve âhirette faideleri vardır” diye mütesellî oluyor. Meselâ, ilim gibi,




Sofestaî: kâinatın Yaratıcısını kabul etmemek için herşeyi, hatta kendini dahi inkâr eden bir felsefî ekole bağlı kimseaddetmek: saymak, tutmak
aksettirmek: yansıtmaka’mâl: ameller, işler ve davranışlar
binaenaleyh: bundan dolayıdalâlet: hak yoldan sapkınlık, ayrılma
desise: hile, aldatmadünyevî: dünya ile ilgili
ebedîleştirmek: sonsuzlaştırmakehemmiyet: değer, önem
elem: acı, keder, sıkıntıevham: kuruntular, şüpheler
farz etmek: var saymakfenâ olmak: yok olmak
gafil: Allah’ı düşünmeyen ve sorumluluklarından habersizgaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlık
hak: gerçekhariç: dışında
hatab: odunhutame: Cehennemin bir tabakası
hülâsa: kısaca, özetilelebed: sonsuza kadar
ilâ-mâşaallah: Allah’ın dilediği, müsaade ettiği süreceiska edilmek: sulanmak
istifade: faydalanma, yararlanmai’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!
kabilinden: türünden, gibisindenkader: Allah’ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak her şeyi bilip takdir etmesi
kanaat: Allah’ın nasip ettiği şeye razı olma, yetinmekezâlik: bunun gibi
külfet: güçlük, zorlukmahzen: depo
matlup: istek, istenilenmazhar: ayna
menzil: durak, yermenşe: kaynak
mevki: konum, yermuhafaza: koruma
muttasıl: yapışık, bitişikmütesellî: tesellî bulan, üzüntüsü dağılan
nefis/nefs-i emmâre: insanı daima kötülüğe, zevk ve isteklere sevk eden duygusarf edilmek: harcanmak
sefer: yolculuksemere: meyve
semeredar: meyveli, verimlisıfât-ı İlâhiye: Allah’ın sıfatları, mukaddes özellikleri, nitelikleri
tasarruf: dilediği gibi kullanım, idare, yönetimtecelliyat: yansımalar, görünümler
tegafül: gaflet etme, duyarsızlıklık, mânevî sorumluluklarından habersiz davranmatesâkutan: her biri diğerinin hükmünü düşürür, birbirini yok eder olarak
tevil: yorumteâruzan: birbirine zıt, her biri diğeriyle çelişiyor olarak
zeval: geçip gitme, yok olmaâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
âlem-i beka: devamlı ve kalıcı âlem, âhiretümitvar: ümitli olan
şeriat: Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâmiyetşirk-i hafî: gizli şirk, ortaklık
şübehat: şüpheler, tereddütler

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Zerre - Sayfa: 240


“Dünyada menfaati olmasa bile âhirette faidesi vardır” diye iyi ciheti göstermekle, kötü ciheti altında yutturur.

Hülâsa: Nefis, devekuşu gibidir. Şeytan Sofestâî, hevâ da Bektâşîdir.


İ’lem eyyühe’l-aziz! Halk-ı eşya hakkında mûcibe-i külliye sadık olmadığı takdirde, sâlibe-i külliye sadık olur. Yani, ya bütün eşyanın hâlıkı Allah’tır veya Allah hiçbir şeyin hâlıkı değildir. Çünkü, eşyanın arasında muntazam tesanütle halk ve yaratmak, tecezzîyi kabul etmez bir külldür, bazıyet yoktur. Ya mûcibe‑i külliye olacaktır veya sâlibe-i külliye olacaktır. Başka ihtimal yok. Herşeyde illetin ademini tevehhüm eden vehmin vâhi hükmünde bir kıymeti yok. Binaenaleyh, ednâ birşeyde hâlıkıyet eseri göründüğü zaman, bütün eşyada tahakkuk eder.

Ve keza, Hâlık ya birdir veya gayr-ı mütenahidir, evsat yoktur. Zira, Sâni, vahid-i hakikî olmazsa, kesîr-i hakikî olacaktır. Kesîr-i hakikî ise gayr-ı mütenahidir.

Maahaza, nuru neşredenin nursuz, icad edenin vücudsuz, icab ettirenin vücubsuz olması muhaldir.


Ve keza, ilim sıfatını ihsan edenin ilimsiz, şuuru ihsan edenin şuursuz, ihtiyarı verenin ihtiyarsız, iradeyi verenin iradesiz, kâmil şeylerin sânii gayr-ı kâmil olduğunu telâkki etmek muhaldir.

Ve keza, ayn’ı tersim, basarı tasvir ve nazarı tenvir edenin basarsız olduğunu düşünmek, ancak basar ve basiretten mahrum olan adamın işidir. Maahaza,




Bektâşî: Hacı Bektaş-ı Veli tarikatına mensub olan kimseHâlık: Yaratıcı
Sofestâî: kâinatın yaratıcısını kabul etmemek için her şeyi, hattâ kendilerini dahi inkâr edenlerSâni: her şeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
adem: hiçlik, yoklukayn’ı tersim: gözü resmetmek, çizmek
basar: görme duyusu, görme sıfatıbasiret: görüş, seziş, anlayış kudreti veya sıfatı; akıl, zekâ, ileri görüşlülük
bazıyet: kısımlara ayrılma, ayrılabilir olma, bölünebilir olmabinaenaleyh: bundan dolayı
cihet: yön, şekilednâ: en basit, en küçük
evsat yoktur: ortası yoktureşya: varlıklar
gayr-ı kâmil: noksan, mükemmel olmayangayr-ı mütenahi: sonu olmayan
halk: yaratmahalk-ı eşya: eşyanın, varlıkların yaratılması
hevâ: hevesler, nefsin arzu ve isteklerihâlıkıyet: yaratıcılık
hülâsa: özet, özicab: gerektirme
icad etme: yaratma, var etmeihsan: bağış, ikram, lütuf
ihtiyar: iradeillet: esas sebep
irade: dileme, istek, kast etmei’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!
kesîr-i hakikî: gerçek çokluk; her şey bir olan Allah’a verilmezse çok ilâhlar olacaktırkeza: bunun gibi
kâmil: mükemmel, noksansızküll: bütün
maahaza: bununla berabermahrum: yoksun
muhal: olması imkânsız şeymuntazam: düzenli
mûcibe-i külliye: olumlu tümel önerme; “Bütün eşyanın hâlıkı (yaratıcısı) Allah’tır” gibinazar: akıl, bakıp akletme, düşünme
nefis: insanı daima kötülüğe, zevk ve isteklere sevk eden duyguneşretme: yayma
sadık: doğrusâlibe-i külliye: olumsuz tümel önerme “Allah hiçbir şeyin hâlıkı değildir.” gibi
sıfat: özellik, niteliktahakkuk: gerçekleşme
tasvir: şekil ve suret vermetecezzî: bölünme, parçalanma
telâkki etmek: kabul etmek, anlamaktenvir etmek: aydınlatmak, ışıklandırmak
tesanüt: dayanışmatevehhüm etmek: kuruntuya kapılmak, zannetmek
vahid-i hakikî: eşi ve benzeri olmayan, ilâh olmaya lâyık tek gerçek olan Allahvehim: kuruntu, varsayım
vâhi: zayıf, önemsizvücub: varlığının zorunlu olması
vücud: varlık, var oluşâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
şuur: bilinç, anlayış, idrak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Zerre - Sayfa: 241


masnûdaki kemâlât, tamamen Sânideki kemâlden akan bir feyizdir. Fakat kuşlardan yalnız sineği gören, tanıyan bir mikrop, kartalı gördüğü zaman, “Bu kuş değildir” der. Çünkü sinekteki şeyler onda yoktur.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Nefs-i nâtıkanın en yüksek matlubu devam ve bekadır. Hattâ vehmî bir devam ile kendisini aldatmazsa hiçbir lezzet alamaz. Öyleyse, ey devamı isteyen nefis! Daimî olan bir Zâtın zikrine devam eyle ki, devam bulasın. Ondan nur al ki sönmeyesin. Onun cevherine sadef ve zarf ol ki kıymetli olasın. Onun nesim-i zikrine beden ol ki, hayattar olasın. Esmâ-i İlâhiyeden birisinin hayt-ı şuaıyla temessük et ki, adem deryâsına düşmeyesin.


Ey nefis! Seni tutup düşmekten muhafaza eden Zât-ı Kayyûma dayan. Senin mevcudiyetinden dokuz yüz doksan dokuz parça Onun uhdesindedir. Senin elinde yalnız bir parça kalır. En iyisi o parçayı da Onun hazinesine at ki rahat olasın.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Sen kendi vücudunu yapmaya kadir değilsin. Ve elin onu icad etmekten kasırdır. Başkaları dahi o işten âciz ve kasırdırlar. İstersen tecrübe et bakalım. Şecere-i kelimat denilen bir lisanı veya muhaberat ve ezvak santralı olarak bir ağzı yap. Elbette yapamayacaksın. Öyleyse Allah’a şirk yapma!

اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ
blank.gif
1


İ’lem eyyühe’l-aziz! Şu görünen âlem, İlâhî bir dükkân ve bir mahzendir. İçerisinde envâen türlü türlü mensucat kumaşlar, mekûlât yemekler, meşrubat şerbetler vardır. Bir kısmı kesif, bir kısmı lâtif, bir kısmı zâil, bir kısmı dâimî, bir kısmı katı bir lüb, bir kısmı mâyi ve hâkezâ, her çeşit bulunur. Lâkin bir kısmı





[NOT]Dipnot-1 “Muhakkak ki, şirk pek büyük bir zulümdür.” Lokman Sûresi, 31:13.
[/NOT]



Sâni: her şeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan AllahZât: kimse; Allah
Zât-ı Kayyûm: herşeyi kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren Zât, Allahadem: hiçlik, yokluk
beka: kalıcılık, sonsuzlukcevher: asıl, öz
daimî: devamlı, süreklideryâ: deniz, okyanus
envâen: çeşitler, türler olarakesmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri
ezvak: zevkler, lezzetlerfeyiz: ihsan, bağış, kerem
hayattar: canlıhayt-ı şua: ışık hüzmesinden olan nurlu ip
hâkezâ: böylece, bunun gibiicad: yaratma, var etme
i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!kadir: güçlü, kuvvetli
kasır: yetersiz, eksik, noksankemal: mükemmellik, kusursuzluk
kemalât: mükemmellikler, olgunluklarkesif: yoğun, katı, saydam olmayan
lisan: dillâtif: şirin, ince, akıcı, saydam
lüb: öz, içmahzen: erzak deposu, içinde eşya saklanan yer
masnû: san’at eseri varlıkmatlub: istek, arzu
mekûlât: yiyeceklermensucat: dokumalar, dokunmuş şeyler
mevcudiyet: varlıkmeşrubat: içecekler
muhaberat: haberleşmeler, konuşmalarmuhafaza: koruma
mâyi: sıvınefis: bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, zevk ve isteklere sevk eden duygu
nefs-i nâtıka: konuşan öz, insan; doğru ile yanlışı birbirinden ayıran insan mahiyetinde bulunan nur, aklî ve naklî meselelerin alâkalarını hissetmeye ve anlamaya kabiliyeti olan insan ruhu, insannesim-i zikir: güzel ve hoş olan lâtif zikir rüzgârı, havası
sadef: inci kabuğu, kılıftemessük etmek: sarılmak, tutunmak
uhde: sorumluluk, yükümlülük vs. üzerine almavehmî: varsayılan, olmadığı halde var kabul edilen
zarf: kılıfzikir: Allah’ı anma
zâil: yok olup gidici, geçiciâciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyen
âlem: dünyaİlâhî: Allah tarafından olan
şecere-i kelimat: sözler ağacışirk: ortak koşma

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Zerre - Sayfa: 242


icadî bir nescdir. Bir kısmı da tecellîyata bir nakıştır. Felâsifenin dalâletince, icad ile nakış birdir. Ve o dükkân sahibi de mûcib-i bizzattır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Enâniyetten neş’et eden şirk-i hafî katılaştığı zaman esbab şirkine inkılâp eder. Bu da devam ederse küfre tahavvül eder. Bu dahi devam ederse, tàtile, yani hâlıksızlığa incirar eder. El-iyâzü billâh!


İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanın hilkatinden maksat, mahfî hazine-i İlâhiyeyi keşif ile göstermek ve Kadîr-i Ezelîye bir burhan, bir delil, bir mâkes-i nurânî olmakla Cemâl-i Ezelînin tecellîsi için şeffaf bir mir’at, bir ayine olmaktır. Hakikaten, semâvat, arz ve cibâlin hamlinden âciz kaldıkları emâneti insan haml ettiği cihetle cilâlanmış, cilvelenmiş bir şekle girmiştir. Çünkü, o emânetin mazmunlarından biri de, insanın sıfât-ı İlâhiyeyi fehmetmek için bir vâhid-i kıyasî vazifesini görmektir. İnsanın hilkatinden maksat bu gibi şeyler olduğu halde, kısm-ı ekserîsi perde olurlar, sed olurlar. Vazifesi fetih ve açmak iken kapatıyor, bağlıyor. Ziya ve ışığı neşir iken söndürüyor. Allah’ı tevhid etmek yerine şirk yapıyor. Ve keza, nur-u iman ile Allah’a bakıp mülkü ona teslim etmekle—îtikaden—mükellef iken, ene rasadıyla halka bakarak Allah’ın mülkünü onlara taksim ediyor. Hakikaten
blank.gif
1 اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَظَلُومٌ جَهُولٌ


İ’lem eyyühe’l-aziz! Ey nefis! Eğer takvâ ve amel-i salih ile Hâlıkını razı ettiysen,



[NOT]Dipnot-1 Gerçekten insan çok zâlim ve çok câhildir.

[/NOT]



Cemal-i Ezelî: ezelî ve sonsuz güzellik sahibi olan AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Kadîr-i Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve her şeye gücü yeten sonsuz kudret sahibi Allahamel-i salih: Allah için yapılan iyi işler
arz: dünyaburhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delil, kanıt
cibâl: dağlarcihet: taraf, yön
cilvelenme: cilâlanma, parlamadalâlet: doğru ve hak yoldan sapkınlık
el-iyâzü billâh: Allah korusunene: ben, benlik
enâniyet: benlik, gururesbab: sebepler
esbab şirki: sebepleri Allah’a ortak koşmafehmetmek: anlamak
felâsife: felsefeciler, filozoflarfetih: açma
hakikaten: gerçektenhaml etme: yüklenme
hamlinden: yüklenmekden, üstlenmekdenhazine-i İlâhiye: İlahî hazine
hilkat: yaratılışhâlık: yaratıcı
icad: yaratma, var etmeicadî: yaratma ile ilgili
incirar: bir sonuca sürüklenme, sonuçlanmainkılâp etmek: değişmek, dönüşmek
i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!keza: yine, bunun gibi
keşif: gizli bir şeyi açığa çıkarma, bulmaküfür: inkâr ve inançsızlık
kısm-ı ekserî: büyük bir kısmımahfî: gizli, saklı
maksat: amaç, gayemazmun: bir şeyin içerdiği mânâ, kavram
mir’at: aynamâkes-i nurânî: nurlu ayna, nurun, ışığın yansıdığı yer
mûcib-i bizzat: Cenab-ı Hakkın hâşâ iradesini yok sayarak “iradesiyle değil de varlığı icabı herşeyi yapmaya mecbur olduğu” şeklindeki batıl görüş “güneş ışık vermeye mecburdur” gibimükellef: yükümlü, sorumlu
nakış: işleme, süslemenefis: insanı dâima zevk ve isteklere sevk eden duygu
nesc: dokumaneşir: yayma
neş’et etme: kaynaklanma, doğmanur-u iman: iman nuru, aydınlığı
rasad: dürbün, gözetleme aletised olma: engelleme, mâni olma
semâvat: göklersıfât-ı İlâhiye: Allah’ın sıfatları, mukaddes özellikleri, nitelikleri
tahavvül etmek: dönmek, dönüşmektaksim etmek: bölüştürmek, ayırmak
takvâ: Allah’ın emir ve yasaklarına titizlikle uymatecellî: belirme, görünme, yansıma
tecellîyat: tecelliler, yansımalartevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
tàtil: Cenab-ı Hakkın sıfatlarını inkâr etme, varlıkların Allah ile olan bağlarını kesme, yaratıcıyı kabul etmemevâhid-i kıyasî: ölçü birimi
ziya: ışık, parlaklıkâciz: güçsüz, zavallı, zayıf
îtikaden: inanç gereğişeffaf: saydam, parlak
şirk: ortak koşmaşirk-i hafî: gizli şirk, ortak koşma

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Zerre - Sayfa: 243


halkın rızasını tahsile lüzum yoktur; o kâfidir. Eğer halk da Allah’ın hesabına rıza ve muhabbet gösterirlerse, iyidir. Şayet onlarınki dünya hesabına olursa, kıymeti yoktur. Çünkü onlar da senin gibi âciz kullardır. Maahaza, ikinci şıkkı takip etmekte şirk-i hafî olduğu gibi, tahsili de mümkün değildir. Evet, bir maslahat için sultana müracaat eden adam sultanı irzâ etmiş ise, o iş görülür. Etmemişse, halkın iltimasıyla çok zahmet olur. Maamâfih, yine sultanın izni lâzımdır. İzni de rızasına mütevakkıftır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Vâcibü’l-Vücud, zâtında, mahiyetinde mümkine benzemediği gibi, ef’âlinde de benzemiyor. Çünkü, Vâcibü’l-Vücudun kudretine nisbeten yakın-uzak, az-çok, küçük-büyük, fert-nev’, cüz-küll aralarında fark yoktur. Ve keza, Onun fiilinde bizzat mübaşeret yoktur. Fakat, mümkinin kudreti bu derece değildir. Bunun için nefis, Vâcibü’l-Vücudun ef’âlini fiillerine benzetemiyor. Hakikatini fehmetmekte akıl mütehayyir kalıyor. Fiili fâilsiz zannediyor.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Arslan gibi hayvanların diş ve pençelerine bakılırsa, iftiras ve parçalamak için yaratılmış oldukları anlaşılır. Ve kavunun, meselâ, letafetine dikkat edilirse, yemek için yaratılmış olduğu hissedilir. Kezâlik, insanın da istidadına bakılırsa, vazife-i fıtriyesinin ubudiyet olduğu anlaşıldığı gibi, ruhânî ulviyyetine ve ebediyete olan derece-i iştiyakına da dikkat edilirse, en evvel insan bu âlemden daha lâtif bir âlemde ruhen yaratılmış da teçhizat almak üzere muvakkaten bu âleme gönderilmiş olduğu anlaşılır.

Ve keza, insan, hilkat semeresi olduğundan anlaşılır ki: İnsanlardan bir çekirdek var ki, Cenâb-ı Hak şecere-i hilkati o çekirdekten inbat etmiştir. O çekirdek de ancak ve ancak bütün ehl-i kemâlin ve belki nev-i beşerin nısfının ittifakıyla




Cenab-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahVâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir şeye ve sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
cüz-küll: parça-bütünderece-i iştiyak: çok kuvvetli arzu ve isteğin derecesi
ebediyet: sonu olmayan sonsuzlukef’âl: fiiler, işler
ehl-i kemâl: kemâl sahibi, olgun kimselerfehmetmek: anlamak
fert: tek, bireyfâil: bir işi yapan, özne; fiilin sahibi
hakikat: asıl, gerçek, doğruhilkat: yaratılış
iftiras: parçalamailtimas: tavsiye, rica, istirham
inbat: bitki vs. bitirme, yeşertme; büyütmeirzâ etmek: razı etmek, hoşnut etmek
istidad: kabiliyet ve yetenekler, ruhî özellikleri’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!
keza: bunun gibi, öyle dekezâlik: bunun gibi
kudret: Allah’ın güç ve iktidarıkâfi: yeterli
letafet: tatlılık, hoşluk, güzelliklâtif: güzel, hoş
maahaza: bununla berabermaamâfih: bununla beraber, böyle iken
mahiyet: asıl nitelik, temel özellikmaslahat: fayda, gaye
muvakkaten: geçici olarak
mübaşeret: bizzat kendisi yapma, vasıtasız doğrudan yapma
mümkin: varlığı ile yokluğu eşit olan, varlığı ancak Allah’ın var etmesine bağlı olan varlıkmüracaat: başvurma
mütehayyir kalma: hayrete düşme, şaşırmamütevakkıf: –e bağlı olma
nefis: bir kimsenin kendisi; insanı kötülüğe, zevk ve isteklere sevk eden duygunev-i beşer: insanlar, insanlık türü
nev’i: çeşit, türnisbeten: bir dereceye kadar
nısfı: yarısırıza: memnuniyet
semere: meyvetahsil: elde etme, kazanma
teçhizat: cihazlar, donanımubudiyet: kulluk
ulviyyet: yücelikvazife-i fıtriye: yaratılıştan gelen görev
zâtında: bizzat kendisindeâciz: güçsüz, zavallı, zayıf
âlem: dünyaşecere-i hilkat: yaratılış ağacı
şirk-i hafî: gizli şirk, ortak koşma

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Zerre - Sayfa: 244


efdalü’l-halk, seyyidü’l-enâm Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Siyah ve beyaz nakışlar ile nakışlı bir imâme ile küre-i arzın kafasını saran semâvat ve arzın Nâzım ve Hâlıkı olan Allah’ın ulûhiyetine lâyık mıdır ki, âlemin bazı safahatını miskin bir mümkine tevdi ve tefvîz etsin? Arşın Sahibinden maadâ arşın altındaki şeylere bizzat tasarruf eden imkân dairesinde kimse var mıdır? Kellâ! Çünkü o kudret kısa ve kasır olmayıp muhit bir kudret olduğundan, açık bir yer, bir delik kalmıyor ki, gayr müdahale etsin. Maahaza, ceberûtiyet ve istiklâliyetin izzeti ve kendini sevdirmek ve tanıttırmak muhabbeti, gayre müsaade etmiyor ki, arada ibâdullahın enzarını kendine celb eden ismî bir vasıta bulunsun. Maahaza, küll ile cüzde, nev’ ile fertte yapılan tasarrufat, birbirinin içinde mütedahil ve yekdiğerine mütesanit olduğundan, o tasarrufları ayrı ayrı faillere vermek mümkün değildir. Meselâ, âlemin nizam, intizam ve tasarrufunda arzın tedbiri dahildir. Arzın tedbirinde insanın da tedbiri dahildir. Ve aynı zamanda bu tasarrufat yapılırken, başka nevilerin de şuûnâtına bakılır. Ve hüceyrat-ı bedeniye ile zerrat dahi yaratılıyor. Ve hakezâ, bütün bu tasarrufat bütün safahata aynı kudret ile yapılır. Nasıl ki şemsin nurundan, katre ve kabarcıklara varıncaya kadar hiçbir şey hariç kalmıyor. Bütün eşya o nur ile tenevvür ediyor.

Kezalik, bütün tasarrufat, kudret-i ezeliyeye âittir. Başka birşeyin müdahalesi yoktur. Küreden zerreye varıncaya kadar o kudretin tasarrufundan hariç değildir.





Aleyhissalâtü Vesselâm
: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
Hâlık: her şeyi yaratan Allah
Nâzım: her şeyi en mükemmel şekilde düzenleyen, tanzim eden Allaharz: dünya
arş: göğün en yüksek katı; Allah’ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği yerceberûtiyet: daimî olan kudret büyüklük ve haşmet
celb etme: kendine çekmecüz: kısım, parça
efdalü’l-halk: yaratılmışların en faziletlisi, en üstünüenzar: bakışlar, dikkatler
eşya: varlıklarfail: işi yapan, özne
fert: tek, bireygayr: diğer, başkası
hakezâ: bunun gibi, böylecehariç: dışında
hüceyrat-ı bedeniye: beden hücreleriibâdullah: Allah’ın kulları
imkân dairesi: varlığı da yokluğu da eşit olan varlıklar dairesi, kâinatimâme: sarık
intizam: düzenlilik, tertiplilikistiklâliyet: bağımsızlık, birşeye bağlı olmayış
ittifak: birleşme, birlik; görüş, fikir birliğiizzet: değer, itibar, yücelik
i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!kasır: eksik, noksan
katre: damlakellâ: asla
kezalik: bunun gibikudret: güç ve iktidar
kudret-i ezeliye: Allah’ın ezelden beri var olan ve ezelî olan sonsuz güç ve iktidarıküll: bütün, genel
küre: dünyaküre-i arz: yer küre, dünya
maadâ: –den başka, –in dışındamaahaza: bununla beraber
miskin: zavallı, muhtaçmuhit: herşeyi içine alan, kuşatan
müdahale: karışmamümkin: varlığı ile yokluğu eşit olan, varlığı ancak Allah’ın var etmesine bağlı olan
mütedahil: iç içe, birbiri içindemütesanit olma: dayanışma içinde olma
nakış: işleme, süslemenev’: çeşit, tür
nizam: düzensafahat: sayfalar, alanlar, aşamalar
semâvat: göklerseyyidü’l-enâm: bütün varlıkların efendisi
tasarruf: dilediği gibi kullanma, yönetmetasarrufat: dilediği gibi kullanmalar, icraat, yönetme
tedbir: çekip çevirme, ihtiyacını karşılama, idare etmetefvîz etmek: vazifelendirmek, görevlendirmek
tenevvür etmek: nurlanmak, aydınlanmaktevdi: birisine bırakmak, emanet etmek
ulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma, ilâhlık; Cenab-ı Allah’ın ilâhlığıyekdiğeri: bir başkası
zerrat: zerrelerzerre: atom, maddenin en küçük parçası
âlem: dünya, kâinatşems: güneş
şuûnât: fiiller, durumlar, haller, işler

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Zerre - Sayfa: 245


Hülâsa: Arının dimağını, mikrobun gözünü tanzim eden Zât, senin ef’âl ve a’mâlini mühmel, başıboş, hesapsız, kitapsız bırakmayarak İmâm-ı Mübînde yazar. Ona göre muhaseben olacaktır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Herbir masnûda, herbir zerrede görünen tasarruf-u mutlak, kudret-i muhîta ve hikmet-i basîrenin delâlet ve şehadetleriyle sabittir ki, bütün eşyânın Sânii vahiddir, şeriki yoktur. Ne kudretinde inkısam var, ne iktidar ve ihtiyarında tecezzî vardır. Binaenaleyh, Sâni ancak Vâcibü’l-Vücud olacaktır ki, kaderin mizanıyla yürüyen kudretine bir nihayet yoktur.


İ’lem eyyühe’l-aziz! Sinek, örümcek, pire gibi küçük hayvanlar fil, camus, deve gibi büyük hayvanlardan daha zeki, hilkatçe daha güzel, san’atça daha tam oldukları halde, bunların ömrü kısa, onlarınki uzun, bunların zahiren menfaatleri yok, onlarınki var. İşte bu hal, hilkat-i eşyada Sâniin külfeti olmadığına ve herşeyin vücuda gelmesi ancak “Kün” emriyle olduğuna bâhir bir burhandır.

يَفْعَلُ اللهُ مَايَشَاءُ
blank.gif
1 لاَ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ
blank.gif
2


İ’lem eyyühe’l-aziz!
blank.gif
3 وَاللهُ مِنْ وَرَائِهِمْ مُحِيطٌ Evet, Allah, ilmi, iradesi, kudreti ve sair sıfâtıyla muhittir. Daire-i ihâtasından hariç birşey yoktur. Fakat, insan cüz’î ve kısa zihniyle Allah’ın azametine ve şemsin etrafında seyyârâtı tedvir ettiğine bakarken, meselâ arı gibi küçük hayvanlarla iştigal etmesini uzak görüyor. Çünkü Vâcibü’l-Vücudu, mümkine kıyas ediyor. Halbuki, bu kıyasa





[NOT]Dipnot-1 “Allah dilediğini yapar.” İbrahim Sûresi, 14:27.
Dipnot-2 “Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur.” Bakara Sûresi, 2:255.
Dipnot-3 “Allah onları arkalarından kuşatıcıdır.” Bürûc Sûresi, 85:20.
[/NOT]



Sâni: her şeyi san’atla ve mükemmel bir şekilde yaratan AllahVâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir şeye ve sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
azamet: büyüklük, yücelika’mâl: ameller, işler
binaenaleyh: bundan dolayıburhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delil, kanıt
bâhir: parlakcamus: manda
cüz’î: küçükdaire-i ihâta: her şeyi içine alan, kapsayıp kuşatan daire, alan
delâlet: delil olma, göstermeef’âl: fiiler, işler
eşya: varlıklarhariç: dışında
hikmet-i basîre: her şeyi gören hikmet; herşeyi belli bir gayeye göre yerli yerinde yapan Allah’ın hikmetihilkat: yaratılış
hilkat-i eşya: varlıkların yaratılışıhülâsa: kısaca, özet
ihtiyar: irade, dileme, seçim gücüiktidar: güç, kudret
inkısam: bölünme, parçalanmairade: dileme, istek, tercih
iştigal etmek: meşgul olmaki’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!
kader: Allah’ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak herşeyi bilip takdir etmesi, kâinatın plânıkudret: güç ve iktidar
kudret-i muhîta: herşeyi kuşatan sınırsız güç ve iktidarkülfet: güçlük, meşakkat, zorluk
kün emri: “kün = كُنْ”, yani “Ol” emrikıyas etmek: karşılaştırmak
masnû: san’at eseri varlıkmizan: terazi, ölçü
muhasebe: hesaba çekilme, sorgulanmamuhit: kapsama alanı, her şeyi içine alan, kuşatan
mühmel bırakmak: ihmal etmekmümkin: varlığı ile yokluğu eşit olan, varlığı ancak Allah’ın var etmesine bağlı olan varlık
nihayet: sonsair: diğer
seyyârât: gezegenler, gök cisimlerisıfât: nitelikler, özellikler
tanzim etme: düzenlemetasarruf-u mutlak: kayıtsız, sınırsız tasarruf, dilediği şeyi dilediği gibi yapma
tecezzî: bölünme, parçalanmatedvir etmek: çekip çevirmek, idare etmek
vahid: tekvücuda gelmek: yaratılmak, meydana gelmek
zahiren: görünürdezerre: atom, maddenin en küçük parçası
İmam-ı Mübin: İlâhî ilim ve emrin bir unvanı; gayb âlemine bakan, eşyanın geçmiş ve geleceğine ait bilgi ve kurallarının yazıldığı kader defterişehadet: şahidlik, tanıklık
şems: güneşşerik: ortak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Zerre - Sayfa: 246


göre küçük hayvanlara büyük bir zulüm olur. Çünkü onlar da 1 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ kaziyesince Hâlıklarını tesbih etmekle, Allah’tan maadâ kimseyi Rab tanımıyorlar. Binaenaleyh, büyüğün küçüğe tekebbür etmeye hakkı yoktur.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Umumî olan bir in’âm ile inâyet-i şahsiye arasında münâfat yok. Meselâ, bir ziyafete yapılan umumî bir davet altında şahıslar da davet edilmiş olur. Yani, bu ziyafet umumî olduğundan davet umumiyette kalır; şahıslar nazara alınmıyor, denilemez. Binaenaleyh, Allah’ın nimetleri vakıf malı veya nehir suyu gibi umumî olup, in’âmında şahıslar kast edilmemiş değildir. Ancak o umumiyette hususiyet de maksuddur. Binaenaleyh, eşhas o umumî in’âmda kast edilmediklerinden, o nimetlere karşı şükretmeye mükellef olmadıklarına zehab etmek hatâdır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Yarın seni zillet ve rezaletlere mâruz bırakmakla terk edecek olan dünyanın sefahetini bugün kemâl-i izzet ve şerefle terk edersen, pek aziz ve yüksek olursun. Çünkü, o seni terk etmeden evvel sen onu terk edersen, hayrını alır, şerrinden kurtulursun. Fakat vaziyet mâkûse olursa, kaziye de mâkûse olur.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Fısk çamuruyla mülevves olan medeniyet, insanları da o çamur ile telvis ediyor. Ezcümle: Riyâyı şan ve şeref ile iltibas etmiş. İnsanları da o pis ahlâka sevk ediyor. Hakikaten insanlar o riyâya öyle alışmışlar ki, şahıslara yaptıkları gibi, milletlere, hattâ unsurlara bile yapıyorlar. Gazeteleri o riyâya dellâl, tarihleri de alkışçı yapmışlardır. Bu yüzden şahsî hayatlar “hamiyet‑i cahiliye” ünvanı altında unsurî hayatlara fedâ edilmektedir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Nübüvvet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ispat eden delillerden




[NOT]Dipnot-1 “Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
[/NOT]



Hâlık: her şeyi yaratan AllahNübüvvet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allahaziz: çok değerli, izzetli
binaenaleyh: bundan dolayıdellâl: ilân edici
ezcümle: bu gruptan bir örnek, meselâeşhas: şahıslar
fısk: günah, günahkârlıkhakikaten: gerçekte
hamiyet-i cahiliye: körü körüne, bilinçsiz ve şuursuzca yapılan koruma gayreti; güya mukaddes değerleri korumak için yapılan şuursuzca koruma gayreti; ırka dayalı milliyetçilikhususiyet: özel olma, hususîlik
inâyet-i şahsiye: şahsa ve kişiye yapılan yardım, ikram, lütufin’âm: nimet verme
i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!kastedilme: gaye edinme, bir maksat ve hedefe bizzat yönelme
kaziye: hüküm, önermekemal-i izzet ve şeref: tam bir izzet, şeref ve haysiyet sahibi olma
maadâ: –den başka, –in dışındamaksud: kast edilen, hedeflenen şey
mâkûse: ters, zıtmâkûse olma: tersine dönme, ters olma
mükellef: yükümlü, sorumlumülevves: kirli, pis, pislenmiş
münâfat: zıtlık, tersliknazar: dikkat
riyâ: özü sözü bir olmamak, gösterişsefahet: helâl olmayan zevk ve eğlenceye düşkünlük, zararı yararı ayırt edemeden hareket etme
sevk etmek: yöneltmektekebbür etmek: kibirlenmek, büyüklenmek
telvis etmek: kirletmek, pisletmektesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
umumiyet: genellikumumî: genel, herkese ait
unsur: ırk, soyunsurî hayat: ırka, soya ait hayat; ırkçılık ve menfi milliyetçiliğin egemen olduğu hayat tarzı
vakıf malı: halkın faydasına sunulmuş malzehab: bir fikir ve düşünceye kapılmak, gitmek
zillet: alçaklık, aşağılıkşahsî hayat: kişisel hayat, ferdin hayatı, yaşamı
şer: kötü iş, kötülük

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Zerre - Sayfa: 247


biri de tevhiddir. Evet, merâtibiyle tevhid bayrağını kâinatın en üst tepesi üstünde dikmiş olan ve enzâr-ı âleme karşı makamlarıyla beraber tevhide dellâllık eden ve enbiyanın mücmel bıraktıkları hakaiki tafsilâtıyla beyan eden ve açıklayan, ancak ve ancak Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Binaenaleyh, tevhidin hakikat ve kuvveti nisbetinde nübüvvet-i Ahmediye (a.s.m.) hak ve hakikattir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Sath-ı âlemde kurulan şu sergi-yi İlâhîde teşhir edilen tezyinâta, kemâlâta, güzel manzaralara ve rububiyetin haşmetiyle ulûhiyetin azametine bir müşahit, bir mütenezzih, bir mütehayyir, bir mütefekkir lâzımdır ki, o güzellikleri görsün, o manzaralar arasında tenezzüh etsin, o harika nakışlara, ziynetlere tefekkürle hayran olsun. Sonra o sergiden Sâniinin celâline, Mâlikinin iktidar ve kemâlâtına intikal ile Onun azametine secde-i hayret etsin. Bu vazifeyi ifa edecek, insandır. Çünkü, insan gerçi cahil, zulmetli birşeydir, amma öyle bir istidadı vardır ki, âleme bir enmuzeç ve bir nümune olmaya liyâkatı vardır. Hem o insanda öyle bir emânet vedia bırakılmıştır ki, onunla gizli defineyi bulur, açar. Hem o insandaki kuvvetler tahdit edilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Buna binaen, küllî bir nevi şuur sâhibi olur ki, Sultan-ı Ezelin azamet ve haşmetinin şâşaasını idrak ediyor.

Evet, mâşukun hüsnü, âşıkın nazarını istilzam ettiği gibi, Nakkaş-ı Ezelînin




Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunMâlik: görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah
Nakkaş-ı Ezelî: her şeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde nakış işleyen, varlığının başlangıcı olmayan AllahSultan-ı Ezel: sonsuz otorite ve hâkimiyet sahibi ezelî Sultan, Allah
Sâni: her şeyi san’atla ve mükemmel bir şekilde yaratan Allahazamet: büyüklük, yücelik
beyan etme: açıklamabinaen: -dayanarak
binaenaleyh: bundan dolayıcelâl: büyüklük, azamet, haşmet
dellâllık: ilân edicilikenbiya: nebiler, peygamberler
enmuzeç: örnek, fihristeenzâr-ı âlem: dünyanın bakışları, dikkatleri
hak ve hakikat: asıl, gerçek ve doğruhakaik: hakikatler, esaslar
hakikat: asıl, gerçek, doğruhaşmet: büyüklük, görkem, azamet
hüsün: güzellikifa etmek: yerine getirmek
iktidar: güç, kudretintikal etme: geçme; anlama, kavrama
istidad: kabiliyet, yetenekistilzam etmek: gerektirmek
i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarküllî: genel, kapsamlı; bütün fertleri içine alan tür
liyâkat: hak etme, lâyık olmamerâtib: mertebeler, dereceler
mutlak: kayıtsız, sınırsızmâşuk: aşık olunan kimse, sevgili
mücmel: öz, özetmütefekkir: varlıklar üzerinde etraflıca düşünüp Allah’a ulaşan aydın, düşünür
mütehayyir: hayrete düşen, hayrete kapılanmütenezzih: tenezzüh eden, gezen, seyreden
müşahit: tanık, şahit, delilnakış: işleme, süsleme
nazar: bakış, dikkatnevi: çeşit, tür
nisbet: ölçünübüvvet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği
nümune: örnek, misal rububiyet: Rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
sath-ı âlem: kâinat ve dünya zeminisecde-i hayret: hayret secdesi
sergi-yi İlâhî: Allah tarafından olan sergitafsilât: ayrıntılar, detaylar
tahdit edilme: sınırlanma, sınırlandırılmatefekkür: varlıklar üzerinde Allah’a ulaşmayı netice verecek şekilde etraflıca düşünme
tenezzüh: gezintitevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
tezyinât: süslemelerteşhir etme: sergileme
ulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma, ilâhlık; Cenab-ı Allah’ın ilâhlığıvedia bırakılma: emanet edilme, ödünç verilme
ziynet: süszulmetli: karanlıklı
âlem: dünya, kâinat, bütün yaratılmışlarâşık: şiddetli seven
şuur: bilinç, anlayış, idrakşâşaa: gösteriş, göz alıcılık, parlaklık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Zerre - Sayfa: 248


rububiyeti de insanın nazarını iktizâ eder ki, hayret ve tefekkür ile takdir ve tahsinlerde bulunsun.

Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren Zât, nasıl o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan âşıkları icad etmesin? Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.


Kezâlik, bu âlemi şu kadar ziynetlerle, nakışlarla tezyin eden Mâlikü’l-Mülk, elbette ve elbette o harika, antika, mu’cize manzaraları, ziynetleri, seyircilerden, müşahitlerden, âşık ve müştaklardan, ârif dellâllardan hâli bırakmayacaktır. İşte, câmiiyeti dolayısıyla insan-ı kâmil, halk-ı eflâke ille-i gaiye olduğu gibi, halk-ı kâinata da semere ve netice olmuştur.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Eşya arasındaki tevafuk, Sâniin Vâhid, Ehad olduğuna delâlet ettiği gibi, aralarında bulunan muntazam tehalüf de, Sâniin Muhtar ve Hakîm olduğuna şehadet eder. Meselâ, hayvanların, bilhassa insanların esas âzâlarındaki tevafuk, bilhassa çift âzâlardaki temasül, Hâlıkın vahdetine burhan olduğu gibi, keyfiyetler ve şekillerdeki tehalüf de Hâlıkın ihtiyar ve hikmetine delâlet eder.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Mahlûkatın en zâlimi insandır. İnsan kendi nefsine olan şiddet-i muhabbetten dolayı kendisine hizmeti ve menfaati olan şeyleri hem sever, hem kıymet verir. Semeresinden istifade gördüğü şeylere abd ve köle olur.





Ehad: her bir varlık üzerinde birliğinin izleri görünen ve bütün kemâl sıfatların sahibi olan bir AllahHakîm: herşeyi hikmetle belirli fayda ve gayelere yönelik olarak mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
Hâlık: her şeyi yaratan AllahMuhtar: ihtiyar ve irade sahibi Allah
Mâlikü’l-Mülk: görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan AllahSâni: her şeyi san’atla ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
Vâhid: Zâtında, sıfatlarında, isimlerinde, işlerinde ve hükümlerinde asla ortağı, benzeri ve dengi olmayan ve herşeyi birliğiyle kuşatan AllahZât: kimse, Allah
abd: kulbilhassa: özellikle
burhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delil, kanıtcâmiiyet: kapsamlılık
dellâl: duyurucu, ilân edicidelâlet etmek: delil olmak, göstermek
eşya: şeyler, varlıklarhalk-ı eflâk: feleklerin, kâinatın yaratılışı
halk-ı kâinat: kâinatın yaratılışı, yaratılmasıhikmet: amaç, gaye, hedef; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yapılması
hâlî: boş, ıssızicad: var etme, yaratma
ihtiyar: dileme, istek, iradeiktizâ etmek: gerektirmek
ille-i gaiye: asıl gaye; elde edilmesi için çalışılan gayeinsan-ı kâmil: mükemmel, olgun insan
istifade: faydalanma, yararlanmaistihsan: beğenme, güzel bulma
i’lem eyyühe’l-aziz: “Ey aziz kardeşim bil ki!” keyfiyet: durum, nitelik
kezâlik: bunun gibimahlûkat: yaratılmışlar, yaratılmış varlıklar
muntazam: düzenlimu’cize: bir benzerini yapmakta başkalarının aciz kaldıkları olağanüstü şey
müşahit: gören, seyreden, seyircimüştak: aşık, çok arzulu ve istekli
nakış: işlemenazar: bakış, dikkat
nefis: bir kimsenin kendisirububiyet: Rablık; her bir varlığın yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeylerin verilmesi, onların terbiye edilip idare ve egemenlik altında bulundurulması
semere: meyve, neticetahsin: beğenme, birşeyin güzelliğini dile getirme
takdir etme: beğeniyi dile getirmetefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde etraflıca düşünme
tehalüf: birbirinden farklı olmaktemasül: birbirine benzeme
tevafuk: uygunluk, denk gelmetezyin etme: süsleme
vahdet: birlik, teklikziynet: süs
zâlim: zulmeden, acımasız, başkasının hakkına tecavüz edenâlem: dünya, kâinat
ârif: bilgide ileri olan, bilenâzâ: organlar
şehadet etmek: şahitlik etmek, delil olmakşiddet-i muhabbet: aşırı sevgi

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Zerre - Sayfa: 249


Aksi halde ne sever ve ne kıymet verir. Ve keza, hayatın icadında ille-i gaiyenin yalnız hayat olduğunu bilir. Cenâb-ı Hakkın icad ettiği hayylarda hedef ittihaz ettiği binlerce hikmetlerinden haberi yok. Acaba imkân ve ihtimalden hariç midir ki, âlemde görünen şu eşya-yı harika daha garip, daha harika ve daha mu’cize, melekûtî, berzâhî, misalî şeylere bazı nümune ve bazı esaslar olmasın?

İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenâb-ı Hak kâinatı teşkil eden zerrâtı şeriat-ı fıtriyesine musahhar ve mutî ve evâmir-i tekviniyesine de münkad ve mümessil kılmıştır. Bir arı, “Kün” emrine imtisalen matlup bir şekle girdiği gibi, herhangi bir hayvan da aynı emre imtisalen, irade edilen vaziyetlere girer.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Şems, kamer, yıldız, arz gibi ecrâmı kabzasında tutan kudret, o ecrâmı öyle bir suhuletle tanzim etmiştir ki, dağılan tesbih tanelerini ipe dizen adam gibi, ne bir acz görmüştür ve ne başkasının yardımına ihtiyaç olmuştur.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Bir katre su, bir deniz suyu ile müttehiddir. Çünkü ikisi de sudur. Nehir suyu ile de müttehiddir. Çünkü, ikisinin de menşeleri semâdır.

Ve keza, bir küçük balık, balina balığı ile müttehiddir. Çünkü ünvanları birdir.

Kezâlik, esmâ-i İlâhiyeden bir hüceyreye veya bir mikroba tecellî eden bir isim, kâinatı ihata eden isim ile müttehiddir. Çünkü müsemmâları birdir. Meselâ: Bütün kâinata taalluk ve tecellî eden Alîm ismiyle bir zerreye taallûk eden Hâlık ismi, müsemmâda müttehiddirler. Hurma ağacına taallûk eden Musavvir ismiyle de, semeresine taallûk ve tecellî eden Münşi ismi, müsemmâda müttehiddirler.




Alîm: küçük büyük, görünen görünmeyen, gelmiş ve gelecek herşeyi hakkıyla bilen ve ilmi herşeyi kuşatan AllahCenab-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
Hâlık: her şeyi yaratan AllahMusavvir: herşeyi istediği surette ve mükemmel bir şekilde yapan Allah
Münşi: varlıkları kâinattaki unsurlardan tekrar tekrar yaratıp inşâ eden, Allahacz: güçsüzlük, zayıflık
arz: Dünyaberzâhî: kabre ait, kabir âlemiyle ilgili
ecrâm: gezegenler, yıldızlar, gök cisimleriesmâ-i İlâhiye: Cenab-ı Allah’ın isimleri
evâmir-i tekviniye: Cenab-ı Hakkın yaratılışa dair kâinatta yerleştirdiği emir ve kanunlarıeşya-yı harika: olağanüstü şeyler
hayy: diri, canlıhikmet: amaç, gaye, hedef, sır
icad: var etme, yaratmaihata etme: kuşatma, kapsama
ille-i gaiye: asıl gaye; temel, esas sebepimkân: ihtimal, olasılık
imtisalen: emre uyarak, boyun eğerekirade edilen: dilenen, istenilen
ittihaz etmek: edinmek, kabul etmeki’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir söz
kabza: el, avuçkamer: Ay
katre: damlakeza: bunun gibi
kezâlik: bunun gibikudret: güç ve iktidar
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarkün emri: “kün = كُنْ”, yani “Ol” emri
matlup: istekmelekûtî: birşeyin aslına, iç yüzüne âit
menşe: kaynakmisalî: görüntüler, suretlerle ilgili; varlıkların yansıdığı görüntülerden ibaret olan misal âlemine ait
musahhar: boyun eğen, emre uyanmutî: emre uyan, itaatkâr
mu’cize: bir benzerini yapmaktan başkalarının aciz kaldıkları olağanüstü şeymümessil: temsilci
münkad: boyun eğen, bağlılık gösterenmüsemmâ: ismin sahibi Allah
müttehid: birleşmiş, aynınümune: örnek, misal
semere: meyve, neticesemâ: gök
suhulet: kolaylıktaalluk etme: ilgili olma, bağlanma, alâkalı olma
tanzim etmek: düzenlemektecellî etme: yansıma
teşkil etme: oluşturma, meydana getirmevaziyet: durum, hâl
zerre: atom, en küçük madde parçasızerrât: zerreler; atomlar, maddenin en küçük parçaları
âlem: dünya, kâinatşems: Güneş
şeriat-ı fıtriye: Allah’ın yaratılışa koyduğu, bütün varlıkların tabi olduğu kanunlar

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Zerre - Sayfa: 250


Zaten en büyük şeye tecellî eden isim ile en küçük birşeye de tecellî etmemesi muhaldir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Mümkün ünvanı altındaki eşyanın vücudunda tagayyür var. Yani keyfiyetleri, halleri değişir. Binaenaleyh, mümkün olan birşeyin dâima bir halde tevakkuf ve sükût etmekle atâlette kalması, o şeyin ahval ve keyfiyetleri için bir nevi ademdir. Çünkü, o şeyin istikbal halleri ademde kalır. Yol bulup vücuda gelemez. Adem ise, büyük bir elem ve bir şerr-i mahzdır. Binaenaleyh, faaliyette lezzet olduğu gibi, ahval ve şuûnatta da bir tebeddül olup, bu tahavvül ve tebeddülden neş’et eden teessürat, teellümat, bir cihetten çirkin ise de birkaç cihetten de güzeldir.

Evet birşeyin şekillerinde vukua gelen devir ve teslim sırasına gidenler müteessir, gelenler de memnun olurlar. Ve bu sayede hayat tasaffi eder, temizlenir. Vücut da teceddüd eder.



endOfSection.gif
endOfSection.gif





adem: yokluk, hiçlikahval: haller, davranışlar
atâlet: hareketsizlik, durgun olmabinaenaleyh: bundan dolayı
cihet: yön, tarafelem: acı, keder
eşya: varlıklar, şeyleri’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir söz
keyfiyet: durum, nitelikmuhal: olması imkânsız olan şey
mümkün: varlığı ile yokluğu eşit olup varlığı ancak Allah’ın var etmesine bağlı olan varlık; kâinat ve içindeki varlıklarmüteessir: üzüntülü, üzgün
nevi: çeşit, türneş’et etme: doğma, kaynaklanma
sükût etme: susmatagayyür: başkalaşma, değişme, tazelenme
tahavvül: başkalaşım, hal değiştirmetasaffi etmek: temizlenmek, safileşmek
tebeddül: değişimteceddüd: yenilenme, tazelenme
tecellî etme: yansımateellümat: elemler, acılar
teessürat: üzüntülertevakkuf: durma, duraklama
vukua gelme: meydana gelmevücud: varlık
vücuda gelmek: ortaya çıkmak, meydana gelmekşerr-i mahz: tamamen şer, kötülüğün ta kendisi
şuûnat: haller, durumlar, işler

 
Üst