Peygamberimiz (sas) nasıl bir insandı?-2-

Nevzatt

Well-known member
BuP_miss_gibi_gull.jpg

Merhamet Âbidesi (sas), vefakârdıYaşlı bir kadın hurma dalından edindiği asasına tutunarak Resulullah’ın huzuruna girdi. Onu gören Efendimiz hemen ayağa kalktı, mübarek cübbesini yere sererek buyur etti.

Ashab, kadının gördüğü itibar ve iltifatı merak etti. Gidince sordular:

- Ya Resulallah bu kadın kimdir ki, cübbenizin üzerine oturtacak derecede iltifata nail oldu?

Efendimizin cevabı şu oldu:

- Bu kadın bizim rahmetli Hatice’nin (r.anha) dostudur. Hayatta iken ona sık sık gelir, yardım eder, destek olurdu.


***

Biz her şeyi İki Âlemin Güneşi’nden öğrendik

O, varlığın başlangıcından sonuna, insanoğlunun yaratılışından, gidip cennet veya cehenneme ulaşmasına, vicdanların uyanmasından; ötede Cemâlullâh’ı müşâhede etmelerine, îmân ve itikattan, ibâdetin en ince teferruatına kadar pek çok mevzûda ve her mevzûnun gerektirdiği dil ve edâ ile her şeyi o kadar mükemmel anlatmıştır ki, Kur’ân istisnâ edilecek olursa, O’nun beyânına denk başka bir beyânın bulunduğunu söylemek mümkün değildir.


***


Fazilet Güneşi basiretlerimize ışık saçtı
O’nun basiretlerimize çaldığı ışık sayesinde bütün eski dünya ve eski düşünceler bir bir yıkıldı.. zulmetler ışık karşısında bozgunlar yaşamaya başladı.. O’nun, insan, varlık ve Allah adına ortaya koyduğu yorumlar sayesinde, kâinat muhtevalı ve okunaklı bir kitaba dönüştü..



***


Adın sînelerimizden silinmek istendi

Ey ışığıyla karanlık dünyalarımızı aydınlatan Nur, ey o enfes râyihasıyla cihanları ıtriyat çarşısına çeviren Gül, adın sinelerimizden kazınmak ve nâmın yeni nesillere unutturulmak istendi. Bu meş’um gayretlerle beraber şu köhne dünyamız uğursuzluk ağına takıldı ve ümmetin kaderi kamburlaşıp iki büklüm oldu.


***


Kardeşinize lanet edeceğinize dua etseniz ya!
İçki alışkanlığından kurtulamamış biri Resulullah’ın huzuruna gelmişti. Efendimiz ona nasihatlerde bulundu. Efendimiz’in yanından çıktıktan sonra orada bulunanlardan biri “Allah lanet etsin bu sarhoş Himara’ya” dedi. Bunu duyan Efendimiz, sarhoş bile olsa hiçbir Müslüman’a lanet okunmasına razı olmadı ve şöyle dedi:

- Kardeşinizin arkasından lanet okuyarak ona o kötülüğü yaptıran şeytana yardımcı olacağınıza, dua edip de kurtulmasını isteseniz ya?

Bundan sonra bir hatırlatma daha yaparak buyurdu ki;

- Vallahi lanet okuduğunuz o içten adam, Allah’ı ve Resulü’nü seviyor!..


***


Aradığımız, Hak Elçisi’nin gösterdiğinde
Bizler, dünyaya gönderilişimizdeki gaye ve hikmeti, yürüdüğümüz yolda uymamız gerekli olan yol kurallarını ve bu yolculuğun sonuyla alâkalı en sağlam bilgileri sadece ve sadece Hak Elçileri’nin sundukları mesajlarda arama mecburiyetindeyiz.


***


Biz Rabbimiz’i O’nunla tanıdık
Sağanak sağanak başımızdan aşağı dökülen nimetleri O’nun basiretlerimize saçtığı nurlar sayesinde duyup hissettik. Nimete minnet ve şükran duygusunu; ihsan, hamd ü sena düşüncesini O’ndan öğrendik. O’nun sunduğu mesajlarla Yaratan ve yaratılan arasındaki ilişkileri, kul ve Mabut münasebetlerini, Yaratan’ın ululuğuna ve bizim kulluğumuza yaraşır şekilde duyup anlayabildik.


***


O (sas), kâinât kitabının müfessiridir
O, nübüvvetinin gereği bize Cenab-ı Hakk’ı zât-sıfât-esmasıyla bildirir, tanıttırır ve O’na karşı bizlerde sorumluluk duygusu uyarır; bu yönüyle O, bilinmezleri bildiren, idrak edilmezleri ruhlarımıza duyuran bir tarif edici ve bir muallim-i ekberdir. Dinî hükümleri tebliğ, insanî değerleri talim ve ahlâkî esasları temsil yanı itibarıyla da O, muvazzaf bir müşerri’, bir kanun vazıı ve hakikatler hakikatinin bir kavl-i şârihidir.


***


Kararlı, pes etmeyen, soğukkanlı bir zât idi
Keskin zekası; hiç yanıltmayan firaseti; her türlü tereddüde kapalı kararlılığı; azm ü ikdamı; kimseyi aldatmamanın yanında baş döndüren stratejileri; en yaman hâdiseler karşısında dahi asla “pes” etmemesi; musibetlerin yüzüne gülmesi ve belâları iyi okuyup onlardan kitaplar dolusu ibretler çıkarması; şiddet, hiddet ve öfkeye sebebiyet veren münasebetsizlikler karşısında olabildiğine soğukkanlı, olabildiğine temkinli davranması hem O’nun insanüstü karakterini, hem de konumunu ve o konuma göre duruşunu aksettiren hususlardan sadece birkaçıdır.


***


O’nu gören sevdiklerini unuturdu
O’nu yakından tanıyan herkes, O’na, evlât, anne-baba ve bütün sevdiklerinden daha fazla alâka duyar, âdeta O’nun tiryakisi olur ve bir daha da huzurundan ayrılmak istemezdi. O her hâliyle çevresine güven vadeder; söz, tavır ve mimikleriyle her zaman Rabbisinin huzurunda bulunduğunu işaretler; sürekli emniyet soluklar ve herkese demet demet güven dağıtırdı.


***


Tavırlarıyla insanları etkilerdi
Allah (cc) Peygamber Efendimiz’e (sas), iç ve dış yapısı itibarıyla öyle bir genişlik bahşetmişti ki, fevkalâde mütevazı olmasının yanında olabildiğine mehîb ve büyüleyiciydi; huzuruna giren en mağrur ve mütekebbir ruhlar bile Hazreti Muhammed Mustafa’nın (sas) mehâbeti karşısında tir tir titrer, düşünce ve niyetlerinin hilâfına farklı bir hâl alırlardı. Mağrur Kisra elçileri, o mehabet abidesiyle karşılaştıklarında oldukları yerde kalakalmış ve ne diyeceklerini unutmuşlardı.


***


O’nda derinlik ve cazibe vardır
Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm (aleyhi elfü elfi salâtin ve’s-selâm) herkesi ve her şeyi alâkadar eden bir mesajla gelmişti ve vazifesi itibarıyla gönülleri, gözleri dolduracak bir derinlik ve cazibeye sahipti. Yaratılışında olabildiğine bir mükemmeliyet, davranışlarında fevkalâde inandırıcılık ve tavırlarında da her zaman cismâniyetini aşan bir lâhutîlik nümayandı.


***

Dediklerini yaşayan bir insan
O, emin bir iman abidesiydi; dediklerini kılı kırk yararcasına yaşıyor, tavırlarını hep ötelere göre ayarlıyor ve hayatını Hakk’ı görüyor ve O’nun tarafından görülüyor olma derinliğiyle yaşıyordu; herkesten daha hassas davranıyor, her haliyle ciddî bir sorumluluk tavrı sergiliyor; her zaman hüsn-ü akıbet peşinde koşuyor ve gözünü bir lâhza olsun hedeften ayırmadan hep namzet olduğu noktaya doğru koşuyordu.


***

Hüner cehenneme adam itelemek değildir
Efendimiz Medine’de müşriklerden inatçı bir adamı, Hakem bin Keysan’ı karşısına almış, İslam’ın özellik ve güzelliklerini anlatıyordu. Hakem inanmak şöyle dursun, alaycı bir tavırla söz söylüyor, İslam’ın aleyhinde sözler sarf ediyordu. Bu duruma şahit olan Hz. Ömer (ra) dayanamamış ve Hakem’e tepki göstermiş, hatta Resulullah’tan işini bitirmek için izin istemişti. Ama Efendimiz bu çıkıştan memnun olmamıştı. O yine anlatmasına devam etti. Hakem İslam’a girince Efendimiz çevresine döndü ve Hz. Ömer’e de bakarak şöyle buyurdu:

- Size kalsaydı, bunun boynunu vuracak ve cehenneme bir adam göndermiş olacaktınız. Ama gördünüz ki, sabrın ve hoşgörünün sonu hayırdır, zaferdir. Cehennem’e bir adam değil, Cennet’e bir mü’min kazandınız. Bu netice size ders olmalıdır. Bu netice hepimize ders olmalıdır. Hüner cehenneme adam itelemek değil, cennete mü’min getirmektir.


***


En telaşlı ve ümitsiz anlarda bile başarı stratejisi tüllenirdi
Herkesin telâşa kapılıp paniklediği yerlerde O’nun öyle merdane bir duruşu vardır ki, o duruş karşısında hezimetler zafere dönüşür, bozgunlar yerlerini taarruza bırakır ve mağlûbiyetin tozu-dumanı içinde başarı stratejileri tüllenirdi.


***


Eşsiz bir aile reisiydi
Aile efradı arasında O, eşi menendi olmayan bir aile reisiydi.. arkadaşları içinde, kardeşçe, yumuşak tavırlarıyla gönüllere girmesini çok iyi bilen mükemmel bir mürşit ve muallimdi..


***


O bir kral değildi
O, her zaman düz bir insan gibi davranıyor, kendini insanlardan bir insan sayıyor; hakkı olan, halkın da terbiyesinin gereği bulunan büyük payeler isnadından fevkalâde rahatsızlık duyuyor ve çok sevdiği o güzide arkadaşlarına bu konuda yer yer biraz da şiddetli ikazlarda bulunuyordu.

***


Yemiyor, yediriyor; giymiyor, giydiriyordu
Varlığın “ille-i gâiyesi” konumundaydı ama, ona bir sinek kanadı kadar ehemmiyet vermiyor; sultanlara tahtlar bahşedip taçlar giydirdiği halde, olabildiğine zahidane yaşıyor ve âdeta hayatını dünyaya karşı oruca niyet etmiş gibi fevkalâde bir zühd içinde geçiriyordu; yemiyor, yediriyor; giymiyor, giydiriyor; bir damla nimet karşısında yüz defa şükürle gürlüyor ve hep minnet hisleriyle oturup kalkıyordu.

***


Öldüğünde ne sarayı ne de villası vardı
İki cihanın sultanı olarak yürüyüp Rabb’ine ulaştığında ne sarayı ne villası ne servet ü sâmanı ne de eş ve evlâdına bıraktığı bir malı vardı. Kendi gibi yaşamış, dünyayı kendi gibi değerlendirmiş ve kendine yakışır şekilde buradan göçüp gitmişti. O, dünyaya dünya kadar, ötelere ve öteler ötesine de onların kıymetleri ölçüsünde değer veriyor ve ona göre bir tavır sergiliyordu.
 
Üst