Farklı bir tefekkür

Nevzatt

Well-known member
Okyanusun kıyısına oturmuş seyrediyorum güneşin, rüzgarın ve suyun birbiri ile kaynaşmasını. Dünyanın bir ucunda, baktığı zaman hep karşı kıyıyı görmeye alışmış gözlerim hava ne kadar güzel olursa olsun karşı kıyısını göstermeyen, göstermek isteyemeyen bu koca deryayı rasat ediyor.
Her firsatını bulduğumda geldiğim, bir kaç kilometre ötemde bulunan Pasifik kıyısında, İstanbul’dan kalma bir alışkanlığımı, deniz seyretme sefamı sürdürmeye çalışıyorum. Bu öğle vaktinde olduğu gibi, bu kadar güzel gözükmemişti şimdiye kadar koca derya. Güneşin su üzerindeki oyunları, hiç bir zaman durulduğunu görmediğim dalgaların kıyıya vurmadan önce büründükleri beyaz renk ve oturduğum kayanın üzerinde tatlı soğuk bir meltemle beni yalayan rüzgar...

Daha bir kaç hafta evvel bir gece yolculuğum esnasında kalacak yer olarak seçtiğimiz mekanın okyanusa bakan balkonunu keşfedince gece yarısında oturup okyanusu izlemiştik arkadaşımla. Ertesi gün denizi olmayan bir şehirden arayan bir başka dost gece az uyuduğumu fark edip sebebini sorduğunda “çay içtik, okyanus seyrettik” demiştim. O’nun “eee, niye seyrettiniz” sorusuna ise verecek cevap bulamamıştım. Daha ne yapacaktık ki okyanusu görünce, sevdiğin dostlarla birlikte olunca ve hepsinin üzerine çay da eşlik edince. Biz muhabbet ehliyiz. Mekan, dost ve çay bir araya gelince konuşmasan bile muhabbet olmaz mı?

Engin denizlere bakmak, bakarken daha engince bir düşünmeye mi yol açıyor? Sonu gelmeyecek gibi gözüken suyun ruhumuza verdiği sonsuzluk heyecanı mı, Yüce Yaratıcı’nın büyük bir nimeti karşısında duyulan saygı mı, suyun durgunluğunun ruha verdiği huzur ve sukun mu? Hiçbiri veya herbiri. Ama insanı zaman zaman saran kabz hali, kalabalık içinde yalnız olma haleti, gurbetin garipliği, yapılamayan vazifelerin sıkıntısı, ruhun çeşitli sebeplerle daralması, düşüncelerin darlaşması, vefa beklediğin dostlardan cefa, sefa umduğun noktada eza bulunması...her neye uğramışsan veya uğradığını düşünüyorsan mevcut ortamından çıkıp biraz nefes, biraz rahatlama diye düşündüğün anda gidilebilecek en güzel mekanlardan birisidir sakin bir deniz kıyısı.

Deniz kenarı veya yüksek tepeler. Deniz; enginliği ile farklı ufuklara götürse de yüksek bir noktadan aşağı bakmak, tefekküre farklı bir buud kazandırmak da gerekiyor.

Eskiler, büyükler hep yüksek yerlere çıkmışlar, tefekkür mekanlarını oralara kurmuşlar diye düşünürüm. En eski kiliseler, eğitim verilen manastırlar, büyük dinlere ve düşüncelere ev sahipliği yapan mekanlar genelde hep zirveler olmuş. Zirve ruhların mekanı da zirve mi olmalı ? Efendimiz Hira dağına çıkar, orada tefekkürünü yapardı. Nitekim ilk vahy de orada gelmişti. Ehli kalp, ehli marifet bir çok kimse o günden bugüne hep yüksek mekanları, dağları, tepeleri seçtiler. Bediüzzaman Hazretleri Barla da yakındaki dağlara çıkardı. Tanıdığımız büyük insanlar kaldıkları binaların en üst katında kalırlardı.

Hayat bir tiyatro. Herkes rolünü, kendisine biçilmiş kıyafeti ile oynamaya çalışıyor. Bunun farkında olup olmaması sonucu değiştirmiyor. Mevcut ortamınızdan sıyrılıp da biraz yukarılara çıktığınızda, yaşadığınız hayata ait mekanları, insanları küçük küçük görmeye başladığınızda, kendinizi fanusun dışına atabildiğinizde, tefekkürünüzü genişletip tiyatroyu görmeye çalışırsanız; hayatı, kaderi, rolleri daha iyi anlayabileceksiniz. Kıyıda iken bir an çıkarsınız ve nefes alırsınız. Yukarıda iken çıkmanın da ötesinde farkına varma imkanını yakalarsınız aslında bildiğiniz şeyleri veya bildiğinizi zannettiğiniz hakikatleri.

O yüzden hep şaşarım ben Kayseri’de oturup de Erciyes’e çıkmayana. Şaşarım İstanbul’da yaşadığını zannedip Çamlıca’ya bile gitmeyene. Yüksek yüksek yerlerde oturup perdelerini kapayanlara, mekanları tefekkür yerine günah için seçenlere, ruhlarını dinlendirmeyenlere, etraflarına bakmayanlara, bakıp göremeyenlere...

Gidin, bir yüksek tepe seçin kendinize. Ve bir de bu gözle bakın dünyaya, mekanlara, insanlara, hayata....
 
Üst