yazmak

Eyvàh!

Well-known member
Yazmak ne kadar da güç...

Hayırlı işlerin muzır manileri ne kadar da çok oluyor…

Evet yazmak; hayırlı bir iş...

Yazmaya başlarken kalemcağazım az da nazlanmadı başaramamam için... Tükenmez kalemin tükeneceği tuttu birden. Hani kalem yazmayınca hafif bir nefes alırsınız da ucunu üflersiniz ya kalemin, sonra da sanki ruhsuz kaleme ruh üflemiş gibi olursunuz da kalem yazmaya başlar ya işte aynen öyle. Oynamaya başlar duygu musikisinde, en güzel dansları tek başına damsız raks eder... İşte aynen öyle sanki ben de üfledim. Nefesim kuvvetli mi bilinmez... Yazmak bu kadar da zor olmamalı...

Nedense hep düşünmüşümdür kalemi elime almadan önceki yalnızlığımın neden kalemi elime aldıktan sonraki kalabalık inkilabına dönüştüğünü... Gün boyu susan telefon gevezeliğini göstermeye başlar. Ummadık yerlerden ummadık zamanlarda ummadık mesajlar gelir... Beyninizdeki o yazı kurgusu yerini koskocaman bir dağınıklığa bırakıverir. Sonra da topla toplayabilirsen. En iyi ev kızı bile toplayamaz kaldı ki ben bir erkeğim...

Artık bir de teknoloji var. Var olmasına var da o da zamansız işliyor. Dostlarla hoş sohbet için var olan program zamansız uyarılarla karşınızda dank diye çıkıveriyor.. Bir den aşk ile şevk ile yazınıza başlarken yazının ortasında “orda mısın” diye bir mesaj beliriveriyor. Buradayım deseniz bir türlü demeseniz başka... Aslında buradayım desem yalan olur. Demesem da hakeza öyle...

Yazı âleminin iklimine girince o sıcacık iklimde şöyle bir şekerleme nevinden uyumak pek de zor olmuyor. Anlayacağınız başka âlemlere açıyoruz kapılarımızı...

Yazmak bu kadar zor olmamalı...

Çoğunlukla ne idüğü belirsiz muamma başlangıç cümleleriyle kulaç atılır yazı denizinde... Yüzmek kolay değildir... Tabi bir de ben gibi hiç yüzme bilmeyen insan olunca durum daha vahim oluyor... Suyun üzerinde yani yazının manasında kalmaya çalışayım derken birden boğulmuşuz da haberimiz olmuyor. Tuzlu su midemize girmiş oluyor anlamsız kelimeler yani... Tabi bir de içtikçe içesimiz geliyor o tuzlu sudan yazdıkça da yazasımız geliyor. Okuyucu da ne etki bıraktığı da bilinmez meçhul bir muamma...

Duygusal yoğunlukta bir okuyucu kitlesine hitap etmek kadar düşünce yoğunluğu ağır basan okura hitap etmek de çok zor... Her ikisini ortak bir payda da birleştimek ise zorların üstünde de bir zorluk...

İşte yazmanın en zor tarafı da bu olsa gerek ve duygusallık ile düşünce arasında kalınca hangi yönün ağır basacağı zannımca yazarın o anki duygusal-düşünce yapısına bağlı...

Evet, yazmak bu kadar zor olmamalı ama zor ve olmalı da belki... Burada niçin herkesin yazamadığı suali akla geliyor... Evet kimisi bir yanardağ misüllü içindeki lavı dışarı bırakmak ister kimisi ise sadece kendi içinde yanar... Kendi içinde yanmak daha büyükmüş gibi gözükse de en verimli toprakların o püsküren lavlardan ortaya çıktığı da büyük bir gerçek... Yani yazmalı insan... o lavlar çorak gönüllerde en verimli toprak etkisi yapmalı...

Evet yazmalı insan... Yazmalı... Hani ilk emir “igra” oku ya... okumak için de yazmak gerek... Yazılmadı ise ne okuyabilir insan... “vermek istemeseydi istemek vermezdi...” ben de haddimin fevkinde olarak diyorum ki; “yazdırmak istemeseydi, okumak vermezdi...

Tüm endişelerinizi ve korkularınızı bir tarafa bırakıp tüm kalbi, akli duygu ve düşüncelerinizle yazmaktan vazgeçmeyin...
 
Üst