HİCRET… AMA NEREYE?

Eyvàh!

Well-known member
HİCRET… AMA NEREYE?
Çocuk, babasına -“ Babacığım! Öğretmenimiz bir ödev verdi, yardım eder misin?” dedi. Baba da -“ Neden olmasın oğlum, nedir konu?” Çocuk -“ Hicret nedir? Neden hicret edilir? Hicretin sonuçları nedir? Bu konuda beni aydınlatabilir misin?” –“ Tabi yavrum derhal!” “Hicret, Mekke’ de müşriklerin ağır sosyal ve ekonomik baskılarına maruz kalan ve inançlarını yaşamakta sıkıntı çeken Müslüman’ların, dinlerini rahatça yaşayabilecekleri bir başka yere göç etmeleridir. Bu göçte en azından, durum değişinceye kadar geri dönmeme düşüncesi vardır
Bu nedenle ilk göç Habeşistan’a olmuş ve bir kısım Müslümanlar dinlerini rahatça yaşamak ve hayatlarını buna göre düzenlemek üzere oraya gitmişlerdir. Giderken de Hz. Peygamber’in bir mektubunu Habeş İmparatoru’na götürmüşler, müşriklerin aleyhte baskılarına rağmen onun şahsında bir koruyucu bulmuşlardır. Bunun sonucunda da İslam’ın orada temeli atılmış ve tebliğ yerini bulmuştur.



Daha sonra esas hicret Mekke’den Medine’ye olmuş, hem İslam’ın gelişmesi, hem tebliğin yayılması, hem de İslam Devleti’nin temeli orada gerçekleştirilmiştir.”



- “ Teşekkür ederim babacığım.”



Adam daha sonra kendi kendine düşünceye daldı. Hicret sadece bunlarla sınırlı ve bu kadar mıydı? Başka hicretlerde olabilir miydi acaba? Daldı gitti…



Düşünürken, yasaklardan uzaklaşıp emirlere uymanın, şerlerden ayrılıp hayırlara varmanın da bir çeşit hicret olduğu geldi aklına. Öyle ya bir alemden ( günahlar ve şerler ), bir başka aleme ( hayırlar ve güzellikler ) geri dönmemek üzere gidiş de bir hicret değil miydi?



Biraz daha düşününce bir başka bakış açısına ulaştı:



Ben düşüncesinden uzaklaşıp biz düşüncesine varmak, kendisi için yaşamakla yetinmeyip diğer insanlar için yaşamak da, benlikten bizliğe bir hicret sayılmaz mıydı? Öyle ya! Yalnızca kendi duyguları, düşünceleri ve maddi varlığı için yaşayan bir insan olup; herkesi, her şeyi kendi hizmetinde kullanma düşüncesinden uzaklaşıp, kendini gerek fizik, gerekse manevi varlığıyla insanların hizmetine adamak da bir çeşit hicret olmalıydı.



Ama bununda ötesi, bunun da üstü olmalı değil miydi?



Düşünürken beyni patlayacaktı bu daha ötesi konusunda. Sonuçta biz düşüncesinin de yeterli olmayabileceği, bunun ötesinde bir “O“ düşüncesi olması gerektiği geldi aklına. Öyle ya, her şeyi yoktan, sevgisiyle ve sevgisinden var eden bir “O” vardı. Peki, O’na hicret nasıl olacaktı? Her şeyde O’nu görmek her şeyi O’ndan bilmek mutlaka gerekliydi; ama yeterli miydi? Her yaptığını O’nun için yapmak, her söylediğini O’nun için söylemek ve bütün düşüncelerini O’nun rızası doğrultusunda düzenlemek… Evet, işte buydu!



O zaman gerçek hicret “BEN” den “BİZ” e “BİZ” den “O” na olan hicretti. O zaman O, kulunun gözüyle görür, diliyle söyler ve eliyle işlerdi. İşte gerçek hicret “O” na ve yalnızca “O” nun rızasına idi.



Çok rahatlamıştı adam.

Öğrendim ki,
Para ucuz bir başarıdır.
Öğrendim ki,
En iyi arkadaşla sıkıcı an olmaz.
Öğrendim ki,
Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları
Seni kaldırmak için ellerini uzatır...
Öğrendim ki,
İki insan aynı şeye tamamen farklı şeyler görebilir.
Öğrendim ki,
Hiç tanımadığın insanlar,
İki saat içinde hayatını geğiştirebilir...
Öğrendim ki,
Anlamak ve yazmak ruhu rahatlatır.
Öğrendim ki,
Duvarda asılı diplomalar insanı insan yapmaya yetmez.
Öğrendim ki,
Gerçek arkadaşların arasına mesafe girmez.
Öğrendim ki,
Ne kadar yakın olursa olsunlar
En iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilirler.
Onları affetmek gerekir.
Öğrendim ki,
Bazan başkalarını affetmek yetmiyor,insanın kendisinide affedebilmesi gerekir.
Öğrendim ki,
Kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız,
Kendinizi sevilecek insan yapğabilirsiniz,
Gerisini karşı tarafa bırakırsınız.
Öğrendim ki,
Güveni yetiştirmek yıllar alıyor,
Yıkmask ise bir dakika.
Öğrendim ki,
Hayatta nelere sahip olduğun önemli değil,
Kiminle hangi yolda olduğun önemli...
Öğrendim ki,
Kendini iyilerle kıyaslamak değil,
En iyilerle kıyaslamak sonuç getirir.
Öğrendm ki,
İnsanların başına ne geldiği değil,
O durumda ne yaptıkları önemli.
Ne kadar küçük dilimlersen dilimle,
Her işin iki yüzü vardır.
Karşılık vermek düşünmekten daha basit,
Bütün sevdiklerinden iyi ayrılmak gerek,
Hangisinin son görüşme olacağı bilinmez.
Öğrendim ki,
Sen tepkilerini kontrol edemezsen,
Tepkilerin hayatını kontrol eder.
Öğrendim ki,
'Bittim'dediğin andan itibaren
Pilinin bitmesine daha çok var,
Çünkü ALLAH(cc)var.
Öğrendim ki,
Ne kadar ilgi ve ihtimam göstersenizde,
Bazıları hiç karşılık vermiyor.
Öğrendim ki,
Bazı insanlar sizi çok seviyor!
Ama bunu nasıl göstereceğini bilmiyor.
Öğrendim ki,
Affetmeyi öğrenmek deneyerek oluyor.
Öğrendim ki,
Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın
Dünya durmuyor.
Öğrendim ki,
Şartlar ve olaylar,
Kim olduğumuzu etkilemiş olabilir,
Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.
Öğrendim ki,
Kişiler münakaşa ediyorsa,
Bu,birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez
Etmemeleri de, sevdikleri anlamına gelmez.
Öğrendim ki,her problem
Kendi içinde fırsat saklar,
Ve problem fırsatın yanında cüce kalır.
Öğrendim ki,
Sevgiyi çabuk kaybediyorsun,
Pişmanlığın uzun yıllar sürüyor,
Niçin?Bu sevgisizlik niye?

Allah dostlarindan Bayazid-i Bestami hazretleri bir gün timarhanenin önünden
geçiyordu. Hakimlerden birisi de tokmakla havanda bir seyler dövüyordu.
Bayazid-i Bestami hazretleri:
"-Ne yapiyorsun Hekimbasi?
-Delilere ilaç hazirliyorum.
-Benim hastaligima da ilaç olur mu?
-Hastaligin nedir?

Günah hastaligi. Bir ilaç biliyorsan tarif et.

-Hayir, ben günah hastaliginin ilacini bilmiyorum"
O sirada parmakligin arkasindan bir deli Bayazid-i Bestami'ye seslendi:
"-Gel baba gel senin hastaliginin ilacini ben biliyorum.
-Söyle bakalim seni dinliyorum.

-On dirhem tevbe kökü ile on dirhem istigfar yapragi al. Bunlari kalb
havanina koy. Tevhid tokmagi ile döv. Insaf eleginden geçir. Göz yaslariyla
yogur. Ask firininda pisir. O macundan her gün bes kasik al. Senin
hastaligindan eser kalmaz"

Bayazid-i Bestami bunlari dinledi. Içini çekti ve:

"Hey gidi dünya hey! Seni deli diye timarhanenin parmakliklari arkasina
koyanlar utansin!" dedi.
 
Üst