İmanın altı rüknünden çıkan...

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İmanın altı rüknünden çıkan öyle bir vahdanî hakikattır ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir
küllîdir ki, tecezzi kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki kabil-i inkısam olmazlar
man kelimesi, imanın altı rüknünün tamamına inanma mânâsı tasır. Bu rükünlerin hepsine
inanılması halinde ‘iman’ tahakkuk eder. Bu iman, ‘tefrik kabul etmez.’ Yani bir tek iman
rüknüne bile iman edilmese o inanca “iman” denmez; batıl bir inanç denilir. O halde, iman “bir
vahdanî hakikattir.”
nsan, beden ve ruhtan meydana geliyor. Beden birçok organlardan tesekkül etmiş bir ‘kül’dür.
Bu ‘kül’ bazen parçalara ayrılır. Bir kaza sonunda kolunu yahut ayagını kaybeden insan, yine insandır.
Ama ruh öyle degildir. Ruhtaki hisleri, duyguları ondan ayırmak mümkün olmaz.
Meselâ, görme sıfatına sahip olmayan bir ruh düsünemezsiniz. Hayat, irade, isitme, görme gibi
sıfatlar da her insanın ruhunda vardır. Bedendeki bazı arızalarla bu sıfatların dış dünya ile

ilgileri kesilebilir ve bir iş göremez hale gelebilirler; gözü olmayanın görmemesi, kulagı arızalı olanın
isitmemesi gibi. Ancak, bu hal o sıfatların yok olması mânâsına gelmez. Nitekim, rüya âleminde

o sagır insan da isitir, o kör adam da görür. Hem de uyanıkken sadece karsısındaki arkadaslarını
gören insan, uykuya daldıgında yüz sene önce yasamış dedesini görebilir ve onunla sohbet
edebilir.
Nur Küllîyatında iman için “nur” tabiri kullanılır.

“man hem nurdur, hem kuvvettir.” (Sözler)

Nurun bölünmezligi, ruhun bölünmezliginden daha ileri seviyededir. Meselâ, sevaplar nurdurlar.
Okudugumuz otuz hatmi otuz sevdiginize bagısladıgımızda, her birine bir cüz düsecegi gibi
yanlış bir fikre kapılmayız. Biliriz ki, nur bölünmez ve bu otuz hatimden hasıl olan tüm sevap,
hiç bölünmeden, her sevdigim zata aynen ulasacaktır.

Bilindigi gibi, kül bölünür ama küllî bölünmez. Kül, bütün demektir, onun parçalara ayrılması
mümkündür. Bir evin bölmeleri bir küllün cüzleridir. Gerektiginde bu bölmelerden birini evden
ayırabilirsiniz. Mesela dört odalı evinizi üç odalı hale getirebilirsiniz. Ama, bazen, öyle

“kül”
olur ki, onu parçaladıgınızda küllün tamamı ortadan kaybolabilir. Bir atomdaki elektronların bir
kısmını baska bir yere tasısanız artık o atomdan söz edilemez, ortaya bir baska atom çıkmış

olur.


Bir kelime de öyle degil mi? Kelime, harflerden tesekkül etmiş bir küldür. Ama ondan bazı
harfleri çıkardıgınızda önceki kelimeden eser kalmaz; bir baska kelime ortaya çıkar.

ste Bediüzzaman Hazretleri imanın böyle bir kül oldugunu nazara veriyor. man rükünlerinden
birisine inanmayan bir insanın bu inancı, Kur’anî mânâda bir iman degildir.

Küllîye gelince, o zaten bölünmez. Çünkü ‘küllî’, “tesahhusattan mücerret bir mahiyet”tir.
Mücerretler ise bölünmezler; bölünen ancak müsahhastır. Mesela, yıldız dedigimiz zaman,
gökyüzündeki bütün yıldızların cins ismini söylemiş oluruz. Bu isim, tesahhusattan mücerrettir.
Yani, yıldız demekle belli bir gök cismini kast etmiş olmayız. Bir tek gök cismine yıldız

denildigi
gibi, bütün yıldızlara da aynı isim verilir. Yani bu ikincisinde yıldız mânâsı, parçalara

bölünerek
küçülmüs, kuvvetsiz kalmış degildir.

Üstad hazretleri, imanın da bir küllî gibi bölünemeyecegini ifade ediyor.

Burada akla bir soru gelebilir: Aynı durum, slâm’ın sartları için de geçerli degil midir? Bir

insan
slâm’ın bazı sartlarını yerine getirse de bazılarını getirmese, slâm dininden çıkar mı?

slâm’ın beş rüknüne de iman etmek sarttır. Ama bu imanın amel âlemine aksetmesinde, bazı
müminler ihmalkâr davranabiliyorlar. Meselâ, namaz kılmayan bir mümin, namazı tasdik ettigi
ve o farzı yeri getirmemekle hata yaptıgını bildigi sürece iman dairesinden çıkmaz. Çünkü,
burada terk edilen, iman degil ameldir. Amelin terki ise mümini günahkâr yapar, fasık yapar, ama
kâfir etmez.
Ehl-i sünnet itikadı böyledir.

Bediüzzaman Hazretleri, ‘kebair’ yani büyük günah islemenin insanı küfre götürmedigi
yolundaki ehl-i sünnet itikadını açıklarken söyle der:


“Kebairi islemek, imansızlıktan gelmiyor, belki hiss ve hevesin ve vehmin
galebesiyle akıl ve kalbin maglubiyetinden ileri gelir.” (Lem’alar)



 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ustad Bediüzzaman cok veciz sözler sölemiş o kadar guzel değinmiş ki cok alimin boğulduğu meseleri iki kelime ile bitiri vermiş hele şu söz bittim ya

“Kebairi islemek, imansızlıktan gelmiyor, belki hiss ve hevesin ve vehmin
galebesiyle akıl ve kalbin maglubiyetinden ileri gelir.” (Lem’alar)

Ya Rabb bizlere aklımıza ve kalbimize hukmedebilecek iradeyi lütfeyle...(amin)
 
Üst