Başörtüsü takanlar ve başörtüsüne takanlar

Eyvàh!

Well-known member
bayraktır Başörtüsü


yemenidir yaşmaktır
bayraktır başörtüsü
simdi öz vatanında
tutsaktır başörtüsü

zulümdür gelir geçer
ınanan kalmaz nacar
kuytu sularda açar
zambaktır başörtüsü

yine yollar kesildi
dershaneler basıldı
bir kız gözünü sildi
islaktır başörtüsü

ıdealler arzular
yasağa nasıl sığar
her gün yeniden doğar
şafaktır başörtüsü

düşme arsız izine
kanma yalan sözüne
bacımın gül yüzüne
yapraktır basörtüsü

beyzadeler şaşırdı
ne görür ne işitir
bu bir kimlik işidir
bir haktır basörtüsü

oyası el örgüsü
namusun tel örgüsü
nene hatunun süsü
hak haktır başörtüsü
 

Eyvàh!

Well-known member
Başörtülü Kızlar Yasak Yorgunu

Artık başörtüsüyle ilgili haberleri okumak istemiyorum.’ diyor kendisi de başörtülü olan genç kız. Yıllardır çözülemeyen sorun, zihinleri yordu; ama en temel haktan vazgeçilebilir mi?

Başörtülü genç kızlar, Beyazıt Meydanı'nda ilk eylemlerini yaparken, sorunun bir iki ay içinde, hatta belki de hemen o akşam çözüleceğine inanıyordu. "Yasak kalkmadan buradan kalkmayız." diyecek kadar ümitli oldukları hatırlanırsa aradan geçen yedi sekiz yasaklı yılın nasıl yorucu ve yıpratıcı olduğu, hayatların akışını nasıl tersine çevirdiği anlaşılabilir. Yedi sekiz yıl ya da yetmiş-seksen yıl…

İlk zamanlar, genç kızlar kararlıydı; oturma eylemleri, yürüyüşler, teatral eylemler… Destekleyenler, karşı çıkanlar… Sonra ses seda kesildi birden. Anadolu'nun herhangi bir şehrinde üniversite sınavına başörtülü girmek isteyen bir genç kızın dışarı çıkarılması gibi 'münferit' vakalar üç beş saniye içinde akıp gitti ekranlardan. Birkaç sönük eylem yansıdı gazetelere, kızların sesi daha uzaktan geliyordu artık, uzak ve yabancı. Sonra kızlar anladı; bu yasak gidici değil, bir çaresine bakmalı… Okulu bırakanlar, başını açanlar, peruk takanlar, şapka giyenler, kafasını kazıtanlar, yurt dışına göçenler…

Her 'çare' bir dertle geldi. Okulu bırakan hayata küstü, başını açan depresyona girdi, peruk alerji yaptı, şapka içeride şık olmazdı, dazlaklık kafa derisine hiç iyi gelmedi, gurbette okumak kolay değildi… Üniversiteyi başörtülü okuması engellenen her genç kız, koca bir ömre yetecek hikâye biriktirdi. Büyüdüler, olgunlaştılar, derinleştiler, zenginleştiler… Gidenler geri döndü, okulu bitiren işe girdi, bitiremeyen çoluk çocuğa karıştı… Sorun yine çözülemedi

‘Susma Konuş’ Kampanyası

Başörtüsü şu günlerde yeniden gündemde. Zihinlerin 'bekleme odası'ndan bir kez daha çıktı; ancak karşısında somut bir adım ya da bir taahhüt değil, 'Niçin, niçin?' diye soran gözler buldu yine. Nazlı Ilıcak ve Gülay Göktürk'ün Tercüman Gazetesi'nde başlattığı 'Susma Konuş' Kampanyası'na gönderilen mesajlar hep bildiğimiz gibi; resepsiyon krizini kınayanlar, başörtüsünün asla siyasi bir simge olamayacağını söyleyenler, uzay çağında bir metre kumaştan korkanları ayıplayanlar, okuldan yaka paça çıkarıldığı günü dün gibi hatırlayanlar, yıllardır haykırılan sloganlar 'Bitsin bu zulüm!', 'Başörtüsüne uzanan eller kırılsın' vs…

Aralarda kimi mesajlar, "Artık, yorulduk." diyor. Çoğu da, başörtüsü yüzünden hayatı kesintiye uğramış kadınlar. Nazlı Uğu, "Kampanyaya katılmayı düşünmüyordum. Başörtüsünden dolayı malulen emekli olduğum için yoruldum." diyor. Zehra İpek'in Gülay Göktürk'e gönderdiği mektup ise başörtülü kadınların nasıl bir karamsarlık içinde olduğunu çok iyi anlatıyor: "Başörtüsüyle ilgili başlatmış olduğunuz yazı dizisini gördüm. Size biraz garip gelebilir; ama bir başörtüsü mağduru olarak hiçbirini okumadım. Mesaj da göndermedim; çünkü eminim orada yazılanların tamamını, belki de fazlasını bizzat yaşadım. Bunları tekrar tekrar okuduğumda artık sinirlerim kaldırmıyor, dayanamıyorum."

Mustafa Apaydın da aynı sıkıntıda: "Her sabah bayan arkadaşların okula giderken başlarını açtıklarını görmek istemiyorum artık." Nazlı Ilıcak, yorgunluk olsa bile haklardan vazgeçmenin mümkün olmadığına inanıyor. Kampanya kimilerince "sorunu kaşımak" gibi algılansa da gazeteye akan binlerce mesaj, büyük çoğunluğun artık bir başörtüsü sorunuyla uğraşmak istemediğini gösteriyor. "Peki bundan sonra ne olacak?" diye soruyoruz Ilıcak'a. İnsanlar artık somut bir gelişme beklerken bu kampanya, insanlara özgür bir platform sunmanın dışında ne işe yarayacak? Cep telefonu mesajlarını ve internet maillerini kendi önerilerini de içeren bir paketle, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a ve CHP Başkanı Deniz Baykal'a sunacaklarını söyleyen Ilıcak, konunun takipçisi olacaklarını özellikle vurguluyor. Kampanya geçen hafta sona erdi; ama 'Başörtüsüne Özgürlük' sloganıyla Urfa'dan Ankara'ya yürüyenlerin eylemi hâlâ devam ediyor.

Üzerimizdeki 'ölü toprağını' silkelemek için 1400 km yol yürüdük

Ankara Abdi İpekçi Parkı, şu günlerde başörtülü kızların ve kadınların ümitli ve ısrarlı bekleyişine şahitlik ediyor. Urfa'dan yola çıkıp 43 günlük bir yürüyüşün ardından Ankara'ya varan grup, yaklaşık iki haftadır "Birileri çıkıp bir şey söylesin." diye bekliyor. Yürüyüşçülerle Abdi İpekçi Parkı'nda görüştük. Hava soğuktu, Ankara ayazında ellerimizi oğuşturarak ve ısınmak için parkı turlayarak söyleştik. Ancak, önümüzde dudakları uçuklatacak cinsten bir yürüyüş hikâyesi duruyorken titreyerek yapılan bir röportajdan şikayet yersiz olur.

Her şeyden önce yürüyüş, bir kilometre yaya, kırk kilometre otobüsle yapılan sembolik eylemlere hiç benzemiyor. Urfa'dan Ankara'ya köy köy, kasaba kasaba yürünen 1400 kilometreden söz ediyoruz. Atatürk Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden atıldıktan sonra Urfa'da bir çorba lokantası açan Yasemin Çiçek, rahata ermiş gibi görünse de, zihninin bir kenarında besleyip büyüttüğü "Ne yapmalı?" sorusuna nihayet bir cevap bulmuş: "Urfa'dan Ankara'ya yürümeli." Ortağı Mehmet Turmak ve onun kız kardeşi Emine, "Yalnız Allah'a inanmayanlar ümitsizliğe kapılır." deyip yola koyulmuşlar.

Yasemin, "Gönlümüz binlerce kez kırıldığı halde kimseciklere zarar vermeyelim diye her şeyi içimize attık. Ancak sonunda anladık ki, biz bir şey yapmazsak hiç kimse yapmayacak. Yürüyüşümüz binlerce insana başörtüsünün hâlâ yasak olduğunu hatırlattı." diyor. Yasemin, Mehmet ve Emine Urfa'dan üç kişi olarak çıkıp Ankara'ya 30 kişiyle varmışlar. Sanki herkes böyle bir yürüyüşü bekler gibi, kimi İstanbul'dan kalkıp Nizip'te gruba katılmış, kimi de Ağrı'dan otobüse binip Ankara'nın girişinde yürüyenleri karşılamış. İyi de nasıl yürünür bunca yol? Dile kolay, Urfa'dan Ankara'ya…

"İlk günlerde bilinçsizce çok hızlı yürümüşüz. Ayaklarımızın altı şişti, hatta bazı arkadaşların tırnakları düştü. Önce 55 kilometreyle başladık; ancak sonra hızımızı düşürdük. Ankara'ya ulaşana kadar üçer ayakkabı eskittik." diyor Yasemin. "Bir şey yapmalı." diye kıvranırken, kendini yollara vurmak ve bunu 'gezgin derviş'ler gibi yürüyerek yapmak ruhu inceltiyor olmalı. Öyle ilginçlikler yaşamışlar ki yollarda; Ashab-ı Kehf'e tam 7 kişiyle girmeleri, "Orada tipi var, ölürsünüz." diye uyarıldıkları Pozantı yolunu günlük güneşlik bulmaları, sıkıştıkları anlarda arkadaşlarından yol gösterici telefon mesajları almaları vs…

Artık uyku yok, oturmak yok

Tarsus'ta Belçikalı bir kadın karşılamış grubu. İran, Fransa, Almanya, İsviçre ve Avustralya'dan arayan Müslümanlar, "Sizin için hatim indiriyoruz." demişler. Yorgunluk faslına gelince, "Doğru" diyor Yasemin Çiçek; "Bizim de üzerimizde ölü toprağı vardı. Tembellik yapıyorduk. Ben önce kendi nefsime bayrak açtım. Dedim ki artık uyku yok, oturmak yok. Sen yapmazsan kimse yapmaz." Kısa bir süre önce, ısınmak için kurdukları çadırları kaldırılan Yasemin, onca yolu yürümüş olmanın verdiği rahatlıkla, "Olsun, soğuk umrumuzda bile değil." diyor. "Biz, başörtüsü yasağıyla ilgili bir açıklama yapılmadan buradan ayrılmayacağız."

Urfa'dan yürüyenler Ankaralı genç kızları ve kadınları da harekete geçirmiş. İmam-hatipli kızlar 10 günden bu yana Abdi İpekçi Parkı'nda imza topluyor. Ev hanımları, "Onlar soğukta beklerken biz evde oturamıyoruz." diyor. Şimdilik hep birlikte, ısınma turları atarak ve soğuktan uyuşan ellerini oğuşturarak bekleşiyor kızlar. Hepsinde bir ümit; sanki az sonra birisi çıkıp, "Yasak kalktı kızlar, haydi okula" diyecek.

Ankara'nın kemiklere işleyen ayazına aldırmadan bekleyen ve "Bu defa pes etmeyeceğiz" diyen genç kızlar, yılgınlığa karşı bir savaş açtıklarının farkındalar.

Av. Mustafa Ercan Mazlum-Der İstanbul Şube Başkanı:
Başörtülüler güzellikle hak aramayı öğretti

Hakların tesliminde hiçbir erteleme kabul edilemez. Bunun bir zamanı ve ölçüsü olamaz. O halde biz neyi bekliyoruz? Beklediğimiz AB ise Fransa ve Almanya'da uygulanan yasakları peşinen kabulleneceğiz demektir. Ama bu iki ülkedeki yasaklar bizim için emsal olamaz. Demokrasiyi nice bedeller ödeyerek öğrenen Batı, özgürlüklerin standardını düşürme yoluna gidiyor yazık ki. Oysa evrensel hukuk anlayışı dünyanın her yerinde aynıdır. Biz ümitvar olmalıyız. Başörtülü arkadaşlarımız haklarını güzellikle aramanın yollarını gösterdiler bugüne kadar. Acı çekerek de olsa hayatlarını devam ettirdiler. Yasakla birlikte gelişen süreci bir hezimet gibi görmek yanlış. Teslimiyetçilik ile arzu edilene ulaşılamadığında gösterilen tevekkül birbirinden farklıdır. Başörtülü arkadaşlarımızın kendi iradeleriyle sıkıntılı bir yolu seçmesi bile takdire şayandır.

Hülya Şekerci Özgür-Der Başkanı:
Ne yaptık ki yorulduk!

Biz, başörtüsü yasağının artık neredeyse kabullenildiği ve eylemlerin söndüğü bir dönemde çalışmaya başladık. Başörtülü kızlarda bir yılgınlık olduğu doğru; çünkü birçoğu acil çözüm bekliyordu. Umdukları gibi olmayınca pes ettiler. Yorgunluğun ardında yanlış paradigmalar yatıyor aslında. Müslümanların tarih boyunca verdikleri mücadeleleri düşününce bizim bezginliğimizi anlamak zorlaşıyor. Ne yaptık da yorulduk? Başörtüsü eylemlerinin bir dönem hiç yapılmayışının da birçok nedeni var. Başörtülü okumak isteyenlerin bir kısmı sınava girmedi, girenlerse başlarını açarak okumayı kabullenenlerdi. Hal böyleyken başörtüsüne özgürlük diye sokaklara dökülecek kimse kalmadı. Bir de tabii, eylemler yaparak hükümeti zor durumda bırakmaktan korkuldu. Oysa tam tersi olabilirdi. Şimdi, başbakan, durduk yerde başörtüsü yasağını kaldırmak için kollarını sıvayabilir mi? Tabandan böyle bir istek ve baskı olmalı ki, hükûmet kendisini zorunlu hissetsin.

Ayşe Aydın Ak-Der Genel Sekreteri:
Yorgun gibi görünüyoruz; ama aslında toparlanıyoruz

Tercüman Gazetesi'nin başlattığı 'Susma Konuş' kampanyasına hem internet hem de cep telefonuyla mesaj gönderdim. Daha önce de kendi fakültemde sorun yaşanmadığı halde arkadaşlarımı desteklemek için eylemlere katılmıştım. O günlerde bir sonuç alamamıştık. Şimdi de sadece görevini yerine getirme duygusuyla hareket ettim. Üniversiteyi başörtüsüyle okuyup, sonradan iş bulamamak beni de mağdur etti. Ancak kendi hikayemi çok önemsemiyorum; çünkü çok iyi fakültelere birincilikle girmiş arkadaşlarımız şimdi evinde oturuyor. Onların yaşadığı trajediyle benimki aynı olamaz. Yasağın aradan yıllar geçmesine rağmen kalkmayışının altında bizim tek yürek olamayışımız yatıyor. Biz İlahiyat Fakültesi'nde sorunsuz okurken Eğitim Fakültesi'ndeki arkadaşlarımıza destek vermek için dersleri boşaltmıştık. Fakat aynı duyarlılık her yerde gösterilemedi. Şu an üzerimizdeki hali yorgunluk olarak görmemeli. Belki de dinlenme, düşünme ve toparlanma sürecindeyiz.

BAŞÖRTÜLÜ KIZLAR KENDİ HİKÂYELERİNİ OKUYAMADI

(Fatma Karabıyık Barbarosoğlu): Gençler kendi hikayeleriyle yüzleşemedi

Siyasi olmadığı halde siyaset malzemesi haline getirilmiş bir yasak olan başörtüsü yasaklarının sanata yeterince yansımadığına dair eleştiriler dile getiriliyor zaman zaman. Bu eleştirileri yapanlar sıcak yaranın içinden sanat çıkmayacağını unutuyor. Sanat için biraz mesafe gereklidir daima. Perspektif. Oysa biz başörtüsü yasaklarının içinde nefes alıyoruz. Ama çok iyi öykülerin yazıldığını düşünüyorum başörtüsü ile ilgili olarak. Sorun şurada ki, bu öyküler eylem ile paralel gidecek bir okuyucuya sahip değil. Kahramanı tesettürlü olan hikayelerimi okuyanlardan genellikle aynı serzenişi duyuyorum: "İçim katılaştı. Çok karamsar". Karamsar dediği kendi hikayesi oysa. Kendi hikayesiyle sanat aracığıyla karşılaşmaya hazır değil gençler.

(Yıldız Ramazanoğlu): İkna Odası'nı okumak istemeyeni anlarım

'İkna Odası'nı okumak istemeyenleri çok iyi anlıyorum. Bir üniversite kapısında yaşanacak on dakikalık ikna operasyonunun bütün bir hayata nasıl yayılabileceğini okumak o kadar kolay değil. Zaten yazmak da zor oldu. Benim için öteki bilinçlerde nasıl yankılandığı da önemliydi. Bu ülkede yaşanan en yakıcı meselelerden birinin edebi bir platforma taşınması beklenen bir şey değildi herhalde. Yapılan kötülüğe bir iç ayna tutmak istedim. Başörtüsü küresel açlığa, adaletsizliğe, yağmaya karşı durmanın bir sembolü. Başörtüsünde ısrar eden yeni kuşaklar, şu dünyada şahit oldukları som kötülük karşısında, doğru yolu kat ettiklerinin, bu yolda tolerans sınırlarını genişleterek, derin nefesler alarak ilerlemek zorunda olduklarının farkındalar.
 

Eyvàh!

Well-known member
Başörtülü Kızlar Yasak Yorgunu

• İslâm dininde başörtüsünün yeri olmadığını,

• Kur’ân’da da başörtüsünün farz olduğuna dair herhangi bir ayetin bulunmadığını,

• Başörtüsünün Yahudilikte bir gelenek olduğuna dikkat çekerek,

• Yahudi geleneğinin İslâm’ı etkilediğini iddia etmiş.

İlahiyatçı Dr. Şahin Filiz, “Dinî temeller bakımından başörtüsü, kesinlikle dinin bir emri, ya da farz ibadeti değildir. İnançla da ilgili uygulanan bir ibadet olmadığı halde, sanki dinî bir emir ve farzmış gibi yansıtılıyor. Başörtüsü takılmadığı taktirde de, dini yönden büyük cezaları varmış gibi hareket ediliyor...”

“Başörtüsünün farz olduğunu kimse iddia edemez...” diyor.

Üniversitede ders veren bir ilahiyatçının din, fıkıh, Şeriat konusunda bu kadar aykırı fikir ve görüşler ileriye sürebilmesi gerçekten çok düşündürücü ve üzücüdür.

İslâm’da kadınlar için tesettür emri bulunduğu güneş gibi parlak ve açık bir gerçektir. Bunun inkârı mümkün değildir. Kadınların başlarını örtmesi:

• Kur’ân-ı Kerim âyetleriyle,

• Peygamberimizin sahih hadisleri ve sünnetiyle,

• On dört asırlık son derece güçlü bir icmâ-i ümmetle... sabittir.

On dört asırlık İslâm tarihinde, İslâm’da kadınların başlarını örtmeleri emri bulunmadığını iddia eden:

– Hiçbir müctehid fakih,

– Hiçbir mukallid fakih,

– Hiçbir icazetli din âlimi ve hoca çıkmamıştır. Sayın doçent bu konuda kendi tarafında olan tek gerçek ve icazetli âlim gösteremez. Bazı reformcu ilahiyatçılar böyle iddia ediyorlarmış, bozacının şahidi şıracı olurmuş.

Şu anda Türkiye’de din konusunda en yetkili makam ve merci, TC Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. Başkanlığın kadınların tesettürü, başörtüsü takmalarının dinî bir mecburiyet olduğuna dair iki resmi kararı bulunmaktadır:

* Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 3 Şubat 1993 Tarihli Kararı.

* 30.12.1980 tarihli, İmam-Hatip Liselerinde Okuyan Kız Öğrencilerin Kıyafetleri konulu yazı.

Bakınız, TC Diyanet İşleri Başkanlığı, bütün baskılara, bütün tehditlere, bütün yıldırmalara rağmen dini gerçeği cesaretle beyan etmiştir. Yukarıda zikrettiğim iki kaynak yazılıdır, arzu edenler okuyabilirler.

Evet, İslâm dininde kadınların başlarını örtmeleri farz-ı ayn derecesinde dinî bir vazifedir.

Bu farzı inkâr eden son derece vahim bir günah işlemiş ve inancını tehlikeye sokmuş olur.

Başörtüsünün bir Yahudi geleneği olduğu iddiasına gelince: Hayır, bu bir Yahudi geleneği değildir, evrensel bir giyim tarzdır. Şu anda dünya üzerinde Yahudi, Hıristiyan, Müslüman, Hindu milyarlarca kadın başlarını örtmektedir. Rusya Federasyonu’nda Ortodoks kiliselerine gidiniz, başları örtülü Hıristiyan kadınları göreceksiniz. Yunanistan’a, Sicilya’ya, İspanya’ya, Portekiz’e gidiniz, oralarda da başları örtülü kadınlar göreceksiniz.

Başörtüsü Yahudi geleneği değil, en geniş mânâsıyla evrensel İslâm’ın emri ve geleneğidir. Hazret-i Âdem’den beri usûl (temel inançlar ve hükümler) olarak din İslâm’dır. İşte başörtüsü bu kadim ve evrensel İslâm’ın emridir, farzıdır.

Sayın doçente şunu hatırlatmak isteriz: Şu anda ülkemizde başörtüsüyle en fazla mücadele edenler, Gizli Yahudilerdir. Onlara Beyaz Türkler de deniyor.

Evet, Yahudilikte kadınların başlarını örtmeleri, yabancı erkeklerle ihtilât etmemeleri, havralarda kadın erkek karışık oturmamaları vardır. Ancak bu Ortodoks Yahudilikte vardır. İzmirli sahte Mesih Sabatay Sevi, Ortodoks Yahudilikte birtakım devrimler, değişiklikler, yenilikler, reformlar yapmıştır.

• Kadınlar konusunda serbestlik getirmiştir.

• Ortodoks Yahudilikte Museviler, hangi ülkeye sığınmışlar ve orada barış ve güvenlik içinde yaşıyorlarsa cumartesi ayinlerinde o ülkenin devletine, devlet başkanına selamet duası ederler.Sabatay Sevi bunu da kaldırmıştır.

• Sabatay Sevi, Osmanlı devletinin bazı bölgelerini kendisine bağlı krallıklar olarak ilan etmiş ve bunların başına kendi adamlarını kral olarak geçirmiştir. Ortodoks Yahudiler böyle çılgınlıklar yapmazlar ve düşünmezler.

İslâm’daki başörtme-tesettür farz-ı aynının Yahudi geleneği olduğunu iddia eden İlahiyatçı doçente şunu söylemek istiyorum:

İddianız doğru değildir. Asıl gerçek, Türkiye’deki başörtüsü ve tesettür düşmanlığının ve Sabataist (Gizli Yahudi) geleneği olduğudur.

İlahiyatçılar içinde çok dostlarım var, çok muhterem ilim adamları ve araştırıcılar var. Buradan kendilerine hürmetle sesleniyorum:

İslâm’da başörtüsü farzı olmadığını, bunun Yahudi geleneği olduğunu iddia eden meslektaşınıza gereken cevabı vermeniz, sizin için yerine getirilmesi zarurî bir vazifedir. Bu hususta susmak, iddiaları çürütmemek, onları cevapsız bırakmak kesinlikle caiz olamaz. Polemik yapın, lüzumsuz tartışmalara girin demiyorum; bu doçente ilmî bakımdan cevap vermek gerekir. Aksi taktirde bütün Sünnî, dindar ilahiyat camiası töhmet altında kalacaktır.

Bu gibi hizmetleri yapmak bendenize düşmez ama başkaları yapmadığı için yapmak zorunda kalacağım. İslâm’da kadınlar için başörtüsü-tesettür farzı bulunduğu, bunun Kitab’la, Sünnetle, İcma ile sâbit bir farz-ı ayn olduğu, hiçbir Müslümanın bunu inkâr edemeyeceği gibi konuları açıklayan on altı sayfalık bir broşür bastıracağım. Bu broşür para ile satılmayacak, arzu edenler yüz adetlik paketini maliyet fiyatı olan 10 YTL’ye alıp dağıtabilecekler. Tabii ki, uygun görürlerse, beğenirlerse...

Hürriyet Gazetesi’nden çok rica ediyoruz, din konusunda böyle aykırı yayınlar yapmasınlar. Dindar halk bunları kabul etmez. Bir ara, ülkenin nüfusu bugünkünün yarısı kadar iken Hürriyet günde 1 milyondan fazla satış yapıyordu. Şimdi nüfus ikiye katlandı, satış yüzde elli düştü. Türkiye bir İslâm ülkesidir, İslâm dinine uymayan aykırı fikirler, görüşler, iddialar, propagandalar hoş karşılanmaz.

Diyanetin ilahiyatçı doçente mutlaka cevap vermesi gerekir. Birtakım güçler, politikacılar, gölgesinden korkan pısırıklar o makama baskı yaparak “sakın cevap vermeyin” diyeceklerdir...

Gerçekler söylenirse birtakım insî şeyâtîn ve ecinni çarpar... Haksız, yanlış, bozuk iddialara ilmî cevaplar verilmezse gazab-ı ilâhi çarpar, azap gelir. Tercih sizlere aittir.


_________________________________________________İKİ özel üniversite başörtüsü konusunda bir anket yaptırmışlar; üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasını isteyenler yüzde 68 çıkmış. Devlet dairelerinde, isteyen kadın memurlar başörtüsü taksınlar diyenler ise yüzde 65 imiş. Ankete göre Şeriat düzeni isteyenlerin nisbeti yüzde 9’muş. Acaba soru “İslâmî sistem istiyor musunuz?” şeklinde olsaydı yine aynı rakam mı çıkardı?

Bugün Türkiye’de sosyal barışı ve millî uzlaşmayı baltalayan birinci konu başörtüsü krizidir. Bu kriz tamamen yüzde yüz sun’î, düzmece bir krizdir. Türkiye halkının böyle bir gündem maddesi yoktur. Bunu çıkartanlar çok küçük bir azınlıktır.

Dr. Moon dinine mensup olan ünlü bir politikacımız “Üniversitelerde başörtüsü serbest bırakılırsa, iki-üç yıl içinde bütün Türkiye kadınları başörtüsüne bürünür” demiş. Bürünürse ne olur yani... Kıyamet mi kopar. Demokrasilerde kadınlar ve kızlar, başlarını kapatıp kapatmamak konusunda serbest değil midir?

Aslında bu başörtüsü krizini çıkartanlar dinsizler değildir. Ülkemizde gizli bir din vardır. Bunun mensupları çok güçlüdür, çok etkilidir. Başörtüsü onların dayatması ve diretmesidir.

Bu gizli dinin mensupları kaç kişidir? Bir buçuk iki milyon oldukları söyleniyor. Gizli olduğu için sayımlarda, istatistiklerde adı geçmiyor.

Bu gizli dinin mensupları Müslüman görünüyorlar, öldükleri vakit cenazeleri camiye getiriliyor. Ancak geçenlerde garip bir şey olmuş. Bunlara mahsus mezarlığa bir cenaze getirilmiş, defin (gömülme) esnasında bir de o dinin din adamı varmış...

Türkiye’de gizli bir din olabilir... Bunun mensupları olabilir... İki kimlikli bir cemaat olabilir...Bunlar normal karşılanabilir. Lâkin, halkın yüzde birini, bilemediniz yüzde bir buçuğunu teşkil eden bir azınlığın, çoğunluk üzerinde anti-demokratik baskı yapması asla kabul edilemez.

Bilindiği gibi tesettür İslâm dininin temel farzlarındandır.

Türkiye Müslüman bir ülke olduğuna göre, hiçbir güç tesettüre riayet edilmemesi konusunda halka baskı yapamaz.

Lâiklik diyorlar. Kesinlikle doğru değildir. Başörtüsü lâikliğe aykırı olsaydı, Fransa üniversitelerinde başörtüsü serbest olmazdı. Lâikliğin vatanı Fransa’dır. Orada bütün üniversite ve yüksek okullarda başörtüsü serbestse biliniz ki, lâikliğe aykırı olmadığı için serbesttir.

“Başörtüsüyle okumak isteyenler gitsinler Arabistan’da okusunlar!..” Bu ne saçma bir tekliftir. Bir kere Arabistan’a gitmeye lüzum yok, dünyanın bütün medenî ülkelerinde başörtüsü serbesttir. Fransa’ya, İspanya’ya, İngiltere’ye, Avusturya’ya, Kanada’ya, daha bir sürü ülkeye gidip okuyabilir.İkinci husus: TC kimlik kartını taşıyan bir genç kızımız yüksek tahsil yapmak için niçin başka ülkeye gidecekmiş. Başını örter ve kendi vatanındaki üniversitelerde okur. Hem herkes dış ülkelerde yüksek tahsil yapacak maddî imkâna sahip değildir.

Biz Müslümanlar dinî emir ve yasaklarımızı başkalarıyla tartışmayız. Bizim dinimiz bize, onların dinleri onlaradır. Başörtüsü meselesi dinî değildir; hukukîdir, temel insan haklarıyla ilgilidir, demokrasi ile alâkalıdır.

Başörtüsü yasağı bir insan hakları ihlâlidir.

Başörtüsü yasağı, bütün medenî ve ileri dünyadaki uygulamaya zıt bir baskıdır.

Başörtüsü yasağı vatandaşların okuma, tahsil yapma haklarının kösteklenmesidir.

Başörtüsü yasağı millî iradenin hiçe sayılmasıdır.

Başörtüsü yasağı bir dayatmadır.

Bazı çokbilmişler “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi karar vermiştir, bu mesele bitmiştir, artık tartışılamaz” şeklinde konuşuyor. Sevsinler!.. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi karar verdi de, niçin bütün medenî ülkelerde hâlâ başörtüsü serbesttir? Bizdeki kurnazlar, AİHM’nin kararını, sanki başörtüsü yasağı haklıymış gibi göstermeye kalkışıyorlar. Biz, AİHM’nin bu kararı nasıl verdiğini, ne gibi kulisler döndüğünü, karardan önce bir Sabataistin orada nasıl gece gündüz çalıştığını, Ankara’daki siyasî iktidarın bu konuda nasıl açıklar verdiğini biliyoruz.

Efendiler! Başörtüsü yasağı insan haklarına, hukuka, demokrasiye, insafa, adalete, millî iradeye aykırıdır. AİHM’nin kararı Müslümanları bağlamaz. Bu karar yanlıştır, siyasîdir. İleride düzeltilecektir, telâfi edilecektir.

Uluslararası şöhrete sahip büyük hukukçularla işbirliği yapılarak bu kararın yanlışlığı, Müslüman Türk halkını bağlamayacağı, düzeltilmesi gerektiği bütün dünyaya ilan edilmelidir.

AİHM yanlış bir karar verecek ve İslâm’ın tesettür farzı ortadan kalkacak... Böyle düşünenler ne kadar sathî (yüzeysel), ne kadar çiğ ve ham düşüncelidir.

1980’de bu memlekette sokakta Kürtçe konuşmak yasaktı. Bir vatandaş, “Ben Kürdüm” dese tutuklanıyordu. Bu ülkede, dünyadaki bütün dillerle yayın yapılabilir, kitap ve dergi basılabilirdi ama iki dilde yapılamazdı: Osmanlı Türkçesi ve Kürtçe ile...Şu anda Kürtçe yayın yapmak serbesttir.

Ben hatırlıyorum, bu memlekette bir zamanlar Arapça Ezan-ı Muhammedî okumak yasaktı. Sonra ne oldu? 1950’de bu yasak kaldırıldı.

Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, anti-demokratik, insan haklarına aykırı, hukuka aykırı, millî iradeye aykırı başörtüsü yasağı da kalkacaktır. Nasıl kalkacaktır? Ama şöyle ama böyle mutlaka kalkacaktır.

Uzun yıllar boyunca böyle sun’î (yapay) bir gündem maddesi ile uğraştıkları için acaba utanacaklar ve milletten af dileyecekler midir?

Biz, Sabataycıların dinine karışıyor muyuz? Şöyle ibadet edeceksiniz, şu duaları okuyacaksınız, Ladino ve İbranice dillerini kullanmayacaksınız... gibi zorlamalar yapıyor muyuz? Yapmıyoruz. O halde, onlar da azınlık olarak çoğunluğa karışmasınlar. Yok namazda Türkçe Kur’ân tercümesi okunacakmış, yok Ezan Türkçe okunacakmış, yok resmî ideolojiye uymayan dinî hükümler yürürlükten kaldırılacakmış... Bu gibi istekler ne kadar saçma, ne kadar iz’ansızcadır.

Bırakın serbestçe Müslümanlığımızı yaşayalım. Siz de Sabatay dinini yaşayın. Bize karışmamak şartıyla...
 

Eyvàh!

Well-known member
Başörtüsü Yüce Allah’ın Emridir

“Mü’min kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, zinnetlerini (süslerinin takılı olduğu boğaz, baş, gerdan, kol, bacak gibi yerlerini) açarak göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (eller, ayaklar ve yüz) müstesnadır. Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar. (Boyun ve göğüslerini göstermesinler.) (Nur Sûresi, 31)
“Ey Peygamber!.. Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle, (kendilerini baştan aşağı örten) elbiselerinden giyinip örtünsünler. (Ahzap Sûresi, 59)
Bu âyetleri kabul veya red etmek, insanın hür iradesine bırakılmıştır. Kabul edenler Yüce Allah’a iman etmiş Müslümanlardır, red edenler inkârcılardır. Kabul ettiği halde örtünmeyenler günahkâr Müslümanlardandır. Şuurla örtünenler, bu emri ibadet olarak yerine getirerek günahtan sakınmaya çalışan müminlerdendir.
Bu konu üzerinde yıllardan beri uzmanlar, aydınlar, siyasetçiler, bürokratlar, gazeteciler, ilim adamları uzun uzun konuşmuşlar, tartışmışlardı. Milletimiz bu hususta bilgilendirilmiştir.
Dolayısıyla, başörtüsünün bir siyasal simge, bir süs olmadığını, İslâm dininin bir emri olduğunu herkes bilmektedir. Siyasiler bu meseleyi istismar ederek başörtüsüne ve başörtülülere zulmetmeyi bıraksınlar. Başörtülüler Cumhuriyet ve rejim düşmanı değildir.
Bunları Cumhuriyet düşmanı görmek isteyenler veya öyle zannedenlere, Mustafa Kemal Atatürk’ün devrim kanunlarında kadınların kılık kıyafeti ile alâkalı bir icratının olduğunu söyleyebilirler mi? Annesi Zübeyde Hanım, eşleri Latife Hanım başörtülü değiller miydi? İsmet Paşa’nın eşi Mevhibe Hanım da türbanlı değil miydi?
Mevcut Anayasımıza görre de bayanların kılık kıyafetlerini yasaklayan bir madde yoktur. Anayasamızın 10–24–26–42. maddeleri de şöyle der: “Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” “Herkes vicdan, dini inanç ve kanaatlerinden dolayı hiç kimse kınanamaz ve suçlanamaz.” “Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.” “Kimse eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.”
Aklı başında olan, okuyan, düşünen, iletişim, ulaşım araçları küçülen dünyamızı görmeye, dolaşmaya gayret edenler, genel olarak objektif görüşlü olmalıdırlar. Dünyadaki beşeri dinleri bozulmuş, ilahi dinleri ve kıyamete kadar değişmesi mümkün olmayan, son din olan İslâm ve onun Yüce Kitabı Kur’an-ı Kerim’i tanımayan, bilmeyen, öğrenmeyenler de subjektif görüşlüdürler.
Bir dine inanmak veya inanmamak insanın hür iradesine bırakılmıştır. İnandığı halde gerekli olan ibadetleri yapmaması, nefsinin tesirinden kurtulamadığına işarettir. Doğrulara karşı gelmek, yanlışlara yol vermek ruh, vicdan ve karaktere bağlıdır. Güçlüden korkmak, nefsinin hevasına uymak suretiyle dünyevîlik menfaatlere boyun eğenler subjektif görüşlü oldukları için toplum sözlerine itibar etmez, tarihe de olumlu iz bırakmazlar.
Hem Müslüman olduğumuzu söyleyeceğiz, hem de İslâm’ın emirlerine “çağ dışı” diyeceğiz. Hem tarihi geçmişimizle iftihar edeceğiz, hem de batılı güçlerin haksız dayatmalarına boyun eğeceğiz. Hem Cumhuriyetimize sahip çıkacağız, hem de Cumhuriyetimizin kuruluş ilkelerini unutacağız. Hem Mustafa Kemal Atatürk’e sevgi, saygı, hürmet göstereceğiz, hem de onun söylediklerine muhalif icraatlar yapacağız. Bu gibi anlayışta olanlara, “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” denilir.
Türkiye’de yaşayan yetmiş milyon insanın büyük çoğunluğu içki içmenin, kumar oynamanın, zina yapmanın, faiz almanın, domuz eti yemenin haram ve zararlı olduğunu bildiği halde, hiç ses çıkarmıyor da, sıra başörtüsüne gelince ağzı olan da, olmayan da konuşuyor. Eli kalem tutan da, tutmayan da yazabiliyor.
Başörtüsü Allah’ın emridir, bu görevi yerine getirmeye çalışanlara sadece teşekkür edilir, engel varsa kaldırılır. Cumhuriyet ve rejim düşmanı olarak azarlanmazlar; çağ dışı, yobaz diye dışlanmazlar.
Zinayı suç olmaktan çıkararak Allah indinde nasıl bir bedel ödeyeceklerini düşünebilenler, başörtüsü engelini kaldırmayarak bir başka ağır bedel ödeyeceklerini farkedemiyorlar mı?
Son altmış yıldan beri Türkiye’yi yönetenler, Türk milletine ne verdiklerini düşünebiliyorlar mı? İyilerini tenzih ederek söylüyorum. Atatürk’ün “muassır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmalıyız” sözünü batılılaşma olarak anlayanlar, batının nesini aldıklarını sıralayabilirler mi? Batı’nın teknolojisini alacağına, batının ahlâksızlığını aldığımızı söylersek, ayıp mı etmiş oluruz. Batı gibi üretip batı gibi tüketmeyi öğreneceğimize, sadece batı gibi tüketmeyi öğrendik. Borcumuz gırtlağa dayandı, biz hâlâ başörtüsü ile meşgul oluyoruz. Ayıptır, günahtır!
 

Sergerdan

Well-known member
Mahalle Baskısıymış

Külahıma anlatsınlar mahalle baskısı diye birşey çıkmış,neymiş açık bayanlar kendini rahat hissetmezmiş.Ne alaka biz oruç tutarken lisede üniverstede gayet huzurlu yiyordu insanlar niye baskı yapamamışız.Hem ne için kapalı oldugunu veya açık oldugunu bilen niye başkasından etkilensinki.İnsanlar nefislerinin sevdigine yönelir.Bir baskı varsa o da açık saçık gezenlerin baskısıdır;Hadi siz de güzelliginizi gösterin,bakışlarla şımartın kendinizi,üstüne sevgili bulun orda burda gezin,Allah günah yazar mı canım diyenlerin mahalle baskısıdır.Nasıl da ezbere konuşuyorlar Türkiye İran a dönermiş,yavf azıcık akıllarını çalıştırsalar nesi dönecek.Şimdi güya şu tehlikeli hükümet başörtüsüne izin veren yasayı çıkarttı,mesela çıkarabilir mi içki içen yerler kapanacak veya denize artık mayolarla girilmeyecek diye bir kanun.Öyle ise bu insanlar bu olmadık işe nasıl inanıp mikrofanlara çıkıp ya açıkçası Türkiye İran olur diye korkuyoruz diyolar.Türkiye de hiçbirşey degişmez,herkes kendi kurumlarını korursa bu kadar basit.O kurumlar da kendini koruduguna göre.


Neyse Senai Demirci bugünkü bir yazısını paylaşmak için ben de kurtlarımı dökmüş oldum.

http://genclik.zaman.com.tr/?bl=14&hn=833
 

SaYa

Well-known member
Mahalle Baskısıymış

PEKİ ya bize yaşattıkları zulum o baskı değilmiydi............ onn adı çağdaşlıktı . laiklikti onlara göre...umurlarında bile değildi gözlerimizden akan kanlı yaşlar...tek bir isteğimiz vardı ... okumak ama inancımız gereği örtümüzle .......bu kadarcık şeyi çok gördüler bize ve ona baskı demediler. şimdi........peki şimdi değişen ne ...... Senai Demirci abimizin kalemine sağlık gerçektn mükemmel yazılar yazıyor. sende sağol abi buluşturduğun için .
 
Mahalle Baskısıymış

kurdun kuzuya suyumu bulandırdın bahanesinden bir farkı varmı bu mazeretin acaba.bizzat yaşadığımız iliklerimize kadar hissettiğimiz somut elle tutulur baskılardan biz şikayetçi olamıyoruz çünkü haksız bir talepte bulunduğumuz için biz bu baskıyı hak ediyoruz.ama onlar daha tarihte hiç olmamış yaşanmamış kendi hastalıklı beyinlerinin ürettiği mahalle baskısı adı altında ürettikleri korkularını ilerde yaşama ihtimali olabilir endişesi ile bizi baskı altına alıyorlar.Bu insanlar kendilerinden, iradelerinden, inandıkları şeylerden bu kadar mı şüphedeler, bir baskıyla eğer tüm hayat değişiyor olsaydı şimdiye kadar Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde tek bir tane bile başörtülü insan kalmazdı, biz diil mahalle baskısı, Türkiyenin, devletin baskısına rağmen inancımızdan taviz vermiyorsak onlarda mahalle baskısıyla kendi dünya görüşlerinden taviz vermesinler, acizliklerini, küçük beyinliliklerini, zavallılıklarını bu kadar aleni göstermesinler..bunlar hep bahane Allah kerim keser döner sap döner gün gelir hesap döner
 

imported_mihrace

Active member
Arkadaşlar Hekimoğlu İsmail Hocanın 27 Ekimde Zaman Gazetesindeki yazısı
Başörtüsü takanlar ve başörtüsüne takanlar


İskilipli Atıf Hoca "Frenk Mukallitliği" isimli kitabından muhakeme edilirken, hâkim diyor ki: "Hoca, bir metre bez için bu kadar ısrara gerek var mı?"

Atıf Hoca direkte dalgalanan bayrağı gösteriyor, diyor ki: "Hâkim bey, şu bayrak da iki metrelik bir bezdir. Yırtıp atabilir miyiz?"

İşte o bayrak nasıl ki bizim istiklalimize alâmettir, başörtüsü de kadının istiklaline alâmettir.

Nasıl ki bir hanım başı açık okuluna girebiliyor, başı örtülü hanım da okuluna girebilmeli. Buna izin verilmemesi, insan haklarıyla, özgürlükle bağdaşmaz!

Almanya Köln'de "kadının özgürlüğü" isimli bir konferans tertip edilmişti. Konu şu: Müslüman kadınlar başlarını zorla mı örtüyorlar, yoksa kendi istekleriyle mi örtüyorlar?

Sosyalistler, kapitalistler, papazlar, hocalar... Hepsi, hepsi sırayla konuştular? Bir genç hanım söz istedi, dedi ki: "Ben Alman'ım. Ziraat mühendisiyim. Başımı örtmekten çok memnunum. Kadın, birilerinin zevkine kurban edilmemelidir. Neden bizimle meşgul oluyorsunuz da, şortla gezen Alman kadınlarıyla meşgul olmuyorsunuz?" Kadının bu konuşması paneli bitirdi.

Bana göre Avrupalı, başörtüsünü görünce Osmanlı'yı görüyor! Osmanlı'nın gelmesinden korkuyor! Osmanlı devleti gökten inmedi. Osman Gazi isminde bir adam, Osmanlı devletini kurdu. Başörtüsünden korkanlar da böyle düşünüyor. "Başörtüsü, Türkiye'yi Osmanlı yapmaya yetebilir!" İnsanlar, Avrupavâri yaşayabilmek için, Avrupa'yı istiyor.

Bugün bir kız üniversiteye başörtülü girse, şeriat mı gelmiş olur? Bu bir korkudur. Korkulan, şeriat değil, dindir.

Türkiye'de devlet adamları teferruatla çok meşgul oluyorlar. Hâlbuki Amerika'da tahsil yaptığım sıralarda, Almanya'da çalıştığım sıralarda gördüm ki, gerek Amerika gerekse Almanya, teferruattan çok memleketin ekonomisini nasıl düzeltebiliriz, memleketin sosyal yapısını nasıl daha iyiye götürebiliriz, dünya politikasında daha güçlü nasıl olabiliriz, bu meseleler üzerinde duruyorlar.

Ne yazık ki, Türkiye'de başörtüsü meselesi fazla büyütülüyor. Devlet, başörtüsüne bakmamalı, başın içindeki ilme bakmalı. Bilkent'e, Ortadoğu Üniversitesine giden kızın kafasının içinde fizik var, kimya var, cebir var, geometri var, bilim var! Ve bu kızlar derslerinde başarılı. Başörtüsü, fiziği öğrenmeye mani değil. Fiziğin formülleri gelip başörtüsüne çarpıp da yere düşmüyor; kızın kafasına girebiliyor.

Ekonomimizi daha iyiye nasıl götürebiliriz, sosyal imkânlarımızı nasıl geliştirebiliriz, dünya politikasında ağırlığımızı nasıl koruyabiliriz; mesele budur!


HEKİMOĞLU İSMAİL
 
Üst