"İslÂm-Îman kardeŞlİĞİ

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
“İşte bu sizin ümmetiniz, bir tek millettir (ümmet-i vâhide).

Rabbiniz de Benim. Yalnız Bana kulluk edin.” (21/92; 23/52)


İslam Dini, vahyî gerçekliğe kayıtsız-şartsız îman edip teslim olanların zihinsel kodlarını tevhîd ekseninde yeniden tanımlar; inanç, düşünce ve davranış kalıplarını sil-baştan değiştirir. Hayatlarının merkezine Allah’ı yerleştirerek tepeden tırnağa “Allah’ın boyası” (2/13
ile boyanan Müminler; bütün iş ve ilişkilerini Allah’ın vaz’ettiği ilkelere göre şekillendirirken aidiyet duygularını ve kimliklerini de yeniden tanımlayıp kökten değiştirirler.

Rablerinin kendilerine lâyık gördüğü “Müslümanlar” isminin(22/7
bilincinde olarak; kavim, kabile, renk, dil, kültür, coğrafya gibi kimlik tanımlamalarında kullanılan bütün cahilî/“lâ-dînî” yani seküler unsurları iptal eder ve yerine bir tek esası; “Îman/İslâm kardeşliği” esasını koyarlar.

Îman Edenler Gerçek Kardeştir


İslâm toplumu, zengini-fakiri, yetimi(2/220), kadını-erkeği(9/71), farklı dilleri ve renkleri(49/13) ile sadece “din kardeşleri”nden oluşan bir îman toplumudur. Kur’ân-ı Kerîm, kimlik farklılaşmasında belirleyici unsur olarak îman ve ameli esas alır ve sadece vahyî gerçekliğe iman edip aynı tevhîdî hayat tarzını yaşayan insanları kardeşler olarak tanımlar.

“Mü’minler sadece kardeştirler...”(49/10)

“Eğer tevbe edip namazı kılar ve zekatı verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir.”(9/11)


Bu kardeşlik, önceki aidiyet/kimlik duygularından çok daha güçlü ve belirleyicidir.

Hicret sonrası, Mekkeli ve Medineli Müslümanlar arasında yaşanan kardeşlik, bunun eşsiz bir örneğidir.

Medine’de Enes b. Malik’in evinde, o güne kadar insanların aşina olduğu kan ve süt kardeşliğinin çok ötesinde, insanlık tarihinde ilk kez, îman temelli ve maddî-manevî her tür ortaklığı, dayanışmayı içeren bir kardeşlik kurumu inşa edilmiştir.

Medineli ensâr(yardımcılar), Mekkeli muhacir(göçmen) kardeşleriyle her şeylerini paylaşıp onları kendi nefislerine tercih etmişlerdir:

“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler.

Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (59/9)


Kardeş ilan edilen Müslümanlar, başlangıçta birbirlerine varis bile oldular. Fakat varislik, iki yıl kadar sonra bir âyetle iptal edildi:
“Rahim sahipleri (akraba olanlar), Allah’ın kitabına göre birbirlerine (varis olmaya) daha uygundurlar. Allah her şeyi bilir.” (8/75)

Muhacirler Medine’ye gelip başlarını sokacak bir yer bulamadıkları, geçimlerini sağlamak için ne yapacaklarını bilemedikleri zaman, Medineli kardeşleri onlara her türlü yardımı yapmış, evlerini açıp yemeklerini paylaştılar.

Kardeşliğin tesisinden sonra ise bunlar bir zorunluluk halini aldı.

Fedakarlıkta sınır tanımayan ensardan bazıları Rasulüllah’a başvurup kendi hurmalıklarını muhacirler arasında paylaştırmasını önerdiler.

Rasulüllah(s.) bunu kabul etmedi.


Bu sefer ‘Bakım ve sulama işlerini Muhacirler üzerlerine alsınlar, ürünü onlarla paylaşalım’ dediler.

Ensar, kardeşliğin gereklerini yerine getirmekte öylesine istekliydiler ki, onların bu özellikleri muhacirleri şaşkın ve hayran bırakmıştı.

Muhacirler bir defasında Rasulüllah’a: ‘Ey Allah’ın Resulü! Yanlarına gelip sığındığımız bu insanların benzerini hiç görmedik. Aza ortak edip, çoktan vermekte kendilerini geçecek hiç kimse yok. Çalışmadık, ama bizi ürünlerine ortak ettiler. Bu nedenle bütün sevabı onların toplamasından korkuyoruz. Bu gidişle bize sevap kalmayacak’ dediler.
Rasûlüllah bu anlamlı sözler karşısında onlara; ‘Sizler onları övdüğünüz ve onlar için Allah’a duacı olduğunuz sürece sevapta siz de pay sahibisiniz’1 buyurdu.

Bu kardeşlik bilinci, Medine’de 120 yıl boyunca birbirlerinin kanını dökmekte olan Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki düşmanlığa da son vermiş, onların kalplerini kaynaştırmıştı.
 
Üst