Mümine Adavet Zulumdur

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Evvela; ‘hakikat’ nazarında zulümdür. Ey mü’mine kin ve adavet besleyen insafsız adam! Nasıl ki, sen bir gemide veya bir evde bulunsan; seninle beraber, dokuz mâsum ile bir cani var; o gemiyi batırmaya ve o evi yakmaya çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semavata işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ, bir tek mâsum, dokuz cani olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılamaz.

Aynen öyle de, sen, bir hâne-i Rabbaniye ve bir sefine-i İlâhiye olan bir mü’minin vücudunda iman ve İslâmiyet ve komşuluk gibi dokuz değil, belki yirmi sıfat-ı mâsume varken, sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir cani sıfatı yüzünden, ona kin ve adavet bağlamakta o hane-i mâneviye-i vücudun mânen gark ve ihrâkına, tahrip ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen onun gibi şeni ve gaddar bir zulümdür."

Allah’a hâlisâne bir şekilde inanan mü’mine düşmanlık etmek sadece hakikatte değil, hikmet nazarında dahi zulümdür. "Zira malumdur ki, adavet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar."

"Evet, mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla, ıslahına çalışır." "...Ve asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetlendirip ıslahına çalışmak ehl-i sadakatin şe’nidir." Onun içindir ki, Resulullah Efendimiz "mü’minin mü’mine üç günden fazla dargın durup konuşmaması"na müsaade etmemiştir.

İslâmî vasıflarıyla kıymetlenen bir mü’mine düşmanlık etmeyi; "adi küçük taşları Kâbe’den veya Uhud Dağı’ndan daha ehemmiyetli görmek akılsızlığına" benzetmekte ve şöyle demektedir:

"Tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder."

"Mümine muhabbet etmek gerekir," çünkü "mü’min kâinata bir uhuvvet beşiği olarak bakar."

..."Bir memlekette beraber bulunmakla uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin. Halbuki, imanın verdiği nur ve şuur ile sana gösterdiği ve bildirdiği Esma-i İlahiye adedince vahdet alâkaları ve uhuvvet münasebetleri var. Meselâ; her ikinizin Hâlikınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir, bir, bir... bine kadar bir, bir.


Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir. Bir, bir.. yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir... ona kadar bir, bir. Bu kadar bir bir’ler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevî zincirler bulundukları halde, şikak ve nifaka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakiki adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o râbıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebet-i uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu, kalbin ölmemiş ise, aklın sönmemiş ise anlarsın.

‘’Allah’a ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Yoksa korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz elden gider. Sabredin, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir." (8, Enfal:46).

İslâm kardeşliği, aynı dine mensup olmanın insana kazandırdığı şeref ve mesuliyetler manzumesidir. Bu şerefi taşımanın bedeli; kardeşler arasındaki vazifelerin yerine getirilmesi, haklara riayet edilmesi ve hattâ nefsin uhuvvet-i İslâmiye içinde kaybedilmesidir. Ene’nin nahnü’ye inkılabı yani bencillikten kurtulup cemaat şuuruna erişilmesidir. Peki, bir Müslümanın bu şuura ulaşmada düsturu ne olmalıdır? İşte, bunun formülü: "Fena fi’l-İhvân".

"Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir. Ehl-i tasavvufun mabeyninde ‘fena fi’ş-şeyh, fena fi’r-resûl’ ıstılahatı vardır. Ben sofi değilim. Fakat onların bu düsturu, bizim meslekte ‘fena fi’l-ihvan’ suretinde güzel bir düsturdur. Kardeşler arasında buna ‘tefâni’ denilir. Yani: birbirinde fani olmaktır. Yani kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyet ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır. Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlâd, şeyh ile mürid mabeynindeki vasıta değildir. Belki hakiki kardeşlik vasıtalarıdır."

"Mesleğimiz "haliliyye" olduğu için, meşrebimiz "hillet"dir. Hillet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder (Risale-i Nur)

Bediüzzaman Said Nursi R.A
 
Üst