'Sevginin özü' Muhammedî (sas) muhabbet

Eyvàh!

Well-known member
Seveceğiz, istesek de istemesek de. Kalbimize sevgi konulmuş. Nefret de ediyoruz bazı şeylerden çoğu kez, nefret kelimesini sevmesek de... Peki hayatın özünü oluşturan sevgide dengeyi nasıl sağlayabiliriz?
“Sevmek”, “sevgi”, “aşk” bunlar dünyevî kelimeler, bu konuya da semavî hakikatleri eklemlemeye çalışmaya ne gerek var? Biraz aşırılık olmuyor mu? Biz insanız, her işimizin Rahmanî kaynaklı olması mı gerekiyor? Ben eşimi ya da nişanlımı seviyorum, sevdiklerimde Muhammedî muhabbeti nasıl görüp de İlahî aşka yol bulacağım? Bu zor bir uğraşı değil mi?”

İlk önce akla makulmüş gibi gelen bu düşünce tarzı neticede zihin formatımızda, yaşayışımızda ve imanî boyutumuzda sıkıntılara yol açabilecek virüsler içeriyor.

Her bir güzellik içinde cennetteki Tûbâ ağacının çekirdekleri bulunduğu gibi, her çirkinlik ve günah olan şeyde de cehennemin zakkum ağacının çekirdekleri bulunuyor. Buyurun tercih sizin elinizde: Bir ömür boyu ‘Zakkum Ormanları Fahri Korucusu’ mu olacaksınız, yoksa tam tersi mi?

Bediüzzaman Hazretleri, ilmî gayretleri neticesinde kâinatı tahlil ederken dört temel bakış açısının her şeyi değiştirebileceğini söylüyor: “Niyet, nazar, mânâ-yı harfî ve mânâ-yı ismî”

Son ikisinin izahı uzun olacağı için başka çalışmalara ve Risale-i Nur külliyatına havale edip ilk ikisini ele aldığımızda “muhabbet”in şifresi de çözülebiliyor. Her şey bizim “niyetimiz” ya da “bakış açımız/nazar”la değişebilir.

Yeşillikler, göllerle dolu aynı ovaya bir şairin, bir müteahhitin ve bir çobanın “nazar”ı farklıdır. Aynı şeye bakarlar; ama farklı şeyler çağrışıverir zihinlerinde. Aynı şekilde âlemde cereyan eden “esma-ef’al-sıfat” tecelliyatındaki tevhid şifrelerini, mühürlerini çözmeye kalbini adamış bir mü’minin bakışıyla umursuz bir ehl-i dünyanın ya da gayr-i mü’minin bakışı farklıdır.

Mü’min musibet ya da kahır tecellilerinde “Celal” isminin tecellisini görür, sabır ipine sımsıkı sarılır, tevekkülle Rabb’ine iltica eder ve O’nun kapısına sığınır. Yine nimet ve cemal tecellisine muhatap olduğunda da şükür ipine yapışır. Kendisine kötü gibi gelen şeyin “ya bir imtihan” ya da “neticesi itibarıyla hayr” olan bir şey olduğunu düşünür, görür, hisseder.

Dünyevî mahbublara gönlünü kaptırmış bir insan, onların kendisini aldatması, üzmesi ve terk etmesi anında o sevgi birden en büyük nefret ve hınçlara dönebilmektedir. Peki bu 180 derecelik ani dönüş nasıl olabilmektedir? Bir insanı “Ya benimsin, ya kara toprağın!” diyecek hale getiren duyguya nasıl “sevgi” diyebiliriz?

SEVMEYİ BİLİYOR MUYUZ?

Sevmeyi bilmiyoruz. Öğrenmek için Efendimiz’in (sas) hayatını ve sözlerini çok iyi öğrenmemiz gerekiyor. Onun her hali bizim için “usve-i hasene” yani en güzel örnektir. Her şeyin özüne “iman”ı ve “iman kardeşliğini” koyabilen bir muhabbetin en şâhikasındaki isimdi o. Eğer O (sas) sevgide tevhidden uzaklaşsaydı, amcası Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi, tövbe edip Müslüman olduğunda asla onun İslâm’a girmesine izin vermez, hakkındaki “vur emri”ni kaldırmazdı. Yine Allah’ın aslanı Hz. Hamza’yı şehit ettiren Hind’e dünür olmaz, onun tövbesini kabul etmezdi. Bizim bugünkü muhabbet anlayışımıza göre ölene kadar kan davası güderdi (hâşâ!) Böyle olmamıştır. O “Allah için seviyor, Allah için buğz ediyordu”. Demek ki, sevginin özü “Muhabbetullah”a dayanıyor. Değil mi ki Rabb’imiz bir şeyden razı oluyor, biz de olmalıyız.

MUHABBET KÂİNATIN NÛRUDUR

Muhabbet, kâinatın hem nûru, hem hayatıdır. İnsan, kâinatın en kapsamlı bir meyvesi olduğu için, kâinatı kapsayacak bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine yerleştirilmiştir. Böyle sonsuz bir muhabbete ancak nihayetsiz bir Kemâl Sahibi (cc) lâyık olabilir.


İnsanda korku ve sevgi gibi temel duygu vardır. Bu iki duygu ya insanlara ya da Rabb’imize (cc) dönük olacaktır. Halbuki insanlardan korkmak elemli bir beladır. Fani şeylere sevgi dahi, belalı bir musibettir. Çünkü, insan öylelerinden korkar ki, ancak o ona merhamet etmez veya onun ricalarını kabûl etmez. Böyle bir hâlde korku elîm bir beladır. Aynı mantıkla sevmen durumunda ise sevdiğin şey ya seni tanımaz, (gençliğin ve malın gibi Allah’a ısmarladık bile demeyip çekip gider) ya da gösterdiğin muhabbet için seni aşağılar. Hiç fark etmiyor muyuz mecâzî âşıkların yüzde doksan dokuzu sevdiğinden niçin şikayet ediyor. Bunun sebebi “Samed âyinesi” olan kalbinin derinliklerini dünyevî sevgililere tahsis edip, onlara adeta tapmak, “kulu, kölesi” olmaktır. Bu hâl, o “sevgililerin” nazarında da aşağılık bir iştir ve zaten o da böyle bir kişiyi aşağılar ve reddeder. Zira insan fıtratı, fıtrî olmayan herşeyi reddeder, atar.
 
Üst